|
|
|
15 Haziran 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Mali Zaptiye Amiri!.. | Merhabalar,
Dün reklama laf edip bir site adresi verdik, tesadüf bu ya sitenin tamirata gireceği tuttu. Hani körün istediği bir göz Allah verdi iki göz gibi. Benim yönlendirmem sayesinde adamlar rahatsız olup siteyi kapattılar diye havamı attım, iyi oldu. Tabi gerçek bu değil, sadece bir tesadüftü. Ama aldığım birkaç mesajdan birine burada cevap vermek istiyorum. Reklamcı olduğunu sandığım bir arkadaştan şöyle bir serzeniş geldi: "Dikkatlice bakarsanız 2 film arasında nitelik ve nicelik olarak epeyce fark vardır. Teşkil edilen şekiller tamamen bize özgü ve yüzlerce kişi tarafından gerçekleştirilmiştir." İyi güzel de burada aslolan fikir, insanlar kullanılarak yaratılan doğal bir animasyon uygulamasıdır. Uygulama sırasında biri telefon diğeri Ay Yıldız çizmiştir. Yani zarfa değil mazrufa bakılmalıdır. Neyse, bize ne canım, alan memnun, satan memnun, yutan hayda hayda memnun.
Ekonomide yaşananları hepimiz biliyoruz. Benim kuş kafamın aldığı kadarıyla türlü düşüncelerim var elbet ama dün akşam işittiklerime kadar hiç hazzetmediğim saygıdeğer hükümetimizi bu konuda suçlamak aklıma gelmemişti. Tamamen dış kaynaklı bir para sorununa, her ne kadar övündükleri istikrarı yerle bir etmek için ellerinden geleni ardlarına koymasalar da, ümmetçi bir yaklaşımla, maliye bakanı olduğunu unutup zaptiye amiri gibi "Yerli yatırımcıların gün içerisinde yaptıkları gerekli gereksiz açığa alımlar, satışlar, yabancıların da kafasını karıştırıyor. Hareketlerine dikkat etmeleri lazım, Türk ekonomisinin görünümünü bozmamaları lazım. Bozarlarsa, ben de yapacağımı bilirim" deyince hata yaptığımı anladım. Serbest ekonominin kurallarını bilmeyen bir maliye bakanı tarafından ekonomisi yönetilen memleketin vatandaşı olarak hayıflandım. Neler yapacak acaba? Aman sevgili para oyuncuları, ayağınızı denk alın, sonra kırk katır mı kırk satır mı seçmek zorunda kalırsınız, üzülürsünüz, üzülürüz.
Bugün birlikte tvist yapacağız. Chubby Checker çalıp çığırıyor, Let's Twist Again. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Cemreler Düşerken : Elif Eser (Zeycan Irmak) Mitralyöz Çığlıkları... |
|
I
Dirilmek için önce ölmek gerekiyorsa, ve önce intiharlara soyunmaksa çırılçıplak benliğimle, burdayım ki Hayat! Gel al canımı! Hiç olmadığım kadar anadan üryan!
Daha güçlü ve daha azimli, kimseye ve hiç bir şeye muhtaç olmadan, dimdik ve keskin bir bıçağın ağzı kadar sivri, yakıcı, yıkıcı, talancı olmamı istiyorsan Hayat! Burdayım ki düellona hazırım!
"Aslını inkâr eden nâ-merttir!" diye meydanlarda bağıran sesim feryat figân, aslını da yitirmiştir, suretini de, bilesiz! Ki Hayat! Aslımda sendedir suretimde! -Şahitsiz!
Geri istiyorum benden aldıklarını Hayat! Bedellerini çoktan ödediğim diyetlerimle, ödenecek bedelim kalmamıştır! Şimdi şu gördüğün sahnede yeniden dirilme savaşı veren; ağır ve genizden bir ezginin isyanıyla, buruk ve de suskun ve sitemsiz siyahlara bürünmüş raks eden kasvet; çoklarının dediğince ben olmamalıydım! Ağıtları su götürmez, yürek parçalaya! Anam avratlığa giyinsin ki Hayat! Bu bir mitralyöz çığlıdır;
II
Sonrası, derin ve kusursuz bir sitem
Nasıl geldiysen öyle gitmek gibi bir şey
Anılarını dahi taşımana izin verilmez!
Telaşsız ve usuldan sevişmesidir
Vizitsiz fahişenin teslimiyeti.
Belki de en iyisi bu diyerek gülümsemek
Ve koy vermek efkârı gizil bir perdeden.
Sonrası, mutedil yaşanmışlıklardan
Muhtelif saçılan mitralyöz çığlıkları!
Oysa dumanı tüten umutlar olmalıydı inadına!
Gülümseyen çehrenin ardındaki paylaşımsızlık
Hiçbir şeye ve hiçkimseye bezenmeyen maskındı.
Kara bir nikabın sahteliğinden düzmece sevdalara
Alay edercesine savrulan müstehzi kahkahan
Değildi! Hayır...
Elbette o vakit başka bir pervasızlıktı açılarında gezinen
Şimdi ise aralıksız küfreden mitralyöz çığlık çığlık!
Sonrası... kurumuş bir ağacın yapraksız karanlığında
Bir adım daha içeri sokulmaktı.
Dışarıdan baktığın, gördüğün değildir!
Bütün sır görülmeyenin gölgesinde fısıldanır
Bedenden rücû edenin hükmü yoktur
Ruhun orgazmı esnasında...
Farz-u misal, bir kalemsin ustanın parmakları arasında
Nasıl yazdığına değil, ne yazdığına bakılmalı
Sırf bu sebeple, kalemindeki mitralyöz,
Anlayana anladığını haykırır!
Şimdi karambole açılmış bir kovuğun
Hava boşluğundaki katresin
Ne olduğunu ve ne olacağını istesen de bilemezsin
Gayesi eksik yaşanmışlığının
Faydası da yok, zararı da...
Oysa ki;
Katreye yön veren,
Parça tesirli mitralyözün can çekişmesidir.
Her şey ve hiçbir şey; nasıl görmek istiyorsan öyledir...
Elif Eser elif.eser4@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
MANİK-DEPRESİF BİR ETÇİL ÇİÇEĞİN ÖYKÜSÜ
Bu devinimden nefret ediyorum. Varoluşumdan da öyle... Oysa çok güzelim. Çiçeklerimin rengi, diğerlerinden daha parlak. Yapraklarım daha gösterişli ve gövdem daha kalın. Beni dışlamalarının nedeni bu, biliyorum! Ama kendime duyduğum nefretin nedeni bu değil. Ben, daha güzel olmak için daha çok öldürmek zorunda bırakan yaşamsal döngüme lanet ediyorum. Diğerleri gibi olmak istemezdim elbette. Yine de yaralanıyorum sindirdiğim her kanlı bedenle.
Bazen 'kanmasınlar' diyorum. Bu onların aptallığı, benim suçum değil! Yapraklarımın rengine kanıp üzerime varmasınlar, çiçeklerimin güzelliğini idam kararları eylemesinler. Sonra silkiniyorum ve 'yapmasam' diye düşünüyorum. O kandırdığım zavallı aptalları yemesem!
İşte yine geliyor; bir sivrisinek! O iğrenç suratında toprağa bağlı ve kaçamayacak olmamın verdiği mütecaviz ifade! İşte buna dayanamıyorum. Köklerime kadar uyuşuyorum iğrenerek, ama kahretsin ki, güzelliğim hiç azalmıyor. Ben bunları düşünene kadar, o tepemde uçmaya başladı bile. İşte yine dellendim. Gel bakalım aptal yaratık; sen uçabiliyorsun ve ben toprakta sabitim diye benden üstün olduğunu zanneden aşağılık kan emici! En komiği de, bu çirkin şeyin yapraklarımdaki yapışkan damlaları aşk sıvısı sanması. Oysa ben, aşka değil, ölüme çağırıyorum onu. Biliyorum bekletmeyecek, çünkü gözünü şehvet bürüdü, görmemek imkansız. Bilmiyor ki şehvete dair son hatırlayacağı, onu öğüten yapraklarımın arasında, bedeninden yükselen çatırtılar olacak. Güzelliğimi kullanmak isterken, bana av olacak. Üstelik, yalnızca birkaç saat içinde bedenini sindirip, rengimi daha da parlaklaştıracağım. Ve sonra onu unutup, yeni aptal benzerlerini bekleyeceğim. Onlar, benden faydalanıp, sonra uçmaların hayalindeyken, ben sabitliğimle onlara mezar olacağım.
İşte geldi. Çırpınma boşuna. O iğrenç ayaklarını kurtaramayacaksın benden. Şefkatli bir ana kucağı gibi saracağım seni ve sonra içimde yokolacaksın. Bir çiçek olmasaydım, kahkahalarla gülerdim bu haline.
..... Ya da etçil bir çiçek olmasaydım.... onu yemeseydim.... Ah, bu yemek kelimesi bile ne yabancı bir çiçeğin bünyesine! Yine içimde dağılışını izliyorum, az önce uçmakta olan bir yaratığın. Hiçbir yaradılışa uymadığımı ve hiçbir türe benzeyip yoldaşlar bulamayacağımı biliyorum. Şu yabani yoncalar bile, nasıl da iğrenerek bakıyor bana. Utanıyorum. Ne onlardanım, ne başkalarından. Hiçbir yere ve hiçkimseye ait değilim. Çok yalnızım. Kurtar beni çiçeklerin tanrısı; yoksa sen de mi reddediyorsun beni?
Ah, işte iğrenç bir uçucu daha şehvetle üstüme geliyor. Yeterince parlak mıyım acaba?
Çiğdem Gürer nanedanlik@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kahveci : Neslihan Güzel SANATÇI OLMAK |
|
Yorucu bir haftayı daha noktalamıştım. Yarın sabah erkenden Ankara'da olmam gerekiyordu. Hafta sonları benim için her zaman çok değerliydi. Bu süreyi mutlaka yararlı şeylerle geçirmeye çalışıp, çoğunlukla da şehir dışında olurum.
Bu hafta sonu da o zamanlardan biriydi. Sabah erkenden yola koyuldum, iki günlük kısa zamana çok şeyi sığdırmam gerekiyordu. Planlamamı yaptım, işlerimi sıraya koydum. Şanslı olduğum nokta şuydu ki, uğrayacağım yerlerin hepsi de Kızılay'daydı.
Yol boyunca, okumak için yanıma aldığım, Ömer Hayyam'ın rubaileriyle meşgul oldum. Bir taraftan da kendimce bir şeyler karaladım. Derken üç saatlik zaman bitiverdi. Hızlı adım-larla metronun yolunu tuttum. Bir elimde her zaman kullandığım siyah kocaman çantam vardı, seyahatlerimde hep yanımda olan.
Kızılay'a gitmem fazla vaktimi almadı. İlk önce yayınevine uğramam gerekiyordu. Saat bir olmuştu çünkü. Sora sora yayınevini buldum. Şu ana kadar yazmış olduğum, şiir ve yazılarımı editöre sundum. Editör, beyaz saçlı, orta yaşlı, uzun burunlu, zayıf birisiydi. Benimle çok ya-kından ilgilendi. Bunda, benim kendimi ifade etme tarzımla, ikimizin de eğitimci kökenli olması etkili olmuştu tabiî ki.
Beni anlayan, destek veren, konuşmalar yaptı Ahmet Bey. Yazılarımı okuyup, en yakın zamanda da bana cevap vereceğini söyledi. O kadar beyefendi bir insandı ki, beni asansöre kadar geçirdi. Bundan aldığım moralle, almam gereken bir kaç şey için tekrar yola koyuldum. Alışverişlerimi, seçkin yerlerden yapmaya ve orijinal parçalar seçmeye gayret ederim. Eğer mümkünse toplu alış veriş yaparım. Ankara da, hem kıyafet, hem de kitap açısından, ideal bir yerdir.
Eksiklerimi aldıktan sonra, kitapçıları dolaşmaya başladım. Alışverişlerimde ne arayacağımı bilir, ne istediğimi önceden kafamda tasarlarım. Kitap konusunda bu böyledir, hangi yazarı arayacağımı, hangi kitabı almak gerektiğini, hatta hangi yayınevinden çıktığını da aklımda tutmaya çalışırım. Bu bilgilere internetten ulaşırım. En çok satanlar listesine mutlaka bakarım.
Yine elimde ki kocaman liste ile kitapların arasında dolaşmaya başladım. Her girdiğim yerde gözüme takılan bir şeyler oluyordu ama aradıklarımı bulamıyordum. Bana bir kitap ve CD satış merkezinin adını verdiler, hızla orayı aramaya başladım. Çünkü fazla zamanım yok-tu. Arkadaşım benden telefon bekliyordu, kaç zamandır onu görmüyordum. Hem kendisini, hem de yeni doğan kızını çok merak ediyor, bir an önce onun evine gitmek istiyordum.
Bir kaç kişiye marketin adresini sordum, bana farklı farklı yerler anlattılar, yanlış yollara girdim, onların sayesinde. Sıcak bir taraftan, bir taraftan da yürümek beni çok yordu, düşüp bayılacak konuma geldim. Ama oturacak kadar da zamanım yoktu.
Yolda yürürken nihayet aradığım marketin levhasını gördüm, derin bir oh! Çekip kapısından içeri girdim. Klimanın ne kadar da büyük bir nimet olduğunu, burada bir kez daha anladım. Ahşap olan, kahverengi, yarım helis eğrisinden oluşan, basamaklardan yavaş yavaş aşağı doğru indim. Zira oldum olası bu merdivenlerden düşmekten korkarım.
Gözüme ilişen kitapları incelemeye başladım. Son basımlar, gözüme çarpmaya başladı, internetten resimlerini tanıyordum, Kelebek Kozasını Bilmez, Ferrari'sini Satan Bilge vb. Daha önceden okuduklarımda bulunmaktaydı, artık onlara ilgi göstermiyordum. Bende olmayan kitapların peşindeydim. Kitaplar o kadar çoktu ve birbirinden o kadar farklıydı ki, rengârenk bir çiçek bahçesini andırıyordu. Bir de spotların ışığı eklenince, albenisi iyice artıyordu.
Bir yere girdim mi, dokuz, on tane kitap almadan çıkmam. Ve hafta da en az bir kitap okurum. Tabi ki bu kitabın akıcığına göre değişiklik gösterir. Çok beğendiğim bir kitabı, bir solukta okuyuveririm, hemen biter.
Beğendiğim kitapları alıp, kasaya doğru yönelirken, çalışan çocuklardan biri "Piyano hala gelmedi." diye bir şeyler söyledi. "Kaza olmuş falan" gibisinden bir cümlenin içinde. Her zaman ki merakımla sorumu sordum: "Ne piyanosu?" diye. "Tuluyhan Uğurlu konser verecekti, onun piyanosu, yoldan geliyor" dediler. Benim için iyi bir haberdi. İşlerim yine rast gidiyordu, hafta sonu tatilimde, hem yayıneviyle görüşmüş, hem istediğim kitapları bulmuş, hem de bir konsere katılmış olacaktım. Zaten hayatım boyunca bütün işlerim böyle yolunda gider. Hep bir şeyler, ucu ucuna da olsa gerçekleşir. Arkadaşlarım ne kadar şanlısın diye bana takılırlar. Bunu iyi niyetli olmama ve kimseye karşı kin tutmama bağlarlar. Gerçektende kim-seyle kötü olamamaya çalışırım. Kırıcılıktan ve kabaklıktan hiç hoşlanmam. Bana ters davra-nan bir insana bile, çok iyi davranırım ki, hatasını anlasın. Bu arada amaçsız, boş bir insan da değilimdir, kimseyle yarışmadan sadece kendimle yarışırım. Benim savaşım kendimledir, başkaları ile değil.
Yeni aldığım kitapları, çantama yerleştirdikten sonra, kapının dışına doğru yöneldim. Hoş bir bahçenin, sol tarafına konulmuş sandalyelerinin, orta yerinde Tuluyhan Bey, imza gününe başlamıştı bile. Ben de en arkada duran, boş sandalyenin birine yerleştim. Biraz dinledikten sonra, elimdeki CD'lerini imzalatmak için kalktım. Gayet sakin, akıllı birine benziyordu Tuluyhan Bey. İmzaladığı CD'leri geri verirken teşekkür etti, ardından söyleşisine kaldığı yerden devam etti.
Piyanonun gelmesinden sonra, insanlar yönünü sağ tarafa doğru yöneltti. Herkes soluksuz bir şekilde konserin başlamasını bekliyordu. En sonunda hızlı parmak vuruşları ile konser başladı. En yakınında olmam dolayısıyla, parmak hareketlerinin ne kadar hızlı olduğunu ve vuruşlarının ne kadar güçlü olduğunu, çok rahat bir şekilde görebiliyordum. Hatta ve hatta pedala basıp, sesi nasıl yükselttiğini de. Parçaların çoğunu önceden biliyordum. Türk Kahvesi ile başlayan mini konser, Dünya Başkenti İstanbul'da ki 1 nolu senfoni ile devam etti. Zaten benim en sevdiğim çalışmaları, Türk Kahvesi ve en son CD'sinde ki 9 nolu senfonisiydi.
Konser sırasında, o kadar çok kaptırıyordu ki kendini, bir an korktum. O durgun, sakin insan coştu, zannettim ki kanatlanıp uçacak. Tuşlara her vuruşunda, kıvırcık saçları biraz daha kaba-rıyor, biraz daha karışıyordu. Müziğin ritmine göre, yüzündeki mimikler değişiyor, bazen güldürüyor, bazense düşündürüyordu. Ayağa kalkıp tuşlara vurmaya başladığında ve piyanonun üçüncü pedalına basıp, sesi yükselttiğinde, piyanoyu parçalayacak zannettim.
Derken hızlı bir parmak vuruşuyla, konseri bitirdi. Etrafta bulunan insanlar ise yavaş adımlarla alanı terk etmeye başladı.
Bense arkadaşımın evine gitmek için, yola koyuldum, metroya binmem hiçte zor olmadı. Turuncu, parlak koltuğuma oturduğum zaman, bir taraftan da düşünüyordum. Sanatçı olmayı. Kendine yeni eserler üretmeyi. Topluma mal olmayı. Ne kadar çok emek ve özveri yapılan çalışmaları.
Gerçekten insanlar hak ettiği yeri alırsa, emeğinin karşılığını bulursa, çok güzel. Ama şöyle bir baktığım zaman şunu görüyorum, maalesef gerçek sanatçılar, yazarlar yaşarken toplumda olması gereken yerde değiller.
Tarihte de bu hep böyle olmuştur. Bir Mozart, bir Haydn, Paganini, vb. İnsanların yaşamlarını incelediğim zaman, şunu gördüm: Yaşarken birçok sıkıntı ile mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Son zamanları, hastalıklar içinde kıvranarak geçmiştir. Fakat onlar dünya üstün-de kalıcı izler bırakabilmek için yılmamış, çalışmış ve en sonunda insanlığa mal olmuşlardır. Yaşarken olmasa bile öldükten sonra, hak ettiği değeri bulmuşlardır.
Günümüze bakınca, durum hala aynı değil mi? Gündemde olan, sanatçı kimliği yapıştırılan insanlar( ben asla bu insanlara sanatçı demiyorum.) sadece özel hayatları ile gündeme gelen, bütün hayatlarını, sahneye ya da gazete sayfalarına taşıyan insanlar. Bir şeyler üretmek, özgün olmaktan öte, sadece bedenini kullanarak bir yerlere gelmeye çalışan insanlar.
Ne gariptir ki, ne zaman televizyonu açsam, ne zaman gazeteyi elime alsam, bunlarla karşılaşıveriyorum. Ben istemesem de, adamın gözüne zorla sokuyorlar. Artık gazetelerden de soğumaya başladım bu yüzden.
Kızdığım noktalardan birisi de, özellikle özel kanallarda çok miktarda yapılan gaflar ve herkese sanatçı denilmesi. Yeni biri çıkmış, bir kaset çıkarmış, şarkının sözlerinden hiç bir şey anlamıyorsunuz, zaten çoğu da Türkçe değil, ne dediği anlaşılmıyor. Bir de bakıyorum, argoyu çok kullanan sunucu, "Yeni pop sanatçısı" diye anons ediyor, şaşırıp kalıyorum doğrusu. Sanatçı olmak, bu kadar kolay mı? Sen her şeyden önce konuşmasını öğren! Toplum önündesin, ona örnek olmam lazım. Küfürlerle sunum yapılamaz, bir kaset çıkarmakla, birkaç yıl gündemle kalmakla sanatçı olunmaz ki!
Sanatçı olmak, köklü olmaktır, özünden eserler verebilmek, kendin olmaktır. Her şeyden önce kültürünü tanımak, ona göre hareket etmek, kaybolmamaktır…
Fahir Atakoğlu'nun CD sini sorunca, kasiyer çocuk "O kim, yeni mi çıktı?" deyince, o kadar sinirlenmiştim ki anlatamam. Biz böyle, bizden olan, özümüzden olan, kaliteli, gerçek sanatçıları tanımak yerine, bayan x in hayatını, boşanmasını neden merak ediyoruz acaba? Yoksa beynimize zorla mı kazıyorlar bunları?
Kaçımız Fazıl Say'ın, Nasrettin Hocanın Dansları'nı dinledi. Pekiner Kardeşleri, kaçımız biliyor Suna Kan'ı, İdil Biret'i…
Ama ben hala umutluyum. Bir şeyler mutlaka bir gün düzelecek…
Gerçekten iyi eserler veren sanatçılar, yazarlar öldükten sonra bile olsa, anılacaktır.
Onlar ölümün bile öldüremediği insanlar arasına girecektir. Diğerleri ise, günledik işçiler gibi gelip geçecektir…
Tuluyhan Uğurlu ise birincide bahsettiğim insanlardandır. Eserlerinde bizim kültürümüzden, mehterimizden, sazımızdan bahsederek, özgün bir şekilde yolunda ilerlemektedir…
Ve ben inanıyorum ki, ilerde bir gün ölümün bile öldüremediği insanlar arasında yerini alacaktır…
Neslihan Güzel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kahveci : İlkay Sivaslı EVDEYİM, HASTAYIM… |
|
Valla üç gün raporluyum.. Tam da istediğim şeydi. Okulların kapanmasına bir hafta kala güzel oldu.Zaten yeni müfredatı da hiç bir şey anlamadan, geçen hafta eksiksizce bitirdikten sonra(!)
Anlayacağınız bu rapor üstüne çok güzel gitti. Neden rapor aldım di mi? Güzel bir soru. Cevaplayayım o zaman. Bağırsaklarım da bakteriler üremiş. Hoş ürerlerken bana hiç sormadılar ama..Zaten son bir aydır vücudumun değişik yerlerinde, değişik şekillerde üreyen bu bakterilerle savaşım hala sürmektedir.. Tüm bakterilere duyurulur..
Hastalık zor bir şey ama.. Hele de yalnızsanız, çok zor. Zaten halsizsiniz, zaten canınız yanmakta. Bir de üstüne üstlük kafanız karman çorman olup, hayatla dalga geçemiyorsanız son zamanlarda , hastalık iyice tuhaf bir hal almakta beyninizde…
Tüm bu tuhaflıklar içinde ,hiç aklımda yokken ben de oturup KAHVE MOLASI'NA bir yazı yazayım dedim..Dedim de.. Bakın , yine ateşim yükselmeye başladı..Offffff ya…
Neyse tüm sıkıntılara rağmen hayat devam ediyor di mi? Biraz polyannacılık oynayıp yazıma devam edeyim bari..
Hastalık diyorum zor bir şey… Yaşlandıkça çocuklaşıyoruz galiba.. Babama kızardım kalp hastası olduğu için, çorbaya fazla tuz atma diye de.. Hatta bir gün tuz atma diye birden fazla demişim de , çorba tabağının duvarda görüvermiştim bir anda…. İşte dün ben de kalkıp bir tencere çorba yapayım dedim kendime.. Yapmaz olsaydım keşke. İştahımı açayım ve şifa olsun derken ve zarar vereceğini bildiğim halde karabiberi biraz fazla kaçırınca olanlar oldu tabii.. Kesinlikle karabiber gibi acı şeyler yememem lazımken bir de üstüne fazla kaçırınca karnımdaki ağrı çekilmez bir hal aldı tabii..
Neyse bugün yalnızca yağsız makarna yedim. Bir de ahşap boyama sanatıyla uğraştım.Çok güzel bir tepsi yaptım kendime,lila tonlarında boyadığım tepsimin üstüne Abidin Dino'nun "Mutluluğun Resmi "adlı çalışmasını aktaracağım akşama, bakalım kısmet olursa..
Ya biliyor musunuz, çalışan insan olmak gerçekten zor. Evde yatsanız da boş duramıyorsunuz.Ya da ben öyleyim, ne bileyim??
Yatıyorum,yarım saat sonra ayaktayım. Neden derseniz ruhum sıkılıveriyor. Ne zaman evde kalsam dinlenemeden,hatta daha fazla yorularak okula geri dönüyorum..Ya tamam ben biraz fazla hareketliyim, o yüzden de bakteriler beni rahat bırakmıyor zaten ya. Neyse ben gidip biraz yatayım…. Sağlıktan daha önemli bir şey yok bu hayat da, insan ciddi bir durumla karşılaşmadan da anlamıyor zaten.. TANRI HEPİMİZE SAĞLIK VERSİN.. HOŞÇAKALIN..
İlkay Sivaslı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 6.315 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Aşk Gitmemişken Daha
uçuk yeşil denizin
ahşap kaplı yüzünde
gem okur ah
savrulurken su
göz
şaşmaz gördüğüne
senden sonra
hiçbir şeye
sormaz hatırını yalan
değdim
değindim düş
pembe solmamışken daha
hırçın kanat sesinin
çığlık sarılı tüyünde
kan dokur is
düşerken bulut
el
dokunmaz süründüğüne
senden sonra
hiçbir şeye
kırmaz zincirini esaret
sevdim
sevildim aşk
yar benden gitmemişken daha
sonra
bir dolu sis
uyku
rüya
hatırlamasam da
Gülcan Talay
Yukarı
|
"BU TOPRAĞIN RENKLERİ"
24 Haziran 2006 Cumartesi saat 20.30
İstanbul Turkuaz Turizm Folklor Derneği GK tarafından her sene sürdürdüğü dönem faaliyetlerinin bir yansıması olarak düzenlenen "BU TOPRAĞIN RENKLERİ", 24.Haziran.2006 Cumartesi günü saat 20.30 da Kadıköy Belediyesi, CKM Caddebostan Kültür Merkezi Büyük Salonunda gerçekleştiriliyor.Kurulduğu 2001 yılından itibaren her sene gerçekleştirdiği sunumu ile Türk Folklorunun en renkli dışa vurumu olan Halk Dansları alanında gerçekleştirdiği çalışma ve faaliyetlerini sunan İstanbul Turkuaz, kuruluşunun V. yılında yine zengin bir dans repertuarı ile izleyicilerinin huzurunda olacak.
Gerçekleştirdiği çalışmaları, sosyal ve kültürel etkinlikleri ile kendi misyon ve vizyonunu koruyan, farklı iş ve yaş guruplarından tamamen amatör dansçıları ile sahneye koyduğu sunumunda İstanbul Turkuaz, bugüne kadar alışılmış kalıpların dışında bir sunumu sahneye taşıyor.
Anadolu'nun binlerce yıllık tarihi geçmişi içerisinde şekillenmiş, gelişmiş kültürel, sanatsal ve folklor alanında eşi benzeri bulunmaz zenginliğe sahip değerlerini, hayatımıza her alanda etki eden geleneksel yapıları birbirinden renkli bir anlatımla sunuyor.
İstanbul Turkuaz'a gönül verenler, eğimenlerinin hazırlamış olduğu görsel bütünlük içerisinde İzmir, Van, Artvin, Muş, Silifke, Tokat, Adıyaman, Trabzon ve Hakkari yörelerinin danslarını, Anadolu'nun bereketini yansıtan renkler ile yöresel çiçekler bütünlüğünde sahneliyor, "Bu Toprağın Renkleri 2006" Sanat Yönetmenliğini Gülçin Uncuoğlu yürütüyor.
CKM de sunulacak gösteri için katılımları Ticketturk sağlarken, Tema Vakfı, Dimes Meyva Suları ve İletişim Basım Yayın sunuya katkıları ile destek veriyor.
"BU TOPRAĞIN RENKLERİ" 2006 da Görüşmek Dileği ile...
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
İnsan beyninin sınırlarını en fazla ne kadar zorlayabilirsiniz? Aslında yaşamadığı şeyleri, hem yaşanmış gibi yaptırıp, hem de yaşatıp nasıl, bir rüyaymış gibi gösterebilirsiniz. http://www.vidking.com/viewvideo.php?id=343 kısayolundaki filmi, biraz sabredip sonuna kadar seyredin lütfen. Biraz karışık ama, en sonunda neler olduğunu görünce teknoloji karşısında insanoğlunun düştüğü caresizliği anlayacaksınız. "Waking dead"
Diyelim ki Mc Donalds'ın işletme hakkı tamamen size verildi. Bu işi sepetlenmeden en fazla ne kadar sürede yapabilirsiniz? http://www.mcvideogame.com/game.html Buyrun deneyin bakalım, ne kadar başarılı (!) olacaksınız. Üretiminden tüketimine kadar her şey sizin kontrolünüzde. İnekleri siz yetiştiriyor ve hatta siz kesiyorsunuz. Eleman alımından, promosyon seçimine kadar her şey sizden soruluyor. İşten kovduklarınız sizi protesto ediyor. Çevre kirliliğinde siz suçlanıyorsunuz. Ve yeterince para kazandıramazsanız şutlanıyorsunuz.
Fıkra sevenlere geniş kapsamlı bir kaynak. Hem de her türden. http://www.fikra.gen.tr/ Gülmeye hazırsanız tıklayın lütfen.
Super ipod için neye ihtiyacınız var? Öncelikle normal bir ipod'a ve sonra tabiki bir akıl hocasına. Size bu konuda akıl hocalığı yapabilecek uçuk birini arıyorsanız http://www.command-tab.com/2005/03/13/ipod-super/ kısayoluna tıklayıp görebilirsiniz.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|