|
|
|
30 Haziran 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Formamı çıkarmaya hazırım!.. | Merhabalar,
Dün sayın büyüğümüzün kulaklarını çınlatırken son söylediği cümleyi duymamıştım. Sayın büyüğüm, "Çankaya'ya çıkan formasını çıkarır." demiş ve eklemiş "Benden başkası da Çankaya'ya çıkabilir.". Kocaman bir alkış sayın büyüğüme. Gerginliği tırmandırmamak için elinden ne geliyorsa yapıyor ve de haliyle övgüyü hakediyor. Bir de kalkmış sayın büyüğümün günahını alıyorsunuz. Kendisinin çıkmaya hiç gönlü yok besbelli işte. "Başkası da çıkabilir" derken bundan "Ben varken başkasının işi ne?" anlamı çıkaran namertlere yazıklar olsun. Hani başka çare kalmayıp kendisi Çankaya yokuşunu tırmanmaya kalksa, ne olacak? Söylemiş işte, tırmanırken terleyecek formasını çıkaracak. Formasını çıkarmadan asla çıkmayacak. Forma yapışmış çıkmıyorsa üstüne ten rengi mayo giyecek gene o formayı göstermeyecek. Biz de hangi takımın futbolcusu asla anlamayacağız. Ben bir de formanın kapsama alanını merak etmekteyim. Mesela forma derken sadece boyunla bel arasında yer alan faniladan mı söz ediliyor? Takke, haşema, mes formadan sayılıyor mu? Ya sayın büyüğümün muhterem zevcesinin türbanı kapsama alanında mıdır? Yani demem o ki, bu konu öyle iki cümleyle geçiştirilebilecek kadar kolay değil. Ayrıca madem başkası da Çankaya'ya çıkabilir, o vakit ben de çıkmaya, çıkarken forma, don, tozluk, krampon ne varsa çıkarmaya, Çankaya'ya anadan üryan varmaya hazırım. Var mı başka forma çıkarmaya hevesli Çankaya adayı? Haydi hodri meydan!..
...
Elde olmayan gecikme nedeniyle bugün açıklayacağımı bildirdiğim "Öykü Yarışması" sonuçları maalesef Pazartesi'ye kaldı, ilgililerden özür dilerim. Gecikmenin nedeninin karar verme güçlüğü olduğunu bildirmekten de ayrı bir zevk duyuyorum. Birbirinden iyi öyküler arasında karar vermek kolay olmasa gerek değil mi?
Geçen gece Açık Hava Tiyatrosunun konuğu Paul Anka'ydı. Gidip canlı dinlemek nasip olmadı ama pikapta şarkısını dinlememize kimse engel olamaz. Paul Anka o güzel şarkısını bizler için söylüyor, Diana. Hepinize az nemli hoş bir hafta sonu diliyorum. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
KIRK3YAMA HİKAYELERİ Keten Helva -5- |
|
5
Fıstıkyeşil 1992 model broadway ana caddeyi hızla ve acı fren sesleri ile geçiyordu. Ne trafik ışığı ne yolun kalabalığı etkilemiyordu belli ki aceleleri vardı içindekilerin.
- Allah tez vakitte cezanı verecek. Kocam Pakize'ye bunları yaptığını bilse kafanda tek tel saç, ağzında diş bırakmaz. Hele bir duysun neler gelecek başına. Ben biliyorum. Yaşamışlığım var adamla. 11 yıl oldu. Çok gençtik biz tanışt…
- Bi sus be kadın bi sus allah rızası için. Allaahım ne kapasite var ya. Günlük kelime kullanma kapasiteni dolduramadın mı be kadın. Ehi ehi...
- Ne gülüyosun be … George Clooney kılıklı süpürge.
- Hiç adına güldüm. Pakize ismi hep güldürmüştür beni. Amannıın...
- Sen önüne bak. Hem benim adım değil Pakize. Arabanın adı.
- Puuaahhh. Ulen kaza yaptırıyodunuz. Allah cezanızı yok yok vazgeçtim belanızı versin. Ulen arabaya Pakize adı verilir mi ? Hihohaa
- Aşağılama Pakizeyi. Sen önüne bak. Çarpıcan Pakizeyi ben de sana çarpıcam. Hem bir kere değil önce 8 sonra 7 kere çarpıcam. Çarpım tablosuna tablosuna çeviricem suratını.
- Yok yok allah sınıyo beni. Karıma yaptıklarımın cezası bunlar. İyisi mi indiriim ben seni bi yerde. Pakize'yi yollarım sonra. Eline erkek eli değirmem söz. Ulen ulen sinyal verin hırtlar. Çarpacam şimdi ...
- Olduuu hatta gözlerim doldu. Niye iniyomuşum. Hem Pakize'ye laf söyleme. 1992 yılı üretimli, 4 silindirli, 1394 cc. 890 kilo, bagaj hacmi 402 litre ve 2477 mm dingil mesafesi var. Halil'im çok sever Pakize'yi. Hayır bazen kıskanmıyom değil. Bir ara yeşil boyattıydım saçlarımı. Halil kızdı ... Hiiiii...... Ne duruyon aniden.
- İn kadın öldürecem seni. Kan bulaşacak Pakize'ye valla sen bilin. Manyak mısın len. Banane Pakize'nin dingilinden, senin yeşil saç renginden. MANYAK !!! Sus… bi sus. Hiç sesin çıkmasın kırarım valla Pakize'nin bi yerini. Telefonuda yok evde unutmuşmuş…. Nasıl haber verecem lan gecikeceğimi ve karımın arabasını takip ettiğimi iki salağa.
- Susmam da inmem de. Pakize'yi bırakamam. Ben mi çağırdım seni. Halil'im arabası için alışveriş yapıyodu sen geldin çaldın bizi zorla. Ben mi istedim seni. Hayatta inmem. Hem sen safsın galiba. İnsem anında giderim karakola. Yüzünü de tarif edebilirim polislere. Aynen şöyle derim : Esmer, uzun boylu, geniş omuzlu, çıkık elmacık kemikli… Girdin hayatıma bi kere…
- Ohaa… Asılsaydın bana. Çatlak kadın. Karıma gidiyorum dedim ya. Napıyım ben seni ?
- Konuşma ! Ne demek n'apıyım. Güzel kadınım. Bir gram et bin ayıp örter dememiş mi atalarım. Benim atalarım dedi. Seninkileri bilmem.
- Allaam sabır ver ya.
- Neden karına kaçıyon ki. Karın uzaktaki sen ona gidiyorsun. Hem iyi bişi olsan karın kaçmazdı. Senden koşar adım kaçtı ki sende ona gidiyon.
- Yok anladım. Ben şanssızım. Otopark'ta onca araba içinde Pakize'yi buldum bi de seni.
- Söylemezsen böyle deli gibi nereye gittiğimizi valla tutarım nefesimi. Ahanda tuttum. Hımmmpfff…..
- Lan manyak… Zaten trafikle uğraşıyom bi de senle uğraşmayım. Kendine gel… Lan alsana nefes. Tamam anlatcem allahın unuttuğu uğursuz yaratık.
- Ummmf… Uff ölcektim. Anlatcen tabii. Ben de gelcem senle. Bıktım bu rutin hayattan. 11 yıldır ev işi yapıyom. Çok sıkıldım. Ben de heyecan istiyom. Adrenalin istiyom. Adrenalin bi hormon. Böbrek üstü bezlerinin iç kısımları tarafından salgılanan bir hormon. Stres anında kanda artıyor.
- Yok valla manyaksın sen.
- Tutarım bak nefesimi yeniden !!!
- Ulan tamam be. Allahım ne kadermiş benim ki. Nerden buluyom ki böyle manyakları. Peki ulan. Hiç sesini çıkarmayacaksın. Dinle şimdi. Dokuz - on ay önce bi sabah uyandığımda karım gitmişti. Haber alamadım uzun zaman. Her yeri aradım. Geçen hafta bir telefon geldi. Kardeşinin oğlu aradı. İki yiğeni var. Biri sinema oyuncusu olmaya çalışıyo. Diğeri daha bi akıllı. Oyuncu olmak isteyenin ufak bir aksesuara ihtiyacı vardı ben onu sağladım. O da bana haber verdi. Karım bugün onlarla buluşacak. Ben de sürpriz yapıcam. Ananııı.. Dikkat edin öküzler. Takip ettiğimiz arabada karımın. Kardeşine gitmek üzere yola çıktığımda onunla karşılaştım. Uzun sure takip ettim. Arabam yolda bozuldu. Hemen arabayı çektiğim yerde ne yazık ki Pakize ve sana denk geldim. Mutlu oldun mu? Oraya gittiğimizde al Pakize'yi dön Halil'e. Ananı… Amanıın…
- Ohhaaa… Kör müsün nasıl göremedin Krater gibi koca çukuru.. Krater, astronomide, bir gökcismine bir diğer gökcisminin çarpması sonucu yüzeyde oluşan çöküntüye verilen isimdir bu arada. Dikkatlı ol. Pakize'nin tüm aksamı sallandı.
- Bi sussan kullanabilicem. Hem ben becerekli adamım. Aynı anda hem araba kullanıp hem sana laf yetiştirebiliyorum değil mi?
- Yaa ne marifet. Bu arada merak ettim. Ne iş yaparsın sen? Ne aksesuarıymış çocuğa temin ettiğin. Karına kavuşmak için rüşvet mi verdin el kadar çocuğa. Şunu da belirtmeliyim ki rüşvet : Yaptırılmak istenen bir işte yasa dışı kolaylık ve çabukluk sağlanması için bir kimseye mal veya para olarak sağlanan çıkardır. Bunu da bil.
- Manyaksın sen. Manyak !. Rüşvetin ne olduğunu sordum mu ben sana. Sözlük kılıklı kadın. Hem ne iyi oldu değil mi? Birlikte girdiğimiz bu maceraya. Renk kattın yolculuğuma. Karımla buluşmadan önce alıştırma yapmış oldum senle. Lan ne manyak karısın. Sana ne ulan ne verdiğimden. Ne iş yaptığımdan. Evlenmiycem ya senle. Alt tarafı arabanızı ödünç aldım . Vercem kurtulucam birazdan hem senden hem 1992 model Pakize'den..
- Olduuu. Hem kaçır bizi hem beğenme. Karın haklıymış valla. Ben de kaçıcam ilk fırsatta senden.
- Kadın bi sus. Aşıcam kendimi birazdan.
…
- İşte. İşte orada. Yetiştik. Ahanda durdu onlarda ilerde.
- Çoğul konuşma senle küstüm. Bireysel yap ne yapacaksan. İnmiyom arabadan.
…
Takip ettikleri araba hızla karşı şeride geçip solda eski yıkık binanın hemen önüne yanaştı. Adam da Pakize'yi onları rahatça görebileceği şekilde yolun sağına yanaştırdı ve durdu. Önce karısının eve girmesini istedi. Arkadan o gidecek böylece hem yanında ki deli bozmasını karısının görmemesini sağlamış hem de sürprizi bozulmamış olacaktı.
İzlediği arabadan önce karısı indi. Uzun zamandır görmediği karısı biraz daha mı kısalmıştı ona mı öyle geldi... Hemen kovaladı düşünceleri aklından. Karısının en zayıf noktasıydı. Boyu hakkında düşündüğünü bile farketse yine zıplayarak patlatırdı çantayı adamın kafasına. Sağa sola salladı kafasını uçup gitsin düşünceler diye. O da ne… Arabadan ufak tefek de bir adam indi. Acaba hangisi daha kısa diye bir an düşündü. Ama adama dikkat ettiğinde … Çocukken sünnetçiyi ilk gördüğündeki korkuya hatırladı. Buz gibi oldu elleri. İşte yine o adam. İyi de ne işi olabilirdi ki karısının bu hıyarla. Her yerde karşına çıkmak zorunda mıydı ? Bu kadar şans bir de çöldeki devede olurdu.
Kadın yanındaki adamın ruh halini izliyordu. Bir yandan da Halil'ini düşündü. Aslında hiç çıkmak istememişti o sabah. Yine Pakize'ye alışveriş yapılacak ve eve döneceklerdi. Gülümsedi. İyi ki gelmişti. Dönmese miydi artık eve. Belki bundan sonra hayatı daha renkli olurdu. Evdeki dolmalar geldi aklına. Çamaşır da vardı epeyce. Beyazları suya basmıştı da… İrkildi. Deli miydi. Evdeki çamaşırlar da, Halil de, dolmalar da geride kalmıştı artık. Heyecan dolu bir yaşam onu bekliyordu. Belki aşk olabilir miydi bu esmer uzun adamla aralarında. Sabah dizilerinde hep böyle olmuyor muydu ? ….
- Alooo alooo kime diyorum. Pardon hanımefendi rahatsız etçem ama ben gidiyorum.
Arkası Pazartesi (İnşallah)
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Önce İnsan : Cumhur Aydın "Düşler düş olup gitti, yarınlarsa hayal" (*) |
|
Pataloji Uzmanı Dr. Nadir Paksoy'un gezginliği ve hemen hepsinde mesleki kaygılarla yola çıkılan uzak diyarlar konukluklarından bize aktardıkları, 'gezi yazıları' seven birçok okur için yabancı değil. Belleğimizi tazeleyelim:
Vanuatu, Batı Samoa ve Mikronezya'dan oluşan Pasifik Okyanusundaki adalarda Dünya Sağlık Örgütü (WHO)'da görevli bir genç doktor olarak yaşadıklarını 'Bir Demet Pasifik'te (1989) okumuştuk. Onu, bu kez değişik ülkelere kısa seyahatler ya da uzun seyahatlerin kısa soluklanma notları olarak, 'Sırt Çantamda Coğrafyalar' (1992) izlemişti. Dr. Paksoy iki yıl sonra ise ileri bir mesleki uzmanlık çerçevesinde bulunduğu Norveç'ten 'Kuzey Sardunyaları' (1994) ile seslenmişti. Nihayet Zimbabwe Tıp Fakültesi'nde çalışırken bu uzak köşede gezip, biriktirdiklerini ise 'Gözümden Afrika (1998)" da okumuştuk.
Tümü 'Bağlam Yayınları'ndan kitapçılara ulaşan bu çok keyifli gezginlik notlarının en sonuncusunun sonunda Nadir Hoca, yine Afrika'da Namibiya, Botswana ve Zambiya'ya yaptığı yolculukları 'Harita Yüklü Kervan' ile anlatacağını duyurmuştu. Hoca'nın bu kervanı henüz buralara ulaşmadı ancak İpek Yolu'nda daha 21 yaşındayken peşine takıldığı kervanda tuttuğu notlar çıkageldi!
Hepimiz son dört yıldır yaşadıklarımızı neredeyse hep 11 Eylül'e bağlıyoruz ya, Nadir Paksoy'da bu kervan değişikliğini O güne bağlamış! Onun ertesi televizyon ekranlarını Kabil'den, Peşaver'den ve Hayber Geçidi'nden manzaralar doldurunca, bu yerleri 32 yıl önce başında kavak yelleri esen Tıbbiye 3. Sınıf öğrencisi olarak dolaşan 'gezgin' de tutmuş sandık odasından mavi kaplı telli anı defterini çıkarmış. Çıkarmış çünkü; ekranlardan izledikleri, geçen onca yılda bir ülkenin bırakın bir milim ilerlemesi ve hatta gerilemesi, büsbütün yok olmasını işaret ediyormuş.
Nadir Paksoy'un nice gezginlik düşlerinden yaşama geçirilebilenlerinin ilkidir bu Orta Asya yolculuğu. Son kitabı, bir bakıma onun ilk gezisinin kitabı! O dönemin bir çok genci gibi, genç Tıbbıyeli Nadir'in de Sultanahmet Meydanı'nda zaman zaman gözüne çarpan Amsterdam-Katmandu yazılı Büyülü Otobüs (Magic Bus) Orta Asya düşlerini bileyip durmuştur. Nihayet 21 yaşında iken anne-baba ikna edilmiş ve 1973'ün Temmuz'unda yol ufukta gözükmüştür. Babası da bir demiryolcu olan Paksoy'un ilk hedefi İstanbul'dan kalkan Tahran Ekspresi ile seyahate başlamak olmuş ancak o büyülü otobüsün yer aldığı meydanda gözüne çarpan bir ilan çıkış planının değiştirmiştir. Benzin parası bölüşülerek, eski bir otomobil; biri Vietnam'da savaşmış Amerikalı, diğeri Avustralyalı bir hippi ve genç Nadir toplam üç kişi yola koyulmuştur.
Bu ekip İran'da dağılacak, Nadir Paksoy Afganistan'a doğru tek başına, o zamanın ve o yörenin kara yolu araçlarıyla devam edecektir. Sonrasında belirli güzergahlara eklenen kısa dönemli yeni yol arkadaşları olmuştur kuşkusuz. Tahran'dan, Meşhed'e, oradan Herat'a ve nihayet 6 Ağustos 1973 tarihi düşülmüş defter yaprağı Kabil'e ulaşıldığını yazmaktadır. Şu satırlar defter notlarından:
"Eski Kabil'deki kadınların hemen tamamı, diğer yerdekilerin çoğunluğu, çarşaflı ya da baştan aşağı peçeli. Peçenin yerel adı 'burka'. Burka'nın gözleri örten bölümü, kafes şeklinde örülmüş ki kadıncağız buradan önünü görebilsin. Belediye otobüslerinde kadın ve erkeklerin oturacağı yerler kalın tel kafeslerle ayrılmış... Otobüse binen, 'aile' bile olsa kadın önde, erkek arkaya biniyor. Halk tipi lokantalarda kadın kadına, tek kadın ya da 'aile' gelenlerle erkeklerin yerleri kalın perdelerle ayrılmış. Hatta bazılarında 'aileye mahsus yerler' , dört bir yanı kapalı tam bir 'haremlik' gibi kalın perdelerle çevrili localar şeklinde bölünmüş. İsteyen her aileye bir 'loca' veriliyor."
Kabil'le ilgili sayısız ilginç gözlem var. Yine deftere pardon kitabımıza başvuralım:
" Öğleden sonra Babür Bahçeleri'ne doğru yürüdüm. Timur'un Türbesi olduğu ileri sürülen türbeden geçip nehir boyunca yürümeye koyuldum. Timur'un mezarını Semerkant civarında diye biliyorum ama bu coğrafyada dini ve tarihi kişiliklerin birkaç ayrı yerde mezarına rastlanabiliyor! Zaten nehir, yatağı ve çevresiyle akarsudan çok, kanalizasyonu andırmakta."
Nadir Paksoy Kabil'den Hayber üzerinden Pakistan'a Peşaver'e geçiş yolculuğunu da özene bezene anlatır. Peşaver'den, Taksila, Ravalpindi ve Lahor. Her köşede o yörelere özgü ayrıntılar ancak hemen her seferinde kalabalıklar, bisikletler, çekçekler, kaldırımlara sokaklara serilmiş hayatlar...
Dedik ya 'başında kavak yelleri esen' diye. İşte bu yelleriyle yeni yetme gezgin Nadir'in yolculuğunun neredeyse ortasında, 14 Ağustos 1973 tarihiyle babası Emin Bey'e gönderdiği karta 'TCCD Gar Şefi; Gebze-Kocaeli' adresi yazılmış. Eski defterin sararmış yapraklarından çıkan kartı da birlikte okuyalım: "Pakistan'a kadar geldim. Lahor'dayım. Buradan yavaş yavaş geri dönmeyi düşünüyorum. Pakistan'da büyük bir sel felaketi var. Bunlardan birini ben de yaşadım. Her şey yolunda. Halk Türk olduğumu anlayınca candan ilgi gösteriyor. Selamlar. Nadir."
Gezinin asıl rotasında Katmandu'da vardır. Ancak paranın ve pasaport süresinin hızla azalması bu düşü erteleme zorunluluğu doğurur. Bu azalma dönüş yolunu ve heyacanını da etkileyecektir.Yeniden Peşaver, yeniden Hayber Geçidi ve Kabil. Kabil'den Kunduz ve Mezar-ı Şerif. Kabil-Herat yolunda Gazne'ye uğrayış.
Birkaç satırda günlüğün Gazne'de tutulan sayfasından: "Gazne'nin minareleri! Lise yıllarımın, öğrenciye kök söktüren, kuru anlatımlı, bol savaşlı, bol rakamlı tarih kitaplarını unutmak mümkün mü? Gazne tıpkı Balh gibi, geçmişteki manevi görkeminden eser kalmamış bir bozkır kasabası bugün. Türbe ve minareler kasabanın beş altı kilometre uzağında. Uçsuz bucaksız bozkırın ortasında, bin yılın ötesinden, döneminin günümüze değin ulaşabilen tek anıtı olmanın kimsesiz ve yorgun gururunu yaşıyor."
Nihayet... Herat'tan, Meşhed ve İran. Meşhed-Tahran arasında gezi başında ertelenen, gezi ortasında maceralı yaşanan tren yolculuğu. Derken Şiraz, İsfahan, Tahran, Rızaiyeh. Yaklaşık iki ay sonra Türkiye sonrasında. Yüksekova ve Hakkari. Oradan Van, Malatya ve güneydoğudan gezi sonu demeden gözlenenler, kayıt altına alınanlar.
Hemen belirtelim ki, Nadir Paksoy'uın "Yaş 21: Hayber" Kitabı, kuşkusuz gezi günlüğünden beslense de, birbirinden kopuk satırlarla oluşturulmuş bir seçki değil. Gezgin yazarın bundan önceki kitaplarındaki biçemden ve birikimden fazlasıyla etkilenmiş olgunluk dönemi bir ilk kitap!
Aslında gezi kitaplarını karıştırırken birden fazla cekincemiz olmaz mı? Ya bütünüyle tarihi ve görsel mekanların adreslerinin ve tanıtımlarının kağıda dökülmesi ya da bundan kaçınılırken okuyucuyu düşsel bir seyahate çıkaramama. İşte Nadir Paksoy bu uçlardan bilgece kaçarak, her kitabında olduğu gibi bu son çalışmasında da bizi hem bilgilendiriyor hem de uzak diyarlara uçuruyor.
Yirmili yaşlarında bir üniversite öğrencisinin hayalleri sonsuz, umutları engin ve çoşkuları gürül gürül olmalı.
Öyleymiş Nadir Paksoy'un ki.
Ya 32 yıl sonra bugün. Yazarın kitabının başına Ömer Hayyam'dan alıntıladığı gibi...
"Düşler düş olup gitti, yarınlarsa hayal" mi?
Öyle mi gerçekten?
Cumhur
* Dr. Nadir Paksoy; YAŞ 21: HAYBER ; Bağlam Yayınları
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan SİNOP YAZLARI, ÇALSIN SAZLARI |
|
Dayanılmaz oldu artık bu sıcaklar. Öğlenleri duvar diplerinden yürüyerek, gölgeleri birbirine bağlayarak sahile kadar iniyorum. Kalabalık bahçelerin en tenha masasını seçmeye çalışıp kendime bir çay söylüyorum. Çayım gelince bir sigara yakıyorum. Yarın denize gitmeliyim, artık yüzme sezonunu açmanın zamanı geldi diye düşünüyorum. Ertesi gün deniz soğuğu oldu diyorlar. Denize gitmeyi öteki yarınlardan birine erteliyorum. "Birkaç gün daha bekleyeyim de deniz biraz ısınsın. Nasılsa kaçmıyor ya, acelem mi var?" diyorum.
Yalı Kahvesinin her geçen yaz ünü ve müşterisi biraz daha artıyor. Eskisi gibi her zaman boş masa bulmak neredeyse imkânsız hale geldi. Kahve kalabalıklaştıkça masalar iyice birbirine yaklaşıyor, kalabalığa inat masalar arasında dolaşan güvercin ve serçelerde çoğalıyor. Sahilde ağaçların ve asmaların gölgesinde sabah kahvaltısı yapmak için gelen ayrı bir müşteri tipi bile oluştu. Peki, bu sabah kahvaltıları neye benziyor? İsterseniz sizin için biraz açıklayayım. Kısaca; açma, katlama, poğaça, nokul, pide, biraz domates, birkaç dilim salatalık, çınar veya salkım söğüdün denizde oynaşan gölgesi, "Usta bize üç çay getirsene, fincanda olsun." Birkaç kez bende denedim. Kesinlikle çok güzel oluyor ama insan ne kadar yediğinin farkına varmadığı için kilo aldırıyor. Elbette kahvaltınıza ortak olmak için hazır bekleyen, güvercinleri ve serçeleri söylememe gerek bile yok.
Yaz herkes için başka güneşleri kendine saklarken, gölgeler ise benim gibi yazma meraklıları için bohçasında yeni öyküler biriktirir. Tatilciler genelde her şeyi yapmak, görmek, denemek ve her şeyi yetişebilmek için koştururlarken sahilin devamlı sakinleri yarı uykulu gözlerle etrafında olup bitenleri izlerler. Tatilciler çok bilinen özellikle kalabalık ve paralı plajlara giderler. Kalabalık burada yaşayan gençler içinde çekicidir. Benim gibi yaşını başını almış olanların denize girmek için gözlerden uzak kendi tenha köşeleri vardır. Yıllardır arkadaş, komşu, akraba veya hısım topluluklarından oluşan bazı grupların denize gittiklerinden haberiniz bile olmaz. Onlar sabahın erken saatlerinde en güzel koylara gidip, pırıl pırıl sularda yüzerken bütün kent hala uykudadır. Sahillere insanlar akmaya başladığında onlar denizden çıkıp evlerine giderler. Deniz faslının ardından iyi bir kahvaltı edip günün geri kalan kısmını en serin ve manzaralı gölgelerde gazete okuyup sohbet ederek geçirirler. Çoğunun akşamları birkaç kadeh parlatıp sonra geceye çekildikleri de söyleniyor. Ama ben hiç görmedim. Vebali söyleyenlerin boynuna…
Yaz gelip sokaklar kalabalıklaşınca sahilin gürültüsünün, patırtısının, yol kıyısına dizilmiş satıcı tezgâhlarının sayısında büyük bir patlama olur. On ay boyunca kendi sakinliğinde sessizce bekleyen bu kentin çivisi birdenbire çıkıverir. Liman içinde turlayan gezinti gemisinden müzik sokak aralarına, adanın uçlarına kadar ulaşır. Kulede ve kale dibindeki hoparlörler de adeta bağırma yarışına tutuşurlar. Ben bu işlerden anlamam ama bunun ticari bir nedeni varmış. İnsanlar kalabalığa, curcunaya akmak eğiliminde oluyorlarmış.
Akşamın gürültüsüne ve kalabalığına yakalanmadan her gün öğleden sonra Yalı'ya veya konservatuar yanındaki çay bahçesinde koyu bir sohbet demlemeden kendimiz için asla o günü yaşamış saymayız. Genellikle belli bir konuyu açmak yerine birinin öyle veya böyle ortaya attığı bir laftan başlayarak çorap söküğü gibi başka sohbetlere geçeriz. Günlük gazetelerin başlıkları veya önceki akşamın haber saatinde televizyonlarda anlatılanlar genelde sohbetimizi esir almayı başarır. İçimizde sansasyonel haberleri sevenler, politik haberleri konuşurken kendinden geçenler, futbola tutkunu olanlar var. Örneğin Tufan Abi, futbol konuşulurken uslu uslu dinlerken, hükümet ve yolsuzluklar deyince söze şehvetle atılır, bağlasan durmaz diye tanımlanabilecek hale gelir.
Sinop'ta yazı anlatmak iki tıngırtı, bir çıtırtı ile kotarılacak kadar kolay değil. Liman İçinden başka, Akliman, Karakum, Gelincik, Bostancı, İncedayı'yı inciğinden cinciğine kadar ela alıp gecesini ayrı, gündüzünü ayrı anlatmak gerek. Daha Tersaneden girip şehri kuşatan surların burçlarına bile çıkmadım üstelik. Sinop'u anlatmak ve tanıtmayı Turizm Müdürlüğüne bırakıp izninizle yalıdaki sohbetlere geri dönmek istiyorum.
Bir akşamüzeri ateş böcekleri sur dibindeki sarmaşıkların kuytularında yanıp sönerken Kefeli'den aşağı iniyordum. Hemen bir maceraya giriş yaptığım düşüncesindeyseniz yanılıyorsunuz. O akşamın sandığınız gibi herhangi bir özelliği yok. Sadece mevsim yaz ve haziran sonlarına yaklaşıyoruz Balatlar Kilisesi'nin sağlam kalmış birkaç kemeri arasında karartıların gezdiği bir akşam ne kadar ilginç olabilir ki? En fazla arka bahçede kantar tokmağı gibi duran enginarlar tarihin eski tuğla duvarlarıyla fısıldayarak konuşuyordur. Ve ben onlara aldırmadan yıkılmış su deposunun aşağısına doğru yürüyorumdur.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Deliliğe Övgü |
|
Gerçekten de; "çılgın" kelimesi bile az kalmış şu bizim Türk'ler için. Okuyunca daha da iyi anladım ki; çılgın değil deliliğin zirvesinde gezinmiş atalarımız. Ne mutlu ki; o çılgınlıkla gelmiş ülkemizin bağımsızlığı ve o çılgın kararlarla kurulmuş cumhuriyetimiz. Sen kalk; Anadolu'yu parça parça etmiş gözü dönmüş işgal kuvvetlerinin kamyonuna, topuna, tüfeğine karşı çarıkla, kağnıyla, süngü ile kafa tut ! Sen kalk; memleketi parça parça satmaya kalkmış son Osmanlı saltanatının Bizans entrikalarına karşı uyuyan bir milleti bağımsızlık ülküsüyle uyandır ! Sen kalk; hilafet şemsiyesi altında din bezirganlığıyla fakir halkını soyan yobaz çetelerini bir yanda büyük Milli Mücadele'nin bağımsızlık savaşına rağmen cımbızla birer ikişer ayıkla ! Çok az doğrusu "çılgın" kelimesi...
Turgut Özakman'ın bu nefis kitabını ( geç de olsa ) okurken kimi yerlerde hayretimi gizleyemediğimi farkettim ki; bugünlerde yaşadıklarımızın o günlerde yaşananlardan diplomatik anlamda pek benzemeyen yanı yok. 1920'li yıllar sanki 2000'li yıllarda pek de fazla değişmemiş ne acıdır ki ! Detayları boşverdim, ana fikirlerde ne fark var ? İşgal kuvvetleri yine dört bir yandan sarmışlar memleketimizi, bu kez topla, tüfekle değil borç parayla. Sevr Antlaşması gibi sen şu illere, sen bu illere yayılacaksın şeklinde değil, doğrudan ve bodozlama bir biçimde işgal edeceksin; kaynaklarını, yeraltı zenginliklerini sömüreceksin diyorlar açık seçik. Üzerine seksen küsür koca yıl geçmiş, teknoloji çağına rağmen; hala hurafelerle kandırılan bir milletiz nasılsa. Yine saltanat heveslileri gerek medya yoluyla milleti uyutuyorlar, gerekse binbir entrika ile vatan topraklarını karış karış üstelik babalar gibi satıyorlar. Yobaz çeteleri yine fakir ve cahil halkı din ticareti uğruna sömürüyorlar. Ne farkı var o günlerin bu günlerden söyler misiniz ? Sadece filmin baş rol oyuncuları ve figüranları değişmiş; roller aynı, senaryo aynı, amaç aynı...
"Patlıcan meselesi deyip de geçmeyiniz, birçok yüksek meselelerden öyle böyle değil çok önemlidir" diye işgal altındaki İstanbul'da başyazı yazan Refik Halit Karay'ın alaycı ve yalaka tavrının bir farkı mı var kediler, şarap vs. gibi yazılarla halkı oyalayan papyonlu başyazardan veya şaklabanlık yapıyorum diye televizyonda milleti donsuz bırakan soytarıdan ? Zaten millet donuna kadar soyulmuşken sadece 3-5 kadının donu peşinde koşup pişti yapmaya, hedeeee hödöööö şeklinde kunuşan adamlara ilah gibi tapmaya, kanının son damlasına kadar savaşıp önümüze bunca toplumsal hedefi koyan atalarımızın yolundan bu denli sapmaya, ne gerek var ?
Yaklaşık 700 sayfayı kah tüylerim diken diken olarak, kah gözlerim dolu dolu olarak okudum. O büyük Milli Mücadele ruhunu algılamaya, öğrenmeye çalıştım. Ne yazık ki; o Milli Mücadele ruhundan gelen dedemleri ( gerek Balkan harbinden binbir acılarla kaçıp yurduna döndüğünde Antalya'da portakal bahçeleri öneren Atatürk'e; "Tüm akrabalarım Küçükköy'de, beni onlardan ayırmayın" diyen anne dedemi, gerekse Anadolu'da çete savaşlarında fişek yapımcılığıyla ilgilenmiş baba dedemi ) tanıyamadığıma, onlardan birer küçük anı dinleyemediğime üzüldüm. Afyon'un kurtuluşu bölümünü okurken; Afyon'lu babaannemden mercimekli börek dışında hiçbir şey öğrenemediğime kahroldum. Yetişkin insan gibi anneannem ile doğru düzgün bir sohbetimin bile olamadığını farkettim. Bu arada; Yüzbaşı Faruk ile Nesrin Hanım'ın aşklarının sonunu öğrenemediğim için Sn.Turgut Özakman'a sitemlerimi göndermeyi de ihmal etmedim.
Ama yine de okuduklarım beni bugünlerden o günlere zaman makinası misali götürdü. Kısacık tatilimde; denize bile doğru düzgün giremedim kitap okuyacağım diye. Annemi getirdim İstanbul'dan ( yolda okuyamadım ama ne Tekirdağ Köftecisi Ali Usta'yı pas geçtim ne Çanakkale'de peynir tatlısını es geçtim ne de Kaz Dağları'ndan inerken o müthiş manzarada Menemen yemeği ve çay içmeyi ihmal ettim ). Yeni açılan yazlık sezon için annemin ev ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştım. Şu Çılgın Türkler'i okumaya başladım... Alışveriş yaptım evin ihtiyaçları için, okumaya devam ettim... Okumaya devan ederken Midilli'ye karşı şarabımı içtim... Plajda yine okumaya devam ettim, denize girmeyi unuttum... Denize girdim, kitap ıslanmasın diye yüzmek yerine suyun içinde cebelleşmeyi seçtim... Velhasıl okurken kendimden geçtim... Dünya Kupası maçlarına birkaç gün ara verildi de bitirebildim o güzelim kitabı...
"Şu çılgın Türkler" yok mu ? O çılgınlığa, o "Deliliğe Övgü" demeli Erasmus aklıma gelmiş iken ve fakat bunca soytarılığa "Sövgü Zamanı" çoktan gelmiş de geçiyor dedim içimden.
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Recep Pehlivanlar Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 6.382 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Akvaryum...
Su altında yaşardı
Onu bulduğumda
Süklüm püklüm bir şeydi
Buruş buruştu her bir uzvu
Bana derinleri anlatırdı durmadan
Nasıl bir yalnızlığa boyun eğdiğini
Nasıl yokluklardan geldiğini
Dinlerdim
Sebepsiz.
Diyemezdim mısır püskülü kederlerine
”Bunlar hiçbir şey değil”
Su üstüne çıkmaktı tüm çabası
Büyük hayâlleri uçurtma kuyruğuna takılı
Kuyruk, ağaç dalına.
Parçalar şiddetli rüzgârlar değdikçe
Tiril tiril titrer düşleri kuma gömüldükçe
Oya nakış işlediği hülyalarına yine de gülümserdim
Şüphesiz
Sükûnetle.
Söyleyemezdim kırılası kalbine gerçekleri
”Hayat sandığın gibi değil”
Bulutlara dokunmaktı arzusu
Parmaklarının ucuyla da olsa
Oysa su altında yaşarken
Ne kadar uzanabilir ki başın
Masmavi semaya
Kuşların kanatlarını taksak nafile.
Umut dolu gözlerine bakıp susardım
Göstermeden
Su damlacıklarını
Haykıramazdım duruşuna isyanımı
”Her doğru bildiğin doğru değil”
Sonunda korktuğum başıma geldi
Aldılar onu özgür suların derinliğinden
Alıp bir dipli kavanoza koydular
Suni yaşam sundular,
Sormadan etmeden
Şimdi her şeye küskün
Bakıyor hayata bir akvaryumdan sessizliğinden...
Elif Eser
Yukarı
|
Çizen: Hüseyin Alparslan Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Patatesi soydum, başucuma koydum, ben bir yalan uydurdum, duma duma dum. http://www.gorillaz.de/games_new/potatoe_game/potato.html Patates sorma konusunda ne kadar becerikli olduğunuzu bir de bilgisayar ortamında deneyin bakalım. Bu arada, "bu tekerleme böyle değildi ama neyse" diyenlere bişeycikler demiyorum.
Bu vereceğim kısayol İstiklal Marşımızın ilk iki kıtasını bile söylemeyi beceremeyen büyüklerimize gönderilmiştir. http://www.cengizhan.com/Yas%20üçbuçuk.wmv Lütfen sonuna kadar seyredin ve dinleyin. Yorumunu sizlere bırakıyorum.
Mouse kullanımında çok iyiyim diyorsanız bir de bunu deneyin. http://www.minijuegos.com/juegos/jugar.php?id=2968 Önce start noktasına tıklıyorsunuz ve kırmızı nokta sizin kontrolünüze geçiyor. Hiç bir yere değdirmeden beyaz hattı kullanarak finish noktasına ulaşabilirseniz ne ala. Yoksa fonda çalan loop müzik bile bir süre sonra sinirlerinizi germeye başlıyor. Bu arada sağ tarafta ekrandaki görüntüyü büyütme seçeneğini de kullanabilirsiniz.
Sayın Hulki Cevizoğlu'nun web sayfası varmış ama benim daha yeni haberim oldu. http://www.cevizkabugu.com.tr/ Bakalım cevizin kabuğu sanal alemde de televizyonlardaki kadar ses getirebilecek mi?
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|