Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.005

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 14 Haziran 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : Çalıp çırpmadan yaratıcılık!..

Merhabalar,

İki gündür elektrik kesintisinden konuşamıyorum diye bugün biraz erken açtım bizim matbaayı. Eskimiş bile olsa içimde kalanları söylemem lazım. Memedali'nin başına gelenler mesela. Öyle bir programda bu türde bir teknik aksaklığın yaşanması son derece doğal da, benim garibime giden namus abidesi kesilen kanal yöneticileriyle bazı köşeciler. Sanki adamın programı Yurttan Sesler Halk Müziği Konseri'ydi de, elemanın öyle donsuz kalması yakışmadı diyerek adamcağızın işine son verdiler. Yahu bre gafiller, annaneler, babaanneler taklalar atarken, Memedali hostes kızların altına yatıp muayene yaparken, tikli elemanlar olmadık laflar edip onu bunu mıncıklarken aklınız neredeydi? "Memedali başka kanalla anlaşmış, zaten gidecek bari bundan yarar sağlayalım." diyerek namus kumkuması kesilen ateveye gösterdiği olgunluktan dolayı yüzbinmilyonlarca teşekkürler.

Bizim koç bir bakanımız var tanıyorsunuz. Hani şu mesleki konferans ve seminerleri transandantal meditasyon seanslarıyla karıştırıp eşiyle başbaşa horlayan bakanımız. Kültür adına ettiklerine bir yenisini daha eklemek üzereyken millet bağırdı diye bu sefer caymış hazret. Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nin zindan bölümü girişinde bulunan Latince "Indeu Deus Abest - Tanrı’nın bulunmadığı yer" yazısına önce "Bu yazı siline." diye fetva vermiş ardından "Yok silersek tarihi yapıya zarar vermiş oluruz, şimdilik silmeyin kalsın." demiş. Bu bakanımızla bir Türk evladı olarak ne kadar övünsek hakkımızdır. Üç kelimelik Latince yazıyı şıp diye okuyup sahte olduğunu anlamış bir bakanla karşı karşıyayız. Siz bakmayın onun emrindeki müzelerin soyulup soğana çevrildiğine, bakmayın Kaşıkçı elmasının bile sahte olma olasılığının olmasına. Tanrı'yla arasına Latince bir küfrü sokmayacak kadar yüce gönüllüdür o. Ve o hiç uyumaz!

Bir de hepinizin zevkle izlediği son Akbank reklamları var beni kızdıran. Kızdığım banka değil elbette. Ben bu yaratıcı fikri yumurtlayan metin yazarına kızgınım. Kimdir bilmem bilmekte istemem. İşin tuhafı bütün gazeteler böylesi kocaman bir reklamverenin bu güzel ama çalıntı reklamını ballandıra ballandıra anlatmaktan da geri kalmıyorlar. Evet bu fikir çalıntı. Zaten bu işi yapan adamların sadece Akbank'a hizmet verdiklerini düşünmek abesle iştigal. Bundan birbuçuk yıl önce posta kutuma gelen bir filme bayılmış ve bir köşede saklamıştım. Belli ki aynı filmi sayın metin yazarı dostumuz da seyretmiş. Haliyle birazcıkta etkilenmiş. Şimdiki reklamcılar şanssız aslında. Yıllar önce ben reklam sektöründe iken, iletişim bu kadar gelişmemiş olduğundan, yurt dışından bir kaset getirtebilen, iki üç kitap alabilen, dahi art direktör, metin yazarı olurdu. Şimdikiler masa başında internetten yararlanıyorlar ama şanssızlık bu ya, seyirciler de internette dolaşıyorlar, hem de onlardan daha fazla. Merak edenlere bendeki filmi gönderebilirim. Ama "Talk Talk" un şu anki web sitesini ziyaret ettiğinizde de benzer bir kısa filmle karşılaşacaksınız.

Bugün size hoş bir romantik şarkı seçtim. Eurythmics çalıp çığırıyor, Miracle of Love. Havalara dikkat edin, esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Erkan Doğanay

 Kahveci : Erkan Doğanay


   Mehmet Güleryüz ile...

Sanat dünyasının aykırı, muhalif ustası Mehmet Güleryüz ile Erkan Doğanay ve Metin Üstündağ genel gidişatı konuştular…

Resim nasıl başladı?


Mehmet GüleryüzNereden geliyor. Resim sizinle nasıl buluşuyor, ciddi bir soru… Bütün çocuklar resim yapar. Ama bazıları çocuklukla birlikte resmi de bitiriyor.. Ben akıl bali olduğu zaman resim biter diyorum. Çocukluk sürüyorsa resim devam ediyor. Resim çocuğun çığlık atması gibi bir şey, ağlamasıyla paralel, bu açıdan çok özel bir şey; bir kere kalıtımsal bir yanı var. Ailemde sanatçı çok. Baba tarafımın hemen hemen bütün erkekleri hobi olarak hat sanatıyla ilgileniyorlardı. Eğitim almışlar aynı zamanda resme de yatkınlar. Mesela halam Sanay-i Nefise'nin ilk kadın ressamlarından birisidir. Bedia Güler. 1930'lu yıllarda Berlin'de güzel sanatlar akademisinde resim eğitimi almış. Gözümü açtığımda evde resimler görmeye başladım. Babam mutaassıp bir adam olmasına rağmen odasında yazı örnekleri, salonda da resim sanatının önemli örnekleri vardı. Evde hem güzel resimler gördüm, hem de güzel müzikler dinledim. Anne tarafından dayım çelistti ve aynı zamanda heykel yapan bir keman yapımcısı bir adamdı. Böyle bir çocukluk ve ortamı solumak benim için büyük bir şanstı. O zaman daha farklı bir başlangıç noktanız var. Tabii o zamanlar resimle birlikte tiyatroda var hayatımda. Oyunculuk dürtüsü, taklitler çok erken başladı. Uzun zamanda resimle birlikte gelişti tiyatro hevesim. İkisinde de profesyonelliğe ulaştım diyebilirim. Ben ne olacağım diye bir derdim yoktu. Böyle bir derdim olmadığı içinde okuduğum okulların en haşarı çocuğu hep ben oldum. Bütün bu sistemlere bir tarafım uyarken bir tarafımla da karşı durdum, ödevlerimi düzenli yaparken sonucuyla ilgilenmiyordum. Bir yandan sistemli davranırken bir yandan da kendi keyfimin önem verdiği şeylerin peşinden koşuyordum.

O günün bakışıyla 'bu çocuktan adam olmaz' diyorlardı. Hoş şimdi adam oldum mu o da ayrı bir mesele. O zamanlar da apar topar çıktığım Saint Joseph' in şimdi medarı iftiharlarındanım. Akademiye girmeden önce bir sene Haydarpaşa lisesinde okudum. Orada edebiyat hocam Nahit Hanım vardı. Nahit Hanım Türk edebiyatının önemli bir simasıdır. Benim edebiyat ve tarihe olan merakımı görünce 'Sen neyine güveniyorsun, sen ne olacaksın' dedi. Ben de bunun üzerine 'ressam olacağım' dedim. 'Kültürsüz ressam olmaz' dedi bana Nahit Hanım. Bu benim için bir işaret oldu ve akademide okumalıyım diye o zaman tutturdum.

Sonra tabii ki akademi yılları. Henüz birinci sınıftayken eğitimin gidişatını görünce bir hayli keyfim kaçtı. Çünkü ben iyi çizim yapıyorken akademiye girdim üstünü tamamlayamadım. Yalnız hakkını yememek gerekir. O günün akademisi Türk resminin tüm hocalarının hocalık yaptığı bir ortamdı. Bu gün dünyadaki bütün akademilerin kalitesinin yüksek olması bu tür hocaların olmasına bağlıdır. O günün akademisi bir tesadüf değildir. Çok değerli ressamların çıktığı bir yuvadır. Havada ki atmosferin bile farklı olduğu bir ortamda olduğunuzu daha binanın girişinden anlardınız. Bu farlılığı anlatabilmeme imkan yok. Nasıl ki, İstanbul'u, Beyoğlu'nu anlatamıyorlar. O dönem akademisinin ne kokusunu ne de bahçesinden itibaren bizleri karşılayan heykeller ile buluştuğumuz havasını anlatamam…

Kapılarının, duvarlarının özenle seçilmiş boyası, rengi, hatta hademelerin çok sükunetli, çok saygılı hocaların veya kapıcının veya Ahmet'in, Mehmet'in, müdürün odacısının adeta bir seremoni şefi gibi orada bulunmaları farklı bir ortamda olduğunuzu ispatlıyordu size. Ben akademiye 1958 de girdim daha öncelerinde daha sıcak ve sosyal bir ortam olduğunu da duyuyorduk. Yemeklerin orada yapıldığı geceleri orada kalındığını duyuyorduk hocalarımızdan. Akademili olmanın getirdiği bir dayanışma vardı aramızda bizim kuşağımız da böyleydi. Yaz tatillerini orada geçirirdik, parasız bir sürü arkadaşımız vardı hoş hepimiz parasızdık. Ortak bir kesemiz vardı , kimin cebinde ne varsa ortaya koyar hep beraber yer beraber içerdik. Topluca sinemaya gider para yetmezse tokata çıkılır. Hocalara gidilir, okulda ki diğer çocuklara gidilir eksikler, harçlıklar istenirdi.

Ben ilk atölyemi tuttum, ilk kiramı tokatla ödedim, hiç unutmam 125 liraydı.arkadaşları dolaştım hepsinden 1'er lira toplayıp kirayı ödemiştim.

Kimlerle arkadaştınız Akademideyken ?

Kometler falan vardı, ama ben onlardan önceki guruptaydım. Bir atmosfer meselesi bu bu özgürlüğü bir eğitim kurumunda yaşamak o kadar kolay değil, bir tolerans meselesi. O günün Türkiye'sine göre akademi, dışarıya çok fazla açılmayan kendi içinde yaşayan bir yerdi. Ve burada önemli bir özgürlük sunulmuştu öğrencilere. Tabii tam arzuladığımız gibi bir özgürlük olmasa da, genele ve sisteme göre çok rahat bir yerdi. En azından çıplak modelle çalışılması bile uç bir örnektir. Bu gün çoğu sanat eğitimi verilen kurumlarda bunu mücadelesi yapılıyor. Mesela geçenlerde Ankara da bir konferansa katılmıştım, bir dinleyici kalkıp dedi ki: "Hocam ben Gazi Eğitim Fakültesindenim. Okulumuzda çıplak model çalışması yok" düşünebiliyor musunuz hakim bir görüş bastırıyor ve sizin bütün gelişiminizi engelliyorlar. Özgürlüğünüz bitiyor. Resmin ne olduğuna dair o fikri oluşturmak önemli bir konsensius meselesi. Hocaların beraberliği bir inanç olayıydı. Hocalar kendi içlerinde fikir ayrılıkları olmasına rağmen,bir arada o kurumu hem dışa karşı korur hem de içerisinde kendisinden sora gelecek kuşağı resmin içinde tutar ve önemli bir yer taşır.

O dönem hocalar da yalnız ve azınlıktalar çünkü resim toplumda henüz tanınmıyor! Kabul görmemiş. Günümüzde hocalar arasındaki kopmalar, sistemin getirdiği rekabetten mi kaynaklanıyor?

Mehmet GüleryüzBu günkü hocalarda o önemlerde öğrencilik yaşamış akademi geleneğinden gelen insanlar.hırs ve farklı görüşler olabilir, bunlar doğal fakat bu tutumun öğrenciye yansıtılması tehlikeli. Öğrenciyi piyon olarak kullanmak, öğrenciden kazanmak ve populist yaklaşımlar çok tehlikeli. Evet bu tehlike de yavaş yavaş akademiyi etkisi altına almaya başladı.

Bazı noktalarda politik görüşlerde bu gidişatta etkili oldu. örtülü olarak yansıtılmayan sistemli olarak bu politize görüşler akademi bünyesine verilmeye çalışıldı. Akademi sürekli olarak kontrol edilen bir yerdi, sol görüşlere karşı aman vermeden sürekli gözetim altında tutuldu. Bir sanat okulu ifade edecekler bazı şeyleri, bunun benzerleri dünyada pek çok ülkede var; Meksika'da, Fransa'da…

Bu sol acaba ne olacak, hatta bazılarının üzerinde ciddi etkileri olmuştur… biz bunu 60'lı yıllara kadar tam kendimizde hissetmediğimiz halde, yalnız şöyle bir şekilde bize yansırdı. Figüratif resim yapılırdı. Resimde figür esaslıydı. Konularda ister istemez bir takım konular etrafında dönüp dolaşırdı. Ama hakim konular mitolojiden besleniyordu. Mitoloji dersi vardı.kendimi akademiden uzak tuttuğum dönemde, akademik resmin direksiyonları köşelere doğru hareketler, kollar ileri, bacaklar geride birlikte üç gen içerisine yerleştirilmiş kompozisyonlar… Ve bize söylenen, resim edebi olmasın en büyük tehlike… İfade ederken resmin pür-problematiğin den uzaklaşmamız, dolayısıyla hikayelerin hakim olmaması, bu doğru bir şey. Endişemin bir miktarında da, böyle bir savla, sizi kendi düşüncenizde küçülten bir yaklaşım. Ve estetik böyle oluşuyor. Size bir anlamda nelerin güzel olduğu gösterilip, yüceltildiğinde, o günlük meseleden, çevrenizdeki olayları aktarmadan biraz endişeleriniz ön plana çıkıyor. Fakat buna karşın yinede kompozisyon konuları verilirken ; kasap diyor, manav… araştır çiz. Mesela ben manavla mezun oldum. Hasat yeri konusu veriliyor. Hayattan konular ama ben şehir çocuğuyum hasatı ne bileyim bana hasat denmiş olsaydı, iki tane öküz koyacağım, sarıya boyayıp bitirirdim resmi. Sap - saman bilmem.

Kasabı da öyle göründüğü gibi değil de sen görüp algıladığın gibi yapmak zorunda kalıyorsun. 60'lı yıllarda bir öğrenci dalgası geldi. Bu rüzgar sonrasında 68 hareketini başlatan kuşaktır. Mesela 63 yılında ben akademiyi terk ettim. Baktım ki üç sene idare etmişim. Ve hiçte keyifle resim yapmamıştım. Akademi beni resimden soğuttu. Benim kafamda ki resin bu değil, ama ne, onu da bilmiyorum.

O günkü usta işlerine hocaların işlerine baktığınız zaman, ya bir öncesi çok geri bir empresyonist, ama empresyonist bile değil. Cezanne var önemsememiz gereken, ondan da nefret ettiriyorlar. Durup durup Cezanne bak, diyor gidip, Cezanne bakıyorsun, ya o günkü kafanla nasıl anlayabilirsin ki… Kendine bir usta seç denir. Kütüphaneden birkaç kitaba bakıyorsun, birisi hoşuna gidiyor, getiriyorsun, yok bu olmaz deniyor. Git de sen Monet'ye bak diyorlar. güdümlü bir bakış. Ondan kopya yap deniyor. Hiçbir zaman ona nasıl bakılacağını da göstermediler. Ben olmayanların, verilmeyenlerin üzerine eğitimi inşa ettim. Kendimde ki eksi ne, onu bulup kendi kendime tamamlamaya çalıştım. Figür resmi bir kalıp olarak ilerliyor. Bunun da temeli model ve doğa. Birde büyük ustaların öğretisi. Hala devam eden bir yanlış var. O günlerde bu yanlışı karşılayacak bilgi ve dikkati ve resim bilgisini esirgemeyecek, söyleyecek ve o noktada ödünsüz durabilecek hocalar vardı. Şimdi böyle kararlılıklar olmadığı için, zaten resminin problemi olmayan birilerinin öğretisinde, modelden, antik modelden tek olarak, mekanla ilişkisi olmayan bulunduğu yer, kendinden doğan etkinin görsel imkanları müştereğinde oluşan bütün ve fırsatları kuran, nesneyi tek etüt ettiren bir desen bir anlayışı. Bu desen kapalı bir desendir. Bu adeta kenarları çizili içi modle edilen ve dışarıyla, ışıkla eriyen, mekana karışan, yanında ki diğer nesnelerle ilişki kuran veyahut hem modelde hem de mekandaki verileri birlikte organize eden bir yaklaşım için desenin bu anlayışla gitmemesi gerekir. Rönesans deseni esaslı bir öğreti bugün için yanlış bir öğreti. Ne kadar iyi çizilirse çizilsin ortaya bir şey çıkıyor sonuçta. Ama eli yatkın, figürü oradan oraya nakleden, figürün yapısını deşen dağıtan, mekanı değiştiren, bütün bunları havanda ezip, tozunu alıp içine tüküren bir adam çıkmıyor. Kalıp içinde çalışan, tuvale kurşun kalemle önce çizgileri yerleştiren ve bu çizgilerin dışına çıkamayan bir sürü genç var. Bu yapı yaşamıyor. Çünkü bunun ruhu yok. Resim bu değil. Akademi de bugün olmayan, konkur yapılırdı o zamanlar. Üç dört konulu, bazen portre bazen de natürmort, peyzaj gibi. Bu konkura katılmak için hocanın onayı gerekirdi. Üç desen verecek bir tane de nü olacak. Bu resimlerden dereceye girenleri okul parayla satın alırdı. Bu önemliydi, öğrenci resminden para kazanıyor ve resmi okulun arşivine giriyor. İşte bu geleneği bıraktılar. O kuşak giderken, başka bir ruhu olan, o ortama uyamamış kabızlıktaki bir takım adamların hocalık yapması bozulmayı sağlayan etkenlerdendir. Akademi balosunu da bitirdiler. Bir kısım adam, akademiye hoca olmak için çeşitli kumpaslara girdiler. Avrupa sınavını kazandık gittik. Dönüşümüzü engellemek için otomatik olarak asistan olacakken sınavlar kondu. Yeni kadrolar gelecek kuşakları daha çok maniple edecek, daha düşük artistik seviyeden adamlar aldılar. kendine özgü duruşu olanlar dayanamadılar bu sisteme. Ben beş yıl dayanabildim akademi hocalığına. En son bu çatı altında sizlerle olmaktan onur duymuyorum dedim ve bıraktım.

Sizin muhalif tarafınız ağır basıyor. Mesela tavrınızı Irak savaşında da ortaya koymuştunuz. Bu duruşunuz eleştiriliyor mu? Muhalif olmam bana pahalıya mal oldu. Maalesef şu anda hakikaten yalnızlığım söz konusu tavrım bana göre doğru bir tavırdır. Türk resmi giyinmiş bir çıplaklıktadır. Çıplaklık, bir natürmorttur. Sandalye yanında figürün duruşu veya ille de yanında eşyalarla bütünleştirmeye çalışılması kapalı bir çıplaklıktır. Ben figürü açtım 1965 yılında yaptığım resimlerde, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi morguna gidip açılan bedenleri çalışmıştım. Kapalı figürün yerine tamamıyla bambaşka bir şey koydum. Yırtılan, açılan bedenler, yarı hayvan yarı insan aynı bedende konular çalıştım. Bu cinsel açlık, abazanlık gibi temalara uzuyordu. 65 yılını düşünün, Türk resminde böyle bir şey yok. Bugün hala Türk resim sanatı tarihinde analitik bir bakışla kronolojik olarak ne neyin yanında anlaşılır olması gerekiyordu. Koleksiyonlar, sanat tarihini kendi istekleri ve kendi imkanları doğrultusunda yapmaya kalkarlarsa, bunu müzeye çevirirlerse ve müzeye çevrileni, kendi kuratörleri hem de sanat tarihçisi olan, aynı zamanda eleştirmen ve güya teorisyenim diye de geçinen yazarlar bu kuruluşların sözcüsü ve yön vericisi olan kişiler, kabul ettirici bir prospektüs yazarı olarak orada bulunuyorlarsa, o zaman bu müzelerin sağlığından bahsede meyiz. Ortada bir keşmekeşlik var ve bundan yararlananlar getirisi olanlar bu boşluktan faydalanıyorlar. Sanat tarihi yazan kişilerin bugün bir erk meselesi var. Kuratörler de aynı; sanatçının elinde olan erki alıp sanatçıyı kendi enstrümanı gibi kullanıyorlar. Ben; amaçlarını, gerçek yüzlerini ortaya koyduğum için benden bahsedemiyorlar. 'beden' diye bir sergi yapıyorlar, bedene ruh veren ben yokum o sergide. Bugün, akılları sıra iyi resim ve onurlu duruşu cezalandırıyorlar.

Türk resmi özgün biçimini oluşturabildi mi?

Resmin bir biçim meselesi olduğundan çok filozofik bir kurguya dayandığını anlamak yerine biçimsel olarak alınıp kullanıldı. Osman Hamdi Bey, dönemin empresyonistleri, Çallı dönemi, D grubu, bunlar maalesef olayın biçim yanını çözebildiler. Olayın düşünsel yanı ancak 60 'lı yıllarda ele alındı. Bunda da en atak olanlarından birisi Bedri Rahmi Eyüboğlu'ydu. Bedri Rahmi hiçbir zaman hümanist yaklaşım ötesinde bir söyleme işaret etmedi. Halk sanatıyla ilgilenerek bir kompleksi aştı diyebiliriz.

Acaba Türk resmi var mı? Batılılarda Türk resmi yok deniyordu. Biz bunu oluşturmanın kaygısını taşıyordu. Hat sanatını, ebru'yu acaba resimde kullanabilir miydik diye çalışmalar yapıyorduk. Batının sanat tarihine baktığımızda ; geçen süreçler; buluşlara oradan gözlemlere yaşam ve sosyal yapıdaki kaplaşmalara, büyük değişimlerle paralel. Yani Dürer resmi, hümanizması. Calvenist yaklaşımla, Marten Luther'le bağlanmasaydı köylü ayaklanmalarının partizanı olmasaydı, o zaman söyleminde ve kurgusunda varılan gerçek etkisi herhangi bir şey olmaktan ileri gidemezdi. Türk resmi bütün bunları atlayarak gidip yalnızca biçimi aldı. Mantıkla ilgilenmedi. Ben resmi gerçekte tiyatroda anladım. Akademiye ara verdiğim 60 senesinde zaten erkenden takip ettiğim tiyatro öğrenimimde ilk politik tiyatro olan arena'nın oluşumunda yer aldım. Devamında Ankara Sanat oldu. Türkiye'de durağan olan her şeyin kenarına bir tekme attık. Bugünkü karşı çıkış kolay bir karşı çıkış artık. Bu duruşları, burjuva hemen bünyesinde alıyor, eritip geriye atıyor. Daveti eleştiriyor, yanlışlıklara karşı durabiliyorsun ama sermayeye karşı duramıyorsun. Ezip geçiyor. Devlette özellikle sanatı, sanatçıyı burjuvanın kucağına itekledi. Ben, devlete dava açıp, devlet sanatçılığı unvanlarını iptal ettirdim. Sanatçı dediğimiz adamlar üzerime saldırdılar. Hiç kimse yanımda yer almadı, tek başıma hepsiyle mücadele ettim. Medya ( bir kısım medya) kimin sanatçı olduğunu ilan edip duruyorlar. Gazeteleri açtığınızda ayrı ayrı deli saçmaları. Bugün geldik kültür meselesine; kültür bir sermayedir. Bu, bunu kullanacak olanların elindedir. Siz oyuncağı olur musunuz.? Olmazsınız? Olmamanın imkanları yok gibi, olmamanız için gayretiniz var mı? En azından bunun etkileri var mı? En azından bunun etkilerini ve bunun oluşturduğu sonuçları çözecek, görecek ve duyuracak ve bunların arkasında duracak sistemi anlatacak gözlere ihtiyaç var. Doğru gören, doğru analiz eden kendini bunların dışında tutmaya çalışan bir sağlamlıkta olmak lazım. Devlet kendi sanatını korumak zorundadır. Resimler satın alıp gelecek kuşaklara gerek eğitimde gerekse maddi zenginliğinde kullanacağı arşivler oluşturmalıdır. Yoksa kültürel zenginlik diye bir şey kalmaz. Ve ancak o zaman resim dekoratif bir eşya olmaktan kurtulur.

Sergilerimde sattığım resimlerden elime geçen parayı götürüp kaliteli puroya, kravata, fulara, ayakkabıya harcarım. Çünkü pahalı bir fular yada kravat bana, burjuvaya karşı dik durma gücümü veriyor. Bunu Fransa'da öğrendim. Karşılarında eğilmiyorum. Hiç kimse elini omzuma atarak benden de resim satın alamaz. Kimsenin önünde eğilmedim. Eğilmeyeceğimde.

Çeşitli şirketlerin galerisi, kültür merkezleri var. Mesela Ak Sanat. Adında sanat var diye insanlar farklı algılıyorlar. Oysa orası Akbank'a ait bir yer, sanat adını kullanması bir şeyleri kapatmaz. Sanat yazıları yazan kişilerin hepsi kuratör olursa, grupları paylaşıp kendi aralarında paslaşırlarsa, aynı kişiler, aynı kurumlarda görev alırsa; mesela Modern Müze'de kuratör olanlar Ak Sanat'ın da kuratörü olurlarsa ortaya çıkan iş sağlıklı bir iş midir? Bunu birileri açıklayabilir mi?

Biri müze diğeri bir bankanın galerisi. Aralarında nasıl bir bağ kurulmuştur.

Müzenin bir ucunda yüz elli yıllık bir geçmişe sahip bir sanatçının küçük ebatlarda bir resminin yer alması ve bunun yanına da on yıllık bir mazisi olan başka bir sanatçının 2X2 m. Boyutlarında büyük resimlerinin konulmasının mantığını kim,nasıl açıklayabilir? Ben 1 metreye, 1 kiloya inanırım. Şimdi burada ölçümler aceleyle ve kırık bir cetvelle yapılıyor. Hani kumaşçıdan üç beş metre kumaş almaya gidersin. Adam kumaşı ölçer ve bir bakarsın ki cetvelin ucu aşınmış ve kırılmış. Yirmi santimetresi eksik. Adama bu ne dersin? O da sana abi merak etme sonunda ekleyeceğim fazlasıyla, der. Böyle bir şey olabilir mi? Ya! kardeşim, sen benim hakkım olanı versene. Bu metreni düzeltsene dediğin zamanda kötü adam oluyorsun.

Erkan Doğanay


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Gül Çakır


Ne anlatabildim… ne anlattı!

Kanatları kırık bir ak güvercindim daha düne kadar. Aşk buldu beni bir anda! Afalladım önce; "kimdi bu?" diye sordum kalbime. O kadar uzun zaman olmuş ki karşılaşmayalı, simasını, titretişlerini bile unutmuşum…

İçimdekileri minik bir kız çocuğuna dökmek istedim sonra… anlatmak ve anlamak neler olduğunu. Aynaya baktım bakmasına da, minik kız çoktan ihtiyar olmuş… kulakları duymaz olmuş karanlıktan, gözlerinde ise iki kalın cam…

Ne anlatabildim, ne de anlattı…

Gül Çakır
gulcakir9@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,339,339,339,339,339,339,339,339,33
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Temirağa Demir


Bir varmış yine varmış

Bir varmış, yine varmış hep olması içinde dua ediyorlarmış. Artık zaman bile yaşadıklarını hissettirmek için geçerli bir kavram değilmiş. Nasılda değişirken dönüşenler varmış…

Ben şimdi ne söylesem bir sonraki kelimler sırada bekleyecekler yazmam için…
Buralarda çatışmış bir tüfeğin ucunda bekleyen bilinmez mermiler gibiyiz…
Herkes bir başka baharı bekleyip dururken göz yaraları açılır yüreğinizde
Baktıklarımızı görebilmeyi başardığımız sürece…
Yağmur yağıyor…
Sesi kulaklarımda, Yaratanın en çok sevdiğim hikmetlerindendir bu bereketli su damlaları…
Ben severim bu hali, iliklerimizdeki açığa çıkmamış duygular şeffaflaşır.
Çırıl çıplak soyunmuş bir ruh ile koştururuz sokaklarda…
Yalanlar açığa çıkar yağmur yıkar şehri duygularımızı yıkar sonra ne varsa yaşantımıza dair ne hata ettiysek üstümüze yıkar.
Bizim ilçemizde biraz farklı yaşanır yağmur saatleri bir çok kişi yağmurun tadını çıkarmaz, yağmur hepsinin dükkanlarındakileri dışarı çıkarır.

Belediye yetkilileri de seyr eder, seyir ederek…
Dün sabah saatlerinde sadece yarım saatlik bir sağanak ilçemizdeki hayatı olumsuz olarak etkilemeye yetti.
Artık ölümler bile yetmiyor acılarımızı anlatmaya…
Oysa her yağmurda bilinmez bilindik şeyler hatırlıyorum…
İlçede yağmur var gözlerde suskun bir sessizlik…
Yağmurlu günlere yakışırız şiirler en güzel bu havalarda okunur en iyi bu havalarda yazılır yazılar…
Yağmur iyidir her yağmurda gezin,şehri en ıslak haliyle bir görün. Islanmış insanların şemsiyesizlerin gözlerine bakın…

Gülten Akın’dan bir şiir ile bitirelim…

Uzun Yağmurlardan Sonra

Sen yağmurlu günlere yakışırsın
Yollar çeker uzak dağlar çeker uzak evler
Islanan yapraklar gibi yüzün ışır
Işırsa beni unutma

Alır yürür sıcak mavisi gökyüzünün
Kuşlar döner uzun yağmurlardan sonra bir gün
Bir sızlar yanar içinde büsbütün
Her şeye rağmen ellerin üşür
Üşürsen beni unutma

Yeni dostlar yeni rüzgarlar gelir geçer
Yosun muydum kaya mıydım nasıl unuttular
Kahredersin başın önüme düşer
Düşerse beni unutma


Temirağa Demir


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Emine Değirmenci


Sen yoktun!

Bir sen vardın odada, bir de ben ..
Yalnızdık! Basbaşşa yediğimiz aksam yemeği çok güzeldi.
Hatta, masa daha toplanmamıştı.
Söminenin kenarına ilişivermiştik hemen
Sen bana bakarak devamlı birşeyler anlatıyordun.
Bense senin anlattıklarına aldırış etmeden seni seyrediyordum.
Hani, en son bir sinemada beraberdik seninle
Ve hatta sinema çıkışında yine seni benden alıp gitmişlerdi.
Aynı anı bir daha hiç yaşamak istemiyordum.
Ve bu yüzden çok korkuyordum.
Gözlerine dalıp, gitmiştim.
Gözbebeklerindeki ateşin, yanan benim kalbim olmasını istiyordum.
Ama, nafile...
Sen, yaşadığımız bu güzel günlerin sonuna kadar devam etmesini istiyordun.
Ben de öyle, fakat yine de korkuyordum seni kaybetmekten..
Zaman ilerlemiş, uyuyakalmışım; omuzunda başım
Şömine ne güzel ısıtmış bizi...
Birden acı bir haykırışla uyandım.
Gözyaşlarını tutamıyor, ardı arkası kesilmeyen haykırışlarda bulunuyordun.
Hemen seni uyandırmıştım.
Ikimiz de birbirimize sarılarak ağlamıştık.
Telefonun sesi duyulmaya başlamıştı.
Hemen kalkmaya çalıştım.
Fakat, sen izin vermedin! "Hayır!" dedin,
Ama ben yine 07.05.2002 23:11'de seni dinlemedim. Gidip, açtım.
Ve yine seni o yere çağırıyorlardı!
Hemen telefonu kapatıp, sana koştum!
İstemiyordum gitmeni.. Ama ne yapabilirdim ki?
......
Ayrılık anı gelip, çatmıştı, gözyaşlarımı akıtmamak için zor tutuyordum kendimi ...
Aklım hep sendeydi artık, her an, her dakika seni görüyordum seni...
Televizyon seyrederken dalmışım.
Birden irkildim! Son dakika diye bir haber!!!
Bir uçak ve televizyonun sağ üst köşesinde SENİN FOTOĞRAFIN!..
Spikerin söyledigi her söz beynimde yankılanıyordu...
İnanamam! Asla! Hayır!
Bağırdım, haykırdım, ağladım!!!
Ama nafile...
Çünkü, sen yoktun!

SEN YOKTUN!

Emine Değirmenci


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,679,679,679,679,679,679,679,679,679,67
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.315 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Bal-petek

Kazancım var mıydı bilmedim
Kaybettiklerimin yanında
Kazanan da bir kaybeden de nasılsa.
Şimdi yollar var önümde upuzun
Şimdi saadetin erinç gölgesi
Hayâllerin gerçekleşmesine ramak kala
Bağıracağım avaz avaz;
"Hey şehir! Gidiyorum gözün aysın
terk ediyorum seni!"

Kazancım bol olacak işte o zaman
Kaybım daha az.
Çünkü kendime zamanım çoğalacak.
Balık oltaya vurduğunda
Mavi saplı kovadan evvel
Yeniden denize açılacak
Böylece borçlanacak bana derya kuzusu
Bir de hayat kurtarmış sayılacağım ki
Gevrek gevrek sırıtarak.

Şimdi sular var durulmayı bekleyen
Şimdi içimden taşan bir başka sel
Taşlar yerine oturduğunda
Bağıracağım avaz avaz;
"Hey kader! Anlaşmayı feshettim,
gelmiyorum peşinden!"

Arının çiçekten çaldığı hırsızlık değilse,
Petekteki bal kimin?
Kazancımı sormadım kaç akçe diye
Kaybetmekse boynumun borcu
Bal peteğe düşmeden ne bilir,
Neye vurulduğunu?

Şimdi bir tutam hasret avuçlarımda
Şimdi gözlerim küskün
Bakışlar gölgesini bulduğunda
Haykıracağım avaz avaz;
"Hey gece! Yıldızların dökülse ne gam,
çekmiyorum çileni!"

Elif Eser

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Murat Çiftçi

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


"BU TOPRAĞIN RENKLERİ"
24 Haziran 2006 Cumartesi saat 20.30


İstanbul Turkuaz Turizm Folklor Derneği GK tarafından her sene sürdürdüğü dönem faaliyetlerinin bir yansıması olarak düzenlenen "BU TOPRAĞIN RENKLERİ", 24.Haziran.2006 Cumartesi günü saat 20.30 da Kadıköy Belediyesi, CKM Caddebostan Kültür Merkezi Büyük Salonunda gerçekleştiriliyor.Kurulduğu 2001 yılından itibaren her sene gerçekleştirdiği sunumu ile Türk Folklorunun en renkli dışa vurumu olan Halk Dansları alanında gerçekleştirdiği çalışma ve faaliyetlerini sunan İstanbul Turkuaz, kuruluşunun V. yılında yine zengin bir dans repertuarı ile izleyicilerinin huzurunda olacak.

Gerçekleştirdiği çalışmaları, sosyal ve kültürel etkinlikleri ile kendi misyon ve vizyonunu koruyan, farklı iş ve yaş guruplarından tamamen amatör dansçıları ile sahneye koyduğu sunumunda İstanbul Turkuaz, bugüne kadar alışılmış kalıpların dışında bir sunumu sahneye taşıyor.

Anadolu'nun binlerce yıllık tarihi geçmişi içerisinde şekillenmiş, gelişmiş kültürel, sanatsal ve folklor alanında eşi benzeri bulunmaz zenginliğe sahip değerlerini, hayatımıza her alanda etki eden geleneksel yapıları birbirinden renkli bir anlatımla sunuyor.

İstanbul Turkuaz'a gönül verenler, eğimenlerinin hazırlamış olduğu görsel bütünlük içerisinde İzmir, Van, Artvin, Muş, Silifke, Tokat, Adıyaman, Trabzon ve Hakkari yörelerinin danslarını, Anadolu'nun bereketini yansıtan renkler ile yöresel çiçekler bütünlüğünde sahneliyor, "Bu Toprağın Renkleri 2006" Sanat Yönetmenliğini Gülçin Uncuoğlu yürütüyor.
CKM de sunulacak gösteri için katılımları Ticketturk sağlarken, Tema Vakfı, Dimes Meyva Suları ve İletişim Basım Yayın sunuya katkıları ile destek veriyor.

"BU TOPRAĞIN RENKLERİ" 2006 da Görüşmek Dileği ile...

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

İnsan beyninin sınırlarını en fazla ne kadar zorlayabilirsiniz? Aslında yaşamadığı şeyleri, hem yaşanmış gibi yaptırıp, hem de yaşatıp nasıl, bir rüyaymış gibi gösterebilirsiniz. http://www.vidking.com/viewvideo.php?id=343 kısayolundaki filmi, biraz sabredip sonuna kadar seyredin lütfen. Biraz karışık ama, en sonunda neler olduğunu görünce teknoloji karşısında insanoğlunun düştüğü caresizliği anlayacaksınız. "Waking dead"

Diyelim ki Mc Donalds'ın işletme hakkı tamamen size verildi. Bu işi sepetlenmeden en fazla ne kadar sürede yapabilirsiniz? http://www.mcvideogame.com/game.html Buyrun deneyin bakalım, ne kadar başarılı (!) olacaksınız. Üretiminden tüketimine kadar her şey sizin kontrolünüzde. İnekleri siz yetiştiriyor ve hatta siz kesiyorsunuz. Eleman alımından, promosyon seçimine kadar her şey sizden soruluyor. İşten kovduklarınız sizi protesto ediyor. Çevre kirliliğinde siz suçlanıyorsunuz. Ve yeterince para kazandıramazsanız şutlanıyorsunuz.

Fıkra sevenlere geniş kapsamlı bir kaynak. Hem de her türden. http://www.fikra.gen.tr/ Gülmeye hazırsanız tıklayın lütfen.

Super ipod için neye ihtiyacınız var? Öncelikle normal bir ipod'a ve sonra tabiki bir akıl hocasına. Size bu konuda akıl hocalığı yapabilecek uçuk birini arıyorsanız http://www.command-tab.com/2005/03/13/ipod-super/ kısayoluna tıklayıp görebilirsiniz.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060614.asp
ISSN: 1303-8923
14 Haziran 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com