Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.002

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 9 Haziran 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : Kupa Başlıyor!..

Merhabalar,

Katılmayı beceremediğimiz Dünya Kupası bugün başlıyor. Dünya'ya Dünya'lıya hayırlı uğurlu olsun. Keşke "vatana millete" diyebilseydim ama olmadı. Almanya'da olması nedeniyle çok büyük bir fırsatı kaçırdık, bu herkesin malumu. Bir ay boyunca sürecek şenliği seyrederek iç geçirecek bizlere bir nebze hoşgörülü olmanız, kumandaya ilgi göstermemeniz batılı olmanın gereklerindendir hanımlar. Anlayışınıza peşinen teşekkürler.

Bugün Kahve Molası Dergimizle ilgili bir konudan bahsetmek istiyorum. Öncelikle öykü yarışmamızda dereceye giren öykülerin de yer aldığı 2 sayı bir arada yayınlanacak dergimizin hazırlıklarının sürdüğünü belirtmek istiyorum. Gecikmeden dolayı gereğinden fazla özür dilemenin anlamsızlığını bildiğimden artık dilemiyorum. Elde olmayan nedenlerle başımıza gelen bu gecikmeyi anladığınızı sanıyorum. Aslında bu özürün esas muhatapları, dergimize destek olup abone olan 100 dolayındaki kahveci dostum. Onlara verdiğim sözü zamanında yerine getirememekten dolayı çok üzgünüm. Ama sözüm bakidir. Er ya da geç bu işi kotaracağız. Ben abone işlerimizi yürüten Abonet'in bir uygulaması nedeniyle bu dostlardan ayrıca özür diliyorum. Adres değişikliği bildirmek için kendilerine mesaj yollayan bir arkadaşıma "Kahve Molası Dergisi yayınına son verdiği için ücretini iade edebiliriz." diye mesaj yollamışlar. Benden bir talimat almadan, böyle bir mesajı yollamadan önce bana danışmadan yapılan bu işlemin ne anlama geldiğini onlara sordum ama henüz bir cevap alamadım. Şimdi, Abonet aracılığıyla abone olan tüm dostlardan paralarını iade istemelerini rica ediyorum. Parayı geri aldıklarını bildirir bir mesajı bana yolladıkları takdirde bundan sonra çıkacak tüm Kahve Molası Dergilerini kendilerine ücretsiz olarak yollayacağım. Anlayacağınız üzere biraz üzüldüm ama çokça kızdım. Kusura bakmayın.

Dün dinlediğimiz La Boum serisinden şarkılara La Boum 2 den Your Eyes'la devam ediyoruz. Hepinize güzel bir haftasonu diliyorum. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Cumhur Aydın

 Önce İnsan : Cumhur Aydın


  Sevgili Çocuklar;

Mart 2004'den bu yana iki dönem haftada ortalama altı saat derslerde birlikte olduk. Çok uzun zaman sayılmaz, kısa da değil tabii. Bundan sonra da bazılarınızla bir süre daha okulda zaman paylaşacağız. O nedenle bu iletimi bir veda ya da andaç yazısı olarak almayın lütfen ancak yine de bazı duygu ve düşüncelerin sıcağı sıcağına paylaşılması doğrudur, hoştur!

Hemen belirtmek isterim ki, sizleri tanımış olmaktan çok mutluyum. Anımsayacaksınız, kumaşınızın çok iyi olduğunu hemen her fırsatta sizlere de söyledim. Oysa hepimiz çoğu kez eleştirilerimizi aktarırız da, övgülerimizi karşımızdakine söylemekten nedense çekiniriz. Bunu benden işitince, sınav başarılarınızın küçük bir ödülü olsun diye düşündüğüm kitapların kapakların üstünde yazılı da görünce azcık şaşırmadınız değil!

Özelliklerinizi ayrı ayrı yineleyecek değilim. Ancak sevildiğinizi bilmeniz, bunun karşılığını vermeye çalışmanız ve önemlisi aramızda doğan yakınlığı en ufacık bir saygı aşınması olmaksızın gündelik yaşamda canlı tutmanız, hele sizin yaşlarınızda ve şimdiye kadar 'genelde yaşadıklarınız' karşısında çok önemsenmesi gereken özellikler olduğunu düşünüyorum. Sizi diğer arkadaşlarınızdan farklı kılan asıl etken - çeyrek asırlık yaşama uğraşınızı ve emeklerinizi azımsamıyorum kuşkusuz- ailelerinizin özel nitelikleridir yine de! Üniversitemizin bazı kısıtlarına karşın iyi bir mühendislik eğitimi aldığınızı söylemek istiyorum, bunu yüksek sesle her ortamda çekinmeden yinelerim. Hiçbir zaman okulunuzun yeniliğinin burukluğunu taşımayın, özellikle İngilizce'nizi geliştirerek ve kuşkusuz özgüveninizi de pekiştirerek, her çalışma ortamında sağlam durun lütfen!

Ders ve sonrasında sizlerle paylaştığım yaşama yönelik olan düşüncelerimi ve ne kadar çırpınsam da doğaldır şimdilik öğüt olmaktan öteye geçmeyen yaklaşımlarımı yeniden ısıtıp önünüze getirmek istemem. Bazı şeylerin sindirilmesi ve sizlerin tutumlarına yansıması zaman alacaktır. Ancak hiç kuşkum yok ileride bugünleri anımsasanız da, anımsamasanız da bu paylaşımların izleri sizlerde mutlaka bulunacaktır. Bunu ben bildiğim halde -tüm hocalar gibi- yakından izleyemeyeceğim. Ne yapalım bu işin raconu bu! Yine de bu satırları böylece bitireceğimi sanmazsınız her halde!

Lütfen yaşamayı ciddiye alın. Asla sıradanın ve ortalamanın parçası olmayın. Kuşkusuz öncelikle başarılı, işini iyi ve dürüst yapan insanlar olmanızı istiyoruz. Ancak kalitenizi, yaşama zevklerinizi sürekli arttırma ödeviniz olduğunu, bunun öncelikle kendinize bir ödev olduğunu unutmayın ne olur. Bu koşuda en sağlam arkadaşınız 'okumak, daha fazla okumak' olacaktır.

Sonrasında, ülkenize ve insanlığa da sorumluluklarınız olduğunu hiç aklınızdan çıkarmayacaksınız. Yeter artık, yalnızca para kazanmaya ve sıradan yaşamlar sürmeye mahkum insanlar istemiyoruz!

Hem birbirinizi, hem ülkenizi hem de bu toprağın insanlarını 'merak' edeceksiniz. Düşüneceksiniz, hiç aklınızdan çıkarmayacaksınız. Bu merakı, birbirinize ayda yılda bir edeceğiniz donuk telefonlarla, çevreniz için ufak yardım ve etkinliklerle canlı tutamazsınız, yaşamınızın bir parçası yapamazsınız.

Öyleyse daha fazlasını düşünmelisiniz, yapmalısınız. Yine unutmayın belki de sizleri birbirinizden daha iyi anlayacak arkadaşlar bir daha karşınıza çıkmayabilecektir. Ya toplum, ülkemiz? Onların da daha fazla ihmali ve çoraklığı kaldırabileceklerini varsaymayın ne olur? Üzgünüz bu bir bayrak yarışı derler ama biz size bayrak mayrak devredemiyoruz, yolda koşarken de değil, yürürken, belki de gezerken düşürdük, bir ara.

Nihayet birkaç satır da kendimden laf ederek bitireyim, izninizle. Hem yaptığı işi, hem insanları seven, her ikisini de çok ciddiye alan bir hocanız, ağabeyiniz olarak anımsanmak isterim. Bunun her şeyin metalaştığı, yapıyormuş gibi görünmenin yutturulduğu şu toz dumanlı dünyada ne denli 'akıllara zarar' bir iş olduğunu- eğer sizler de yaşamaya emek vermeyi sürdürürseniz- 'yaşadıkça' daha iyi anlayacaksınız.

İnsanları yakalamak, onlara yakın olmayı, içten davranmayı gerektiriyor. Eh bunun sıkıntıları, yanlış anlamaları da olmuyor mu? Yürek vurgunları? Oluyor elbet!

Her şey kazanmak üstüne yapılmaz ki! Bazen yitirirken de kazanırsınız! Hele insanlarla beraber olmayı kafaya koymuşsanız. Trafik ve yol güvenliğinde bilimi seslendirirken, güncel uluslararası araştırmaları ülkeme taşımaya çalışırken, çok yalnızım. Kısa dönemde yitireceğimden öylesine eminim ki.

Sizleri -hadi şimdilik ders ortamıyla sınırlı tutalım- uğurlarken de sanki sözler uçacak, zaman bir çok emeği silecek diye düşünüyor insan, bunca senedir böyle olmayacağına inandığı halde.

Gel de düşüncelerin yüreğini kontrol etsin!

Uzun zaman gösterecek. İnsanlık yürüyüşünü...

Kimlerin kazandığını, kimlerle kazanıldığını.

Cumhur

(*) Öğretim kurumlarında yıl sonu yaklaşırken, vedalara hazırlanılırken... İki yıl önce dönem sonuna doğru derslerine girdiğim bir grup öğrencime yazdığım mektubu paylaşmak istedim.

Kemal Saydamer İçin: Kısa dönem askerliğim sırasında tanıdığım, dünyanın belki de en cana yakın, en sevimli ve mesleğine en düşkün gazetecilerinden birini Sevgili Kemal Saydamer Ağabeyi 06 Haziran günü bir kalp krizi sonucu henüz 47 yaşındayken kaybettik. Babasını da yine genç yaşta Ankara Esenboğa'da bir uçak kazasında yitirişini ve Uğur Mumcu'nun öldürüldüğü anda rastlantı eseri yan yana olduğumuzu anımsıyorum şimdi. Uzun zaman paylaştığı Hilkat Hanıma, sevgili kızına ve yakınlarına tahammül gücü diliyorum. Işıklar içinde yat, Kemal Ağabey...


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  YAVAN MUHABBETLER - 2 -

Bahaneler, yalanlar, atlatmacalar, kandırmacalar, köşe kapmacalar, idare etmeler, basit cümlelerden inşa edilmiş ince duyarlıklar, nezaket ve saygı giydirilmiş çıplak vurdumduymazlıklar… "Seninle ne zamandır görüşemedik. Ay, yüzünü gören cennetlik ayol. Sıcak sohbetlerini özledim vallahi. Kütüphane bahçesine gelsene akşamları, laflarız işte ne güzel…"
"Sen öyle diyorsan madem, öyledir. Sana ayak uydurmaya çalışırım en azından. Her şey bir yana dostun kalabilmeyi çok isterim aslında… Böyle söylersen, kırılıyorum ama bilesin. Ne gerek var şimdi bunlara. Bu yaz görüşelim, laf olsun diye söylemiyorum inan. Çok değil birkaç gün de yeter. Bunu düşün ama benim için ne olur? Ne zaman dersen, ben hazırım. Yeter ki telefon et, çağır sen, gelmezsem Arap olayım?"

Sıradan rüzgârlar işte, biraz toz savurur, birkaç kuru yaprağı ya da gazete parçalarını havalandırır. Ciddiye alsam, neler oluyor yahu desem gerçek olurlar. Her şey artık iyice zıvanadan çıkmış. Biber dolmasının içenden pirinç yerine konserve fasulye çıkıyor. Ben aşçıya bakıyorum. Aşçı da bana "Sen daha önce bunu hiç yemedin mi?" diye soruyor. Yemedim ve bilmiyorum diyemiyorum. Yaşıldıklarımı beynimde ayıklamaya yetişemiyorum. İyice kendi kabuğuma çekiliyorum. Susuyorum, duvarlarda asılı resimler konuşuyor ama ben sürekli susuyorum.

Adam akıllı canım yansın istiyorum. Adam akıllı üzüleyim veya sevineyim… Biraz ondan, biraz bundan, kıyısından, ucundan yaşamaktan iyice yoruluyorum. Yaz gelmesine rağmen sahile inmek, kalabalığa karışmak, deniz kıyısındaki çay bahçelerinde akşam keyfi bile yapmak istemiyorum. Arkadaşların yanına uğramaktan, eskiden deli gibi sevdiğim sohbetlerden kaçıyorum. Siz anlamıyorsunuz ama ben çok yorgunum. Mehtap, "Bahçedeki güller ne güzel açmışlar değil mi? İnsan bunlardan gözünü alamıyor."diyor. Hiçbir şey söylemiyorum. Güller her yaz başında zaten güzel açarlar. Bu da şimdi laf mı yani, kelimeleri ucuz bir sohbete zorlamanın, işkence etmenin ne anlamı var."diye düşünüyorum. Belki beni anlıyor. Bir daha güllere ilişkin birdik şeyler söylemekten uzak duruyor.

Kendime basit bir akşam yemeği hazırlıyorum. Tavaya iki yumurta kırıyorum ve biraz katılaştıktan sonra ateşten alıp üzerine birkaç kaşık yoğurt ilave ediyorum. Biraz da tuz ve pul biber… Buna yemek demek bile mümkün değil. Oturuyorum ve bana ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Akşamları çay demlemekten bile vazgeçtim. Sıcak suya dökülen kahveli karışımlardan içip televizyon karşısında ömrümün geri kalanını çürütüyorum. Kalkıp yarın bir doktora gitsem garanti depresyondasın deyip işin içinden çıkacak. İstesem bile "Doktor, sende görüyorsun her şey yalan işte, her şey plastik ve yapmacık, baksana."desem "Oğlum sen iyice sıyırmışsın. Senin başkalarından ne farkın var? Neden her şeyin dibine darı ekiyorsun? Sende kendince bir yol tutup yaşamaya baksana." diyecek ve canım sıkılacak.

Sen var ya, sen bir tanesin. Herkesin senin gibi birine ihtiyacı var. Abartıyorsam Allah canımı alsın. Seni tanıdığım için kendimi çok şanslı hissediyorum, inan… Bir akşam bana gel. Nefis bir Rus Kefali yaparım sana, parmaklarını yersin. Şöyle sebzeli falan, papaz yahnisi gibi… Bir de şarap açtık mı yanına tam olur. Senle konuşmaya ihtiyacım var. Ama mutlaka gel olur mu? Bak laf olsun diye demiyorum, inan… Sevmediğim insanları asla evime davet etmem ben. Balık sevmiyorsan, açık söyle. Başka bir şeyler düşünürüm. Ne olacak?

Yarın akşam mı diyorsun? Arkadaşa davetliyim ben ama… Bir saate kadar arayıp sana kesin bir şey söylerim. Kırılırlar şimdi gelmiyorum desem. Sen beni anlarsın ama onlar anlamaz. Tamam, kapat sen telefonu, ben seni arayacağım. Evde çok dağınık ama olsun. Sen zaten benim kusuruma bakmazsın dimi. Tamam, tamam sen kapat…

Telefonun mu kapalıydı. Birkaç defa aradım ama sana ulaşamadım. Belki de hatlar çok doluydu. Evet, sana karşı çok mahcubum. O akşam arkadaşlara gitmek zorunda kaldım. Sana telefonla ulaşamayınca da durumu anlarsın diye düşündüm. Beni zaten bir tek sen anlarsın, kırılmadın bana değil mi?

Ben kabullenmekte zorlansam bile bir süre sonra insan her şeye alışıyor. Her şey yeniden başa dönüyor. Yine "Sen bir tanesin, özledim seni, geçen gün konuşurken arkadaşlara bile söyledim. O çok iyi biri dedim. Adını anmadan edemedim."yalanlarına devam ediliyor. Şimdi durum eskisinden daha açık, en azından o yalan söylediğini ve benim inanmadığımı biliyor. Ben de süslü cümlelerle yapılan yemek davetlerini zamanım olmadığı bahaneleriyle savuşturabiliyorum. Sokaklar çok dar ve bu kasaba herkesi birbirine yüz göz ediyor. Karşılaşmaktan bir türlü kaçamıyorum. "Evet, belki başka bir zaman, önümüzdeki hafta sonuna doğru görüşebilirsek kesin kararımı sana bildiririm diyorum." Böylece bu küçük oyunların istemeden bir parçası oluyorum.

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Faik Murat Müftüler

 MuratHoca : Faik Murat Müftüler


  KENT GEZGİNİ

Isabel, resepsiyoniste yaklaşarak düzgün bir Türkçe'yle "Havaalanı ne tarafta?" diye sordu. Resepsiyonist parmağını kuzey yönüne, Elmadağ'ın karlı zirvelerine doğru uzatarak konuştu.
"Şu yönde hanımefendi; ama uzaktır. Bir taksi çağırayım isterseniz"
"Hayır. Teşekkür ederim. Henüz zamanım var. Önce biraz kenti dolaşmak istiyorum. Uygun bir yerden taksiye binerim. Taksiyle ne kadar sürer?"
"Trafiğin durumuna göre yarım saat kırk dakika kadar"
"Teşekkür ederim. İyi günler"
"Güle güle hanımefendi"

Isabel, Hilton otelden yokuş aşağı Kuğulu Park'a doğru inerken başkentin serin nisan havasını içine çekti. Yeni yapraklanmaya başlayan ağaçların ardındaki yağmura gebe gri gökyüzünü izliyor, ürperen tenini, bulut gediklerinin içinden arada bir görülüp kaybolan güneşin sıcaklığıyla ısıtıyordu.

Isabel, Hollanda'daki Leiden Üniversitesi'nin Türkoloji kürsüsünde araştırma görevlisiydi. Dört gün önce, gecenin bir saatinde profesöründen gelen telefonla apar topar evinden çıkmış, daha önce profesör için yapılmış rezervasyonla Ankara'ya uçmuştu. Dört gündür katıldığı bir dizi seminer bitmişti ve artık ilk kez geldiği bu kenti gezmek istiyordu. Araştırmaları nedeniyle daha önceleri üç dört kere İstanbul'a gelmişti; ama Ankara'yı ilk kez görüyordu. Isabel'e bu sürpriz geziyi, profesörünün beklenmedik işleri ve bir anda değişiveren programı hazırlamıştı.

Kuğulu parkın girişindeki simitçiden üç adet simit aldı. Simit kültürünü İstanbul'da edinmişti. Tabii bu kültüre sahip her insan gibi, ince belli bardaktan içilen taze demlenmiş Türk çayıyla kahvaltısını tatlandırmayı da ihmal etmedi. Ankara'nın simidi biraz değişikti. Koyu kızıl-kahverengi, biraz daha sert ve daha lezzetliydi. Fazladan aldığı iki simitten birini kuğularla diğerini de güvercin ve serçelerle paylaştı.

Türk usûlü kahvaltısını bitirince üzerindeki susamları silkeleyerek ayağa kalktı. Güvercin ve serçeler telaşla kaçıştılar. O ise yönünü Tunalı Hilmi caddesine çevirerek bilmez ama emin adımlarla gezintisine başladı. Apar topar geldiği için küçük bir sırt çantasından başka eşyası yoktu. Bu beklenmedik Ankara turunda eşyasının az olması sevinilecek bir durumdu.

Hiçbir şey bilmeden gezinmenin tadı da başka oluyordu. Dönülen her köşe, girilen her dükkân yeni bir sürprizdi onun için. Bir resim sergisindeki yüzlerce tablonun izlenmesi gibiydi. Tabloların hiçbiri hafızaya yazılamıyordu ve bittikten sonra ruhsal ve sanatsal hazdan başka bir şey kalmıyordu insanın zihninde. Belki bir de küçücük birkaç enstantane… Hepsi o kadar.

Gezinin ayrıntılarını uzun uzun yazıp Ankara'yı bilmeyenleri sıkmayalım. Tunalı Hilmi caddesindeki hediyelik eşya dükkânından pastel renklerde Urartu desenlerine boyanmış bir testi, Esat caddesindeki konfeksiyon mağazasından truvakar kollu, yunus yakalı, etek uçları ve yakası oyalı şile bezi bir bluz, Akay caddesindeki bebe mağazasından ağabeyinin kızı için bir çift minik pembe babet aldı.
Bakanlıklar kavşağından sonra İnönü bulvarını takip ederek Genel Kurmay Başkanlığının önünden Milli Müdafaa caddesine saptı. Artık hangi cadde cazip geliyorsa oraya giriyor ve caddelerin, köşelerin ona hazırladığı sürprizlerle yüzü ve ruhu aydınlanıyordu. Uçağının kalkmasına daha üç saat vardı ve yükünü sorumsuzca arttırarak yorulmaktan korktuğu için alışveriş yapmaktan vazgeçmişti.
Necatibey, Anıttepe, Gençlik caddesi, Tandoğan meydanı, De Gaulle caddesi derken Beşevler'e, başka bir üniversite diyarına varmıştı.
Çoğunlukla Gazi Üniversitesinin öğrencilerini ağırlayan bir kafeteryada öğle yemeğini yedi. Ekmek arası İnegöl köfte ve cola…

Üç saatlik yürüyüşün ardından ayaklarına kara sular inmişti. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin önündeki duraklarında bekleşen taksilerden birine kendini zor attı.

"Havaalanına lütfen…"

Türk Hava Yolları'nın 15.00 Amsterdam uçağındaki rahat koltuğuna gömüldüğünde yukarıda yapılan benzetmeyi anımsayarak ne kadar yerinde bir benzetme olduğunu anlayıp yazara hak verdi. Yüzlerce eserin izlendiği bir resim sergisini gezmiş gibi hissediyordu kendini. Yemyeşil ağaçlı sokak ve caddeler, minik semt pakları, o şeyin yanındaki parkta gördüğü sevimli kedi yavrusu, fast food büfelerinde, tüplü ızgaranın üzerinde pişirdikleri şey, o güzel bahçeli evin verandasındaki şey çiçekleri ve köprünün yanına konmuş şey heykeli. Şey, şey, şey… Hepsi bu…

Rahat koltuğunda tam uykuya teslim olmak üzereyken gürültücü bir kalabalığın yaklaştığını fark etti. Bu kalabalık kendisiyle aynı seminere katılmış olan Almanya üniversitelerinden araştırmacılardı. Seminerler sırasında tanıştığı birkaçı da grubun içindeydi.

"Selam Isabel"
"Selam çocuklar. Nasılsınız?"
"Yorgun. Öldük yorgunluktan. Ankara'yı dolaşıyoruz beş saattir. Ne gündü ama… Acayip eğlendik"
"Ben de gezdim kenti. Tam bir başkent. Güzelmiş gerçekten de"
"Sen nerelere gittin? Yalnız mıydın?"
"Evet. Nerelere gittiğimi hiç sormayın, söyleyemem. Hiçbirini hatırlamıyorum. Güzeldi ama…"
"Baksana neler aldık. Süper…"

Diğerleri bir bir çantalarını açıp türlü eşyaları Isabel'e göstermeye başladılar. Bu arada yedikleri harika kebaplardan, içtikleri nefis Orta Anadolu şaraplarından, Akman pastanesinde içtikleri 'Boza' adındaki ekşimsi tatlı içkiden, Hacı Baba tatlıcısının Antep fıstıklı baklavalarından bahsediyorlardı. Belli ki farklı yerlerde dolaşmışlardı. Lâkin Isabel söylenen yerlerin hiçbirini görmemişti. Bir anda mütevazı gezintisinin boşa harcanmış dört saat olduğu kuruntusuna kapıldı. Diğerleri gezilerini öylesine ballandırarak anlatıyorlardı ki kendi gezintisinin anlamsızlığını düşünmeye başlamıştı.

"Kemerlerinizi bağlayınız" anonsunun gelip uçağın pist başı yapmasıyla sohbetleri kesildi. Çünkü diğerleri üç dört sıra önde oturuyorlardı. Isabel'in yanında oturan ve son ana kadar sessizliğini koruyan yetmiş yaşlarında ak saçlı bir alman genç kadına dönerek;

"Kader gibi" dedi.
"Pardon?"
"Kusura bakmayın. İstemeden kulak misafiri oldum. Onlarla aranızdaki fark. Kader gibi dedim"
"Nasıl yani anlamadım"
"Anlaşılan aynı zamanda farklı tecrübeler yaşamışsınız. Ankara'yı gezmişsiniz. Farklı güzergâhlarda. Hiç bilmediğiniz bir kent. Geri dönüşü olmayan bir gezi. Daima ileriye ve bilinmezliklere doğru. Umarım yanılmıyorumdur"
"Hayır. Yanılmıyorsunuz. İlk kez geliyorum Ankara'ya. Bildiğim kadarıyla onlar da ilk defa gelmişler"
"O zaman kader benzetmesi yerinde olacak gibi. Özellikle köşe başlarını hatırlıyor musunuz? Onlar çok önemli"
"Bazısını hatırlıyorum"
"Tamam işte. Tercihlerinizi düşünün. Neden o yönü tercih ettiğinizi şimdi kendiniz bile bilemezsiniz. Birbirine dik iki caddeden birini tercih edip onda yüz metre yürüdüğünüzde diğerini tercih etmeniz halinde ulaşacağınız menzilden Pisagor bağıntısı kadar uzaklaşıyorsunuz… Kusura bakmayın. Ben matematikçiyim. Biraz tuhaf konuşuyor olabilirim"
"Yoo. Güzel bir yaklaşım"
"Tabii ki siz tatlıcı da, kebapçı da göremediniz değil mi?"
"Evet. Göremedim"
"Onlar da sizin gördüklerinizi göremediler. Siz de bir şeyler satın alabildiniz mi bari?"
"Benim pek bir şey gördüğüm söylenemez. Birkaç parça ufak tefek hediyelik aldım. Gezimin ne kadar süreceğini bilemediğimden fazla alışveriş yapmadım. Fazla ağırlık taşımamak için. Hoş bir yerden sonra satın alınabilecek öyle hatırı sayılır bir şey de yoktu. Geçtiğim yerlerde evler ve okullar vardı genellikle"
"Oysa daha alışveriş yapmaya niyetiniz vardı değil mi?"
"Evet. Birkaç parça daha alabilirdim; ama olmadı. Neredeyse elim boş dönüyorum Leiden'e"
"Eğer gezilecek çok güzel yerler, tadılacak leziz mönüler ve alınacak güzel hediyeler olduğunu bilseydiniz onların gittiği yöne döner miydiniz? Çok daha fazla yol kat edeceğinizi bilseniz bile…"
"Bilmem? Belki de güvenemezdim. Abarttıklarını düşünebilirdim. Yönümü değiştirmek zor gelebilirdi veya elimdeki güzellikleri daha kıymetli bulabilirdim"
"Bu söylediklerinizle teorimi doğruluyorsunuz. Yürüyüşünüzde sürekli bir umut taşıyordunuz. Her köşeden dönerken sizi mutlu edecek yeni bir güzellik bulma umudunuz geri dönme düşüncesinden alıkoyuyordu sizi. Umut çok güçlü bir duygudur. Bize acı ve mutsuzluk veren en kötü deneyimlerimiz bile çok güzel bir umutla başlar her zaman. İş işten geçtikten sonra şu kapıldığınız hüznü düşünün. Oysa gezintiniz sırasında bu sonucu tahmin edemezdiniz. Gördüğünüz güzelliklerin cazibesine kapılıp diğerlerinin söylediklerine kulak asmayabilirdiniz.
"Büyük olasılıkla da kulak asmazdım. Kendi gezintimde çok mutluydum çünkü"
"Oysa şimdi 'Acaba?' sorusuyla biçimlenen bir hüzün sizi rahatsız ediyor"
"Köşe başları işte. Nereden bilebilirdim ki?"
"Gördüğünüz gibi bilmek yetmiyor. Bilip de kulak asmayanlar da var. Sanırım siz gezinizde yalnızlığı seçtiniz. Kendi tercihlerinize, diğer insanların söylediklerinden ve yaptıklarından daha fazla değer veriyor olmalısınız. Yanılıyor muyum?"
"Yanılmıyorsunuz ama belki şöyle diyebiliriz. Onlar köşe başlarında daha şanslıydılar"
"Hayır. Şanslı değillerdi. Onlar büyük olasılıkla kalabalığı takip etmişlerdir"
"Kalabalıklar insanları her zaman güzel yerlere götürmez"
"Kent merkezleri güzel ve kötü yerlere giden insanların kalabalıklar oluşturdukları yerlerdir. O keşmekeşe girdiğinizde hangi kitleyi takip edeceğinize siz karar verirsiniz. Burada ise akıl şansın önüne geçer. Eğer yalnız başınıza tenha yerlerde geziyorsanız aklınızdan çok şansınıza güvenmek zorundasınızdır. Düşünsenize; bir yığın 'Ankara gezi rehberi' satılıyor. Kimse o rehberlerin saçmaladığını ve yalan söylediğini iddia edemez. Eğer elinizde bir gezi rehberi yoksa söylenenlere ve tecrübelere göre davranmalısınız. Yaşamın gezi rehberi yok ne yazık ki. Ankara için ise bir dahaki sefere bir gezi rehberi edinirsiniz artık"
"Yaşamın ise bir dahaki seferi yok"
"Evet yok. Haklısınız…"
"O halde?"
"O halde mi? Neyse… Buna yorum yapmak istemiyorum. Size iyi yolculuklar"

Konuşmalarının bitmesiyle sohbetleri sırasında dinlemedikleri anonsun son cümlesi kulaklarına çalındı.

"Yolculuğunuzda Türk Hava Yollarını tercih ettiğiniz için teşekkür ederiz"

Isabel ve yaşlı adam 'tercih' sözcüğünü duyunca, aynı anda sanki anlaşmışlar gibi ciğerlerinden kopup gelen sıkı bir kahkaha patlattılar. Gülmeleri bitince Isabel bir sır verir gibi elini ağzına siper ederek fısıldadı;

"Bir dahaki sefere Lufthansa'yı deneyelim"

Faik Murat Müftüler
murathodja@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Büyüklere Masallar : Tanjel ile Mettapel

Önceki masalda; develeri tellal etmiştik, pirelere berber ehliyeti vermiştik. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiştik. Dönüp baktığımızda bir masal boyu değil 1.000 sayı yol aldığımızı neşeyle fark etmiştik. İster masal, ister hikaye biz bu tonton Kavalcı'nın pek sevdiğimiz Kahveli Köyü'ne çok önceden park etmiştik. Bir araya gelip Yama'lardan kırk etmiştik. Bazen kabımıza sığamayıp komşu Cilveli Köyü'ne çark etmiştik. Bazen de; bahçıvanlık, marangozluk felan feşmekan işlere dalıp çay bahanesiyle Kahveli Köyü'nü bir müddet terk etmiştik. Her ne ise; dedikodusu olmaz masalın, eşi benzeri yoktur Kahveli Köyü'ndeki kumsalın diyerek hem özlenen denize hem de masalımıza dönelim…

Masal bu ya; yine bir yokmuş bir varmış, birbirlerine düşkün yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen iki kardeş varmış. Hayat öyle demese de; bu iki kardeş sırf masala kafiye olsun diye ekmek elden su gölden yaşarmış. Her ne kadar yedikleri içtikleri ayrı olmasa da Tanjel; kainat üzerine bir takım hesaplara, Mettapel ise kaşla göz arasında ağabeyinin tabağına dalarmış. Bu durumda kimin hesaplar nedeniyle mutlu, kimin güzel tabaklar nedeniyle etli-butlu olduğu gün gibi aşikarmış. Tanjel kainata düpedüz, Mettapel ise didik didik edip tersten bakarmış. Ters de baksalar düz de; ortak genleri nedeniyle her ikisi birden kainatta yaşananlara fena halde takarmış. Belki de bu kainat her ikisine de bir beden darmış.

Masal bu ya ve önceki masallarla ilişkilendirilecek ya; Tanjel ile Mettapel elbette Kahveli Köyü'nde yaşarmış, pembe panjurlu evleri sanki köyün bütün evlerine bakarmış. Kahveli Köyü; bu iki kardeşi pek sevip bağırlarına basarmış. Tanjel; biraz ağır ağabey modeli olduğundan hafif kasarmış, kimileri Mettapel'in güzelliğine neredeyse taparmış, nereden buluyor bu enerjiyi diye de hayli şaşarmış. Ağır ağabey son zamanlarda yazılarını ipe un serip asarmış, Kahveli Köyü'ne yamuk yapanı da önce Mettapel Cadısı asarmış. Masalda başka cadıya ne gerek var, Mettapel bu işi alasıyla yaparmış. Fırına atılması gerekenleri o büyük bir itinayla atarmış, zaten iyi bilinen cadı ününe ün katarmış.

Tonton Kavalcı, nasılsa asma kesme işlerini havale ettim diye yan gelip yatarmış. Yan gelip yattıkça da o haşmetli göbeği; ( ismi lazım değil ) adamın birine fena halde batarmış. Aslında zavallım, rejim yapmasına yaparmış, hatta istese beş kuruş bile almadan satarmış. Satarmış ama ilan verse dahi göbek dediğin alınır mı ? Diyelim aldın, ortaya çıkıp pek matah bir şeymiş gibi caka satılır mı ? Alsan alınmaz, satsan satılmaz, velhasılı kelam yaz geliyor Kavalcı Efendi, o göbekle pişkin pişkin Kahveli Köyü'nün plajında yatılmaz.

Masal bu ya; hani hızımı alamadım önceki masala sarkıntılık ( gerçi bu benim için varolmanın dayanılmaz ağırlığı olarak bilinse de ! ) yaptım ya; Tanjel ile Mettapel'e dönüp bakalım. Kahveli Köyü'nün bu güzel insanlarına madalyalarını takalım. Onlar ersinler muradına, biz kerevetini yakalım. Kahveli Köyün hem leziz hem telveli kahvelerini içerek nice 1000.sayılara yol alalım.

Bu kez gökten düşsün dört elma… Biri siz sevgili okurlara; yarım olmaz tam elma gönül alma, Mettapel'e en kırmızısından ve üstelik Kavalcı'nın Köyü'nden çalma. Tanjel'e hayırlısıyla bir Selma, eh ne yapayım bana da düşen baldan tatlısı baldız Belma…

Belma haaa ? Lem ihtiyar; dalmiiiim diyorum ama hadi kolaysa gel de dalma ! Bi elime geçirsem seni, kahveden vazgeçtim çay yapacam çay, üstelik sallama ..!

asesen@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Ahmet Altan

 Şundan Bundan : Ahmet Altan


   Para

Milyoner sözcüğü ilk kez 1826 yılında Benjamin Disraeli'nin Vivan Grey adlı eserinde kullanılmıştır.
Bir milyon doları, birlik banknotlar halinde üst üste koysaydınız, 110 metre yükseklikte ve tam da bir ton ağırlıkta olurdu.
Eğer bu kuleyi 100'lük banknotlardan oluşturmaya kalkarsanız, 10 kg tutar.
Eğer aynı tutarı 10 centlerden toplamaya çalışırsanız, yükünüz biraz ağırlaşıyor, 246 ton!!
Artık dilimize de yerleşmiş bir söcük var, Bahşiş yerine kullanılan TİP sözcüğü. Bunun da bir açılımı var, önce ingilizce kökendeki açılımını yazayım: 'To Insure Promptness' kelimelerinin baş harfleri. Türkçeye çevirirsek, 'Düzgün davranışı garantiye almak' diyebiliriz.
Loch Ness canavarı olarak bililnen hayali canavar Nessie, İskoçya'da 1912 yılında çıkartılmış olan bir hayvanları koruma yasası ile korunmaktadır! İskoçya'ya yıllık 40 milyon dolarlık bir turizm katkısı yapan bu efsanenin bir kanunla korunmasına şaşmamak gerek.
Yıllık yaklaşık 50 milyar dolarlık bir iş hacmi olan 'diyet' ürünlerin 20 milyar kadarı, taklit şeker ve yağlar için harcanmaktadır.
Dünyada yıllık eğitim harcaması 80 milyar dolardır.
Avrupa ve ABD'de yıllık kedi/köpek maması harcaması 17 milyar dolardır.
Dünyada, beslenme ve sağlık için harcanan toplam tutar 13 milyar dolardır.
Kağıt banknotlar kağıttan yapılmaz. Çoğunlukla pamuk ve keten liflerinden yapılmış özel bir kağıt kullanılır.
Washington Tenino'da, 1932 senesinde bir nakit sıkıntısı yaşandığında, kısa bir süre için paralar tahtadan yapılmış.
Dünyada kullanılmış olan en büyük değer ve ölçüdeki metal paralar, Alaska'da 1850'li yıllarda kullanılan bakır paralardır. 1 metrye 50 cm ebadındaki bu paralar 2,500 dolar değerindeydi.
Başımızın derdi olan kredi kartları ilk olarak American Express tarafından 1951 yılında çıkartılmıştı.
Forbes 400 listesinde yer alan dünyanın en zengin insanları listesinde yaş ortalaması 63'tür. Hala zamanımız var!
1955 yılında dünyanın en zengin kadını, Hetty Green Wilks idi, ölüdüğünde toplam 95 milyon dolar değerinde bir malikaneyi miras bırakmıştı.
Bugün, dünyanın en zengin kadını Lilianne Bettencourt'tur. L'oreal'in kurucusunun kızı. Yaklaşık 14 milyar dolarlık bir serveti olduğu tahmin ediliyor.
Hollanda kraliçesi Beatrix, ikinci en zengin kadın olarak kabul edilmekte, 5,2 milyar dolar.
Kraliçe Elizabet, dünyanın en zengin 10. kadınıdır.
Dünyadaki en kumarbaz millet Avustralyalılar. Nüfusun yaklaşık %82'si iddia ve benzeri oyunlara para yatırıyor. Bu rakam Avrupa ve Amerikalıların iki misli. Avustralya, dünya nüfusunun %1'inden daha küçük bir nüfusa sahip olmasına karşın, dünyadaki poker makinalarının %20'sine sahiptir.
Dünyadaki dolar milyonerlerinin sayısı 7 milyonun üzerindedir.
Dolar milyonerlerinin %80'i ikinci el arabalara binmekte.
Los Angeles şehri, bir devlet olsaydı, dünyanın en büyük 19. ekonomisi olurdu.
Eğer kalifornia bir devlet olsaydı, dünyanın 5. büyük ekonomisi olurdu!
Sigara işi 200 milyar dolarlık bir hacme sahiptir. Yılda 6 trilyon paket sigara üretilir (bu da kişi başına yıllık 1000 sigara demektir!)

Biraz da gelir dağılımındaki adalete bakalım, 1965 yılında bir CEO, bir fabrikaişçisinin 44 katı maaş alıyormuş. 1998 yılında bu oran 326 katına yükselmiş, 1999'da ise bu oran 419 katına çıkmış..
Dünya nüfusunun üçte biri günde 2 doların altında bir gelirle yaşıyor. 1,2 milyar kişi ise 1 doların altında bir günlük gelire sahip!
Turizm dünyanın en büyük iş koludur. Toplam 240 milyon insan bu sektörde çalışmaktadır.

Ahmet Altan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.315 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


KUMARBAZ

yıkılası sabahçı mekânlar
daldığım düş yeşilin çuhasıdır
karşımda yeni yetme bir kadın
kumarbaz krupiye…

zifaf elleriyle dağıtır usulca aşkı,
her seferde sanırım ki
benim elim / elinden iyi
eli elimde / eli elimden iyi
elimiz /elimizde
yüreğim yerlerde…

önce ömrümü …
sonra gururumu
aldı
yalan gözlerle…

boynu bükük dökülürüm usulca…
kaybetmez bir mekânmış
zaman,
üter fakir umutlarımı.

sabahçı çorbacılarda
yosmalar
saçlarımı okşar
kendi acılarında…

(…)

sermayesiz kalmış
usta bir kumarbazım ben,
bir tek anama kazandım;
o'da hile yapmış;
ömrümü
zamana geri ödermiş
kendi ömründen…

Ömer Faruk N.

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Paranoyakça hazırlanmış bir web sayfası. http://www.bulletinboardforum.com/movies/red_and_black.htm Merak edenlere özel not: bu web sayfası çoluk çocuğu rahatsız edecek bir içerik barındırmıyor. Paranoyakça dedim ya mecburen açıklama ekledim. Ne olur ne olmaz.

Basit hazırlanmış bir, helikopterle savaş alanından sivilleri kurtarma operasyonu oyunu. http://www.ezprezzo.com/games/globalrescue.html Bilgisayarınızın klavyesindeki ok yönlerini kullanarak helikopteri hareket ettiriyorsunuz. Space tuşu ip sallamanıza veya ipi geri çekmenize yarıyor. Her kurtardığınız sivil için puan alıyorsunuz. Bu oyunu oynarken patron bulunduğunuz yere yaklaşırsa "BOSS ALERT" ikonuna basabilirsiniz.

Online flash games. Yani bisürü flash oyun http://www.onlineflashgamez.com/ oyna oynaya bildiğin kadar. Ama dikkat, burada boss alert yok.

Polis suçluları yakalamak için billboardları kullanırsa ne olur? http://www.wsoctv.com/news/8189100/detail.html Bu web sayfasındaki habere göre polis suçluları yakalamak için mobil billboardları kullanmış ve kaydadeğer bir başarı elde etmiş.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


FREE Hi-Q Recorder Version 1.9 [2.61MB] Windows Free
http://www.free-sound-recorder.com/dlrhm/freehiqrec.exe
Mp3 ya da wma olarak direkt kayıt yapabildiğiniz bir program. Alın kurun neyi dilerseniz kolaylıkla kaydedin. Her bilgisayarda bulunması gereken çok kullanışlı bir program.

KM Toolbar v1.0 [643KB] Windows - Ücretsiz



http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060609.asp
ISSN: 1303-8923
9 Haziran 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com