Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.021

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 6 Temmuz 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : Artık huzur buldum!..

1. Kahve Molası Öykü Yarışması - Detaylar için tıklayın.Merhabalar,

İyisi kötüsü, doğrusu yanlışı ile şu yarışma işini hallettim ya, huzur buldum inanın. Meğer Hıncal Abi olmak ne zormuş yahu. Bir de adamla dalga geçerdim iyi mi? Neyse bitti, hep birlikte kurtulduk. Hazır huzur bulmuşken televizyon seyretmeye oturdum, dayanamadım hemen kalktım. Her kanal olmuş bir Bodrum TV, her TV'de var bir Sibel'in poposu. Popo da popo hani. Tabi insan kendini Sulhi Abinin yerine koyunca bir tuhaf oluyor. O da olmuş haliyle, çağırmış apar topar geriye zevcesini. Gelir gelmez de almış eline makası doğramış tumanı. Bunların hepsini TV den öğrendim, sağlamasını yapabilirsiniz. Yalansa da ben onların yalancısıyım. İtiraf ediyorum, bugün ne gazete okudum ne de haber dinledim. O nedenle gevezelik etmeye yakıtım yok. Olanı da sarfettim zaten. Şimdi ben size şöyle hoş bir romantik şarkı dinleteyim sonra da koşup yastığıma gömüleyim. Neil Sadaka söylüyor, You Mean Everything To Me. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

KIRKYAMA

 KIRK3YAMA HİKAYELERİ


  Keten Helva -9-

9
Cihangir'deki lüks bir apartmanın üçüncü katında boydan boya uzanan balkonda Neriman içkisini yudumlarken, bir yandan da gazetesini okuyordu. Arada bir de beline kadar inen cılız, modası geçmiş oksijen sarısı saçlarının orasından burasından tutup çekiştiriyordu. Gazetenin yazdığı haberdeki cinayetten kaçabilen meçhul adam, kendisine hiç de yabancı gelmemişti. Emindi, o adam onun "Tarla Faresi" olmalıydı!..

Adamı tanıdığında, otuz yaşlarında, oldukça güzel bir kadındı. Neriman Abla uzun yıllar bu adama mecburen katlanmıştı. Aralarında ne büyük bir aşk ne de sevgi beraberlikleri, sadece alışkanlıktan ibaret bir ilişki oluşmuştu. Meçhul adam, zaman zaman kızlara musallat olsa da maymun iştahıyla sinsice hiç olay yaratmazdı. Son gelişinde Neriman'a manalı manalı bakarak;

''Bak ablacim, artık piliç yetiştirmek para getirmiyor, yabancı güzeller ayağımıza kadar geldi. Piyasamız düştü. Daha büyük işler yapacağım.'' diyerek, Neriman'in yıllardır biriktirdiği parasını alıp toz olmuştu. Paracıklarını kaptırdığı adamın ele geçmemesine çok sinirlenerek, ellindeki içki bardağını yere fırlattı.
Evin içinden, balkondaki şangırrrrrrrrrrrrrrrr sesini duyan kızlardan biri :

- DİKKATTTTTTTTT!!! Neriman Abla'nın sigortası attttttttttttttttttttttttttı...

diye söylenerek, diğerlerini uyardı. İçlerinden biri de doğruca balkona koşarak;

- Ne oldu ? neden kızdın be ablacım ?

- Hazirlıklı olun! Bizim Tarla Faresi, pisliğe karışmış ve kaçmış... Her an çıka-gelip burada saklanmak isteyebilir. Çok dikkatli olun ve sakın kimseye kapıyı açmayın. Mahalleye rezil olmadan mutlaka bir şeyler yapmalıyız.

- O buraya gelemez ayol! Senden korkar, ödü patlar valla. Hadi ablacım, sen biraz içeri giriver, bende yerdeki su sırcaları süpüreyim de ayağımıza batmasın.

- Bırak camları olduğu gibi yerde kalsın, eğer gelirse onun yüzünü gözünü parçalayacağım.

- Değer mi abla, değer mi bu adam için basını belaya sokmaya? Yıllardır çektiklerin yetmedi mi? Bırak kendi belaını kendi bulsun. Biz keyfimize bakalım. Unut gitsin.

Neriman Abla iki tek daha attıktan sonra neşesi yerine gelmeye başladı.

- Ne o kız?.. eğil bakayım azcık. Aaaaa!.. gene kıçına ipi takmışsın. Onun üstüne şöyle uzun fırfırlı, dantelli bir sey giy de kıçın don görsün ayol!

- Aman be Neriman Abla, moda yaa... sen bilmiyor musun?.. dün pazarda önünde tüylüsü vardı ama, param yoktu alamadım.

- Peki, o kolundaki morluk ne be kızım? Horoz mu, tavuk mu, belli değil!

- Hiç birsey de gözünden kaçmıyor, pes yani!.. Dün, koluma dövme yaptırttıım.

- Ulan, adamlar sizi dövünce şiddet dersiniz, sonra da oranıza buranıza dövme yaptırırsınız...

- Uğur getirirmiş be, öyle diyorlar. Neriman Abla, dün yolda giderken bizim eski imam bozuntusuna rastladım. İşler nasıl diye sordu. Kötü dedim. Öyleyse söyle ablaya, ben size yardım edeyim dedi.

- Gözü kör olasıca adam! yüzde kaç istiyor kız?

- İllk sene hiç bir şey istemezmis. İsler düzelince konuşurmuşsunuz...

- Ehh, artık Alaturka çalısırız. İlk önce adlarınızı değistirip güllü-müllü şeyler takarız. Parfüm yerine gül suyu süreriz. Abajurları atar, lambaları bırakırız, helaya takunya, kapının önune de terlikler dizeriz. Banyoyu bozar, yerine kurnalı-çeşme yaparız, bari yok eder, rahle koyarız...

- Aklınla bin yaşa ablam, valla bizde ayıya dayı der, kısa zamanda zengin oluruz.

- Her yerden geçti bey bile gelir ulan, meclise bile gireriz.

Hayaller ve yeni fikirler biribirini kovaladıkca kahkahalarında sonu gelmiyordu. Kapının çalındiğını, içerde uyuyan kızlardan birinin kalkıp kapıyı açtıgını bile fark etmemişlerdi. Aniden içeriye dalan kadın salonun ortasına gelince, Neriman ancak görebildi onu. Gözlerinden derhal tanımiştı kadın kıligına girmiş baş pezevengini!

Koynundan çıkardığı sessiz tabancasını hiç gözünü kırpmadan defalarca adamın üzerine sıktı. Adam yere düşüp de olduğunu anlayınca, derin bir "ohh!" çekti. Gayet büyük bir soğukkanlılıkla odasına gidip battaniye getirdi. Adami sarıp sarmalayıp kocaman bir bavula yerleştirdi.

- Neriman Abla, ben çok korkuyorum. Ne olacak şimdi?..

- Soru sorma! giy mantonu, al çantanı. Denize atacagız leşini...

Araba açık denize yol alırken polisler hala dördüncü meçhul adamı arıyorlardı. Güneş batarken, iki kadın sorunlarını halletmiş, deniz kıyısında oturup büyük bir keyif ve iştahla keten helvası yiyorlardı.

Arkası Yarın


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Çiğdem Gürer


LANET

Bir Anadolu kadınının, Satı'nın öyküsü bu; nice yoksunluklardan, nice yoksulluklardan geçmiş, yine de hep omuzları ve başı dik kalmış Satı'nın; önce Satı kız, sonra Satı gelin, en son Satı kadının öyküsü…

Yüzüne bakan, Anadolu toprağına bakar gibi kuraklığın derin izlerini, susuzluğun silinmez çatlaklarını görürdü Satı'nın. Yüzü, gök-mavi gözleri, sımsıkı örülü saçları Anadolu'ydu ya, kadınlığı benzememişti doğduğu yerlerin toprağına. Toprak, anaydı çünkü; en kurak zamanında bile üstüne düşen tohumdan ekin verirdi. En bereketsiz mevsimlerde, kıt-kanaat da olsa rızıklarını çıkarmışlardı toprak anadan. Satı gelinin toprağıysa hepten kuraktı; olmadı, tohum tutmadı.

Önce çare aradı köyün herşeyden anlayan bilge kadınları. Nazardır dediler, kurşun döktüler. Kimsenin bilmediği yerlerden topladığı otlarla tütsüler yaktı Hatçana, Satı'nın yattığı odada. Olmadı, başkalarını kaynatıp içirdi zamanlarca mahsun geline. Fayda etmedi hiçbiri.

Sonra, büyü dediler. Aylar boyu peşinden koşup da alamayınca kendini samanlıkta asan Osman'ın anası büyü yapmış olmalıydı. Öyle ya, oğlunu ölüsünü bulduğunda köyü tutan ağıtları, bedduaları herkesin kulağındaydı daha; "Aslan gibi oğlum gitti! Kör kuyulara düşesin Satı! Elden ayaktan değil, erden, evlattan olasın. Ben yiğidime doyamadım, sen kucağına bebe alamayasın…"

Ah tutmasına, büyüye karşı okuttular Satı'yı köyün imamına, gömleğine okunmuş tavşan ayağı diktiler, Nurlu Baba'nın türbesinde kurbanlar kestiler, nafile!

Nihayet vazgeçtiler; Satı'nın cinlere uğradığına karar vermişlerdi. "Söyledim ben O'na, çok söyledim. Çamaşır yıkarken eteğini beline dolar, giriverirdi sulara. Gece geç vakit alır başını, giderdi ormana. Su, gece, orman tekin değildir dedim. Cinlerin uğrağıdır, koruyamazsın kendini; biri aşık olur, erinden, dölünden eder dedim, dinletemedim" dedi Hatçana. Sonra sustu; gözlerindeki mavi puslanmış gelini daha fazla üzmemek için.

Kocası; Recep'i, soyu devam etsin diye üstüne kuma getirince mahsun oldu ya, sesi çıkmadı. Severdi O'nu Recep, severdi de, döl tutmayan kadın, eksik kadın demekti. Tamamlamak gerekti eksiğini, Recep de öyle yapıyordu.

Ertesi sene doğurdu yeni gelin; pembe yanaklı, kanlı canlı, nurtopu gibi bir oğlan doğurdu. Kurbanlar kestiler, peygamber adlı olsun, Allah korusun diye "Muhammed" koydular adını. Diyecek yoktu Recep'in keyfine, yere göğe konduramıyordu oğluyla yeni karısını. Lohusa yatağından kalkıp bile şehre götürdü yeni gelini, resmi nikahına aldı. Elleri kolları dolu döndüler köye. Renk renk basmalar, pazenler, lastik ayakkabılar, iki de burma bilezik almışlardı Zeynep geline. Satı'ya da bir yazma, kenarı siyah oyalı; bir kuraklık emaresi gibi…

Bir daha hiç koynuna almadı Recep Satı'yı. Zeynep, Muhammed ve Recep bir aileydi artık; Satı da yanlarında bir sığıntı… Gözlerindeki daha da puslanmış maviyi, derinlerde için için kanayan derdini kimseye göstermedi Satı; oğul veremediği kocasına hizmet etti, ve O'nun resmi karısına… Ta ki Muhammed daha iki yaşına basmadan Recep ölene dek!

Birdenbire oldu herşey. Bir gece, Zeynep'in çığlığıyla uyandı Satı, tüy kadar hafif uykusundan. Yan odaya koşunca, durmadan haykıran Zeynep'i ve O'nun üstünde artık hareket etmeden yatan Recep'i gördü. Usulca yana aldı Recep'in -artık- ölü bedenini, dehşetle bakan gözlerini kapadı, korkudan ağlayan Muhammed'i uyuttu. Sabaha dek nöbet tuttu beyaz çarşafla örttüğü erkeğinin başında; iki yıldır ilk kez bir geceyi O'nun yanında geçirdiğini düşünerek. "Allah'tandır" dedi, sustu Satı gelin. Zeynep'e baktı, uyumuştu!

Cenazenin kalktığı gün, Recep'in ailesi Zeynep'le Muhammed'i yanlarına aldılar. Satı'yaysa baba ocağının yolu göründü. İki geline birden bakacak halleri yoktu. Yine sustu Satı; başı dik, gözleri puslu mavi… Ne denirdi ki?

O günden sonra kendini evine, anasına, babasına, bir de köyün yoksullarına, gariplerine adadı Satı gelin. Anasıyla babası da O'nunla beraber en kıt, kurak zamanda son tarhanayı yoksul ve hasta bir dulla çocuğuna götürdüğünden katıksız ekmek yediler kimi zaman. Kendilerine ancak yetecek bir tencere bulgur pilavını köyün delisiyle paylaştılar. Üç tavuk, bir ineğin yanında köyün sahipsiz ne kadar hayvanı varsa, onları da beslediler. Soğuk bir kış günü mantosuyla dışarı çıkıp hırkasıyla döndüğünde, ne birşey sordular Satı'ya, ne de mantoyu Sabire teyzenin yılların kamburlaştırdığı sırtında görünce şaşırdılar. Hiçbirine ses etmediler; belki de anladılar O'nun doyuramadığı analığını ancak böyle susturabildiğini.

Yıllar geçti. Önce anasını, sonra babasını gömdü Satı gelin; Satı kadın oldu. Herkes saydı O'nu köyde; baston niyetine yaslandığı değneğin sesini duyanlar, az sonra bükülmüş belini ve -hep- dik başını göreceklerini bildiler. Kimse O'nun kurak kadınlığını hatırlamadı, konuşmadı bir daha. Bereketli yüreğiyle sevdiler O'nu. Çocuklar hep eteğinde biraz yemiş, ya da belleğinde garip masallar olduğunu bilerek yolunu gözlediler Satı ananın. Yeni gelinler, genç kızlar O'nun anlayışlı ve dingin bilgeliğine sığındılar. Bayramlarda ilk O'nun eli öpüldü. Askere gidecek delikanlılar, hayır duasını aldılar hep yola çıkmadan.

Soğuk bir kış günü, sobasını yakabildi mi diye bakmaya gelen Muhammed evde bulamadı Satı anayı. Uzun uzun aradılar; ne ölüsünü, ne dirisini gören yoktu. Daha da ararlardı; bahçesindeki kör kuyunun başında siyah oyalı yazmasını görmeseler…

Lanet tutmuştu!

Çiğdem Gürer
nanedanlik@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Neslihan Güzel

 Kahveci : Neslihan Güzel


  OKUMAK ÜZERİNE

Kadınlar gençlik için; yemek, doymak içindir. Dostlar toplum için; yolculuklar öğrenmek için; ev, çiçek, taş ve antika şeyler, satın almak içindir. Bunlar daha sonra insanı fazla ilgilendirmezler. Ama kitaplar, hem gençlik, hem yaşlılık, hem hastalık, hem açlık, hem rüzgâr, hem yağmur, hem de soğuk içindir.

Yuan Mie

Okumakla başlar her şey. Bir kitap, bir kitap daha derken bakmışsınız, elli tane olmuş, yüz tane olmuş. Benim hikâyemde böyle başladı işte, Cin Ali, Can Ali derken, Gülten Dayıoğlu'nun hikâyelerine geldi sıra.

Önceleri yabancı dil bilmeyince, içinde sadece Türkçe kelimeler olan kitapları tercih ediyordum. Bunun için de, ilk önce Türk yazarları okudum. Tabi ki zamanla yabancı kelimelere de alıştım, Polyanna, Red Kit, Haide. vb kitapları da okudum. Onlarda yetmedi, yaş ilerledikçe diğer yazarlara geçtim, Reşat Nuri, Halide Edip, Peyami Safa vb. Türk klasikler bittikten sonra, bir de batıya bakayım dedim, oradan da bir şeyler okumaya başladım. Tabi ki bunlar rasgele oldu. Elime Balzac geçti, onu aldım okudum, Tolstoy geçti onu aldım okudum. Ama bir süre sonra şunu fark ettim, aslında yanlış bir yoldaymışım, insan bu işte de, diğer işlerlerde olduğu gibi belli bir plan çerçevesinde ilerlemeliymiş.

Hafif bir kitabı okumadan, ağır bir kitaba başlamak insanı yıldırıyor. Bence çocuklarımız ilk önce açık, anlaşılır, akıcı kitaplarla başlamalı okumaya. Mesela Çehov'la başlayabilirler. Açık, yalın anlatımı, onları sürükleyecektir, sonra ardından Dostoyevski'nin karmaşık yazılarına geçebilirler. İlk olarak Dostoyevski'ye başlamak, onlara çok ağır gelecektir.
Bu yazarların ardından Gogol, Tolstoy gelebilir. Benim herkese tavsiye edebileceğim, her zaman severek okuduğum yazarlardan biri de Balzac'dır. Vadideki Zambağı ile Goriot Babası, benim hala beğendiğim eserlerindendir.

Bu aşamaları geçtikten sonra, artık okuma alışkanlığı kazanılmış demektir. Sıra felsefi kitaplara gelmiştir, bunlar biraz daha ağır olup, olaydan ziyade, kurgular, kişilik çatışmaları, karabasanlar, ön plandadır. Bunlarda da beğenerek okuduğum isim Kafka'dır. Onun Davası'nı hala okurum, her okuyuşumda da kafamda farklı şeyler oluşur. Zaten bir kitabı, her okuyuşunda sana ayrı bir tat vermiyorsa, o kitabı okumanın ne anlamı var? Bir de insan kitabın bitiminde, en yakın dostundan ayrılıyormuşçasına acı çekmiyorsa, niçin okuyor o zaman, o kitabı?

Çocuklarımıza tavsiyeler de bulunmak, onları yönlendirmek, kitap sevgisi aşılamak, onlara okuma alışkanlığı kazandıracaktır. Tabiî ki bunu yaparken onların öğrenme basamaklarını, isteklerini, dikkate almak gerekir. Daha okumaya alışkanlığı kazanmamış olan bir çocuğa, Fuzuli'nin beytini okutursanız, menfülü menfülü fealatün kalıplarını öğretmeye çalışırsanız çocuk, okuldan da, okumaktan da nefret eder.( Bu benim Fuzuli'yi, Gazali'yi, sevmediği anlamına gelmiyor, yalnızca her şeyin, bir basamak dâhilinde yapılması gerektiğini, anlatmak amacıyla böyle bir örnek verdim). Okulu bitirir bitirmez, eline hiç bir kitabı almak istemez, üstüne üstlük bütün kitaplarını da yakar, benim gibi. Oysa onlara Atilla İlhan, Özdemir Asaf, Necip Fazıl şiirleri öğretilse ilk önce, okumayı sevmeleri sağlansa, ondan sonra daha ağır metinlere geçilse, daha sağlıklı olmaz mı?

Bir de en çok sinir olduğum şeylerden biri, okumadan yapılan eleştiriler. Daha kitabı eline almamış birisi, yazarın isminden yola çıkarak, belki de kapak tasarımından yola çıkarak, kitap hakkında yerli yersiz birçok eleştiride buluyor. Çağımızın hastalığı bu. Sonuçta yazar kendi kişiliğini her kitapta yansıtmaz ki, her eserinde farklı bir insan olarak karşımıza çıkar. Ayrıca kendi kişiliği ile kahramanının kişiliği aynı olmak zorunda değildir. Kitabında, kendiyle taban tabana zıt bir karakteri de yansıtabilir yazar. Nasıl ki sinema oyuncularının, filmde ki kişilikleri ile gerçek hayattaki kişilikleri arasında, fark varsa.

Kimse yazarı, kitabını okumadan, ya da onu gerçekten tanımadan suçlayamaz, ya da yarattığı kişilikten dolayı onu sorumlu tutamaz… Okuyucu bir kitaba başlarken bir arayışla başlar, sonunun ne olduğunu bilmediği bir arayıştır bu. Bir gemide yolculuk etmek gibidir. Yol aldıkça merakı da, artar artar.

Ama sonu hep mutlu biter. Bir dostla tanışmıştır o, bu kötü karakterli bile olsa, yolcuğu boyunca ona eşlik etmiştir. Ve kitabın bitiminde, o kötü karakteri bile özler, sevgiyle anar. Kimi zaman son sayfasını çevirip, bitti yazısını görünce, gözünden yaşlar boşalır. Eski bir dostu kucaklar gibi son kez bağrına basar kitabını.

Okumak böyle bir şeydir, bir alışkanlık haline geldi mi, sizin nerde olursanız olun peşinizi bırakmaz. Otobüste, tramvayda, işte, her yerde yanınızda olur. Ama bir kitap, ama bir dergi olarak. Bir fırsat çıksa da şunu bir bitirsem dersiniz, aklınız hep onda olur, dostunuzu merak eder gibi merak edersiniz, kahramanını…

Kimisine göre de zordur okumak, hiç sevmez, neden okumuyorsun dediğin zamansa, vaktim yok, ya da param yok diye yapıştırır hazır cevabı. Oysa televizyona ayıracağı zamanı, saatleri vardır. Hiç sıkılımdan saatlerce izler…

Bütün mesele aslında sevmektir. Gerçekten insan, bir şeyi severse, ona nerede olursa olsun vakit de bulur, parada…

Okumak kimi için bir tutkudur, bir hastalıktır. Kimisine göre boş zamanını değerlendirme aracıdır. Kimisi ise sıkıntıdan okur, yapacak bir şeyi olmadığı için, okudukça okur…

Bir süre sonra okumakta yetmez, yazmaya başlarsınız, neden yazar insan? Neden geceleri dört gözle bekler, havanın yağmurlu olmasını neden ister?

Bu da ayrı bir muammadır. Kimi bildiklerini paylaşmak, insanlara yardımcı olmak için yazar, özelikle ders kitabı, ilim kitabı yazan yazarlar.

Kimisi de ünlü olmak için yazar, sokakta herkes onu tanısın, hayran olsun diye. Kimisi de zengin olmak için yazar.

Evet, en son bir grup daha var, onlar yalnızlar grubu. Toplumda kendisini anlayan insanların olmadığını düşünüp, kâğıda, kaleme sarılan, yazarlar grubu. Kendi başlarına bir köşeye çekilip, durmadan bir şeyler üretmeye çalışan, beni anlayan yok diye, sitem eden grup. Ve bu insanlar sadece çıldırmamak için yazarlar.

Bense, en son grupta yer alıyorum, çıldırmamak için, yazanların grubunda…

Neslihan Güzel
www.neslihanca.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Şadıman Şenbalkan


LAF SALATALARI...

Mahir bir duygu yükselişe geçti, adı “ben”olan duygularımdan sıyrılıp, “sen” olmayı denediğim duygu değişimlerinde. Bu itibarla da bu yüce duygunun farkına vardığımda; kadını ve erkeği birbirinden ayırmadan; hissetmeyi denediğim andan itibaren, herkesin kendi olduğunu gördüm.

Ne Osmanlı Kadını(?), ne de Kentli ve Kasabalı Kadın’ın ayrımını; bu ince çizgide yakaladım. Çünkü kadın “kadın”dı ve “erkek”de erkek. Ancak; “kadın insan” kimliğindeydim, ve doğanın kadına verdiği bir çok sezgisel güçle, anlayışla ve dünyayı güzelleştiren yüzüyle bile zihnimin alabora olan hallerden arıtamadım kendimi.

Kadını yoran, erkekleri, erkeği sıkan kadınları düşündüm durdum. Üstüne üstlük bizim, ekonomik alanda öne çıkmış, söz sahibi kadınlarımızın varlığı bile beni mutlu etmedi. Gazetelerde kendilerine köşe kazanmış, kadın kalemleri de anlamak için düşündüm. Beni yoran yazılarla; lafı uzatan aynı kapıya çıkan kelimeleri dolandıran yazarları okumaktan sıkıldım! Kendi halinde bir kadının kelime hazinesinin azlığına tanık oldum, zoraki okuduğum “ne?” yazmış yazılarında. O kadın veya erkek yazarın, çatmalarından, odak olma isteklerinden illâllâh getirdim...

Edebiyatımızı kendi tekelinde zannedenlere acıdım, kendimi onların yerine koymam da yetmedi!.. Gazete patronları sayesinde ünlenen yazarların “çalım satmalarına” gülüp geçtim.

İzmir’den İstanbul’a çağ atlar gibi atlayan ve okunan (ki bu da ah vâki bir kavram) gazetelere geçen eskiden tanıdığım gazetecilerin “ne oldum delisi” hâllerini insani duyguyla hoş gördüm ama artık kendilerinin bile okumadıkları yazılarına okuma tahammülü gösteremedim.

Laubali makaleler yazan kadınların prim yaptığı makalelerin “makale” olmadığını anlatmaya çalışanları bekledim durdum, ama kimse onlara toz kondurmadı.

Edebiyatımızda, “Edebiyat Sosyetesinin” türediğini ve hatta türevini çoğalttığını Aritmetik kâidelerini bozacak duruma geldiğini gözledim. Edebiyatın “edep kökünden” geldiğini unutanlara hatırlatanları da gözledim ama, onlar da “laf salatalarına” izin verdiler!

Maslov’un “aidiyet” teorisine kulak burun kıvıranlar, kendi teorilerini üretti. Lafı uzatanlar, birbirinin sırtından prim yapanlar, çatanlar, özelini ballandıra ballandıra anlatan köşe yazarlarından gına getirdim.

Zinhar, mahremiyeti anlamayanlara akıl sır erdiremedim, hayıflandım...

Küstah bir dille; benim de “ben”leri hafiye gibi takip etmekten artık bıktım... Çok satan kitapların neye göre sattığını anladım. İstedikleri gibi “at koşturanların” akıldan mı şanstan mı nasipli olduklarını da; çok bilinmeyenli bir denklem olduğu kanaatine vardım. Çok okunan köşe yazarlarının da "matah" olmadığını anladım, anlatmak istedim. Hitabetin, mutlaka ve mutlaka iyi bir eğitim, öğretim ve de Allah vergisi olduğunun ayırımına vardım. Ama ve lâkin kadını ve erkeği de anlamadım, o kadar anlatana rağmen. Çünkü herkes ayrı bir dünyaydı, bu kocaman dünyada ve bu kocaman dünyada: herkes kendini “dünyanın merkezi”görüyordu!..

Kanaatkar anaları, bir lokma ekmek peşinde koşan babaları, yarınları için harıl harıl ders çalışan gençleri, ÜLKEMİN geleceği için öğrenme heveslisi genç insanlarımı görünce sevindim...

Anladım ki Türkiye gençleri bu “laf salatalarına” itibar etmiyor, öğrenmeye, araştırmaya ve daha çok çalışmaya endekslemiş kendini.

Aydın kişileri buradan tenzih ederek, gerçek aydınlara sesleniyorum:

Gazetelerimize, televizyonlarımıza sahip çıkalım, gençlerimize örnek olacak yazarımızı, çizerimizi “baş tacı” edelim ama öteki az biraz aydınlanmışları ayıklayalım artık aramızdan. Hem de edebiyatımızdan. “Bilmem kimin bilmem nesi” diye kalıcı olana imtiyaz vermeyelim, çünkü bunları da tarih bizden sorar.

Şadıman Şenbalkan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.546 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


ÖZELEŞTİRİ

1

Sendin söğüt dalı gibi
Eğilen serin sulara
Çiçeklere özenen
Hele ki leylaklara

Sendin incesazdan fasıl
Gülen gül dokunan el
Sendin yarımı bütün
Eden çirkini güzel

Güneş alan odaları
Yeğleyen geniş evlerde
Arandığında bulunan
Sendin ince şiirlerde

2

Sendin dönende yüzünü
Gün ay ışıksız geceye
Bir yıkımın dipnotunu
Düşürmesini beceren
Acılar katan şiire

Biliyorsun ki ozana
Gülden hem bal hem koku
Edinme yaraşır ya
Şiir umudu içerir
Yaşanır olmayı dünya

Dönmek zorundasın hep
Sen sırtını güneşe
Dönüşmeli ey ozan
Acı sende sevince

Abdülkadir Budak

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Skype http://www.skype.com/intl/tr/ "Skype'ye sahip olan başka herhangi bir kişiyi internet üzerinden ücretsiz olarak aramaya yarayan küçük bir programdır. Ücretsizdir, yüklemesi ve kullanımı kolaydır ve pek çok bilgisayarda çalışır." Diyorlar daha giriş sayfasında. İnternet üzerinden sesli ve görüntülü haberleşme için kullanılan iyi bir program.

Akaryakıta gelen zamlar bir çok ürünü ve hizmeti daha yüksek fiyatlarla almamıza neden oluyor. Peki, dünya üzerinde en pahalı akaryakıtı, Türk halkı olarak bizim kullandığımızı biliyormusunuz? Akaryakıtı bu kadar pahalı almamızın asıl sebebinin ise, yakıtlardan alınan yüksek vergiler olduğunu biliyormusunuz? Akaryakıt kaçakçılığının artması ve kaçak akaryakıta bu kadar talep görmesinin temel nedenlerinden en önemlisinin ise yüksek vergiler olduğunu...? Hafta içi her sabah saat 08:00 de yüksek vergileri protesto etmek için 1 dakika boyunca arabasının kornasına basanlara ve dörtlülerini yakanlara katılmayan kalmasın. Bu protestoyu başlatan Alem FM program yapımcısı Nihat Sırdar'ı hem radyodan hem de http://www.nihatsirdar.com web sayfasından takip edebilirsiniz.

"Welcom turist we spik inglish" Hani derler ya "hata yapanı affederim ama bu sefer çok abarttın" :) Özel olarak yapılmış olan bu ilanın ufak bir hatası var ama bu hatanın yorumunu size bırakıyorum. http://www.filecrush.com/files/wespikenglish.html Turistlerin ilgisini çekeceği kesin ama turizm'e faydası olur mu bilemem.

Wallpaper konusunda sizlere geniş bir arşiv tavsiye ediyorum. Ama baştan uyarmak istiyorum: bazı resimler 18+ içeriğe sahip. Her tür resmin arşive alındığı bu sitede 3d sayfasını özellikle tavsiye ediyorum. http://www.index.hr/wallpapers/

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060706.asp
ISSN: 1303-8923
6 Temmuz 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com