Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.014

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 27 Haziran 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : Harç bitti, yapı paydos!..

Merhabalar,

Parası olan için kabus dolu belirsiz günler. İki ayda %30 değer kaybeden Yeni Türk Lirasının katilleri henüz bulunabilmiş değil. Rivayetler çeşitli, Çin'deki karpuz üretiminin Dünya Kupası sırasında talan edilmesinin borsayı vurduğundan tutun, paçası sıkışan Bush'un dolara nefes aldırmak için borsaları manipüle ettiğine kadar söylentiler var. Haklısınız karpuz pek akla yatkın değil ama sorarım size biz bundan daha saçma kriz tetikleyicileri görmedik mi? Bunlar hepinizin malumu şimdi saymakla bitmez ama hatırlayın son krizin nedenlerinden biri toplantı masası üzerine pike yapan Anayasa kitabıydı mesela. Şimdi durum farklı gayet tabi. Milletin sabır taşını yonta yonta lüle taşı ustası haline gelen bir hükümet, lay lay lom günlerin ardından başarılı olması illaki gerekli işlere sıra geldiğinde bakkal dükkanı bile işletmesi şüpheli bir hale geliveriyor. Hiç hazzetmem ama bu konuda Mumcu başkan bir laf etmiş cuk oturmuş. Mumcu şöyle demiş; "Bu iktidar otomatik pilotla giden bir uçağın kabininde oturuyor. Uçağı kendileri kullanıyor zannettiler ama uçak daha önce çizilmiş rotasında gidiyordu. Yol haritası bitti, şimdi uçağın kontrolü onlarda uçağı kullanmaları lazım. Oysa ilk icraat Merkez Bankası başkanını değiştirdiler, durum ortada." Bu dört yıllık iktidarın ekonomik anlamda kısa ama acı özeti.

Açıklanan anket sonuçlarına önceleri isyan etmiştim. Olur mu canım falan gibi nidalar çıkarmıştım. Ancak daha sonra salim kafayla düşündüğümde gayet haklı ve doğru olduğuna kani oldum. Öyle ya, son aylarda izlenen gergef politikası sayesinde sinirleri geren, laik Cumhuriyeti tartışmaya açan, rejimi yargılayan bir hükümetin oy kaybetmesi için yandaşlarının da aynı konudan muzdarip olmaları gerekir değil mi? Peki bundan rahatsızlık duyacak bir AKP seçmeni olabilir mi? Belki birkaç tane, ona karşın bu durumdan nemalanan yeni seçmenlerin olacağını da unutmamak gerekir. Geriye bir tek ekonomik göstergeler kalıyor ki, onu da yukarıdaki gibi Mumcu izah etmiş, ha bundan sonra ne olur orası şimdilik muamma tabi.

Merkezde, solda, sağda birleşme senaryoları almış başını gidiyor. Rahşan Hanım Ecevit'in son isteğini yerine getirmek üzere seferlere başladı. Sabık başkanlar sahaya dönmek için ısınıyorlarlar. Eski tüfekler savaş baltalarını gömdükleri yerden çıkarıyorlar. Şimdi bu durumu çeşitli şekillerde yorumlamak mümkün. Mesela "Denedik gördük günümüzü" diyebiliriz veya "Otursunlar oturdukları yerde, gençlerin önünü açsınlar" diye de düşünebiliriz. Ya da olumlu bulur, "Hatalarından ders almışlardır, artık eski yanlışları yapmazlar" bile diyebiliriz. Fakat burada göz ardı etmenin imkansız olduğu bir durum var. Benim güzel memleketim, alışık olduğu sosyal ve politik yapı nedeniyle, öyle kolay kolay lider yetiştiremiyor. Gençlerin önünü açmak mevcut yapıyla hemen hemen imkansız. Belki marjinal veya radikal fikirlerin etrafında toplananlar içlerinden genç bir lider çıkarabilirler ama çıkardıklarıyla kalırlar. Türkiye'de, etrafında toplanılıp arkasında yürünecek ve iktidar alternatifi olabilecek partilere lider olmanın topla tüfekle yıkılamayacak kuralları var. Önce Allah yürü ya kulum diyecek, Kasımpaşa'da birgün uyanıp okulunun yanındaki partiye kayıt olacaksınız. Boy uzun olduğu için dikkat çekecek il başkanı olacaksınız. Ardından diğer partiler birbirini yerken aradan sıyrılıp İstanbul'a başkan olacaksınız. Aldığınız rüzgarla parti kurup başkan olacaksınız. Hapse girip kahraman, milletin illallah dediği bir seçimde başbakan olacaksınız. Bu kısmet kaç kişiye nasip olur memlekette? O zaman, bu işin içinde pişmiş kurt politikacılar yeniden geliyor diye korkmanın bir anlamı yok. Talep ne olursa olsun arzımız bu üzgünüz.

...

Cuma günü Beyaz'ın programında izledikten sonra Cumartesi ilk iş gidip Ajda'nın son albümünü aldım. Bunca yıldır hep bir adım önde olmayı başarmış ender sanatçılardan birisi Ajda. Eleştirmenlerden biri "Yaşına uymamış" diye bir yorumda bulunmuş. Tek kelimeyle halt etmiş. Gösterdiği yaşla pek uyumlu bir albüm olmuş. Sezen'le yaptıkları örnek işbirliğinin yanında seçilen diğer şarkılar da birbirinden güzel. Ama bir tanesi var ki, bence muhteşem yorumlamış. Livaneli'nin son albümünde dinlediğimiz o harika şarkı, yorumuyla, düzenlemesiyle Ajda tarafından yeniden hayat bulmuş sanki. Gelin şimdi o şarkıyı birlikte dinleyelim ama sonra gidip bu albümü mutlaka alalım. Sözü ve müziği Livaneli'ye ait şarkıyı Ajda Pekkan söylüyor, Sevdalı Başım. Sıcaklara dikkat, hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

KIRKYAMA

 KIRK3YAMA HİKAYELERİ


  Keten Helva -2-

2
Öndeki arabada.

- Ayfer aklıma ne geldi biliyor musun?
- Ne geldi yine boyu devrilesice!!
- Boyuma bok atıp durma, ayağına değil apartman gökdelen topuk giysen yine bana yetişemeyeceğini bildiğinden böyle yapıyorsun Allah'ın pigmesi. Senin bir çocuğun olsa Avrupa'da Afrika'nın ilk kabile hayatını başlatmış olurdun bunu biliyorsun di mi. Ama Allah sana ve soyuna bu tarihe geçme fırsatını yaşatmıyor işte. Şimdi şöyle bir düşün bakalım, geçen yıl bu vakitlerde neredeydik biz. Hatırladın mı?
- Ne bu dejavu mu? Yani geçen yıl tam şu anda mı? Nereden bileyim biz o zaman tanışmıyorduk bile. Yani kafan ve yaşantın nasıl birbirine bu kadar zıt anlayamıyorum
- Yani biraz hayal kursan ölürsün di mi. Ulan bu kadınların hiç zerre kadar farkı yok birbirinden, adamı iki dakika hayal dünyasına bırakmıyorsunuz. Bırak beni yüzeyim, bırak bi yüzeyim.
- İstediğin kadar, hem de kulaç kulaç yüzersin umarım benden uzununu bulursan. Sürekli bunu diyorsun alınıyorum. ayağın pedala zor yetişiyor, Metin Şentürk değilsen bunu görmen lazım.
- Asıl alınmazsan çok üzülürüm. Sanki gül döktük yollarına da tafra ediyor bana.
- Bak ağzını kıpırdatıp konuşma sevmiyorum öyle, ne diyeceksen sesli söylesene...
- Adamda kafamı bıraktın yer cücesi. Artık omuzlarımın üstünde saksı taşıyormuşum hissini veriyorsun bana. Hani şu akşamları televizyonlarda hava durumu sunanların ellerini ne yapacağını bilememesi gibi bende saksımı nereye koyacağımı bilemiyorum.
- Ya demek öyle beyefendi. Bende sana hasta değilim kanıma giren sen odun unutma.!!
- Oldun diyecektin herhalde.
- Yooo!!
- Nasıl yooo!!
- Basbayağı yooo işte, bir ye, üç tanede o harfi yan yana. Ve Yan yana geldiklerinde genel toplamda yooo ediyor.
- Allah senin kocana sabır versin. Bunca şeyden sonra o herif ortaya çıkıp seni neden öldürmüyor hep merak etmişimdir.
- Fiili eylem yapma bana ayağını gaza yükleyerek. Az önce öndeki arabayı nasıl sıyırdın görmedim sanma. Vaktimiz var daha. Halil'de böyle kullanıyor arabayı. Hem siz erkekler de busunuz işte. Arabaya binince kendinizi biişey sanıyorsunuz. Demin doğru laf ettim, kesin doğru laf ettim, bir tek sen değil hepiniz odunsunuz.
- Salak salak konuşma Ayfer, bari buna bok atma. Sen daha zıbındayken ben araba kullanıyordum. Hem ben babadan kamyoncu, çekirdekten minübüsçü, on beş yıldır da taksi şöförüyüm hamdolsun. Daha yarım düzine bile hadisem olmadı.
- Yani az daha çirkin olsan yanında taksimetre tarifesi ile iki bin liralık yol gidersem ne olayım.
- Yakışıklıyım yani öyle mi?
- Bakıyorum da kendine ait az biraz iyi bir laf geçince dişlerin ortaya çıkıyor saksı kafalı. Gevşedin di mi on saniyede. İyi oluyorsun böyle, odunluğundan eser kalmıyor inan ki. Bir de şu kafam kadar olan gözlüklerini çıkarsan da Ali Desidero tipinden kurtulsan. Yanında kendimi bacaklarına jilet vurmuş kadın gibi hissediyorum.
- Kafama ne takıldı biliyor musun? Senin şu rahatlığın, o mağazadaki kadın kusmaz di mi bizi gördüğünü, sen görmedin ama kadın bi acaip baktı sana. Gerçi seninki ortaya çıkamaz ama ne olur ne olmaz. Herifi de kıllandırmamak lazım.
- Sen onu düşünme şimdi.
- Bir karar ver artık, başka şey düşününce de biz o vakitlerde daha tanışmamıştık diyorsun. Ulan bi öyle bi böyle Şile Feneri gibisin ha.
- Dikkat et şu arabalara diyorum sana.
- Allah'ın pigmesi ben dikkat ediyorum etmesine de, arkadan biri bütün arabaları sıkıştırıyor. Aynadan kesiyorum arabayı, herif kıçına nişadır sürülmüş eşek gibi on dakikadır geçtiği yerde cayırtı kopartıyor. Arabada hastası mı var nedir?

Arkası Yarın


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
6 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Sedef Özkan

 40 Hatırlı Kahve : Sedef Özkan


   İLETİŞİM RÜZGÂRLARI

Bir kulübe... Bildiğiniz telefon kulübelerinden. Tuhaf geliyor değil mi, hâlâ bu kulübelerin var olması? En teknoloji özürlümüzün bile elinde cep telefonu...tuhaf geliyor tabii.

Bundan on yıl önce kimseciklerde cep telefonu yoktu. Sayılı azınlık da cep telefonuyla konuşurken farklı bir havaya bürünürdü. Konuştukları tüm o kafeler, kitapçılar, iş yerleri, her neresi ise, kendilerine ait sanırlardı. Benim telefonum var, burası da benim! Güç simgesi! O küçücük alet! Tapıyoruz elimize alabildiğimiz her alete! Ve bunu dünya âleme göstermek istiyoruz.

Bir kulübe işte... Hâlâ var olanlardan...var olabilenlerden...

İçeriden Rusça sesler geliyor. Galiba tanıdık tınılardan dolayı başım kulübeye doğru çevriliyor. Hayli yıpranmış, hayli zorlanmış, hayli yaşına yaş katmış bir kadın. Aslında belki sadece otuzlu yaşlarının başında. Çırpınıyor içeride. Jetonu bitiyor, cebini karıştırıyor, bir tane daha bulmaya çalışıyor... Telefon kartı bile değil, jetonla iletişim kurmaya çalışıyor, aslında savaşıyor! Bir yerlerde öylece kalmış bir kulübe ve o kulübeye muhtaç kadın...hâlâ var ve hâlâ aramızdalar!

cep telefonu
msn
chat
e-mail
g-mail
media center
kablolu, kablosuz çözümler
wap
zap
zart
zurt
vs.
vs..
vs...

O kadar çoklar ki. Ve her geçen gün o kadar büyüyor ve gelişiyorlar ki... Her gün bir önceki günün ilerisindesin...her gün daha fazla iletişiyor ve itişip, kakışıyorsun! Daha fazla büyümek ve daha fazla kişiyle iletişim kurmak zorundasın...her gün daha çok. İletişim kurdukların anan, baban, kardeşin, dostun, sevgilin, karın, kocan değil, başkaları... Hiç tanımadıkların... Onlara kendini anlatmak, ne kadar iyi olduğunu göstermek zorundasın. Ve bu iletişim curcunasında, bir bakmışsın, kendini de pazarlar bulmuşsun... Ne kadar iyi ve prezantabl (!) olduğunu haykırmak durumdasın. En iyi ve popüler iş, en kaliteli (!) koca, en güzel eş için! Ve araya fırsat buldukça sıkıştırılmış tek gecelik aşk (!) kandırmacaları...

Feci büyüksün, büyümüşsün... Çoook büyümüşsün... Küçük hesaplar için büyük olmak zorundasın! Küçük hesaplar için kalabalıklar içinde yapayalnız şişmelisin...

Ben bu kadar büyümüşken, her geçen gün büyümekten şişmişken, aslında patlamak üzere olup bunu göbeciğim çıktı diye sevimli sevimli yumurtlarken, orada bir kadın, kulübenin içinde bir evren kuruyor.

Biz bu kadar büyümüşken...

Teknolojinin ve plazaların doruklarına tırmanırken...

Ama birbirimizi hiç sevmezken...

Orada bir kadın, kocasına göndereceği parayı müjdeliyor, müjdelemek için savaşıyor! Çünkü jetonu bitiyor!

Biliyor musunuz, onun antidepresan almaya aklı ermiyor. Nedense büyümüşlerin, gelişmişlerin, çok ama çok iyilerin antidepresanlara ihtiyacı oluyor; en teknolojiklerin, en zekilerin, para kazanıp da harcamaya vakti yetmeyenlerin, ya da bu ortamların kurbanları çocuklarının... Her şeyin bedelini tüm dünyada zaten onlar ödemiyor mu?

Oysa o küçük kulübedeki kadın doktormuş, avukatmış; kimin umurunda! Burada bir hizmetçi, burada bir bakıcı. Çocuklarımıza hizmete gelmiş, iyi etmiş. Çabalıyor işte, kocasına göndereceği paranın haberini vermek için savaşıyor! Gerçekten konuşmak, gerçekten dillendirmek için... Ve sanırım gerçekten iletişim kurabilmek için!

Bizler burada bunca araç-gereç, teknolojik aygıt arasında sesimizi duyuramıyoruz; iç sesimizi, yüreğimizden kopan, etimize batan... Kendi sesimizi kendimiz bile dinleyemiyoruz; buna tahammülümüz yok. Çünkü çalışmak gerek, çünkü çok ama çok başarılı olmak gerek, çünkü komşu departmanı geçmek gerek, çünkü kardeş (!) kuruluşun cirosunu bastırmak gerek, hele hele rakipleri ezmek gerek! Çünkü kâra geçmek gerek, çünkü kotaları devirip yepyeni hedeflere koşmak gerek... Adını bile bilmediğin ürüne önceden tapınıp, onu satmak için kendini satmak gerek...

Biz aşkı burada bulduk!

Bilmem farkettiniz mi?

Büyüdükçe, oburlaştıkça tutkumuzu hiç bilmediğimiz o ürünlere, o aletlere (!) akıtır olduk... Sonra baktık ki bu aşk fena halde karşılıksız. Evet, büyütüyor, en allısından ve pullusundan kariyer sunuyor ama... Ama karşılıksız işte. Bağımlılık yaratan, isterik, tuhaf bir şey! Ve fena halde karşılıksız! Fena halde platonik! Ona yetişmek mümkün değil! Ne kadar büyüsen de onun yanında zavallıdan farkın yok; seni çeken de bu! Onun altında ezilmenin inanılmaz cazibesi!

Ey aşk, bugünleri de görecek miydin?

Psikiyatristler alınmasın, vardır elbet zevk aldıkları hastaları ama son dönem hastaları hep buralardan, bu sığ bölgelerden... Antidepresanlar kimler için var ki? Ve biliyor musunuz, benim antideprasanım senin antideprasanını döver gibi bir tartışma başlamış. "A canım, sen panik atak olmuşsun ama haberin yok! Aa, bunca zaman yine iyi dayanmışsın!" Bir görmüş, geçirmiş haller... Tüm ilaçları denemiş, kentin tüm doktorlarını ziyaret etmiş ama teşhis konamamış bahtsızlar! Tamamiyle psikolojik!!! Siz bunun ne kadar böbürlenecek bir durum olduğunun bilincinde değil miydiniz yoksa, şaka yapıyorsunuz, kentimizin güzide insanları böyle davranıyor. Yeni trend bu! Vah zavallı, panik atak ama hâlâ eski guatr hikâyelerinden söz ediyor! Zavallıcık, başına gelenlerin farkında bile değil, anlamamış yavrucak, bir ara kenara çekip benim doktorun numarasını vermem gerek...

Kendileri dışında insan tiplerine tahammülleri yok!

Farklı marka bir antidepresana bile tahammülleri yok!

Bu yüzden koloni halinde yaşamaya bayılıyorlar, hep aynı yerlerde dolaşıp, en popüler mekânlara takılıyorlar. Dernekleri, sohbetleri aynı. Bakmazsan, dışarıyı görmezsin ki zaten! Ne huzurlu bi vicdan temizliği!

Bir zamanlar, o kadın gibi, bir ses uğruna deliler gibi kuyruklarda beklemez miydik; sevgilinin bir gıdım sesi için yanıp tutuşmaz mıydık? Neyimiz vardı ki? Neyimiz vardı? Cep telefonu mu, chat mi? Sevgiliyi görebilmek için bir hafta öncesinden hayaller kurar, annemizden nasıl izin alacağımızın planını yapardık; onunla seyrettiğimiz film dünyanın en muhteşem şeyi olurdu. Mutlu olmak, kafa bulmak için küçük, renkli haplara ihtiyacımız olmazdı! Çünkü zaten ayaklarımız yere basmazdı! Çünkü gerçekten mutluyduk! Aşk acısı çekerken bile sahiciydik! İki günde, üç haftada unutulucak cinsten değildi o duygular... Değil bir gecelik aşk (!) yaşama ihtiyacı, sevgilimizle bir gece uyuyabilmenin düşünü kurardık... Yağmur, çamur telefon kulübelerinin önünde sıra beklerdik... Bir ses için! Zaten o zamanlar iletişim miletişim hikâyelerinden habersizdik, çünkü zaten sevdiklerimize uzun uzun mektuplarla içimizi dökerdik. Dökemediğimiz de içimize akardı! İçimizde büyürdü! Ama sahici büyürdü...

Şimdi yattığın kadın ya da adamla ertesi gün en fazla chat ortamında üç satır muhabbet ediyor, çok kez cep telefonundan ya da elektronik postadan bile mesajı çok görüyorsun.

E, büyümek kolay değil! Biz zaten çok büyük bir çağda, iletişim çağında yaşıyoruz! Böyle konsantrasyonu bozacak şeylere zaman yok! Zaman daha çok büyüme, kâra geçme ve bunun için öncelikle daha çok iletişim kurma zamanı! Kendinden ne kadar uzaklara odaklanırsan o kadar verimli olursun!

Kimsin sen güzelim? Nesin sen aslanım?
Nedir bu başarı hikâyesi?
Kariyer, kariyer, kariyer efsanesi?

Toparla kendini!
Kus içtiğin tüm lanet hapları!

Sonra?
Ahhh... Sonra?
Asıl soru... Sonra?

Biraz yürüyüşe ne dersin? Salına salına... Ağır ağır...

Belki sonra şehir dışına? Hatta şöyle yaylalara...

Biraz tırmanmaya ne dersin?

Hatta eski bir şarkıya?

Ve hatta ilk kez duyduğun bir şarkının peşinden koşmaya?

O şarkıdan bir hikâye yaratmaya?

Eski bir dosta o hikâyeyi anlatmaya?

Sonra biraz uzanmaya...

Sonra komşunun verdiği aşure kabına ne koyacağının planını yapsan?

Sonra bir kitap alsan eline... Eskilerden ama uzundur açılmamış... Mesela şiir olsa... Belki Cemal Süreya...

Biz eskiden de en aşağı böyleydik senlen
Bir bulut geçiyorsa onu görürdük
Bir minarenin keyfine diyecek yoksa onu
Bir adam boyuna yoksulluk ediyorsa onu
Ne zaman hürlüğün barışın sevginin aşkına
Bir cıgara atmışsak denize
Sabaha kadar yandı durdu

Sonra ayaklansan, bir kitapçıya uğrasan, dokunsan yeni kitaplara, yeni şairlere... Koklasan taptaze çıkmış dergileri? Peşinden koştuğun şarkıyı birdenbire orada duyuversen?

Telefon kulübesini hatırlasan...

Kulübeyi aramak için dolanırken Rus bir kadınla karşılaşsan, hayli yıpranmış? Sonra yaşlı teyzeyi görsen pazardan dönen? Sonra genç sevgililere gözün takılsa uzun uzun öpüşen? Hâlâ ideallerinin peşinden koşabilen insanların binbir güçlükle çıkardığı, sokaklarda satmaya çabaladığı dergilerinde bir merak etsen ne yazıyor diye?

Sadece küçük bir merak işte... Başkaları için...

Sonra kendi telefon kulübeni yaratsan birden! Cep telefonun bir kulübeye dönüşüverse! Heyecanlansan...

Bir "merhaba" desen... "Seni çok özledim," desen... Ama gerçekten... İçindeki sevgiliye...

Sedef Özkan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


HAMDOLSUN

Kitlesel olmak zorunda değildik. Büyük başlangıçların paylaşımıyla öğreniyorduk yaşamı. Yine de hangi çay bahçesi gürültüsünde kim “nasıl gidiyor hayat?” dese, “hamdolsun yaşıyoruz” diyebilecek kadar kitlesel bir kaderi üleşiyorduk her seferinde…

Kalabalık oturumlarda her kalkış bir düşüşe gebe bırakıyordu doğrulması imkan dışı olan hayallerimizi…

Yuvarlak tüm kalabalıklarda canım’lar eskitiliyordu. Ne kolay “canım” israf ediyordu yuvarlak akıllılar…

Bütün parfüm kokuları birbirine bulanıyordu. Yuvarlak oturumlarda doğru sonuç daima eskitilmiş, çıkartılmış bir’lerden geçiyordu.

Avuç içlerinin terini pantolonuna silen garson, yaz ortası tarçına hasret süslü kadına sövüyordu ihtimal. Bu sıcakta tarçın sevdası nükseder mi hiç? Üstelik, bazen çok komplike olmamalı çağrışımlar. Her tarçın özleminde salebe sığınmamalı insan. Bu haziran ikindisi, bu gitar…

Avuç içleri terli, siyah ve kaygan kiri teninde gizli, çarpık bacaklı yağız oğlan… Sövüyorsun cesaret dolusu. Duyuyorum…

Ve belki, bünyen dışa vuruyor da çaresizliğini, sen anlamıyorsun. Ellerinin teri, kaygan kılıyor küfürlerini. Her biri kendi ayaklarının altına düşüyor. Basıyor, evine götürüyorsun. Ve çare dışı bir cesaret sandığın o sövgülerden arta kalıntılarını yaşamın zannediyorsun…

Parfüm kokuları birbiri içinde kusarak desen oluşturmuş masa, benim yerim değil! Birazdan oturdum…
Hep aynı gülücük, aynı israf, aynı sahtelik…
Tırnakların tamamı ojeli. Kısa etekli, rahatlıktan kilometrelerce uzak, “ben hep böyle bakımlıyım” sahteliği…

Bitse de gitsem…. Aklımdan ilk bu cümleyi geçirdiğim her iş teoride başarıya ulaşıyor gibi görünse de pratikte kırık bir hayal olur benim için…

-“Taktikleri senden alacağız canım”
….
-“Çok özür dilerim canım demiyorduk”

Bir taktiği yok bunun. Sadece inanıyorsak yola devam. Hazırlanmış raporları zaten sunduk sunulması gerekli mercilere. Şimdi tüketilmiş uykusuz gecelerin verimidir beklenen. Hak ediyor olan kazanacaktır ya da belki hak ediyor olan kaybedecek. Buna da en az diğeri kadar alıştırmak durumundayız kendimizi. Burada rotatiflerin nasıl işlediği malum. Büyük ve ütopik hayallerin peşinde koşmak hepimizi çıkmaza sürükler. Söyleyeceklerim bu kadar. Hepimize kolay gelsin….

Eklenmesi önemli başka detay olduğuna inanan?

…..

O halde toplantı bitmiştir.

-“Biz gidip eğlenelim beraberce diyoruz.”

Eğlenelim…

Beraberce…

Bu kadar uçurum dolu bir yolda iyi ama hangi birinizle??

Yıllardır yıkanma fırsatı olmamış bir faninin suyu bulduğu ilk an banyo keyfi yapacağına inanması gibi sizinle eğleneceğime inanmak…
Size iyi eğlenceler. Ben kalamayacağım…

Kurulmuş o kadar klasik cümle, israf edilmiş, değerini çoktan yitirmiş yığınla “canım”…
Gidip fesleğenimle konuşmaya ihtiyacım var.

Gereksinimlerim bu yuvarlak masadan öte…
Mutlu kalabilmek için
Kitlesel olmaya çalışmak zorunda değiliz.
Nasılsın dersen yine de
Evet, hamdolsun yaşıyoruz işte…

Sarahatun Demir
sarahatun@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

M.Nihat Malkoç

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


  SÜRMELENİR YÜREĞİN KAPILARI

Dünyaya gelmeden evvel onların karnında misafir oluruz dokuz ay boyunca. Öyle bir konforlu malikâne icat etmemiştir insanlık. Üşümene imkân yoktur bu sığınakta. Sıcaklık hep mevsim normallerindedir. Kışın Ağrı Dağı'nın tepesinde olsan da senin yuvan sımsıcaktır. Karnını doyurman için emek sarf etmene gerek yoktur hiçbir zaman. Tılsımlı bir kordondan hayat akar gece gün demeden. Anne karnıdır bütün bu güzellikleri içeren sihirli evimiz. Burada huzuru doyasıya yaşarsınız.

Dünyaya geldiğimizde yine onların müşfik gülümsemesiyle karşılaşırız ilk olarak… Biz ağlarken onlar gülerler. Onların gülümsemesi bizim ağlayışımıza değil. Dünyaya gelişimizdir onları bahtiyar eden, bütün acılarını unutturan. Gözlerinden yüreğimize akan karşılıksız sevgileri ruhumuzu besler. Sevginin yürekten yüreğe akışı hazların en doyumsuzudur şüphesiz.

Anneler, çocuklarının içten bir tebessümünü yeterli görürler mutlu olmak için. Yaşımız ne olursa olsun dünyadaki en güvenli sığınağımız anne kucağıdır. Onlar dünyamızı ısıtan güneşe benzerler. Işıkları, yaşadıkça yolumuzu aydınlatır. Mum misali yandıkları sürece ruhumuzun karanlıklarına ışık huzmelerini düşürürler. Gücümüze güç, umudumuza umut katarlar. Acıların üzerimize sağnak sağnak yağdığı zamanlarda üstümüze şemsiye olurlar. Bizi felâha erdirirler. Bizi bizden daha çok korur ve severler. Evlâtlar yetmiş yaşında olsa da annelerinin gözünde hâlâ çocukturlar. Bu yaşta bile onlara kol kanat gererler.
Anneler çocuklarının adeta koruyucu meleğidirler. Çocuklarının kılına zarar gelmesine tahammül edemezler. Onların sevgi ve merhameti içimizdeki yaşama gücünü besler ve büyütür. Hayatımızdaki güzellikleri ve acıları paylaşan insanlar yine annelerdir. Biz onlarsız ne kadar da eksiğiz. Annesini kaybetmiş insanlar ne kadar da mahzundurlar. Annelerin olmadığı bir dünya nerden baksan eksiktir. Hele anneleri yaşarken onları mutlu edemeyenler, asi olanlar ne kadar da bedbaht insanlardır. Onların gelecekteki pişmanlığını düşünmek bile istemiyorum. Sözün bu noktasında Türk edebiyatının mühim şairlerinden biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar'ın ölen annesi için yazdığı hüzün dolu şiiri dikkatlerinize sunuyorum:

"Issız bir mezarlık, kimsesiz bir yer
Gölgesinde ulu, loş bir mabedin
Bir yığın toprakla bir parça mermer
Sırrıyla haşrolmuş orda ebedin.

Bir yığın toprakla bir parça mermer,
Üstünde yazılı yaşınla, adın;
Başucunda matem renkli serviler
Hüznüyle titreşir sanki hayatın.

Seni gömdük anne yıllarca evvel
Gözyaşlarımızla bu ıssız yere
Kimsesiz bir akşam ziyaya bedel
Matem dağıtırken hasta kalplere.

Kimsesiz bir akşam, ezelden yorgun
Hüznüyle erirken Dicle de sessiz,
Öksüzlük denilen acıyla vurgun
Bir başka ölüydük bu toprakta biz."

Dünyadaki elimiz ayağımızdır annelerimiz. Şiddetli fırtınalarda sığınacağımız sükûnet limanıdır onlar. Canımız yandığında imdada çağıracağımız başka kimimiz vardır? Varlığımızın sebebi olan annelerimiz sabır taşıdırlar. Küçüklüğümüzde yaptığımız yanlışları büyük bir hoşgörüyle karşılayan bu şefkatli yürekler, sevilmeye ne çok lâyıktırlar. ABD eski başkanlarından Abraham Lincoln ne kadar da güzel söylemiş: " Bana okuduğum kitapların en güzelinin hangisi olduğunu sorarsanız, söyleyeyim: Annemdir." diye.

Yüce İslâm dininin annelere verdiği olağanüstü kıymet boşuna değildir. "Cennet anaların ayağı altındadır" hadisi bu gerçeğin yansımasıdır. Anneleri yaşarken onların gönlünü alıp cenneti kazanamayanlar, ne bahtsız insanlardır. Gelecekte "Keşke" ile başlayan cümleler kurmak istemiyorsak onlara hak ettikleri değeri verelim. Yaşarken "öf" bile dedirtmeyelim.

Mevsimlerin baharıdır annelerimiz; çiçekler içinde gonca güldürler. Rüyalarımızın doyumsuz güzelliği onlardır. Ticarî gayelerle yılın bir gününü anneler günü diye tespit etmek ve anne sevgisini maddî varlıklarla göstermeye çalışmak hiç de doğru değildir. Annelerimizi yılın bir gününde değil, her zaman hatırlayalım. Bu kıymetli varlıkların sevgisinden mahrum yürek ne kadar da boştur. Anneler bu dünyadan göçünce sürmelenir yüreğimizin kapıları. Karamsarlık diz boyu olur gök kubbenin altında. Biliniz ki onlar var oldukça dünya güzeldir. Bu güzelliği doyasıya yaşayalım.

M.Nihat Malkoç
mnihatmalkoc@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Recep Pehlivanlar

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.382 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Eskimiş şehir masalı

Eskimiş bir şehrin gölgesindeyim
Rüzgârın uzaktan taşıdığı sesler
Panayır yerlerini çağrıştırıyor;
Puslu bir günmüş, anımsıyorum
Sandaldan salıncaklarda,
Uçuşmasın diye eteklerim
Lastik geçirmişim bacaklarıma
Ne sevinçliymişim ne de kederli
Olabildiğince çocuk bir yaşta.

Hep sonbahardaymış eskimiş şehirler
Hiç yaz bilmezlermiş, güneş görmezlermiş
Anlatılan masallarda.
Yaprakları, kuru gözyaşları dökermiş
Ağaçların yalnızlığından.
Ve bütün mesele;
Bir gönülde yer edebilme hayâliymiş
Taşıyabildiğince çocuk bir sevdayla.

Tren yolunun raylarına uzanmışım
Korkuyu bilmediğim zamanlarda.
Eskimiş bir şehrin gölgesinde
Saklambaç oynamışım,
Hiç çıkmak istemediğim yılan yuvasında
Uyumuş kalmışım asırlarca.
Gözlerim! Gözlerimi yılan mı soktu anne?
Ondan mı göremiyorum güzellikleri?
Çiçekler bile görgüsüz açıyor, kokusuz
Dayanabildiğince çocuk yanına.

Eskimiş bir şehirde bütün oyuncaklar kırıkmış
Yüzü olmayan bir adam, kristal bir bebek almış bana
Sapasağlammış.
Çok sevmişim bebeğimi...
Derken...
Kocaman rüzgârlar esmeye başlamış birden,
Birdenbire bir fırtına patlamış!
Bebeğim düşmüş elimden!
Bebeğim kristaldi, yerle kucaklaşmış.
Kesik kesik batmış yüreğime,
Tuz buz olmuş kolu, bacağı.
Öyle çok yanmış ki canım, yılan zehrinden an zade!
Katlanabildiğimce çocuk kahrıma.

Eskimiş bir şehirden şimdi el sallıyorum
Doğmamış rüyalarıma...

Elif Eser

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Hüseyin Alparslan

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

New York Central Park konseri dönüşünde Yenikapı'da yaşlı fasılcı amcalara eşlik eden, oradan sünnet düğününe katılan, her yerde ayrım yapmadan aynı coşku ile çalan, köklerine bağlı kalarak yeniliklere yelken açan, klarnete hem hüzünlü hem de eğlenceli bir kimlik kazandıran Şenlendirici, http://www.husnusenlendirici.com Türk müziğini bozmadan, caz müziğini sarsmadan, dünya kültürünü zedelemeden yapılmış güçlü aranjeleri sayesinde klarnetin dünya markası olan sanatçı.

...Volkswagen has once again demonstrated its position at the cutting edge of modern technology by presenting the world's most economical road car: the 1-litre or 285 mpg car... http://vw.co.uk/new_devs/one_litre Bu araba 100 km.'de sadece 1 litre yakıt harcıyor. İnanmazsanız resmi web sayfasında kendi gözlerinizle görebilirsiniz.

http://www.davidbessler.com/wordpress/?cat=10 Önce bu web sayfasına tıklıyorsunuz. Sonra ekranda üstte veya altta görülen dans etmeye hazır elemanlardan bir tanesini seçiyorsunuz. Ekrandaki, klavye benzeri tuş takımının üzerinde mouse'unuzu gezdirdiğinizde eleman dans etmeye başlıyor. Ha bu arada dans müziksiz olmaz diyorsanız. A, B, C, D, E, F, X tuşlarından herhangi birisine basarak müzik seçiminizi de yapabilirsiniz.

Eğer web cam kullanıcısıysanız biraz daha dikkatli olun http://www.stupidity.org/video/529 ve bu hataya düşmeyin. İyi şanslar.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060627.asp
ISSN: 1303-8923
27 Haziran 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com