Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.026

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 13 Temmuz 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : Kafam bir hoş!..

Merhabalar,

Kahve Molası'nı hazırlarken bir yandan açık olan televizyonu göz ucuyla seyrediyorum. Duymam, duysam da anlamam mümkün değil ama gördüklerim moralimi bozmaya yetiyor da artıyor. Gani Müjde tekneyle Datça Marmaris turluyor. Ne o program yapıyor. Yerim ben öyle programı. Ben de öyle bir program yapmak istiyorum. Hem başım da kel değil. Kusura bakmayın bu görüntüler kafamda kavak yelleri estirmeye başladı, ne diyeceğimi nasıl diyeceğimi unutturdu. Ben size Nesrin Sipahi'nin okuduğu güzel bir şarkı ile veda edeyim en iyisi, Ben bir küçük cezveyim. Offf off, hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Tuba Çiçek

 Rengarenk: Tuba Çiçek


  İçinizdeki Çocuğu 'Yiyim' Size 'Bişey' Olmasın

- Alooo! Kahve Molası'nın iflah olmaz yazarı Tuba'yla mı görüşüyorum?
- Biiip... Bu bir telesekreter kaydıdır... Tuba Hanım şu anda çıtır avında. Çıtırsanız telefon numaranızı bırakın; sizi mutlaka arayacaktır. Çıtır değilseniz, yapabileceğim hiçbir şey yok!
- Bırak bu teknolojik yalanları da söyle bakayım, nerede kaldı yeni yazın?
- Editörüm, edi'm, yüce insanım, bağışlayanım, selvi boylum, al berelim, gül cemallim, nergis kokulum... Bu sayıda 'benden pas' desem?
- Mümkün değil!
- Ya biraz çıtırlarla ilgileneyim diyorum. Bahar geldi, ahali piyasa yapıyor; biz böyle ibibik gibi yazı konusu düşünüyoruz...
- Mümkün değil dedim ya!
- Hatta diğer yazarları da örgütledim, bu sayıda herkes kazan kaldıracak... Yani diyorum ki vazgeçsek bu dergi işinden; ne dersin?
- Aloooo!
- Yaw ne olacak biz dergi çıkarmasak; memleket batmaz ya?
- Tamam siz ara verin. Ben münasip bir yerimden sana da, diğer yazarlara da yazı uydurur, gene çıkarırım dergiyi... Yalnız okurlar üslubuma hasta olur da kendinizi kötü hissederseniz karışmam!
- Diğer yazarlar tamam da, benim üslubumu tutturamazsın be edi... Hihohaha... Zor yani... Bilmiyorum...
- Ben senin yerinde olsam, o kadar emin konuşmam!
- Ha ha haaaaaa! Edi havaya girmiş... Tamam o zaman. Yazı konusu söyle, yazmayan adidir!
- Bir adım öne çık, içindeki zıpır çocuğun sesini aç ve ne diyorsa onu yaz. Hadi bakiiim, kes bıdı bıdıyı da iş başına. Marş marş...
- İçimdeki zıpır çocuk mu? ÇTONK! Budur edi! Sen var ya sen...
- Hah şöyle... Adam ol, canımı ye!
- Hadi bana baş baş...
- Hadi naş naş...

Sizin içinizde de bir çocuk var değil mi? İç çocuk. Büyümemiş yanınız. Masum yanınız. Kırılgan yanınız. Saf yanınız.

Peki nedir 'içimdeki çocuk edebiyatı'nın meali?

"Böyle bencil, üçkağıtçı, dalkavuk, asabi, adi, kaba, rezil birisi olduğuma bakma. Aslında içimde masum bir 'ben' daha var da kimseye göstermiyorum. Kırılıp incinmesinden korkuyorum."

İyi halt ediyorsun! Biraz sirke ile bi tutam da tuz koyup turşusunu kur bari... Kuru fasulyenin yanında iyi gider, iç çocuk turşusu... Hıyar seni!

Yahu içinde sakladığın, kamu yararına sunmadığın, gün ışığına çıkarmadığın, teoride ballandıra ballandıra anlatıp da pratikte kullanmadığın masum yanının sana, bana, ona, buna; Hale ve Jale'ye, aşağı mahalleden Gaye'ye ne faydası var, bana bir söyler misin?

Değil mi ki bu velet masumiyeti temsil ediyor; iyi niyetli, saf, temiz ve hümanist... E neden o zaman içinde saklıyorsun da insanlığın kullanımına sunmuyorsun, cimri köpek?

Sal veledi sokağa, rahatla! Sen onu içinde koruyacaksın, ona annelik yapacaksın diye kasılmaktan kurtul; o da senin bedenindeki esaretinden kurtulsun. Mis gibi.

Milletçe pek severiz böyle tumturaklı benzetmeleri, duygulu fenomenleri ve içli trendleri.

"İçinizdeki çocuğu koruyun. İçinizdeki çocuk hiç büyümesin. İçinizdeki çocuğu dinleyin. İçinizdeki çocuğu sevin. İçinizdeki çocuğa şefkat gösterin..."

Sana ne ulan hisli budala! İçimdeki çocuğun dadısı mısın?

Ya içimdeki çocuğun kapalı mekan korkusu (klostrofobi) varsa? Ya içimdeki çocuk zıpçıktı, asi, baş belası, hiperaktif felansa? Ve hatta içimde hiç çocuk mocuk yoksa?

Hayır, çocukluk denilen nane matah bir şey olsa amenna. Çocuk dediğin salaktır. Dahası, eblehtir. Olmamıştır. Masumiyeti de oradan gelir zaten. Kafası basmaz pisliğe. Altına etmekten başka bir boka yaramaz. Tek başına gazını bile çıkaramaz yahu... Neyine özenirler bilmem ki?

* * *

Şefkat budalasıdır insan evladı. Erkeklerin anneleri gibi bir kadına; kadınlarınsa babaları gibi bir erkeğe tav olmaları hep bundandır. İçerdeki o ebleh veledi, ebeveyn kılıklı bir yavuklunun şefkatine emanet etme telaşından... Eh, bu durum yavuklunun da işine gelir tabii:

"Ben senin içindeki çocuğu sevdim sevgilim!" ('İçindeki o salak çocuğu kandırmak, seni kandırmaktan daha kolay yavruuu!' demeye getiriyor.)

Hal böyle olunca, herkes çocukluğunu özlüyor; herkesin hayalinde bir çocukluğa dönüş projesi yeşeriyor. Gerekçe olarak da çocuk masumiyeti, koşulsuz sevgiler, çocukça mutluluklar felan öne sürülüyor...

Hadi biraz gerçekçi olalım!

Ekmek elden, su gölden; çikolata dededen, süt anneden; azık babadan, şefkat anneanneden olan günleri özlüyoruz. Başının çaresine bakabilen bir yetişkin olmak, bir başka deyişle kendi gazını kendi çıkarabilen bir birey olmak zor geliyor.

Tıpkı çocuklar gibi, saçma salak oyunlar oynayarak vakit geçirmek, hayat gailesinden bihaber olmak, ufacık şeylerden mutlu olmak, birilerinin kanatları altında siftinmek istiyoruz...

Sonra da yok masumiyet, yok safiyet, yok ıvır, yok kıvır...

Hiç boşuna kıvırmayın!

İçinizdeki veledi zinaya da söyleyin patırtı yapmasın. Kafamız şişti be, cık cık cık...

Tuba ÇİÇEK
tuba@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Çiğdem Gürer


DAVET

Öyle güzeldi ki deniz.. alacakaranlığın ıssızlığında... tüm sahil kendisine aitken....
Öyle hırçındı ki deniz.. deli akıntılar birbirlerine dokunmadan, yüzeydeki her şeyi, dev burgularla suyun altına çekmek isterken....
Öyle davetkardı ki deniz.. insanı, bir başınalığın tehlikelerine karşı, havayı sarmış yosun kokusuyla sarhoş ederken...

Üzerinde ne var, ne yoksa çıkarıp, denize -davete- yürümeye başladı. Serin sular bacaklarına çarptıkça, gövdesine bulaşan damlalarla ürperdi. İsmi gibi karaydı suların rengi; mavi ya da yeşil değil miydi oysa öğretilen? Öyleyse şimdi "deniz gözlü" denebilir miydi kendisine? Bakışlarını ufka odakladı; ufuk denebilecek ne varsa ona... Bir gün, birisi ona mutluluğun yolunu öğreteceğini vaadetmişti, gülümseyerek hatırladı. Uğruna ne kitaplar okuduğu, ne sohbetler dinlediği mutluluğu, tek cümleyle özetleyebilecek miydi gerçekten? İnanmıştı da üstelik; dünya yüzünde mutluluğun yolunu bilen birinin var olduğuna. Sonra ne olmuştu da, o inanılmaz ders gerçekleşmemişti? Hafızası sessiz kaldı.. daha doğrusu derinden, o ünlü sözle karşılık verdi galiba;

"Kolay şey değildir mutluluk,
kendimizde bulmak çok zor,
başka yerde bulmak imkansızdır." / Chamfort


Sular, beline gelmişti bu arada, hafifçe titredi belli belirsiz, yüzmeye başladı. Her bir kulaçla, akıntıya karşı koyduğunu, arkasına ittiği deniz suyu kadar güçlendiğini hissetti. Dönüp ardına bakmasa da biliyordu,kara artık uzak bir hayaldi. Dönecekti ama yine de, amacı sonsuz bir yolculuğa çıkmak değil, yalnızca davete uymaktı. Vücut ısısı, denizin sıcaklığına uyum sağladığından bu yana, daha kolay oluyordu ilerlemek. Üşümüyordu artık, üstelik garip şey, yorulmuyordu da.. sağ bacağında bir çekilme gibi hissettiği krampa kadar.. Bacağındaki durduramadığı ağrıyla değil, dengesinin bozulmasıyla sarsıldığını farketti. Sahilde birileri olduğunu bilseydi, çırpınır, bağırır, yardım ister miydi, bilemedi. Oysa kimse yoktu.. öyleyse düşünmenin gereği de.. Ağzından ve burnundan genzine kaçan tuzlu su midesini bulandırdı; sulara karşı verdiği savaştan daha çok.

Saniyeler geçti... kramp durmuyor, üstelik kontrol edemediği tek bacağından aldığı yükü verdiği diğer organları da dayanılmaz sızılarla yardım istiyorlardı. Sonra bir an... tek bir an.. durdu biraz.. savaştan, karşı durmaktan, boğuşmaktan vazgeçse ne olacağını denemeye karar verdi. Burguların, birbirleriyle savaşarak kendisini derine çekişini seyretti; uzak bir hayaldi sanki bedeni. Yukarı doğru, kırılımsız oklar gibi uzanan saçlarını gördü; galiba son kez buna gülümsedi. Ölmek değildi istediği; sadece daha fazla savaşmamaya karar vermişti, kimse için anlamak zor olmayacaktı. Son duasını, bedeninin şişip olanca çirkin çıplaklığıyla kıyaya vurmaması için kullandı; hiç görmeyeceği bir çirkinlik için neden endişelendiğini, hiç bilemedi.

Çiğdem Gürer
nanedanlik@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Güliz Dülgeroğlu


On Dokuz Dönüm Yalnızlık

Her nefeste kaburgalarım kalbimi sıkıştırıp eziyor. Gerçekten unutmuş olabilir misin beni? Yoksa bilerek mi hatırlamıyorsun? On dokuz yıl boyunca güçlü duvarların içinde bir yıkıntı taşıdım. Her gün en baştan inşa ettim, toparladım. Geriye hıçkırıklarımın yankılandığı boş odalar kaldı. Boş bir yatak ve evin pencerelerinden ana caddeye uzanan boş yollar.

Bugün evliliğimizin on dokuzuncu yıldönümü, ayrılığımızın ise ilk. Eski resimlere bakarak yapıştırdığım kırıklarım, anılarımıza tutunamadan parçalanıyor tekrar tekrar… Dudağım titriyor. Evde birilerinin olup olmadığını kontrol edip yalnız kaldığımdan emin olunca yüzümü boğuyorum yastıklara, kafamı bir kuyuya sarkıtmış gibi bağırıyorum olanca uzaklığına zavallı tüylerin.

Artık iki kişilik geniş bir yatağım var. Gece geç saatlerde gelen biri için endişelenmiyorum. Kimse bana bağırmıyor sarhoş olduğunda. Hayatımı kumarda riske atamayacak kadar durgun yaşıyorum bu aralar. Sinemaya tek başıma gittiğimde de istediğim gibi gülüp, istediğim kadar ağlayabiliyorum. Çamaşırlarla ütüler azaldı. Ev daha kolay temizlenir hale geldi. Artık mutfakta sadece kendim için aceleyle basit bir şeyler hazırlayıp, televizyonun karşısına geçebiliyorum.

Her zaman kendimden emin bir gülümsemeyle karşılık veriyorum bakışlara. Arkadaşların şakalarına takılıp eğleniyorum, bazen gülmekten yaş geliyor gözümden. Tek başıma kaldığımda geceleri, çıkarıp atıyorum kostümümü bir tarafa. Aynalardaki görüntüme ağlıyorum. Gece yarısı çalınmayan kapıma, aranmayan telefonuma ağlıyorum. Yalnızlığım köprüler kuruyor içimde, yayılıyor sinsice bedenime. Elimi tutabilecek biri var biliyorum, ama gelmiyor işte. Kendimi içkiye verip rezil mi olayım komşuların dilinde gezerek? Bu acıyı sindirmenin bir yolu olmalı mutlaka.

Oturduğum koltuk beni içine çekiyor. 'Nerde yanlış yaptık' sorusu durmadan tartaklıyor, çekiştiriyor eteğimi. Göz yaşlarım artık 'bu akşamın hatırına bizi rahat bırak da doya doya akalım' dermiş gibi söz dinlemeden süzülüyor yanaklarımdan.

Ve sen inatla dönmüyorsun geri.
19 seneyi yalnız kutluyorum
Çünkü bir el kumarda kaybettin kalbimi…

Güliz Dülgeroğlu


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Neslihan Güzel

 Kahveci : Neslihan Güzel


  BİRAZ MUTLULUK

Ocak ayının soğuk gecelerinin birinde, sabahın akşama kavuşma vakti gelmişti. Kadın elindeki çantası ile evin yolunu tutmuştu. Üzerinde ki bordo renkli kabanı, yağmurun suyundan ıslanmış, koyu bir renk almıştı. Başındaki şapkası ile de bütün saçlarını örtmüştü. Boğazında da siyah bir atkı vardı, onu soğuktan koruyan. Bir eliyle düşen çantasını yukarıya, omzuna doğru kaldırıyor, ömür eliyle de, içinde yiyecek olan poşeti götürmeye çalışıyordu.

Birden aklına geldi, evde ekmek kalmamıştı. En yakın bir marketten ekmek alması gerekiyordu, gözleri ile bir market aramaya başladı. Yolda dümdüz ilerleyince, karşısına bahçe içinde güzel bir market çıktı. Kaldırımdan atlayıp, çiçeklerin arasından geçti, ön kapıya dolaştı. Giriş kapısından içeri doğru girdi, gözüne gazetelerin başlıkları ilişti ilk önce, hızlıca başlıklara bir göz attı. İşe yarayan haberleri okuduktan sonra, sütlerin olduğu rafa yöneldi. En üste duran, beyaz kaplı olan, bir litrelik sütten bir tane adı, ekmeklerin olduğu dolaba yöneldi, ardından. Son kalan iki ekmekten birini de o aldı, dolabın dibinde biriken ekmek kırıntıları gözüne çarptı. Tam kasaya yönelmiş ilerlerken, birsinin ona baktığını hissetti. Birden kafasını arka tarafa doğru çevirdi. Saçları uzun, sakallı, kalın çerçeve gözlüğü olan bir adam ona bakıyordu. Biraz ürktü, "Neden acaba" dedi? Bir anlam veremedi. Fazla üzerinde durmadan, yoluna devam etti. Kumral saçlı, iri yarı, gözlüklü adam ona seslendi; "Selma!" diye.
Kadın birden irkildi, bu onun ismiydi, arkasına döndü, anlamsızca, "Ne istiyorsun?" der gibi baktı. Adam onun yanına yaklaştı, yanılmamıştı, bu Selma'ydı, yıllar onun güzelliğinden hiç bir şey çalamamıştı. Bunca zamandan sonra, tekrar onu görmek, ne kadar da güzel diye geçirdi içinden.

Kadın ise hala şaşkın, hiç bir şey demeden bakıyordu öylece. Bu sakallı adam kimdi ki?
Adam, kadının yüzündeki şaşkınlık ifadesinin bitmediğini fark ederek, "Ben Selim, hatırlamadın mı?"dedi. Kadının allak bullak olan beyni, bir türlü toparlanamıyordu. Ne diyeceğini bilemiyordu, hafızası bu kadar kısa bir zamanda, ne kadar da çok yıpranmıştı. Adam "Liseden" diye ekleyiverdi. O an da kafasında ki bütün parçalar yerine oturdu, yapboz tam olarak tamamlanmış oldu. Onunla ne kadar da çok hayalleri olmuştu, on yedi yaşının sevinci ile. Ama yıllar öyle çabuk ve acımasız geçmişti ki, her biri bir tarafa savrulmuş, birbirinden habersiz olarak, bunca zaman farklı farklı yerlerde yaşamışlardı. Yıllar sonra işte bugün, bir tesadüfün eseri olarak, bu marketin dar olan koridorunda, tekrar karşılaşmışlardı. Selim onu tanımasaydı, bu karşılaşma da olmayacak, iki yabancı gibi aynı kapıdan çıkıp gideceklerdi, belki bir daha, başka hiç bir yerde karşılaşamadan da, ömürlerini tamamlayacaklardı.

Selma "Tanıyamadım seni, çok değişmişsin" diye cümlesine başladı. O zaman ki kısa saçlı, soluk benizli çocuğun yerine, uzun saçlı, sakallı bir adam çıkınca karşısına, o da şaşırmıştı.
Selim; "Sen aynısın hiç değişmemişsin, hala zayıfsın, hala da güzel" diye cümlesini devam ettirdi. Kadın kısa bir gülümseme ile bu cevaptan memnun kaldığını belirtti. "Burada mı yaşıyorsun?" diye merakla, bir soru yöneltti adama. Selim; "Hayır" diye kestirme bir cevap verdi. Ama Selma'nın gözlerinde ki merak, bu cevapla bitmemişti. "Burada geçici bir şantiye işinde çalışıyorum" diyerek cümlesinin devamını getirdi Selim. "Sen ne yapıyorsun?" diye merakını giderecek, bir soruda Selma'ya o sordu. "Ben burada kalıyorum biliyorsun, ailem burada, annemle yaşıyorum, kendi bürom var, muhasebe üzerine." Dedi.

"Ben de inşaat mühendisliği okudum, burada bir ihale aldım, onun takibi için bir kaç aylığına burada kalmam gerekiyor, ne kadar burada kalacağım belli değil, hava koşullarına bağlı."diye, Selim de, işi ile ilgili gerekli açıklamayı yaptı.

Kadın bu cevap karşında memnun olmuştu. Onun düzenli bir işi olması, kendi ayaklarının üstünde durması güzeldi. Merak ettiği başka, o kadar çok şey vardı ki, ama çekiniyor, bir türlü sorularını ona yöneltemiyordu. Nereden başlasam diye düşünürken, Selim bir soru yöneltti ona. "Yalnız mı yaşıyorsun?"oldu bu soru. "Hayır" dedi ürkek bir ses tonu ile "Annemle yaşıyorum". Adam merak ettiği sorunun cevabını almıştı, o evlenmemişti.

"Sen kiminle yaşıyorsun?" diye meraklı bir şekilde, o da sorusunu yöneltti. "Kızımla ve eşimle" dedi adam.

Kadının ince yay gibi olan kaşları eğildi, başı önüne doğru düştü. Üzüldü, kalbinde bir şeylerin parçalandığı belliydi. Bu cevap karşısında yapabileceği tek bir şey vardı, susmak.

İnsanlar geçen zamanı çok iyi değerlendirmiş, hayatlarını düzene sokmuşlardı. Bütün arkadaşları evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuştu. Bir tek o yalnız kalmış, hayatını pişmanlıklar ve gözyaşları ile sulamıştı.

Hep giden bir şeylerin ardından bakmış, hayal kırıkları ile yeni güne "merhaba "demişti.
Şiir tadında bir yaşam aramıştı kendine. Büyük hayallerin peşinde koşmuştu bunca zaman. Hayat denen bu ormanın içinde, kaybolup gideceğini hiç düşünmeden. Dostluklar kurmuştu kendine, sanki bir daha hiç bitmeyecek gibi, herkesi hep sevmişti, asla düşmanı olmayacak gibi.

Hüzün dolu yaşamıştı bütün hayatı, kırılmalardan uzak kalmaya çalışarak, fakat o iyi oldukça, o güldükçe, her şey daha çok üstüne gelmeye başlamıştı. Onun hayalindeki gibi bir yer değildi, hayat. İnsanlar onun kafasındaki gibi hep gülücükler dağıtmıyordu.

"Ne oldu, neden daldın?" sözlerinden sonra Selim'in, daldığı o derin âlemden geri geldi ruhu.
"Yok" dedi "Geç kaldım, annem merak eder, hemen gitmem gerekiyor." Bu gidiş onun için bir kaçıştı, yaptığı hatalardan ve de pişmanlıklardan.

Elinde duran ekmeği ve sütü kasaya doğru uzaktı, bütün borcu, bir yetele, yirmi beş kuruştu, bozuk iki tane demir para ile borcunu ödedikten sonra, kapıdan dışarı çıktı. Selim ise arkasından, "Görüşürüz" diye bağırıyordu. Onu orada yalnız bıraktığını, son anda fark etti Selma. Arkasına baktı, gözleriyle görüşüz dedi, bir an önce oradan uzaklaşmak istiyordu. Aslında kaçtığı ne marketti, ne de Selim. Aslında geçmişinden pişmanlıklarından kaçıyordu o.

Yol boyunca eve varıncaya kadar düşündü, zamanı nasıl harcadığını, yalnızlığını ve hayat denen bu oyunu.

Hayata hep korkarak yaklaşmıştı, hiç bir zaman yaptığı işi tam olarak yapmamıştı. Biraz kitap okumuş, biraz yazmıştı, biraz koşmuş, biraz dinlenmişti. Hayallerinin ise birazı gerçekleşmiş, birazı kalmıştı.

Hep ertelemişti hayallerini, umutlarını hep birilerine bağlamıştı. Hep kırılmıştı hayat yolunda. Kendisine de biraz güvenmişti. Bu güvensizlikle ertelemişti hayallerini ve umutlarını.

Yaşadığı hayatın yarısı kendisinin, yarısı da başkasının hayatıydı. Dışarıda zabıta memurları, içeride ise gardiyan gibi görev yapan güvensizlik duygusu, her şeyin birazını yaşatmıştı ona.

Ve bunca yaşanmışlıktan sonra, elinde kalan tek şey ise, biraz mutluluktu…

Neslihan Güzel
www.neslihanca.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Gülendam Z.Oğuz

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 6.546 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


ŞEHVETLİK ŞİİR

fitil olmak isterdim
lambanda
ışığında
ve büyülü kitabında
yüreğinin
okumak ve yine okumak için
sık atışlarını...
doyumunun

Arif Dino

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Skype http://www.skype.com/intl/tr/ "Skype'ye sahip olan başka herhangi bir kişiyi internet üzerinden ücretsiz olarak aramaya yarayan küçük bir programdır. Ücretsizdir, yüklemesi ve kullanımı kolaydır ve pek çok bilgisayarda çalışır." Diyorlar daha giriş sayfasında. İnternet üzerinden sesli ve görüntülü haberleşme için kullanılan iyi bir program.

Akaryakıta gelen zamlar bir çok ürünü ve hizmeti daha yüksek fiyatlarla almamıza neden oluyor. Peki, dünya üzerinde en pahalı akaryakıtı, Türk halkı olarak bizim kullandığımızı biliyormusunuz? Akaryakıtı bu kadar pahalı almamızın asıl sebebinin ise, yakıtlardan alınan yüksek vergiler olduğunu biliyormusunuz? Akaryakıt kaçakçılığının artması ve kaçak akaryakıta bu kadar talep görmesinin temel nedenlerinden en önemlisinin ise yüksek vergiler olduğunu...? Hafta içi her sabah saat 08:00 de yüksek vergileri protesto etmek için 1 dakika boyunca arabasının kornasına basanlara ve dörtlülerini yakanlara katılmayan kalmasın. Bu protestoyu başlatan Alem FM program yapımcısı Nihat Sırdar'ı hem radyodan hem de http://www.nihatsirdar.com web sayfasından takip edebilirsiniz.

"Welcom turist we spik inglish" Hani derler ya "hata yapanı affederim ama bu sefer çok abarttın" :) Özel olarak yapılmış olan bu ilanın ufak bir hatası var ama bu hatanın yorumunu size bırakıyorum. http://www.filecrush.com/files/wespikenglish.html Turistlerin ilgisini çekeceği kesin ama turizm'e faydası olur mu bilemem.

Wallpaper konusunda sizlere geniş bir arşiv tavsiye ediyorum. Ama baştan uyarmak istiyorum: bazı resimler 18+ içeriğe sahip. Her tür resmin arşive alındığı bu sitede 3d sayfasını özellikle tavsiye ediyorum. http://www.index.hr/wallpapers/

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler


Shrink Pic 1.2 [1.03 MB] Windows2000/XP Bedava
http://www.onthegosoft.com/contents/shrink_pic12.exe
Son derece kullanışlı bir program. Fotolarınızı email ile yollarken, bloglarınıza upload ederken ya da MSN, Skype ile mesajlaşırken foto yollamada zorluk çekiyorsanız, bu program tam size göre. Yollamak istediğiniz fotoğrafı önceden yaptığınız ayarlara bağlı olarak, gönderirken boyunu küçültüyor ve rahatça gönderilebilecek hale getiriyor. Hâlâ bir resim editörünüz yoksa bu programı mutlaka kullanmalısınız. Hem sizin rahatlığınız hem de megabaytlık resimleri almak zorunda kalmayacak arkadaşlarınız için. Benden söylemesi.



http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060713.asp
ISSN: 1303-8923
13 Temmuz 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com