Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.008

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 19 Haziran 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : Dört dörtlük bir kupa!..

İyi haftalar,

Bu sefer dört dörtlük bir Dünya Kupası izliyoruz. Bilmiyorum belki de bana öyle geliyor ama seyredebildiklerimin hepsi birbirinden zevkliydi. Keşke bizde olabilseydik. Katılabilseydik belki de en şanslı grupta olacaktık. Zira diğer gruplar birbirinden zorlu. Brezilya oynadığı futbolla hayal kırıklığı yaratsa da, yıldızlarının çokluğu ile kazanmayı beceriyor. Dün bir Avustralya seyrettim harikaydı. Ya Fildişi Sahilleri? Gana? Vallahi kupa tarihine Almanya 2006 altın harflerle yazılacak gibi. Başlamadan evvel favorim Brezilya'ydı ama altı sıfırlık maçı seyrettikten sonra artık Arjantin'i tek geçiyorum. Bu hırsı kaybetmezlerse Maradona'nın takımı bu işi bitirir, o da tribünde zıp zıp zıplar.

Ne akla hizmetse bu sene okulları Pazartesi günü kapatıyorlar. Cuma kapatsalardı incileri mi dökülürdü bilmiyorum. Vardır bir bildikleri. Karnelerini alacak tüm yavrulara güzel, sağlıklı ve huzurlu bir tatil diliyorum. Benimkiler tatil havasına çoktan girdiler, sizinkiler de aynıdır eminim. Haftaya güzel bir Fransızca şarkı ile başlayalım istiyorum. Joe Dassin söylüyor, A Toi. İyi bir hafta bizlerin olsun. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Sedat Tüvar

 Anlık Duygular : Sedat Tüvar


  Yazmak?

"Bilmem ne dağının eteklerinde yapılan arkeolojik kazılar sırasında, yerin bilmem ne kadar altında bulunan gizli mağaranın en son noktasındaki kayanın üzerinde daha önceden hiç rastlanmamış bir yazı türü bulundu... Bilim dünyası ayakta... Şimdi merak konusu, kayadaki bu yazı, bilinen uygarlık tarihini değiştirebilecek nitelikte mi? Üstelik yazının bulunduğu yerde o sert kayayı oyan kişinin yazıyı yazmak için kullandığı tahmin edilen sert ve ne olduğu henüz belirlenemeyen bir de cisim bulundu. Cismin bulunması kafaları iyice karıştırdı. Bugün öğlen saatlerinden sonra sadece mağara değil, dağ tümden koruma altına alındı. Yapılan ilk açıklamaların ardından dünyanın her tarafından medya kuruluşları bölgeye akın etmeye devam ediyor."

Bu bir haber, gerçekten de yazmak üzerine büyük bir haber. Dünya oraya akın ede dursun, ben o kayada ne yazdığını biliyorum. Gazetenin birinde o kargacık burgacık, belli ki haberde geçen sert cisimle işlenmiş yazıyı gördüm ve o anda okudum. Dilbilimci değilim, şifreden mifreden de anlamam... Ama ben yazan adamın halinden anlarım. Açıkcası haberi manşetten okurken ben de az heyecanlanmadım değil. Maalesef uzun sürmedi heyecanım. Yazıyı okur okumaz, yazan adamın o anki duygu ve düşünceleri canlandı gözümde, zor şeymiş yaşadıkları, üzüldüm... Adamın cesedi o mağarada değil... Çözebilseler yazıyı anlayacaklar, ama nerde... Biliyorum düşecekler adamın kemiklerinin peşine, delik deşik edilecek taş, toprak.

İşte yazı:



Yazının sonundaki harfe (a) dikkat edilecek olursa baştaki ile aynı; bu harfin aşağı doğru uzamasının nedeni ise onun öldüğünün bariz kanıtı. Son an, son hamle...

Ah bir de yazının altına ismini yazabilseydi; yazamamış, biraz daha vakti olsa kesin yazacakmış. Evet, böyle bir şeyi bu kayaya yazan insan, altına ismini mutlaka yazmak zorunda... Yazıyı yazdıktan hemen sonra öldüğünün bir diğer kanıtı da bu, ordan kurtulsaydı gelip bu yazının üstünü karalayacağından kesinlikle eminim... Yazmak istiyordu ismini ama maalesef vakti kalmamıştı...

Burada bir aşk hikayesi söz konusu, son derece sıradan, hâlâ tercih etmeyi sürdürdüğümüz, gizemli bir aşk hikayesi... Yazının sonundaki isim, sevildiğini hiç duyamamış Leya; bu aşkın isimsiz kahramanının içten içe, umutsuzca sevdiği, gizli aşkı, güzeller güzeli, basit bir cümle ile dünyayı ayağa kaldıran adamımızın mensubu olduğu kabilenin reisinin kızı Leya.

Çok uzatmadan cümleyi dilimize çevireyim: "Ayı beni kıstırdı - reisten korktuğum için söyleyemedim - bilmeni isterim - seni seviyorum leya"

Belli ki o dönemde babasından izin almadan hiç kimse sevgilisine aşkını itiraf edemiyordu. Siz ne dersiniz bilmem ama, bence bu adam Leya'yı çok sevmiş, peki ya Leya; acaba o farkında mıydı bu aşkın? Bir yerlere yazmışsa çıkar o da yakında...

Yazabilmek başlı başına bir meziyet, okunmak zamanla olur elbet, ya anlanmak? İşte o zor biraz. Yazıdan anlamak lazım yazanın halini. Adımızı koyalım yazının altına, neme lazım, 2000 yıl sonra...?

Sedat Tüvar


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
7 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Neslihan Güzel

 Kahveci : Neslihan Güzel


  KADER MİYDİ?

Onu hep buralarda görürdüm. Saman sarısı saçları, kırmızı kısa elbisesiyle, koluna süslü çantasını takar, çıkar gelirdi hafta sonları. Sokağın başından hızlı adımlarla geçer, gülümseyerek bir "Merhaba" derdi. Hep bir sıcaklık vardı gülümsemesinde.

Yine saman sarısı saçlarını, rüzgârda dağıtarak geldi, en kıyıdaki masanın ahşap sandalyesine oturdu. Mavili, cici bicili çantasını da yan sandalyeye bıraktı. Bense onun artık, hazır olduğunu görüp "Ne istersiniz?" diye sormaya gittim. Her zaman ki gibi gözlerinin içi gülüyordu. Gülünce o beyaz dişlerinin hepsi meydana çıkıyordu. İnce uzun parmakları ile çok zarif bir zambağı andırıyordu. Kısa ve net bir cevap verdi: "Açık bir çay, lütfen!"
Elimde ki adisyonu işaretledikten sonra, kül tablasının altına bıraktım, usulca mutfağın yolunu tuttum.

İki dakika sonra dışarı çıktığım zaman, yanında her zaman görüştüğü, o şişman, tıknaz diyebileceğim siyah, gür saçlı adam vardı. Adam yönünü yola doğru çevirmiş, onun tam karşısında ki sandalyeye oturmuştu. Kıza göre daha yavaş adımlarla yürüyen, daha az gülen birisiydi. Bazen bu iki zıt insan, nasıl oluyor da anlaşabiliyor diye düşünüyordum.

Kız hep bir şeyler anlatır, gülerdi. Hayallerini anlatıyordu belki. Bekli de kaderine gülüyordu, kim bilir?

Adamsa sadece susar, onun gözlerinin içine bakardı, belki de yalnızlığını, mutsuzluğunu unutmaya çalıyordu. Kim bilir, belki de onun mutluluğunu kıskanıyordu, içinden "Keşke ben de senin gibi olabilsem, keşke ben de pollyanacılık oynayabilsem" diyordu.

Bu oturmaları saatlerce sürerdi. Bazen iki, bazense üç. Adam "Kalkalım!" derdi, kızsa "Tamam" diye gülümseyerek, başıyla onay verirdi. Kız önden hızla adımlarla yürür, adımlarını her atışında, sanki dünyaları ben yarattım derdi. Adam da o inat, yavaş sallana sallana yürürdü.

Sanki korkuyordu adam, onu taşıyamamaktan, onun enerjisine yetişememekten. Belki de onun canını sıkan, kızın neşesiydi. Onu gördükçe mutsuzluğu biraz daha depreşiyordu. İçinden sessiz çığlıklar artıyordu, boş geçen geçmişin, sessiz çığlıklarıydı bunlar. Hoyratça harcanan gençliğin çığlıkları…

Sonra, çok zaman sonra, o kızı tekrar gördüm. Bu sefer yalnızdı, her zaman ki cıvıl cıvıl giysileri ile gelip, aynı masaya oturdu "Açık bir çay" dedi. Bense biraz mahcup ve korkulu bir şekilde, "O gelecek mi?" diye sordum. "Hayır!" dedi. "Kaç zamandır onu görmüyorum." Başka da bir şey demeden, başını önüne eğdi, gülümsüyordu yine, belki de kaderine…

Günlerden bir gün, kaç zaman sonraydı hatırlamıyorum. Bardakları kurulayıp, yerlerine yerleştiriyor, bir taraftansa, ay sonunu nasıl getireceğim diye düşünüyor, için için kederleniyordum. Bir müşterinin geldiğini söylediler. Sipariş almak için bulunduğum yerden bahçeye doğru çıktım. O şişman, tıknaz, orta yaşlı adam gelmiş, yola doğru yüzünü çevirmiş oturuyordu. Hemen gidip siparişini aldım. "Çay" dedi, "Demli bir çay" Çok severdi çayı, her gelişinde saatlerce oturur, bardak bardak çay içerdi. Bugün kafası diğer zamanlara nazaran, biraz daha bozuk gibiydi, gözleri ve bakışları ise dalgındı. Yola bakıyordu, bir şeyler arıyordu. Sanki kaybettiği mutluluğunun peşindeydi. Çayını her yudumlayışında, yalnızlığı da bedenine yayılıyordu zerre zerre. Kocaman bir şehirde yalnızdı, yapayalnız. Kalabalıklar içinde, insanın nasıl yalnız kaldığını, ondan öğrendim. Hiç gülümsemiyordu, sadece bakıyordu, donuk bir şekilde. Belki de bakmıyordu bile, bakarmış gibi yapıyordu, çevresindeki güzelliklerin farkında bile değildi. Yalnızlığıyla hesaplaşıyordu, belki de kaçıyordu ondan. Sigaraya sığınıyor, uzun uzun düşünüyordu sabahlara kadar.

Derken iki saatlik bir zaman sonunda oturduğu koltuktan kalkıp, evinin yolunu tuttu. Yalnızlığını sakladığı, evinin yolunu… Sonra, iki yıl kadar sonra, elinde bebek çantası ile saman sarısı saçlı, biraz toplu bir bayan gelip, aynı ahşap sandalyeye oturdu. Siyah, yuvarlak camlı, güneş gözlüklerini çıkardığı zaman, o gözlerle karşılaştım. Badem yeşili gözlerle. Zaman ondan hiç bir şey çalamamıştı. Hala eskisi kadar güzeldi. Kırmızı elbisesi, hala üzerinde eskisi gibi güzel duruyordu. "Çay" dedi "Açık bir çay," her zaman ki tanıdık, sıcak bakışı ile. Hüzünlendim, zaman dedim, ne çabuk geçiyor. Ama bakışlar hep aynı. Değişmeyen bir tek oydu galiba, yaşanan bunca yılın ardından.

Dışarı çıktığıma zaman, otuzlu yaşlarda, siyah saçlı, bir doksan boylarında, bir bey kadının yanında yerini almıştı bile. O da bir çay istedi. Kadın bebek çantasının içinde ki kızını kucakladı. Başını omzuna dayadı, sırtına yavaşça vurmaya başladı. Çocuğunun elleri eldivenle kapatılmıştı. Büyük ihtimalle, yüzünü tırmalamaması içindi. Başında ki tek tük saçı ise rüzgârın esintisi ile sağa sola doğru sallanıyordu. Gözlerinin rengi daha oluşmamıştı, buğulu bir bakışı vardı. Annesinin omzunda, ağzı açık, dili dışarıda uyumaya başladı. Bu hali ile çirkin bir ördek yavrusunu andırıyordu.

Çayları bittikten sonra, adam "Kalkalım!" dedi, kızını bebek çantasına büyük bir dikkatle yerleştirdi, sonra hesabı ödeyip, yola koyuldular.

Adam bir tarafında kızı, bir tarafında karısı ile çok mutluydu, gülümseyerek karşı kaldırıma geçtiler…

Çok değil bir kaç gün sonra, yine o adama geldi, şişman olan. Hala yalnızdı, yala mutluluğu arıyordu, içtiği sigarada ve demli çayda. Belki de onu bekliyordu hala, umutsuzca…

Onu kendi haline bıraktıktan sonra, köşeme çekildim. Topladığım boşları yıkamaya başladım. Bir taraftansa düşünüyordum. Yalnızlık neydi? Çaresi neydi? Mutluluk çok mu uzaktaydı? Yoksa hatalarımızla, pişmanlıklarımızla, kayıp gidiyor muydu elimizden mutluluk? bir sabun kalıbı gibi. Kader miydi yoksa her şey? Bizse onun zavallı oyuncağı mıydık?

"Ah Fahriye Abla!" dedim sonra…

Neslihan Güzel


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Şadıman Şenbalkan


KEFİL OLMALI MI OLMAMALI MI?

Hukuki olarak kefillik, müteselsilin yani;(birlikte sorumlu, borçlu olmak) demek. Bu itibarla da kefillik, bir nevi "enayilik" demek oluyor. Bu da "Ben yiyemedim, al sen ye::." demekle aynı kapıya çıkıyor.

Önce düşünüp, sonra yaşarsak ve bu devirde "babanın oğluna güvenme" kelamına itibar edersek, en yakınlarımızdan, paramızdan ve bizi güç durumda koyacak arkadaş "kazığından" kendimizi kollamış oluruz. Zira, dostluğun arkadaşlığın ve hatta kardeşliğin bile paraya endekslendiği çıkar dünyasındaki insanların her biri, muhasebecilere taş çıkartan muhasebecilikleriyle, arkadaş, dostluk kavramları çoktan unutarak, merhum Özal'ın öğrettiği ve İktisat-İşletme öğrenimi görmüş olan bireylerin iyi bildiği "fayda maliyet oranını" iyi öğrenmiş ki, serbest piyasa ekonomisini ezberleyip; yutmuş. Aferin onlara. İstedik mi ne güzel öğreniyoruz ama; yiğitliği elden bırakmayıp, kefil olmaya devam ediyoruz. Ve bazılarımız da, hayatını zor idame eden arkadaş ve dostlarımız için bankalardan kredi çekerken, taksitle alışveriş yaparlarken de "para"demek olan imzayı atıyor, birlikte borçluluğu peşin peşin kabulleniyoruz. Bir çoğumuz belli ki iyi niyetimizden aynı dertlerden muzdaripiz ve "Mezardan babam gelse ona bile kefil olmam!" kelamını tekrarlayarak, kefil olmamaya yeminliyizdir.

Atasözlerinin doğruluk payına deyinmeden geçmeyeceğim ve "Bin nasihat, bir musibet" sözünü annemin "kimselere kefil olma(!)yoksa sen ödersin..." sözünü kulak arkası edip, arkadaşıma iyilik ederken kendime kötülük ettiğimi, arkadaşımın borcunu üzerime yıkmasıyla öğrenmiş oldum. Ve bu kötü tecrübeden ötürü de, "kefil zade" olan şahsım, başkasının borcunu zorlanarak, ödedi ve kefilliğin de dolandırılma yöntemlerinden biri olduğunu öğrenmiş oldu. Buradan hatırlatmamda yarar var, diye düşünüyor, ve "Siz siz olun ve insanlara kefil olurken iyice düşünün" diyorum. Hepinize kabusunuz olmayacak, kefil borçsuz günler diliyor, ekonomimizin düze çıkacağını ümit ediyor, kefil olmuşlara ve onların esas borçlularına da "ödeme güçsüz günler de bir gün gelecek" diyorum.

Şadıman Şenbalkan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

M.Nihat Malkoç

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


  EKMEĞİNİ TAŞTAN ÇIKARAN FEDAKÂR BABALAR

Rahat ve huzurlu yaşamak için geçim şartlarının iyi olması gerekir. Bu da sanıldığı kadar kolay değildir. Özellikle nüfusu yetmiş milyonu aşmış Türkiye gibi ülkelerde ekmek aslanın ağzında değil boğazındadır. Sıkıysa al. Nüfus bazen avantaj, bazen de dezavantaj olarak karşımıza çıkmaktadır. İşsizliğin yoğun olduğu ülkelerde şişkin nüfus avantaj değildir. Bu, ekmeğin daha da küçülmesi manasına gelir. Ekmek küçülünce her bir ferde düşen pay da azalmaktadır. Ülkemiz bunu canlı olarak yaşıyor.

Kim ne derse desin ailenin geçimi babanın sorumluluğundadır. Her ne kadar ülkemizde kadınların bir kısmı çalışıyorsa da bu yük babaların omzundadır. Çünkü kadın evin maddî yükünü taşımak zorunda değildir. Gerçi günümüzde tek maaşla geçinmek de nerdeyse imkânsız hâle gelmiştir. Durum böyle olunca kadınlar da çoluk çocuğunu bakıcılara bırakıp ekmek kavgasına dâhil olmaktadırlar. Bunun sayısız zararları vardır çocuk ve aile düzeni için. Sevgiye hasret bir toplum haline gelişimiz biraz da bundandır.

Toplumumuzda babalar genellikle annelerin gölgesi altında kalmışlardır. Herkes anneleri yüceltip dururken nedense babaların fedakârlığını görmezden gelir. Annelerin emeklerine ve cefakârlığına diyeceğim yok. Olamaz da zaten… Onlar bizim başımızın tacıdır. Cennet onların ayakları altındadır. Gül kokuludur anneler... Fakat babalar da unutulmamalıdır. Onların emekleri görmezden gelinmemelidir. Hayatın çilesini çeken bu insanlar, sevgi ve saygıya ne kadar da lâyıktırlar.

Baba güven demektir. Babası hayatta olan insanlar yüce bir dağa yaslanmış gibidirler. Baba aradan çıkınca o dağ üzerlerine çöker. Onların varlığı yüreğimizi ısıtır. Çocukların başarılarında ve elde ettikleri her şeyde babaların payı vardır. Bunu ancak büyüyünce, baba olunca anlarız.

Ben, Türkiye'de ve dünyada anne ve babalara ithaf edilen günlerin samimiyetten uzak, ekonomik çıkar amaçlı olduğuna inandığım için bu günlere pek değer vermiyorum. Mağazalar, bu günleri çıkar amaçlı kullanıyor. Saf duyguları ranta(getirim) çevirmenin kavgasını veriyorlar. Oysa bu duyguların ticarete alet edilmesi hiç de şık değil. Fakat günümüz dünyasında her şey para olarak görüldüğü için bu devran böylece yürüyüp gidiyor. Aslında saf sevgiye maddenin soğuk yüzü değmemelidir.

Siz siz olun babanız hayattayken kıymetini bilin. Ölüm araya girince hasret dağ gibi oluyor yüreğinizde. Geri dönüşü olmayan ötelere seyahat, hepimizin burukluğunu çoğaltıyor. Pişmanlıklar ve "keşke"ler yürek yangınımızı kor alevlere dönüştürmeden, babamıza sevgimizi açalım. İçimizde gizli kalan sevgi ve muhabbetin muhataba tesiri yoktur. Sevgi teşhir edilince tesirli olur. Aksi halde içimize hapsolan bir mahkûmdan farksızdır. Ben babamı kaybettiğimde sudan çıkmış balığa dönmüştüm. Kendime geldiğimde, içinde aşağıdaki dizelerin de bulunduğu hasret dolu bir şiir yazmıştım. Bu şiirin bir bölümünü dikkatlerinize sunmak istiyorum:

"Bir gönülün merkezine har düştü
Yaz ortası yüreğime kar düştü
Hayalimde yüceleşen yâr düştü
Hüzün bedenimden göçmüyor baba!
Bahçemdeki güller açmıyor baba!

Rengârenk bahardın, ağır kış oldun
Gerçek idin, şimdi bize düş oldun
Gözden akan bir damlacık yaş oldun
Göğümdeki kuşlar uçmuyor baba!
Bahçemdeki güller açmıyor baba!"

Babalar gününde öpecek bir el varsa yanınızda, dünyanın en bahtiyar insanısınız. Bu ele özlem duyanlar o kadar çok ki!.... Kıymetini bilin ve hazzını yaşayın. Unutmayın ki babasızlık, içini acıtır insanın. Kol kanat geren bu sevgi yorganından mahrumsanız üşürsünüz temmuz sıcağında bile. Burukluk oturur yüreğinizin orta yerine. Ötelere göçen bir baba, size dair düşlerini de alır götürür. Can acılarına dair tortular kalır yanınızda. Onun gölgesinin de gerçekte bir nimet olduğunu anlarsınız ama onu bile arayıp bulamazsınız. Müebbet bir acıya mahkûm olursunuz zindanlara girmeden. Uyuşur bütün hissiyatınız, donar sanki.

Babamı ötelere uğurlayalı tam iki yıl oldu. Bir 19 Mayıs günü toprağa koyduk onu. Herkes bayram ederken benim içim kan ağlıyordu. Dünya böyledir işte. Çelişkiler dünyası. Birileri bayram eder, birilerinin yüreği yanar gider. Yine bir babalar günü arifesindeyiz. İçimdeki acı, özlem ve burukluk tazelendi yine. Neylersin bu acı kader herkesin adına yazılmış çok önceden. Bu hüznü yaşamayacak olan var mı? Hayattayken doyasıya yaşayın baba sevgisini. Sevgilerinizi içinize hapsetmeyin… Ve asla ertelemeyin. Geçmiş babalar gününüz kutlu olsun. Dünyadan göçen babalara da gani gani rahmet diliyorum.

M.Nihat Malkoç
mnihatmalkoc@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.382 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Cambaz…

Bir ip,
İki değnek,
İki cambaz.
Yürürler ipin üzerinde.
İkisi de birbirinden cambaz.
Yok, istemezler düşen olsun.
Dengeleri değnekleri
Dengeleri gözleri
Dengeleri sözleri
İp, hikâye…

Bir ip,
İki cambaz,
İkisi de birbirinden haylaz.
Birinin değneği kırılır orta yerde
Uzatır diğeri kendininkini
Paylaşırlar parmak uçlarındaki ipi
Değnek, hikâye….

Bir su,
iki damla,
göz
yaşartıcı bomba!
Cambazlar ipte.
İkisi de çok iyi bilir
Aşağısı sahte
Bölüşürler gökyüzünü
Gerisi hikâye…

Elif Eser

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Hüseyin Alparslan

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


"BU TOPRAĞIN RENKLERİ"
24 Haziran 2006 Cumartesi saat 20.30


İstanbul Turkuaz Turizm Folklor Derneği GK tarafından her sene sürdürdüğü dönem faaliyetlerinin bir yansıması olarak düzenlenen "BU TOPRAĞIN RENKLERİ", 24.Haziran.2006 Cumartesi günü saat 20.30 da Kadıköy Belediyesi, CKM Caddebostan Kültür Merkezi Büyük Salonunda gerçekleştiriliyor.Kurulduğu 2001 yılından itibaren her sene gerçekleştirdiği sunumu ile Türk Folklorunun en renkli dışa vurumu olan Halk Dansları alanında gerçekleştirdiği çalışma ve faaliyetlerini sunan İstanbul Turkuaz, kuruluşunun V. yılında yine zengin bir dans repertuarı ile izleyicilerinin huzurunda olacak.

Gerçekleştirdiği çalışmaları, sosyal ve kültürel etkinlikleri ile kendi misyon ve vizyonunu koruyan, farklı iş ve yaş guruplarından tamamen amatör dansçıları ile sahneye koyduğu sunumunda İstanbul Turkuaz, bugüne kadar alışılmış kalıpların dışında bir sunumu sahneye taşıyor.

Anadolu'nun binlerce yıllık tarihi geçmişi içerisinde şekillenmiş, gelişmiş kültürel, sanatsal ve folklor alanında eşi benzeri bulunmaz zenginliğe sahip değerlerini, hayatımıza her alanda etki eden geleneksel yapıları birbirinden renkli bir anlatımla sunuyor.

İstanbul Turkuaz'a gönül verenler, eğimenlerinin hazırlamış olduğu görsel bütünlük içerisinde İzmir, Van, Artvin, Muş, Silifke, Tokat, Adıyaman, Trabzon ve Hakkari yörelerinin danslarını, Anadolu'nun bereketini yansıtan renkler ile yöresel çiçekler bütünlüğünde sahneliyor, "Bu Toprağın Renkleri 2006" Sanat Yönetmenliğini Gülçin Uncuoğlu yürütüyor.
CKM de sunulacak gösteri için katılımları Ticketturk sağlarken, Tema Vakfı, Dimes Meyva Suları ve İletişim Basım Yayın sunuya katkıları ile destek veriyor.

"BU TOPRAĞIN RENKLERİ" 2006 da Görüşmek Dileği ile...

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

New York Central Park konseri dönüşünde Yenikapı'da yaşlı fasılcı amcalara eşlik eden, oradan sünnet düğününe katılan, her yerde ayrım yapmadan aynı coşku ile çalan, köklerine bağlı kalarak yeniliklere yelken açan, klarnete hem hüzünlü hem de eğlenceli bir kimlik kazandıran Şenlendirici, http://www.husnusenlendirici.com Türk müziğini bozmadan, caz müziğini sarsmadan, dünya kültürünü zedelemeden yapılmış güçlü aranjeleri sayesinde klarnetin dünya markası olan sanatçı.

...Volkswagen has once again demonstrated its position at the cutting edge of modern technology by presenting the world's most economical road car: the 1-litre or 285 mpg car... http://vw.co.uk/new_devs/one_litre Bu araba 100 km.'de sadece 1 litre yakıt harcıyor. İnanmazsanız resmi web sayfasında kendi gözlerinizle görebilirsiniz.

http://www.davidbessler.com/wordpress/?cat=10 Önce bu web sayfasına tıklıyorsunuz. Sonra ekranda üstte veya altta görülen dans etmeye hazır elemanlardan bir tanesini seçiyorsunuz. Ekrandaki, klavye benzeri tuş takımının üzerinde mouse'unuzu gezdirdiğinizde eleman dans etmeye başlıyor. Ha bu arada dans müziksiz olmaz diyorsanız. A, B, C, D, E, F, X tuşlarından herhangi birisine basarak müzik seçiminizi de yapabilirsiniz.

Eğer web cam kullanıcısıysanız biraz daha dikkatli olun http://www.stupidity.org/video/529 ve bu hataya düşmeyin. İyi şanslar.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060619.asp
ISSN: 1303-8923
19 Haziran 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com