Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.018

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 3 Temmuz 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : Maksat çocuklar mutlu olsun!..

İyi haftalar,

Sizi bilmem, Dünya Kupası benim için bitti. Arjantin, İngiltere derken Brezilya da elenip gidince ne tat kaldı ne tuz. Sonunda Almanya şampiyon olacak galiba. Bari bizim vatandaşlar sevinsinler n'apalım.

Meclis tatile girdi. Bunun anlamı erken merken seçim yok. Zamanı geldiğinde önce Cumhurbaşkanı sonra milletvekili seçimleri yapılacak. Tayyip Bey, eğer kendisinde bir yeni değişim olmaz ise, bağıra çağıra Cumhurbaşkanı olacak. Üstüne bir de veliahtı yönetimindeki AKP seçimden galip çıkarsa değmeyin keyfine. Buna en çok çocuklar sevinecektir eminim. Artık dağıtacağı çukulata ve oyuncağın haddi hesabı olmaz. Örtülü ödenek, şekerleme ve oyuncak sanayinin gelişimine dolayısıyla çocuklarımızın mutluluğuna vesile olur. Ne güzel değil mi? (Böylesi bir durumda ancak buna "ne güzel" denileceği düşünülerek, taammüden saçmalanmıştır.)

Dün Cumhuriyet tarihimizin yüz karası günlerinden birinin yıldönümüydü. Unutmak istesekte unutamadığımız 1993 Sivas Madımak Oteli Katliamını acı ve nefretle anıyor, faillerini ve o faillere cesaret veren zihniyeti lanetle kınıyorum. Bu konuda anlamlı bir yazıyı "Dost Meclisi"nde bulabilirsiniz.

Haftaya söz verdiğim yarışma sonuçlarını açıklayarak başlamak istiyordum inanın. Ama maalesef gönüllü jüri üyelerimizin bir bölümü işleri dolayısıyla henüz bana sonuçları teslim edemediler. Bugün tamamlanırsa yarın, yarın tamamlanırsa Çarşamba'ya sonuçları sizlerle paylaşmayı umuyorum. Asıl o güzel hikayeleri sizlerle paylaşmak için sabırsızlanıyorum. Ama buna daha çok vakit var. Gelişmeleri hep birlikte göreceğiz.

Haftaya bir güzel eski şarkıyla başlayalım istiyorum. Ersan Erdura söylüyor, Sensiz Saadet Neymiş. Hepinize bunaltıcı sıcak ve nemden arınmış güzel günler diliyorum. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

KIRKYAMA

 KIRK3YAMA HİKAYELERİ


  Keten Helva -6-

6
-Git ! dedi şaşkınlık içinde.

Genç adam hayatına girdi ve girdiği gibide çıktı. Avuçlarının içinden göz göre göre kaydı gitti işte ! Ne yapacağını bilemeden bir müddet Pakize ile oturdu. Sonra indi arabadan, kilitledi, derin bir nefes aldı ve yürümeye başladı amaçsızca. Neydi öyle son 20-30 dakikadır yaşadıkları ? Film gibi vallahi. Kime anlatsa inanmazdı. Adını dahi bilmediği genç adamdan çok hoşlanmıştı. Kim bilir ne kadar güzel sevişiyordu? Halil eskisi gibi ilgi göstermiyordu artık. Oysa o ona ilgi gösterse daha bakımlı, daha sağlıklı olacak ve belki daha az konuşacaktı.

Ama bir dakika!

Genç adam ona çok kötü davranmıştı. Sümsük mümsük ve ilgisiz olsa bile Halil' i onu bu güne kadar hiç kırmadı, ne dediyse yaptı, hep dinledi, her şeye başını salladı. Dışa vurmayı bilemese de belli ki kocası onu yürekten seviyordu. Yoksa aslında kahrı çekilecek bir kadın olmadığını kendide pekala biliyordu. Birden bu düşüncelere daldığı için kendini kötü hissetti ve suçlamaya başladı. Halil onu platonik bile olsa hiç aldatmadı, aldatmazdı da… Birden ona sarılmak ve onu çok sevdiğini haykırmak istedi.

Ahh… Halil!

Hi….!

Halil ya, tabii şimdi ona haber vermek lazım. Şimdi nasılda merak etmiştir. Kalbine iner vallahi karısını ! ve Pakizesini bir an görmese. Hey Allah' ım telefonu unutacak zamandı sanki. Ne bilsin kaçırılacakta, telefon lazım olacakta.. Aman ya bu güne kadar kıçını hep Halil toplamıştı , böyle şeyleri hiç düşünmezdi ki. !

Arabadan indiğinden beri bu düşüncelerle epey bir yol aldığının farkında bile değildi. Az ilerde bir büfe gördü. Kontörlü telefondan kocasını arayacaktı. Telefonu eline aldı…



Halil duyduğunda (belki) göklere uçacağı bu hazin aksiyondan habersiz o memur kılıklı arabası için alışverişini bitirip kasaya kadar gelmişti ki birde ne görsün?

Kasada huriler hurisi, akılların almayacağı güzellikte, çıtır mı çıtır, taze yeşil yirmilik gibi kanatsız bir melek!!!

Kasiyer kız "buyurun efendim hoş geldiniz" der demez Halil elindeki tüm malzemeleri heyecandan yerlere düşürdü. Müşteri memnuniyeti ilkesi ve tamamen duygusal gerekçelerle kasiyer afet göz süzüp, gerdan kırıp, kalça kıvırıp, sek sek sekerek kasadan çıkıp bizim orta yaşlı, kır saçlı, yeşil bakışlı, andropozunun doruğundaki Halil'in yanına geldi. Onun şaşkınlığına bir gülüş fırlatarak tüm ihtişamıyla bir hamlede yere eğilip malzemeleri toplamaya başladı. Ee, Halil bu durur mu hemen çökertmeye niyetlense de kendini yere yapışık buldu. Bu arada gözü kızın dipdiri KM fincanı ölçüsünde memelerine takıldı. Birden aklına arabada oturan şişko, iri memeli, dağınık saçlı karısı geldi. Derin bir iç geçirip, iniltiye dönüşen bir sesle kızı ata bindirip attaya götürmek istedi.

….

Hawaide…
Giyinip çiçek desenli gömlekleri şortları çekip sırta, varıp Hawai' ye ince belli ada kızlarının koşarak karşılayıp ellerinde güllerden çelenkleri boynumuza takarak bizi balayı odamıza götürmesiyle başladı rüyaların rüyası.
Tütsüler, Hawai' nin kendine has kokuları, ünlü şeflerin özel olarak hazırladığı hawai yemekleri, dekor olarak kullanılan şaman tütsüleri ve tatular, Lomi Lomi masajları ( Lomi Lomi: Hawai dilinde masaj anlamına gelir ) ve geleneksel giysileriyle bizi karşılayan otel personeli, Hawai çiçekleriyle donatılan odamız… Hawai' nin egzotik dokusuna ait her şey ! Bunların hepsi çıtır yirmilik ve benim içindi. Otel personelinin bahşişini verip odadan çıkardım. Derhal çatur çutur yenilmeye hazır ballı börek çıtırımı yatağa attım, boşa geçirilecek bir dakikam dahi yoktu artık …



Carrrrttttttttttttttttttttttttttttttttt !

"Şey beyefendi pantolonunuz" dedi afet- kasiyer. Kendinden önce giden göbeği ve bilmem kaç model eski pantolonu bu egzersize dayanamamış patlayıvermişti. İçinde Sümerbank çizgili pijama kumaşından bozma uzun donu tüm haşmetiyle takımı taklavatı gururla koruyordu hala… Utancından mosmor olan Halil Hawai' den ve mağazadan kendini zor dışarı attı. Keşke ölseydi de bu günleri görmeseydi. Deliler gibi koşup arabasını ve içinde bıraktığı eski model karısını aramaya koyuldu. Gerçi çenebaz karısı hayatından bezdirmişti onu. O külüstür arabayı içinde karısıyla birlikte ilk isteyene sevabına bağışlayabilirdi ama kıçı açıkken bunları düşünemezdi. Koşarken düşündüğü tek şey ölmeden bir huri görmüştü artık ne gam…

Etrafta ne arabadan ne de karısından eser vardı. Deliler gibi dolanıp durdu. Çalınmış olma ihtimaline üzülürken bir yandanda içindekiyle birlikte gitmiş olduğu için yüzünde müstehzi bir gülüş oluştu. Allah ne macera !



- Halillllllllllllllllllll !!! Uyan kocacım, kahvaltı hazır git ekmekle gazete al gel hadiiii sevgilim !!!

Karısının cırlak olmasına cırlak ama sesine katmaya çalıştığı şefkatide fark etmişti Halil. Başına bir şey mi düşmüştü, şaşırdı vallahi. El mecbur kalktı, giyindi, evden çıktı, bakkala gitti, ekmek, süt, gazete aldı ve eve geldi. Kahvaltı sofrasına oturdular. Evinin erkeği olarak gazeteyi eline almaya yeltendi.
Sadece yeltendi.
Birden :
CİYYYYYYAAAKKKKKKK !!!
Deprem sonrası artçı şok gibi bir ses daha….
Üçüncü sayfadaki haberi görür görmez ağzındaki lokma takma dişleriyle birlikte masaya uçtu. Boğuluyordu. Halil panik halinde karısının sırtını yumruklamaya başladı. Kadın hem can çekişiyor hem de gazetedeki resmi gösterip bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Dün, Halil 11 yıllık karısının anlattıklarına pek inanmamıştı ama işte ispatı ! Bu resim her şeyi anlatıyor ve kendini yalancı durumuna düşmekten kurtarıyordu.

Zor bela cana gelip konuştu:

- Al, al ,al işte bak! Birde bana inanmadın, dünden beri boşuna surat asıp duruyorsun, buna ne diyeceksin şimdi?

Halil cidden inanmamıştı ama bu resim ve altında yazılanlar karısının anlattığı gibiydi.

Resim aynen şöyleydi :

Arkası Yarın


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
7 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Güliz Dülgeroğlu


Perilerim Sende Kalsın

Perilerim sende kalsın. Zaten beni istemiyorlar artık. Sakın eğilme, kahpeliğin çürüttüğü cüzamlı bedenimin, kalıntılarını toplama ardımdan. Bak kimse değmiyor bana. Sesim ulaşmıyor hiçbir kulağa. Toz bulutları bir lanet hortumuyla içine alıyor beni. Dönüyorum ..dönüyorum… gözlerimin önünden geçiyor beyazlamış suratın… korku dolu bakışların ve ılık tebessümünle beslenmiş dudakların. Kokun geliyor deniz kenarından bu tarafa. Sokaklar, pis çarşaflar gibi ayaklarıma dolanıyor. Adımlarım kasvetli bir yolculuktan haberdar memnunsuzlukla boyun eğiyor bana. Kesiklerim kolay iyileşmiyor son günlerde. Hep izleri kalıyor ve sen derin çizgiler bırakıyorsun yüzümde.

Bir kuzgun var, bahçemdeki yaşlı ağaçta tünüyor her gece. Annemin alınganlığını, babamın öfkesini taşıyor. Bazen ağlayışlarıma eşlik ediyor o tuhaf eğrelti sesiyle. Evim hiç kurumayan boyalı kapılarıyla karşılıyor beni. Esirden farksız şu zavallı duvarlar. Beni mi dışarıdaki dünyadan koruyorlar yoksa dışarıdakileri mi benden ? Bilmiyorum.

Eskimiş dilenci kıyafetlerimin örttüğü şişkinlikte sen varsın. Sana benzeyen biri belki de.
Saçlarım dökülüyor, hastalıklı ellerim titriyor. Ardından yerine bıraktığın da, aç bir kurt gibi tüketiyor beni, içimden kemiriyor yavaş yavaş. Sana benzeyeceğini anlatıyor sanırım bana.
Ayaklarım bedenimin çamuruyla yerçekimini eziyor, asfaltları eritiyor tıknazlığımın ezici ağırlığıyla.
Sana lanet olsun! Lanet olsun sana!

Gittiğin günden beri her gün terk ediyorsun beni, yeniden ve yeniden. Her gün aynı acı, aynı dehşet, aynı açlık. Gün, gözlerimi kapattığında elinin karanlık tersiyle, yaklaşıyorsun bana sinsice. Unutturuyorsun, uyutuyorsun, öpüyorsun şefkatli dudaklarınla. Serinletiyorsun nefesinle, teninle rahatlatıyorsun beni. Koklayarak annesini tanıyan yavru köpekler gibi buluyorum seni. Bir müzik çalıyor, şu fi tarihinden kalan eski plaklardan biri. Ellerin belimde dans ediyor. Ritmin kanımı kaynatıyor.

Aynalardan biri buluyor beni, eskisi kadar güzelim, görüyorum kendimi. Pembe yanaklarım, yumuşak tenim, canlı saçlarım, umutlu aşık gözlerim. Yabancı biri gibi bakıyorum kendime. Biraz şaşkınım bu yaşayan ben'in karşısında. Ellerimle uzanıyorum görüntüme dokunmak için. Ama suratım arkasını dönüp gidiyor bana. Sesleniyorum kendime. Geri gelmiyor görüntüm. Yürüdükçe etekleri kanla kaplanıyor. Aşağıdan yukarı doğru topraktan emilen bir karanlıkla dolmaya başlıyor kumaş. Korkuyla elimi geri çekiyorum . Gözlerimi yumuyorum. Çoktan gitmiş oluyor, bomboş kalıyor aynalar. Çentikler hatırlatıyor tarihi bana. Ölüme uyandığımı anlıyorum, yine her sabah ki gibi sensizliğe uyanıyorum.

Karnım büyüyor gün geçtikce. Bir erkek çocuk doğuracağımı biliyorum. Küçük ve zayıf bir bebek olacak. Büyüdükçe sana benzeyecek, senin adını alacak, senin bakışların yerleşecek gözlerine. Her sabah onu yanımda bulmak için uyanacağım. Gün boyu ellerim saçlarını sevecek, dudaklarım büyük bir sevgiyle öpecek oğlumuzu. Sıkı sıkı sarılacak kollarım o her ne kadar şikayet etse de. Bir gün senin gibi gideceğini bildiğim için özlemle dolanıp daha fazla sindireceğim onu içime. Bu tutku, bu aşk tortusu birikecek kalbimde dolu dolu. Seni aramaya gittiği gün, oğlunun sana geldiği gün, aynalara sırtımı döneceğim. Eteklerimden aşağıya kanlar akacak oluk oluk. Kimsesizliğin beslediği topraklarda çıplak ayaklarla yürüyeceğim. Pembelik çekilecek yavaş yavaş yanaklarımdan. Saçlarım tutam tutam dökülecek ben yürürken ardımdan. Kederimin çizgileri bulacak hemen alnımdaki yerlerini. Nefesim tükendiğinde vücudum bırakacak kendini çoktan beri bekleyen yağmur dolu ölüm çukuruna. İşte o zaman görüntüm silinecek sonsuza kadar.

Bunca ıstıraba katlanan yetim ruhuma açılacak ardına kadar kapılar. Kırmızı ağacın gölgesinde sizinle buluşacağım.Verimli yeşil topraklarında cennetin yeniden doğacağım hiçbir şeyi hatırlamadan, yaşlanmadan, uyumadan, sonsuz bir huzurla.. size doyacağım..

Ama şimdi sadece uyumalıyım…

Güliz Dülgeroğlu


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Neslihan Güzel

 Kahveci : Neslihan Güzel


  ÜÇ KELİME

Doğmuşsundur bir gün, bir pazar günü, ya da cumartesi. Doğduğun yer, belki bir Anadolu toprağıdır, ya da bir İstanbul semti. Kim bilir belki de Akdeniz de bir yayla.

Bahçesinde akasyalar, erguvanlar olan bir bahçede büyümüşsündür, toprağı eşelemişsindir akşama, kadar. Zeytin ağaçlarının dibini çapalamışsın belki. Ağaçları taşlamış, dallarını kırmış, elmaları sopalamışsındır, çağla toplamışsındır nisanda.

Belki de bahçeli olmayan bir apartman dairesinde dünyaya gelmişsindir. Balkonda ki mor menekşeler su vermişsindir, akşamları üşümesinler diye onları içeri almış, sabahları güneşten korumuşsundur. Çok istediğinsen eğer, plastik leğenin içinde yetiştirmişsindir maydanozları, toprağın olmadığı için. Çayın demini dökmüşsündür dibine gübre niyetine, maydanozunu beslesin diye.

Okullu olmuşsundur, derslere girmiş, teneffüsü dört gözle, beklemişsindir. Bahçede top oynarken düşmüş, kafanı yarmışsındır. Belki de ağaçtan düşüp, kolunu kırmışsındır. Arkadaşların da kolunun üstüne imzalar atmış, "Çabuk iyileş!" yazmışlardır. Ders çalışman gerekirken çocuklar pencerenin önünde oyun oynamış, sense iki dakika bakıp tekrar derslerinin başına geçip, bunu kanıksamıştır.

Akşamları yıldızları yakalamak istemiş, gündüzleri gül sarısı renkli güneşe selam vermişsindir. Hayallerin olmuştur bir de derin denizlere sığmayan. Bir gün ya gerçekleşmezse diye, ömrünün yetmemesinden korktuğun.

Derken bir de bakmışsın ki büyümüşsün, kocaman delikanlı olmuşsun, saçlarında uzamış. İş telaşesi başlamış. Rüzgârın şarkılar söyledi bir perşembe sabahı, üstüne takım elbiseni giyip, işverenin kapısını çalmışsındır. İyisin, hoşsun, arı, yalansız bir yüreğin var.
Kültürlü bir insan olunca da, boş çuval gibi durmuyorsun. İşin de olmuş tabi ki.
Çimlerin fısıltılarını dinleyerek oturduğun bankta, bir de bakmışsın ki, hayallerindeki zümrüdü Anka. Her şey tamam diyorsun kendi kendine, okul bitti, iş de oldu.
Ihlamur çiçeklerin açtığı bir zaman, saçlarına yağmurların değdiği bir zamandı bu, sen de başladın güzel bir ilişkiye.

Fakat her şey değişmeye başlıyor zamanla, sen kendini oluşturmuştun kafana göre, kişiliğin vardı kendince, Fenerbahçe'yi severdin, hafta sonları maça giderdin. Açelyayı severdin çiçeklerden, yemeklerden ise taze fasulyeyi. Kitap okumayı severdin geceler boyu, korku filmleri izlerdin sabaha kadar.

O ise her zaman sana karışırdı, "Erken uyu! Kahvaltı yapmadan işe gitme! Çok yeme!" derdi. Sigarana da çok karışırdı "İçme bu kadar!" diye. Sana ise bunlar garip gelirdi. Neden böyle diyordun kendi kendine. Şu ana kadar kimse sana bunları söylemişti ya da söylemeye cesaret edememişti çünkü.

Bir gün ıhlamur çiçeklerinin kuruduğu, saksındaki sarı açelyanın solduğu zaman, o elindeki valizi ile kapının önünde duruyordu. Dışarıda ise rüzgâr son bestesini yapmış, son vuruşlarını vuruyordu, gitarın tellerine. Ona bir düşman gibi bakıp, "Neden beni bu kadar sıktın? Neden değiştirmeye kalktın?" diye sordun.

O ise solan yüzü ile bir narin dal gibi kırılan kalbini avuçlarına almıştı. Valizine ise anılarını doldurmuştu, yalnız bir kaç parçasını sığdıramamıştı, gar dolabın içinde kalmıştı arta kalan anıları, kırılan kalbinin kırpıntıları ile beraber.

Buğulu ve titrek bir ses tonu ile senin sorunu yanıtladı, üç kelime ile. "Çünkü seni seviyordum!"

Neslihan Güzel
www.neslihanca.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


7,007,007,007,007,007,007,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Şadıman Şenbalkan


MARJİNALLERİMİZ ORİJİNALLERİMİZ

Hem rap, hem reagge dinleriz, bazen de sanat müziğine meyleder; müziğin kulağımızın pasını silmesine ve bizi özümüze döndürmesine müsaade ederiz. Türkülerimize sahip çıkan bir Anadolu ezgisinde hüzünlenir, coşarız.

Öğle yemeklerini çok zaman McDonald’sda atıştırır, akşamları moda her ne varsa takip eder, Çin lokantalarında SUŞİ’ nin damak tadımıza uymazını uydururuz. Beş yıldızlı balık lokantaları, cüzdanı kabarık insanların uğrak yeridir, ama “en tel” kişilerin; “salaş meyhaneleri”de vardır. Fakat magazin sanatçılarının da; yeni akımın getirdiği eskinin adına “disko” denilen yerlerinde; ne kadar ünlü şanlı kimse varsa onların(tabii ki bu kimseler magazin ünlüleridir) boy gösterdiğini gene evimize giren o minik kutu televizyon aleti sayesinde bilgi sahibi olur, ilgileniriz. O kişilerin hangi bara hangi eğlence mekanına gittiği her ne kadar bizi ilgilendirmese de, başlıca ilgi alanımız olup çıkıvermiştir.

Bu görünen tabloda; olabilirlik ve çok anlamlılık yani; postmodernizimin ülkemizin çeşitli renklerine katkısından kaynaklandığını düşünür dururuz.

Bazen Ülkemizin en doğusunda hayvancılıkla geçimini sağlayan çobanı, ve koyunlara yapışan “kene”yi de hatırlarız bize sunulan haberlerde. Doğanın dengesini bozan “kuş gribiyle” bağlantısını düşünmeden geçemez “akli selim sahibi” bir bilim adamı ile sağduyulu mürekkep yalamış aydın kişi. Ve bazen de söz sahibi sözüm ona aydınlar birbirlerine sataşırken; insanın yaşamı için gereken “doğadaki dengeyi” görmezden gelir, eskinin “kene”sinin insan vücudunu niye seçtiğini unutuveririz.

Neden?

Nedenler öylesine birikti ki... Ve bir çok “nedenlerden?” bir kaçı da öyle ya da böyle:

Marjinal ve orijinal her ne varsa; bu mozaikte bir güzel barınıyor.

Emekliler, zam beklerken işsiz gençte iş bekliyor, ve bizim orijinaller de “yar bana bir eğlence” diyerek denizin güneşin ve alım gücünün varlığında hayatın tadını çıkarıyor...

Bir yanda geçim sıkıntısında yaşayan insanlar, öte yanda “vur patlasın, çal oynasınlar”da, ülkemizdeki bir avuç insanını bize gösteren zihniyetlerin müsaadesiyle gösterilen hayatlar.

Marjinaller, ne yapıyor bu vaziyette?

Göründükleri yerde ve ellerine aldıkları mikronla eskileri yad ediyorlar...

Eskiyi anmak, eskideki tecrübeleri ve dersleri hatırlamak, iyi bir gelişme ama, “adab-ı muaşeret “ kurallarını da yaymak gerekmiyor mu a güzel ve özel kardeşlerim...

“Her geçen gün eskiyi arıyorsa gönlünüz, eskiden mi daha iyiydi hâlimiz, ahvâlimiz?”diye sorumadan geçemiyor insan.

Eskiden vazgeçmeden, yeni günle yeni olanlarla çoğalmakta iyi hem de pekiyi olabilir...

Oturduğumuz yerden ahkâm kesmekle olmaz bu işler! Şimdi her bir manzara bir yana, ÜLKEMİZ Orjinali ve marjinaliyle güzel hem de çoook güzel...

Çünkü çok anlam zenginliğinde; siyah beyaz ayırımda; her birini kabul etmek vardır. Orijinallerde marjinallerde bizim ve yeni nesle; orijinal ve marjinal olmayı öğretmek, orjinali olmayanların ve marjinallerin görevidir...

Hep beraber elele bu çok ama çok renkli mozaiğimizde...

Şadıman Şenbalkan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,508,508,508,508,508,508,508,50
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


"Yüreğimizde hiç sönmeyen bir ateş gibi yanıp duran Sivas"

13 yıl önce içimize atılan bir kor, yanar ha yanar.
21.yüzyılda ortaçağı artmayan bir katliamla yitip giden 35 can.
35 insan, 35 aydın.
Görmeyen gözler, susan diller, tutmayan eller, her yan Temmuz.
Şuursuz bir güruh, Madımak dışında naralarla,salyalarla bağırıyor.
Madımak içinde canlar tutsak. Tutunacak bir el arıyor, ateşi söndürecek bir damla.
Bir umut insanlık için.

35 güzel insanın son nefesini verdiği Madımak orada hiçbir şey olmamışçasına duruyor.
Ölümlere sahne olan mekanın en alt katında, birkaç yıl sonra nazire yapılırcasına kebap salonu yapılıyor ve o kebapçı o gün bugün orada çalışmaya devam ediyor.

Başka bir ülke var mıdır? İnsanlık tarihine böylesine acı bir nokta koyup aynı acıları yaşattığı yerde bir daha olmasın diye; bir anıt, bir müze, bir ibret tablosu olarak gelecek nesillere aktaracağı yerde içinde insan yanıklarının hatırasıyla insanlara kebap yediriliyor.
O yaşanan talihsiz olayların yaşandığı gün doğan bebeler şimdi 13 yaşında çocuklar oldular. Ve biz o çocuklara insanların yakıldığı yerde, kebapçıların açıldığı bir ülkede yaşadıklarını ne yüzle anlatacağız.

Madımak İnsanlığa ibret belgesi olacak bir müze, bir kültür evi bir anıt olarak düzenlenmeli.
Olayın sanıklarının bir bir cezaevlerinden salanlara onlara konforlu bir cezaevi sunanlara bu devran böyle gitmez diye bir çift sözümüz olmalı.Olayın mağdurlarının anısına saygı duyarak bu utanç bir an evvel ortadan kaldırılmalıdır.

Sivas katliamının 13. yıl dönümüne 3 gün kala 62 milletvekilinin imzasıyla meclise sunulan "Madımak Müze Olsun" teklifi AKP'lilerin oylarıyla reddedilerek Türkiye'nin utancı bir kez daha onaylanmıştır

Madımaktan gökyüzüne kebap dumanları değil, Hasret Gültekin'in bağlamasının, Nesimi Çimen'in curasının, Muhlis Akarsu'nun yanık sesi yükselmelidir. Metin Altıok'un, Behçet Aysan'ın şiirleri, Asaf Koçak'ın karikatürleri süslemeli Madımak duvarlarını, Asım Bezirci'nin kitaplarıyla dolmalı Madımak kütüphanesi.
Yitirdiğimiz bütün canlar için Barış Ormanı büyütmeliyiz Sivas'ta…

Bu konuda Almanya örnek olsun bize, Solingen'de ırkçı Almanlar tarafından uykudayken yakılarak ölen 5 Türk için yapılan çalışmalar; "Beş Türk'ün yakıldığı evin bulunduğu alan tümüyle temizlenmiş. Solingen'de yakılan evin arsasına, öldürülenlerin anısına, beş ceviz ağacı dikilmiş. Evin hemen önüne, küçük bir anıt dikilmiş, üzerine de Almanca ve Türkçe şöyle yazılmış: '29 Mayıs 1993'de ırkçılar tarafından yapılan kundaklama sonucu öldüler: Gürsün Ince, Hatice Genç, Gülüstan Öztürk, Hülya Genç, Saime Genç'."

Bir yanda Solingen'de, yakılanların anısına dikilen beş ceviz ağacını ve anıtı, bir yanda Sivas'ta 35 kişinin yakıldığı yerde kebap salonu'nu… İçimizdeki yangın daha fazla acıtmadan bizi, bu utanç salonundan kurtulmalıyız. Karanlık tarihimizle hesaplaşmalı ve 2 Temmuz 1993'te Sivas'ta yakılarak öldürülen insanımızı, aydınımızı layık oldukları gibi anmalıyız.

Aydın İleri
aydinileri@gmail.com


<#><#><#><#><#><#><#>


Fotoğraf : Recep Pehlivanlar

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.382 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


ÇÖL YOLCULUĞU

her çöl yolculuğu yangındır
doğduğunuz günde başlamıştır eksilmeye
maziden her dem alışınızda bedenleriniz

siz ki temize çektiğinizde anlarsınız
koyu bir kirle açılan sayfalarını anıların
şimdi yorulmuş bir yolcusunuz
billur bir orgazmın akislerini taşıyan
ekranlarında duyguların

her çöl yolculuğu yangındır
her yangında tuhaf gizlerini görürsünüz tanrı'nın
sarı yalnızlıklara açılan balkonlarınızda
soyunmaya başlarsınız
ve hiç bir iz bırakmadan kendinize
koşarsınız git gide koyulaşan
suretine suların.

Fatih Köseoğlu

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Hüseyin Alparslan

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Patatesi soydum, başucuma koydum, ben bir yalan uydurdum, duma duma dum. http://www.gorillaz.de/games_new/potatoe_game/potato.html Patates sorma konusunda ne kadar becerikli olduğunuzu bir de bilgisayar ortamında deneyin bakalım. Bu arada, "bu tekerleme böyle değildi ama neyse" diyenlere bişeycikler demiyorum.

Bu vereceğim kısayol İstiklal Marşımızın ilk iki kıtasını bile söylemeyi beceremeyen büyüklerimize gönderilmiştir. http://www.cengizhan.com/Yas%20üçbuçuk.wmv Lütfen sonuna kadar seyredin ve dinleyin. Yorumunu sizlere bırakıyorum.

Mouse kullanımında çok iyiyim diyorsanız bir de bunu deneyin. http://www.minijuegos.com/juegos/jugar.php?id=2968 Önce start noktasına tıklıyorsunuz ve kırmızı nokta sizin kontrolünüze geçiyor. Hiç bir yere değdirmeden beyaz hattı kullanarak finish noktasına ulaşabilirseniz ne ala. Yoksa fonda çalan loop müzik bile bir süre sonra sinirlerinizi germeye başlıyor. Bu arada sağ tarafta ekrandaki görüntüyü büyütme seçeneğini de kullanabilirsiniz.

Sayın Hulki Cevizoğlu'nun web sayfası varmış ama benim daha yeni haberim oldu. http://www.cevizkabugu.com.tr/ Bakalım cevizin kabuğu sanal alemde de televizyonlardaki kadar ses getirebilecek mi?

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060703.asp
ISSN: 1303-8923
3 Temmuz 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com