|
|
|
22 Ağustos 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Mazeretim var!.. | Merhabalar,
30 yıllık dostlarla bir arada güzel bir gece geçirdik. Yedik içtik çokça muhabbet ettik. Sonunda zamanı da tükettik haliyle. O nedenle bugün sizleri erken terketmek zorundayım. Hoşçakalınız efendim.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir |
başlıksız...
Uyuyamıyorum
Sabaha kadar oyalıyorum ruhumu
Ömrümü kağıtlarla susturmaya çalışıyorum
Fikrimi, içtiğim bilmem kaçıncı kahveyle eyleyebilseydim…
Ezan okundu, uyumayı denesem
Olmuyor!..
Gözümü her kapadığımda karanlıkların en içinde yüzün, gözlerin…
Yorgunum, böylesi başka
Ne etsem, ne atlatsam, kime yazsam olmuyor
Sadece ağlıyorum
Gece, uyurken, kahvaltı ederken, çalışırken, çalışmazken
Ne işe yarıyor bu?
Hiç..
Sadece sesim kısılıyor, “yorgun görünüyorsun dilersen dinlen bugün” diyor birileri
Ama ölüyorsun sen çocuk!
Ölüyorsun ve engel olamıyorum birilerinin düşlerinin katili olmasına
Nasıl yaşayacağım?..
Bu acı
Bu haksızlık…
Üstelik öyle delirten bir dinginlik var ki evimin duvarlarında
Ölümünü hatırlatıyor her bir şey
Daha ilk gün, en ilk gün söylemişlerdi bu işte duygu olmaz. Duygunu her sabah portmantoya asar, öyle girersin demişlerdi..
İyi ama, ben bu kez beceremiyorum çocuk!
Sen ölüyorsun ve ben sesim kısılana dek ağlamaktan başka hiçbir halta yarayamıyorum
Korkuyorum
Gereksizce korkuyorum sadece
O kadar riyakar ki ömrümde yer tutmaya çalışan yüzler
O kadar sahte, öyle yalancı..
Sen ölüyorsun çocuk
Gözlerin var aklımda
Ellerin yer tutmuş duyguma
Kime gitsem, nereye anlatsam anlamayacak
Ve ben sadece aptalca oturmuş ağlıyorum
Oysa hala tenine kurşun, umuduna mayın düşüyor birileri
Engel olamıyorum
Yalvarırım bağışla…
Boncuk çevirmek benim işim değil!..
Kerelerce yazılanı yazmak, sevileni sevmek, söyleneni tekrar etmek benim duruşum değil hayat karşısında
Lakin bu başka!..
O kadar başka ki çocuk, bütün kalıplarımı değiştirebilirdim engelleyebilecek olsaydım ölümünü
Kim ne atlatsa umurumda değil!
Sen ölüyorsun
Ölünce çocuk, daha kırmızı akıyor kan
Dünya daha çekilmez oluyor
Gülümseyişlerdeki sahtelik daha illet bir iticiliğe ilikliyor kendini
Bu ezan yürek dolusu dua ediyorum
Elimden gelebilen tek şey bu, çocuk
Birileri hepinizi sakınma yetkisini verseydi bana
Bütün, küçük ama umut dolusu elleri kavrayıp, koruyabilecek kadar anaç olabilseydim, becerebilseydim…
Hiçbir ırkta ne döner umurumda değil
Gerçek erdemin ne olduğundan nicedir soyutlanmış zavallı beyinler!
Dokunmayın!
Geri çekin, kapayın çenelerini silahlarınızın
Onlar daha çocuk
Onlar hala çocuk…
Bir bahçe veremiyorsunuz yalınayak, umut dolusu şairler yetişsinler diye
Bari çekin hırsa bulanmış, sevgi budamış zavallı yüreklerinizi
Kendi yarattıkları bahçelerine mayın bulaştırmayın
Onlar hala çocuk
Anlıyor musunuz
Onlar daha çocuk…
Çocuk anlamaz, ilgilenmez, umursamaz senin stratejini
Çocuk, gülebildiği kadar çocuk
Ve sen, bir çocuğu güldürmeyi başarabildiğin kadar adamsın
Silahını değil, erdemini konuştur
Çek ellerini çocukların düşlerinden
Duyuyor musun?..
…
not: Bir başlığa oturtmak güç geldi bu acıyı. Varın her biriniz kendi yüreğinizden geçen başlığı verin yiten çocukların umutlarına...
Sarahatun Demir sarahatun@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
[Henüz Oylanmamış] 0 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci : Serpil Yurduseven |
GİTMEDEN
Kış geldi, kondu şehre. Bu kış önceki kışlara göre çok daha uzun ve sert geçiyor. Soğukhavanın neden olduğu, elle tutulur somut bir gerginlik tüm varolanları üşütüyor. Mevsimlerin en güzelinin kış olduğunu istemeye istemeye olsa da bu sene kabullendim. Belki kış değil de kar bu kadar güzel olan... Bugün eve dönerken, Galata Köprüsü'nden geçerken gördüğüm manzara tüm bunları düşündüren. Topkapı Sarayı nı, Yeni Cami'nin kubbelerini, ilerde sağda kargacık burgacık binaları gölgesiyle örten Süleymaniye'nin tepesini ve arka tarafta Bakırcılar Çarşısı'nın ötesinde yükselen Beyazıt Kulesi'ni hafifce saran dinginleştirici beyazlık... Haliçin tepesinde uçuşan martılar... Martılar yine çığlık çığlığa birşeyler anlatıyor, çirkinliği saklanmış yarımadaya sanki...
Tüm bu itiş kakış görüntüyü güzelleştiren beyaz sihir....
Kış zor geçer; insanlar ruhlarının en derin köşesinden bir üşümeye tutulurlar ve sıcaklık ararlar; herhangi bir yerde herhangi bir şekilde; belki de iç güdüsel olarak. Baharı düşünüp mutlu olurlar, biraz olsun ısınırlar. Bu bahar geldiğinde kış gibi onu da sindire sindire yaşayacağım. Her güneşli günü, her beyaz göğü hissedeceğim içimde. Baharda nerde olurum bilmiyorum ama baharda ben de bahar olacağım, ısınacağım. Bir ressam anılarını anlatırken, akademide öğrenciyken hocasının söylediği bir sözü kullanıyor başarısını açıklamak için; "İstanbul kartpostal gibidir; sakın bu hataya düşmeyin" diyor bilgelikten nasiplenmiş hoca. Bu şehir gerçekten dünyanın en güzel kartpostal şehirlerinden biri olabilir ve buna aldanan bir ressam çokağır ödeyebilir bu yanılgının bedelini. Bir söz ve aydınlanan milyonlarca soru işareti. Gözümüzü döndüren güzelliklerin arkasındaki belki varlığının gerektirdiği çirkinlikleri göremezsek tökezleyip düşebiliriz. O kartpostalı birazyana kaydırdığımızda gördüklerimiz üzerimizdeki büyüyü bozamıyorsa sahip olduğumuz görüntü değerli gerçekten ama ya tahammül edemezsek gördüklerimize... Nasıl bir neden alıkoyabilir bizi istediğimiz gibi bir kartpostal aramaktan? Kısa veya uzun bir süre gördüğümüz güzelliğin etkisiyle sarhoş kalabiliriz fakat uyandığımızda mutlaka başlamalıyız aramaya . Ben iki senedir istediğim gibi bir kartpostal düşlediğim gibi bir görüntü- bulamıyorum. Saatlerdir camın önündeki eskimiş koltukta oturuyor ve karşıdaki boş arazide kartopu oynayan çocuklara bakıyorum; yorgunluktan ve soğuktan kızarmış çocuk yanaklarının etkileyemeyeceği birinin varolup olmadığını düşünüyorum. Çocuklar yerde karın üstünde yuvarlanırken; ben de yıllar önce, kalın giyinmeyi sevmediği için sürekli üşüyen birkız çocuğunu hatırlıyorum. Şimdinin fonunda televizyondan sıkıcı haber sesleri geliyor.
Gündemle ilgilenmiyorum epeydir. Üzgün müyüm? Hayır! Mutlu muyum? Hayır! Kızgınmıyım? Yoo! Sadece burada böyle kımıldamadan ve zamandan sıyrılarak sana dürüstçe birşeyleryazma niyetindeyim. Ne düşünürsün kaygısı taşımayan, imalar barındırmayan, korkusuzca ve samimi, inandığım, yalan mı gerçek mi bilmediğim, iyinin ve kötünün ötesinde, şimdiye kadar kimseye de sana da tam olarak anlatamadığım o şeyden bahsetmek tek isteğim. Başlangıcında yani ta en başında; daha önce tanıdığım kimseye benzememen temeline dayanan ve belki binanın en önemli kısmı Temel olduğundan depremlere, yangınlara ve her türlü kötü şeye dayanıklı o sağlam yapı... Hiç kimselere benzetemiyordum ama içimde bir his anlamsızca kendime-bana benzetiyordu seni. Bu durumda seni sevmemde yadırganacak ne olabilir? Belki doğru analiz için çıkış noktası bu ve ben bunu buldum; bundan bile emin olamasam da elde var bir! Farklılığından ve benzerliğimizden dolayı aşık oldum sana. Sen ne hissettin bunu anlayınca bilmiyorum. Yapıştırılmış erkeklik rolüne rağmen tarafsız bakabildin mi, korktun mu bundan yoksa egoistce bir yaklaşımda mı bulundun bilmiyorum! Hissettiğim, bildiğim şey bu sevgiyi kaybetmek istemeyişin ama neden? Yoğunluğunu anlayabildin mi gerçekten; bu yüzden mi kaybetmeyi göze alamadın? Hiç düşündün mü ya da bu konu üzerinde? Sen de merak ettin mi ?
Tüm varlığımla hissettiğim böyle bir gerçek vardı sadece ve ben bunu dile getirmekte utanılacakbir şey görmüyordum. Böyle bir duyguya sahip olabildiğim için gurur duyuyordum. Zaman geçti, birsürü şeyi değiştirerek. Biz çok yakın iki arkadaş olduk. Kimselere söyleyemediğimiz şeyleri söyledik birbirimize. Ben hepdaha yakın olmak istiyordum. Herşeyi öğrenmek istiyordum seninle ilgili olan. Sen garipsiyordun bir kızla bu kadar yakın olmayı ama hoşlanıyordun aynı zamanda bu durumdan. Cinsel kimliklerimizden sıyrılarak yaptığımız konuşmaların tadıydı beni sana bağlayan nedenlerden biri de. Alternatif bir ilişki miydi, özel miydi bilmiyorum! Belki milyonlarca benzeri var dünya üzerinde ama herkesin yaşadığı bir şey olmadığını çok iyi biliyorum. Her arkadaşlıkta standart noktalar arasında belirleyicilik görevi üstlenen tırnak işareti bizim ilişkimizde daha geniş bir alanı belirliyordu. Birbirimize nezaket gösterilerinde bulunmamamız mesafesizlik veya saygısızlık değil ilişkimizi daha değerli kılan bir özellikti. İkiyüzlü ahlaka aykırı ortak bir tavırdı benimsediğimiz. Bir yüzü insanı okşarken, keskin tarafı heran can yakabilecek bir bıçaktı tuttuğumuz.....
Normal anlamlarını düşündüğümde yanlış olan kelimeler kullanıyorum; çünkü bunu birebir ifade edebilecek sözcüğü henüz bulamadım. Güveniyorduk birbirimize ama bu güven birbirimizi kırmayacağımız, üzmeyeceğimiz hatta zaman zaman zehirlemeyeceğimiz anlamına gelmiyordu; seviyorduk birbirimizi ama bildiğim sevgilerin kabul etmeyeceği şeyler yaşıyorduk; dürüsttük ve övünürdük bununla ama çoğu zaman gerçeklerimizi bilmezdik. Olaylar anlattığımız gibiydi, yalan olma olasılığı bile yoktu; sonradan herşeyin sandığımız gibi olmadığını öğrenmemiz bile bozamadı dürüstlüğümüzü. Geçmişi tarif ederken aklıma gelen ilk iki kelime hala dürüstlük ve güven! Arkadaşlık dönemi yaşadığımız tüm evreler arasında en güzel olanı. Hayalini kurduğumda rahatladığım görüntüler hep o döneme ait.
Zaman geçti; bir sürü şeyi yaralayarak. Koptuk, ayrı kaldık. Ayrı bedenlerde bedenimi, ayrı ruhlarda ruhumu aradım çok uzun süre; bulamadım. Belki ne kadar inkar etsem de bilincimin altında bir yerlerde eşimin onlar olmadığını düşündüğüm için sahiplenemedim o ruhları. Kendimi avutmak için yeni uğraşlar edindim; doldurmaya çalıştım içi boşalan zamanı. Her canım yandığında çoğaldım. Depresif dönemleri gerimde bıraktığımda farklı niteliklere sahip olmuş buldum varlığımı ama ruhum bu geçiştirmelerle tatmin olmuyordu. Çocukken, oyun oynarken bile aslında varolmayanşeyler arardım dünyada. Uzaylıların yaşadığı mağaraların varlığına bugün hala inanıyorum. Yıllarca o mağaraları aradım durdum farklı farklı yerlerde.
Yıllar önce kitap fuarında seninle karşılaşınca, çıkışta Taş'tan bir barda ilk uzun sohbetimizi yapmıştık. Beynimde bir ses o akşam "mağaraları buldun işte!" diyordu. Sen insanlık tarihi ve savaş arasındaki zorunluluğu açıklamaya çalışırken benim tek derdim uzaylılardı. Uzaylılar vardı ama kimse bilmiyordu. Temeli sağlamlaştıran bir güç de uzaylılardı. Delilik çizgisine teğet yaşadığımı düşündüğüm günlerde, bir gece uyumaya çalışırken birdenbire bilinçaltımdan senden ve benden yola çıkılarak oluşmuş, o ana kadar kendimden bile sakladığım bir hikaye taslağı yüzeye çıkıverdi. Delirmek öyle kolay bir şey değildi. Ben hayatımı dram haline getirme çabalarıyla boğuşurken, beyin kıvrımlarımın bir bölümü bu problemleri farklı bir kurguyla hikayeleştirmişti. Yaşarken hissettiğim duygulardan bağımsız; objektif oluşturulmuş kahramanlar haline gelmiştik sen ve ben; herşey bir hikayeye dönüşüp gerçekliğini yitirivermişti.
Acıyı anlatmak acı duymaktan daha kolaydı ama mutluluğu kolay anlatamıyordum. Belki bu yüzden, tarafsız olabilmek adına kahramanım duygu yoksunu biri olmalıydı. Sadece acılardan bahsedip suçlayıcı olmak ahlaksızlık olurdu. Karşılaşmamızdan yıllar sonra bu taslağı farkettiğimde uzaylıları tekrar hatırladım ve gülümsedim beni göreceklerine inanarak. İçimde taşıdığım yaratıcı belki böyle ağır hasarların arkasından çalışabiliyor ancak.
Kısa- uzun tüm ayrılıklarımızda aslında bitmediğine inanmamdı bana güç veren şey. Güngelip gerçekten bittiğimizi düşündüğümde ise içimin boşaldığını hissettim. Önceleri boşalan şeyi zehre benzettim ve kangren olmuş birparçamdan kurtulmuşcasına rahatladım. Çürümüş, mor, sarı ve yeşilin en iğrenç bileşimiyle oluşan korkunç bir tonda kopuk bir kol gibiydin karşımda duran; benim yapabileceğim birşey yoktu artık. Protez kullanmak gibi çözümler geliştirdim zamanla ama hiçbir protez; en iyisi bile birprotez olmaktan öteye gidip ağrıdan tüm gücü tükenmiş bir kolun yerini tutamaz ve insanın sadece bir tane gerçek kolu olabilir.
Sana karşı hissettiğim şeyin ağırlığını elimden geldiğince belli etmemeye çalışıp durdum, beklentilerimikendi sevgimle tartıp belirlemedim, mümkün olduğunca.Hiçbir yapmacık sevgi gösterisi değildibeklediğim. Duyduğunu hissettiğim saygıyı hissedemememdi kolun kopmasının nedeni. Çocukken oluşturduğum ve yıllar geçtikce sınırları netleşen herkesten koruduğum kişisel bir alanım vardı benim; oraya sen bile giremezdin üstelik. Yaptığın yanlışı bu alana hakaret olarak algıladım ve en değerli şeyimi - kendime saygımı- kaybetmemek adına ne kadar aksini istesem de- bunu görmezden gelemedim, ayrıca bu seferherşey o kadar açıktı ki....
O ayrılık dönemi boyunca uykumdan defalarca yalnızlık boşluğunun yarattığı ağır, mide sancısına benzeyen sancılarla uyandım ve defalarca uyuyamadım. İnsanlar saygısızlık olarak adlandırdılar yalnızlığımı; bu kadar insan varken etrafımda ve çoğu beni seviyorken üstelik; kırmadan, üzmeden yapayalnız hissetmemi açıklayamadım. Saklamayı seçtim bir süre ama oynamayı beceremedim ve kustum. Yine uykuya saklandım,sürekli uyumak istedim. Yönünü kaybetmiş seyyahlara döndüm... Döndüm döndüm sende durdum; döndüm döndüm yine seni buldum karşımda. Bu döngüden sıyrılabilmekçok zaman aldı, çok yara açtı; geçen zaman yaraları tam olarak kapatamadı. Sevindim de, üzüldümde mutlu da oldum ama hiçbir şey hissetmedim; sanki ruhum narkoz etkisinde gibiydi . Seni sevmemi daha da önemlisi vazgeçemememi sağlayan seni tüm varlığınla hissedebilmemdi bu dünyada. Narkozlu süre uzun sürdü.... Tüm bunları yaşarken hep haberler alıyordum varlığınla alakalı. Sen bir yerlerde, benden ayrı yaşıyordun bir şekilde. Ve hayat devam ediyordu. Mevsimler gelip geçiyordu; insanlar girip çıkıyordu her mevsim; ama içimin saati durmuştu epey önce. Ve duran saatler bile günde iki kere doğruyu söyler ironisine tutunuyordum tüm gücümle. Gücümün bittiği anda sen yine katıldın oyuna; ne kadar kabul edemesen de bu sefer sen bile bile girdin oyuna. Narkozdan çıkarken insan çok üşür, titrer hatta... Soğuktan ölecek gibi olur, dayanamaz uyuyakalır. Kalktığında üşümüyordur ve hiçbir şey hatırlamıyordur. Ben uyanırken heyecandan sersemlemiştim. Karşımda oturmuş Seninle ne zaman çakışacağız diyordun; sen miydin bu kadar romantik konuşan yoksa her erkeğin başvurduğu o ünlü seslendirme sanatçısı mıydı? "Ne zaman doğru zaman?"diyordun; "Sen de beni seviyorsun" diyordun; "Bu sefer farklı" diyordun. Ben hiçbir şey anlamıyordum, saçma bir şekilde tatlı yiyordum, elin elimi tutarken ben tavuk göğsü yiyordum. Konuşmayı sürdürüyordun; ne güzel şeyler söylüyordun.Bu kadar gerçek bir rüya olamazdı; elinin sıcaklığını duyuyordum elimde; böylesine rüya gibi bir gerçek olamayacağı gibi. Senin içinde yok mu hiçbir şey artık dedin; zamanla küllenen duygulardan bahsettin. Ben salakça birşeyler geveledim, içimi dinledim; durmuş olduğunu çoktan unuttuğum saate baktım; doğru zamanı gösteriyordu; şans işte....
Evet dedim, neye olduğunu bilmeden "Evet" dedim. Gayet sakin oturuyordum karşında ve Tavuk göğsü yiyordum ama içimdeki kızçocuğu çığlık çığlığa koşuyordu; keşke bir an bile olsa görseydin onu.... O dönem boyunca, bir gün görmesem seni sanki yıllardır görmüyormuş gibi özlüyordum. Kızıyordum herşeye çünkü çok korkuyordum. Sanki birşeyleri telafi etmek için hep birlikte olmak istiyordum yada sonraki zamanlarda daha da az ve nihayet görüşmeyeceğimizi öngörüyordum bilinçsizce. Şaka gibi, rüya gibi, masal gibi; normal zamana göre 10 hafta; bana göre çok daha fazla; sana göre ne kadar bilmiyorum! Her şaka, her masal ve her rüya gibi bitti gitti... Avcumda bir hiç, ağzımda acı ama güzel bir tat, kalbimde hayal kırıklığı kesikleriyle birlikte bitti. Hazmedemediğim, talep etmediğim halde kazandığımda çok mutlu olduğum birşeyi nedenini bile bilmeden kaybedivermek. Bir ilişkinin bitişi değildi beni bu kadar inciten; çocukça belki ama gerçekten bu değildi incitici olan. İlişki bile diyememiştim ki zaten yaşadığımız şeye sahiplenememiştim daha, bittiğinde; belki gerçekten şakaydı! O şaka bizi daha da azalttı. Ben sana hayatımdaki bir sürü erkeğin rolünü birden vermiştim. Bu hem sana, hem o rollerin gerçek sahiplerine hem de bana haksızlıktı. Her yönetmen bazı oyuncularını kayırır; ben hep seni kayırdım; bu durumda filmin başarısının sana endeksli olması doğal bir sonuç. Sen filmin galasına; yıllarca düşlediğim finale içkili geldin. Gala fiyaskoya dönüştü; işler kontrolden çıkmıştı; hiçbir şeye müdahale edemedim. Sen tüm kızgınlığını o reklam panosundan alırken ben hiç korkmadığım kadar korktum. O yumruk bana da gelebilir diye değildi korkum. Bir insanın bu kadar sinirlenmesi zaten beni üzen ve gerginleştiren bir durum olduğu halde üstüne üstlük bu insan sen olduğun içindi... Ne olduğunu bilmediğim bir şey seni bu kadar kızdırıyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Bunu konuşamayacak kadar yabancılaştığımızı henüz farkedememiştim. Kızamadım galayı mahvettiğin için, önemli olan sendin yine....
Film bir daha oynatılmadı; gala son gösteri oldu! Hiç basit bir hayal kurdun mu bilmiyorum! Yani sadece güzel bir akşamı kurguladın mı düşlerinde? Tüm detayları teker teker uğraşarak oluşturduğun bir hayal-gece... Kurduysan ve gerçekleşmediyse ne hissettiğimi anlarsın amaeğer yoksa böyle bir hayalin; uçtuğunu hayal ederek saatlerce uğraşıp rengarenk kuyruğu olan bir uçurtma yapan küçük bir çocuk düşle; uçurtmayı elinden bırakır bırakmaz kaçırdığını görmeye çalış düşünde. Hayal kırıklığının şiddetini anlamaya çalış ve kimseye kızamamanın gerginliğini. Eğer uçurtmalar yapmış biriysen en azından bunu anlayabilirsin. Gala son görüşmemizden önceki son görüşmemizdi. Ertesi gün beni aramıştın, yaptıklarını açıklamaya çalışıyordun. Mazeretin vardı; kendini iyi hissetmiyordun vs.... Evet bir terslik olduğunu ben de farketmiştim ama galayla ilgili değil sadece; oyunun kurgusunun temelinde biryanlış, bir terslik vardı. Kişisel bencilliğin doruk noktasına varması tanısı koyuyorum ben senin bu iyi olmama haline. Bir galayı mahvetmek için "iyi hissetmiyordum" aciz kalıyor; daha önemli şeyler olmalı bu hoyratlığı açıklayabilmek için. Ben seni açıklarken; yaptıklarını kabullenirken hep hayata küslüklerini,kırgınlıklarını kullandım-esasaldım. Çok acı çekmeyen çok acıtamaz karşısındakini lafına inanmaya zorladım kendimi. Yaptığım tanımlamayı ağır bulduysan bu mazeretleri ödünç verebilirim sana.
Sonra ben sustum sen de sustun; sen aramadın sormadınben de... İkimiz de yeni sorunlar yerine sorun yaratmamelekesi olmayan geçmişle idare etmeyi tercih ettik sanırım. Sonunda, şu dünyada en sevdiğim kavram sayesinde yani tesadüfen karşılaştık seninle. Aynı anda aynı yerde kesişebilmek olağanüstü bir şey bence! Seni gördüğümde bacaklarımın titrediğini görmemen için dua ettim.Yüzüne bile bakamadım doğru düzgün ama hiç değişmemiştin gördüğüm kadarıyla; biraz bakımsızdın, yoğundun herhalde o günlerde.
Aynı görüntü, aynı bakışlar... Hemenkaçırdım gözümü senden; ne hissettiğimi anlamanı istemedim. Birine çok yakın olduktan sonra buz gibi durmak karşısında zorlayıcı ve acıtıcı bir şey. Boynuna atlayıp sana sarılmayı isterken öyle saçmalamak, nefret ediyorken bile yan yana olmayı istemek.... Kabul edilebilir değil! Sen ne hissettin? Neler geçti kafandan acaba? Dramatize etmek istemesem de kafamda hiç böyle bir son hayal etmiyordum. Pek birson düşünmemiştim de aslında. O dostluğu koruyabiliriz gibi geliyordu ama ne yaptıysak sadece daha kötü hale getirdik o kadar. Miadı mı doldu, herşeyin bir sonu var mıdır mutlaka? İsteyerek yaptığımız şeyleri sonuçlarını öngörebilseydik yine yapar mıydık? Bile bile yaparmıydık yine her yaptığımızı? Ben yapmazdım; kaybetmemek için bu güzelliği herşeyi de yaşamayıverirdim. O zaman tadı yine böyle birgarip mi olurdu bilemem ama durdururdum kendimi. Şuan beynimden geçen düşünceler en net, en objektif haline kavuştu diyebilirim. Zaman bir sürü şeyi aldı götürdü beraberinde. Geriye kalanlar aralarında Güzel, kötü, sıradan, olması gereken ve belki bir daha aslalar olarak ayrılıyor. Belki bir daha yakalayamayacağımı düşündüğüm birşeyi farkedip üzüldüğümde çok acı birşey giriyor lafa ve başlıyorum mukayese yapmaya. Kararım yok henüz; şimdiye kadar öğrendiğim yaşamda; içindeki boşluğu dış faktörlerle kapatmaya çalıştığında hep eksik kaldığın. En iyi sonuca ancak o boşluğu kabul edip ona boyun eğdiğinde ulaşabiliyorsun, eksikliğinle tam oluyorsun yani sonunda.... Binlerce kez şikayet etmeme rağmen bu kadar yıl seni sevmemle ilgili bir çıkarsamam da; bu sevginin çocukken kurduğum sevgi ilişkilerine benzemesi. Her ne kadar gençlik dönemlerimizde tanışmış olsak da çocukluk arkadaşlıklarında yakaladığımız ve tüm hayatımız boyunca herkeste arayıp durduğumuz karşılıksızlık barındırıyordu bu ilişki. Karşılık gözetmeksizin karşındakini sevebilmek. Çocukken kavga edip bir gün sonra hiçbir şey olmamış gibi oyun oynardım ben arkadaşlarımla ve yüzsüzlük olarak adlandırılmazdı bu o yaşlarda. Bu ilişki ile çocukluk arkadaşlığı arasında kötü bir benzerlik da acıtma şiddeti konusunda var maalesef. Herkes çocukların en gaddar kelimeleri bile kolayca söyleyebildiğini bilir. Bu onların henüz toplumsallaşma törpüsünden geçmemesinden ve vahşiliklerini yitirmemelerinden kaynaklanır. Peki ama biz; görüntüsel olarak iki yetişkindik, üstelikherkesin bizimle ilgili ortak kanısı yaşımıza kıyasla olgun kişiler olduğumuzdu.
O zaman nasıl bu kadar vahşi olabildik? Bol bilinmeyenli bir denklem ve benim hayatımın hiçbir döneminde matematikle aram iyi olmadı. Ben çocukluk arkadaşlarımı genelde korurum. Yaşadığım son 18 yıla şahit insanlar var etrafımda. O arkadaşlarımın yaraları bacaklarımda, kollarımda hala durur. Her yara, her iz bir insanı anlatır kendince, durup dinlesen kimbilir neler der ama vakit yok dinlemeye. Herşey o kadar hızlı ve o kadar önemli ki kimsenin yaralara kulak verecek zamanı yok bu çağda. Bir insanı çok sevmek duygusal rahatsızlık olarak adlandırılırken ben yaralardan bahsedemem!
Ben, bedenimde ve ruhumda izi olan tüm insanlarla birlikte nefes aldığımı-yaşadığımı hissediyorum. Bazısının sesi yüksek, bazısı konuşamıyor ama hiçbir yara tamamen silinmiyor. Ben önde yaşayıp giderken arkada çok sesli bir orkestra eşlik ediyor. Senin sesin de belli belirsiz olsa da sürekli yer alıyor bu müzikte.
Düşüncelerimin böyle netlik kazanması uzun bir süre sonunda gerçekleşebildi. Bu süre boyunca kısa-uzunyollar gittim geldim; sonunda iç bükey bir yolculuğa başladım. Tam olarak ne oldu da başladı emin değilim. Her insana olur bir gün diye düşünüyorum yani sıradan buluyorum yaşadığımı. Aklı başında herkes bir noktaya gelir ve kendine bakar. Gerçek bir aynadan bakar gibi bakar hayatına, ruhuna. Tüm çıplaklığıyla ve çirkinliğiyle görüverir herşeyi. Güzel-çirkin birarada durur karşısında, başedebilirse ne ala devam eder yoluna; edemezse tökezleyenler grubuna dahil olur. Bunca yıldır hiç bakmadığım kadar bakıyorum ben de kendime. Şiddetten uzak dingin bir fırtına yaşıyorum. Sessizce devriliyor inandığım birsürü şey gözlerimin önünde. Gördüklerim garip, değişik, acıtıcı, komik bazen de... Her üzüntüm, her sevincim artık daha değerli; çünkü sağlam dayanakları var duygularımın. Herbirini sorgulayıp benimsiyorum. Şuan kalkış noktasında olduğumun farkındayım; nereye varacağımı ve bu yolculuğun nelere malolacağını henüz bilmiyorum. Koltuğumda oturmuş yanıma aldığım dünlerimi düşünüyorum. Birşey unutmak istemiyorum giderken çünkü geri dönmeyeceğim varacağım yerden. Dünlerim arasında önemli bir yerin var; yazı sana dair olduğu için değil bu vurgu gerçek öyle. Senden öğrendiğim başka bir şey bu; içimdeuyandırdığın şeylerin uyanışında sen sadece bir araçsın, öncesinde kımıldamaya başlamış birşeyler seninle şekillendi. Bu ne yüceltici ne de basitleştirici bir tavır. Pembe dizilerden hayatadair dersler çıkardığımı itiraf ettiğimde sen "Bu diziyle ilgili değil seninle ilgili" demiştin. Evet, bu da tamamen benimle ilgili bir şey.
Umarım anlarsın! Anlarsın biliyorum. Ne kadar yıpratıcı ve zor olsa da ben bu yolu birbaşıma katetmek niyetindeyim. Bunu başarmak yada başaramamak da tamamen benimle ilgili olmalı. Bu yüzden yalnızlığı seçiyorum ve seçilerek yaşanan yalnızlıkları seviyorum. Geçmişle ilgili uzun uzun düşünüp kendimi belirleyebilmek istiyorum. Yaptığım yanlışların nedenlerini anlamak kendimi tanımaya çalışırken en büyük yol göstericilerim oluyor. Acı duymaktan gizliden gizliye zevkalıp herşey yolundayken sorun yaratarak mutlu olabilen çok sayıda insan biliyorum. Bilerek hata yapıp sonra şikayet eden insanlar bunlar. Suçlayacak birşeyler bulup kendi hatalarını uzun süre görmezden gelebilen insanlar. Bu tip insanların normal insanlar olmadığına dair kesinliğe yakın bir fikre sahibim. Göreceli normallik anlayışı göreceli kötülük anlayışı falan filan.. Böyle birtartışmaya girmek gelmiyor içimden. Merak ettiğim sadece, karşındaki insanın böyle bir insan olduğunu anladıktan sonra yaptığın her kötülüğü onun mutluluğu için yapmış olduğunu söyleyerek yapılan bir savunmanın geçerliliği o kadar.....
Bana bir gün Hep böyle kalalım, kavga etsek de dövüşsek de hiç değişmeyelim demiştin. Bende hep bunun derdindeydim; değişmeyelim. Ne olursa olsun, ne olursak olalım, hiç görüşmesek de bu dileğimiz değişmesin birbirimiz için. Mutlu olalım... Hayatta dönüp baktığımız noktalarda içimiz pişmanlıkla burulmasın. Kabullenemediğimiz hayatlarımız olmasın hiçbir zaman. Yazının bu kısmında en iyimser hislerimi konuşturma gereği duyuyorum. Sana duyduğum saygının bitmemesi adına ne gerekiyorsa yapacağım. Yaşanan her güzel an ın sayılır hatırı değil sadece bunun nedeni; gerçekten kötü şeyler geçmemesi içimden artık. Umarım hayallerini yaşarken yeni hayaller için çabalarsın; kendine çok zarar vermeden her dileğine kavuşursun.
Gökyüzümüz aynı nasılolsa der avunuruz ilerde. Aynı göğün altındaayrı ayrı noktalarda, yeni oyunlarda buluruz kendimizi gelecekte. Bizi o oyunları oynamaya iten belki geçmiş bir oyun olur; belki farkına bile varmayız bu nedenin hiçbir zaman. Ama bir şiir duyarız tüm bunlar olurken, bir yerlerden Nazım'ın söylediği; kimsenin anlamadığını sanırızyaptığımızı; bir ayna olursa bir de etrafta gizlice göz kırparız kendimize. Nanik der herşeye herkese, belki aynı anda farklı şeylere nanik yapar kaçarız. Birşeylerden kaçarken belki yine rastlaşırız; kimbilir !
Serpil Yurduseven
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Öğretmenim Mori
Çok sevdiğim arkadaşlarımdan Arzu, bir gün bana bir kitap hediye etti. Haluk, bunu okumalısın dedi. Kitabın adı " öğretmenim Mori'yle salı buluşmaları", Boyner yayınlarından, yazan Mitch Albom. Kitap özetle Yaşam, Aile, Topluluk, Evlilik, Merhamet, Ölüm, Korku, Açgözlülük, Yaşlanma üzerine hasta yatağındaki yaşlı bir pröfesörle eski öğrencisi arasındaki içtenlik ve bilgelik dolu konuşmalar'dan bahsediyor. ABD'de iki yıldır en çok satan kitaplar listesinden inmemiş.
Kitabın içinde her konuda gerçekten çok güzel anlatımlar var. Ben arada sırada mori'den alıntılar yaparak yazılar yazmak istiyorum. Bugün o kitapta bize hiç yabancı gelmeyen bir konudan bahsedeceğim. Önce bakın Mori ne demiş;
"...kültürümüz bizi ölüm anı gelmeden bazı şeyler üzerine düşünmeye yüreklendirmiyor. Kariyer, aile, yeterince maddiyata sahip olmak, evin ipoteğini ödemek, yeni bir araba almak, kaloriferi tamir ettirmek gibi bencilce şeylere öylesine sarılmış ki etrafımız. hayatımızı sürdürebilmek için bir sürü ıvır zıvırla uğraşmak zorundayız. Bu yüzden şöyle bir geri çekilip hayatımıza bakarsak, 'Bu mu yani? Hayattan istediğim her şey bu mu? Burada eksik olan bir şeyler yok mu?" demek alışkanlığına sahip değiliz...."
Bunu Mori demiş ama bilmeyen var mı bu yazılanları? Kaçımız uyguluyor peki? Benim konuşmak istediğim şey bu.
Bizde bazı evlilikler biterken, kadın veya erkek, karşısındakine neden bitirdiğini açıklarken, durup hayatıma baktım, yapmak istediğim bu mu diye sordum ve yapmak istediğim şeyin bu olmadığına karar verdim der. Ancak bunu söylediği yaş nedense erkekte 40 yaş ve sonrası, kadın da 30 yaş üstündedir. Tabi istisnalar vardır mutlaka ama genele bakarsanız, boşanma süreçleri üç aşağı beş yukarı bu zamanlara denk gelir.
Neden peki?
Bence nedeni, Mori'nin bahsettiği belli bir noktaya gelmek için o kadar uğraşıyoruz ki. Dikkat edin, evinin borcu olan, yeni arabasını almış borç harç içinde, sıkıntılı yaşayan insanlar başka nedenlerden ayrılır da, hiç benim olmak istediğim nokta burası değil diye ayrılamaz. Ne zaman ki hayat yükünün paylaşımı rahatlamıştır, borç-harç ve sıkıntılı dönemler kadın-erkek sırt sırta atlatılmış, erkek o yaşlarda kariyer yapmış, belli noktaya gelmiş artık etrafına bakacak duruma gelmiştir. Kadınsa belki bir araba almış, ekonomik özgürlüğünü artık eline almış, daha rahat bir yaşam sürme noktasına gelmiş belki kariyerinde oldukça iyi noktalara gelmiş veya ilerleme durumundadır. Çalışan kadından bahsediyorum tabi,çalışmayan kadınlardan, ekonomik özgürlüğü olmayan kadınlardan kaç tanesi acaba ben istediğim noktada değilim deyip ayrılma kararı alabiliyor ülkemizde.
Gençlik zamanlarımızı, en güzel yaşama sevinçlerimizi ev alma, yazlık alma, araba alma gibi bir sürü şeyi, eşimizle büyük yükler altına girerek almaya çabalıyoruz. Onları ödemek için deliler gibi çalışıyoruz, ya para ya kariye veya her ikisini birden yapıyoruz, ama birbirimizden de uzaklaşıyoruz. Evlenmeden önce iki dirhem bir çekirdek giyinip, en güzel makyajları yapıp, bir günlük sakalla bile buluşmayan sevgililer, evlendikten sonra girdikleri bu borçları temizlemek için deliler gibi çalışıp, pestil haline gelirse, akşamları kim birbirine güzel şeyler söyleyerek sevişebilir ki?
İş yaşamı ve yaşamda elde etmeye çalıştığımız şeyler bizlerden çok fazla şey götürüyor. Bu yapılanlar yanlış mı derseniz, bugünün Türkiye'si için yanlış diyemeyeceğim, sosyal güvencesi, iş garantisi olmayan bir ülkede ev, araba, yazlık belki gereksinim, ama benim inancım bizden götüren şeyler bunlar. Düşünsenize aylık ödemeleri iki kişinin gelirinin yarısından fazlasını götüren bir evlilikte "gönüller bir olunca samanlık seyran olur" felsefesi sizce kaç yıl devam eder?
Mori güzel demiş, bunları birisinin bizler söylemesi, anlatması lazım, ancak bizler ancak yaşadığımız da öğreniyoruz. Tabi bu yaşananlardan her zaman mutlu ve keyifli öğrenilmiyor.
Bence bu yazıyı okuduktan sonra ben yazdım veya mori söyledi diye değil, LÜTFEN kendinize sorun, GERÇEKTEN İSTEDİĞİNİZ BU MU? İSTEDİĞİNİZİ Mİ YAŞIYORSUNUZ? yanıtınız EVET ise, tebrikler, başarmışsınız, peki yanıtınız HAYIR sa ne olacak:)
Sevgilerimle...
Haluk İlhan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
[Henüz Oylanmamış] 0 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Allah'ım ben ne kadar şanslıyım!...
Yine, erken uyandım, bu sabah. Güneş yeni doğuyordu. Eşime baktım, o kadar tatlı uyuyordu ki. Dayanamadım , yanağına hafif bir buse kondurdum. Hafif bir şekilde elini, yüzüne doğru götürdü. Sanki, o hafif öpücüğümü al yanaklarına konan bir sinek zannetti ve eliyle onu kovaladı. Onu rahatsız etmemek için bir kaç dakika sessizce tekrar seyrettim. Benim yanımda olmak ona ve bana ne kadar büyük bir huzur veriyordu.
Ne kadar şanslıydım, kaç kişi bir kanatsız melekle evlenmiş olabilirdi ki? Kaç kişinin eşi her türlü sıkıntıda, parasızlıkta, başarısızlıkta kocasının bu kadar yanında olabilirdi ki? Hiç bir zaman şu eksiğim var dememişti. Geçen sene evet tam bir yıl önce camı çatlayan gözlüğünü zorla geçen hafta değiştirtebilmiştim. Şimdi sırası mıydı, dedi. Bu sıkışıklıkta. Sadece, çocukları için isterdi, onları yeni giysilerle donatabilmek, onları iyi eğitebilmek için benden habersiz yorganlara nakış işlemeye başlamıştı.
Önceleri gizlice yapıyordu, benim üzülmemem için. Ama, bir gece geç saatlerde uyandığımda yanımda bulamayınca gittim ki salonda nakış işliyor. Duygulandım, sarıldım ona. Ve bana dedi ki üzülme sen ne olur, çok kolay günde 3-4 saatte bitiriyorum. Biraz şu günlerde destek olayım sana.
Bir ara baktım, bizim evde çok sık çiğ köfte yapılıyor. Hanım, bu çiğ köfteler çok güzel oluyor, dedim. Zaten, hepimiz ailecek bayılırız çiğ köfteye. Hele oğlum Mustafa , üç öğün üst üste olsa da yine de hiç itiraz etmeden yer çiğ köfteyi. Nereden geliyor bu kadar et. ?Yoksa, yorgan işinden başka , yakınlarından da yardım mı istiyorsun. Veya bilmediğim bir şeyler daha mı var?. Diye sordum. Açıkladı, güldüm. İnanılmaz bir eşim vardı. Eti adeta koklatarak az mı az koyuyormuş. Antep'de çarşıda ki dürümcülerin yaptığı gibi köfteyi patatesle yapıyormuş. Tabii bu arada kendi özel katkılarıyla da inanılmaz lezzetli olmuştu. Dayanamadım ve sarıldım. Gözlerimden süzülen gözyaşını ona hissettirmemeye çalıştım. Allah'ım ben ne kadar şanslıydım.
Yatak odasından bu duygularla bu kez çocukların odasına geldim. Ayşe'm ve Mustafa'm da uyuyorlardı, huzurla. Uyurken adeta gülümsüyorlardı. Açık olan pencereden kuş cıvıltıları geliyordu, mis gibi esintilerle birlikte. Dayanamadım, her ikisini de hafifçe öptüm.
Kızım 7. sınıfta okul birincisiydi. Oğlum da 2. sınıfta sınıfın en iyilerindendi. Eziyetsiz, kaprissiz , sülalenin en fakiri olmamıza aldırmadan okulların da başarıdan başarıya koşuyorlardı. Kızım dershanede burslu okuyor ve orada da sürekli 1. oluyordu. Oğlum da bu sene başından beri demokratik olarak seçildiği sınıf başkanlığıyla beni onurlandırıyorlardı. Mükemmel karnelerine karşılık hediye almak için gittiğimiz markette ikisine de istedikleri hediyeleri almam için ısrar etmem gerekti. Çünkü, pahalı olurda beni üzerler diye korkuyorlardı. Pahalı olmadığına ikna etmem için epey zorlandım. Allah'ım ben ne kadar şanslıydım. Dünyanın en tatlı, güzel ve çalışkan çocukları benim çocuklarımdı. Ve de hassas, hiç bir zaman bizim bilgisayarımız neden eski diye sorgulamayan, onlarda varda neden bizde yok demeyen çocuklar.
Dün, iş yerimdeyken annem aramıştı. Benim işlerimin iyi olması için dualar eden anam. Oğlum, iyi misin canım oğlum. . İnan ki tüm dualarım seninle, dedi. Ben ona anneler günüde küçük bir hediye aldım diye bana kızıp, bunu götür de yerine çocuklarına bir şey al diye ısrar eden. Her hafta en az bir kere ziyaret edip de ellerini öpmekten başka kendisine bir yardımı olmayan oğluna, bu kadar dua eden bir ana var mıydı , başka. Bu benim anamdı. Beni her pazar bekleyip de ben gelemeyince öğlen yemeği yemeyen hasta babam ona ne demeli, beni ve torunlarını görünce gözlerinin içi gülüyordu. Dayanamam, her defasında sarılırım anama da babama da. Allah'ım ben ne kadar şanslıyım.
Çocukların odasından salona geçtim. Ve ellerimi açtım, ağlayarak bir şükür duası ettim. Ona binlerce şükür ettim. Evet, ben zengin değildim. Tek evimi bile iki sene önce satmıştım. İşlerimde eskisi gibi değildi. Çok kötü günler geçirmiştim. Ama, ailem yanımdaydı. O da dünyanın en iyi ailesi.
Allah'ım şükürler sana. Hepimiz sağlıklıyız ve bir aradayız. Ben, ben çok, ne kadar çok şanslıyım!. .
Mehmet Salih
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : M.Hakan Ayyıldız Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 6.869 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
KAZIM KOYUNCUYA...
Denize, denize dönün bu sayfalardan
karadenizin hırçın kıyısına örtün
duyamayacaksınız dalganın sevinçli öpücüğünü
yabancı yağmurlarda üşüyen
o dalga ile bizlesin artık
bak !
gözlerim gönlümün çektiği fotoğraflardan
başkasını görmek istemiyor
bak !
tek bir ses var oda zinos'un çığlığı
bak !
yosunlarda gidiyor balıklar gibi
inan inan ki kazım sana dair hiçbirşey bize yabancı değil.
erdal eksert
Yukarı
|
Çizen: Semih Bulgur Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Eğlenceli bir oyun "pasaparola". Size verilen süre içerisinde sorulara yazılı olarak cevap vereceksiniz. İpucu sadece cevabın baş harfi. http://www.kelepce.com/oynat/10110/Passaparola.htm kısayolundan bu oyuna ulaşabilir ve hatta bilgisayarınıza indirebilirsiniz.
İnternet ortamında sözlük bulunması genellikle çok işimize yarar. Size verdiğim bu kısayoldaki sözlük sayesinde Türkçe - Almanca - İngilizce sözcük karşılıklarını bulabileceksiniz. http://www.supersozluk.com/ Sayfanın sağ üst tarafındaki Türk bayrağına tıklarsanız, sözlük seçenek sayfasına ulaşabilirsiniz.
Son zamanlarda ciddi anlamda bir sudoku merakı başladı. Etrafımdaki bir çok arkadaşım gazetelerin sudoku sayfalarını büyük bir heves ve zevkle bekler oldu. Sizde sudoku meraklısı iseniz http://www.websudoku.com/ kısayoluna girip çözmeye başlayabilirsiniz.
Internet'te her bilgisayarın bir IP (Internet Protokol) adresi vardır. Tipik bir IP adresi, noktalarla ayrılan dört rakamdan oluşur; örneğin, 212.156.4.20. Bir bilgisayarın IP adresi varsa, Internet üzerindeki tüm bilgisayarlar bu adresi kolayca bulur. Yani bir sitenin IP adresini biliyorsanız, Web tarayıcınıza bu adresi yazarak da bağlanabilirsiniz. Kendi bilgisayarınızın IP adresini öğrenmek için http://www.whatismyip.com/ Ya da kendi IP adresinizi, Internet'e bağlıyken Windows'ta Başlat*Çalıştır satırına winipcfg yazıp Enter tuşuna basarak öğrenebilirsiniz.
http://www.hakia.com
Bomba gibi bir arama motoru geliyor. Ve bunun bizler için bir başka önemi daha var. Hakia nın kurucu bir Türk, Dr. Rıza C.Berkan. Diğer arama motorlarından farklı olarak anlam tabanlı bir yapı oluşturuluyor. Örneğin "Yarın hava nasıl olacak?" diye soru sorup anlamlı cevap ve adresler bulacaksınız. Şu anda %40 kapasiteyle çalışıyor. gerçek servise girişi Sonbahar olrak planlanıyor. Eğer başarılı olursa gurur duyacağımız bir olay olacağı muhakka.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|