|
|
|
7 Temmuz 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Sezon finaline bir hafta kala!.. | Merhabalar,
Bir haftanın daha sonuna geldik. Sadece haftanın mı? Bir koca Dünya Kupası'nı da bitiriyoruz hayırlısıyla. Yaz rehaveti hepimizi bir yerlere çekiyor. Fiziken olmasa bile fikren hepimiz tatildeyiz. Televizyonda seyredecek dizi kalmadı, tekrarlarla idare ediyoruz. Eh bundan Kahve Molası da payını alıyor tabi. Geri dönme oranı %20'lere çıktı. Hele o "7-27 Temmuz arası tatildeyim. Acil durumlarda Şu Bey'le temas kurabilirsiniz." otomatik mesajları yok mu? Adamı dinden imandan çıkartıyor. İşte bu durum bana bir sezon finali yapmayı zorunlu hale getiriyor. Aslında planım bugün sezonu kapatmaktı ama görülen lüzum üzerine bir hafta daha zevkli baskılara dayanmayı görev bildim. İşte sırası geldi şimdiden söylüyorum. Önümüzdeki hafta Cuma günü sezon finali yapıyoruz. 15 Temmuz'da başlayacak yaz tatili 14 ya da 21 Ağustos'a kadar devam edecek. Hem biraz güç toplamak hem de epeydir vakit ve nakit darlığından basamadığımız dergimizi yarışmamızda dereceye giren öyküleri de ekleyip yayına hazırlamak ve basmak istiyorum. Hikmetinden sual olunmaz, kısmet olur, denk getirip üç beş gün gerçek bir tatil de yaparsam bizi yeni sezonda kimse tutamaz.
KIRK3YAMA bugün sona eriyor. Sürpriz yazarlarımızı ve dizinin tamamını bir bütün halinde Pazartesi günü görebileceksiniz. İlgililere saygıyla duyurulur.
Saat gene üçü geçti, artık zorunlu gitme zamanı. Pikapta bir Timur Selçuk klasiği dönüyor, Caddeden Sokaklara... Sen Nerdesin. Hepinize güzel bir hafta sonu diliyorum, hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
KIRK3YAMA HİKAYELERİ Keten Helva -10- |
|
10
- Kız Neriman abla Allah kabul etsin.
- Neyi kabul etsin.
- Helvayı. Tarla faresinin ardından yiyoruz ya
- Hahaha Allah canını almaya kız. Doğru valla. Herifi hem öldürdük, hem leşini yok ettik, hem de helvasını yiyoruz. Az bile oldu pisliğe. Bak şimdi sinmedi içime. Şuradan üç beş çocuğa daha alalım keten helva. Al şu parayı, git orda duran heriften al. Parktaki çocuklara dağıt gel. Bekliyorum seni.
Kadın aldığı parayı sıkı sıkı elinde tutarak keten helvayı satan adama yürüdü. Camdan küçük kutunun içinde topu topu sekiz tane keten helva kalmıştı. Adama yanaşıp;
- Ver hepsini. Dedi.
Bu sırada yanına yaklaşan adamda satıcıya bir tane versene diye seslenmişti. Keten helvacı;
- Abla hepsini aldı. Kalmadı. Dedi.
Halil bütün gün eve sığamamış, akşam başlayacak olan Kıyamet Meydanı adlı programa kadar sahile inmeye karar vermişti. İnip ineceğine pişman olmuş, karısı bende geleceğim diye tutturmuş peşine takılmıştı. Atışa atışa sahile kadar yürüyüp çay bahçesine oturmuşlardı. Bok boğaz karısı uzaktan gördüğü keten helvacısından canım çekti diyerek onu almaya yollamıştı. Şimdi bu kadın hepsini almış ve adam ona kalmadı diyordu. Bilmiyordu ki karısının çenesi adamı öldürdü. Hem gazetede de öyle yazmıyor muydu? Karısının çenesi yüzünden adam kendinden geçip, bilmem kaç kişiyi öldürecek kadar sinirliyim dememiş miydi?
Halil keten helvaları alan kadına döndü:
- Bir tanesini bari alma kadın.
- Aaa neden almayacakmışım.
- Karım istediydi. Susmaz çenesi şimdi, uğraştırma beni akşam vakti.
- Neriman abla kızar, diyerek parayı satıcı adama verip, hışımla aldığı keten helvalarla parka doğru yürüdü.
Halil başı önde, kendinden geçmiş, çıldıracak gibi karısının onu beklediği masaya doğru yürümeye başladı. Aklında Pakize'si, akşam ki program, marketteki dilber, pörsümüş erkekliği, becermeyi dilediği kadınları hepsi birden bir ağızdan konuşuyordu. Az önceki kadına durup bir daha baktı. Tam bir şehir yosmasıydı. Boyu posu, dar pantolonu ve kısa montunun altında salladığı kalçalarıyla, aheste çocukların oynadığı parka doğru yürüyordu. Çaresiz karısının yanına döndü. Onun masaya yaklaşmasını beklemeden konuşmaya başlayan karısı;
-Neden almadın keten helvamı, canım çekti demedim mi sana? Zaten ne işe yararsın. Beni Pakize'nin içinde kaçıran herif olsa bir değil bin tane alırdı. Haliiiil ne susuyorsun anam. Bak ne geldi aklıma. Şimdi ben kaçırıldım ya. Akşamda televizyona konuda olacağım, gazeteler benden gizemli kadın diye bahsediyor ya ben yarın sabah ' Sabah sabah Deva Ablayı' arayacağım. Onlardan sonrada diğer kanalda ki ' Berzanın Fendini' oda olmadı 'Kuşum Ayhan'ı'' arayıp hangisi beni konuk edecekse onlara gideceğim.
- Ne yapacaksın oralarda lan. Ben Halil'in karısı televizyona çıkmış dedirtmem. Bide çıkıp beni herif kaçırdı diye mi anlatacaksın. Sen manyak mısın laaaan.
- Ay Halil' im ne celalleniyon. Kızma hemen. Millet otobüs tutup başka şehirlerden geliyor. Ben buradan katılacam, anlatacam çok mu?. Hem para bile veriyorlarmış. Belki çok verirlerde şu Pakize'yi satar yerine doğan görünümlü bir şahin alırsın ha?
Pakize'nin adını duyan Halil'in başı yukarı doğru kalktı. Hele ki satacaktı. Bu onu deli etti. Sesler yok oldu, Eğer o keten helvayı alsaydı karısı şimdi onu tıkınmakla meşgul olacaktı. Abuk subuk konuşmayacaktı. Halil birden ayağa kalkıp, masayı karısına doğru itti. Gözünün önünde kısa montun altında sallanan kalçalar belirdi. Hızla parka doğru böğürerek koşmaya başladı. Önüne geleni itiyor, hızla parka doğru koşuyordu. Bir yandan da kemerini çözmeye başlamıştı. Gözleri hışımla az önce keten helvaların hepsini alan kadını arıyordu. Onu gördüğü gibi bir gayretle hızlanıp, kadının üzerine atladı. Kadınla beraber yere düşüp, kadının orasını burasını avuçlayıp, öpmeye başladı.
Herkes çığlıklar atıyor, çocuklar kaçışıyordu. Polisssss diye bağıran kadınlar, çay bahçesinden koşup gelenler bir yana, biri; Halilllll, Haliillll diye bağırıyordu. İnce topuklarını ayağından atıp ona doğru koşan karısını gören Halil başına yediği yumruklarla bayıldı.
Sonra Polisin gelmesini beklerken Neriman saldırıya uğrayan sermayesini oradan kaçırmaya çalışırken eski komşusunu gördü. Canı gibi severdi eskiden onu. Kızlıklarında aynı mahallede uzun süre birlikte ağda yapmışlıkları vardı.
- Kızzzz sen misin bu deli herifin karısı diye özlem ve hasretle kucaklaştılar.
-Ay sorma Neriman abla. Beni dün kaçırdılar. Yakışıklı bir adam beni arabayla kaçırınca gazeteler yazdı. Akşama da benden bahsedecekler televizyonda. Halil de çekemedi, kıskandı. Aklınca beni kıskandıracak. Atladı kadının üzerine.
-Kız sıvışalım buradan. Kalsın bir başına. Polis alır döver döver gönderir eve. Bak seni nereye götüreceğim.
- Nereye gideceğiz ki Neriman abla?
- Sen Neriman ablanı unuttun galiba. Sus az. Kapa şu çeneni, almayayım ayağıma.
- Ay kız sustum sustum. Maceranın da iki gün süreni. Hihihi
Neriman kadınları toplayıp bir güzel oradan sıvıştı. Polis gelince ağzı burnu kan içinde kendinden geçmiş Halil'i karga tulumba devriye arabasına bindirip götürdü. Akşam Cihangirdeki kocaman balkonda kadınlar oturmuş Kıyamet Meydanın başlamasını bekliyorlardı. Neriman içerdeki kızlara - Açın şunun sesini diye bağırdı. Televizyondaki kadın;
- Son dakika aldığımız bir habere göre bir kayıp ve birkaç kişinin öldürülmesiyle sonuçlanan kalpazanlık çetesinin başı bugün yakalandı sayın seyirciler. Olay yerinde görülen fıstık yeşili arabanın sahibi bugün akşam saatlerinde bir çocuk parkında evet hem de bir çocuk parkında bir kadına tecavüz etmek üzereyken, çevreden yetişen vatandaşların yardımıyla yakalandı. Aldığımız bilgiye göre polisin sorgulaması sırasında akla hayale gelmeyen şeyler anlatan zanlı, akli dengesi yokmuş numarası yaparak polisin elinden kurtulacağını sandı. Halil denilen bu şahsın bir süre önce karısı tarafından da terk edildiği edinilen bilgiler arasında. Zanlının sorgulama sırasında sürekli 'keten helva var mı' diye sorması, çetenin diğer elemanlarına gönderilen bir şifre olduğu düşünülüyor… Şimdi reklamlar. Devamı az sonra, bizden asla ama asla, sakın, ne olur ayrılmayın.
- Kes, kes kes. Kim hazırladı lan bu haberi.
- Buyrun efendim benim.
- Ne lan bu. Halil'in karısı olay yerindeymiş, neden ayrı diye verdiniz haberi? Hiç mi bakmadınız, araştırmadınız.
- Aman efendim. Kim anlayacak Halil kim, karısı nerde, ne olmus. Bu kadar sinirlenmenize gerek yok. İnsanlar kimin ne olduğuna değil, ne yaptığına bakıyor. Canlı yayın bu, anlamamışlardır bile, hem olur böyle şeyler....
- 3,2,1 yayındayız…
...
Neriman aldı yürüdü. Özellikle orta yaşlı, etine dolgun bir kızının ağzıyla yaptığı muamele ile ününe ün, parasına para kattı. Kaybettiğinin çok daha fazlasını kazandı…
Tarla faresini vurduğu kıyıda yüzü lağım fareleri tarafından kemirildiği için tanıyan olmadı…
Pakize çekildiği polis otoparkında kendinden küçük 95 model bir başka brodwayle kırıştırırken görüldü...
M.A sonunda her şeyi itiraf etti. Halil ile ortak çalıştıklarını itiraf eden M.A ömür boyu ağır hapis cezasına çarptırıldı. M.A nın göbek adının da Halil olduğu ortaya çıktı. Hapisane de 'Halil' lerin Kaderi' diye de tek kişilik bir oyun sahneleme peşinde…
Halil ise hala 'KETEN HELVA VAR MI?' diyerek şifre şeklindeki mesajından vazgeçmedi.
Bitti
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Önce İnsan : Cumhur Aydın Benim kupa tarihim! |
|
Geçmiş zamanın içinde yolculuk yapmak kimi zaman hoşuma gider. Hele geçmiste izleri olan olayları anımsarken. Ben nerelerdeydim, o sıralar ne yapıyordum? Bu kez Dünya Kupası Futbol Maçlarınını vesile bilip, böyle bir yolculuk yaptım. Size de öneririm.
Doğumumdan sonraki ilk Dünya Kupası, 1962'de Şili'de oynanmış. Bendeniz henüz bir yaşında bir bebek, Sapanca'da olmalıyız. Finalde, Brezilya Çekoslavakya'yı 3-1 yenip, kupayı almış.
İzleyen kupa İngiltere'de. Bizde Mersin'deyiz. Finalde İngiltere ve Almanya dramatik bir maç oynamışlar, uzatmada evsahibi 4-2 galip gelmiş, kupayi müzesine götürmüş.
Anımsadığım ilk kupa 1970'de Meksika'da, Brezilya ile İtalya'nin final oynadığı kupa. Biz bu kez Gördes'teyiz, el radyosundan Halit Kıvanç'ın anlatımıyla Brezilya'nın gollerini (4-1) ve maçın heyecanını yakalamaya çalışıyoruz ağabeylerimle.
1974'de Almanya'da düzenlenen kupa, Türkiye'de televizyondan naklen izlenebilen ilk büyük futbol organizasyonuydu. Ne yazık ki ben radyo ile yetinmiştim. Ağrı'daydık, televizyonu bırakın, gazeteler bir gün sonra ulaşıyor. Gece 12'den sonra şehir jenaratörle aydınlatılıyor. Dünya futbol tarihine geçecek oyuncularla, Almanya-Hollanda finalini 2-1 evsahibi takım almıştı. Müller'i, Cruyff'u nasıl unuturuz?
Burada küçücük bir parantez. Gazete köşe yazarlığına (!), Ağrı'da Hakimiyet Gazetesinin spor muhabiri olarak baslamıştım, henüz 12 yaşındayken. Ağrı amatör küme maçlarını izleyip, yazıyordum. Yaklaşan Dünya Kupası üzerine de yazmak planlarım içindeydi. Ancak henüz ikinci hafta, Muratspor'la Küpkıran arasındaki 8-0'lık maça, "Muratspor şanssız, Küpkıran komikti." diye başlık atınca, ilk yazarlık denemem ilerlemeden bitmişti. Küpkıranspor'un Başkanlığını kentin tek gazete dağıtımcısı, birikimli bir kırtasiyeci yapıyormuş. Ertesi gün bizim yerel gazetede yarım sayfa bir ilan: "Küpkıranspor'u komik diye nitelendiren spor yazarına açık cevaptır: Hiç bir takım sahaya komedi oynamak için çıkmaz.. Aslında bu yazarın futbol bilgisi tarafımızca malumdur." Bu öykünün sevimli bir sonu var, onu da parantezliyeceğim.
1978 Dünya Kupası Arjantin'de ve biz gece yarılarında ekran başındayız. Takımım, müzmin ikinci Hollanda, finalde uzatmada da olsa Arjantin'e 2-1 yeniliyor. Ekranlardan, siyah-beyaz da olsa izlediğim bu ilk kupadan aslan yeleli saçlarıyla Kempes gibi Arjantinli futbolcular ile beyaz konfetilerin havalarda ucuşması kalmış. Şimdi parantezin devamı. Salihli'deyiz o sıralar. Kupadan hemen sonra, gazetede bir haber. "Ağrı'da düzenlenen Barış Kupası'nı Küpkıranspor kazandı". Herhalde yer doldurmak için kullanılmış. Her neyse. Cumhur durur mu, pat Başkan'a bir yazı. "Gazetecileri susturmakla bu işler yürümez, bakın çalışınca oluyormuş. Kutlarım." İnanmassınız, adamcağız 12 yaşındaki bu zıpır muhabirin yıllar sonraki mektubuna yanıt göndermisti.." Bu cevabımıza sizin sert üslubunuz neden olmuştu."
Benim en keyif aldığım Dünya Kupası 1982 İspanya'da düzenleneniydi. İzmir'deyiz. Üniversiteli olmuşum ama liseden sevgili arkadaslarım Levent, Mesut, Hakan ve Cenap'la kupayı izliyoruz, Levent'lerin bekar evinde. Keyfe bakın. Ve elbet, doyumsuz Rossi'li İtalya. İlk turda süründükten sonra önce nefesleri kesen bir maçta Brezilya'yı daha sonra finalde Almanya'yı 3-1 yenerek kupayı alıyorlar. Bağırış gülüş, Cenap aradaki molalarda tek kişi Ferhan Şensoy'un "Şahları da Vururlar"ı oynuyor, yedi-sekiz kez izleyip, ezberlemiş tüm diyalogları. "Şaha lazım yedi yedi o da henüz icat edilmedi." Biz alta alta üst üste, komşulardan şikayetler.
1986 Dunya Kupası yeniden Meksika'da. Ben de Ankara'dayım. Nedense pek bir şey kalmamış usumda bu kupadan. Renkli Televizyon için kıl payı paramiz denkleşmiyor, maçları siyah-beyaz bekar evinde izliyoruz. Kupayı finalde Almanya'yı 3-2 yenen Arjantin alıyor.
1990'a geldik. Dehşetli planımı uygulayamıyorum. İtalya'ya gidip kupada hiç olmassa bir-iki maçı yerinde izlemek. Ancak kupa bittikten sonra İtalya'dayım, bize de statların çevresinde hayaller kurmak düşüyor. Ankara'da TV'de izliyorum finali, geçen kupanın rövanşı, bu kez Almanya Arjantin'i 1-0 yenip, kupayı kucaklıyor.
1994 Dunya Kupası bu kez ABD'de. Yine saatler ters. ABD'de yaşayan futbol hakemliği de yapan arkadaşım Zekai logolu bardak ve forma getirmiş öncesinden. Eh formayı giyip, kupa elimde izliyorum ben de maçları. Yine kısa bir not. Beni de bir zamanlar sahalarda kokartlı futbol hakemi yapan Zekai'nin tek hedefi ABD kontenjanından 2002 Kupasına hakem olarak katılmaktı. İnanın kıl payı kaçırdı. Finali bu kez Ayvalık'ta izliyorum. Brezilya penaltılarla İtalya'yi yenip mutlu sona ulaşıyor.
1998 Fransa. Yine karıncalanmadım değil gitmek icin ama. Kısmet kim bilir hangisine. Finalde Fransa- Brezilya'yi 3-0 yenip kupayı alıyor. Rüya takım Fransa iki yıl sonra Avrupa Finalini de kazanacak. Bu kupa benim yine Ankara'da ancak gözü yaşlı izlediğim bir kupa. Maçları izlemek için haftalar öncesinden hazırlanan ve futbolu çok seven babamı ilk maçtan yalnızca iki hafta önce aniden yitiriyorum.
Geldik Kore ve Japonya'ya, 2002'ye. Ankara'dayım. Aslında buraya kadar ki notları dört yıl önce karalamışım ve şöyle devam etmişim: "Biraz önce Türk Ulusal Takım'ı 48 yıl aradan sonra ikinci kez katıldığı kupada ilk kez ilk grupları geçti. FiFA resmi istatistiklerinde 1. ve 2. ilan edilen Fransa ve Arjantin peş peşe benim İskandinav dostların Danimarka ve İsveç'i ne elendi gitti. Arda çıkartma kitabını tamamlamaya çalışıyor, ilk kez bu kadar ilgili. Bundan sonra olasıdır ki karşılaşacağımız evsahibi Japonya'yı geçersek, bilin bakalım yine olasılıkla karşımıza kim çıkacak? Senagal'i yendiği takdirde İsveç. Peki eleme grubunda güya elimizden kaçırdığımız İsveç' i olurda karşılaşıp olur da geçersek karşımıza kim geliyor? Anlı şanlı Brezilya. Aç tavuk kendini darı ambarında görürmüşte! Eh, finalin diğer takımını da söyleyerek falcılığımızı tamamlıyalım. Almanya."
Senagal İsveç'i yenerek rakibimiz olmuş, biz onları devirerek Brezilya'nın karşısına dikilmiştik. Sonrası malum. Brezilya Almanya'yayı finalde altedip şampiyon olmuş biz de üçüncü sırada yer almıştık.
Bugün. Almanya'da yeni bir Dünya Kupası ve finale yaklaşıyoruz. Ne yazık ki kupada yokuz ve bizi eleyen takımların başarısızlıklarıyla mutlu oluyoruz! Brezilya çeyrek finalde elenmiş, Avrupa Takımları finale yürüyorlar.
Geçmişte kısacık bir dolaşma. Kupa vesilesiyle. Kayıtlarım 26 Haziran 2002'de Kahve Molası'nda "Ankara'dan" köşesinde bir başka Dünya Kupası yazımı gösteriyor.
Kahve Molası ve "benim köşe yazarlığım" Dünya Kupaları'yla böyle yaşlanıyor işte!
Cumhur
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
sana gelmeme üç kuşak var
hayır hayır
bilmiyorsun
basma o düğmeye hayat daha basit bir mantıkla çalışıyor olmaz
bir kalabalık sokaklarında insanların lan bu yana gel diye bağırdığı hangi sokaktan geçsen bulaşırlar bir taraflarına çiçeklerini vazoya koy ne fark eder hep solmuyorlar mı onlar evet evet o sokak bir fahişe gördüm hayır ona sokak denmez cadde büsbütün caddeydi gün yüzü günyüzü gün yüzü elinde sigara vardı ben hiç öyle sigara içen görmemiştim hayır başka türlü neden inceler ki insan bir fahişe gördüğünde şu yaşlı adam yürümekte zorluk çekiyor neden güldü pis pis bilmem
tam karşısındaki sokağa girdim hayat daha basit bir mantıkla çalışıyor nereye çıkacaksın biliyor musun çıkmaz değil ya çıkarız mı diyorsun demezsin biliyorum bu yaz gününde ellerim soğuk sokaklar insanlar yüzler izler çöpler kalabalıklar sesler bakışlar duruşlar ışıklar âşıklar
ÜSTÜME GELİYORLAR
sana gelmeme üç kuşak var
yürüyorum yürümek olimpiyatlarda para ediyormuş öyle mi ha koşmak mı peki
müziğin sesini kıstı adam televizyon bu evet tam karşıda ben sadece sakız alacaktım oysa paramı çıkarıyorum uzun sürecek ben kolay kolay bulamam ne diye kıstın sesini beni daha iyi görebilmek için mi iyi günler hayırlı işler
bu adam da bu akşam karşı caddeye geçecek
sana gelmeme üç kuşak var
anahtarı uzat bana suya atacağım biraz daha yürüyüp yine batacağım
Yıldız Yılmaz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan ÖYKÜSÜNÜ ARAYAN ADAM |
|
Telefondaki arkadaşı; “Sen de öykü yarışmasına katılsana, yaz bir şeyler işte. Biraz iddialı olmak kimseyi öldürmez. Kazanamazsan intihar etmeyiverirsin olur biter. Kasma bu kadar kendini, rahat ol biraz. Sanki herkes anasından yazar mı doğuyor. Yaza yaza oluyor bu işler. Bir de yazdıklarınla ortaya çıkacaksın elbette. Ben de varım diyemezsen, senin yazdığını insanlar nerden bilecek?” diyordu.
“Yaz demesi kolay, kolaysa sen yaz da görelim.” diyecek olmuştu ama saygısızlık etmek, arkadaşının ona desteğini önemsemiyormuş gibi anlaşılmaktan çekinmişti. Adam günlerce yaşadıklarını, gördüklerini, duyduklarını, aklında biriktirdiklerini gözden geçirdi. İşin ucunda yarışma olmasa belki her şey çok kolay olacaktı. Yazmanın adını yarışma koyunca işin rengi birden değişiveriyordu. Okuyucu etkilenmeli, seçici kurul yazdıklarını okuduğunda çarpılmalıydı. “Helal olsun işte yazılacaksa böyle yazılmalı. Aferin bu yazara…” demeliydi. Zaman daraldıkça adam yazıp yazmamak konusunda iyice kararsız kalmıştı. Son anda çark edip kaçmayı, elektrikler kesikti yazamadım demeyi istemiyordu. Özellikle arkadaşı telefon ettikten sonra iyice köşeye sıkışmış, kendini yazmaya zorunlu hisseder hale gelmişti. Evin içinde bir aşağı bir yukarı gezip duruyor, bilgisayarın başına oturup, oflayıp puflayarak doğru düzgün bir şey yazamadan kalkıyordu. Onlarca kez bir öyküye başlamış, sonra yazdıklarını yeniden okuyunca beğenmeyerek silip atmıştı. Olmuyordu işte, ne yapsa olmuyor, yazdıkları kesinlikle başkalarıyla yarışacak güzelliğe erişemiyordu. Yazdıklarına heyecanlar, sürpriz olaylar, sürükleyici ve nefes kesen maceralar, anahtar cümleler, mesaj içeren bilgece sözler koyamıyordu. Her yazdığı, her anlattığı sıradan ve sıkıcı oluyor, insanların gündelik yaşantısından kesitler çizmenin ötesine geçemiyordu. Karısı, adamın evin içinde sıkıntılar içinde, dalgın dalgın dolaşmasına hiç ilgi göstermiyordu. Ona göre bu yaştan sonra kocasının yazarlık hevesi zaten olsa olsa kel başa şimşir taraktan öte bir şey değildi.
Kocasının yazması ile ilgilenmemesi bir yana sabahtan beri “Alış verişe gitmeliyiz. Evde ne şeker, ne yağ, ne de deterjan kaldı.” diye tutturmuştu. Market çok uzak değildi ama adamın üzerinde müthiş bir Pazar rehaveti vardı. Buna yazamamanın verdiği sıkıntı da eklenince durum iyice dayanılmaz bir hal alıyordu. Alış verişe gitmek şöyle dursun yerinden bile kımıldamak istemiyordu. Önce “ Tamam gideriz hanım, acelen ne?” diye geçiştirdi. Karısı bozuk plak gibi sürekli aynı şeyi yineleyip durunca sinirlenip; “Akşama doğru ben gider istediklerini alırım. Lütfen bunu bin kez söyleyip beni canımdan bezdirme.”dedi. Böylece market gitmek hiç istemediği halde adamın üzerine kalıvermişti. Karısı kaşla göz arası çabucak listeyi hazırlayıp kapının yanındaki ayakkabı dolabının üzerine bıraktı.
Kadın ve adam tam yirmi beş yıldır evliydiler. Çocukların ikisi de büyümüş başka kentlere okula gitmişlerdi. Bu yıl ilk defa ihtiyarlar gibi evde yalnız başlarına kalıvermişlerdi. Buna henüz alışamadıkları için evdeki sessizlik ikisini de bunaltıyorlardı. Arkadaşlarının “Ohhh mis gibi işte, ne güzel işte kafanızı dinliyorsunuz. Doya doya bunun tadını çıkarın.”demelerine hiçbir anlam veremiyorlardı. Çünkü onlar çocukların birbirleriyle çekişmelerini, akşam yemeğindeki tartışmaları, eve çok geç geldikleri için çocuklarla papaz oldukları günleri özlüyorlardı. Henüz kırklı yaşlardayken iki ihtiyar gibi yalnız başlarına kalmak onları bunaltıyordu.
Adam akşamı beklemeden listeyi alıp evden çıktı. Aklından belki evden çıkıp biraz yürürsem, sokakları, insanları gözlersem yazacak bir şeyler bulurum diye geçiriyordu. Evde deli danalar gibi odadan odaya dolaşarak olacak gibi değildi. Yolu uzatmak için hastane arkasındaki merdivenlerden inerek yelken kulübü önüne ulaştı. Âşıklar Caddesinde insanlar gezintiye çıkmış, yürürken çekirdek çitleyen sakin bir kalabalık vardı. Kalabalığın büyük bir kısmı ergen yaştaki erkekler ve kızlardan oluşuyordu. Parkta genç anne ve babalar çocuklarını sallıyor, kaydırağa çıkarıyor veya tahterevalliye bindiriyorlardı. Maalesef ortada yazmaya değer bir ilginçlik yoktu. Her kasaba ya da kentte böyle sokaklar, parklar veya çekirdek çitleyerek ağır adımlarla Pazar gezintisine çıkmış insanlara rastlamak mümkündü.
Adam sahilden Sakarya Caddesine doğru çıkarak markete gitti. Listedekilerin hepsini tek tek kontrol ederek, rafları tek tek dolaşarak sepetine doldururken çevresine bakındı. Marketteki insanların konuşmaları, davranışları, tipleri belki yazmamı tetikler düşüncesiyle etrafını her zamankinden daha dikkatli gözlemlemeye çalıştı. Ortalıkta ilginç veya dikkate değer bir şey yoktu. Aldıklarıyla birlikte kasaya doğru yürüdü. Önünde birkaç kişi sıranın kendisine gelmesini bekliyordu. Yedi, sekiz dakika kadar bekledikten sonra sıra kendisine geldi. Sırasını beklerken gözlemci yönünü harekete geçirip hem kendi aldıklarıma, hem de önümde kasa sırası bekleyenlerin sepetlerine baktı. Bekleyenlerin sepetlerindeki ürünler birbiriyle çok alakasızdı. Örneğin dilimlenmiş kepekli ekmek, domates salçası, prezervatif, müzik sidisi, beyaz peynir, şeker, meyve suyu, gömlek, ütü, salatalık turşusu, oto parfümü, diş fırçası, pirinç, acı yemek sosu, sızma zeytinyağı, iç çamaşır, kavun, bisküvi, Macar salamı, sıvı sabun gibi… Sepetlerin, market arabalarının, bu acayip ürünlerin, barkot okuyucuları ve post makinelerinin hayatımıza ne zaman girdiğini, nasıl farkında olmadan alışıverdiğimizi düşündü. Sonuçta marketler ve buradaki insanlar ilginç bir yazı konusu ortaya çıkaracak şeyler değildi. Bunlar herkes için çok sıradan ve günlük rutinin bir parçasıydı. Bunları anlatarak öykü yarışmasını kazanması mümkün değildi.
Poşetlerle evine dönerken burnuna yabani iğde kokuları geldi. Bu kentin belki de en güzel yanlarından biri de buydu. Hala bazı evlerin büyük bahçeleri vardı ve sokaklar mevsimine göre iğde, hanımeli, ıhlamur, leylak, filbahri, gül, karanfil, kokabiliyordu. Yokuşu bitirip köşe başına çıktığında denizin kokusunu duydu. Üç küçük çocuk kollarını açarak yan yana dizilmiş, sokağın girişini kapatmayı çalışıyorlardı. Sokağın aşağısında Emekli astsubay Muzaffer Amca elinde bıçakla ateş gibi kıpkırmızı bir horozu kovalıyordu. Adam çocukları bebekliklerinden beri tanıyordu. Onların yanlarından geçerken Melike’nin kulağına eğilerek; “ Horozu yakalamasına yardım etmeyin sakın. Görmüyor musunuz yakalayınca kesecek. Yazık hayvana.”deyip bir şey yokmuş gibi evine doğru yürüdü.
Yıllar önce bir öğle üzeri yine böyle bir yokuşu çıkarken Demirci sokaklarında bir kadınla karşılaşmıştı. Yaşı elliyi biraz aşmış o kadın telaşla sokağın aşağısına doğru koşturarak ona doğru gelmişti. “Yavrum.”demişti kadın, soluk soluğa, kan ter içinde “Yavrum aşağılarda şöyle irice bi cav cav gödünmü?” “Görmedim teyze”demişti ama kadının kendisine ne sorduğunu da zaten anlamamıştı. Kadın onun dururumu anlamadığını görünce yeniden anlatmaya çalışmıştı. Ha yavrum,bizim cavcav sokak kapısını açık bulup kaçtıydı. Ezi başından aydeş bi ciba çıkıp zangadanak cavcavın üzerine seyitince cav cav pır dedi uçup gitti. Ben onu arıyom. Sen benim cavcavımı gödünmü diyom.” “Yok teyze görmedim.”deyip yoluna devam etmişti.(*)
Adam eve girip poşetleri mutfağa dolabın yanına bırakıp salona geçti. Eşi kanepeye uzanmış televizyon izliyordu. O da öteki divana uzandı. Televizyonda her gün yayınlanan bir kadın programı vardı. Rengârenk ve süslü bir mutfakta biraz tombulca bir kadın önce malzemeleri sayıyor, sonra da bir yandan yemeği tarif ederken öte yandan kendisi de pişiriyordu. Bu günkü tarifi kolay kadınbudu köfte gibi bir şeydi. Elinde plastik eldivenlerle hazırladığı soğan, kaşar peyniri, kıyma, karabiber ve maydanozlu harcı yoğuruyordu. Hijyen ne kadar abartılıyor diye düşündü. Plastik eldivenler ona aslında gülünç geldi. Tırnak içlerindeki ve ellerindeki mikro organizmaları sağlık açısından risk olarak gören anlayışta bir kadın acaba erkeğini ısırır gibi öpebilir, onunla doludizgin sevişebilir mi diye düşünüyordu. Tam o anda karısı başını ona çevirip “Acı pul biber aldın mı? Listeye yazmayı unutmuşum. Keşke senin aklına gelseydi.”demişti. Adam” Hayır almadım, bittiğini bilmiyordum.”diye yanıt verdi. Eşi mırın kırın etmeye, “Sen zaten hiçbir şeyle ilgilenmiyorsun, evden bihabersin.”gibi şeyler söylemeye başladı. Adamın canı sıkıldı. Ama Pazar gününü de rezil etmek istemediği için ters bir yanıt vermek istemedi. Televizyonda o an gösterilen reklama öykünerek. “Hanım, bi biskirem versem, dırdırı keser misin?”deyiverdi. Kadın katıla katıla gülmeye başladı, adam da divandan kalkıp balkona çıktı.
Yine güneş her akşam olduğu gibi Akliman üzerinde güzel bir akşam görüntüsü yaratmaya hazırlanıyordu. Bu manzaraya her baktığında adamın içinde aşk ve romantizm rüzgârları eserdi. Onun yolu iflah olmaz aşklara ve tutkulu sevdalara pek uğramamıştı. Eşini okul yıllarında tanımış, okul bitince de evlenmişlerdi. İki çocukları olmuştu. Biri kız, ötekisi erkek. Her şey düzdü, yaşamındaki her şey fazla dümdüz…
Bilgisayarın başına geçip belki de eski bir aşk hikâyesi anlatmalıydı. Ama böyle bir hikâye artık çok sıradan ve ucuz bulunuyordu. İnsanların boş sözlere, pembe panjurlu ev masallarına karnı toktu. Yazamamanın, yazacak bir şeyler bulamamanın suçunu adam hep kendi yaşamına bağlıyordu. Çünkü ne adam gibi âşık olmuş, ne de riskler alıp maceralara atılmıştı. Her zaman en kolayı, en güvenli olanı ve mantıklı olmayı seçmişti. Oysa insanın bazen gözünü karartıp kendi sınırlarını yıkması, evin en uzak çitinin ötesine geçmesi gerekirdi. Sınırlı, sorumlu bir yaşam elbette içinde yazmak için çok fazla malzeme barındırmayacaktı.
Senli benli olup her şeyi konuştuğu, dertleştiği bir kadın ona yaklaşık beş yıl önce “ Sen korkaksın, kendine ve düşlerine kötülük ediyorsun. Böyle yaşamamalısın, yoksa bu senin yüreğini çürütecek, sevdiğin biri varsa peşine düşüp her ne pahasına olursa olsun gitmelisin. Yüreğinin sesini dinlemezsen ve onun gösterdiği yolda yürümezsen her zaman pişman olursun. Yaşamadıkların için, kendine yasakladıkların yüzünden pişman biri olarak ölürsün.”demişti. Elbette bunları söyleyen kadın haklı olabilirdi. Ama adamı peşinden sürükleyecek, yaşamın başka boyutlarıyla tanıştıracak bir kadın hiç karşısına da çıkmamıştı. Durup dururken, hiçbir neden yokken gemileri yakıp gitmesi de çok anlamsızdı.
Aklimanda büyülü bir akşam başlamadan önce adam balkondan içeri girip odasına döndü. Bilgisayarını açıp bir şeyler yazmaya çalıştı. Bunun adına yazmaktan çok sudan çıkmış bir balığın çaresizlik içinde çırpınması denilebilirdi. Yine de inatla ısrarla yazmaya çalıştı. Yazdıklarını okuyunca çok mutsuz oldu. Çünkü ekrana düşen bütün cümleleri kör, sağır ve dilsizdi. Zaman iyice daralmış ve hala yazılacak bir konu, anlatılacak bir öykü bulamamıştı. Adamın bütün bedenini, ruhunu ödevini yapmamış bir öğrencinin sıkıntısı kaplamıştı. Kendini çok çaresiz ve yenilmiş hissediyordu. Arkadaşını telefonla arayıp ona bir öykü yazmayı başaramadığını söyledi. Telefon görüşmesinin ardından önce biraz suçluluk hissetti. Sonra üzerindeki ağırlık birden hafifleyiverdi.
(*) Köşe başından çelimsiz bir çocuk aniden hindinin üzerine doğru hızla koştu. Hindi bu nedenle uçup gitti. Aşağıdaki sokakta hindimi gördün mü? (Demirci yerel konuşma biçimi ile ifade edilmiştir.)
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kardelen Ezgileri : Fatma Toprak Gök CAM ÜSTÜ KÜÇÜK İLANLAR | |
Bi tuhafiyenin önünden geçiyodum. Camın üzerine yazmışlar 'Bayan eleman aranıyor' diye. İş arıyodum o dönemde zaten, hemen atladım.
- Aradığınız eleman benim. Hem biliyo musunuz ben çok iyi anlarım tuhafiye işlerinden. Hayatım tuhaftır benim. Beni tanıyanlar tuhaf şeyleri görünce beni hatırlar hep. Arkadaşlarım da tuhaftır benim zaten. Dolabımı bi açın tuhaf elbiselerle doludur. Tuhaf bi damak tadım vardır. Yazları tuhaf yerlere gitmekten zevk alırım. Hem siz biliyo musunuz…..
- Yeterrrrr! Yeter, seni buraya eleman olarak almak istemiyoruz.
- Ama benim adım Yeter diil.
- Çok baydın ama, yeter artık!
- E tamam işte bayan eleman almak istemiyo muydunuz. Ne çelişkilisiniz be!
Çıktım hemen ordan. Ne insanlar var yaa.. Hem bayan eleman arıyolar, hem de bayıyorum diye beni kovuyolar. Böyle insanlarla hayatta çalışmam, çelişki dolu mahluklar nolcek
Geri dönüp baktım, tuhafiyedeki adam tuhaf tuhaf bana bakıyodu.
* * *
Eskidendi. Hani şu telefon kulübelerinin çok kullanıldığı jetonlu dönem. Bi büfenin camında yazıyodu "Jeton bulunur" diye. Yaşasın dedim ve hemen gittim.
- Jetonum kayboldu bulur musunuz?
- Ne jetonu be!
- Kaybolan jetonları bulmuyo musunuz siz?
- Deli mi ne! Git ilan ver kardeşim jetonun kaybolduysa.
- E siz ne güne duruyosunuz. Bulsanıza be jetonumu!
Anlamıyorum bu insanları yaa. Niye yazdınız o zaman, di mi ya!
* * *
Yine bi mağazanın önünden geçerken baktım üzerinde bi yazı. "Bizimle çalışmak ister misiniz?" . Şimdi yazıyı görüp hiçbişi yapmadan geçip gitmek olmaz tabi. Ayıp!.. Daldım içeriye:
- Hayır istemem.
- Ne istemezsin?
- Çalışmak istemem.
- Nası yani?
- Ya anlayın işte. Tamam sizin açınızdan acı olabilir benim gibi birinin yokluğu, ama sizinle çalışmak istemiyorum. Benim gayet güzel bi işim var. Alla Alla.
- Ya ne diyon sen anlamıyorum ki. Ne çalışması, nerden çıktı şimdi bu?
- Ya adamı deli etmeyin. Siz sormuyo musunuz bizle çalışmak ister misiniz diye. E istemiyorum işte.
- Nası istemiyosun.
- Ay evet ya evet. İstemiyorum ve artık çıkmak istiyorum burdan.. Bu kadar zorlanmaz ki bi insan. İstemiyorum işte bu kadar basit. Alam ya!
- ……..
Bi soru soruyolar, cevaplayınca da kızıyolar. Yok yok, var bu insanlarda bişi. Hep bana mı raslıycak yaa..
* * *
Öğlen yemeği yiycektim dışarda. Güzel bi yer arıyodum, acayip açım. Çorba içesim geldi. Bi lokanta gördüm. Camında şöyle yazıyodu: "Sabahları sıcak çorba verilir" Nası ya, sadece sabahları mı… Du bi bakiim dedim kendi kendime.
- Ya biraz geciktim biliyom ama mümkün olmaz mı ki?
- Ne mümkün olmaz mı?
- Çorba.
- Çorba mı içmek istiyosunuz. Hangisinden olsun?
- Dur dur dur… Öyle hemen aceleye getirip soğuk çorba içirttiremezsiniz bana.
- Ne soğuğu hanfendi. Çorbalarımız sıcaktır bizim.
- O zaman saatiniz geri kalmış.
- Ne?
- Oooooo uçmuş bunlar, alooooo burada mısın heyyy
- Hanfendi pardon, hangi çorbadan içmek isterdiniz diye sormuştum.
- Napcan, hemen gidip o çorbayı mı ısıtcan?
- Isıtmak için sormadım ki.
- Ne yani soğuk çorba mı getircen bana!
- Yok, öyle demek istemedim tabi. Soğuk çorba getirir miyim hiç
- Bilmem, getirir misin?
- Hayır getirmem.
- O zaman ben şimdi gidip yarın sabah mı geleyim.
- Nasıl isterseniz.
- Ne demek nasıl istersem yaaa. Sabah gelirsem sıcak çorba, daha sonra gelirsem soğuk çorba öyle mi?
- Yok olur mu hiç, günün her saatinde sıcak çorbamız mevcut.
- E o zaman niye dışarıya 'sabahları sıcak çorba verilir' diye yazıp insanın kafasını karıştırıyosunuz. Alam yaa..
Bu insanları anlamak epey zamanımı alacak galiba. Kendi söyledikleriyle kendileri çelişiyo. Du bakalım daha başımıza neler gelecek…
Fatma Toprak Gök
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 6.546 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
DEĞİŞİP YOK OLAN
BİR KENTİ ANIMSAYARAK
bu kent büyük bir ihaneti gizliyor
sabahlara dek inlemesinden belli
seni nasıl uzak kentlere götürsem
nasıl uyutsam nasıl dinlendirsem
bu kent gizliyor büyük bir ihaneti
bu kent küçücük adamları büyütüyor utanmadan
ışıl ışıl yanan lambaları
pişman gözleridir pişman gözleridir pişman
bir ölüyü suçlamak kadar anlamsız
üstüme üstüme geliyor hiçbir şey
anlatmadan anlatmadan anlatmadan
ben nasıl yanılmışım bilmiyorum bilmiyor
ne çok anlatamadığımı gizlemekle
umarsız iniyor umarsız akşam iniyor
bir çiçek bırakıyorum gecenin başladığı yere
Eray Canberk
Yukarı
|
Çizen: Semih Bulgur Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Skype http://www.skype.com/intl/tr/ "Skype'ye sahip olan başka herhangi bir kişiyi internet üzerinden ücretsiz olarak aramaya yarayan küçük bir programdır. Ücretsizdir, yüklemesi ve kullanımı kolaydır ve pek çok bilgisayarda çalışır." Diyorlar daha giriş sayfasında. İnternet üzerinden sesli ve görüntülü haberleşme için kullanılan iyi bir program.
Akaryakıta gelen zamlar bir çok ürünü ve hizmeti daha yüksek fiyatlarla almamıza neden oluyor. Peki, dünya üzerinde en pahalı akaryakıtı, Türk halkı olarak bizim kullandığımızı biliyormusunuz? Akaryakıtı bu kadar pahalı almamızın asıl sebebinin ise, yakıtlardan alınan yüksek vergiler olduğunu biliyormusunuz? Akaryakıt kaçakçılığının artması ve kaçak akaryakıta bu kadar talep görmesinin temel nedenlerinden en önemlisinin ise yüksek vergiler olduğunu...? Hafta içi her sabah saat 08:00 de yüksek vergileri protesto etmek için 1 dakika boyunca arabasının kornasına basanlara ve dörtlülerini yakanlara katılmayan kalmasın. Bu protestoyu başlatan Alem FM program yapımcısı Nihat Sırdar'ı hem radyodan hem de http://www.nihatsirdar.com web sayfasından takip edebilirsiniz.
"Welcom turist we spik inglish" Hani derler ya "hata yapanı affederim ama bu sefer çok abarttın" :) Özel olarak yapılmış olan bu ilanın ufak bir hatası var ama bu hatanın yorumunu size bırakıyorum. http://www.filecrush.com/files/wespikenglish.html Turistlerin ilgisini çekeceği kesin ama turizm'e faydası olur mu bilemem.
Wallpaper konusunda sizlere geniş bir arşiv tavsiye ediyorum. Ama baştan uyarmak istiyorum: bazı resimler 18+ içeriğe sahip. Her tür resmin arşive alındığı bu sitede 3d sayfasını özellikle tavsiye ediyorum. http://www.index.hr/wallpapers/
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|