|
|
|
8 Haziran 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Kültür Hırsızları!.. | Merhabalar,
Herşeyden önce gönderdiğiniz mesajlara çok teşekkür etmek istiyorum. Pek çoğunuza tek tek cevap vermeye çalıştım ama arada atladıklarım mutlaka olmuştur, mazur görün lütfen. Sağolun, varolun.
AB yolunda kritik toplantıya az süre kala beceriksizlikle suçlanan Babacan müzakereci, sabah radyoda kendine yöneltilen soruları cevaplıyordu, kulak misafiri oldum. 15 dakikalık yol boyunca dinlediğim programda aklımda kalan laflar şöyle: "Çok çalışıyoruz, sabahtan akşama kadar özveriyle işimizin başındayız. Yılbaşı, bayram bilmedik çalıştık. AB Sekreteryası aynen bir arı kovanı. Çalışıyoruz, çalıştırıyoruz. Kararlıyız, çalışacağız. Çalışı..." Belli ki genç Babacan hakikaten çok çalışıyor. Meyvalarını toplamasına duacıyız elbette ancak hemen ardından haberlerde işittiklerimiz AB umutlarımızı törpülemeye devam eder nitelikteydi. Müzelerde ortaya çıkan skandal soygunlar çığ gibi büyüyor. Belli ki Anadolu'nun her köşesinden fışkıran antik kültür değerlerimiz zaman içinde bulundukları yerlerde şekil değiştirip hepsi birer butafor (tiyatro sahnesinde kullanılan gerçek olmayan eşya) haline dönüşmüşler. Son haber, beşyüz küsur sikkenin sahteleriyle değiştirilmesi. Bunun adı en adisinden hırsızlık, vatana ihanet, kültür katliamı, ne derseniz deyin. Ve ne acıdır ki bu soygun devletin o değerleri korumakla görevlendirdiği memurları tarafından yapılıyor. Bu benim görüşüm elbette. Çünkü kimse bana bu işi dışarıdan bir takım Arsen Lüpen'lerin yaptığı masalına inandıramaz. Kendi kültürünü gene kendi soyan bir milleti AB'ye alırken bir kez daha düşünmezler mi? Ya da bu tür yüz kızartıcı suçlar, almamayı düşünenlerin ekmeğine yağ sürmez mi?
Şu anda bir yandan Demirel'in Kayseri meydan muharebesini seyrediyorum. O kadar ilginç ki; AB'yi, çağdaşlığı savunan Demirel, AB'ye girmek istemeyen, türban hesabı soranlar üniversite öğrencileri. Yiğidi öldür ama hakkını ver diye boşuna dememişler. Türkiye böyle bir hatip bir daha zor bulur.
Bugün eski güzel bir filmin soundtrack'inden bir romantik şarkı dinleyeceğiz. La Boum'dan Reality. Güzel bir gün diliyorum hepinize. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Hayat senin, kontrol kimin?
Cep telefonum ömrünü tamamladığında pek çoğumuzun yaptığı gibi oğlumun eski telefonu bana verildi ve yeni telefon ona alındı. Telefon kapanıp açıldığında ekranda ilk gözüken "pin kodunu giriniz" den sonra oğlumun kaydettiği mesaj "hayat senin, kontrol kimin?" idi. Artık telefonu her açışımda bu mesajı okuyor fakat değiştirmeyi de hiç düşünmüyorum. Hatta her sabah o mesajı görmek için telefonumu her akşam kapatıyorum.
Geçen gün telefonu açarken yine bu mesajı görünce aklıma 6.6.2003 tarihinde KM nin 278. sayısında emeklilikle ilgili yazmış olduğum yazı geldi. Yazıda yakında emekli olacağım ve küçük bir kasabaya yerleşmek istediğimden bahsetmiş, son paragraf da ise "2004 senesinin sonunda, neden gidemediğimize ait bir yazı ile mi sizlere sesleneceğim, yoksa o güzelim kasabanın limon, portakal kokan havasından, suyundan bahseden bir yazı ile mi? Şimdiden merak içindeyim." demişim. 2004 sonunda gerçekleştiremediklerimi belki biraz gecikmeli olarak gerçekleştirebilirdim. Onun için bu yazıyı 2006'nın ortalarına kadar beklettim. Maalesef özlemlerimiz içimizde saklı olarak hala Ankara'yı terk edemedik ve emekli olmama rağmen hala işe gidip gelmekteyim.
Bazı cesur kişiler dışında hiç kimse ayda eline geçen paranın 3 ten 1 e düşmesini göze alamıyor ve bir işten emekli olsa da başka bir işte çalışmaya devam ediyor. Bunun kendimize göre bir sürü nedeni olabiliyor. En bildik neden yalnız yaşamadığımız. Düşüneceğimiz, yaşamlarına yardım ettiğimiz birileri oluyor hayatımızda. Ya da öyle düşünmeye zorluyoruz kendimizi. Bu durumda 3 ten 1 e düşmek ancak zorunlu hallerde gerçekleşebiliyor. O da hastanelik olup bir işte çalışamaz hale gelmek, ya da bir yerde çalışıyorsanız işten atılmanız ve başka bir iş bulamamanız.
Emekliliğin anlamı iş göremez hale geldiğinde evde oturmak olmamalı diye düşünüyorum. İş hayatından, zorunlu gidiş gelişlerden elini eteğini çekmek ve bundan sonrasını kendi istediğin biçimde yaşamaya çalışmak, hobilerinle uğraşmak, bahçede veya saksıda domates, maydanoz v.s. yetiştirmek, istediğin zaman istediğin yere gidebilmek gibi şeyler emekliliğin artıları olmalı. Bunları yapamamanın nedeni hiçbir zaman maddi olmamalı. İsteklerimizin bir sınırı her zaman olmalı. Ayağını yorganına göre uzatmalı dememiş mi atalarımız? Bahçede domates yetiştirmekten hoşlanıyorsak imkanlarımıza göre yetiştirebilmeliyiz. Bazıları 1 metrekarede yetiştirirken, kiminin çiftliği olabilir. Bundan sonraki yaşamı aslında daha basit yaşamalı insan. Koşuşturmadan uzak, sakin, huzur dolu, hayatı sindire sindire yaşayabilmeli. Yaşayamayınca buna da alışkanlık adını takıyoruz ve bundan vazgeçmekte de bayağı zorlanıyoruz. Alışkanlıkları değiştirmek zorda olsa bazen zevkli olabilir halbuki. (Yaptığı işi çok sevenler, sabah koşa koşa işe gidip geceleri işten eve dönmek istemeyenleri! Çalışma dışında başkaca hobileri olmayanları, çalışmadan asla yapamam diyenleri zorla emekli yapacağız diye bir şey asla söz konusu değil.) Hatta bazıları bunları yaşarken de yapabiliriz diyeceklerdir. Ben de diyeceğim ki "Çalışan bir annenin çocuğuna ayırdığı ve paylaştığı zaman, gösterdiği ilgi ile, evde oturan bir annenin çocuğuna ayırdığı ve paylaştığı zaman, gösterdiği ilgi eşit olabilir mi?".
Hayatı bir takı tasarımına benzetebiliriz. Elimize verilen ipliğe bizim seçeceğimiz şekil ve renkteki boncukları dizmeli ve aralarına da istediğimiz aksesuarları koyabilmeliyiz. Kaçımız bunu başarabildik ki? İlle de üniversite okuyalım dedik. Ama sınav sonucunda, elimize verilen boncuk beklediğimizle ne kadar benzeşiyordu? Ya da istediğimiz boncuğu elde etsek bile bu sefer okulu bitirdiğimiz de asıl istediğimiz boncuğun elde ettiğimiz boncuk olmadığının farkına varabildik mi?. İşe girelim dedik, bir sürü başvurudan sonra elimize verilen boncuk istediğimiz boncuk muydu? Yaşadığımız hayat bizimdi, iyisiyle kötüsüyle biz yaşıyorduk, ama kontrollar hep başkalarındaydı. Hatta iyi paralar kazandığımız zamanlar mutluluk oyunları oynamadık mı?
Bu durumun farkına varıldığında iş işten geçmiş olmasa da (hayatta hiçbir şey için geç değildir dense de.) boncuk seçiminde zorlanıyor insan. Bunu genç yaşlarında fark edenler daha şanslı. Boncuklarını kendileri seçenleri takdir etmemek elde değil. Mutlu bir yaşam için en gerekli şey de bu olsa gerek.
Hayatın yolları en sonunda çıkmaz bir sokakta noktalanmayacak mı? İster multi milyoner olalım ister beş kuruşsuz. Kendi hayatımızı yaşamış ve kendimizin bir adım önüne geçebilmişsek ne mutlu bize. Çocuklarımız bizden daha mı şanslı acaba? Yoksa çevremdeki bazılarına göre mi karar veriyorum bilemeyeceğim. Çünkü onlar sevdikleri işlerle uğraşma çabası veriyorlar diye düşünüyorum. Kendim yapamasam da, oğlumun boncuklarından hepsini olmasa da birçoğunu kendisinin seçtiğini görüyor ve bundan da mutlu oluyorum.
Sözü fazla uzatmadan bir de emekli fıkrası ile gülümsemeye çalışalım.
Bir adam son günlerini yaşıyormuş. Uzuvları meleklerin huzuruna çıkmışlar. Göz saygıyla ayağa kalkmış, kibarca söze başlamış : -Efendim... Sizden bir ricam var. Emekliye ayrılmak istiyorum. Yetmiş yıldır görmekten yoruldum. Göz sözlerini bitirdikten sonra sırayla, kulaklar ve ayaklar söz alıp emekliliklerini istemiş. Derken arkadan çok kısık bir ses duyulmuş: - Asıl emeklilik benim hakkım!..
Melekler öfkeyle bağırmış : - Ayağa kalkıp konuşsana saygısız...
-Ayağa kalkacak güçte olsam, emekliliğimi ister miydim hiç?..
Hayat bizim, kontrolunun da bizde olması dileğiyle.
F.Karaege
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
ESKİ BİR ŞARKI
Siz, gitarınızın tellerine her dokunduğunuzda ve her notanız ince duvarları aşıp bana ulaştığında, ruhum kanat takıyordu. Sabahın erken saatlerinde başlayan ve anlamlarına bir türlü akıl erdiremediğim kopuk melodiler, çoğunlukla gece yarısından sonra bir araya gelir ve beni kimi zaman mehtaplı bir kıyı kentine, kimi zaman ıssız bir çöl ortasına, kimi zaman karanlık bir mağara kuytusuna, ama çoğunlukla hayallerimde adım adım bildiğim yalnız çalışma odanıza çağırırdı. Dağınık olmalıydı odanız; tavanda çıplak bir ampul, sağda solda sayfaları açık kitaplar, bazen hiç açılmayan yatağınız ve odanın tam ortasında, önünüzde birkaç parça kağıt, arkası yenmiş bir kurşunkalem, elinizde gitarınızla siz… İçinde kendime hiç yer bulamadığım odanız böyle bir yer olmalıydı; hiç bilemedim ki!
Yalnızca düşler değil, pekçok da ayrıntı biriktirdim sizinle ilgili. Hep çok dalgın, yüzünüz yerde yürürsünüz. Alt katınızdaki bu küçük daireye taşındığım günden beri hep aynı şeyi düşünüyorum; çevrenize bu umarsızlığınız dünyada yalnız yaşadığınız sanısından mı; yoksa neden, hiç bilmiyorum!
Bazen günlerce uğramazsınız evinize; sabah erkenden, elinizde bir tomar kağıtla dışarı çıktığınızda bilirim ki, iki gece sonra elinizde kese kağıtlarıyla dönersiniz. Böyle günlerin ardından "kadın zamanı" başlar. Değişik kadınlar gelir her seferinde. Akşamüstü gelirler evinize; gün batımına yakın. Herbirinde garip birşeyler bulurum, kapımdaki bulanık gözden bakarken, hiçbirini size yakıştıramam. Saçlarının sarısını beğenmem, eteklerinin eğretiliğini, gözlerindeki gözlüğü, taşıdıkları çantayı, yürüyüşlerini, bluzlerinin yakasını; umutsuzca karalarım hepsini. Ertesi gün öğleye doğru giderler. Gelirken yüzlerinde ne olursa olsun, giderken hüzün vardır hep; tarifsiz bir hüzün buğusu. Dünyayı umursamadan yürürler; sizin gibi. Bir gece içinde beğenmediğim herşeyden; saçlarının renginden, gözlüklerinden sıyrılıp kadın olurlar. Bir kadın olmak için gerekli şeyin yanınızda geçirilen o büyülü gece olduğunu sanırım, huzursuzlanırım. Hepsinin arkasından aynı şarkıyı çalar gitarınız; o duygusuz, donuk şarkıyı… Yanlarındayken hiçbir şey çalmadığınız o isimsiz kadınları böylesi donuk bir şarkıyla uğurlamanızı anlamam. Ama yalnız değilken hiç çalmadığınızı bilirim. Bu yüzden de sizi dinleyebilen tek kadın olmanın ayrıcalığını severim; en az sizi sevdiğim kadar…
Hep bilmediğim şarkılar çalarsınız. Hangisi sizin, hangisi değil hissederim yine de. Bir tek, yağmurlu akşamlarda, gitarınızı bir uda çevirip sihirli bir dokunuşla - buna basit bir akort oyunu diyemem - eski şarkıları canlandırır parmaklarınız. Senelerce önce, evde, eski bir kutunun içinde bulduğum plaklardan bildiğim şarkılar bunlar; hep ağlatırlar beni. Siz çaldığınızda da ağlarım zaten; yağmurun hüznünden mi, çocukluk anılarının ağırlığından mı, aşık olduğum parmakların dokunuşuyla ağlayan bir ud olan gitarın büyüsünden mi, asla paylaşmayacağınızı bildiğim yalnızlığınıza duyduğum derin arzudan mı, bilemem. Yağmur sürdükçe devam eder bu kıvrandıran konser ve hep aynı şarkıyla biter; benim en sevdiğim şarkıyla;
İçim hep hüsran dolu,
sana varmaktan yana
Bir tebessüm çok görme
şu biçare kuluna…
Bir çiğ damlası gibidir sesiniz; berrak ve duru. Saydamlığından, istediğiniz tüm duygular geçer farkettirmeden. Gözlerinizde uzağa menzilli, gölgeli bakışlar vardır, önünüzü görmezsiniz. Kumral, dalgalı saçlarınız yüzünüzü gölgeler hep. Kestirmeye de, toplamaya da üşenirsiniz, ya da farketmezsiniz bile uzunluklarını, bilirim.
Sizin çalıştığınız akşamlar, benim çalışamadıklarıma denk düşer. Siz gitarınıza dokunup da ruhuma kanat taktığınızda, bana kalan, yatağıma uzanıp tek kişilik aşkımı yaşamaktır verdiğiniz ilhamla. Yaptığım yemekler, uyuduğum uyku, dışarda yaşadığım hayat hep iki kişilik uzun zamandır.
Ben, arasıra kapınızda bulduğunuz güllerin sahibi kızım. Kalbimden birer ajan gibi kapınıza bırakıyorum o gülleri. Siz onları evinize kabul ettikçe küçük umut ateşim yanıyor; birgün beni de kabul etmenize dair, herhalde aklınızdan bile geçmez böylesi.
Sizse beni, merdivende yanlışlıkla çarptığınız kız olarak tanırsınız en fazla; benim planladığım yanlışlıklarla… Hep, dünyada sizden başka kimse yokmuş gibi yürüdüğünüzü ve merdivenleri kullandığınız zamanları bilirim. Evden çıkışımı, sizin kapımın önünden geçişinize ayarlarım. İstemeseniz de çarparsınız bana. Gözlerinizi yerden kaldırmadan "Afedersin ufaklık" dersiniz, sonra yolunuza devam edersiniz. Ardınızdan ufaklık falan olmadığımı haykırmak isterim, duyuramam sesimi.
***
Ne zamandır çalmıyorsunuz; hiçbirşey. Evden de çıkmıyorsunuz, geçen gün kapınıza bıraktığım gül olduğu yerde soldu, korkuyorum. Geceleri sancılanıyorum sevgili parmaklarınız gitarı okşamayınca, çok canım yanıyor. Çıplak ayaklarla aşağı-yukarı yürüdükçe siz, kulak kesiliyorum. Aşkım, gizli bir paylaşımdan veremli bir kara sevdaya dönüyor. Tek bir nota duysam gitarınızdan, azad olacağım sanıyorum, yoksa sizinle ben de öleceğim. Her günün geçişiyle acım büyüyor, yaşamım derin bir uçurumla ikiye bölünüyor. Saatin tiktakları, ölümün çağrısı gibi artık; ne olur birşeyler çalın!
***
Deli bir yağmur var bugün. Kendimi dışarıya atıyorum. Tıpkı sizin gibi yürüyorum; dünyada yalnızmış gibi, öyle perişanım ki! Caddeleri geçiyorum, yağmur hızlanıyor; ıslanmak umrumda değil, tenim büsbütün hissiz. Artık sesinizden, gitarınızdan umudu kestim. Kapıcının ara sıra evinize getirdiği paketleri bilmesem, öldüğünüze inanacağım. Belki de öldünüz gerçekten! Cesaretimi toplayıp size geleceğim. Ölmüşseniz, bunu bilmeye hakkım var. Kırmızı bir gül alıp eve dönüyorum. Ağırlığımca yağmur suyu ve kırmızı gülümü yüklenmiş size geliyorum. Merdivenlerden çıkarken birine çarpıyorum farketmeden. Gözlerimi kaldıracakken "Afedersin ufaklık" diyen sesinizi duyuyorum. Tam yürüyüp gidecekken siz, daha fazla dayanamıyorum; "Ufaklık değil, Sinem!" Duraksıyorsunuz, arkanıza dönüp, ilk kez bana bakıyorsunuz. Islaklığımdan şaşkınsınız, ben de ancak şimdi farkediyorum nasıl berbat göründüğümü. Elimdeki kırmızı gülü görünce irkiliyorsunuz, ben de irkiliyorum. Olanca cesaretim kırılıyor. Ben onu montumun altına saklamaya çalışırken, omzumda elinizin sıcaklığını duyuyorum. Derin bir ürperti sarsıyor beni, siz gülümsüyorsunuz. "Gel, sana birşeyler çalayım. Eski bir şarkı vardır, bilir misin;
İçim hep hüsran dolu
diye. Onu çalmak geldi içimden."
Merdivenleri çıkıyorsunuz. İlk kez, ağlayan bir gölge ardınızsıra sizi takip ediyor! Elinde tek bir kırmızı gül, kulaklarında eski bir şarkı…
Çiğdem Gürer nanedanlik@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
BİR RESİTAL
Başkent'de olağan sezon konserlerinin sonuna yaklaşılırken Türk İngiliz Kültür Derneği güzel bir Flüt - Piyano resitalini Ankara'lı müzik severlere sundu.
Flütist Seyhan Bulut ile piyanist Kaan Yüksel bu güzel müzik akşamını bizlere yaşattı.
Bu resitalin sanatçılarının başarılı akademik özgeçmişleri ve şimdiki sanatsal mesleki kariyerleri daha konserin başında sahne hakimiyetleri ve enstrümanlarının rafine performansı ile hemen dinleyiciler tarafından da fark edildi ve olağan kültürel etkinlik gecesi daha da kıymetli bir müzik dinletisine dönüştü...
Flütist Seyhan Bulut 1977 Samsun doğumlu. Eğitimine Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Klasik Yanflüt Bölümünde başlamış, lisans programını Rotterdam Konservatuvarı'nda tamamlayarak Amsterdam Konservatuvarı Klasik Yanflüt Bölümünde de lisans üstü programını bitirmiş. Aldığı eğitim bursları, katıldığı uluslararası kurslar, katıldığı oda müziği ve orkestral konserleriyle kişisel resitalleri öyle çok ki yazmakla bitmeyecek ancak en sevindirici özelliği bu kıymetli akademisyen, genç flütist Seyhan Bulut'un eserlerin ve yorumlarının kalıcı olmasına da önem vererek şimdiden iki ayrı CD kaydını da gerçekleştirmiş olması.....
Piyanist Kaan Yüksel 1977 Ankara doğumlu. Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı piyano eğitiminin yanısıra aynı okulun orkestra şefliği lisans üstü programını da tamamlamış. Armoni ve kontrpuan çalışmaları, uluslararası atölye derslerine katılımları genç piyanisti o kadar geliştirmiş ki Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Ana Bilim Dalı'nda doktora çalışmalarına da başlamış. Bu kadar engin bir müzik akademisyeninin daha genç yaşlarda ilk olarak Orta Doğu Teknik Üniversitesini bitirdiğini öğrendiğimde, bilimin entelektüel zekanın gelişimiyle birlikte kendi potansiyel yeteneklerimizi ortaya çıkarmada ne büyük bir disipliner güç olduğuna inancım bir kez daha tazelendi...
Flütist Seyhan Bulut ile piyanist Kaan Yüksel programda ilk olarak Fransız piyanist ve oda müziği besteci Cecile Chaminade'in Flüt ve Piyano için op.107 numaralı Konçertino' sunu seslendirdi. İkinci eser Türk bestecilerimizden Ekrem Zeki Ün' ün Yunus'un Mezarında adlı lirik ezgisiydi. Resitalin ilk yarısı Georges Hue' nun 3 bölümlük flüt ve piyano için Fantasy eseriyle sona erdi.
Türk İngiliz Kültür Derneği'ndeki flütist Seyhan Bulut ile piyanist Kaan Yüksel resitalinin ikinci yarısı Polonya'lı flütist, besteci ve orkestra şefi Alberet Franz Doppler'in 3 bölümlük, op.26 numaralı Macar Pastoral Fantazisiydi. Ancak flüt ve piyano için bestelenen özgün ve yaratıcı küçük eserlerin en popüleri Francois Borne'in George Bizet'in operasından Karmen Fantazisi bu gecenin de en görkemli final eseriydi. Bitmeyen alkışlar da dinleyicinin bu güzel performansa takdirini, sevincini gösteriyordu..
Yürekten tebrikler flütist Seyhan Bulut ve piyanist Kaan Yüksel.. Bu kıymetli ikilinin flüt piano kompozisyonlarından başka bir güzel demetle oluşturacakları gelecek sezondaki resitallerini heyecanla bekliyoruz...
Konser mekanlarında seslendirilen klasik müziğin sihirli coşkusunu daha şimdiden, kucakda, konsere gelerek hiç sesini çıkarmadan dinleyen ve minicik alkışlayan bu seçkin resitalin en küçük izleyicisi de kimdi biliyor musunuz ? İpek Bulut....
Lütfiye Öztaş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kahveci : İlkay Sivaslı SAKİN BİR YAŞAM İSTİYORUM ARTIK... |
|
Evet, sakin bir yaşam istiyorum artık... Kavgasız, gürültüsüz, nefretsiz, kinsiz bir yaşam istiyorum ….
Benim de oldu kavgalarım kendimle, insanlarla... Benimde oldu acılarım - Kanadı yaralarım gecelerce içimde . Maruz kaldı yüreğim yalnızlıklara. Tamam! Demiyorum ki ben meleğim, ben de çok masumum. Ben de kırdım - oynadım belki insanların gururlarıyla…Zaten ben, Tanrı da değilim ki!... Neden yıllardır mükemmel olmaya çalıştım ki - neden yıllardır mükemmelin peşinden koştum kii???
Sakin bir yaşam istiyorum, evet. Mükemmelin peşinde koşmadan, sevgi dolu, içten, samimi.
Samimiyetle kucak açılan kalpler istiyorum artık. Yalansız, dolansız, anlayışlı….
İçten şeyler benim istediklerim... Anlatabiliyor muyum?
Ama ben insanlara anlatamadım yıllardır derdimi... Olsun, anlaşılabilmek ümidiyle yaşamak da güzel. .
Sokaklarda yaşayan çocuklara, annesiz babasız kalmış yavrulara adamak istiyorum hayatımı... Bel ki de yılların, beynime kazıdığı şeyleri onlarla aşmak amacım. Ben artık otuzuma merdiven dayarken, yolun yarısına beş kalmışken çok düşünmek istemiyorum ince ayrıntıları. . İçimden geldiği gibi, birilerine faydam dokunarak yaşamımı sürdürüp öyle de ölmek istiyorum artık…
Hayatımda insanların eksikleri, yanlışları tartışılsın istemiyorum artık". O öyle mi yapmış, bu bunu mu demiş "denmesin artık hayatımda …"Daha iyi nasıl olur, nasıl yapabiliriz?" denilsin artık.
Kin, nefret kusmak değil, öfke saçmak değil benim amacım. Hiç bir zaman da amacım olmadı bunlar benim.
Sadece hayatla kavga ederken kırıldığım, dayanamadığım noktalarda yaptım belki bunları...
Hayata karşı güçlü olayım derken ezip geçtim insanları, çok olmasa da…
Ama ben değildim bu, inanın…
Ve şimdi perde kapanıyor…
Ben bu metaryalist dünyadan ayrılıyorum. .
Barışın, sevginin olduğu yeni ufuklara açılıyorum…
VE HAYAT NE OLURSA OLSUN SANA ŞÜKRANLARIMI SUNUYORUM...
İlkay Sivaslı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Gülendam Oğuz Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 6.315 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
İstanbul...
I
Bu şehir, bu derece
Bozulmadan, kirlenmeden
Önce de bu renkteydi!
Yani hep kül rengi ve griydi!
Her kentin bir havası, ve suyu
Kendine has boyası var.
Garip. Ya da kader midir?
Tabiat bu şehri, kurşun rengine boyar.
Gökyüzü çoğu gün mavi iken,
Durup durup bulutlanır.
Camilerin kubbesi,
Kesme taştan minaresi.
Sokağın paket taşları
Limanda vapur dumanları
Hele kuşları, güvercin kanatları
İnce-ince sızan yağmuru
Hepsi, hepsi, tabiat fırçasıyla,
Kurşun rengine boyanır.
II
Tramvaylar geçerdi, tahinî, kırmızı
Dar ve tenha sokaklarından.
İnsanlar iner-binerdi, telaşsız
Gri boyalı, saçaklı, soluk,
Novotni, Bomonti duraklarından.
Bir vapur varırdı Köprüye bazan.
Kadıköyü’den, Adalar’dan
Elim annemin elinde gittiğimiz
Yem yiyen oyuncak horoz aldığımız
Kocaman yapılarıyla, Sultanhamam.
Bir yokuşa diziliydi, mahallemiz
Uzakta, tramvaydan ve limandan.
Serin taşlıklı ahşap evimiz.
Dilimdedir hâlâ, öğle vaktinin balı.
Ve güneşi, mor salkımdan sızıp damlayan.
III
Böyle değildi, önceleri
Beşiktaş’tan Levend’e giden bu yol
Bir duvar gibi düz, uzun ve açık
Böylesine duygusuz değildi.
Bostanları dolaşan eski dost yolumuz
Balmumcu kırlarına doğru, gezerdi.
Denizden esen hafif bir rüzgâr
İpek yeşili açmış dutları okşar
Kiraz çiçeklerini beyaz-beyaz dökerdi.
Paslı çit dikenleriyle, hendekler
Kırlarla aramızda, uzar-giderdi.
Uzakta, bostanda, bir baca tüter
Kelebekler parmaklarımda uçar
Gelincikler ateş-ateş dalgalanır ve yatar.
Çocuk gönüllerimizi ezer, ezerdi.
Böyle değildi bu yol, gerçekten
Biz de bu kadar, gamsız değildik.
Akşam vakitleri, gençler, çocuklar
Ağır-ağır Maslağa doğru yürür
Karanfil bahçelerinde susar
Gurup başladığında, ağlardık.
(“AYRILIŞ” / ŞİİRLER, ss:6-9, 1996)
Çelik Gülersoy
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Paranoyakça hazırlanmış bir web sayfası. http://www.bulletinboardforum.com/movies/red_and_black.htm Merak edenlere özel not: bu web sayfası çoluk çocuğu rahatsız edecek bir içerik barındırmıyor. Paranoyakça dedim ya mecburen açıklama ekledim. Ne olur ne olmaz.
Basit hazırlanmış bir, helikopterle savaş alanından sivilleri kurtarma operasyonu oyunu. http://www.ezprezzo.com/games/globalrescue.html Bilgisayarınızın klavyesindeki ok yönlerini kullanarak helikopteri hareket ettiriyorsunuz. Space tuşu ip sallamanıza veya ipi geri çekmenize yarıyor. Her kurtardığınız sivil için puan alıyorsunuz. Bu oyunu oynarken patron bulunduğunuz yere yaklaşırsa "BOSS ALERT" ikonuna basabilirsiniz.
Online flash games. Yani bisürü flash oyun http://www.onlineflashgamez.com/ oyna oynaya bildiğin kadar. Ama dikkat, burada boss alert yok.
Polis suçluları yakalamak için billboardları kullanırsa ne olur? http://www.wsoctv.com/news/8189100/detail.html Bu web sayfasındaki habere göre polis suçluları yakalamak için mobil billboardları kullanmış ve kaydadeğer bir başarı elde etmiş.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
FREE Hi-Q Recorder Version 1.9 [2.61MB] Windows Free
http://www.free-sound-recorder.com/dlrhm/freehiqrec.exe Mp3 ya da wma olarak direkt kayıt yapabildiğiniz bir program. Alın kurun neyi dilerseniz kolaylıkla kaydedin. Her bilgisayarda bulunması gereken çok kullanışlı bir program.
KM Toolbar v1.0 [643KB] Windows - Ücretsiz
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|