Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.024

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 11 Temmuz 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : İçki sağlığa zararlıdır!..

Merhabalar,

Bu haberleri okuduğumda hep ne suç işlediğim geliyor aklıma. Bu haberleri duymak için ne yaptık? Ne kusur işledik cümleten? diye düşünüyorum. Kader kısmet devrini de çoktan aştık zaten. Ektiğimizi biçiyoruz desek o da değil. Ben birşey ekmedim en azından, vicdanım rahat. Ama duyuyoruz işte, kör değiliz, o kadar sağır hiç değiliz. Gün geçmiyor ki benzer haberleri duymayalım ya da şahit olmayalım.

İşte gene garabet sahibi bir belediyemiz özünü yansıtan bir kararın altına imzayı basmış. Suçu teşvik ettiği gerekçesiyle bundan böyle üçyüz metrekareden ufak, tavan yüksekliği dört metreden az mekanlara içki ruhsatı vermeyecek ya da yenilemeyecekmiş. Söz konusu belediyenin hudutları içinde 2 yıl yaşadım iyi bilirim. Örümcek kafaların beslenip büyüdüğü, eğitildiği kurtarılmış bölgelerden biriydi, belli ki hâlâ öyleymiş. Onca gelişip büyümesine rağmen örümcekler yerlerini uç uç böceklerine bırakacaklarına, palazlanıp birer tarantula olmuşlar besbelli. Durdurmak zorunda kaldıkları kırmızı bölgeler uygulamasını punduna getirip yeniden hayatımıza sokmaya çalışıp, içkimize, eğlencemize kıpkırmızı el atan Tayyip Bey'in belediyelerini ellerim patlayıncaya kadar alkışlıyorum. Helal olsun size takiyye ustaları, helal olsun.

Ufak bir hatırlatma; KIRK3YAMA'yı toplu olarak okumak ve yazarlarını öğrenmek için burayı tıklamanız gerekiyor. Dün başladığımız Türk Sanat Müziği şarkılarımıza devam ediyoruz. Bugün Neşe Karaböcek'ten bir şarkımız var, İntizar. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

 Kahveci : Serap Ezgi


AYLANIN KARARI

Cama yaklaşıp aşağıya baktı. Yerden çok yüksekte olduğundan cama yaklaştığında içine dolan garip kıpırtıdan hem korkuyor hem de haz alıyordu. Cama düşmüş lekeler saydamlığın netliğine zarar verse de, yinede cam camdı. Üzerindeki minik lekeler camın gerçekliğini değiştirmiyordu. Ayla karşı binanın üzerinde duran derme çatma baraka misali virane sayılabilecek gizli kata baktı. Altında muazzam bir şatafatla binanın kendisi yükselirken üzerinde bu kadar basit ve şekilsiz bir yapıyı barındırmasına şaşırdı. Neden bakımsız olduğunu anlamak zor değildi. Nasılsa kimse görmüyordu. Binanın insanların göremeyeceği ama sadece ilgisi olanın ve uzak çevrenin bakıp ta üzerinde düşünmeye bile değmeyecek bu pis ve gizli kat; yüreğine benziyordu. Dışarıdan kaplanmış güzelliği, içinde çok gizli kalmış tüm duyguların hapsolduğu yer de böyle değil miydi?

Sonra bu fikrinden vazgeçti. İçinde sakladığı ve geç fark ettiği virane denilebilecek bu yapı şatafatın üstüne kurulmamıştı. O onun temelinde var olan ama gizli kalmış bir kapının ardındaydı. Ayla öldürdüğü kadınla; hep geçmekten korktuğu o kapının anahtarını bulmuştu.

Pislik içindeki katta yaşayan insanlar vardı. Muhtemelen kapıcı dairesi gibi bir şeydi. Binanın şıklığına tezat olan bu evde yaşayanlar nasıl hoş görülebiliyorsa, Aylanın içinde ki gizli kalmış sapkınlık da anlaşılır karşılanabilirdi. Ayla buna kesinlikle inanmayı tercih etti. Yazın olan olayın üzerinden dört ay geçmişti. Ayla hala vicdanını nasıl rahatlatabileceğinin yolunu arıyordu. Yok, hayır vicdanı öyle çok da rahatsız değildi. İnandığı tek şey haklılığıydı. Onu uykusuz bırakan hangi yolu seçmesi gerektiğiydi. Sebep olduğu ölüm sosyal olarak bakıldığında onu haksız gösterebilirdi. Önemsizdi bu... Anlık öfke nöbetine yenilmiş ve amaçsızca yaptığı şey ölüme sebep olmuştu. Elbette pişmanlık duyuyordu. Ama bu pişmanlık cesedin boş yere yerde yatmasıydı. Keşke o taşı atmak için daha geçerli bir nedeni olsaydı.

Ayla o gün dereden aşağıya koşmuş, köye tersten girmişti. Arkadaşları ile buluşup açlıklarını gidermek için harika bir yer bulduğunu söylemiş, onları köyün girişine çekmeyi başarmıştı. Gölge altındaki serin denilebilecek çardağın altında balıklarını yerlerken jandarmanın önünden giden ambulansın sesine hep beraber baş çevirip meraklanmışlardı. Güneş çarpmasıdır diye kendi aralarında konuşup, jandarma köyden çıkmadan onlar yola koyulmuştu.

Sonrası daha önemli olan kısımdı. Tatil bitmiş, Ayla eve dönüp kendiyle nihayet yalnız kalmış ve yüzleşebilmişti. İçini kemiren bir merak vardı. Sebep olduğu olay ne kadar önemsenmiş, ne kadar duyulmuştu. Kimleri üzdüğü, geride kalanların çektiği acı önemsizdi. Kibirin beraberinde getirdiği bencillik Aylayı öyle bir sarmıştı ki ölen kadının bunu hak ettiğini bütün dünya bilsin istiyordu. Öğrenen ve kendi gibi düşünen insanlar mutlaka olmalıydı. O zaman o bir kahraman bile sayılabilirdi. Adalet yerini bulmuştu.

Şehre döndüğünün ertesi günü; sırf evden bağlandığı anlaşılmasın diye şehrin diğer ucuna gidip bir internet cafeden olayı araştırmıştı. Gazetenin yerel bölge baskısında küçük bir haber bulmuştu: ' Fethiye'nin …. Köyünde hava sıcaklığının yüksek seyretmesi sonucu tansiyon hastası falanca falanca camdan düşüp boynunu kesmiştir. Olay yerinde ölen S.E ertesi gün köyünde toprağa verilmiştir.' Diye gayet kısa ve mantıklı bir açıklama getirilebilmiş kazası için ilk defa o zaman üzülmüştü. Böyle basit bir açıklama ve sıradan bir haberin kaynağının kendisi olması ve bilinmemesi Aylayı kahretmişti. Keşke derin bir inceleme yapılsaydı, filmlerde gördüğü gibi otopsi sonucu önce başına darbe aldığı ortaya çıksaydı. Polis olayı çözmek için günlerce uğraşsaydı. Kanıtlar toplanıp faili meçhul olarak kalsaydı. Ama güneş, sıcak, tansiyon üçlemesi ile olay kapanıp gitmişti…

Bir süre bu ölüm anında hissettiği şeye ad veremeyen Ayla bunu yeniden denemeye karar verdi. Ölüm anında sebebiyet verdiği şeyin adı için cinayet işleyebilir miydi? Evet işlerdi. Neden mi? Çünkü o kendini çok özel hissediyordu. Farklıydı ve hayatta sadece kendini tanımayı erdem sayıyordu. Okumuş olduğu bir filozofun düşüncelerini bir güzel kendine uydurabilirdi. Dünyaya mal olmuş bir düşünür bile devletin gücü için her şeyi mubah sayabildiyse, neden benmerkezci Ayla kendi ruhsal gücü için bunu uygulamaya geçirmesin diki? Öldürdüğü her insan kendine bir güç katacaksa ve kendini tanıma sürecine hizmet edecekse bu gayet mantıklıydı. Başkaları için saplantı, sapıklık olabilirdi. Ama ne önemi vardı ki? Önemli olan aynaya baktığında gördüğü kadın değil miydi? Bu dünyaya bir daha gelmeyeceğine göre, var olduğu sürece bu dünya ve üzerinde var olan her şey kendisine hizmet etmeliydi.

Günlerce düşündü mü sanıyorsunuz? Hayır! Birkaç gün bu tür fikirleri düşledikten sonra ne yapması gerektiğine karar verdi. Hafta sonunu çeşitli cafelerden internete bağlanarak araştırma yaptı. Aradığı konu başlıklarının sonunda seri katil olmaya karar verdi.

Yaptığı araştırmada tarih boyu seri katil olarak anılan insanların hayatlarını ve kendisine olan yakın özeliklerini belirledi. Öğrendiği her yeni şeyden garip bir şekilde haz aldı. İlk önce kişilik özelliklerini araştırdı. En başta masum yüzlü ve çevreleri tarafından sevilen, karıncayı bile incitemez karakterde bir insan olduklarını öğrendi. Daha az makyaj yapıp daha sade olmam gerekiyor diye bir karar verip, dolabını masumluğun rengi olan beyaz kıyafetlerle doldurdu. Bu çok zevkliydi. Sanki karakterini katladığı siyah geceliğiyle birlikte yastığının altına bırakıyor, giydiği beyaz kıyafetlerle bir peri kızı gibi ortalarda salınıyordu.

Bir diğer özellikleri muhafazakâr ve düzenli dini törenlere katılmak olduğunu öğrendi. Bu kişiliğiyle ve inancıyla pek uyuşmasa da küçükken gittiği Kur'an kursu aklına geldi.
Orada öğrendiği Arapçayı ve duaları hatırladı. Bu konuda kendini biraz daha eğitmeli ve dindar biri olduğuna insanları inandırmalıydı.

Yaptığı araştırmada fark etti ki seri katillerin her biri kadın, çocuk ya da eşcinselleri öldürme eğilimliydi. Çocuklara kıyamazdı. Bunu hiç düşünmemişti zaten. Eşcinseller ise güçlü kuvvetliydiler. En iyisi yaşlı kadınlar olmalıydı. Büyük birde ayrıntı vardı. Her biri öldürdüklerine ait bir şeye sahip oluyordu. Kısacası hatıra alıyorlardı.

Bu konu üzerine uzun uzun düşündü ve yaratıcı hiçbir fikir bulamadı. Sonunda ilk ölüme sebebiyet verdiği kadının nedeni geldi aklına. Evinin fotoğrafını çekmek istemişti. Buna karar verdi. Kadınların yaşadığı evlerin bir fotoğrafını çekip kendisinde saklamalıydı Polis içinde aynısını hatıra bırakmalıydı. Güzel bir fikir olduğuna karar verip bu ayrıntıyı da halletmenin keyfini çıkardı.

Aylanın vicdanından çok zihnini meşgul eden en büyük ayrıntı yeterince zeki olup olamadığıydı. Tüm bunları yaparken hiçbir ayrıntıyı atlamamalı ve kusursuz olmalıydı. Peki, sebebi ne olmalıydı? Gerçekten de yaşlı bir kadını öldürmek için geçmişe gömdüğü acı ve geçerli bir nedene sahipti. Bu anı öyle cansız ve unutulmuştu ki, şaşırdı. Köydeki teyzeyi düşündü ve benzerliğe kendi bile şaştı. Unutmaya çalıştığı dahası unutmayı becerdiği geçmişi geldi hatırına. Bilinç denen şey nelerde yapabiliyordu. O mutsuz ve kötü olayı hatırladığına sevindi. Şimdi gerçekten bir nedeni vardı. Öğrendiği gibi seri bir katil olabilmek için tüm özelliklere sahip olabilirdi. Her birini askıdan alıp üzerine biçilmiş bir kaftan gibi giyecek bununla bütünleşecek ve bununla daha da güzelleşeceğine inan Midas gibi sokaklara düşecekti.

Sokaklarda aradığı; kendini bulmak adına insanların can dediği şeyi teslim almaktı. Düşünmesi gereken çok şey vardı. Ayrıntılar üzerinde çalışıp, başarılı olmak zorundaydı.

Şimdilik bu yeterliydi. Mutluydu…

Serap Ezgi


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
8 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Demirhan Ocak


Lotus Çiçeği 2 Temmuz

Uzun süreden beri yüreğimin tenha bir köşesinde; apak, mis gibi çivit kokulu yorganlara sardığım bir fikir uyutmaktayım. Ama bu anlamsız uyutma aksiyonundan gına ve gınanın tüm sülalesinin gelmesinden dolayı artık bu fikirimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Sol memesinin altı yangın yeri misali yanan güzel insanların dile getirmesinin yanı sıra, aralarında pazarda kilo hesabı satsan üç - otuz para etmeyecek sözüm ona bazı insanların da bulunduğu bir kesim, 'Madımak Oteli müze yapılsın' diye ortalık yerde yırtınıyorlar.

Bu tüm güzel insanlara ve sözüm ona insanlara, yüzlerine karşı; 'Peki kardeşim neden Madımak Oteli'nin müze olmasını istiyorsunuz?' sorusunu yöneltilirse, her vatandaşın kendi meşrebine göre vereceği cevaplar aşağı yukarı şöyledir:

• "Gelecek nesillerin bu katliamı unutmaması için".
• "Cumhuriyetimizi yıkamayacaklarını anlasınlar diye".
• "Atatürk'ün evladları olduğumuzu haykırabilmek için".
• "Alevilerin yüzyıllar boyu katledilmelerinin bir simgesi olması için".
• "Devrimciler öldürmekle bitiremeyeceklerini anlamaları için... Tek yol devrim!".
• "Bazı devlet adamalarının 'şeref sözlerini' hatırlatmak için".
• "Biji PKK, Biji Serok Apo... katil, yobaz Türkler (?) yaptıklarından utansın diye".
• "Bak modern, çağdaş kültürlü Alamanlar ne güzel soykırım müzeleri yapmışlar. Hele Neo-Naziler tarafından yakılan göçmen işçi evlerini müze haline getirmişler ya, biz nasıl olsa yakında AB'ye gireceğimiz için. AB'ye uyum adına böyle bir müzemiz olmasını istiyorum".
• "Tüm dünya bize düşman olduğu için. Sözde Ermeni soykırımı yüzünden bizi sıkıştırıyorlar ya, işte biz böyle bir müze yaparsak bu Türk düşmanlarının (!) ağızlarını bir nebze de olsa kapatırız diye... Atalarımız boşuna 'Türk'ün Türk'ten gayri dostu yoktur' diye boşuna dememiş".
• "Tabii ya müze olmalı. Hatta müzeden elde edilecek gelirle Sivas Belediyesi'ne yeni, şöyle gıcır gıcır itfaye araçları alınsın. Hatta benim emmioğlu var Alamanya'dan bu itfaye araçlarını ithal ediyor. Ben onunla konuşur uygun bir fiyat yapmasına aracı olabilirim.. Yanlış anlamayın"!
• "Eğer müze olursa, Sivas halkı yaptıklarından utanıp demokrasiye daha sıkı sarılacaktır".
• "Torunlarımızın Aziz Nesin gibi dinsiz kafirlerin cezalarını nasıl verdiğimizi görmeleri; dahası, ileride böyle dinsiz, Allahsız, gomünist kafirlere gözdağı olması için".
• "He gardaşım ya. Bir an önce yapsınlar senin gözünün yağını yirinn ben ama, dabiki devlet büyüklerimizin bu konuya el atmaları lazım. Bu sayede gözelim Sivasımıza bolca durist filan gelir, esnafın işleri açılır".
• "Ben bizim beye sordum, 'sen garışma lan avrad' dedi. Ama yine de bir ana olarak yapılsın diyorum".
• "Bildiğiniz üzere biz dini bütün, merkez! sosyalizme yakın ama, sağ düşünceye de uzak olmayan bir sosyal demokrat partisi olarak, bu müze yapılma girişimini destekliyoruz".
• "He ya yapsunlar ki, biz bir daha yakalum......şerriaattt isterüzzzz"!

Bundan 6 yıl önce Polanya'da Auschwitz-Birkenau toplama kampı müzesini (iki toplama kampının da tamamı müze olarak düzenlenmiş) gezdim.

İnsanların yakıldığı ve hâlâ insanın derisinin altına işleyen keskin bir kokunun hakim olduğu fırınlar bölümde, tarifi imkansız korkular ve çaresizlikler gibi güçlü duyguların gölgelerinin ziyaretçilerin yüzlerine aksettiği bir ortamda, üzülerek belirteyim ki, Türkiye'den gelen dört ziyaretçinin yüksek sesle ve gülerek:

- 'Şıştt Fuat abi, şimdi burada Yahudi kebabı mı yapmışlar?....
- Acaba bunları pişirdikten sonra yemişler midir?...
- Abi, aslında şurdan bir fırının kapak kolunu söküp alsak, ne paraya satarız dimi?'
gibi hödükçe diyaloglarına şahit olmuştum...

Elbette memleketimizin tamamı bu tür hödüklerden oluşmamaktadır. Fakat, maalesef ezici bir çoğunluk karşıt fikirli, değişik inançlı ve aykırı düşüncedeki bireyleri; özellikle de 'Alevileri, Sosyalistleri, Anti militaristleri, ve eşcinselleri' insan yerine koymamaktadır.

İşte bundan dolayı Türkiye'deki kimi ebleh insanların gözünde Sivas'ta yakılanlar ölümü hak etmişlerdir. Yani; 'Gitmeselerdi, hadi bir halt yiyip gittiler, bari rahat dursalardı... Hem durduk yere bizi niye kimse yakmıyor?' türünden düz mantığa sahip olanlarla iliklerine kadar işlemiş önyargıların dolduruşunda pupa yelken gidenler, veba mikrobuna tutulmuşçasına 'Alevi dediğin ana bacı dinlemeden mum söndü yaparlar (?) hele ki goministler tamamıyla İslam ve Türk düşmanı (?) olduklarından yaşamamaları lazım' diye düşünürler.

Tamam, bir an Madımak Oteli'nin müze olduğunu düşünelim ve diyelim ki bugün müzenin açılış günü... İşte buyrun, açılış töreninin konuşmacıları: Deniz Baykal, Tayip Erdoğan, Temel Karamollaoğlu, Rahşan Ecevit, Erdal İnönü, Murat Karayalçın, Şevket Kazan.... Nasıl, gözünüzde açılış konuşmalarını canlandırabildiniz mi?

Hazır hayal etmişken devam edelim:

Yıl 2008 Madımak Müzesi'ne yapılan 17. molotof kokteyli saldırısından sonra İçişleri Bakanlığı'nın 'devletimiz gereken önlemleri almıştır; şükürler olsun ki olayda can kaybı olmamıştır' açıklama yaptığını...

2009 yılı Ocak ayında Madımak Katliamı Müzesi'ne eşiniz ve çocuklarınızla gelmiş olduğunuzu düşünün ve sizin hemen yanı başınızda Auschwitz-Birkenau toplama kampındaki gibi yüksek perdeden insancıl (!) diyalogların 15 kişilik 'eski ülkücü' grubunun (bu tipler nedense genelde eski ülkücüler olur) veya şeriatçı tayfasının dile getirdiğini...

Ben bunları ve bunlara benzer yurdum gerçeklerine dayanan olayları düşündükçe 'DAĞILINNN LAN! ELLEŞMEYİN BÖYLE İYİ, MADIMAK MÜZE OLMASIN' diyorum!

Peki benim bu müze projesine karşı sunduğum alternatif fikrim var mı?

Var. Madımak Oteli'nin yeri ve yan binaları satın alınıp binaların komple yıkılması suretiyle elde edilecek olan alanın üzerine; etrafı tamamıyla boş ve açık olan 35 metre boyunda paslanmaz siyah bir metal anıt dikeceksin. Ve bu 35 metrenin her metresine katledilen insanların kocaman kocaman isimlerini yazıp, gülümseyen hatta ağzı kulaklarında gülümseyen fotoğraflarını monte edeceksin ki, katiller ve onların sempatizanları sinir krizleri geçirsinler, hatta düşünme yetileri bu gülümsemeleri algılayamadıkları için dumura uğrasınlar.

Ve bu metal kaideyi o kadar sert bir metalden imal edeceksinizki, değil balyoz, kaideye kamyon bile çarpsa tek bir çizik bile olmayacak!

Ayrıca kaidenin siyah boyası Lotus* efekti kullandığın kir ve her türlü sentetik boya tutmayan bir malzeme ile kaplayacaksın.

Sonra mizah, hareket sensorları, katliamda hayatlarını kaybeden insanların yetenekleri ve özelliklerinden gücünü alan sinir bozucu, yobaz tokatlayan, dumura uğratan, katillerin olmasa bile en azından sempatizanlarının yobazlıklarını yüzlerine vurmak, çocuk ve gençleri yaşlarına göre eğiten, katliamı anlatan, etkiye tepki prensibi ile çalışan ses, görüntü, mekanik hareketler...gibi sistemlerin yanı sıra, aynı prensip doğrultusunda kampanyalar yapacaksın.

Örneğin;
a) Anıt'ın üzerine çişini yapana ya da sıvı dökene; lağım suyu, kan kırmızısı mürekkep yahut daha önceki yobazın bıraktığı çişin püskürtülmesi.
b) Olayları seyreden ve bundan pişman olanların duygularını yazmaları karşılığında gül verilmesi.
c) Ağlayan ziyaretçilere istemeleri durumunda Aziz Nesin'in kahkasının ses kaydının dinletilmesi.
d) Nesimi Çimen üstadın deyiş söylemesi.
e) Hasret Gültekin'in şarkılarının çalınması.
f) Birden bire 'şak' diye Asaf Koçak üstadın tokat gibi yobazı tasvir eden bir karikatürün ortaya çıkması.
g) Üzerinde 'Etkin maddesi Eczacı İnci Türk tarafından demokrasiyi sindiremeyenler için tasarlanmıştır' diye yazan acı biberli hap verilmesi.
h) Katledildiğinde 15 yaşında olan Menekşe Kaya'nın yaşasaydı bilgisayar yardımı ile hazırlanmış 75 yaşında muhtemel torunuyla beraber gösteren fotoğrafının altına sizin çocuğunuz var mı? sorusu ile ziyaretçinin empati yapmasının sağlanması .
i) Holandalı Carina Cuanna'nın fotoğrafının altında barışı anlatan flamenkçe-türkçe kelimelerin basılı olduğu bir kağıdın verilmesi .
j) Madımak katliamının öncesi ve sonrası olaylarının kronolojisini anlatan sentetik olarak hazırlanmış yanık et kokusu ile beraber küle bulanmış bazı sayfaları yanmış kitapçıkların dağıtılması.
k) Olaylarda ceza alan yargılanan yobazlara yaşadıkları sürece her 2 Temmuz'da katliamda hayatını kaybedenlerin bir yakını tarafından evlerine elden teslim olmak kaydıyla, bir bidon benzin ve kibrit kutusu hediye edilmesi karşılığında teslim edildiğine dair makbuz alınması.
l) Yobaz kundaklamalarından korunma kurslarının düzenlenmesi...

Ve elbet ki, bu anıtın çevresinde tek bir koruma ve engel olmayacak!

Yani canı isteyen yobaz anıta istediğini yapacak...

Fakat anıtın yukarıda belirtiğim fiziksel özelliklerinden dolayı, bu saldırılar umrunda bile olmayacak.

Ama işin can alıcı tarafı, hayata dar bir açıdan bakıp ve hayatı daha dar bir açı ile yaşayan bu yobazlar ne yaparlarsa yapsınlar, karşılarında 35 tane gülümseyen insan bulacaklar...

Biliyorum, bu fikrim gerçekleştirilemez!

Çünkü fikrimin içeriğinde öyle apaçık bir şekilde acı ve gözyaşı ve dinsel temalar yok. Hem bir işin hukuksal dahası maddi yönü var.....

Ne olursa olsun ben klasik soykırım müzeleri gibi teslimiyetçi, kendisine acındıran, soykırım suçlularının zil takıp göbek atmalarını sağlayacak şekilde duvarlarına melankoli sinmiş, durgun bir ruhla hazırlanmış, yobaz devlet adamlarının ve belediye başkanlarının ayak bastığı, konuşmalar yaptığı, hatta bu konuşmalardan siyasi rant elde ettiği, bir eliyle üreme organını kaşıyan diğer eli ile sms yazan ırkçı eblehlerin ortalıkta gezindiği, bir müze istemiyorum.

Bu tür katliamlarının unutulmaması istiyorsanız mağdur taraf için değil katil tarafın sempatizanları için müze yapacaksınki, sempati duyduğu insanları daha yakından tanısın diye....

Mısmıl olun..

Demirhan Ocak

* Lotus efekti: Lotus, Hindistan'da yetişen bir su bitkisi, özelliği sıvı maddelerin bitki üzerinde tutunmasını engelmesi. Almanya'da bu özellikleri taşıyan boya ve kaplama malzemeleri mevcuttur.


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,208,208,208,208,208,208,208,20
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Şadıman Şenbalkan


YAZARLAR NE YAZARLAR...

Adı üstünde, elini klavyeye veyahut ta eskiden olduğu gibi bizim o güzel daktilomuza elini dokunduran, aklından fayda sağlatan, hayat deneyimli ve her konuda bilgi sahibi kişilere “yazar”diyorlar...

İyi mi ediyorlar, kötü mü(?) hep beraber düşünelim:

Yazar ve yazan olmazsa; aydınlanamayız, fikir yazılarından; çok sesli önerilerden, eleştirilerden, işaret edilenlerden; nasiplenmeyiz değil mi ?

Bundan ötürüdür ki, makale yazarları; aklından geçenleri; laf ola beri gelelerle işgal etmemelidir. Virgül ile noktalı virgül ayırımını bilmeli, anlattığı konu her ne ise hakim olmalı ki, okuyucuda dağılmadan anlatılanı analsın. Bu vaziyette; yazara daha bir aydınlatıcı görev düşüyor. Çünkü yazar, Türkçe’yi iyi kullanan ve ülkesinde olandan bitenden haberdar ve okuyucusuna iyi bildiği konularda bilgi veren ve düşündüren, ve de insanını çoğaltan kişidir. Bu bağlamda da yazara, görme ve düşünme görevinden maada düşündürme görevi de düşüyor.

Gel gelelim yazma hasletiyle donanmak yeterli olmuyor, yazın serüveninde. Donanım ve düşüncenin dehlizinde; düşünmeden yapılan iş, alelâde de bir iş oluyor.

Hasbelkader ünlenmeye veya okuyucu kitlesi bulmaya benzemiyor bu iş! Çünkü bu iş, çok hem de çok ciddi iş, çok zaman fikir işçisi yazarların, ülkesinde yaşayanların neferi, aydınlığı oluyor, ve olmakta zorundadırlar. Onun için de, “çala kalem” yazmanın, yer işgal etmenin ve okuyucu sayesinde geçimini temin etmenin alemi yok!..

Geçenlerde bir iş adamı ile konuşmamda benzer sorularda buldum kendimi. Adı bende saklı olan bir iş adamı: “Kim okuyor bunları Allah aşkına!?”diyerek serzenişte bulundu bana.

“Her yazarın bir okuyucu kitlesi var ki, bu gazeteler ayakta duruyor...”dedim ama, kendim de inanmadım cevabıma.

“Hadi canım sende!”dedi iş adamı bana.

“Eee, o zaman, nasıl dönüyor bu çark?”dedim.

“Reklamlarla” dedi kısa ve öz yanıtında iş adamı cevaben bana.

“Yapmayın, o kadar da değil!”dedim ve ilave ettim:

“Bu ülkede kalemi okunası, her kelimesi düşündürücü, bilgi aktarıcı yazarlarımızda var!”diye itiraz ettim.

“Var ama, onlarda bu hengamede kaynayıp, gidiyor...”

İş adamının tespiti doğruydu, çünkü birbirine sataşanlardan, magazin yazanlara ve hep aynı teraneyle çoğalmayanlara, akıl işlerine akıl erdiremeyenlere, ve bizi heyecanla okutmayanlara ve de çok lafla dolambaçlı yollarla anlatacaklarını anlatmayanlara da rastlamıyor muydum gazete sayfalarının köşe taşlarında!!!

Üstüne üstlük, Türkçe’mizden bir haberlerin özel hayatlarından gına getirenler yok muydu?

“Peki o zaman kim yazdırıyor bunları?!”diye sordum kendime.

Cevabı apaçık ortadaydı, ve genel yayın yönetmenlerinin keyfe kederindeydi bu yazın işi.

Neyse ki EDEBİYATIMIZDA öyle yayın yönetmenlerinin keyfine göre yazmak yok. Ancak, yayın evi editörlerinin,(ki bu gibi kimseler işlerini öyle tanıdıkla falan yapmıyorlar) okudukları kitap dosyasının kitap olup olmayacağı olurları var. Dolayısıyla da seçicilik söz konusu bu vaziyette. Her yazarın yazar olmadığını, her yazılanın kalıcı olmadığını yayın evleri mi, okuyucu mu gösteriyor o da ayrı bir tartışma konusu ama, yazdıkları okunan, “yazın erbaplarımız” da var bizim.

Burada Zülfü Livaneli’nin son kitabı; Leyla'nın Evi’ne değinmeden geçemeyeceğim. Leyla'nın Evi'ni okuyunca, Livaneli’nin yaşam deneyimlerini ve kurgunun gücünü, görüp; Türkçe’mizi doğru kullanmanın; adabın, muaşeretin ve bilginin karşısında şapka çıkardım; doğrusu. Çünkü, Livaneli Ustanın; kurgunun gücündeki kelimeleri, yerli yerine profesyonelliğiyle, konuya hakimiyeti ve çok kelimeli Türkçe ile eskiyi özlemi, yalnızlığı ve yalın insan psikolojisini özünden çıkmadan, okuyucusuyla özdeşleşmesini bir çırpıda okudum. Livaneli, kitabında; gerçek entelektüelliğin ne olduğunu, öyle gereksiz “ben bunu da biliyorum” diyerek göze ve öze batırmadan; akıcı, söz dağarcığı ile de, bir takım yabancı kelimelere geçit vermiş yazarlara aslı ve astarında “had” bildiriyor, anlayan varsa tabii ki...

Fakat, İngilizce yazdığı kitabı, Türkçe’ye çeviren Elif Şafak, hâlâ ve hâlâ "ben biliyorum" edasından kurtulamamış ne yazık ki. Üstelik, Şafak'ın son kitabındaki kurgularında da da tutarsızlıklar var kurgu sıralamasında. Kitapta; dağıldım, nerede kalmıştım falan oldum!... Kaldı ki bir yazar, açık ve net Türkçe'yle, çoğaltan kelimelerle yazar; ama, öyle ne dediği anlaşılmaz anlam bütünlüğünden kopan imgelere yer vermez, değil mi sayın okuyucumuz. Eeee tabii bu da olgunluk izlerine öyle kolay olmuyor, pişmiyor yani ve içi çiğ kalıyor... Elif Hanım'ın romanı "roman mı?", eğer roman ise psikolojik roman mı, sosyolojik anlatı mı nedir(!) onu anlayamadım!.. Bir anlatan olsa da anlasam, fakat gene yalından sapmadan...

Ve lütfen ve lütfen Elif Hanım, entelektüel görülmek için caba sarf etmeden, dağarcığındakileri kelime cambazlıklarına meal vermeden yapsın.

Kaldı ki roman, günlük tutmaya benzemez, romanın da dili vardır, ve o “dil” yazarını ya okuyucuyla buluşturur, ya da okuyucuya; söz söyleme hakkı doğurur. Çünkü romanlar, yazın türleri içinde en kalıcı olanlarıdır, ve dünya durdukça kendilerini raflarda değil, hep okuyucu elinde görmek isterler...

Onun içindir ki; her yazılan, makale “makale” değil, her yazılan roman da “roman” değildir. Nasıl ki her şiir “şiir” olmuyorsa; şairimiz de kolay yetişmiyorsa; yazın ustalarımız da kolay yetişmiyor...

Şadıman Şenbalkan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Semih Bulgur

  Kahveci : Semih Bulgur


   SEVDAM

Yüzlerce kez çizmiş olsanız da, kalemi tuttuğunuzda eliniz titrer. Ya oranlar tutmazsa, ya kaş göz birbirine karışırsa, ya daha yaşlı ya da daha çocuksu olursa mankeniniz, ya deniz mor olursa ya da gökyüzü yeşil. Bu endişelerle başlar çizginin dansı…

Aslında bu heyecandır çizgiyi hayatınızın merkezi yapan, bu heyecandır vazgeçilmez sevdanızı yaratan, bu heyecandır tablodan çıkacakmış gibi duran yüzleri yapan, bu heyecandır güldüren, ağlatan, düşündüren, üşüten ve ısıtan kareleri yaratan.

İlk leke ile heyecan dağılır ama kaybolmaz, bütün vücudunu sarar. İlk çizgiler acemi ve korkaktır, ama pes etmezsen ilahi dengeyi bulu verirsin. Sonra, eğer sevdan varsa çizgiye, sabrın varsa yeniden başlayacak bitişlere, akar, kayar gidersin tuval üzerinde. Gözün eğrisinde, kirpiğin kavisinde, gözbebeğinin küresinde, ağacın gövdesinde,yaprağın yeşilinde ne heyecan kalır, ne endişe…. Dudağın kirazında, kaşın kemanında unutursun işi gücü, sazı cazı, parayı pulu, köleyi kulu……

Hatları çıkartıp gölgeyi vurdun mu portreye, kırdın mı belini kurumuş ağaç dalının sanki hafifleyip başka boyutlara gidersin, ne eliniz ne kalbiniz nede nefesiniz yoktur atık…

Öyle anlamsız öyle gamsız hissedersiniz ki hayatı , bütün karmaşa, kaos, duvardaki çatlak, klozetin sifonu, tam doksandaki örümcek ağı, televizyondaki meşin top anlamını yitiriverir.

Bu, sanki geçici bir narkoz halidir, görmez, duymaz olursun. En sonunda yorgunluğun seni dürtüp uyandırır. Müthiş bir bel ağrısıyla doğrulursunuz. Saat gecenin dördüdür, gözleriniz kapanmak üzere….

Fırça düşer elinden yatak, boyanır pijama boyanır. Yorganını dahi çekmeden uzanırsın yatağına, son bir kuvvet ile göz kapaklarını kaldırıp tuvale bakarsın. Sana gülüyordur saçına gül takmış esmer kız, sende bir tebessüm takıp yanağına dalarsın uykuya ve üç saat sonra aynı tebessümle servisin kornası uyandırır seni…

Fırçayı, boyayı, tebessümü atar bir köşeye düşersin yola, tekrar buluşana dek gülemeyecek bir suratla……

Semih Bulgur
www.semihbulgur.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,809,809,809,809,809,809,809,809,809,80
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Gülendam Z.Oğuz

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.546 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


OKUYANA RAHMET

Mitralgözüyle karşı tepelerden
Biçtikçe siyah başaklarını gecenin
Horul uykularımıza kasteden
O tezayaklı eşkıya
Suyolcu Memet Pehlivan
Vadesi doldukta
Güneş müfrezelerinin yaylım ateşiyle
Vuruldu şafakta
Yatıyor şimdi
Rahmet okusak da okumasak da
Kanlar içinde upuzun
Dere boyunda

Eski dölyatağına dönüyor sanki
YAĞMUR

Can Yücel

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Skype http://www.skype.com/intl/tr/ "Skype'ye sahip olan başka herhangi bir kişiyi internet üzerinden ücretsiz olarak aramaya yarayan küçük bir programdır. Ücretsizdir, yüklemesi ve kullanımı kolaydır ve pek çok bilgisayarda çalışır." Diyorlar daha giriş sayfasında. İnternet üzerinden sesli ve görüntülü haberleşme için kullanılan iyi bir program.

Akaryakıta gelen zamlar bir çok ürünü ve hizmeti daha yüksek fiyatlarla almamıza neden oluyor. Peki, dünya üzerinde en pahalı akaryakıtı, Türk halkı olarak bizim kullandığımızı biliyormusunuz? Akaryakıtı bu kadar pahalı almamızın asıl sebebinin ise, yakıtlardan alınan yüksek vergiler olduğunu biliyormusunuz? Akaryakıt kaçakçılığının artması ve kaçak akaryakıta bu kadar talep görmesinin temel nedenlerinden en önemlisinin ise yüksek vergiler olduğunu...? Hafta içi her sabah saat 08:00 de yüksek vergileri protesto etmek için 1 dakika boyunca arabasının kornasına basanlara ve dörtlülerini yakanlara katılmayan kalmasın. Bu protestoyu başlatan Alem FM program yapımcısı Nihat Sırdar'ı hem radyodan hem de http://www.nihatsirdar.com web sayfasından takip edebilirsiniz.

"Welcom turist we spik inglish" Hani derler ya "hata yapanı affederim ama bu sefer çok abarttın" :) Özel olarak yapılmış olan bu ilanın ufak bir hatası var ama bu hatanın yorumunu size bırakıyorum. http://www.filecrush.com/files/wespikenglish.html Turistlerin ilgisini çekeceği kesin ama turizm'e faydası olur mu bilemem.

Wallpaper konusunda sizlere geniş bir arşiv tavsiye ediyorum. Ama baştan uyarmak istiyorum: bazı resimler 18+ içeriğe sahip. Her tür resmin arşive alındığı bu sitede 3d sayfasını özellikle tavsiye ediyorum. http://www.index.hr/wallpapers/

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060711.asp
ISSN: 1303-8923
11 Temmuz 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com