|
|
|
23 Ağustos 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : İmam yellenirse... | Merhabalar,
Ben bayağı ümitlendim yahu. Bu çocuklar Yunanistan'ı da yenerlerse bir ABD-Türkiye finali izlemek hayal olmanın ötesine geçer. Helal olsun vallahi. Son 2 grup maçında da üstün başarılarının devamını dilemekten başka birşey gelmiyor elden. Haydi hayırlısı.
Gazetede haberi okuyunca şöyle bir hık etmişim farkında olmadan. Hani küçük dilimi bulsam yutuvereceğim. Habere bak, ele güne el salla. Bir sayın milletvekilimiz, adını da zikredelim de kalan vekiller alınmasın, AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat atıştığı meslektaşı CHP'li Haluk Koç için şöyle demiş; "O arkadaş yanlış seksüel tercih içinde." Yuh!.. Ve de çüş.. Şimdi beni ayıplayanlar olacaktır mutlaka ama bir koca adamın dediği laf karşısında benimki devede kulak kalır da esamesi bile okunmaz. Ama nezakete dikkatinizi çekerim. Şimdi koca yardımcı kalkıp yekten i.ne dese olur mu? Adam öyle güzel bir laf salatası yapmış ki, Haluk Koç mahkemeye verse hakim n'apacağını şaşırır. Hey koca Türkiye'min anlı şanlı vekilleri. Siz bilir misiniz acaba, imam yellenirse cemaat n'apar? Bilmiyorsanız sorun da öğrenin. Yuh!..
Boşverin gelin biz güzel bir Demis Roussos şarkısı daha dinleyip bu seviye fakirlerini unutmaya çalışalım. My Friend The Wind . Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
KahveRengi : Alaattin Bender |
CEHENNEMİN KAPILARI - August Rodin
Mona Lisa'sının yaratıcısının Leonardo olduğunu hemen herkes bilir. 'Düşünen Adam' heykeli de hepimizin belleğinde yer etmiş olmakla birlikte bazılarımız heykeltraş Rodin ismini ilk defa duyuyor olabilir. 'Düşünen Adam' heykelinin hastalardan Kemal Künmat ve bir yüzbaşı tarafından yapılan bir kopyasının Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi bahçesinde bulunduğunu söylersek sanırım çağrışım yapacaktır. Bu arada ne acı tesadüftür ki, heykeltraş-ressam Kemal Künmat daha önce tanıttığım ressam Muhsin Kut'a ilk resim derslerini veren Bakırköy'deki komşusundan başkası değildir.
Picasso sergisi için sergi kapanmasına yakın ma-aile İstanbul'a gitmiş ve sergiyi izlemiştik. Picasso için o kadar çok yazılıp çizilmişti ki, o tarihten sonra Picasso'yu kaleme almak nafile idi. Sakıp Sabancı Müzesi'nde 3 Eylüle kadar açık kalacak Rodin sergisini de henüz izleyemedim; fırsat bulabilir miyim bilmiyorum. Yakın çevremden gelen Rodin'i konu alan yazı talebine önce pek sıcak bakmadım. Sergiyi izlemeden, hele de konu nisbeten uzak olduğum heykel konusu olunca başlangıçta yazmaya cesaret edemedim. Ancak, bu arada başta Zeynep Oral olmak üzere Rodin hakkında çıkan bazı yazıları okudum. Derken Rodin Müzesi'nin web sayfasına (http://www.musee-rodin.fr/ ) ulaştım ve uzun bir incelemenin sonucunda aşağıdaki satırları kaleme aldım.
1840'da Paris'te doğan August Rodin üç kez denemesine rağmen Paris Güzel Sanatlar Akademisi heykel sınavını kazanamaz. Ancak, yılmadan büyük bir azimle çalışarak sanatının yörüngesini kendisi çizer. 'Louvre'daki heykelleri inceler.
Otuzbeşinde, 'Dante gibi ömrünün ortasında iken', "Michelangelo beni çağırıyor" diyerek soluğu Floransa'da alır. Michelangelo ustadan öylesine etkilenir ki, bir yandan "Louvre'de antik Yunan heykellerini inceleyerek öğrendiğim her şeyi Michelangelo allak bullak etti" açıklamasını yaparken öte yandan Michelangelo'yu kendisini akademizmden kurtaran sanatçı olarak tanımlar. Rodin'in ilk önemli yapıtı 'Tunç çağı' idi. Otuz yedisindeki Rodin, Rönesans dönemi ustalarını anımsatan bir sağlamlık ve incelikte, insan boyunda 'çıplak' bir figür yaparak yeteneğini herkese kanıtlamak istemişti. Heykelin şaşırtıcı canlılığına açıklama arayan bir eleştirmen, onun modelden kalıp alınarak dökülmüş olabileceğini ileri sürdü; bu iddia ile başlayan tartışmalar bir türlü dinmedi. Ancak, Rodin'e arka çıkan önemli sanatçıların etkisiyle devlet, üç yıl aradan sonra hem heykeli satın alacak, hem de Rodin'e, uzun bir dizinin başlangıcı olacak ilk büyük siparişini verecekti. Yeni açılacak Paris Dekoratif Sanatlar Müzesi için Rodin'e bir kapı ısmarladığında tarihler 1880 yılını gösteriyordu. 'Cehennemin kapıları' siparişi ile başlayan bir dizi çalışma Rodin'in kırılma noktası olacak ve onu modern heykel sanatının tahtına oturtacaktı. Rodin beş metre yüksekliğindeki devasa kapı için cebinden kitabını hiç eksik etmediği Dante'nin 'İlahi Komedya'sının üç cildinden biri olan 'Cehennem' bölümünden esinlenerek 'Cehennemin kapıları' ismini seçer. Araya giren siparişlerin de etkisiyle 10 yıl boyunca üzerinde çalıştığı eserini bitiremez. Bu arada tüm çıkıntılı parçalarını söktürerek onu büyük ölçüde yalınlaştırır. Bu tarihten sonra Kapı, Rodin'in ölümüne dek bu 'boşaltılmış' halinde kalır. Bu arada 1905 yılında Dekoratif Sanatlar Müzesi sipariş kapı olmaksızın açılmak zorunda kalır. 'Cehennemin kapıları' bugünkü biçimine ancak öldüğü yıl olan 1917'de, sökülen parçaların sanatçının isteği doğrultusunda yeniden yerlerine takılmasıyla ulaşır. 1929 yılında kapının ikinci örneği olarak bronzdan dökülen bu eser ancak 1937 yılında Rodin Müzesi'ne taşınarak nihayete kavuşur. Rodin'in aldığı ilk büyük sipariş olan ve gerçekte hiçbir zaman bitiremediği 'Cehennemin kapıları' onun tüm sanat yaşamının özeti ve bir yazarın ünlü tanımıyla "yaşamının heykelleştirilmiş günlüğü" gibidir. Kapı için çalışırken durmadan küçük heykeller yaratmış, onları Kapı'daki diğer figürlerin arasına yerleştirmiş, sonra da ya yerlerini değiştirmiş ya da parçalarını başka çalışmalarda kullanmak üzere kırmıştır. Böylece, bir tür doğaçlamayla gelişen bu yapıt, bir yandan da onun için tasarlanıp daha sonra bağımsızlığını kazanan 'Adem', 'Havva', 'Düşünen adam' ya da 'Öpüş' gibi birçok ünlü heykelin yaratılışına öncülük ederek adeta bereket tanrıçası 'Kibele' gibi doğurganlık timsali olacaktır. Gerçekten de 'Düşünen adam' heykeli 'Cehennemin kapıları' eserinin en tepesinde yer alırken 'Adem' ve 'Havva' kapının iki yanında yer almıştır.
Rodin, sanatının doruğuna ulaştığında kendisine sipariş edilen Fransız yazar Honore de Balzac'ın heykelini yeni tamamlamıştır. Balzac'ın üzerinde yenleri geniş bir giysi vardır; elleri önünde kavuşmuş durumdadır. Rodin, yorgunluktan bitkin vaziyette karşısında duran başyapıtın hazzını öğrencileriyle paylaşmak ister. Hangi öğrencisini çağırdıysa herkes eller üzerine odaklanır ve 'olağanüstü eller' diye beğenisini dile getirir. Rodin çılgına döner ve hemen oracıktan kaptığı bir balta ile heykelin 'eller'ini parçalar. Sonra, şaşkınlıktan taş kesilmiş öğrencilerine dönerek öfkeyle haykırır: "Aptallar! Ben bu elleri, kendi başlarına yaşamaya kalktıkları için parçaladım. Bu halleriyle bütünün yapısına uygun düşmüyorlar. Şunu hiç aklınızdan çıkarmayın: Hiçbir parça bütünden daha önemli değildir!" diyerek sanat görüşünü açıklar.
Şair Rilke'nin "Düşüncelerinde kaybolmuş, sessiz oturan adam… Tüm gücüyle, bir eylem insanının gücüyle, derin düşüncelere dalmış… Tüm bedeni baş olmuş, damarlarındaki tüm kan akıl olmuş…" diyerek tanımladığı, bugün Paris'te Panthéon'un önünde duran, ünlü 'Düşünen Adam' heykelinin esin kaynağını arıyorum. Birden Rönesans'ın ünlü heykeltraşı Michelangelo'nun 1510-11 tarihlerine endeksli, bir tür tebeşir (chalk) ile çizdiği 'Study of a Man' isimli desenini izlerken Michelangelo ve Rodin'in bu iki figürü arasında benzerlik seziyor ve kendi kendime "neden olmasın" diyorum. 1337-1453 yılları arasında cereyan eden 'Yüz Yıl Savaşları' sırasında yaşanan, 'Calais' kentinin anahtarını İngiliz Kralı III. Edward'a teslim etmek üzere kendilerini feda eden altı kentlinin öyküsünü anıtlaştırmak üzere kent belediyesi tarafından Rodin'e sipariş edilen 'Calais Burjuvaları' anıtı çarpıcı kompozisyonu, tunçtan figürlerinden taşan dramatik ifade ve sergilediği gerilimle Rodin'in en etkileyici işlerinden birisidir.
'Öpüş' heykelinin felsefesi gerçekte 13. yüzyılda geçen 'Paolo ve' 'Francesca'nın yasak romantik aşklarına dayanır. 19. yüzyılda Ingres'den Delacroix'ya kadar pek çok sanatçıyı etkileyen bu ölümsüz aşk Rodin'in elinden mermere dökülmüştür. Gazeteci-yazar Zeynep Oral "Rodin'in 'Öpüş' adlı ünlü heykelinin çevresinde dönüp duruyorum. Hem çok masum ve saf, hem istekle tutuşan iki beden… Kimi eleştirmenlerin 'başlarının tepesinden, ayaklarının ucuna onların hissettikleri titreşimi görmemek olanaksız' dediği titreşimi görüyorum. Bedenlerin her kıvrımında görüyorum." diyerek dillendirir bu heykele olan hayranlığını.
Rodin'in ressamlığı gibi az bilinen yanlarından biri de koleksiyonculuk yönüdür. Maddi durumunun düzelmesiyle birlikte resimden heykele kadar altı bini aşkın parçadan oluşan geniş bir sanat koleksiyonuna sahip olmuştur. Koleksiyonundaki değerli resimler arasında Van Goh'un 'Le Père Tanguy' portresi ile Renoir'ın nü resimlerini sayabiliriz. Rodin'in Louvre müzesinde izlediği antik Yunan ve Roma heykelleri ile Michelangelo ve Dante'ye olan hayranlığı sanatçının antik döneme ait, çoğu zaman kırık dökük parçaları toplayarak Meudon'daki villasını adeta bir müzeye dönüştürmesine neden olur. 1890'lardan başlayarak 'parçalanmış figür' konusu her zaman kafasını kurcalamış; topladığı antik heykellerde de bunun karşılıklarını aramıştır. Kimbilir koleksiyonundaki başsız antik Herkül, belki de Rodin'in yine başı olmayan 'Yürüyen adam' isimli heykelinin doğmasına yol açmıştır. Gerçekte bu heykel ayaklarını pergel gibi açmış çıplak İtalyan köylü model karşısında çalışılmıştır. Çağdaşları, erken dönemlerden başlayarak Rodin'de, başka başka heykeller yaratmak amacıyla yapıtlarını bölüp çoğaltma ve başka kompozisyonlarda bir araya getirme eğilimini saptamışlardı. Gerçekten de "bakıyorum, parçalara ayırmaya, yeniden birleştirmeye çalışıyorum" der sanatçı adeta prova yapan bir terzi gibi. 1913 yılında Paris'te açtığı bir sergide ilk kez Roma döneminden üç mermeri, kendi on sekiz heykeli ve desenleriyle birarada sergileyerek, sanatçı adeta Antikçağ sanatına olan vefa borcunu ödemeye çalışmıştır.
Rodin hemen hemen tüm heykellerini modellerden esinlenerek tasarlamıştır. Bu durumu "Model karşısında çalışırken portrede olduğu gibi hakikati yeniden üretme isteği duyuyorum; doğayı düzeltmiyorum, onun bünyesine katılıyorum; beni yönlendiriyor. Yalnızca modelle çalışabiliyorum. İnsan biçimlerinin görüntüsü beni besliyor ve rahatlatıyor. Çıplak karşısında sonsuz bir hayranlık duyuyorum. Ona tapıyorum adeta." sözleriyle açıklar. Sanatçı hiçbir zaman ideal ölçülere sahip profesyonel modeller kullanmaz. Heykelde aradığı mükemmel anatomi değil, modern sanatın da kaygılarından biri olan ifade, duygu ve hareket; kısacası ruhtur. Gerçekten de taşa, mermere bürünmüş bu soğuk bedenlerin ruhlarını hala taşıdıklarını ve size seslendiklerini düşünüyorum. Rodin için bedenler kadar yaşamdan izler taşıyan yüzler de önemlidir ve Ona göre: "bir insanın ruhunu okumak için yüzüne bakmak yeterlidir." Öte yandan "Büst ve portre kadar kavrayış gerektiren bir başka sanatsal çalışma daha yoktur" diyerek ifadenin önemini vurgulamış ve sevdiği kadınlar Rose Beuret ile heykeltraş Camille Claudel'i yaptığı büstlerle ölümsüzleştirmiştir. Öldüğü yıl olan 1917'de ancak evlendiği eşi ve baştan beri modeli olan Rose Beuret ile Rodin'in mezarının başında 'Düşünen adam' heykeli beklemektedir. Öte yandan Rodin'e heykel sanatında hem sevgili hem de meslektaş olarak ortaklık etmiş, hatta Rodin'e rakip olmuş heykeltraş Camille Claudel fırtınalarla dolu bu aşkın sonunda aklını yitirerek 1943 yılında dramatik bir biçimde yaşama veda etmiştir.
Heykel sanatı bir bakıma beden işçiliği de gerektiren bir sanattır. Ancak, Rodin'in eline çekiç-murç alıp taş ya da mermeri yonttuğu neredeyse vaki değildir. O düşünce adamıdır. Heykelde figürün biçimini, duruşunu, ifadesini tasarlar. Bu arada çini mürekkebi ('sepia'), grafit kalem ve guaş boya kullanarak çok sayıda desen ve 'lavi' çalışmaları yapar. Sonuçta ulaştığı sentezi üç boyutlu kilden veya alçıdan yaratır. Taş ya da mermeri özel bir teknikle aslına uygun olarak yontmak, bronzu dökmek atölyede çalışanların işidir. Bu sayede her eserini farklı boyutlarda gerçekleştirme ve çoğaltma imkanı bulmuştur. Bu nedenle her eserin 12 dökümü 'orijinal' sayılmaktadır.
Eleştirmen Ahu Antmen SSM'deki Rodin sergisi ile ilgili olarak "Biçimi ve malzemeyi yoğun bir enerjiyle donatarak acı ya da haz ekseninde her tür duygunun dile geldiği, sanki soluk alıp veren bir dış kabuğa dönüştüren Rodin'e, nasıl düşündüğünü, nasıl gördüğünü, nasıl hissettiğini kavramaya çalışarak bakmak, uzun uzun bakmak gerek." diyor. O halde ne duruyorsunuz? 'İskele alabanda, yelkenler fora!' Büyük usta Rodin'e saygılarımla...
Alaattin Bender www.alaattinbender.com
Kaynakça: SSM müzesi Rodin müzesi web sayfaları
Duyuru: Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nın düzenlediği 9. "Deniz" Konulu Yarışma'ya katılan 447 eser arasında sergilenmeye değer görülen 87 eserden biri de bana ait olup resimler 25 Eylül-7 Ekim tarihleri arasında Beşiktaş'taki Askeri Müze'de sergilenecektir.
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kahveci : Neslihan Güzel EDEBİYAT KERVANI |
|
Yazmaya başlamak, her zaman ki gibi sancılı oldu yine. Nereden başlayacağımı bilemiyordum. Bir boşluk vardı önümde, beni korkutan, ürküten kocaman bir boşluk. Edebiyat denizi o kadar büyüktü ki, insan kulaç attıkça yol bitmiyor, tam tersine daha da derinleşiyordu.
Yazmaktan korkuyordum, ya da yazımın yarım kalmasından, bu yüzden sözcüklerle savaş halindeydim. Bu savaşta kelimeler benden kaçıyor, bense onları yakalayıp yerlerine koymak için mücadele ediyordum. Doğru kelimeleri, doğru yere koyma savaşıydı bu.
Korkudan başlayamıyordum yazmaya. Işıkları kapatıyordum, dış dünya ile bağlantımı koparmak için. Kendime yeni bir dünya yaratmak, bu dünyanın kahramanı ben olmak için.
Bazen, sadece seyirci olarak kalıyordum bu dünyaya, kahramanları yaratan ve onlara rollerini paylaştıran bir seyirci. Kendi kafama göre kurgular yapıp, okuyucuyu bu sahnede yaşatan.
İlham beklerim yazabilmek için, onun sayesinde yeni eserler yazarım. O bir araçtır, başlamam için yazıya. Sonrası ise çetin bir savaş. Benin kelimelerle olan savaşım. Ben avcı olurum onlar ise av, satırların üstünde kovalamaca oynarız saatlerce.
Yazdıkça kolaylaşır iş, her yazıdan sonra, daha bir rahat yazmaya başlarsın. Artık işin ustası olmuşsundur. Kelimeler sanki kendiliğinden yerlerini bulur.
Sense her yazıda biraz daha tükenirsin. Erir bedenin, ruhunla beraber.
Gecenin o karanlığında herkesin uyuduğu saatlerde, çetrefilli düşüncelerle boğuşursun, sabahın ilk ışıklarına kadar. Gece ve yalnızlık ayrı bir âlemdir senin için, yaratman içinde bir fırsat. Sanki başka birisi olursun bu zaman zarfında. Sabahki insan gider, onun yerine daha hırsı, gerçekleri arayan, kendini oluşturma çabasında olan, başka bir insan oluverirsin. Belki de sabahki sakinliğin, masumluğun kalmaz gecenin karanlığında. Bir savaşçı olursun, bütün silahlarını kuşanmış, ilhamı da yanına almış, hedefe doğru koşarsın, bazen ne kadar yorgun düşsen de, tekrar tekrar aynı mücadeleye devam edersin. Çünkü bir hastalıktır yazmak tedavisi olmayan.
Her yazında başka bir menzile koşarsın, başka kahramanlar yaratırsın kendine. Kimi zaman kendinden bir parça katarsın romanına, hikâyene. Aileni, çocukluğunu, aldatılmışlığını anlatırsın, gözyaşlarını da kâğıdın üstüne dökerek.
Yarattığın insanlar, senin kişiliğinle bütünleştirir, bazı zamansa hiç sevmediğin bir karakter çıkan senin karşına, aslında onu yazmayı hayal bile etmişsindir, ama öyle gelişmiştir olaylar. Edebiyat sonsuz bir boşluktur, engin bir denizdir, seni nereye götüreceği hiç belli olmaz. O gün seni, o kahramana götürmüştür ilham, ona can vermişsindir kaleminle.
Yalnızlaştıkça, daha çok hüzün kaplar bedenini, ilham seni daha çok sever. Kapını çalar sık sık. Daha iyi eserler yaratırsın böylece. Yalnızlık, Tanrılaşmaktır bir ölçüde, yeni eserler yaratabilmektir.
Her zaman böyle olmaz tabiî ki bu, işler yolunda gitmez bazen. Kızarsın, yazdıkların hoşuna gitmez, siliverirsin satırları, baştan denersin yazmayı. Ya da yazdıkları fırlatır atarsın. Kahramana kızarsın bazen, onu yataklara düşürürsün, o da yetmez öldürürsün. Böylece alırsın intikamını.
Kısacası edebiyatın planı yoktur, şöyle yapayım, böyle yapayım diyebileceğin, masanın başına oturunca başlar her şey. Bazen olur ki, senin kafanda yaratmak istediğinden başka, farklı kurgular oluşur, sen de anlayamazsın, neden böyle oldu diye düşünürsün. Bazen rötuşlar yapar düzeltirsin, bazense böyle olması gerekiyormuş der, olduğu gibi bırakırsın her şeyi.
Yazmak böyle bir şeydir işte, hesabı kitabı olmayan, plansız işleyen, bazense senin bile tasvip etmediğin, kişilikte kahramanlar ortaya çıkaran, sonsuz bir boşluk.
Sense, kulaç ata bildiğin sürece varsındır, bu dünyada.
Her yeni eserden sonra, biraz daha tükenmiş olarak sabaha uyanırsın. Ve sonra bu kahramanlar, sabahın ilk ışıkları ile beraber ölürler. Sense daldığın bu derin âlemden uzaklaşır, hayata dönersin. Sonra başka bir gün tekrar, yıktığın, öldürdüğün kahramanlardan yeni kahramanlar oluşturur, onların külleri ile yeni biri esere can verirsin.
Ve bu döngü böylece devam eder gider, edebiyat kervanında…
Neslihan Güzel www.neslihanca.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Ölünce hepsi ölmüş oluyor…
Doğudaki terör olaylarının arttığı şu günlerde hemen her gün bir siyasi açıklamada bulunarak terörü lanetliyor. “Biz iktidar olsak hiçbiri olmaz”lar genelde kulaklarımıza çalınanlar…
Terör olayları ile yaklaşık 25 yıldır bu ülke mücadele içinde. Geçtiğimiz aylarda “Doğusu Batısı Yok” adlı yazı dizimde mürekkep yettiğince size bu iki bölge arasında sadece coğrafi bir farklılık olmadığını anlatmaya çalışmıştım…
Bu işin doğusu batısı yok yine söylüyorum…Ölene kadar farklı şeyler olabiliyor ama ölünce hepsi bu ülke insanı işte…
Barıştan ziyade devamlı kavga ve savaş yandaşı olanlar var…
Ölüyorlar siz orda umarsızca egolarınızı tatmin etmek adına bilinçsiz yorumlarda bulunurlarken onlar kefenlere sarılıyor.
Ölünce bütün insanlar ölmüş oluyor.
Kimi şehit oluyor,kimi terörist,kimi cennetlik kimi cehennemlik…
Ama ölünce hepsi ölmüş oluyor.
Hepsi nefes alamıyor bir daha….
Hepsine üzülenler,ağlayanlar, ağıt yakanlar oluyor…
Barış isteniyorsa fesatlık yapmamalı insanın kimliği,uyruğu,ana dili,resmi dili gözetilmemeli…
Altında art niyet aramak yanlış bir zihniyettir…
Ölünce tüm insanlar kefenle uğurlanıyor…
Kiminin namazı sabah ezanında kılınıyor utançtan, kimi al bayrağa sarılıyor…
Ama ölünce hepsi ölmüş oluyor…
Barışlar güvercin kanadına yazılır,zeytin dalı ile ifade edilir…
Barış istenirse art niyet aranmaz…
“Neden TSK operasyon düzenleyecekken bu mektup yazıldı ve yayınlandı” diyenlere sesleniyorum…
Sana diyorum veya sana hanginiz herhangi bir barış isteminde art niyet arıyorsunuz işte ona diyorum…
TSK’nın düzenleyeceği operasyonda seninde kardeşin, abin, sevgilin, eşinde… çarpışıyor. Ve bu mektup bir kez daha yayınlansa şehit olmayacağı kesin, yani çatışmaya girmeyecek.
Cudi dağı teslim edilecek bize Türk Bayrağını öpüp başlarına koyacaklar…
Hepsi eve dönüş yasası ile dağdan inecek…
Eşit hizmet gidecek….
Ne dersin…?
Hala yayınlamayalım mı mektubu,bende sileyim istersen yazımı yazmayayım,barış istemeyelim mi?
Ölünce herkes ölmüş olur ötesi yoktur. Kiminden utanır herkes “düşman” der sabah kılarlar namazını öyle gömerler sessizce…
Kimi bayraklara sarılır…
Ama ikisine de ağıt yakılır…
İkisi de bu ülkenin insanıdır…
Aralarındaki fark biri kandırılmıştır…
Adi şerefsizler kandırmışlardır dağa çıkarmışlardır. Kardeşini vurması için silah vermişlerdir eline…
“Genç ölümler dursun…”
Hepiniz elinizi vicdanınıza koyun bitsin bu kavga. kardeş o çocuklar hepsi kardeş… Aynı bayrak altındalar… Ya da olmalılar…
Farklı gözlerle bakmayın, kendi saçma sapan zihniyetlerinizi bir kenara bırakın istenilen tek bir şey var “BARIŞ”
Ana dilleri farklıymış…
Çocuk ne yapsın anası öyle öğretmiş…
Ama dağa başkaları çıkarmış,dış güçler,emperyalist zihniyetler,ülkeyi parçalamak isteyenler,bu manzarayı görünce her şehit cenazesi gelince keyiften avuç ovuşturanlar dağa çıkardı...
Bizim görevimiz bu ülkenin kutsallığını anlatmak onları tıpkı bir psikolojik terapiden geçirerek aşağı indirmek…
Ötesini bilmem. Kim Türk’müş, kim Kürtmüş, kime anası hangi dili öğretmiş. Ana dili neymiş,hangi dili daha akıcı konuşuyorlarmış beni ilgilendirmiyor…
Ben her şehit cenazesi geldiğinde,birazda kendimi sorguluyorum yine bir kardeş ötekini niye vurdu diye…
Nasıl bu kadar çaresiz kaldık ki dağa çıkarırlarken seyirci olduk diye kızıyorum…
Sonra bunlardan da geçiyorum,olan olmuş diyorum ama boş vermişlikle değil çare arıyorum…
Aklıma gelen şey öyle farklı bir şey olmuyor bende tek çözümü söylüyorum “BARIŞ” istiyorum yani…
Daha genç yaşında sılada sevgilisini bırakıp ta ölmesinler artık…
Ölünce hepsi ölmüş oluyor…
Sevince hepsi sevmiş oluyor…
Barış olunca en güzel gün doğuyor…
Güneş daha istekli parıldıyor…
Güvercin kanadındakini taşımaktan sıkılmıyor,zeytin dalları daha özgür büyüyor ve sembolleri aşmış bir somutluğu dile getiriyorlar gururlu sarılıp toprağa gökyüzünde daha gururlu uçuyorlar…
Barışta art niyet aramayın, destek verin yeter…
Temirağa Demir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
[Henüz Oylanmamış] 0 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
ORGANİK TARIM İYİ BİR ŞEYDİR
Bir organik gazı verdiler, millet Robinson Cuma tribine girdi. Market raflarında organik ürünler tuzlu fiyatlardan satılmaya başlandı. Sulama ve bakım bilgisini zirai ilaç bayilerinden öğrenip küçük bahçelerinde organik tarım yapmaya çalışan bayanlar başlı başına akademik tez konusu…
Bence asıl neden kimyasal bulaşmamış ürün tüketmekten çok , ilkokulda bizlere kazandırılmamış olan hobi edinme becerisi ve çocukluğumuzda sorulan ıssız adaya düşme sorularının alt bende kalan kalıntıları…
Çernobil felaketinden sonra okullarda öğrencilere bedava dağıtılan fındığı yiyen bir kuşağın bu denli organik tarım merakı düşündürücüdür…
Ahali, pazar yerinde açıkta satılan kanatlı hayvan ürünü sucuğa 2-3 ytl verip, marketlerdeki organik ürünün kilosuna 12 ytl veriyorsa bir bildiği vardır…
Yeni Moda
Ülkede neyin ne zaman moda olacağını kimse bilemez. Bir araştırmacı son on yılda bu ülkede moda olanları araştırmaya kalksa, araştırma sonuçlarına şaşıracaktır. Toplumun beğenisi ve arz talep dengesi her dönem farklı olmuştur.
Vaktiyle ahali kışlık gömleğe meyletmişti. Kışlık kumaştan yapılan kare gömlekler çok moda olmuştu. Bu modanın sonunda , mağaza önlerinde akşam vakti taklit gömlek satanlar kendi mağazalarını açtılar…
İlerleyen dönemlerde solo test zeka oyunu moda oldu. Delikli bir platformun üzerine dizilen piyonlarla oynanan bu oyunda, bir delik boş bırakılıyordu. Üstünden atladığınız piyonu alma kuralıyla oyunu oynar, oyun sonunda platformda kalan piyon sayısına göre zeka seviyenizi belirlerdiniz. Oyun kutusunun içindeki kağıtta zeki, başarılı, aptal gibi tanımlamalar yapılırdı. Üstelik bu karakterlerin resimleri de basılmıştı. 9 piyon bırakan aptal resmi, kafasına plastik huni örtmüş sümüklü bir adamdı. Bir piyon bırakan bilgin karakteriyse, bugün üçüncü evini alan demir yollarından odacı emeklisi apartman yöneticimiz İlhan amcaya benzerdi…
Bir dönemde çim adam moda oldu. Üreticiler ilan verip kiloyla eski bayan kilotlu çorabı satın aldılar. Çorapların içine talaş tozu koyup, üstüne çim tohumu attılar. Çorabı bağladıktan sonra insan kafası şekli verip plastik göz ve burun taktılar. Çim adamı satın alan ahali, adamın kafasını suladı. Çıkan çimleri makasla degişik biçimde traş edip, içinde gizli kalmış berber ruhunu doyurdu. Özal mirası villa(muhafazakar kesimde "vılla" ) alışkanlığımızın yan ürünü peyzaj merakı çim adama dayanır…
Bilinçli Ziraat, Bilinçli Ziraatçı
Üniversite eğitimimi ziraat alanında aldım. Benden iki kuşak sonra okula başlayan arkadaşlarla mezun olsam da alanımı seviyorum…
Okul döneminde mitolojiye ve muhabirliğe merak sardığımdan okula uğrama fırsatım pek olmadı. Tembel bir ziraatçı olmasam da, teorik bilgim iyi sayılmaz. Teori unutulur gider ama pratik kalıcıdır düşüncesiyle alanıma balıklama atladım…
Okulun ilk zamanlarında derslerime düzenli olarak devam ediyordum. Sürekli pratik bilgiler okuyor, sebze meyvenin Latincesini ezberleyip sınavlara giriyorduk. Hocalar dahil toprakla iştigal olan yoktu. Doktorasını, çilekte tuz stresi üzerine yapan hocamızda hayatta eline çapa almamıştı. Zaten alsa da toprak incinirdi…
Teorik bir gerginlik içinde yaşarken imdadıma bağcılık dersi yetişti. Arkadaşımla, derste öğrendiğimiz şarap markalarını piyasada aramaya başladık. Ev arkadaşımın ve benim degüstatör damağına sahip olmamız o dönemin eseri…
Organik tarımın bu denli moda olmadığı dönemlerde organik ürün yetiştirdim. Dokuz senelik üniversite hayatından sonra şehir yaşamından bıkıp çiftçilik yapmaya başlayan bir abim vardı. İki seneden fazla süre yetiştirdiği tek ürün hıyar olduğundan, kendini hıyar ağası olarak tanımlardı. (Not:Yeri gelmişken tarihi bir yanlışı düzeltmek isterim. Sizlerin salatalık dediğiniz ürünün gerçek ismi hıyardır. Salatalık, salata yapmak için kullanılan malzemeye verilen isimdir. Hıyarın adını kötüye çıkaran aklı evvelleri kınıyorum)
Uzunca bir süre hıyar yetiştirdik. Tohum ekiminden, hasat sonrası paketlemeye kadar her alanda çalıştım. Üstelik çok keyifli zamanlar yaşadım…
Hıyarlada yetinmeyip Osmanlı çileği yetiştirdik. Osmanlı çileği küçük ve kokulu olur. Meyve eti yumuşak ve aromalıdır. (Bkz:Tutti furutti de çin çin dedikten sonra meme ucunda çilek resmi olan abla)
Organik tarımın önemini kavrayışımda bir nusubetten sonra olmuştur. Millet okulda Latince isim ezberleyip not alırken ben traktör kullanmayı bile öğrendim. Ama ne tesadüftür, o sene mekanizasyon dersinden kaldım…
Arkadaşımla birlikte hem bir şeyler öğrenmek hem de cep harçlığımızı çıkartmak için yevmiyeci olarak çalışıyorduk. Tarladaki saman balyalarını traktöre yükleyip taşıyor, sonra depoya istif ediyorduk. Saman deyip geçmeyin, kışın saman fiyatları tavan yapıyor.
Sezonu gelince ilaçlama işine bulaştık. Domates tarlasında ilaçlama yaptık. Traktörün arkasına takılan son teknoloji ilaçlama makinesine kimyasalı attıktan sonra sulama kanalından su çekiyorsunuz. Makine karışımı kendi hazırlıyor. Traktör tarlada yavaşça ilerlerken iki kişi ilaçlama hortumuyla domatesleri ilaçlıyor. Açık alanda ilaçlama yapıldığından birbirine paralel ilerleyen ilaçlamacı, diğer ilaçlamacının hortumundan çıkan ilaca maruz kalıyor. Rüzgar ilaç taneciklerini taşıyıp derinize temas ettiriyor. O günün gecesi organik tarımın önemini anladım…
Çalışırken çok yorulmuştum. Akşam eve zor döndüm. Şekerleme yaparken uyuyup kalmışım. Sabah feci bir karın ağrısıyla uyandım. Duş almamanın bedelini kötü ödedim. Sadece uyuduğum zaman karın ağrısı hissetmiyordum. Dört gün kadar bol su ve yoğurt talimi ettim. Dördüncü gün sonunda evden çıkabildim. Organik hıyar yetiştirdiğimiz yere gittiğimde birkaç arkadaş günlük hıyar hasatını bitirmiş, tuzlamış taze hıyarı meze yapıp soğuk biralama yapıyorlardı. Bana da ikram ettiler. Biralama yaparken tuzlu taze hıyar yedim. Karın ağrım geçiyordu ve çok terliyordum. Bünye bira ve hıyara bayılmıştı. Lokman hekim şifası vardı…
Ben tüm bunları yaparken sınavlar oluyor, okunan sınavların sonuçları açıklanıyordu. Çoğu dersimin sonucu kırıktı. Sınav kağıtlarında yazdığım cevaplar puan getirmiyordu. Okula en çok öğle yemeği vakti çıktığım için şaşıracak bir durum yoktu…
Mesleki İngilizce isminde bir dersimiz vardı. Zirai ürünlerin İngilizcesi öğretilir, sınavda ise bir çiftçinin yaşadığı olaylar verilir, İngilizceye çevirmemiz istenirdi. Benim İngilizcem Mrs. Brown ın seyahat maceraları seviyesinde olduğundan yaptığım çeviriler anlamsız olurdu. Bu derse notu bol olan, Berlin duvarı yıkılmadan önce Almanya'da ziraat eğitimi almış çalışkan bir hoca girerdi. Almanya'da kalsa ülkenin yarısı onun olabilirdi ama o ülkesine olan borcunu ödemeye çalışıyordu kendince. Çevirilere bir anlam veremediğinden beni yanına çağırdı. Diğer sınavlarımın sonuçlarına da göz atmış. Konuşmamız sırasında parlak bir öğrenci olduğumu anlamış. Sınav kağıtlarına yazdığım bilgilerin reel hayatta öğrendiklerim olduğunu söyledim. Bu gayretimi takdir etmiş olacak ki , diğer hocalara benim çokta tembel bir öğrenci olmadığımı anlatmış. Dersleri biraz toparlayabildiysem bu hocam sayesindedir…
Okulun son zamanları arkadaşlar hocalardan referans mektubu alma gayretindeydi. Bana referans verecek bir hoca yoktu. Mesleki İngilizce hocam öğüt vermişti sadece;Küçük bir alanda tarımla uğraşıp birkaç koyun yetiştirirsem çok mutlu olurmuşum…
O dönem çalışkan olan derece yapmış arkadaşların çoğu halen işsiz. Referans mektubu alan bir arkadaş uluslar arası bir firmada 300 ytl maaşla çalışıyor. Kimide sorumlu yönetici oldu.
Sorumsuz Yönetici
Birkaç yıl önce çıkan bir yasaya göre gıda işletmeleri sorumlu yönetici çalıştırmak zorunda kaldı. Buna en çok sevinen kesim, istihdamın sınırlı olduğu ziraat ve gıda mezunu arkadaşlar. Simit evi, pastane vb. işletme bulup diplomayı kiralıyorsunuz. İşletme sahibiyle notere gidip sözleşme imzalıyorsunuz. Ürünün hijyenik ortamda üretilmesinden çalışan elemanların tırnak uzunluğundan ve imalathanedeki hamam böceklerinden sorumlu oluyorsunuz…
Başarılı bir arkadaş iki ayrı işletmenin sorumlu yöneticisi oldu. Ayda bir gidip parasını alıyor. İş yerine sabah vakti gittiğinden kahvaltısını da beleşe getiriyor. Parasını aldıktan sonra hayırlı işler ve bol güneşler dileyip, sorumlu yönetici olduğu diğer işletmeye tahsilata gidiyor…
Bir gün bu işletme ilkokula yemek satmış. Öğleden sonra çocuklar birer birer hastaneye başvurunca olayın toplu zehirlenme olduğu anlaşılmış. Sorumlu yönetici arkadaşın davası halen sürüyor…
Ziraat Meteoroloji ilişkisi
Topraksızlar sınıfından olsam da ziraatçı olduğumdan tarımın olmazsa olmazlarını iyi bilirim…
Büyük zirai işletmelerde, çiftliklerde, tarlalarda, büyük seralarda geçer çiftçinin hayatı. İnsani gereksinimlerini de çalıştığı yerde bulundurmak zorundadır bu insanlar. Son dönem tarım fuarlarında satılan traktörlerde klima, vcd, mp3 çalar bulunması bundandır.
Bizim ülkemize has olan, tarla sürerken traktörün yanına oturttuğu çocuğunu ezme kazalarını bu güne değin ne sosyoloji ne ziraat bilimi çözememiştir…
Tarımla uğraşan insanlar meteoroloji den faydalanmak zorundadır. Yetiştirilen ürünün istekleri, kış ve ilkbahar donlarından korunup tedbir alabilmek için tarımla uğraşan insan meteorolojik verileri günü gününe takip etmelidir,
Vaktiyle bizim kaldığımız kasabada meteoroloji memuru Salih abi vardı. Kendisi gönül insanıydı. Kimseye kötülük ettiği görülmemişti. En sevdiği şey, çakır kafayla seyyar radyosunu alıp vespa motoruyla gezinmekti. Rivayet edilirki bir gün Salih abi çakır kafayla vespa motoruna binmiş. Radyoda sevdiği bir parça çalıyormuş. Yayın bozulur korkusuyla ilerlediği istikamette devam edip kavak ağacına bindirmiş. Çakır kafayla motoru durdurmayı akıl edememiş zaar…
Kasabanın güzel insanı Salih abi atmosferde meydana gelen olayları incelerdi kendince. Bunun içinde belediyenin önünde duran basit meteoroloji araçlarını kullanırdı. Yağmurlu bir gün Salih abi belediyenin önüne gidip metrekareye düşen yağmur miktarına bakmış. Değişik hesaplamalar yaptıktan sonra, Göksu'nun kolunun Silifke de taşacağını ve sel baskını olacağına hükmetmiş.
Alel acele postaneye gidip Silifke kaymakamlığına telgraf çekmiş. Silifke'ye sel geleceğini önceden haber vermiş. Silifke'deki tüm birimler harekete geçmiş. Göksu çevresindeki tüm çay bahçeleri kapatılmış. Halk anonslarla uyarılmış. Tüm tedbirler alınmış ama sel gelmemiş.
İki gün sonra Salih abiye bir telgraf gelmiş; "Telgrafın geldi ama sel gelmedi"
Telgrafı alan Salih abi yeni bir ölçüm yapmak için belediye önüne gitmiş. Metrekareye düşen yağış miktarını anlamak için kurulan aletin içine muzip çocukların çiş ettiğini anlayınca yeni bir telgraf çekip selin gelmeyeceğini bildirmiş…
Görkem Yanık
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : M.Hakan Ayyıldız Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 6.869 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
AN
İçimde bir Mayakovski çığlığı
Gömleğini giyiniyor bulut
Picasso elleri kan revan içinde
Elleri boylu boyunca yüzümde
Varna'da Nâzım yarım sigara
Koca bir vapur mendil cebinde
Vera/memleketim nerede
Savuruyor gecenin düşlerini
Kırık pencereden ıslık çalarken rüzgar
Cem ERDEVECİLER
Yukarı
|
Çizen: Semih Bulgur Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Eğlenceli bir oyun "pasaparola". Size verilen süre içerisinde sorulara yazılı olarak cevap vereceksiniz. İpucu sadece cevabın baş harfi. http://www.kelepce.com/oynat/10110/Passaparola.htm kısayolundan bu oyuna ulaşabilir ve hatta bilgisayarınıza indirebilirsiniz.
İnternet ortamında sözlük bulunması genellikle çok işimize yarar. Size verdiğim bu kısayoldaki sözlük sayesinde Türkçe - Almanca - İngilizce sözcük karşılıklarını bulabileceksiniz. http://www.supersozluk.com/ Sayfanın sağ üst tarafındaki Türk bayrağına tıklarsanız, sözlük seçenek sayfasına ulaşabilirsiniz.
Son zamanlarda ciddi anlamda bir sudoku merakı başladı. Etrafımdaki bir çok arkadaşım gazetelerin sudoku sayfalarını büyük bir heves ve zevkle bekler oldu. Sizde sudoku meraklısı iseniz http://www.websudoku.com/ kısayoluna girip çözmeye başlayabilirsiniz.
Internet'te her bilgisayarın bir IP (Internet Protokol) adresi vardır. Tipik bir IP adresi, noktalarla ayrılan dört rakamdan oluşur; örneğin, 212.156.4.20. Bir bilgisayarın IP adresi varsa, Internet üzerindeki tüm bilgisayarlar bu adresi kolayca bulur. Yani bir sitenin IP adresini biliyorsanız, Web tarayıcınıza bu adresi yazarak da bağlanabilirsiniz. Kendi bilgisayarınızın IP adresini öğrenmek için http://www.whatismyip.com/ Ya da kendi IP adresinizi, Internet'e bağlıyken Windows'ta Başlat*Çalıştır satırına winipcfg yazıp Enter tuşuna basarak öğrenebilirsiniz.
http://www.hakia.com
Bomba gibi bir arama motoru geliyor. Ve bunun bizler için bir başka önemi daha var. Hakia nın kurucu bir Türk, Dr. Rıza C.Berkan. Diğer arama motorlarından farklı olarak anlam tabanlı bir yapı oluşturuluyor. Örneğin "Yarın hava nasıl olacak?" diye soru sorup anlamlı cevap ve adresler bulacaksınız. Şu anda %40 kapasiteyle çalışıyor. gerçek servise girişi Sonbahar olrak planlanıyor. Eğer başarılı olursa gurur duyacağımız bir olay olacağı muhakka.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|