Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.013

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 26 Haziran 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : Yine, Yeni, Yeniden Yamalı Bohça!..

İyi haftalar,

Sıcak, hoş ve bereketli bir hafta sonunun ardından merhaba. Bugün KIRK3YAMA'nın yayınına başlıyoruz. Televizyonlarını yeni açanlar için ufak bir hatırlatma yapmak gerekirse; Bugün dördüncüsüne başladığımız Kırkyama serilerinin basit bir kuralı var. Katılmak isteyenler birbirlerinden habersiz hikayecibaşına başvuruyorlar. Daha sonra sırasıyla kendilerinden önce kimin yazdığını asla bilmeden sadece kendilerinden önce yazılanları okuyarak hikayeye hikaye ekliyorlar. Böylece gelişen hikayemizi de bizler bu sayfalarda zevkle okuyoruz. Bu sefer biraz farklı bir yamalı bohça okuyacağız. Daha çok dialoglara dayalı absürd mizahi avantür bir içeriği var. Biliyorum birşey anlamadınız, ben de anlamadım zaten. Yalnız yazının kenarında bulunan "Akıllı İşaretler"e gereken önemi göstermenizi bilhassa rica ederim. Her gün bir bölümünü yayınlayacağım yamalı bohçanın yazarlarını hikayenin sonunda öğreneceksiniz. Umarım bunu da öncekiler gibi seversiniz. Yeni yayın döneminde çok daha farklı yamalar yapmaya devam edeceğiz, haberiniz olsun.

Haftaya hareketli bir şarkı ile giryoruz. Vaya Con Dios söylüyor Nah Neh Nah. Sıcaklardan kavrulmayacağımız bir çalışma haftası dilerim.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

KIRKYAMA

 KIRK3YAMA HİKAYELERİ


  Keten Helva -1-

1
- Aç şu kapıyı ! Çabuk ! Çabuk aç !
- Hay Allahım ya ! Bu gürültü de nesi ? Uyumuşum kalmışım burada yaa ! Kocam nerde ? Bu adam ne diye bağırıyor? Niye vuruyorsun arabaya be manyak !!!
- Açsana şu kapıyı ! Hadi ! Lütfen !
- Yaa çek git ! Bak kocam gelecek şimdi. Defol !
- Bak kırdırma camlarını şimdi ! Hadi bee !!!
- Tamam. Dur, manyak ! Ama, iyi de, anahtarlar ben de değil ki. Kilitleyip gitmiş bizim adam.
- Salak kadın ! Açacaksın içeriden işte ! Ulan sayıyla mı veriyorlar sizi bana.
- İyi be tamam açtım. Ama lütfen bir şey yapma. Ne olur.
- Sussana sen be ! Arabayı çalıştırmam lazım. Sus bi !
- Ne yani şimdi düz kontak mı yapacaksın arabayı ? Ayy ne heyecanlıııı. Hep merak etmişimdir nasıl oluyor diye. Filmlerde görürdüm hep. Hırsız , polisten kaçarken hemen yabancı bir arabaya atlar. İki saniyede bi ters bi düz kontak montak obarak gubarak hoop arabayı çalıştırır kaçar.. Ayy ayy çok serüvendir yaa. Yoksa, sen de mi kaçıyorsun ha?
Amannn Tanrım!! Yoksa sen hırsız mısın ha?!??
- Kablo da amma sertmiş olmuyor bee ! - Yoksa. Yoksa sen katil falan mısın ha ?!? İmdaaaaaaat !?! Polis yok mu polis ?!?
- Be kadın ! Sus ! Elimden bir kaza çıkacak şimdi.
- Katilsin sen katil. Poliiiiisss ! Poliiiiisss !
- Hah ! Çalıştı nihayet. Sıkı tutun !
- Ay nereye gidiyoruz be ?! Kocam gelecek daha, bekle !
- Hay kocana !
- İmdaaat ! Kimse yok muu ! Adam öldürüyorlar burada. İmdaaat !
- Kadın ! İnip gidebilirsin arabadan. Ne diye bağırıp duruyorsun be manyak !
- Aaa ! Manyak ! Asıl sen çek git. Bu benim arabam.
- Neyse artık çok geç. Gidiyoruz. Benimle geliyorsun.
- Yaa. Nereye gidiyoruz ? Sen kimsin ? Kimden kaçıyorsun? Niye hala ortalarda kimse yok ? Polis nerde ? Devlet nerde ? Kocam nerde ? AAAAAAAaaaaaaay !!!
- Senin çenene ne koca dayanır ne de devlet. İki dakika bi sus be kadın !
- Halt etmişsin sen küstah ! Bağıracam işte ! AAAAAAAaaaaaaay !!!
- Amma bağırdın be ! Ulan gören de sana tecavüz ediyorum sanır.
- Tecavüz mü ? Bana tecavüz mü edeceksin ? Allahın sapığı ! İmdaaaat !
- Tipim değilsin.
- Hı ?? - Evet. - Ne yani tip mi arıyorsun ?! Allahım ben ne tür bi manyağa denk geldim böyle bee.
- İnan ben de tam bunu söyleyecektim, ağzımdan aldın.
- Ben ağzından falan bir şey almadım manyak ! Tecavüzcü sapık ! Bırak beni ineyim ! İmdaaaat !
- Bak kadın ! Son kez..
- Ya durdur şu..
- Son kez söylüyorum..
- Arabayı..
- Sus bak. Sus..
- Durdur şunu..
- Bak son kez..
- Durdur da ine..
- YETEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEERR !!
- Tamam be bağırma ! Sustum.
- Hah şöyle. Yola gel.
- Pislik !
- Telefonunu ver !
- Vermem.
- Ver dedim !
- Kocamı arayıp versem ?
- Ver şunu ! Hem o seni merak ediyor mu ? Hiç aradı mı seni ?
- Sana ne ! O beni birazdan kurtarır nasılsa. Polisleri takmıştır peşimize. Görürsün.
- Tabi tabi. Hatta atına atlayıp bizim peşimizden geliyordur babayiğit.
- Dalga geçme ! Yakalanınca görürsün.
- Sana bir şey söyleyeyim mi ? Bu benim için de bir kurtuluş olur aslında.
- Sen bana neden tipim değilsin dedin ha !?!
- Bilmem. Ses tonun olabilir mi mesela ?
- Hıh ! Ben gayet güzel bir bayanım. Erkeklerin ilgisini çekmişimdir ben hep.
- Evet aslında memelerin fena değil.
- Nee ? İmdaaaaaat !! Sapııııııık ! Sapık vaaaaaaar !
- Be kadın manyak mısın sen be ! Sus ! Sana dokunursam şerefsizim !
- Nedenmiş o !?
- Ne nedenmiş ??
- Şey.. yani.. niye dokunmayacakmışsın ?!
- Bana sapık diyene bak.
- Hayır be sadece merak ettim. Son günlerde kocam da beğenmiyor beni hem. Tamam biraz kilo almış olabilirim. Son zamanlarda kendime çok bakamıyorum doğru. Ama hala çekici bir kadınım ben biliyorum. Sen kendine bak esas sapık! Hem biz nereye gidiyoruz yaa ?!
- Cehennemin dibine gidiyoruz tamam mı?
- Neyden kaçıyorsun sen ha?
- Bir şeyden kaçmıyorum. Karıma kaçıyorum.
- Nasıl yani ?!?
- Önce şu telefonunu ver, sonra anlatırım belki.
- Telefonum yok.
- Nasıl yok ?
- Yok işte. Evde unutmuşum.
- Bütün kadınlar, hep aynısınız var ya ! Salaklıkta elinize su dökülemez.
- Yaa manyak !! Telefonumu unuttum diye ne diye salak oluyorum ?! Bana ikide bir hakaret edip durma ! Kalbimi kırıyorsun.
- Hı ?
- Hıı tabi ya ! Kaba adam !
- Ulan iki dakika sus. İki dakika !!
- Kim bilir karını da ne biçim kırıp döküyorsundur sen.
- Züccaciyeci misin sen be kadın !
- YAVAŞ ! Yavaş be ! Önündeki taksiye vuracaktın !
- Hah o taksi ! Bizimkileri de yakaladık işte.
- Hıı ??!!

Arkası Yarın


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
9 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Güliz Dülgeroğlu


Törensiz Gömülmüş Bir Aşk

Uzun gölgelerin ucundan düşüyorum terk edilmiş caddelerin karanlıklarına.Ateşin çevresinde toplanmış dilencilerin yanından geçiyorum.Benden daha zenginler diye düşünüp örtüsünü açıyorum yalnızlığımın. Ağlamaklı bir yüz görüyorum da inanmıyorum ben olduğuma. Acı bu kadar belli eder miymiş kendini her suratta?

Merak ediyorum, hangi yazar tasvir edebilmiş acaba hüznü olanca yoğunluğuyla? Ben sadece bir çırağım: kelimeler dilimde tat bırakıyor, çevremde dans eden bir dünya yaratıyor yine de beni benden zeki yapamıyor işte.

Sis, toplanıyor çevremde bu akşam bir şeyleri benden saklamak istermiş gibi. Oysa gözle görülecek kadar açık şeylerde olsa ben farkına varamayacak kadar dalgınım bu gece.

Yakınlarda bir yerde yanan kömür kokusu boğazımı sıkıyor sanki. Adımlarımı hızlandırıp dar sokaktan aceleyle ayrılıyorum. Birden kendimi geniş ve insanların rasgele serpiştirildiği yarı-boş bir meydanda nefes alabilirken buluyorum. Açıklığın tam ortasındaki heykelin altına toplanmış çalgıcılar caddeyi balo salonuna dönüştürmeye gayret ederek şevkle çalıyor. Etrafına toplanmış kadınlardan bazıları müziğin dansa değer olduğunu yine de dans etmeye cesaret edemediklerini gösterir gibi kalçalarını bir sağa bir sola sallıyor, geniş etekleri bir çan gibi görünüyor. Etrafta demir daireler ve çubuklarla koşuşturan çocuklar sokağa bir karnaval havası veriyor.

Bu manzaranın karşısında tedirgin olup bir adım geri atıyorum. Biraz önce ayrıldığım kömür kokulu o dar karanlık sokağa geri dönmek şimdi daha çekici görünüyor gözüme. Kim anlar ki benim acımdan şu şen palyaçoların, geveze kadınların arasında?

Daha önce yürüdüğümde incelemiştim bu caddeyi bu yüzden kafamı kaldırıp yıldızlara bakmak istemiyorum tekrar. Biliyorum ki tepemde göğü bana göstermeyecek kadar acımasız bina var. Hava iliklerime kadar titretiyor beni, ayaz yanaklarımı tokatlayarak uyuşturuyor suratımı. Köşede ateşin çevresinde dikilmiş, elden ele bir şişe içkiyi paylaşan fakirlerden gidip ısınmak için bir yudum borç istesem benden karşılığında kesin paltomu isterler diye düşünüp karanlığın içine saklanarak hızlandırıyorum adımlarımı.

Sonunda bu cadde de bitecek. Nereye kadar dolandıracağım bu yorgun bedeni, bilemiyorum. Nereye kadar beni taşıyabilirse mi? Akılsızın tekiyim işte! Hâlâ kabul edemiyorum. Şu dev gibi önüme dikilmiş gururum kör ediyor beni. Oysa gerçek, bir çocuğun bile anlayabileceği kadar açık. Ne kadar uzaklaşırsam uzaklaşayım yine onun paspasında durmuş bir saat kapıyı çalıp çalmamak arasında gidip gelirken bulacağım kendimi. Sonunda aşkım, gururumu büyük bir cesaretle parçalayacak ve o kapı heyecandan deli gibi atan kalbimin sesiyle yumruklanacak. Sonra beni uçuşan geceliğiyle bir melek karşılayacak, yanağına kıvrılan kibar bir tebessümle gülümseyecek ve her tartıştığımızda olduğu gibi her şeyi unutup beni öpecek.

Bu akşam olacakları bilmeme rağmen neden bu kadar tedirginim acaba? Sanırım bu tartışmamız diğerlerinden daha uzun sürdü. Evet, en uzun ayrılığımızdı bu. Beni unutmuş olabilir mi? Hiç aramadığı için böyle düşünüyorum bence. Ama kalbini kıran benim, bu yüzden aramamak için haklı sebepleri var. Bu aptalca fikirlerin beynimi kurcalamasına izin verirsem sonunda bu akşam planladığım gibi paspasın üstünde değil, denizin dibinde olacağım!

Pekala, sadece iki blok öteye gideceğim. Kan kokusu almış bir köpek balığı gibi durmadan onun evinin etrafında dolaştığımın farkındayım. Belki yolda karşılaşsaydık bu daha kolay olurdu benim için. Her neyse madem buradayım o zaman rotamı belirleyip, sevgilimi kollarımın arasına alacağım ve bu sefer kapıyı çalmakta tereddüt etmeyeceğim.

Adımlarımı hızlandırıyorum. İçimde anlatılması güç bir heyecan var. Okuldaki ilk gün annelerinden ayrılan çekingen çocukların korkusu ve hayatında ilk defa yüklü bir maaş almış bir işçinin sevinci gibi karışık ama tam anlamıyla midemi sıkıştıran bir his.

Evin önündeki caddeyi aydınlatan sokak lambasından kaçmak için yolu uzatıyorum. Bu garip davranışlarımın hepsini içinde bulunduğum duruma borçluyum. Paspasa ayaklarımı basıyorum. Evin ön kapısı karanlık, beni saklıyor etraftakilerden.Önceden kararlaştırdığım gibi fazla savaşmadan kapıyı çalıyorum. Tok bir ses yankılanıyor içerde. Yaklaşıyor bana doğru ve gözlerimi kamaştıran bir ışık aydınlanmaya başlıyor tam tepemde. Kapı açılıyor, gülümsüyorum karşımdakine.

Bir adam atletiyle dikilmiş bana bakıyor. Şaşırıyorum, içimi panik duygusu kaplıyor. Nereye taşınmış olabilir ki? Gece gece adamı rahatsız ettim, sorsam tanır mı acaba? Sapık olduğuma karar verip beni tartaklamadan önce kız arkadaşımın adını verip nereye taşındığını sormaya karar veriyorum. Ağzımı tam açacakken, karanlık koridordan uçuşan bir gecelik geliyor, adamın vücuduna dolanıyor. Bana bakıp öylece kalakalıyor, tanıdık gözler büyük bir utançla beni izlerken, ben aynı anda paspasın binlerce kat altında nefes almaya çalışıyorum. O ise bir açıklama düşünüyor. Ayaklarım geri geri gidiyor. Bana doğru birkaç kararsız adım atıyor. Ben yüzümde aptal bir ifadeyle ona bakarken, ruhum çoktan arkasını dönmüş dar sokaklara koşuyor. Sonunda daha fazla dayanamayıp bedenimde takip ediyor.

Soluk soluğa karanlığa gömüyorum kendimi. Yosun tutmuş duvarlara yaslanıyorum. Sidik kokan pis sokaklarda çaresizce sürünüyorum. Bir titreme alıyor bedenimi. İster istemez ateşe yöneliyorum. Fakirler bana bakıyor sonra omzuma bir battaniye atıyorlar. Elden ele geçen şişe bana geliyor. Bir yudum alıyorum, acı boğazımdan aşağıya kayıyor. Gözlerim görmez gibi kıvılcımlara bakıyor. Burada kimse akan yaşlara 'dur' demiyor. Düşünüyorum, benim onlardan ne farkım var? Bu gece sevgilimin yanında benim yerime başka bir adam yatıyorken, evime gidip uyumaktansa şurada kutulardan birinin üstüne kıvrılıp sızmamın, leş gibi içki kokmamın, sokaklarda barınan bir dilenci olup olmamamın ne önemi var? Her gece rüyalarımda o yüzü göreceksem uyumanın, uyanık olup da onu hatırlayacaksam yaşamanın ne anlamı var? En değerli şeyi, kalbimi kaybettikten sonra… şimdi gerisinin ne önemi var?

Güliz Dülgeroğlu


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Neslihan Güzel

 Kahveci : Neslihan Güzel


  YİNE SEVGİ OLACAKTIR

İnsan yaşam denen bu handa neler yapmalıydı? Hayatın gayesini ne oluşturuyordu? Hayat denen bu handa bende yaşadım demek için ve bu dünyada bir parmak izi bırakmak için, neler yapmalıydık?

Hizmet için vardır insan. Dünya da ben de vardım demek için yaşar. Bu amaçla eserler üretir kendine. Bu her alanda olabilir; resim, müzik, edebiyat, bilim vb.
Ya da iyi çocuklar yetiştirir, bu vatana hizmet etsin diye. Bunları yapabilmesi için de, her şeyden önce insanları sevmesi gerekir.

Dünyaya yeni bir şeyler katmak için, çalışmalıdır büyük bir özveri ile.

Affetmeyi öğrenmelidir, kendine haksızlık edeni bile, affedebilmelidir. Sevgi aşılamalıdır insanların beyinlerine, kin ve nefreti atıp onların yerine, mutluluk tohumları ekmelidir. Kendisi ile uğraşan, kötülük eden birine bile, iyilikle karşılık verebilmelidir.

Bu satırları yazarken aklıma Sefiller geldi birden. Romanın kahramanı olan adam, hırsızın evinden çaldığı, gümüş şamdanları geri almamış, ona hakaret etmemişti. Ona iyilikle yaklaşmış, hediye etmişti çaldığı şamdanları. Victor Hugo burada kötülüğe karşılılık iyilik yapmanın, ne kadar da önemli bir şey olduğunu vurgulamıyor muydu? Yazar kimliği ile insanlara bir ders vermiyor muydu? Hizmet etmemiş miydi bu kitabı ile insanlığa?

Gerek hemşire olup, hastalara bakarak, gerekse bir öğretmen olup iyi nesiller yetiştirerek biz de katılabiliriz bu kervana. Bunları yapamıyorsak eğer; Bir gönüllü kuruluşta, kimsesiz insanlara bakabiliriz. Onların bir gülümsemesi, bir sevgi sözcüğü, bizi çok mutlu edecektir. Ve biz öldükten sonra, bizi anıp, iyi bir insandı demeleri çok güzel bir şey olmaz mıydı?
Bundan daha güzel bir şey var mıdır insan için?

Yapılan araştırmalar göstermiştir ki, insanlara karşılıksız iyilik yapan, paylaşımcı insanlar diğer insanlara göre daha mutlu ve psikolojileri de daha sağlam olmaktadır. Bu insanlar, küçük şeylerle de, mutlu olabilmektedirler.

Alışveriş yaptığımız yerde ki tezgâhtara vereceğiniz bir tebessüm, bir selam, belki bizim için önemsizdir, ama onun bütün gününün iyi geçmesini sağlayabilir. O zaman bunu ondan niye esirgeyelim ki!

Paylaşımcı olalım. Vaktimizi, eşyalarımızı, mutluluğumuzu, her şeyi paylaşalım. En iyi dostluk, böyle kurulur. En zor zamanında derdini paylaşarak ve ihtiyacı olduğu zaman onun yanında olarak. Mutluluğun anahtarları da bu değil midir zaten?

Cömert olalım sevgi de, hoşgörü de, arkadaşlıkta, her şeyde. Karşılık beklemeden yapalım bir şeyleri. En iyi hediye gönülden verilendir. İhtiyacımız olan ve zamanında gelen hediyedir.
Para değerine bakmadan verelim hediyelerimizi, kalpten.

Neden insanlar elindeki ile mutlu olmuyor da daha fazlasını istiyor, herkes mutluluğu neden para da arıyor. Mutluluk para da ise eğer, neden ünlü, zengin insanlar mutsuz, neden aldatmalar var, mutluluğu insanlar neden uyuşturucuda ya da başka şeylerde arıyorlar o zaman. Çok zengin bir iş adamının eşi, o kadar parayı bırakıp, neden eşini terk edip gidiyor. Demek ki para da mutluluk getirmiyor, sevgi olmayınca.

Peki, o zaman mutluluğun kaynağı ne?

İnsanları mutsuz eden şey, aç gözlülüktür, hırstır, benmerkezciliktir. Mutsuzlukla mücadele etmenin yolu ise paylaşımdır, cömertliktir, karşılıksız sevgidir.

İlk önce bebeklerin ruhunda yeşermelidir sevgi. Onların kalplerine ekmeliyiz ilk önce sevgiyi, onlarla beraber yetişsin de boy versin diye.

Sonra bütün dünya sevgi ile dolacaktır zaten, paylaşımlar artacak, dertler azalacak, ağlayan insanlar da kalmayacaktır. Bütün insanlar ise, sevgi ırmağının içinde yüzecektir.

Bunca yaşanmışlıktan sonra ardımızda, bizden kalacak tek ve en güzel şey ise, yine sevgi olacaktır…

Neslihan Güzel
www.neslihanca.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Şadıman Şenbalkan


HEM “İN”LERİ... HEM “BEN”LERİ..

Türkçe’mize; “in” diye bir deyim yerleşmişti herkesin ağzına sakız! Trend İngilizce kelâmlardan yana yükselişe geçtiğinde; “İn, Out” modası çıkmıştı, ve hali hazırda bizim her birşeye maydanoz; magazin yazanların “baş tacı” olmaya devam ediyor, görünen başka yorumuyla.

“Tabii...” diyenler, “İngilizce dünya dili değil mi?” diye cevap veriyorlar birbirlerine. Ama gerçekte “tabi”den mi, yoksa “tabii” den ötürü mü İngilizce diline tabi olmak!.. Hem İngiliz Dili, “iki kere iki dört eder” gibi dünya dili falan değil. Dünya dili de olsa kaç yazar... İngilizce, “sömürge sever” İngilizlerin dilidir, ve Amerika Kıtasına gitmeyi başarmış İngiliz Misyonerlerinin yaydığı bir dildir, bilenler bilir. Velhasıl görünen bir tabloda da bazı İngilizce meraklısı; kendi dillerini unutanlarında dili olmuş çıkmıştır İngilizce Dili; ama, Orta Amerika’da İspanyollar kültürlerine ve en önemlisi DİLLERİNE sahip çıkmış, dünyaya ve yaşadıkları Amerika Kıtasına İspanyol Dilini yaymakla kalmayıp, İngilizce’nin üzerine yazdırmışlardır dillerini. Ve lâkin o büyük kıtada yaşayan İspanyol kökenliler, İngilizlerin; İngiliz’cesine itibar etmiyor, Güney Amerika ve Orta Amerika’daki İspanyol Dilini ön plana çıkarıyorlar. Halka açık alanlarda, hastanelerde bile önce; İspanyolca açıklamalar, ve altında İngilizce’si var çünkü.

Bizde ise, bazı özel ve tüzel okul müfredat programında dersler, İngilizce okutuluyor!..

İngiliz Dilini ana dilimizden fazla mı öğrendik; yoksa?

Lise öğrencileri bir yıl boyunca okudukları İngilizce ile ana ve baba dilini bertaraf edip; sin sülale diline mi çeviriyorlar! "Maşallah" demek lâzım bizim keratalara.

Bir yılda, Fizik kanunlarını, Kimya problemlerini hem de İngilizce çözüyor bunlar!..

Peki ama, bu gençler üniversite sınavında; Türkçe ve Edebiyat sorularını ve tabiatıyla da Kimya, Fizik ve Matematik sorularını hangi dille okuyorlar?

Ana dil ve baba dille tabii.

Peki o zaman: Niye salt yabancı dille eğitim yapan okullar var hâlâ?

Sana soran oldu mu ki!

“İn” burada harekete geçti...

"Ben" kimliği de ortada.

Yüzümüzdeki veya vücudumuzdaki benler değil tabii bu “ben”ler...

Bu "ben"ler, Türkçe’mizdeki “mecaz” anlamların kullanılmasındaki güzellikte...

Ama ve lâkin, “ben” sözünden türemiş öyle anlamlar yüklüyoruz ki "ben" isim soylu Zamire. Ve “ben" şaşırıp kaldı.

Çünkü "bu ben" de duygular var, egoist bir duygu vaziyetti bile var.. Bu da Tükçe'mizin gizli anlamlı kelimeler hazinesini anlatıyor. Ah bizim herşeyi anladığımız, konuşma yetimiz ve güzel mi güzel, sesli ve sesiz uyumuyla kaynaşmış güzel dilimiz. Bir o kadar da yazıLdığı gibi okunan, güzel alfabemiz. Sen merak etme, GÜZEL LİSANIMIZIN GÜZEL yazarları var ve onlar, ayna vazifesi görmeye devam edecek, didaktik akımın boşuna olmadığını gösterecektir, Türk Edbiyatı'ndan günümüze gelmiş yazarlarımızın emeklerini, ilmek ilmek ördükleri sözcükleri, imgelerin ahenginde söz sanatlarıyla; ama bizden olan sözlerle; ayakta tutacak, kendinden öncesindeki ve sonrasındakilerinle elel ele olacaktır bu güzel LİSANIMIZDA.

Onun için “İn”leri “out”ları çıkarıyorum benim dilimde olmayanlardan, ve İngilizce sözcüklere geçit vermiyoruz biz değil mi Türkçe'mizi korumak adına...

Burada; bu iş, hem de nihai iş, edebiyatçıya öğretmene ve yazara çizere düşüyor. Yani; “Gençlerimize öncelikle Türkçe öğrenimi vermek, işimizdir bizim" diyelim. İngilizce’de, Fransızca’da, Almanca’da ve DÜNYA çoğunluk insanının konuştuğu Çince’yi ve Rusça’yı da öğretelim, geleceğimiz gençlerimize, ama tarihin en eski beş dilinden biri olan TÜRKÇE'MİZİ koruyalım, yabancı kelimelerden arındıralım ve unutmayalım ki, ORTA ASYA’DA onlarca insan Türkçe konuşuyor, ve aslı astarında Türkçe'mizde DÜNYA dilidir, dilimiz yani lisanımız Yüce Milletimizin Şanlı geçmişi, geleceğidir.

LİSAN

Güzel dil Türkçe bize
Başka dil gece bize
İstanbul konuşması
En saf en ince bize

Uydurma söz yapmayız
Yapma yola sapmayız
Türkçeleşmiş Türkçedir
Eski köke tapmayız

Türklüğün vicdanı bir,
Dini bir, vatanı bir
Fakat hepsi ayrılır
Olmazsa lisanı bir.

Ziya Gökalp


Şadıman Şenbalkan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,409,409,409,409,409,409,409,409,40
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

M.Nihat Malkoç

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


  ŞEHİRDE BAHARI YAŞA(YAMA)MAK

Bahar şüphesiz ki mevsimlerin en güzelidir. Kışın kasvet verici havasından kurtulan ruhlarımız mart ayıyla beraber hayata ve umuda "merhaba" demenin hazzını yaşarlar. Karlar su olup akmıştır derelerden. Çoktan denizlere karışmışlardır. Dağlarda açan çiçekler, dünyanın yeniden kurulup donandığının işaretidir. Bu durum her yıl hiç aksamadan devam eder. Bazen farkına bile varmayız bu değişimin.

Zemherilerin dondurucu soğukları güneşin tatlı gülümsemesine bırakmıştır yerini. Tan vaktiyle beraber dünyamızı ısıtmaya başlayan güneş, bütün merhametiyle görünür gökyüzünde. İyileri de, kötüleri de hiçbir ayırım yapmadan aynı şefkatle ısıtır. Kol kanat gerer yaşlı dünyamıza.

Çoktandır duymadığımız kuş sesleri etrafımızı sarıp sarmalar. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber bizleri bir anne şefkatiyle tatlı uykumuzdan uyandırırlar. En mükemmel musiki tınısı bile bu doğal armoniyle kıyaslanamaz. Yaşamanın bitimsiz hazzını hissedersiniz bu doğallığın içerisinde.

Canlılar toprak altından çıkıp gün yüzüyle tanışmanın verdiği huzuru birbiriyle paylaşmaktadır. Artık kör karanlıklarda aç, susuz yaşamaya mahkûm değillerdir. Önlerinde uzun bir bahar ve onun kadar güzel bir yaz vardır. Her ne kadar sonbahar kışın habercisi olsa da şimdi bunu düşünmenin zamanı değildir. Anın keyfini çıkarmak en akıllıca olandır. Yarının kederiyle anı zehretmek ne büyük ahmaklıktır.

Kışın hüzün sarmalı, yerini baharın güzel yüzüne bırakmış bu demlerde. Baharla birlikte her şey kendini yeniliyor. Çünkü değişim ve yenileşmenin adıdır bahar… Renk cümbüşü gözlere bayram ettiriyor. Nereye baksan yemyeşil bir siluet beliriyor karşınızda. Gölgeler göğün mavisine ve arzın yeşiline yansıyor. Baharla birlikte neler değişmiyor ki?... Şaire Halide Nusret Zorlutuna'nın dediği gibi bahar insanı kendinden geçiriyor; sarhoş bakışlarıyla âşıklara göz kırpıyor. Kanımızı kaynatıyor fokur fokur:

"Çekil bu gölgeli yolda gezinme...
Bahar, bakışların gene pek sarhoş
Yanılıp gönlüme misafir inme:
Kapısı kilitli, mihrabı bomboş
Mabettir orası, meyhane değil!"

Bahar gelmesine gelmiş de şehirlerimiz nasibini alamamış bu güzelliklerden. Nasıl alsın ki? Bahar demek yeşillik demek, ağaç demek, orman demek, kuş demek….O güzelim çiçeklerin, beton yığınlarında ne işi var? Nasıl gelsin şehre bahar… Onu davet edecek yüzümüz mü kaldı? Kuş sesleri yerine; seyyar satıcıların, pazarcıların, simitçilerin gürültüleriyle uyanıyoruz her sabah… Bahar gelip geçiyor da şehirde yaşayanlar farkına bile varamıyor. Bu ne bahtsızlıktır bilir misiniz? Bunu dilerseniz şâir Ahmet Arif'ten dinleyelim:

"Haberin var mı taş duvar
Demir kapı, kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim
Uğruna ölümlere gidip geldiğim,
Zulamdaki mahzun resim,
Haberin var mı?
Görüşmecim yeşil soğan göndermiş
Karanfil kokuyor cigaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin"

Gerçi Ahmet Arif bu şiiri hapisteyken özgürlüğe duyduğu hasretle yazmıştı. Şehrin ruhumuzu daraltan sahte yüzüyle her gün karşılaşmak hapisten çok daha mı iyi hâldir? Bu da bir çeşit hapis hayatı değil mi? Baharla birlikte kırlara çıkıp dolaşmak bahtiyarlığını yaşayamadıktan sonra mevsimin adının bahar olmasının ne önemi var? Kır çiçeklerini toplayıp buket buket sevgiliye sunmanın hazzını tatmak neye olsa değer. Elin yapma çiçekleri içimizdeki sevgiyi muhatabına taşıyamaz ki… Bahar, aşka yelken açmanın diğer bir adıdır bizde. Bu da yeşille maviyi kucaklamakla, çiçeklerin diliyle, içimizdeki hasret yangınlarını maşuka sunmakla hissedilir, hissettirilir. Kaçımız bunu hakkıyla yaşayabiliyoruz? Bir düşünün…

Sıkıntıları şehirde bırakıp köylerin doğallığına sığınmayı ne çok istiyorum. İçime kasvet çöktüren bu kapalı şehir hapishanesinden kurtulup kendimi tabiatın kollarına atmayı ne kadar da arzuluyorum. Şehrin kalabalıkları arasında yalnızlığı yaşamak bir kurşun gibi sıkılıyor yüreğime. Kuru kalabalıklar hasretimi ve yalnızlığımı daha da artırıyor. Bahar yağmurları altında sırılsıklam olmayı ne çok özlüyorum. Ya o püfür püfür esen tatlı rüzgârları… Şehirde yaşamak bahardan nasibini alamamak demektir. Kendim için değil de en çok çocuklarım için üzülüyorum. Bizler bari çocukluğumuzda baharı yaşadık köylerde. Onların böyle bir şansı bile yok artık. Şehrin dehlizlerinde ömür törpülemeye mahkûm zavallılar…

M.Nihat Malkoç
mnihatmalkoc@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Recep Pehlivanlar

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.382 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


ŞİMDİ BİZ SEVİŞİYORSAK

Şimdi biz seviyorsak
yakarışlarla sarsılıyordur dünya
ateş ve yutkunuşu
yığarak kalbin billuruna

Şimdi biz seviyorsak
oynaşır buzağılar çayırlarda
elleri terli doğar çocuklar analarından
altında bir dağ gibi durulur gökyüzünün
anlam bulur çılgınlıklar ve ağlayışlar

Şimdi biz seviyorsak
– ki gönlümüzde cömert bir başdönmesi gezinir –
fısıldaşır camlardaki buğu
aşkın gülümseyişi başkalaşır
bulup çıkarır koynundan
yaradılışın kalkanını

İşte dal gibi endamı sevgimizin
gırtlağımızda huysuzlanan acımtırak titreyiş
işte gövdemizi fırlatarak girdiğimiz kavga
adımlarımızdan boşalan korda sarsılan toprak

Şimdi biz seviyorsak
– ki grevlerden
dövüşerek kuşatılan halktan öğrendik bunu –
ayrılığın olduğu kadar kavuşmanın
güvenin ve
verimli gürültünün yazlarını taşırız dünyaya

Çünkü biz sevişiyorsak
çırılçıplak işçileri var demektir sevginin

Nihat Behram

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Hüseyin Alparslan

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

New York Central Park konseri dönüşünde Yenikapı'da yaşlı fasılcı amcalara eşlik eden, oradan sünnet düğününe katılan, her yerde ayrım yapmadan aynı coşku ile çalan, köklerine bağlı kalarak yeniliklere yelken açan, klarnete hem hüzünlü hem de eğlenceli bir kimlik kazandıran Şenlendirici, http://www.husnusenlendirici.com Türk müziğini bozmadan, caz müziğini sarsmadan, dünya kültürünü zedelemeden yapılmış güçlü aranjeleri sayesinde klarnetin dünya markası olan sanatçı.

...Volkswagen has once again demonstrated its position at the cutting edge of modern technology by presenting the world's most economical road car: the 1-litre or 285 mpg car... http://vw.co.uk/new_devs/one_litre Bu araba 100 km.'de sadece 1 litre yakıt harcıyor. İnanmazsanız resmi web sayfasında kendi gözlerinizle görebilirsiniz.

http://www.davidbessler.com/wordpress/?cat=10 Önce bu web sayfasına tıklıyorsunuz. Sonra ekranda üstte veya altta görülen dans etmeye hazır elemanlardan bir tanesini seçiyorsunuz. Ekrandaki, klavye benzeri tuş takımının üzerinde mouse'unuzu gezdirdiğinizde eleman dans etmeye başlıyor. Ha bu arada dans müziksiz olmaz diyorsanız. A, B, C, D, E, F, X tuşlarından herhangi birisine basarak müzik seçiminizi de yapabilirsiniz.

Eğer web cam kullanıcısıysanız biraz daha dikkatli olun http://www.stupidity.org/video/529 ve bu hataya düşmeyin. İyi şanslar.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060626.asp
ISSN: 1303-8923
26 Haziran 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com