|
|
|
14 Ağustos 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Kürkçü dükkanımıza döndük!.. | İyi haftalar,
Başlığa bakıpta gezdi gezdi geldi anlamı çıkaranlara kocaman bir merhaba. Gezdim de öyle sanıldığı gibi bir ay değil. Toplasan çıkarsan, bölüp çarpsan İstanbul'dan 8 koca gün uzaklaşabilmişim. Ehh buna da şükür. Öyle dolu ve hızlı bir ay geçti ki, sanki sizlerden ayrılalı daha 2 gün olmuş gibi. İlk bir hafta ne yaptım hatırlamıyorum bile. Bastıran işler dur durak bilmedi ki. İkinci hafta acı bir haberle yıkılıp, planlanandan 1 hafta önce İzmir'e gitmem gerekti. Ardından gene planda olmayan ama olmasından mutluluk duyulan 5 günlük bir dinlenme ve İstanbul'a dönüş. Son 2 haftayı ise kâh sıcakla kâh işle boğuşa boğuşa geçirdim. Bu raporu neden verdiğimi soranlar olacaktır mutlaka, onlara bu raporu özellikle bekleyen epeyce kahveci olduğunu söyleyerek verdiğim geçici rahatsızlıktan özür dileyip bu konuya noktayı koyayım.
...
Son bir aydır yaşananların adını koymak çok zor. Ortadoğu'da yaşanan kara ve kanlı günlere rastladı bu bir ay. Ne tesadüftür ki bizim tatil bitti orada da ateşkes başlıyor. Bir işe yarayacağını bilseydim tatili erken keserdim ne yalan söyliyeyim. Olan bitenlere at gözlüğü ile bakanlardan değilim, hiç olmadım. O nedenle tek taraflı, ön yargılı yorumlar yapmayacağım. Yapanlara da sesimi çıkarmaya devam edeceğim. İsrail'in yaptıklarını hoş görmek mümkün değil elbette ama olup bitene katliam derken diğer yanda daha birkaç ay evvel kanlı ve silahlı terör örgütü denilen Hizbullah'a alkış tutmak, başı Nasrallah'a kahraman demek ne derece doğru? Ya da, Güneydoğu'da hemen her gün verdiğimiz şehitlere ağlarken, PKK'ya lanet okuyup Kuzey Irak'ta terör yuvalarının yok edilmesini bağıra çağıra isterken, İsrail'in, askerlerini kaçıran, İslami terörün kanlı ayağı olduğu literatürde kayıtlı bir örgütün tehdidini yok etmek üzere yuvalandığı Lübnan'ı bombalamasını katliam olarak nitelemek ne kadar doğru? Tabiki savaşın her türlüsü acı. Savaşın kazananı kaybedeni yok. Çünkü ateş düştüğü yeri yakıyor. Bebelerin bombalar altında ölüp gitmesine sessiz kalmak hangi vicdana sığar? Ama hırsızın hiç mi günahı yoktur bu bebek ölümlerinde? İşte benim sorguladığım bu.
Daha akşam üstü bir ünlü haber kanalımızın akşam haberlerini izledim. Hizbullah lideri Nasrallah'ın Deniz Gezmiş ve Chavez hayranı olduğundan bahsediyordu. Ne demeli bilmem ki, Deniz Gezmiş, Chavez ve Nasrallah?! Deniz duysa mezarından çıkıp gelir eminim. Memleketimin saygın olduğu varsayılan bir kanalında Nasrallah'ın ancak bana yalakalık yapmak için söyleyebileceği lafları gerçekmiş gibi duyurmasına ben ancak "Yazıklar olsun size hemşerim." derim başka da birşey demem. Neyse bu konuyu daha çok konuşacağız besbelli. Şu anda ateşkesin olumlu sonuçlarını bir an önce görmekten başka dileğimiz yok.
...
Bugün tatilden sonraki ilk sayımızı yayınlıyoruz ama Kahve Molası'nın yeni sezonu henüz başlamadı. Bunun için biraz daha zamanımız var. Sanırım yazın bitmesini bekleyeceğiz. Ondan sonra yeni köşelerimiz ve eklerimizle yeni sezona bomba gibi gireceğiz inşallah. Her ne olursa olsun sizlerle tekrar birlikte olduğum için çok mutluyum. Geceleri Kahve Molası için çalışmayı da epeyce özlemişim. Hepinizi seviyorum. Şimdi gelin Alpay'ın bizlere sevdirdiği Eylül'de Gel isimli şarkının orjinalini Marc Aryan'dan dinleyelim, Qu'un peu d'amour. Hepinize kucak dolusu sevgiler, esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Beyaz Düşler : Sabiha Rana Harflerin Aşkıyla Merhaba |
|
''Kahve Molası'nda''
Bana verilen köşe yazarlığı görevimi sizlerle paylaşmadan evvel bir yazı yazmalıydım ve bir merhaba uçurmalıydım okumayı seven siz güzel yüreklere…
Yazanları düşündüm ve yazmak için kullandıkları malzemeleri
elbette kağıt kalem ve mürekkepti.
Yazdıran sebepleri düşündüm
Azıcık akıl ve yürekti.
Kelimeler ardı ardına gelmeliydi anlatmak istediğimi yazmak için.
Harfler olmadan yazamayacağımı düşündüm.
Harfler!
Harflerin önemi!
Harfler doğmuştu
Harfler gelişmişti
Harfler güldürmüş
Harfler ağlatmıştı
Harfler öğretip
Harfler anlatmıştı
Harfler savaşmış
Harfler sanatlaşmıştı
Harfler aşktı!
Harfler olmasa idi nasıl anlatır nasıl yazardım
Harfler nasıl da düşündürmüştü beni bana.
Hayatlarını yazarak kazananları düşündüm ve yazdıklarıyla bize bizi anlatanları
Her şeyin başı inanmak dedim ve başladım bu yazı işine.
Yine inanıyorum ki el birliği ve gönül diliyle başarılamayacak hiç bir iş yoktur düşüncesiyle, içinizde hasret kaldığınız sevgilerin ışığında merhaba demek istedim size.
Sevgiyle saygıyla ilgiyle bilgiyle inançla daha ileriyi birlikte kucaklamak için
gönlünüze talibim.
Ben kim miyim?
Ben
Siz’in genlerinizim !
Melekler yüreğinizden öpsün.
Sabiha Ranahttp://www.sabiharana.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Kahveci : Reyhan Yıldırım |
Adadaydı... Ah, adadaydık...
Ela, çok erken başladı çıplak yüzünden kaçmaya. Onu şaşırtan bir karmaşada kendini kırdı, beni yarattı. Görevim, dışında kalıp ona bakmaktı. Azalan dostlukların yerini dolduracak, umudu ona anımsatacaktım, kaybolan değerleri de -kendisini- : Bir izlek! O olmamam çatışma demek.
Ritsos'un dediği gibi; "Ceplerini arıyor. Her zaman bir şeyler bulur o ceplerde / Her zaman bir şey buluruz aradığımızda…" Yersiz beklentilerin harcadığı yılların hesabını verecek. Ne kadar zeki olurlarsa olsunlar, peri masallarıyla büyütülen küçük kızların hepsinin sorunu bu, sadece Ela'nın değil. Hadi aşk konuşalım.
Tatil! Aslında hala kıştı. Ela aldırmadı. Tatil! Bizden aldığımız kısacık bir mola. Ela kaçtı. Küçücük bir adaya... Oraya öylesine neşeli, vurdumduymaz, özgüvenli, eğlenceli bir Ela götürdü ki, birkaç gün içinde kendisi bile adaya götürdüğü kadının ta kendisi olduğuna inandı.
Onu ilk gördüğünde, yanında bir kadın vardı. Sık çam ağaçlarının kuşattığı orman içi bir patikada ağaçlara sokularak baktı. Adam, kendi arabasının içindeydi, genç kadın nedense dışında; işveli… Ön camın görüşü toprak yolun tozuyla kaplı. Adam bir tomar gazete kâğıdı ile şarap dolu şişeyi uzatıp, "Şarabı ağzına al, tükür ve öyle sil", dedi. Kız itiraz etmedi. Söyleneni yaptı, ama önce kaportanın önüne uzanıp silecekleri kaldırdı. Uzun saçlarını sağa sola çarpıyordu poyraz. Neyse ki şarabı şişeden döktü cama. Biraz doğrulunca sandığından bile genç olduğunu gördü Ela. Büyük olasılıkla, masumiyet tümüyle -hiç- morarmamış bedeninde daha. Puslu kış güneşinde deviniminin halkaları camda bir belirip kayboluyordu. Arabadaki ıssızlığın çevresinde dolaşan, boyun eğmekten aldığı zevkle yanaklarına ince, sarhoş bir pembelikle ışımış gençliğin görüntüsü bu.
Uzatmayalım… Tam da kalamarın son zamanları. Ucuna, florasan renkli uç takılı oltalarla, ileri geri sallaya sallaya, dibi tarıyorlar. Pancar motorlu tekne ve yüzlerinde sert rüzgarın savurduğu sulardan saçılan binlerce kıymık… Pata pata, pata pata… hep hareket halinde, sürüyü arıyorlar. Uzunca, muşamba üstlükler giymişler. Akından çekip aldıkları kalamarları bir bir atacaklar sandala. Korkacak hayvancıklar, fış fış salacaklar mürekkeplerini, renkleri solacak, iyice şeffaflaşacaklar. Üst baş kapkara; ard arda gelen saldırılarla. İlle de düşecek kalamarlar tavaya. Nasıl da lezzetli. Tıka basa yedi denizden çıkan her şeyi.
Ada'da kışa kalan bir avuç insanın her şeye özlemi olacağı belli. Uçan ve kaçanın kurtulamayacağı kadar arzu dolular. Kısa zamanda çoğu ile arkadaş oldu Ela. Evlerin sobalı karanlığından poyraza çıkıp, toplanılabilecek tek uygun mekanda hep bir araya geliyorlar geceleri. Yerlilerin çoğu şehirli. Usul usul yer değiştirmişler adanın gerçek mirasçılarıyla. Kimi yazıyor, kimi çiziyor, kimi oynuyor... Adaya inen uçarı Ela, belki de ilk kez bir yere ait (!) olduğu hissine kapılıyor. Doğal olarak göz bağı büyüsü geleneksel bu toplulukta. Yaratıcının çarpıtarak algılamak ve algılatmak hakkı baki. Ne diyeyim size, Ela kontrolü yitirdi. Gecelerden birinde ormandaki adama da rast geldi: Sarı, uzun ve ince saçları poyrazda dans eden kızın tatili bitmiş, gitmişti. Hoş geldin Ela.
Adamın adı Cihan. Tam da Ela'nın sevdiği gibi, içinden taşan bir ışık saçılıyor başından. Kapkara gür saçları var, gözleri iki derin bal kuyusu, burnu Tanrı Apollon' dan yürütülmüş, maalesef bedeni için fazla özenilememiş. Ela farketti mi ki? Hayır, hala bilmez. Hatta çok sonra, dolunayın onlara bir fenerin kuytusunda sırdaş olduğu dansta bile farketmedi. Garip olan şu ki ben de görmedim. Oysa bir gövdesi olmalıydı. Yazdan kalma, buğday yanığı bir şey. Ben sadece tutup, gür- kalın telli saçlarla gölgeli bir yüzü öptüm alel acele. Benden beklenmeyecek bir masumiyetin elleriyle!
Aya karşı, karanlık denize uzanan tahta iskelede bağdaş kurup, yavru köpekleri kucaklayarak şefkatli baba imajı çizecek bir yarı Tanrı; sonra dönüp dönüp kadının gözlerini yüzündeki bala banacak; hatta yanından geçerken serin elleri usulca okşayacak sol yanağını ve kadın o adama aşık olmayacak... Mümkünmüydü ki, Ela dönsün gitsin hiç bunlar olmamışcasına. Diyonisos hepsinin yanındayken hem de.
Böyle başladı Ela ve Cihan'ın aşkı. Bütün o günler boyunca adanın yakasını bırakmadı Poyraz. Karaya dönüp sırtını ada, yollamadı kolay kolay Ela'yı. Kaderin varlığını reddedecek değilim. Tam da masallara meraklı Ela'ya göre yapmıştı planını. Cihan'ın kara saçları karıştıkça poyrazla Ela zor tuttu kendini uzanıp daha çok karıştırmamak için onları.
Cihan, leylekler tarafından getirilmediğinin gayet iyi farkındaydı. Dağ tepe bayır, elinde balta ne yollardan geçip gelmiş o buralara. Cazibesinin tadına varmış biri. Ne kadar başlatacağına göre tutuyormuş gibi geldi bana çeteleyi, ne kadar sürdürdüğü o kadar önemli değilmiş gibi. Bak alışık değilsin, düşer yutulursun kuyularda, sen bir duygusal, sanatçı, taze gelinciksin diyecek oldum, içindeki sesimi bastırıverdi yeni uçarı kimliğiyle. Yaşamak gerek, diye cevap verdi, iyiyi de kötüyü de göreceksin, suda da, ateşte de yürüyeceksin. Hımmm... Aşık Ela şiir yazıyorsa Eros bitirmiş demektir işini. Bu kadar Tanrı'nın işbirliğine ben kimim de kafa tutacağım?
Tavada sargoz, bol rakı ve salata eşliğinde upuzun bir masanın etrafında, içi de epeyce dolu kalabalık bir muhabbetin eşliğiyle yeniden kızışan insanları durdurabilecek kadar sert estiği ne kadar sık görülmüş poyrazın? Başkaları ne yaptı bilemeyiz, bizimkiler poyraza savurdular atkılarını. Her tepeye, her koya, uzaktan geçen her şilebe bırakarak gözlerini, pinkfloyd eşliğinde göğe kadar uzandılar. Bu denizin fenerleri de yüreklere sevgililer. Birini, buldu işte Cihan. Çıktı yoldan, savrula savrula sürdü arabayı emrin çoktan çıktığı buluşmaya. Ay bir görünüyor, bir örtülüyordu uçuşan kara bulutlar ardında. İnsanoğlu'nun Tanrı'yla dansı büyülü bir şey. Kapattım çenemi ve ben de katıldım dansa.
Bakın şimdi düşünüyorum da, Ela, o zaman bile susacağım yeri bilmemden işkillenip hatırlamadı bir zaman tekken bizi iki yaptığını. Tez elden unutmuştu öbür yarısını. Beyne oyun mu soruyorsunuz? Çoookkk... Oysa aşkın bizi kurtarması beklenebilirdi.
Neyse... Ela'nın aşkı pek fena olmadı. Rüzgara boyun eğmiş alçak arklarıyla çıplak ağaçlar, üzüm likörü, gecenin koynunda geriye dönerken "ya gerçekten eşlik ettiğim bir nihavent mucizeydiyse?" umudu ...
Sonra feribot iki yana yalpalayarak çıktı yola. Poyraz ve Lodos birbirine girmiş olabilir mi? İçimiz dışımızda. Deniz kapkara bakışlı bir korsan. Troya'yı yeniden yakacak binlerce yıllık alışkanlığıyla. Batarsak, en çok "Onlar" sevinecek, bazen Tanrılar cezalandırır mutluluğu. Coşkulu çıkışlar ve coşkulu inişler yazgısıdır yaratıcılığın. Feribot neredeyse boş, Tanrılar öyküleriyle dertop edip göderiyorlar karekterlerini ana karaya; ufak-tefek, arsız bir sarışın; içine kaçmış on beş yaşında bir ergenlik sızısı; hayatı şimdiden çözmüş şımarık bir velet ve bir kurgunun iki yüz'lü kahramanı kılığında ki biri korunmaksızın sevişmiş Apollon'un burnuyla. O sırada ben nerdeyse eminim; Ege'ye verilen ne ilk, ne son kurbanlar olacak bunlar. İnsanlık tarihi boyunca dolup taştı sunaklar... Kara kara düşündüğüm şey şuydu; benim olan bir yer var mı bu dünyada?
Yeter bu kadar ada... Herkes yeniden şehre dönüp karada ağırlaştığında hemen ayrılmadılar birbirlerinden. Oldukça şaşırdığımı saklamayacağım. Bu ilişki böyle başlayıp, bir zaman sürdü gitti. Biraz tavsadı ve şimdi tarafların uzlaştığı başka bir şekli var.
Ah Ritsos.... "Hatırlaman gerekmez, / Çınarın damarları senin kanını paylaşıyor / Çirşi otlarının, gebrelerin damarlarıyla....."
Şimdi sözü kapatırken o fenere ıssızlığı bırakıyorum. Dolduruşa geldim. Benimkisi engellenmiş bir genç kızlığın arsızlığıydı... Ela, adalılar yüzünden onun kadar adalı olduğumu sandı. Yanıldı. Adalılığımın adalılar ile bir ilgisi yok. Ben, bir adada, bir öğleden sonra, gözlerimde can çekişen kış güneşini çok seviyorum. Mesela kargalardan hoşlanmam. Ama adalı bir sabahta, bir karganın kara kanadına düşen güneş ışığı takıldı gözüme, işte yaşam dedim. Şimdi nerde olursam olayım karda kargalar için bahçeye ekmek ufalıyorum.
Teypte Anna Vissi çalıyor; Nostalgia, beş dakika on dokuz saniye. Nostalgiaaaa...
Ah Ritsos... "Bunları tanıyoruz / Onlar da bizi tanıyor / Burada, yaban gülleri arasında sarı derisini dökmüş yılan..."
Reyhan Yıldırım
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
[Henüz Oylanmamış] 0 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Şehir
Hiçbir şehri sırf orada doğdum diye benimsemeyeceksin. Lâkin doyduğun yer olduğu için de değil sadece orada bulunduğun için seveceksin. Orada yaşamana ihtiyaç duyacak bulunduğun şehir. Bağlanmak için değil bağlamak için uğraşacaksın şehri kendine. Sanki sen ayrıldığın zaman o şehir de bir şeyler eksik kalacak, sanki sen ayrıldığında o şehir de valizini toparlayıp gelecekmiş gibi arkandan.
Senden sonra okullarda ziller çalmayacak, otobüslerin duraklarda durmasına gerek kalmayacak ya da ekmek bırakmasına gerek kalmayacak kapıcının. Gazeteler basılmaz, çöpler toplanmaz, bekçiler gezmez olacak sen ayrıldıktan sonra. İnsanları ne televizyon seyretmek ilgilendirecek ne de sohbet etmek sen yokken. Yaşam olmayacak arkanda, hayat mola vermiş; trafik lambaları sadece kırmızı, polisler evlerinden, doktorlar nöbetlerinden, askerler kışlalarından sen nereye biz oraya diyecekler.
Şehir senin arkandan koşacak topyekûn. Hırsız polis oynayacaksın şehirle, kalktığın köşeyi kapmak isteyecek fırsatını yakalarsa. Körebe olacak seni bulmak için, topaç gibi dönecek belki etrafında sırf tekrar ebe olabilmek için. Bin kere yenildiği masaya bin kere daha oturmak isteyecek salt seninle oynayabilmek için…
Saatini sana göre ayarlayacak koca şehir bütün düzenini değiştirmek pahasına. Gece 12'de insanlar işlerine yeni başlıyor, sabahları ancak sen istersen yatıyor olacak. Bütün yollarını kapatacak belki, üzenlerle muhatap olmaman için, yeni bağlantılar da kuracak istediğin yollar düzayak olsun diye. Yeter ki sen kal diyecek ya da beni de götür diye bağıracak köprüleri, yolları ve de insanları.
Öyle az buz fedakârlık yapmayacak kalman için. Evdeki bulgurdan olmuş gibi sütten ağzı yanmış gibi haykıracak arkadan "ne olursan ol yine gel" diye. Böyle bağlayacaksın şehri kendine işte. Diğer şehirler, aranın bozulmasını bekleyecek belki uğrarsın diye.
İşte böyle bir bağ olmalı şehirle aranda, ama tek taraflı, koz vermeden, gebe kalmadan, mahcup etmeden onu da ve tabi sağlam durarak önünde. O zaman bütün şehirler senin, bütün şehirler de sen olursun bir anda. Her yer aynı, sadece sen farklı kalırsın şehirlerin yanında. Bütün şehirler aydınlık, bütün şehirler doğduğun ve de doğduğun yer olur. Anlayamazsın otobanla dar arnavut kaldırımlı bir sokağın farkını. Anlamak istemezsin gökdelen ve gece kondu arasındaki farkı. Sunmuş olur sana tüm varını o şehir. Çünkü melektir herkes orada çünkü annedir babadır tanımadığın insanlar, arkadaştır yardır o şehir sana.
Ve o an hürmette kusur yoktur gerçekten.
Aybars Erdemli
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
[Henüz Oylanmamış] 0 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci : Şadıman Şenbalkan |
HAYAT KALDIĞI YERDEN DEVAM EDİYOR...
Çok değil bir ay öncesi “Kahve Molası” bir mola vermişti yazarlarına ve yazılarına. Bir tatil dönüşünde herkese bu siteden aydınlık ve savaşsız bir dünya için merhaba...
Kaldığımız yer neresiydi şu yaşadığımız hayattakilerde?
Orta Doğu’daki savaş yeniydi ve insanlar ölüyordu, Lübnan’da ve Filistin’de.
Savaşın öldüren yüzünde masum insanlar ve yaşam hakkı elinden alınan çocuklar ölüyor... Niye?
İsrail’de çocuklar ve masum insanlar yok mu? Var ama o çocuklara; roket atarlara yazılar yazıyorlar. Neden? Nedeni ne olursa olsun “dünyadan bir haber” çocuklara roketin öldüren yüzü gösterilmez değil mi?
“Ülkemizde neler oldu şu son bir aylık zaman diliminde?” diye soranlara hatırlatmalar yapalım:
Suudi Arabistan Kralı ülkemizi ziyaret etti. İhtişam, İstanbul’da devam etti. Komşuda olanlar, onların gündeminde değildi çünkü.
Magazin kültürümüz ise, kaldığı yerden tam gaz ileride. Yeni star yarışmalarına eklenen, “Oryantal Starımız” noksandı ya(!) o da televizyon arenalarında boy gösteriyor...
Efendim, “göbek dansına” özendirilen gençlerimiz kolay şöhret olma yolunda ilerlemek isterken; şarkıcı Kibariye’de eskinin abicim ablacım müdaneli konuşmalarından eser yok. Üstelik “göbek dansı” konusunda ahkâm kesiyor. Kibariye’ye bir öz güven gelmiş ki sormayın. İngilizce ve Almanca bile öğrendiğini birkaç cümleyle açıklıyor. Meğer ne zeki kadınmış şu bizim her an karşımızda gördüğümüz ve bundan böyle daha da çok göreceğimiz Kibariye. Çünkü kendileri program bile yapıyor artık, hem de anlı şanlı bir kanalda. İletişim fakültesi mezunları; siz oturun oturduğunuz yerde, bizim şarkıcılar program sunuyor televizyonlarımızda.
Sunucu Ebru Hanım, ve jüri ekibi genç kızlarımızı; “göbek dansına” özendirme yarışmasında.
Ebru Hanım, sunduğu “Oryantal Star” yarışmasındaki jüri üyelerine adlar buldu dahiyane.
Jüri üyesi; Tanyeli: Bilgin.
Kibariye: Şirine.
Kuşum Aydın: Afacan.
“Çizgi Roman Kahramanları” isim hakları bu şahsiyetler verildiği için kızar mı bilmem ama, vaziyet bu; bizim sevgili roman kahramanlarımız.
Kibariye’yi dinlemem, dinleyenlere de kızmam ama, ona “şirine” diyenlere kızdım. Şirine bir kahraman, hem de çocukluğumuzun kahramanı. Onun için dikkat Ebru Akel Hanım. Size sevimli gelen bize gelmeyebilir.
Bilgin’e gelince; Öyle “göbek dansıyla” ve İngilizce bilmeyle bizim pamuk prensesimizin BİLGİNİ, bilgin olmadı. Bilgin; icat yapıyordu çalıştığı maden ocağında en azından.
Afacan ise, saçlarını tepeye taramakla olmuyor, olsa olsa tarak görmemiş bir saç olur.
Magazin dünyasından haberler bunlarla kalmıyor. Çeşme mi, Bodrum mu? Hangi magazin ünlüsü kim nerede ne yapmış ile dolmuş televizyonlar!..
Ve dünyanın Orta Doğusu’nda SAVAŞ devam ediyor, çocuklar ölüyor...
Güller açmadan soluyor tutundukları dallarda.
Çocukları Öldürmeyin
yıldızlar da düşer bazen
güneşten kopmuş gibi yeryüzüne
içimizde kıpırdar bir helâk sancısı
bu telaş bu figan hangi cengaver için
diye sormadan sana
alır götürür seni
ölümün karanlığında koyar bedenini
güneşin doğmasını bekletmez
müsaade etmez çünkü senin yaşama hakkına
kendi canını acıtmadan
acıtır canını, kanatır büsbütün yaranı
kim bilir hangi bir başlangıçta
yeniden yenilenen hayatın kendisinde
olmak istesen de olamazsın
bazen unutan hayat
hiç yaşamamış sayar seni
ne kalır geriye senden ve ötekinden
bir içten sevginin bıraktığı izden başka
elinden alınan hayatının
nedenleri niçinlerini sordum onalara
lâkin bildiğini okudu o silahla
oysa sen çocuktun daha
öbür akranıın gibi on bir ve on ikili yaşlarda
kim kıydı sana biliyor dünya
koparıyorlar açmamış gülü dalında
bilmek isteyip de bilemediğim öbür şeyleri
söyle ey çocuk...
söyle onlara:
bu dünyadan gitme nedenini
çünkü,
bilmiyor kimse senin yaşama sevincini
sana bunu yapanlar biliyor mu sanki sevmeyi
ah bilemedim şu garip insan oğlunun derdini
savaşın yok eden yüzündeki hüznü silmeyi
bir teselli mektubu olsam sana
öbür çocuklar için barış istesem
seni öldürenlere bir vicdan dersi versen
ruhuna yapılan eziyette cevap versen onlara
tüm çocuklar için çırpınışın biliyorum
ben öldüm ama öbür çocuklar ölmesin diyorsun
senin yazdığın bu yaşam şiirinde
kelimelerin gücünde dize gelirler belki
sana kıyanlar
imgelerin bölünmez bütünlüğündeki seste
hani olur ya...
bakarsın şiirin evrensel gücünde
dünyayı kahreden me zalimler indirir silahını senden
çocukların ölmesine aldırmayanlar
utanır belki senin haksız gidişinden
belki, o vicdanlar dize gelir bir şiirle
belki de kendi evlâtlarını hatırlarlar ölümün soğuk yüzünde
bir şaire hatırlatmak yakışır velhasılım
üstüne gurur da yaraşır şaire
öyle yalvarmadan ince dokunuşlarda
arif olan anlar demeli şair
katillere yol vermez dizeler
savaş varsa gene dünyanın tanıklığında
çocuklara kıyıyorsa küçük Amerika
bir şairin içi yanıyor ey dünya
durdur ateşkesi ey İsrailli amca
bırakın büyüsün çocuklar
o çocuklar geleceği insan oğlunun
bombalar arasındaki korkularda
çocuklar sağ mı acaba
Filistin Lübnan çocuklarına
savaş mı yaptı o çocuklara bunları...
çığlık çığlığa yaşam istiyorken
suçu nedir o çocuğun
söyle anlat derdin ne Amerika?
Şadıman Şenbalkan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 6.869 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Şiir
Adını gördüğüm yerde duruyorum,
Resmine bakıyorum uzun uzun.
Yok…
Ya bu yaşta aşk fazla, ya da ben seni fazla seviyorum.
Figen Erdeveciler
Yukarı
|
Çizen: Hüseyin Alparslan Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker! Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i... Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? "Gömelim gel seni tarihe" desem, sığmazsın. http://www.kamusen.org.tr/imaj/tayyareorj.jpg yan gelip yatanlara ibret olsun.
"250 gram beyaz peynir, 2 diş sarımsak, ceviz içi, yarım çay kaşığı kırmızıbiber ve kimyon, 1 çay kaşığı kişniş, 1 tatlı kaşığı biber salçası, 1 yemek kaşığı zeytinyağı" ile ne yapılır? Peynir mezesi. Peki nasıl yapılır? Cevabı burada http://www.burgaz.com/bizden.htm
Msn messenger kullanıyorsanız http://www.msnturkey.com web sayfasını mutlaka ziyaret etmelisiniz. Msn hakkında her türlü detay bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
Siz hala Karate Kamil'i tanımayanlardanmısınız? Ya da belki tanıyordunuz ama uzun zamandır ilgilenmediğiniz için unuttunuz. Hatırlatmak için web sayfasının adresini veriyorum http://www.fistik.com iyi eğlenceler.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|