|
|
|
28 Ağustos 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : NBA'e selam olsun!.. | İyi haftalar,
Çok güzel bir hafta sonuydu. Cuma akşamı iki güzel arkadaşımızı birbiriyle nişanladık, Cumartesi günü olmazı olduran basketçilerimizi zevkle, hop otura hop kalka seyrettik. Hatta araya Formula 1'in sıralama turlarını sıkıştırdık. Pazar günü gidemedik ama o muhteşem motor gürültülerini ekrandan duyduk. Hepsi çok güzeldi gerçekten. Ama şu yandaki gençleri bir başka yere koyuyorum. Yürekle hareket edildiğinde neler yapılabileceğine çok çarpıcı bir örnekti hepsi. NBA patenli yıldızlarımızın olmayışı bence çok işe yaradı. Kısaca NBA'e selam olsun, şu gençlere helal olsun. Salı günü ne olursa olsun hiç umurumda değil artık.
Bir yürek ferahlatıcı haberde Atatürk Orman Çiftliğinden geldi. Kebapçıları bakana düşman eden muzip piton Pakize bulundu. Ankara kazan millet kepçe
Pakize'yi kebapçılarda ararken, hasbam bir serin köşecik bulmuş şekerleme yapıyormuş meğerse. Beş metre yetmiş kiloluk pitonun da şekerlemesi böyle uzun sürüyormuş demekki. Bulundu rahatladık, haydi Ankara'lılar hücum kebapçılara!..
Asıl konu Lübnan biliyorsunuz. Hani şu gitsek mi gitmesek mi yoksa sarmısaklasak da mı saklasak diye fallar açtığımız ciddi olay. Ama her olay gibi buna da fıkra gözüyle bakıp kahkahalar attığımızdan, elle tutulur bir dış politikamızın olmamasından, varsa da ne olduğuna akıl sır erdiremediğimizden bir köşede kalıp seyirci olmayı yeğlediğimiz gerçek. "Bölgenin en güçlüsüyüz." "Var mı bize yan bakan?" "Oranın şerifi benim size ne oluyor?" diye yedi düveli oyalamaktan başka birşey yaptığımız var mı sorarım. Onun asıl gerekçeleri nedir bilmiyorum ama samimiyse epeydir ilk defa bir konuda Tayyip Bey'le hemfikirim. Hiç vakit geçirilmeden askerimiz oraya gitmeli. Barışı savunmak, demokrasiye sahip çıkmak, her durumda iyi ve sağlıklı ilişkiler içinde olmamız gereken Lübnan, İsrail, Filistin'in varlığını ve gerçekliğini bir diğerine anlatmak için orada olmalıyız. Bosna'ya, Somali'ye asker gönderirken çekinmeyen devlet, asıl olması gereken yerde gene olmazsa bunun hesabını ileride vermekte zorlanır. Lafla peynir gemisini yürütmeye daha ne kadar devam edebileceğimizi iyi düşünüp ona göre karar vermeliyiz. Bu gidişi Irak'a asker göndermekle bir tutmaya çalışmakta bir o kadar yanlıştır. Ama tutanlar bunun zaten farkındadır. Bu konuda söyleyecek şeylerimiz olmalı. Biraz daha düşünüp tartışalım bari, ne dersiniz?
Gelin haftaya Simon & Garfunkel'dan hoş bir şarkıyla başlayalım, Cecilia. Hepinize dolu dolu geçecek bir çalışma haftası diliyorum. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
"büyüdüm" dememe gerek yok anne!
Büyüdüm dememe gerek yok anne!
Sen sadece kanatlarını tut güvercinlerin, çam tepelerinde bir yuvan olsun ve aşk olsun, can olsun, canan olsun. Düşlerimden fırlayıp düşen önüne… Ben olsun anne, unutulmuş, bütün köşe yastıklarından kokusu gitmiş "ben" olsun anne… Mavi bir denizin beyaz köpüğüne meydan okuyan bir "ben" olsun, tüm yüreğiyle!
Kollarına koğuş sıkıştırılmış bir gencin kokusuydu, en belirgin uçurumlarda özgürce yuvarlanmak. Çimlerde yuvarlanmak istemek kötü kadın yapar mı insanı anne! Bir uçurum düşür gözlerine, bir uçurum anne… Ölümüne yakışacak ve kravat gibi boynuma taktığım bütün insanlığımı bul, yarınlara sığacak.
Büyüdüm dememe gerek yok anne! Zaten ona da inanmazsın…
Anne, sadece olmadığını hatırla gençliğimin bir avuç saatten gayrı. On sekiz yaşının yasallığını hatırla mesela, veya hayatta hiç etmemişken el aman… Hatırladıklarını bir daha hatırla… Sonra bir daha… Bir daha… Ve daha hiç el açmamışken Allah'a, o günahsız çocukluğumu da hatırla anne!!! Bir yakamoz sessizliğinde düşerken bahara…
Büyüdüm dememe hiç gerek yok anne! Hala küçüksün de deme… Ankara, İstanbul, sokaklar çürümüş ve bir insan hayatı soluyor boğuk duvarlar arasında; yüreğiyle dört duvara sığmaya takati kalmamış bir insan hayatı…
Ve varsa…
Ve varsa…
Ve varsa doğmadan daha, bataklıkta tek.
Büyüdüm dememe gerek yok anne! Hiç gerek yok. Ama bak; büyüdü ağlamak!!! Ben büyüttüm… Sen büyüttün… Babam büyüttü… Arkadaş dediklerim… Kahpe hayat…
Ama en çok "BEN" değil mi anne! Hep öyle dersin ya hani sen, hep öyle dersin ya anne!
Ne hayat bayat bir ekmek,
Ne de ekmek, kırıntıları kadar kutsal.
Büyümeden yaşamak…
Gül Çakır gulcakir9@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
[Henüz Oylanmamış] 0 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Durmak, Beklemek ve Geçmek
İnsanoğlu yaratıldığından bugüne hep bir arayış içinde oldu. Kimisi ne aradığını bilerek araştırdı, inceledi ve ulaştı aradığına, kimisi tamamen rastlantılar sonucu keşfetti aradığını. Sonuçta hiçbir zaman sonuca ulaşılamadı ama…
Her yeni buluş bir başka gereksinimi ortaya çıkardı o da bir diğerini tabi. Velhâsıl bulunanlar yeni olamadı hiçbir zaman ve olamıyor da. Hep başka şeylere ihtiyaç duyuldu kullanılmak için ya da basamak olmaktan öteye gidemedi bir sonrası için. Yenilikler her zaman güzel şeyleri getirmedi beraberinde de. Her yeniliğin hayatımızı kolaylaştırdığı da söylenemez. Belki bir önceki yeniliğin yaratmış olduğu sıkıntıyı hafifletti diyebiliriz.
Eskilere gidelim hem de çok eskilere ilk insanlara bakalım. İnsanları tehdit eden unsurlar bir elin parmaklarını geçmez. O zaman çok daha sık ve etkili olan ve şu anda olduğundan daha doğal karşılandığına emin olduğum doğal afetleri saymıyorum. Ağaçların arasında bulduğu ve daha önce hiç görmediği bir taşı çocuklarına göstermek üzere mağarasına götürürken karşısına çıkması olası zehirli bir hayvan ya da yırtıcı bir mahlûk belki de bir dinozor. Zaten o da en az onlar kadar yırtıcı o zamanlar. Kimin kimden korktuğu ya da kimin kim için daha tehlikeli olduğu da muamma yani. Hepsini canlı olarak kabul edip yorumlarsak o zamanlar aslanın ormanlar kralı, tilkinin de ormanın en kurnaz canlısı olma ihtimali yok bizim dedelerimiz ve ninelerimiz karşısında. Bize şimdiler de zamanının en vahşi en görkemli hayvanı olarak anlatılan dinozorlar da dedelerimizin bahçesinde kedi gibi yemek vermelerini bekliyorlardı eminim. Şimdi sirklerde aslanların kaplanların arasında yatan kişilere de el verilmiş olmalı atalarından vakti zamanında. Siz bakmayın arada bir çıkar haberlerde bakıcısını yiyen aslan kafesten kaçtı, ilacın etkisinin geçmesiyle sahibinin kolunu koparan timsah iğneyle uyutuldu diye, hayvan zaten bunalmış kafesin içinde geçmişini düşünüyor belli ki sen hala kurcalıyorsun orasını burasını, belli ki açığını arıyor işte.
Neyse insanoğlu hatayı en başında yapmış. Kendi sonunu baştan hazırlamış arayış içine girmekle. Ne aradığını bile bilmediği bir şeyi bulması dert olmuş kendi başına ve devamına. Tekerleği bulan adamın şu andaki trafik kazalarının muhakemesini yapıp bulduğu tekerleği gömmesini beklemiyorum ama bir gerçek var ki çok şık bir fayton hayali ya da son model bir arabanın da hayalini kurduğunu zannetmiyorum.
İnsanoğlunun hayatını kolaylaştırmak adına yeni arayışlara girdiğini tahmin edebiliyorum. Bireye indirgemek lazım bazı şeyleri anlamak için. Şu anda herkesin aklına gelmeyen şeyleri akıl eden cin fikirli dediğimiz insanlar o zamanlarda da vardı. Çalışkan, tembel, gözlem yapan, inceleyen, dağda taşta maymunlarla oynayan veya hiç bir şey yapmadan boş boş gezen insanlar. Şunu %100 söyleyebilirim ki tekerleği bulan adam sırtında her gün defalarca 50 kilo yük taşıyan biri değil ona uzaktan bakan boş biridir. Al bak sana ne yaptım, koy üzerine yuvarla işte her gün her gün iflahın kesiliyor, dün baktım da içim acıdı, senin için yaptım vallaha demiştir. Öbürü de reddetmiştir önce kesin, iş yapmıyor ya aklı sıra kendini affettirecek ya da mağaradakilere şikâyet etmeyeceğimi sanıyor diye düşünerek. Ve kâle bile alınmamıştır başlarda ta ki yıllar sonra belki de yüzyıllar sonra bunun gerçekten faydalı olabileceğini düşünen bir başka cin çıkıncaya kadar.
Ateşi bulan kendini öldürdüyse ateşin bulunması birkaç yüzyıl daha gecikmiştir , şayet kimse ne yaptığını görmediyse. Ben tek başına bulduğunu ümit ediyorum, yoksa eminim o da yanında kim varsa yakarak öldürmüştür, kendini de öldürmediyse akşam babası öldürmüştür zaten. Ya da akşam babası mağaraya almamıştır dışarıda yat da aklın başına gelsin diye. O da ağlayarak belki de pişmanlık içinde hayatta kalmaya çalışmıştır. Ta ki ondan biraz daha fazla kafası çalışan bir arkadaşı olum sen manyak mısın? Ha mağara ha ev, ne farkı var niye bu kadar takıyorsun, hem anlattığın şeyde çok ilginç bir daha yapabilir misin diyene kadar. Belki de bunu torunları yapmıştır benim dedem garip bir şey yapmış arkadaşını öldürmüş sonra da aile reddetmiş diyerek, umarım yanındakinin o garip şeyin ne olduğunu merak etmesi öldürülenin kendi dedesi olduğunu anlamasından daha önce olmuştur yoksa öğrenemeden o da yanındakini öldürüp etrafında dönmüştür.
Yani onlarda buldukları şeyin ilerde yine kendi soyunu katledileceğini, kaleler fethedeceğini, yaralar açıp yine bu yaraların ateşle dağlanacağını göremezlerdi. Ve yine eminim çok değil bir iki kuşak sonra konuşulanların bir tek ısınmak ve pişmiş et yemek için değer miydi bu kadar kayba dediklerini. Benim dedem çiğ yedi de ne oldu bilmem kaç sene yaşadı 3 hanım gömdü, eskiden ateş yokken nasıl ısınıyormuş insanlar canım, diye kendi aralarında sohbet ediyorlardır. Onlarında tıpkı bizim "eski toprak sağlam olur" dediğimiz gibi dedeleri için eski insanlar daha sağlammış dediklerini duyar gibiyim şimdi.
Yazının daha az badireli olduğunu düşünüyorum. Semboller, işaretler, taşla, toprakla derken toplumdan topluma değişerek kendi anladıkları dilde sistematik bir hale getirilmiş. Kesinlikle insanların, eli kalem tutan herkes gelsin diye yapılan bir çağrıya karşı arayış içine girdiklerini sanmıyorum. İnsanoğlunun birbirlerine karşı olan güven eksikliğinden başka bir şey olamaz. Çıkış noktasının bilgi biriktirmek amaçlı olduğunu düşünüyorum. Tıpkı alarmlı saatler yokken bir şeyi hatırlamak için saatimizi ters kolumuza taktığımız gibi orada da bir şeylerin daha rahat hatırlanması için kullanılmıştır başta dizilen taşlar konulan işaretler yerine. Daha sonra kullanım amacı yayılarak verilen sözlerin, yapılan anlaşmaların bir kanıtı olarak gösterilmiştir. Bence bir çeşit güven eksikliği, kendini yalandan da olsa garantide hissetme duygusu. Yoksa siz düşünebiliyor musunuz zamanımızda bile anlaşmaların hiçe sayıldığı bir dönemde, o zaman kim takar senin yazını. Evet yazmıştım şimdi yemeğim bitti, "ya yemek ver ya da seni yiyeceğim o kadar" demiştir eminim büyük bir kabile hasbel kader imza attığı bir yazıyı gösteren ufak bir kabileye.
Tekerleği, ateşi, yazıyı ve diğerlerini bulan insanlar ya da toplumlar kestiremediler olacakları. Anlatamadılar gerçekten kullanım amaçlarının sadece çok basit olması gerektiğini. Sakın aklınıza bunların sağladığı kolaylıkları getirmeyin. Tekerleğin amacı ağır bir yük taşımak ya da bir yere hızlı ulaşım sağlamaksa koymayacaksın topun altına, zehir taşıyarak, silah taşıyarak sevkıyat yapmayacaksın üzerinde, ya da ezmeyeceksin kimseyi tankların altında meydanlarda. Ateşle de oynamayacaksın çok fazla hem kendini hem başkasını yakarsın. Madem kangren olmuş bir kolu dağlayacaktın niye önceden yaktın derler adama sonra. Çiğ et yiyip ateş olmadan ısınmaya çalışan insanlar senin şimdi yaktığın ormanların içinde yaşıyorlardı. Ormanın sesini dinleyerek büyüdü binlerce kuşak, ağaçlarla, kuşlarla konuşularak bir sonraki günün planları yapıldı hep, sen şimdi onların taşıyla onların kuşunu vuruyorsun kendinden sonrakileri de yakıyorsun…Olmadı!.. Yalnızca önünü görmek ve ilerlemek için kullanacaksın, yanındakileri yakmadan. Üstüne tutmadan, sadece önüne tutacaksın ateşi.
İlk baştaki kullanım amacından sapmamalıydın yazıyı da kullanırken ama yapamadın yine. Yazdın çizdin bir türlü nokta koyamadın. Ne kadar çok virgül koyarsan o kadar çok çıkmaza girdiğini ve giriyor olduğunu göremedin göremiyorsun. Bir sonraki kuşakların ve toplumların ölüm fermanını imzalamaktan başka bir şeye yaramadı yazıda. Ortak bir dil olmasaydı eminim şu anda dünya nüfusu çok daha fazla olurdu.
Tek bir nedene bağlanamayacak bu vahim durumun temeli ne diye sorsalar, vereceğim cevap, güvenlik kaygısı, düşmanlıklar, uzun dönemli planlar, uygulama hataları, hatalı stratejiler, idealler falan olmazdı kesinlikle. Hiç düşünmeden en iyisini alma isteği derdim. Ne yaparsak yapalım hep iyisine yöneliriz farkında bile olmadan ve bilmeden neyin en iyi olduğunu. Bizim için en iyisi bu olmalı mantığı. Yok böyle bir şey, olmadığını da defalarca yaşadın yaşıyorsun. İyi de kötüde görecelidiri sadece lafta bırakıyorsun hep. Tarihte birçok kez karşımıza çıkmıştır kendi zamanında kötü olduğu düşünülerek alınan kararların iyi sonuçlar doğurabileceği de. Görmek lazım her şeyden önce kötüyü uygulamanın da senin için daha iyi olabileceğini. Dedelerin en güzel, en büyük hayvanı avlayarak yemeğe başlasalardı nesil sana gelene kadar çoktan biterdi; vermezdi çünkü bir daha ne koyun ne inek ne de geyik etini, sütünü…veremezdi. En güzel ağaçlar, bitkiler en sonraya bırakılmış ki vermeye devam etmiş hala da veriyor. Samimi olmak lazım önce kaynaklara. Arayışlar, öğrenmeler, buluşlar bir yerden sonra zarar veriyorsa, duracaksın o zaman kırmızı ışık yanmış gibi.
Ya da bekleyeceksin en azından ortamın durulmasını sağına soluna bakacaksın gelen giden var mı diye, hem niye acele ediyorsun gördün bir kere , istediğin zaman yeşili yakmak senin elinde yakabiliyorsun.
Aybars Erdemli
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
[Henüz Oylanmamış] 0 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci : Hürol Balakoğlu |
ADINDAKİ GÜL, GÜNEŞE SERİLİ
" Gülümüz kurursa güneşte sevgili,
Bir o ak saçlı deli yanar bize..."
'Şemsiyenin altına gel.' demiştim sana, 'Yanacaksın.'
Hırçın bir çocuktun, söz dinlemezdin; kumları mor bir ateşe dönmüş sahilde yangına, güneşe koştun.
En eski, en cömert dosttur güneş ve en çok da dostları yakar insanı. Adındaki 'Gül' kurudu güneşte, yandın.
Sen, acınla kıvranırken sana kızamadığımdan, güneşe kızdım. Sorguladım, dostluğunu, cömertliğini...
Bir şezlongta yanıklarına rüzgar sürdüm. Güneş dosttur ya, ben aramıza hasır bir şemsiye koyup, korudum seni dostun gazabından.
Tutulduğum sevda nöbetlerinde, odamla arasına perde çekerek bir kez daha yapmıştım bunu. Sabah, bir işkence tezgahına dönüştüğünde yüzünün ilkbaharına, adındaki 'Gül' e koşmuştum, kanayan yerlerimi saklayarak.
Bedeli ağır ödenmiş bir aşka dair kaygılarımdan beslenen içli yağmurlar, aşka ihanet sandığım 'uyku' kadar önemli değildi senin için. Ve sen her uyuduğunda cinayetim işleniyordu başucunda, sessiz sedasız. Sahipsiz bir leş oluyordum. Sığıntılaşıyordum, çölleşiyordum, güneşe pervane...
Duymuyordun, duysan şemsiyenin altına gelirdin. Yanmaya gittin; oysa senin teninde yanan bendim.
Bilirsin, sana hep mavi düşler dilerim, mavisiz uyutmadım seni hiç. Bir tülün dar aralıklarından şımarıkça odana süzülen arsız günışığı, yüzünde okyanusa dönüşen maviyi besleyip doyursun diye...
Düşlerini boyadığım Kapadokya güneşliydi, anımsıyorum. Mavi bir balondan Peri Bacaları'nı seyretmek, peri olmak demekti senin için. Güneş, kızıla dönerken; kırmızı, sonsuz bir şal oluyordu omuzlarının ardında. Öyle olağanüstü bir vakitte olmalıydı, gülüşlerine gömüleceğim cenaze törenim. Sahi, insan en çok neden mutluluktan uçtuğu günlük güneşlik anlarda ölmek ister Gül?
Şemsiyenin altına gelsen yanmazdın, sınadın aşkı, gelmedin; yandın, yandık.
Eyfel Kulesi'nin dibinde, çimlerin üzerinde yudumlayacağın şarap, mutlak güneş kızılı olmalıydı. Kekova'da serin, tavşan kanı çaylar içmeliydik, güneşli bir öğlen vakti. Ya da bir kadeh rakı ikram etmeliydin bana, uğurlarken güneşi akşamüstü Uzungöl'de.
'Şemsiyenin altına gel.' demiştim sana, 'Yanacaksın.'
Gülünü kaçır güneşten, yanmayalım. Engereğin yalağından su içenler sevinmesin.
Hürol Balakoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kahveci : M.Nihat Malkoç FUTBOLUN EFENDİSİ: FATİH TEKKE |
|
İnsanları birbirinden ayıran en önemli olgu kişiliktir. Kişilik davranış biçimlerinin bütünü ve hayata bakış açısının hareketlere dökülmüş kalıbıdır. Kişiliğin gelişmesinde yaşanılan toplumun ve ailenin tesiri büyüktür. Okuduklarımız ve arkadaşlarımız da şahsiyetimizin oluşmasında etkilidir. Karmaşık ilişkilerin ürünüdür kişilik… Kişiliğin önemiyle ilgili olarak yaşanmış bir hikâye anlatılır:
"Sınıf, öğrencilerin gürültü patırtısıyla sallanırken sert görünümlü hoca kapıda beliriyor. İçeriye kızgın bir bakış atıp kürsüye geçiyor. Tebeşirle tahtaya kocaman bir '1' rakamı çiziyor. 'Bakın' diyor. 'Bu kişiliktir. Hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şey…' Sonra '1' in yanına bir '0' koyuyor: 'Bu başarıdır. Başarılı bir kişilik '1' i '10' yapar.' Bir '0' daha… 'Bu tecrübedir. '10' iken '100' olursunuz.' Sıfırlar böyle uzayıp gidiyor: Yetenek, disiplin, sevgi... Eklenen her yeni '0' ın kişiliği 10 kat zenginleştirdiğini anlatıyor hoca… Sonra eline silgiyi alıp en baştaki '1' i siliyor. Geriye bir sürü sıfır kalıyor ve hoca yorumu patlatıyor: 'Kişiliğiniz yoksa öbürleri hiçtir.'
Bu yaşanmış anekdotta(hikâyecik) da belirtildiği üzere kişilik bütün başarıların önünde yer alması gereken bir olgudur. Bir insanın kişiliği bozuksa onun elde ettiği başarılara da ehemmiyet verilmemelidir. Çünkü başarılar geçici olduğu halde kişilik kalıcıdır. Hafızlara kazınan ahlâkî yanlarımızdır. Bu yazımda sizlere her bakımdan bir kişilik abidesi olarak gördüğüm futbolun efendisi Fatih Tekke'den söz edeceğim.
Fatih Tekke, 9 Eylül 1977 tarihinde Trabzon'un Köprübaşı ilçesinde doğdu. Ben de aynı ilçeden olduğum için kendisine büyük sevgim ve sempatim vardır. Çok erken yaşta Trabzonspor A takımına yükselen Fatih Tekke, tecrübesizliği ve sinirli kişiliği yüzünden Altay'a kiralandı. Altay'da futbol hayatını sürdürürken ayağı kırıldı, fakat genç olduğu için çabuk düzeldi. Trabzonspor'a geri döndüyse de yararlı olamayacağı düşünülerek Gaziantep'e gönderildi. Buradan 2002-2003 sezonunda Trabzonspor'a geri döndü, bu dönemden itibaren takımın en önemli gol silahı oldu ve Trabzonspor'un kaptanlığını üstlendi. Takıma katılmasıyla Trabzonspor bir çıkış yakaladı ve iki Türkiye Kupası'yla birlikte iki lig ikinciliği kazandı. Ayrıca 2004-2005 sezonunda 31 golle gol kralı oldu. Fatih Tekke, Türk Milli Futbol Takımı formasını da giymektedir. Milli Takımımızın beş yüzüncü golünü atma şerefi de kendisine nasip oldu. İstatistikî açıdan bakılınca tarihe not düştü.
Fatih Tekke'nin hayatı futboldan ibaret değil… Ailesine çok düşkün olan Fatih, fırsat buldukça kitap okumayı ihmal etmiyor. Kamplarda dinlenirken bile kitapları elinden düşürmüyor. O kendini geliştiren ve yenileyen bir yapıya sahip… Tarihe oldukça meraklı… Osmanlı tarihini, peygamberlerin hayatını, sahabe hayatını, yakın tarih ile ilgili bir sürü kitap okuduğunu belirtiyor. En güzel hediye olarak kitabı görüyor ve dostlarının kendisine pahalı şeyler değil, kitap hediye etmesini istiyor. Yazdıklarına çok inandığı isimlerin başında ise Ahmet Kabaklı ile Necip Fazıl Kısakürek geliyor. Bunun yanında Oktay Sinanoğlu ve Soner Yalçın'ın kitaplarını da okuyor. Kendisine kitapların penceresinden baktığımızda futbolcularda ender görülen bir okuma aşkıyla dolu olduğunu görüyoruz.
Trabzonspor'un yetiştirdiği bu değerli futbolcu, inanç bakımından da bizim özelliklerimizi fazlasıyla taşıyor. Çünkü o her şeyden evvel çok inançlı ve vatansever bir yapıya sahiptir. İbadetlerini iyi bir Müslüman imajının gerektirdiği şekilde yerine getiriyor. İyi bir evlat ve iyi bir aile babasıdır. Düzenli bir aile yaşantısı vardır. Çok gayretli ve azimli bir yapıya sahiptir. Bugün zirvedeyse bunu bu karakteristik özelliklerine borçludur.
Fatih Tekke, bu şehrin(Trabzon'un) evladı olduğu için hep takımının menfaatlerini ön planda düşündü. Bunu son transferinde de bizzat gördük. Değişik dünya takımları tarafından istenmesine rağmen takımına en büyük maddî katkısı sağlayan bir Rus takımına, Zenit. St. Petersburg'a transfer oldu. Bu transfer neticesinde Trabzonspor'a yedi buçuk milyon euro(yuro) gibi astronomik bir para girdisi sağladı. Oysa Zenit dünya sıralamalarında olmayan bir takımdı. Bu takım Fatih'e fazla bir değer katamazdı. Fakat o bugüne kadar bir Türk futbolcusuna verilen en büyük transfer ücretini eski takımına kazandırdı. Bu para Trabzonspor'un canlanmasına ve maddî açıdan rahatlamasına sebep oldu. Kaptan Fatih yine yapacağını yaptı ve giderayak gemisini kurtardı.
O şimdi Rusya'da Türk futbolunu en iyi şekilde temsil ediyor. Zenit St. Petersburg takımında gollerini sıralıyor. Bu arada Trabzonspor kendi değerlerini çiğneyerek yabancılardan medet umuyor. Fatih'in takımdan gitmesinden sonra Trabzonspor tarihte örneği görülmemiş bir biçimde ligin dibine demir attı. Bakalım kimlerin doğruları isabet kaydedecek. Ömrümüz olursa yaşayıp göreceğiz. Fatih'e, sevgili hemşehrime Rusya'da da üstün başarılar diliyorum. O orada da başaracaktır. Allah yâr ve yardımcısı olsun.
M.Nihat Malkoç mnihatmalkoc@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
[Henüz Oylanmamış] 0 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf : Leyla Ayyıldız Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 6.869 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
M E H T A P
Gece, tüm arzuları arsızca kırbaçlarken
Şahlanan ihtiraslar meçhule açar yelken.
Bakire yakamozlar, kızarırlar ilk önce,
Sonra, çapkın meltemle kaybolurlar sessizce.
Yeşilin cilvesinde tirşe neftileşirken
Solan maviliklere hüzün yüklenir hemen.
Siyah bir kadifeye, pırlantalar serpilir,
Sonra, asil beklenen aşüfte mehtap gelir.
Büyü gerçekleşirken her taraf nurla dolar.
Ama nazlıdır kâfir, ümitler çabuk solar.
Yavaş yavaş çekilir, sonra kayboluverir.
Tekrar kavuşmak için gecelerce beklenir.
Kıskanç geceler midir, onu örtüp saklayan,
Yoksa yıldızlar mıdır, yanında sönük kalan?
Bir daha dönmeseydi olurdu kurtuluşum,
İşte bundan sevgilim, mehtapta kahroluşum.
Özcan Sungurçetin
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Eğlenceli bir oyun "pasaparola". Size verilen süre içerisinde sorulara yazılı olarak cevap vereceksiniz. İpucu sadece cevabın baş harfi. http://www.kelepce.com/oynat/10110/Passaparola.htm kısayolundan bu oyuna ulaşabilir ve hatta bilgisayarınıza indirebilirsiniz.
İnternet ortamında sözlük bulunması genellikle çok işimize yarar. Size verdiğim bu kısayoldaki sözlük sayesinde Türkçe - Almanca - İngilizce sözcük karşılıklarını bulabileceksiniz. http://www.supersozluk.com/ Sayfanın sağ üst tarafındaki Türk bayrağına tıklarsanız, sözlük seçenek sayfasına ulaşabilirsiniz.
Son zamanlarda ciddi anlamda bir sudoku merakı başladı. Etrafımdaki bir çok arkadaşım gazetelerin sudoku sayfalarını büyük bir heves ve zevkle bekler oldu. Sizde sudoku meraklısı iseniz http://www.websudoku.com/ kısayoluna girip çözmeye başlayabilirsiniz.
Internet'te her bilgisayarın bir IP (Internet Protokol) adresi vardır. Tipik bir IP adresi, noktalarla ayrılan dört rakamdan oluşur; örneğin, 212.156.4.20. Bir bilgisayarın IP adresi varsa, Internet üzerindeki tüm bilgisayarlar bu adresi kolayca bulur. Yani bir sitenin IP adresini biliyorsanız, Web tarayıcınıza bu adresi yazarak da bağlanabilirsiniz. Kendi bilgisayarınızın IP adresini öğrenmek için http://www.whatismyip.com/ Ya da kendi IP adresinizi, Internet'e bağlıyken Windows'ta Başlat*Çalıştır satırına winipcfg yazıp Enter tuşuna basarak öğrenebilirsiniz.
http://www.hakia.com
Bomba gibi bir arama motoru geliyor. Ve bunun bizler için bir başka önemi daha var. Hakia nın kurucu bir Türk, Dr. Rıza C.Berkan. Diğer arama motorlarından farklı olarak anlam tabanlı bir yapı oluşturuluyor. Örneğin "Yarın hava nasıl olacak?" diye soru sorup anlamlı cevap ve adresler bulacaksınız. Şu anda %40 kapasiteyle çalışıyor. gerçek servise girişi Sonbahar olrak planlanıyor. Eğer başarılı olursa gurur duyacağımız bir olay olacağı muhakka.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|