Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.004

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 13 Haziran 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : Elektrikler gene kesikti hocam!..

Merhabalar,

Şaka değil dünkü durum aynen devam ediyor. Yine elektrik kesildi ve ben gene hazırlıksız yakalandım. N'apalım kısmetse yarın gevezelik ederiz artık. Ben sizin için güzel bir şarkı çalayım, ödeşelim. Dire Straits çalıp çığırıyor, Walk of Life. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Fatma Toprak Gök

 Kardelen Ezgileri : Fatma Toprak Gök


   BENAN

Güneydoğu'da kalabalık bir ailenin ilk çocuğu olarak dünyaya gelmişti Benan. Kendinden başka sekiz kız kardeşi vardı. Babası dokuzuncu çocuğun da kız olduğunu görünce tekme tokat dövmüştü karısını. Öyle ya, dokuz tane kız evlat doğurmuştu kadın. Bacak arasındaki organ yüzünden belden aşağısı toprağa gömülesi kız evlat! Neyse ki onuncu çocuğu erkek olmuş, babası alnının akıyla el gün arasına çıkmıştı!

Oldukça iri yapılı ve sert görünüşlüydü babası. Kalın, siyah, çatık kaşları, her zaman asabi bakan kısık gözlerini gölgelerdi. Çevresindeki diğer erkekler gibi evde despot, dışarıda hatırlı bir kimliğe bürünmeyi gelenek hale getiren, gözü maddiyattan başka bir şeyi görmeyen, kaba biriydi. Eşi ve çocuklarının ondan korkması onun toplum içindeki itibarını kat kat artırmakta, saygınlığına saygınlık katmaktaydı. Manevi duygular onun için hiçbir şey ifade etmiyordu. Hatta varlığından bile habersizdi.

Annesi ise kadın olmanın zorluğunu epey üstlenmiş, evlendiği günden beri hemen hemen her yıl bir çocuk sahibi olmuş ve kendini bütünüyle çocuklarına adamış bir kadındı. Allah veriyordu çocukları, yapılacak bir şey yoktu! Daha yaşı çok genç olmasına rağmen, hayatın ona yüklediği yükü omuzlarında taşımak zor gelmiş olacak ki aşırı yıpranmışlığı vücudunu yıkmış, çehresini izlerle doldurmuştu. Bakışlarında daima bir hüzün vardı. Hayatta onun için 'ben' diye bir kavram yoktu, kendini yok sayıyordu. Çevresi de onu yok sayıyordu zaten. Hep horlanmıştı. Kız evlat olması nedeniyle daha doğduğu günden başlamıştı bu horlanış. Baba baskısı ve babasının annesine yaptığı baskının baskısı, evlendikten sonra yerini koca baskısına bırakmıştı. Hayatın tanımı bundan ibaretti onun için. Kız çocukları doğar, çok küçük yaşlardan itibaren annelerine ev işlerinde yardım eder, babalarına boyun eğer, daha çocukluğu devam ederken evlendirilir, bu kez kocasına boyun eğer, ev işlerine devam eder, çocuk doğurur analık eder… Onun doğup büyüdüğü çevrede kadınların hayatı böyleydi. Biri diğerinden farklı değildi. İşte bu nedenden, her gebe kalışında dua ederdi; bebeği erkek olsun da kızlarının bu anlamdaki ıstıraplarını görmesin diye.

Yoksulluk içinde büyüdü Benan ve kardeşleri. Annesi evlatlarını büyütmek için çaresizlik içinde kıvranırken, oradan buradan topladığı eski kıyafetleri giydiriyordu çocuklarına. Maddi durumu daha iyi olan akrabalarından arta kalan eski giysilerle, en çok da ölülerin giysileriyle korunuyorlardı kışın dondurucu ayazından, yazın kavurucu sıcağından. Yırtıla yırtıla hal kalmamış elbiselerin kumaşları yamalık üstüne yamalıkla kaplandıkça, ilk görüntüsünden eser kalmıyordu geriye… Çocuklarından habersiz kursağından tek lokma geçmeyen annenin, çocuklarına sunduğu en iyi yiyecek ise bulgur ve otlu peynirdi. Bir de tandır ekmeği.

İri, siyah, kendinden sürmeli, anlam yüklü gözleri vardı Benan'ın. Ve uzun kirpikleri. Herkesi baktıkça bir daha baktıracak güzellikte küçük burnu ve çene yapısıyla, ilk bakışta dikkatleri çeken bir güzelliğe sahipti. Kardeşlerinden farklıydı Benan. Daha küçücük bir kızken farklı hayaller peşindeydi. Duygusaldı, incecikti, narindi. Tertemiz ve kırılgan bir yüreğe sahipti. Köyün diğer kızlarıyla bir araya geldiğinde evcilik oynarlardı. Diğerleri, gelecekteki görevlerini çok iyi benimseyip anne rolüyle ev işi yaparlardı oyunlarında. Benan ise bir köşede durup onları izlerdi. Hep izlerdi o. Her şeyi ve herkesi.

Dedik ya! Farklıydı Benan. Yüreği sevgi doluydu. Kardeşlerini ve arkadaşlarını çok severdi. En çok da köye yeni tayin olan öğretmenin kızını. Ona, köyün okuyan tek kız çocuğuna imrenerek bakardı. İlkokul çağına geldiğinde kardeşlerini ve köyün diğer kız çocuklarını düşündü. Hiçbiri okumuyordu, okuyamıyordu. Bir tek öğretmenin kızı… Büyüklere göre kız çocukları okumazdı. Böyle gelmişti, böyle de gidiyordu. Ataları böyle buyurmuş, erkekler sürdürmüş, kadınlar da kabullenmişlerdi bu durumu. Sinmişler, bürünmüşlerdi. Köyün erkek çocukları okula giderlerken, kızlar arkalarından bakıp, oyunlarına devam ederlerdi. Evcilik oynamak, oyunlarda anne olup ev işi yapmak, okumaktan daha kolaydı. Ama başkaydı Benan…

Bir gün okula giden bir çocuğun arkasından uzun uzun baktı Benan. Neden kendisi de okula gitmiyordu onlar gibi? Madem kızlar okuyamazdı, neden öğretmenin kızı okuyordu öyleyse? Demek ki kendisi de gidebilirdi. Annesine koştu ve okula gitmek istediğini söyledi. Annesi Benan'ın bu düşüncesini duyunca, bir süpürge verip evin damını gösterdi. Yedi yaşındaydı Benan. Yaşıtlarından daha küçüktü bedeni. Yaşıtlarından büyüktü yüreği…

- Baba, ben okula gitmeyecek miyim? Erkekler okula gidiyor, biz neden gitmiyoruz? Öğretmenin kızı da gidiyor hem…

Önce umursamadı babası. Duymazdan geldi her zamanki gibi. Neden sonra kızının ısrarcı olduğunu görünce bir hışımla kalktı yerinden. Kız kısmı okumazdı. Nereden çıkmıştı şimdi bu? Bir yandan Benan'ı var gücüyle döverken, diğer yandan öğretmeni ve onun okuyan kızını düşündü. Kine büründü gözleri, giderek küçüldü, küçüldü ve Benan'ın iri siyah gözlerinde kayboldu…

O günden sonra, öğretmenin kızıyla görüşmesi yasaklandı. Dışarıya çıkması yasaklandı. Yüksek sesle konuşması yasaklandı. Gülmesi yasaklandı. Ağlaması bile yasaktı. Birbiri ardına sıralandı yasaklar zinciri. Basit bir soru yüzünden bunların başına geldiğini düşünen Benan, o soru olmasa bile bir gün her şeyin yasaklanacağını çok sonra anladı. Kendisiyle aynı durumda olan köyün diğer kızlarını düşündü… Dedik ya, farklıydı Benan; izleyen günlerde öğretmenin kızıyla gizli gizli buluşmaya devam etti.

Daha onüç yaşını doldurmamıştı Benan. O yılın yazında, öğretmenin yeğeni Vicdan geldi köye. Uzaktan izledi Benan onu ve arkadaşını, hep izledi. Öylesine farklıydı ki Vicdan, şaşırdı Benan… Bir gün Vicdan'ı Benan'la tanıştırdı arkadaşı. Sevgiyle, uzun uzun baktı Vicdan Benan'a. Benan, daha önce kimsenin kendisine böyle bakmadığını düşündü. Sıcacıktı içi, garip bir güven duygusuna büründü. Onu ilk gördüğündeki ürperti, yerini yüreğinin iç kısımlarında esen ılık bir rüzgâra bırakmıştı. Rüzgâr gittikçe ısınırken, bir yandan da üşüdüğünü hissetti. Daha on üç yaşını doldurmamıştı Benan, çocukluktan sıyrılıp genç kızlığa adım attığı o günlerde, rüzgârı eşlik etti ona… İzleyen günlerde üçü sık sık bir araya gelmeye başladı. Çok kısıtlı zamanlarında hemen onların yanına koşan Benan, korkuyla karışık yakalanma endişesiyle bir an önce dönme telaşına kapılırdı. Her şeye rağmen Vicdan'ın yanında olmak mutluluk veriyordu ona. Vicdan'ın sımsıcak bakışları, zincirlerinden kopamayan Benan'ı ilk defa tanıştığı duygulara davet ediyordu.

Günlerin bu şekilde geçmesi, babasının onları bir arada görmesiyle sona erdi. Arkadaşıyla görüşmesini yasaklayan babası, bir de yanlarında bu erkeği görünce büyük bir öfkeyle yürüdü üstlerine. Benan'ı kolundan tuttuğu gibi söylenerek eve götürdü. Yediği dayaktan sonra üç gün kendine gelemeyen Benan, o günden sonra Vicdan'ı bir daha hiç görmedi. Bütünüyle donuklaşan Benan'ı yalnız bırakmayan tek şey, o ılık rüzgârdı… Günler geçmişti. Hayallerinden vazgeçip, doğmadan önce onun için hazırlanmış role ve yazılmış senaryoya boyun eğmek zorunda kaldı. Daha küçük bir kızken Benan'ı bir an önce evlendirme çabasıyla günlerini geçiren babası, nasıl daha çok para elde edeceğinin hesabı içindeydi. Ve nihayet beklediği gün gelip çatmış, Benan'a paralı bir kısmet çıkmıştı. Ne fark ederdi, yaşı altmış sekiz de olsa paralıydı işte.

Daha on üç yaşındaydı Benan. Çocukluktan çıkıp, değişen vücudunu daha kendi bile tanıyamazken, tanımaya çalışmamışken, tanımak aklına gelmemişken, altmış sekiz yaşındaki 'dede' diye hitap ettiği ihtiyar, aç kurt gibi abandı Benan'ın üstüne. Sessiz bir çığlık attı Benan; çığlık atmak bile yasaktı… Onun terk ettiği çocukluğunda yoktu böyle şeyler. Düşüncelerinde de yoktu… Vücudunun en acıyan yerinden çıkan kana bakarken dışarıdan gelen sesleri anlamaya çalışıyordu… Çarşaf mı bekliyorlar? Ne çarşafı?

Yaşıtlarını düşündü Benan. Televizyonun bile günah olduğu bir toplumda dışa kapalı yaşadığı halde, başka şehirlerdeki yaşıtlarının bu yaşlarda çocukluk oyunlarına henüz veda etmediğini biliyordu. Farklıydı işte… Dalıp gitti. Onun düşünceleri başkaydı. Onun hayalleri başkaydı. Diğer yaşıtları da bu yaşlarda evleniyorlardı ve tıpkı evcilik oyunlarında olduğu gibi, hemencecik alışıveriyorlardı yeni yaşantılarına. Peki ya Benan nasıl alışacaktı… Çarşafı da alıp kapıdan çıkan yaşlı adamın arkasından bakarken bunları düşünüyordu. Oturdu yere. Neydi o şimdi? Köşede duran bez bebeği aldı. Neydi? Çocukluğundan kalan son parçaları bırakmak istemiyordu, çocuktu. Aklında hala o ılık rüzgâr vardı, genç kızdı. Canı yanıyordu, kadındı.

Kapı açıldığında içeriye giren ihtiyara baktı. İhtiyar, ona doğru her adım attıkça elinde tuttuğu bez bebeği daha bir sıktı Benan. Tuttu kaldırdı adam onu, tek kelime etmeden. İşte yine aynı işkence başlıyordu. Bu muydu kadın olmak? Anneliğe adım atmak böyle bir şey miydi?

İhtiyar yanında uyuyakaldığında sessiz hıçkırıklarla boğulur gibi oldu Benan. Canı çok yanıyordu, kalktı yerinden, yürüdü. Dolabın yanındaki rafta irice bir makas buldu ve hiç düşünmeden gidip sapladı yaşlı adamın göğsüne. İki eliyle tuttuğu makası sapladı, bir daha, bir daha, bir daha…

Farklıydı. Neydi şimdi o… Odada bez bebeği ayaklarında sallarken buldular onu, on dört yaşında anne olacaktı.

Elinde bez bebek, aklında ve yüreğinde ılık rüzgâr, vücudunda acı ve karnında doğacak çocuğunun tohumlarıyla akıl hastanesine götürdüler bütün Benanları. Farklıydı ve daha on üç yaşındaydı!

Fatma Toprak Gök


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Burcu Erman

 Kahveci : Burcu Erman


  Kimim ben?

Kimim ben?
kiminim ki benim bunu diyen...

Sağ yanımda kurumuş kalmış adımlarımı attığım toprak
Sol yanım çocukluğumun yasaklı caddesi
Nereye çevirsem başımı nemruttan büyük nemruttan soğuk
Ve ürkütücü olmuş yaşamak

Kimim ben,kiminim?
Bir haçlı seferinde aldığın memleket...
Gözünü yumduğun yatak,döşek
Annenin en kuytusu,deniz nedir bilmeden okyanusu aşma tutkusu
Ve bir salıncak
zincirlerini küçük ellerin sımsıkı tuttuğu
Havalandıkça gökten bulut çalan
Ahmakça peşinden sorgulara tutulan

Kimim ben,kiminim?
Ki benim bunu diyen
Hangi manalara girer ki kanlı bir savaşta benim galibiyetim
Başımda durmadan söver gözü yaşlı hürriyetim

Kiminim ben?
Ben senin kimsesizliğin....
Hiç bilmediğin için...
Görmekten korktuğun gerçeğin...
Adımlarca önde giderken arkana sığınan zihnin...

Kimim ben?kiminim ki benim bunu diyen?
Ağzımda yazdan kalma bir ıslıkla koca bir gövdeyi sırtlayan
Kanamaktan çok kanatmaktan korkan
Ve bir yaş
Anlamsızca sızan
Ve bir bulutum yağmaktan korkan
Bir cümle tüm şarkıyı tamamlayan
Yasım tutulmaktan kaçan
Gerçeğinim bilinç altında yatan
Gece koynunda gündüz
Hiç bilmediğin her tonunda

Kiminim ki benim bunu diyen...?

Burcu Erman


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,008,008,008,008,008,008,008,00
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


UÇAK…

Dağıtılarak toplanmayı emanet kılmış odasına bakıyorum. Tablolarını kaldırdığı her duvar çerçeveli kirlerle dört köşeli…

Artık uyuyor. Ben, hüzünlü yüzündeki şaşkınlığın hırıltısına dalıp gidiyorum. Yüzü mutlu değil! Oysa, deli gibi istemişti gitmeyi. Gidince her şeyin düzeleceğine, farklı bir havanın acılarına iyi geleceğine inanmıştı bir vesile…

Tüm tabloları kaldırdık. Üzerine nereye ait olduğu anlaşılan kocaman yazılar yazdık. Oda hüzün kokuyor. Biraz ayrılık…

Tüm gün sessiz çalıştık. Çok soru sormadım. Anlatmadı. Aldırmaz göründüm…
Zaten ne dense gereksiz duracaktı böyle anlarda. Biz sustuk; sessizlik devindi aynı zamanda tüm kaldırılmış tablo tozları etrafında…

Yağmur başladı!
Zamansız, en zamansız yağmur bu. Koltuğun üzerine kıvrılmış, telaşlı bedenini battaniyeme doladım. Pembe, kalpli battaniyeme…
“Uyumayalım bütün gece, oyun bozanlık yok değil mi” demişti defalarca. Yine kendi bozdu oysa oyunu, her zamanki gibi aslında…

Işığı kapadım.
Dışarıya bakıyorum. Çok yorgunum. Üzerime gelip çörekli kalmış bu yenilgi hissi hiç gitmeyecek diye inanıyorum. Birileri durmaksızın çıkıp gidiyor ömrümden. Ben eksiliyorum her gidenin erteli sevgisinden…Son kez bu odada bölüştüğümüz sevgimiz de bitecek birazdan. O uyuyor. Dışarıda yağmur. Sessizliğin bile yankı yaptığı bu odada gözyaşı biriktiriyorum ben… Bütün ömrümü gereksiz bir sorgulamaya tabi tutuyorum aynı zamansız yağmurda…

Uyuyan yüzü endişeli. Oysa, nasıl istedi gitmeyi. Yüzüne kapatılmış bütün kapıları yüzsüzlüğüne bulayıp belki, yeniden çaldı. Yeniden … Yeniden..
“Gidiyorsun” dediler! O büyü yerini gereksiz bir sessizliğe bıraktı. Mütemadiyen sustu…

Bu kültürde “öyle bir yerdeyim ki ne karanfil ne kurbağa” şarkısını yakardı ince ince …“Bu ne beter çizgidir bu, yaprak döker bir yanımız; bir yanımız bahar bahçe”…

Benim hala inancım var! Sanırım bu yüzden gitmeyi göze alamıyorum. Göze alamadığım her kalışta, erteli sevgiler kırılıyor kalbimde. Bunu kabullenmiyorum; alıp, öğütüp, dayatıyorum ama ruhuma…

Uçakları sevmiyorum artık!
Eskiden, ulaşılmaz bir hürriyet gizli sanırdım koca bedenlerinde. Binilememiş merakları vardı sonra. Bulutlara yakın duruşlarına yüklediğim tanrısallıkları vardı…
Oysa…
Eksilten, törpüleyen, kanatan birer özgürlükmüş beyazları; şimdi anladım…
Havaalanlarını sevmiyorum!
Her biri ayrı uzaklıklara böldü fikrimi. Dönenlerim olmadı. Ben, gitmeyi göze alamadım. Her gidişimde kaçar adım geri geldim. Kalmayı başaramadım…
Kendi ülkemde kanayarak söyledim türkümü; “Yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe”…

Yağmur…
Yüzündeki endişe içimi acıtıyor. Gitmeyi çözüm sayan hiç kimse kalsın istemiyorum. Onları gönderip, belkide bu yüzden ben eksiliyorum…
Gitmeyi çözüm sayanlar kalamayanlardır. Çözümü kalarak bulayım istiyorum. Seni de görmek isterdim yolumda, omzumda. Olmadıysa, gidiyorsan, “çözüm “diye inanıyorsan ama; hoşça kal

Sadece hoşça kal uçak…

Sarahatun Demir
sarahatun@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Şadıman Şenbalkan


ZAMANIN DEĞERİNİ BİLİYOR MUYUZ?

Günler birbirinin ardına eklenip giderken, yıllar da günlerin ardından koşturan saatlerle uyum içinde. Evet, saatler adeta koşturuyor. Hız temposundaki insan, saatlerin hatta dakikaların hesabını yapıyor. Yapmak ta zorunda. Çünkü, zamanı geriye çevirmenin hiçbir yolu yok ve zaman bu dünyada “bol keseden” harcayamayacağımız tek olgu. Gelgel elim en çok “çarçur ettiğimiz” tek olgu, gene zamandır, bir çok kişi de zamanını boşa geçirdiğinin farkına varmadan, günlerin gecelerin geçmediğinden yakınır durur.

Yeni yetme genç, zamanın hızla tükenmesini, ergenliğe ulaşmayı düşlerken; acelecilikle “zaman geçmiyor!.” diye yakınır.

Yaşını başını almış “yüzüm toprağa bakıyor…” diyen bir yaşlı, “Zaman ne de çabuk geçiyor.. daha dün gibi çocukluğum.. ya gençliğim, nerede şimdi?” der.

Akli selim orta yaş insanı, zamanı kullanmayı öğrenmiştir ama, o da acelecidir, büyük bir olasılıkla. Zamanla yarışan insan, yaşamın elinden akıp gittiğinin farkındadır, dolayısıyla da şu kısacık yaşama sığdırmak istediklerini; eli ayağı tutarken, aklı ‘havza'lısı çalışıyorken yapmak ister, dolayısıyla da zamanla yarışmaya mecburcu hisseder kendini.

Gerçekte zaman nedir o zaman?

Biz insan oğluna sunulmuş bir ömür; kısa ya da uzun, belli bir zamanla sınırlıysa; zamanla yarışmalıyız o zaman.

“Sınavda mıyız yahu!” diyenlerimiz olur mu?

Ya da “Yarış atı mıyız, zamana karşı; “ipi” göğüslemeye uğraşıyoruz?” der kimisi, elinde kalan zamana bakıp, acıyla gülümser.

Kim bilir bir başkası ne der, ne düşünür bilinmez gibi görünür ama, mutlaka boşa geçen zamana günü gelince üzülür insan.

Çok insan, “Zamanın da bunu böyle yapaydın, bugün böyle olmazdı…”der size. Akıl alırsınız bir de.

Zaman gelip geçmiştir ve siz boşa geçen her gününüze, hatta saatlerinize ve dakikalarınıza yanmaktaysanız zamanın değerini öğrenmişsiniz demek.

Akıllandınız ya(!) bundan böyle nefes aldığınız anın kıymetiyle, zamanın her sal-iyesinin değeriyle yaşama tutunur; hayatın tadını çıkartmaya başlar mısınız acaba?

Kanımca, hayat deneyimli her insan, zamanın değerini öğrenmiştir ki, “zaman yetmiyor…” diye söylenir.

Bu mefhumda, en çok gazeteciler yakınır.

“Zamanım yok, gazete yetişecek, sayfa dönecek… haberler yetişmeli… yeni bir haber ve haber önemli.. sayfaya girecek..” der.

Alın size bir başka örnek daha:

Yaşama zamanı kalmamış biri “keşke” der.

Ah, şu “keşke”ler…

Dememek elde mi?

Belki elimizde.

Zamanı dolu dolu yaşamak elbette elimizde. Zira, bu hayat bizimse; bize vakfedilmiş “o zaman” bizimdir. Onun için zaman, “zamanı gel-ince”yi beklemez, zaman ertelenmez.

Geniş zamanlar ve güzel zamanlar dileğimizle, zamanı kullanmasını iyi bilelim sözü hepimize…

Şadıman Şenbalkan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.315 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Baba evi

gidiyorum
yenilmiş
bir asker olarak
miğferimi ve süngümü cenk meydanında bırakıyorum.
yüreğimin kırıntılarını toplayacak
derman yok
ellerimde.....
bir daha ki bahara diyor
barut kokan sesim.
aba kaplı kabımdan
kana kana
kendi kanımı içiyorum
doymuyor yüreğim.
barut kokulu sesimi götürüyorum
baba evine
tek savaş ganimeti
tozdan dumandan geriye kalan,
bir de
tenime iliştirilmiş
yalnızlık...

H.Eray Çelik

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Murat Çiftçi

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


"BU TOPRAĞIN RENKLERİ"
24 Haziran 2006 Cumartesi saat 20.30


İstanbul Turkuaz Turizm Folklor Derneği GK tarafından her sene sürdürdüğü dönem faaliyetlerinin bir yansıması olarak düzenlenen "BU TOPRAĞIN RENKLERİ", 24.Haziran.2006 Cumartesi günü saat 20.30 da Kadıköy Belediyesi, CKM Caddebostan Kültür Merkezi Büyük Salonunda gerçekleştiriliyor.Kurulduğu 2001 yılından itibaren her sene gerçekleştirdiği sunumu ile Türk Folklorunun en renkli dışa vurumu olan Halk Dansları alanında gerçekleştirdiği çalışma ve faaliyetlerini sunan İstanbul Turkuaz, kuruluşunun V. yılında yine zengin bir dans repertuarı ile izleyicilerinin huzurunda olacak.

Gerçekleştirdiği çalışmaları, sosyal ve kültürel etkinlikleri ile kendi misyon ve vizyonunu koruyan, farklı iş ve yaş guruplarından tamamen amatör dansçıları ile sahneye koyduğu sunumunda İstanbul Turkuaz, bugüne kadar alışılmış kalıpların dışında bir sunumu sahneye taşıyor.

Anadolu'nun binlerce yıllık tarihi geçmişi içerisinde şekillenmiş, gelişmiş kültürel, sanatsal ve folklor alanında eşi benzeri bulunmaz zenginliğe sahip değerlerini, hayatımıza her alanda etki eden geleneksel yapıları birbirinden renkli bir anlatımla sunuyor.

İstanbul Turkuaz'a gönül verenler, eğimenlerinin hazırlamış olduğu görsel bütünlük içerisinde İzmir, Van, Artvin, Muş, Silifke, Tokat, Adıyaman, Trabzon ve Hakkari yörelerinin danslarını, Anadolu'nun bereketini yansıtan renkler ile yöresel çiçekler bütünlüğünde sahneliyor, "Bu Toprağın Renkleri 2006" Sanat Yönetmenliğini Gülçin Uncuoğlu yürütüyor.
CKM de sunulacak gösteri için katılımları Ticketturk sağlarken, Tema Vakfı, Dimes Meyva Suları ve İletişim Basım Yayın sunuya katkıları ile destek veriyor.

"BU TOPRAĞIN RENKLERİ" 2006 da Görüşmek Dileği ile...

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

İnsan beyninin sınırlarını en fazla ne kadar zorlayabilirsiniz? Aslında yaşamadığı şeyleri, hem yaşanmış gibi yaptırıp, hem de yaşatıp nasıl, bir rüyaymış gibi gösterebilirsiniz. http://www.vidking.com/viewvideo.php?id=343 kısayolundaki filmi, biraz sabredip sonuna kadar seyredin lütfen. Biraz karışık ama, en sonunda neler olduğunu görünce teknoloji karşısında insanoğlunun düştüğü caresizliği anlayacaksınız. "Waking dead"

Diyelim ki Mc Donalds'ın işletme hakkı tamamen size verildi. Bu işi sepetlenmeden en fazla ne kadar sürede yapabilirsiniz? http://www.mcvideogame.com/game.html Buyrun deneyin bakalım, ne kadar başarılı (!) olacaksınız. Üretiminden tüketimine kadar her şey sizin kontrolünüzde. İnekleri siz yetiştiriyor ve hatta siz kesiyorsunuz. Eleman alımından, promosyon seçimine kadar her şey sizden soruluyor. İşten kovduklarınız sizi protesto ediyor. Çevre kirliliğinde siz suçlanıyorsunuz. Ve yeterince para kazandıramazsanız şutlanıyorsunuz.

Fıkra sevenlere geniş kapsamlı bir kaynak. Hem de her türden. http://www.fikra.gen.tr/ Gülmeye hazırsanız tıklayın lütfen.

Super ipod için neye ihtiyacınız var? Öncelikle normal bir ipod'a ve sonra tabiki bir akıl hocasına. Size bu konuda akıl hocalığı yapabilecek uçuk birini arıyorsanız http://www.command-tab.com/2005/03/13/ipod-super/ kısayoluna tıklayıp görebilirsiniz.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060613.asp
ISSN: 1303-8923
13 Haziran 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com