|
|
|
23 Haziran 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Hangi ihaleyi istersin emmioğlu?!.. | Merhabalar,
Akşam eve dönerken İstanbul'un başkanı Kadir Bey soruları cevaplıyordu radyoda. "Efendim arkadaşlarımız tetkik etmişler, ince hesaplardan sonra söz konusu şartnameyi hazırlamışlardır. Bunda bir beis(kötülük, zarar) yoktur." dediğini duydum ama neden ve ne amaçla dediğini anlamadım. Daha sonra öğrendiğime göre, titiz çalışma, söz konusu ihaleyi seçilen dost(?!) şirkete verebilmek için şartnameye sokulan "Patronun sol gözü seğirmeli" "Çıkış kapısının karşısında Kebapçı olmalı." benzeri adres bildiren maddelermiş. Bu konuda yazacak epeyce şey var ama maalesef ben bugün dükkanı erken kapatmak zorundayım. Zira dün geç kaldığım için gönderimde bazı sorunlar yaşadım, tekrarlansın istemiyorum. Huzurlarınızdan hızla ayrılırken bizim Enişte'nin ısrarlarına dayanamayıp bir harika Pink Floyd klasiğini pikaba koyuyorum, Money. Hepinize huzur dolu, güzel bir hafta sonu diliyorum efendim. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Önce İnsan : Cumhur Aydın Halet Hanım |
|
".. Gençliğe Söylev'deki olay meydana geldi onu yaşıyoruz."
Belli bir zaman dilimi içinde amatörce gerçekleştirdiğim kimi röportajların bazı bölümlerini, konuların güncelliği çerçevesinde paylaşıyorum. Geçende 'Mustafa Ekmekçi Röportajı'ndan alıntılar yapmıştım. Bu kez tam doksan yaşındaki bir özel insanla, Halet Çambel Hoca ile beş yıl önce yaptığım konuşmada hiç bir zaman önemini ve güncelliğini yitirmeyecek bölümlerden 'anımsamanın tam da zamanıdır' diye düşündüklerimi bir araya getirmek istedim.
Halet Çambel'i tanıtmak gerekir mi öncesinde? Halet Çambel 1916 yılında o sıralar Almanya'da askeri ateşelik görevini yürüten Kurbay Albay Hasan Cemil Bey ile Berlin Büyükelçisinin kızı Remziye Hanımın üçüncü çocuğu olarak Berlin'de dünyaya geldi. Yüksek öğrenimini kazandığı bursla arkeoloji dalında Sorbonne Üniversitesi'nde başladı. 1936 yılında eskrimde Türkiye'nin ilk bayan sporcusu olarak olimpiyatlarda Türkiyeyi temsil etti. Aynı yıllarda, Türk Tarih Kurumunun Başkanlığına getirilen babasının, Dr. Kurt Bittel'le yaptığı temasla ilk kez Boğazköy kazısında görev aldı. 1940 yılında şair ve gazeteci Nail Cçakırhan'la evlendi. Akademik yaşamında önemli yer tutacak Karatepe-Aslantaş kazılarını yürüttü. 1960 yılında profesörlüğe yükseltildi ancak ihtilal sonrası 147 öğretim üyesiyle birlikte üniversiteden uzaklaştırıldı. Bir süre sonra İstanbul Üniversitesine geri döndü ve Prehistorya Kürsüsünü kurdu. Türk Arkeolojisinin önemli adımları içinde yer aldı. 1984 yılında emekliye ayrılmasına karşın çalışmalarını sürdürüyor.
Yoktan varediliyordu herşey...
"Biz Atatürk Devrini, çocukluğumuzda, gençliğimizde yaşadık. Altın devrini yaşadık, Cumhuriyetin. Bir devrim dönemiydi tabii. Hepimiz, herkes bir taş üstüne bir başka taş koymaya çabalıyordu. Üretim, üretim, üretim. O vakit, Sümerbank yeni kuruluyur, kaput bezi ilk defa yapılıyor Türkiye'de. İthal güzel kumaşlar da bulunuyordu, fakat annem bize hep kaput bezinden çamaşırlar dikerdi. Her şey yerli malı olacak. Yoktan varediliyordu herşey. Ve üretim. Üç köy düşünelim. Hemen orta yerine, bir tarım makinaları tamir yeri açılırdı. İnsanlar oraya gelir, tamir yaptırırlardı. Yani korkunç bir ileriye hamle, bir inanç
vardı. Hedef vardı. Kimse fakir olduğuna yüksünmüyordu. Çünkü ortalıkta büyük zenginler yoktu. Sermayedarlar yoktu. Devlet sermayesi vardı. Herkes fakir, herkes yamalı gezerdi, fakat temiz. Ancak, hedefliydi, inançlıydı. "
Devlet haysiyetli, memur haysiyetli, vatandaş haysiyetli. Başımız dikti.
"Atatürk, harplerde ezilmiş yoksul bir ülkede dünyada hiç görülmemiş bir model yarattı. El açmadan kendi olanakları ile istikrar halinde bir kalkınma modelidir bu. Borçlanmadan, bir yandan Osmanlının borçları ödendi, bir yandan kapitülasyonlar,yabancıların sultası yok edildi. Ekonominin yanında kültürel seferberlik. Öz dile dönüş, güzel sanatlar, akademi, opera, bale, tiyatro, tarih, arkeoloji, bilimselliğe dayalı üniversite, Halk Evleri. Devlet haysiyetli, memur haysiyetli, vatandaş haysiyetli. Başımız dikti "
Sanki telsiz haberleşmesi gibi, yeni kitabın haberi, kitabı giderdi ve herkes okurdu.
"İnönü Devri. İnönü dış politikada başarılıydı, Lozan Kahramanıydı. Ancak iç politikada. İç politikadaki, en büyük hata Köy Enstitülerinin kaldırılmasıydı. O vakit, 1943'te bir açlık çıktı Türkiye'de. Devlet; herkesten yüzde yirmibeş alıyor. Bir gaz tenekesi kadar buğday, ölçütüyle. Ayni vergi olarak. Zenginden de alıyor, fakirden de. Zenginden alması ona dokunmuyor ancak fakire dokunuyor. Altı liraya sattığı bir teneke buğdayı, otuzaltı liraya geri alıyor. O zamanın parasıyla. Tabii, başka hatalar da yapıldı. Edirne'nin tohumluğu Adana'ya, Adana'nın tohumluğu Kara'a gönderildi. Böyle teknik hatalar yapıldı. İnönü'nün en büyük başarısı Türkiye'yi harbe sokmamasıdır. Çok büyük işti. Tekrar söylüyorum, en büyük hatası ise Köy Enstitülerinin kapatılmasıdır. Çünkü Köy Enstitüleri olduğu müddetçe Türkiye çok ileri gidecekti. Biz onları yaşadık, yani Enstitüler fevkalede ileri bir hamle idi. . Hasan Ali Yücel' i Tercüme Bürosu, klasiklerin çevirisiyle de anmak lazım. Herkesin kitap okuması. O vakit Enstitülü çocuklar, hangi kitap çıkarsa çıksın , derhal İzmir'den Kars'a, Kars'tan Ergani'ye, Karadeniz'e . Sanki telsiz haberlesmesi gibi, yeni kitabın haberi, kitabı giderdi ve herkes okurdu. Müthiş bir okuma merakı vardı ve tekrar üretim. Enstitüler üretimleriyle de vardılar. Köyü kalkınlandırmak için su mu lazım, su getiriyor, yol mu lazım, yolu organize ediyor, getirtiyor."
Menderes hareketi büyük ağaların hareketi.
"Ondan sonra Menderes geldi. Tabii, Menderes hareketi büyük ağaların hareketi. Adana'da Cavit Oral, Eskişehir'de Emin Sazak, yani o büyük ağaların partisiydi. Adnan Menderes'te ağa, yani çok büyük bir ağa değil ama ağa. Onlar karşı devrimi başlattılar. Karşı devrim yavaş yavaş ilerledi. Yaptıkları ilk şey biliyorsunuz ezanı Arapça okutmaktı. Ondan sonra, Halk Evlerini, Enstitüleri büsbütün yok ettiler ve yerine imam okulları açtılar, bu böylece devam etti."
"Menderesler gitti, o vakit asker müdahale etti. Ve askerin müdahalesi sonucu çok iyi bir anayasa yapıldı. Çok ileri bir anayasa yapıldı. O anayasa ile çok iyiye gidilecekti ve tekrar sivile devir yapıldı. Sivillerle birlikte tekrar ağalar, tekrar Türkiye'yi geri götürmeye çalışan, belli bir sermaye birikimi olan, belli bir güç kazanmışlar, parasal güç kazanmışlar yönetime geldiler. Mesala Atatürk toprak reformu yapmak istedi, olmadı. İnönü'de toprak reformu yapmak istedi olmadı, hatta 500 dönümden fazlası kamulaştırılacaktı, olmadı. İşte aslında orada düşürdüler. İnönü'nün düşmesi doğrudan doğruya toprak reformuyla ilgilidir. Sonra tabii Demirel ve o dönemle birlikte, bütün bu habaset ve hıyanet. Şimdi Demirel zeki, hayatı bilen, insanları tanıyan biri. Mesala Demirel bütün Genel Müdürleri tanıyan, zaaflarını, özelliklerini bilen adam. Bundan müthiş yararlandı. "
Bir ülkede sol olmassa demokrasi olabilir mi?
"Halk uyanacak. Yalnız Türkiye'nin felaketi örgütü yok. Başı çekecek kadrolar yok. Çünkü hepsini yok ettiler. Bir ülkede sol olmassa demokrasi olabilir mi? Olabilir mi? Olamaz. Sol diye birşey kalmadı. Hepsini sildiler."
"Hep beraber öğreneceğiz. Türkiye'de şimdi Atatürk'ün Gençliğe Söylev'indeki olay meydana geldi onu yaşıyoruz. Bu durum şimdi aynen mevcut. Ümitli kılan, halkın bir yerde uyandığı zaman, gösterdiği sağduyu. Yani Türk halkında böyle bir sağduyu var. Hani durur, durur da. Yani geniş halk kitlelerinin uyanması lazım. Köyde herkes herşeyin farkında. Haraç-mezat satıyorlar Türkiye'yi. Ve şimdi Türkiye'de dış güçlerle işbirliği yapacak iş adamları yetiştiriliyor."
Cumhur
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan YAVAN MUHABBETLER - 3 - |
|
Çok eski bir masal vardır. Mutlaka duymuşsundur. Yılan, fakir köylüye şöyle der. "Artık bizim dostluğumuzu sürdürmemiz imkânsız. Sende bu evlat acısı, bende de bu kuyruk acısı olduğu sürece eskisi gibi dost olamayız." "Hayda, ne alakaya maydanoz?" diyeceğini biliyorum. Çünkü herkesin belliği sadece kendi gördüklerinin, işittiklerinin ve hissettiklerinin kaydını tutar. Bu yüzden işte benim anımsadıklarım, seninkilerden biraz farklı. Yazar, "Güneş altında söylenmemiş söz yoktur."(*) demiş. Oysa vardır. Hep geride eksik, yarım söylenmemiş bir şeyler, kalacaktır.
Yıllar sonra şimdi seni üzmenin, eteğimdeki bütün taşları dökmenin kimseye yararı olmayacağını çok iyi biliyorum. Seni aramadığım, sormadığım o uzun aylar boyunca sende bu işte bir gariplik var demeliydin. Neden aramıyor, neden benden bu kadar uzaklaştı demen, meraklanman gerekirdi. Söylemene gerek yok. Senin buna vaktin yoktu. Etrafın insanlarla doluydu. Ortalarda görünmediğimi bile fark edemedin. Kalabalık dağılınca, ortalık tenhalaşınca benim olmadığımı mı fark ettin? Sen ne söylersen söyle, ben böyle olduğunu zaten biliyorum.
-Sen beni anlamıyorsun ama önceden söz vermiştim. Bu geçen yazdan planlanmış bir şey, sadece tarihi belli değildi. Şimdi ben gelemiyorum dersem çok ayıp olur. Hem de oyunbozanlık etmiş olurum. Lütfen üzerime gelme. En nefret ettiğim şey erkeklerin bu ısrarcı tavrıdır zaten…
Seninle her şey üç günlüktü. Üstelik "Her şey çok güzel, keşke sonsuza kadar hep böyle sürse..." dediğin zaman bile üç günlüktür. Bir aksilik çıkar, beklenmedik bir telefon gelir ve sen koşa koşa gidersin. Herkes, her şey benden ve paylaştıklarımızdan önemlidir. Bir keresinde gitmemen için çok ısrar ettim. Ama seni kararından döndüremedim. Bilmem kim, bilmem nerden gelmiş, siz bilmem nereye gidecekmişsiniz? Gidilecek her yer, yapılacak her şey benden daha önemliydi. Sana gitmemen için yalvardığım o gün ben çok küçücüktüm. Gözlerinde boşu boşuna kendimi aradım.
Uzak, yabancı bir kasabada insan iki kişiyle kalabalıktır. Gürültüye, patırtıya ve zamanın akışına kendini kolayca bırakabilir. İki kişiyle geceyi, denizin üzerine düşen yıldızları içine çekebilir. Gidenin ardından bakakalmak ise büyük yalnızlıktır. O küçük otobüs garajında beni bir başıma bırakıp çekip gitmeni hiç unutamadım. Nereye gidiyordun ve ben seni neden durduramıyordum? Madem bu kadar önemsiz ve etkisizim yapılacak başka bir şey yoktu. Bunu değiştirecek hiçbir şey yapamıyordum. Yenildiğimi, olayların akışını değiştiremediğimi anlayıp kendime çekilmeyi seçtim. O günden sonra sana bir daha hiç yakın olmadım. Aramızda hep belli bir mesafe bırakmaya özen gösterdim. Aradan geçen bunca zamana rağmen bunu fark etmemiş olman doğrusu beni şaşırttı.
- Sen beni çok geriyorsun valla. İstesem bile kalamam artık zaten. Her şeyden şüphe seziyorsun. Hayır, onunla bunun hiçbir ilgisi yok. Bunlar tamamen ayrı şeyler. Biraz daha ısrar edersen geldiğime pişman olacağım. Lütfen böyle tadında kalsın. Bırak daha fazlasını arama ve isteme. Evet, güzeldi işte, yeter… Belki başka zaman artık, fırsatımız olursa… Yeniden gideriz seninle bir yerlere. Ama şimdi tadında bırak ne olur?
Aylar hatta yıllar sonra bütün yaşadıklarımızı unutup yeniden başlayabilmek çoğu zaman mümkün değildir. O yazın, güneşin, o küçük kasabanın, gülüşmelerin, şakaların ve akşamların tadı hiçbir zaman bir daha aynı olmayacaktır. Bunun adına gurur, kapris, kırgınlık falan diyebilirsin. Elbette yanılıyorsun, her şey kendi sıcağında, kendi doğallığında yaşanır. Yeniden başlamak, kurgulamak, hesaplamak o günkü heyecanı ve tılsımı ona yeniden katamayacaktır. Kişisel kibir, gurur, kırgınlık, öfke veya çaresizlik ise bunun başka bir boyutudur. Bunu anlamak için sana şu soruyu sormak istiyorum. Sen hiç kendini kasabın önünden ayakla itilip uzaklaştırılmış bir köpek yavrusu gibi hissettin mi? Umarım bunu anımsamakta zorlanıyorsundur ve hiç başına gelmemiştir.
Sana arada sırada çok imrendiğimi bilmelisin. Ne güzel bir yaşamın var. Sıradan insanların dert ettiği şeylere hiç aldırmadan geçip gidebiliyorsun. Bu nedenle senden uzak durduğumun bile farkında değilsin. Derisi ince insanlar kendilerini çok iyi korumak zorundadır. Çünkü onlar kolayca yanıp, çabucak üşürler. Bunu bile bile birkaç kez sana gelmeyi aklımdan geçirdiğimi de itiraf etmeliyim. Özellikle birkaç kadehin ardından her şeye boş vermeyi başarabiliyordum. Alkol ile yalnızlık aynı gecede buluştuğunda her şeyin rengi değişebiliyordu. Ertesi gün elbette pişman oluyordum.
-Küçücük bir umut ışığı aradım. Korumasın isterse, sakınmasın dert değil. Küçücük bir sahiplenme, küçücük bir neden aradım. Ağzını bile açmadı. Bana gitme kal diyemedi. Oysa kalacaktım. Küçücük bir neden olsa her şeye göğüs gerip kalacaktım. Neden beni kimse şöyle adam akıllı sevmiyor. Neden hep özveride bulunan, fedakârlık eden ben oluyorum. Ona ne çok emek vermiştim, ne çok sevmiştim oysa. Bana gitme kal, bir şeyler düşünürüz birlikte bile diyemedi. Artık gitmekten başka çarem kalmadı. Çünkü buna rağmen kalırsam ayaklarının altında paspas olurum. Onun kulu, kölesi olurum.
Bunları rahat rahat söyleyebilmenin artık zamanı geldi. Bu kentin sokakları bizi artık tesadüfen bile olsa karşılaştıramayacak. Herkes yaşadıklarını çantasına doldurup uzaklara gidecek. Sana inatla ve ısrarla sürekli yinelediğim cümlelerin bazılarını yeniden tekrar edeceğim. Yazarın söylediğini hiçbir zaman unutma. "Sevdiğin kadar sevileceksin."(**) Bütün insanlar farkında olmadan basit bir hatanın içine düşerler. Sevgi karşılıksız değildir. Bir anne bile sevgisinin yavrusundan yansıyıp gelmesini bekler. Emeğinin, özverisinin farkına varılsın ve kendisine teşekkür edilsin, güzel birkaç cümle ile dillendirsin ister. İnsanlar nede bu kadar kötü demeden önce ben ne kadar iyiyim diye kendine sor. "Ben ne kadar iyiyim ve ne kadarını hak ediyorum?" demelisin.
Şimdi belki son kez birbirimize yalanlar söylemeliyiz. "Gelirsen ara, mutlaka görüşelim, seni özleyeceğim." gibisinden sözlerle bu hikâyeyi sonlandırabiliriz. Otobüs garajlarında vedalaşmalar, tekrar tekrar sarılmalar, hareket eden arabanın arkasından el sallayarak koşturmaları hiçbir zaman sevmedim. Bu tür davranışları her zaman birini uğurlamaktan çok, duygusallığı eylemlerle abartılmış eziyetler seremonisi olarak algılamışımdır. Otobüs terminalleri ve tren istasyonlarını bu yüzden hiç sevmemişimdir. Öyle veya böyle olaya mistik olarak yaklaşırsak herkes aslında yazgısına gider. Düşlerine, rüyalarına, yaşamak istediklerine gider. Eğer geride bırakılan önemli bir şey varsa şairin dediği gibi "Her zaman gidenler suçludur." (***)
(*) Aziz Nesin
(**) Yazarını anımsamıyorum.
(***) Yazarını anımsamıyorum.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Sıcaklardan |
|
- Sevgili Edi, bu maç sence ne olur ? ( Otorite olsan bari, sırf senin olduğu için bu radyo, çaresiz röportaj yapacağız gari ! )
Eheemm, öhömmm, Arjantin 0-0 kazanır ve bu durumda Hollanda da grup birincisi olarak başlar bir üst turdan.
- Süpersin yahu ! ( herhalde sıcaklardan ). Bu yalaka gazeteler nedense Arjantin'i birinci, Hollanda'yı ikinci yazmışlar. Şimdi asıl eşleşmeler başladı, sen asıl onlardan haber ver. Mesela : Almanya - İsveç ?
Hmmm, zor maç. Viking'lerde Asteriks ile Hopteriks mi oynayacak ?
- Abi onlar kadro dışı bırakıldılar ya ! ( Kesin sıcak )
Beckenbauer ile Gerd Müller sarı kart cezalısı değilse Almanya diyorum o zaman...
- Eee, uzman sensin ne de olsa ( Of amaaan aman ! ). Peki, İngiltere - Ekvador. Buna ne diyeceksin ?
Ekvador dersem sanırım kafayı yiyeceksin, onun için demiyorum. Aslında zor maç, bir tarafta Meridyen diğer tarafta Ekvator, boylam mı enlem mi ?
- Bence işlev önemli ama yine de sen bilirsin ( Vay be, iyi yakaladı doğrusu ).
İşleve bakmaz bu işler; Beckham'lı İngiltere, bu aç Ekvador'u şişler. Ekvador ise avucunu dişler, yine aç kalır yani..
- Allah ne muradın varsa versin, gani gani.. Süper bir yorum daha yaptınız Edi'törüm.
Kes kes, yalakalık yapma. Hem neden yine seni bu radyoya çıkardım ki ? Ne ses var ne diksiyon.
- ( Zaten çıkarmayacaktın Penguen'e çarpmasaydı o kamyon ). Çok haklısın muhterem Edi, söyle bakalım Portekiz mi Hollanda mı ayvayı yedi ?
Marco Van Basten çıkacak mı sahaya ?
- Çıkacak da, nasıl desem antrenör olarak çıkacak, futbolu bırakalı epey oldu ( Senden yorumcu olursa benden de spiker olur herhalde )
Biliyoruz, ukalalık istemez. Nerede o eski Lale Devri'nin Hollanda'sı ? Portekiz'e dikiz etmeli diyorum kısaca..
- Çok açıklayıcı bilgiler verdiniz efendim, Arjantin - Meksika hakkındaki görüşlerinizi de alayım, sonra diğer gruplara dalayım.
Arjantin usülü Tango devam edecek, Meksika buna karşı acı biberi ortaya sürecek. Kim kimin ayağına ilk önce basarsa bir üst tura o gidecek.
- İşte benim sorum, işte senden güzel bir yorum. İyi bir ikiliyiz değil mi ?
Lem ihtiyar senden tekli de olmaz, ikili de.. Olsa olsa Kupa Papazı ( Ah ulen, şu Bahçıvan, çekip gitmeseydi buralardan, düşer miydim eline ! ). Sen sormadan ben devam edeyim. Sonuçta; A-B-C-D grubunun arasındaki dövüşün galibi ya saha avantajlı Almanya tayfası ya da Arjantin'in Sarı-Mavi çizgili sayfası.
- Beyaz-Mavi diyecektin herhalde, hem ne sayfası ?
O kadar kusur Kadı Kızı nokta kom sayfasında da olur, ha sarı ha beyaz...
- ( İçine girdiğimiz yaz, elbette normaldir bu sıcaklarda bu kadarı bile az ). Devam edelim mi yoksa bir rejim bisküvisi mi ikram edeyim size, belki bir şarkı için izin verirsiniz bize. Hem sizin zamanınızın adamları konser vermişler pembe pembe... Yani diyorum Pink Floyd'dan birşeyler çalabiliriz siz de uygun görürseniz ( Günlerdir dandik dundik müzikler koyup duruyorsun zaten, kulaklarımızın pası silinir hiç olmazsa ).
- Bana bak, tepemin tasını attırma, keserim yayını, asarım seni ibreti alem için Kahveli Köy meydanında. Höt zöt, hede hödö...! Karışma benim seçimlerime, benim zamanımın müziklerini sen mi bilecen ?
- Tamam ya, seninle röportaj yapan da kabahat. Bulmuşsun benim gibi futbol kültürü en üst seviyelerde adamı... Ah aaah, ben Şansal'lara, Erman'lara konuk olacak adamdım ya düştük bir kere bu Kahveli Köyü'n yoluna..
Soracağın yok ama ben diyeyim, öbür grupların kapışmasından sonra da ( E-F-G-H gruplarını kastediyorum sen anlamazsın ) Brezilya veya İtalya götürür işi. Rio Festivali mi Spagetti Resitali mi onu da sen söyle ?
- Makarnaaaa...
Rioooo...
- Tangooooo...
Heil.... Führer ..!
Belliydi... Sıcaklardan...
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kahveci : Solmaz Akça YAĞMUR |
|
(Çorak topraklara düşmüş,
Minik bir damlayım ben...)
Geçmişini sırtında taşımaktan bitkin düştüğü bir akşamdı. Ona kalan vasiyetteki mektupla birlikte artık savaşıcak gücünün kalmadığını o da hissetmişti. Banyoya girip sıcak suyu açtı. Üstündekileri çıkardıktan sonra suyun altında uzun süre kaldı. Geçmişi akıp gitsin üstünden istedi. Kötü olan ne varsa kazınsın bedeninden ve beyninden. Küçük bir kız çocuğu olmak isterdi. Masum düşleri kirletilmemiş minik bir kız çocuğu. Sonra onu kirleten geçmişi ile yüzyüze geldi. Bedeni temizlensin diye, nasır taşlarıyla ovaladı. Kan topladı bedeni sıcaktan ve taşla kazımak istediği geçmişten. Bornozunu giyip odasındaki yatağa uzandı. Gözlerini ağır bir geçmişi unutmak ister gibi sıkıca kapattı.
Günün ilk ışıklarıyla birlikte, elinde bavulları otogara gelmişti. Yağmurun adı gibi hüzünlü ve nemli gözleri vardı. Her olaydan çabuk etkilenir, herşeye kolayca ağlardı. Otobüse bindiğinde kendisini sabahın ilk ışıklarıyla otogara atan sebebin basit bir merak olduğunu anlamıştı. Babasının ona vasiyetle birlikte bıraktığı mektup şimdi bilmediği toprakların kan kokan diğer yarısına çağırıyordu onu. Bir bulmacanın içine düşmüştü ve Diyarbakır'ın büyülü güzelliğinin onu avuçlamasına az bir zaman kalmıştı. Pandoranın kutusunu açmaya gidiyordu ve ne ile karşılaşacağını o da bilmiyordu. Otobüsün camına kafasını koyup uykuya daldı. Rüyasında çölde yürüyordu ayakları yanıyordu. Ama kendini yürümek zorunda hissediyordu. Birden kocaman surlar dikildi önüne, kocaman bir kapı belirdi surların arasında. Kapıda Arapça yazılar vardı. Kabartmalı süsler ve oymalarda. Birden kapıdaki arapça harfleri okuyabildiğini fark etti. Arapça bilmediğine emindi, ama okuyabiliyordu işte. "Peşinden gittiğin geçmiş, gün gelir seni içine hapseder" Bu cümlenin neden bu kapıda yazdığını o da bilmiyordu. Kapının işlemelerle dolu tokmağını tuttu. Tokmağın üstünde geçmiş kapısı yazıyordu. Tokmağı çevirip, kapıyı tam araladığı sırada uyandı. Bu garip rüyanın son günlerde yaşadığı gerginlikten kaynaklandığını düşündü. Sonra yolları, yolculukları, aşkları ve hasret duygusunu düşündü. Yağmur hayatı boyunca hep bir şeyleri özlediğini fark etti. Hayatı özlemekle geçiyordu. En çokta geçmişini özlüyordu. Gençlik günlerini, çocukluğunun arnavut kaldırımlarını, eski aşklarını. Yağmur geçmişe takılıp kalmıştı. Ve geçmişe atmış olduğu adımını bugünlere çekemiyordu bir türlü. Rüyasında okuduğu cümle geçti gözlerinin önünden. Sıkıntılarını, vesveselerini kovmak için derin bir nefes çekti. Ona ait olduğunu sandığı ve fakat aslında ona ait olmayan bir geçmiş vardı ardında. Tedirgin ve temkinli adımlarla indi otobüsten. İlk adımını korkakça ve büyük bir merakla izledi diğer adımları. Kendi ekseni etrafında döndü. Çevresini süzdü. Tekrar derin bir iç çekti. Tanımadığı bir geçmiş doldu içine. Şaşkındı....
Bir taksi çevirip oteline gitmek için yola koyuldu. Oteline giden yolda tanımadığı bu şehri inceledi. Ufak bir merasim yapması gerekiyordu. Bir tanışma merasimi düzenlemeyi kafasına koydu. Merakı, yorgunluğunu dizginledi. Şehre göre oldukça modern ve büyük olan bir otelin önünde durdu taksi. Yağmur bavullarını alıp içeri daldı. Otel eskiden bir hanmış. Adı Kervansaray Otel. Diyarbakırın en güzel otellerinden biriymiş. Taksici yolda gelirken anlatmıştı bu otel hakkında bildiklerini. Otelin her bir taşında geçmişin izleri vardı. Yağmur tanışma merasimi için fazla bekleyemedi. Bavullarını odasına yerleştirip, kendini dışarı attı. Otelin karşısında bulunan surlara dikti gözlerini. Taksici ona çin seddinden sonra dünyanın en uzun surlarının bu surlar olduğunu söylemişti. Doğruluk payı nedir diye düşündü. Eve döndüğünde mutlaka araştırmalıydı bunu. Geçmiş zamanın efsunlu sözlerini fısıldıyordu bu yabancısı olduğu şehir ona. Yabancısı olduğu ama tanıdık gelen bir yerde bulunmak kadar huzursuzluk yaratan bir durum yoktu. Daha önce gelmediğini bilmese kendi bile şaşabilirdi çıkış yollarını bulan içgüdülerine. Önce şehirde küçük bir tur attı. Büyükşehirlerin vazgeçilmezi olan Akmerkez, galeria tarzında büyük bir merkez kurmuşlardı şehrin göbeğine. Bunca tarih kokan topraklar arasında bu ve buna benzer binalar sırıtıp duruyordu büyük bir kibirle. Hava çok sıcak olduğu için etrafta pek dolanan yoktu. Bir mağazaya girip kendine kırmızılı-beyazlı bir puşi aldı. Ona kalsa siyah-beyazlı olanından alırdı ama adam "kadınlar siyahlı takmaz", dediği için aklı siyahta kalarak aldı kırmızılıyı. Ve başına güneş geçmesin diye bir güzel doladı başına puşisini. Ara sokaklara daldı. Bir şehri ele veren gizli kalan ara sokaklarıdır, diye okumuştu bir yerlerde. Ayakları onu çarşıdaki aktarcıların önüne getirdi. Sonrada aktarcılardan tanıdık gelen birisinden içeri daldı. Kapıdan içeri girerken geçmişin külleri boşaldı başından aşağı. Baharatların arasında dolandı bir süre. Çok sevdiği kekik kokusunu çekti içine. Sonrasında kekik, isot, adaçayı ve vazgeçilmezi olan nar ekşisinden aldı kendine. Nar ekşisinin tadını denediği hiçbir baharatta ve sosta bulamadığını söyledi aktarcıya. Hatta kırdığı yumurtaya bile bir tatlı kaşığı eklediğinide anlattı. Adam ücreti aldı. Ama hemen bırakmadı yağmuru. Bir çay ikram etti. Yağmurun çaya şeker atmadığını gören amca hemen "öyle acı acı içilir mi çay?" diye sordu. Yağmur gülümseyerek cevap verdi. "Acı değilki! Hem alıştım ben böyle içmeye". Adam aldığı yanıttan pek memnun olmamış olacak ki; derin bir iç çekip "Hayatın tadınıda çıkaramazsın sen. Sonra benim gibi hep kaçarsın, ömrün kaçmakla geçer." Yağmur adamın kurmuş olduğu cümleden pek birşey anlamadı. Amcaya "çayı şekersiz içmekle, kaçmanın ne alakası var" diyecek oldu, adam "gözlerin" dedi, "gözlerin aynı onun gözleri gibi sıcak ve hüzünlü bakıyor. O da senin gibi çayı şekersiz içerdi. İçinde kendisinin bile farketmediği acılar taşırdı. Ama o senin gibi iradeli değildi. Korktukları ile yüzleşemedi." Yağmur adamın titrek ellerinin, tanıdık yüz hatlarının içinde kaybolduğunu, bir yerlerden düştüğünü hissetti. Birden gözünün önünden bir hayat akıp geçti. Yağmurun narin bedeni yere yığıldı. Kendine geldiğinde adamın güleç yüzü ile karşılaştı. Adamın güleç yüzünün ardında gördüğü yazı Yağmur’u şok etti. Bu babasının yazdığı bir cümleydi. ‘Geçmişin yükünü bırakta gir bu kapıdan ağırlığını taşıma. Ama geçmişini de unutma, onu hep hatırla’... Şimdi daha iyi seçebiliyordu Yağmur. Bu gözler tıpkı babasının gözleri gibi acı acı bakıyor, yersiz tebessümlerle acısını saklamaya çalışıyordu. Yağmur derin bir nefes aldı. Adama "siz Mehmet Barın mısınız?" diye sordu. Adam "evet benim " dedi. Yağmur ağlayarak sarıldı yaşlı adama. "ben senin torunun yağmurum. Ahmetin kızıyım. Babamı ve annemi bir trafik kazasında kaybettim. Babam vasiyetiyle birlikte bir mektup bıraktı bana. Senden bahsediyordu. Seneler önce öldüğünü söylemişti oysa bana. Sen bana bıraktıkları tek mirassın. Ne olur beni bırakma." Yağmur gözyaşlarına hakim olamıyor, elinde kalan tek mirasa sıkı sıkı sarılıyordu. Adamında gözleri doldu. "Demek Ahmet öldü. Ve sen benim torunumsun. Gözlerin tıpkı büyükannenin ki gibi. Seninde gözlerinden yüreğini acılara esir ettiğin anlaşılıyor. Beklediklerini aradığını burada bulamazsın. Git buradan kızım. Kaç bu toprakların acı veren sevgisizliğinden. Seni gerçekten seven birini bul. Ve burayı, beni unut. Baban gibi güçlü ve büyükannen gibi sevgi dolu ol. Git buradan güzel kızım. Bahtını, yazgını bu toprakların çorak kollarına bırakma. Ben sana acı dolu bir geçmişi yaşatırım sürekli. Oysa sen mutlu anlar yaşamayı hakeden bir kızsın.Git buradan yağmurum. Ne kadar yağsanda bu çorak toprakları doyuramazsın. Git benim güzel kızım. Mutluluğa git... "
Solmaz Akça solmaz.ca@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Recep Pehlivanlar Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 6.382 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Çelişki
tam sağlam yürüyorum derken
sen geliyorsun aklıma
ve bir yel esiyor aniden
sarsılıyorum
yeniden dengede durabilene dek
ama her yel
içimden geçiyor sanki
içim boşalmış gibi
sonra
bir ümit yanıyor aniden
ısınıyorum
yeniden soğuyana dek
ama her ümit
içimde büyüyor sanki
içim büyümüş gibi
düşünüyorum
düşlüyorum
sonsuz bir saadet hülyası oluyor gözlerim
bir elim doluya gidiyor
bir elim boşa
geriye
senden ne kaldıysa
çelişkiler alıp sarınca benliğimi
soruyorum kendime
her cümlenin sonu
acaba
her acabanın sonu
bir ünlem
Gülcan Talay
Yukarı
|
Çizen: Hüseyin Alparslan Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Yukarı
|
"BU TOPRAĞIN RENKLERİ"
24 Haziran 2006 Cumartesi saat 20.30
İstanbul Turkuaz Turizm Folklor Derneği GK tarafından her sene sürdürdüğü dönem faaliyetlerinin bir yansıması olarak düzenlenen "BU TOPRAĞIN RENKLERİ", 24.Haziran.2006 Cumartesi günü saat 20.30 da Kadıköy Belediyesi, CKM Caddebostan Kültür Merkezi Büyük Salonunda gerçekleştiriliyor.Kurulduğu 2001 yılından itibaren her sene gerçekleştirdiği sunumu ile Türk Folklorunun en renkli dışa vurumu olan Halk Dansları alanında gerçekleştirdiği çalışma ve faaliyetlerini sunan İstanbul Turkuaz, kuruluşunun V. yılında yine zengin bir dans repertuarı ile izleyicilerinin huzurunda olacak.
Gerçekleştirdiği çalışmaları, sosyal ve kültürel etkinlikleri ile kendi misyon ve vizyonunu koruyan, farklı iş ve yaş guruplarından tamamen amatör dansçıları ile sahneye koyduğu sunumunda İstanbul Turkuaz, bugüne kadar alışılmış kalıpların dışında bir sunumu sahneye taşıyor.
Anadolu'nun binlerce yıllık tarihi geçmişi içerisinde şekillenmiş, gelişmiş kültürel, sanatsal ve folklor alanında eşi benzeri bulunmaz zenginliğe sahip değerlerini, hayatımıza her alanda etki eden geleneksel yapıları birbirinden renkli bir anlatımla sunuyor.
İstanbul Turkuaz'a gönül verenler, eğimenlerinin hazırlamış olduğu görsel bütünlük içerisinde İzmir, Van, Artvin, Muş, Silifke, Tokat, Adıyaman, Trabzon ve Hakkari yörelerinin danslarını, Anadolu'nun bereketini yansıtan renkler ile yöresel çiçekler bütünlüğünde sahneliyor, "Bu Toprağın Renkleri 2006" Sanat Yönetmenliğini Gülçin Uncuoğlu yürütüyor.
CKM de sunulacak gösteri için katılımları Ticketturk sağlarken, Tema Vakfı, Dimes Meyva Suları ve İletişim Basım Yayın sunuya katkıları ile destek veriyor.
"BU TOPRAĞIN RENKLERİ" 2006 da Görüşmek Dileği ile...
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
New York Central Park konseri dönüşünde Yenikapı'da yaşlı fasılcı amcalara eşlik eden, oradan sünnet düğününe katılan, her yerde ayrım yapmadan aynı coşku ile çalan, köklerine bağlı kalarak yeniliklere yelken açan, klarnete hem hüzünlü hem de eğlenceli bir kimlik kazandıran Şenlendirici, http://www.husnusenlendirici.com Türk müziğini bozmadan, caz müziğini sarsmadan, dünya kültürünü zedelemeden yapılmış güçlü aranjeleri sayesinde klarnetin dünya markası olan sanatçı.
...Volkswagen has once again demonstrated its position at the cutting edge of modern technology by presenting the world's most economical road car: the 1-litre or 285 mpg car... http://vw.co.uk/new_devs/one_litre Bu araba 100 km.'de sadece 1 litre yakıt harcıyor. İnanmazsanız resmi web sayfasında kendi gözlerinizle görebilirsiniz.
http://www.davidbessler.com/wordpress/?cat=10 Önce bu web sayfasına tıklıyorsunuz. Sonra ekranda üstte veya altta görülen dans etmeye hazır elemanlardan bir tanesini seçiyorsunuz. Ekrandaki, klavye benzeri tuş takımının üzerinde mouse'unuzu gezdirdiğinizde eleman dans etmeye başlıyor. Ha bu arada dans müziksiz olmaz diyorsanız. A, B, C, D, E, F, X tuşlarından herhangi birisine basarak müzik seçiminizi de yapabilirsiniz.
Eğer web cam kullanıcısıysanız biraz daha dikkatli olun http://www.stupidity.org/video/529 ve bu hataya düşmeyin. İyi şanslar.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|