|
|
|
4 Eylül 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Lanet olsun kahpe kurşunlara!.. | İyi haftalar,
Belli ki güvercinin kanadı yazılan mektubu taşıyamamış, düşürmüş. Demokratik çözüm deklarasyonları kahve panolarına asılı bildiriler olarak kalmış. Kahpe kurşunun çıktığı tüfeği ateşleyen kırılası ellerin sahipleri ne o panoyu görmüş ne de uçurulan güvercini umursamış. Koca devlet ise bir çelik yeleği çok görmüş. Çelik yelekleri olsaymış ölmeyeceklermiş. Ateş düştüğü yeri yakarmış, kimin umurunda. Analar artık evlatlarını vatana helal etmiyorlar farkında mısınız? Güvercin uçurarak, ağa babalara yalvararak olmuyor bu işler beyler. Haydi bakalım Kasımpaşalı damarınız bir kere de bu iş için kabarsın. Vurun elinizi masaya, Kuzey Irak'a mı gireceksiniz, yoksa heriflerle masaya mı oturacaksınız, ne yapacaksanız yapın da bitsin bu pislik.
...
Koca devletin yapamadığını bir savcı yapmış sonunda. Magandaya on iki bin lira ceza kesmiş. Haydi bakalım şimdi sıkıysa aşka gelip sıksınlar oraya buraya. Artık sıkar!..
...
Köprü zammı kadar sırtınıza sülük dolsun emi. Onlar emdikçe bizi hatırlayın inşallah. Yaptığınız tamirattan bellydi zaten böyle bir nane yiyeceğiniz. Biz de depreme hazırlık sanmıştık, yanılmışız. Benim size bir başka önerim daha var. Otoyollara koca delikler açıp içine düşürdüğünüz arabaları parçalara ayırıp satın, belki o deliği değil ama bütçedeki bir deliği tıkarsınız. Siz sinekten yağ çıkarmasını, Deli Dumrul gibi yol kesip haraç almasını iyi bilirsiniz. Sizi gidi sizi!.. Şimdi birileri dava açıp kazanacak, siz de bu zammı geri almak zorunda kalacaksınız. Ama eğer bu zamdan artırdığınız parayla askerimize çelik yelek almaya söz verirseniz, benim hakkım helal olsun. Aksi takdirde boğazınızda kalsın.
Hepinize başarılı bir çalışma haftası diliyorum, esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Kahveci : Nevin Günaydın |
Bir Nisan
Liseyi bitirip işe girdiğimde,tek hayalim ilk aylığımla kendime bir şey almaktı. Ama ailem ev sahibi olabilmek için bir kooperatife girmişti. Aylık ödemeler için benim de maaşımı vermem gerekiyordu. Bir ay, iki ay derken Temmuz ayında işe girmeme rağmen,yeni yılda bile kendime bir şey alamamıştım. Sonra Mart ayında annem nihayet beklediğim müjdeyi verdi. 'Önümüzdeki ay maaşından kendin için para ayırabilirsin' .
Artık, her gün iş dönüşü, geçtiğim cadde üzerindeki mağazaların vitrinlerine bakıyor, ne alacağıma karar vermeye çalışıyordum.
Bir gün bir vitrinde kadife bir ceket gördüm. ' İşte bu, bunu almalıyım' dedim kendi kendime...
Nihayet ayın biri geldi. Tanrım ne kadar da uzun sürmüştü bu günün gelmesi. Ceket satılacak diye korkmuş, her gün vitrinde durup durmadığını kontrol etmiştim.
Maaşımı alıp eve geldiğimde artık bekleyecek sabrım kalmamıştı. Onu hemen almalıydım.
Annem' kızım günler çuvala mı girdi? Bak saat kaç oldu. Cumartesi günü gideriz. Hem rahatça gezer bakarız' dediyse de ' gezmemiz gerekmiyor, ben alacağım şeyi buldum, ne olur gidelim. Ya o zamana kadar satılırsa, haydi ne olur' diye adeta yalvararak onu ikna etmeyi başardım.
Çarşıya çıktık, ceketi ve ev için gerekli ufak tefek birkaç şey daha aldıktan sonra, geldiğimiz yoldan geri dönmeye karar verdik. Bir elimde ceket torbası, diğer elimde de plastik büyük boy bir şampuan şişesi vardı. Ve nedense kaldırımdan değil de, kaldırımın dış kenarında, caddede yürüyordum. Kaldırımda yürüyen annem ' Kızım kaldırıma çıksana, akşam trafiği çok yoğun, şimdi geçen arabalardan biri çarpıverecek' diyerek beni uyardı. Bense hem kaldırıma çıktım hem de ' bana araba çarpacağı varsa, kaldırımda da çarpar' dedim.
Tam o anda, caddede ilerleyen bir taksi, lastik tekerlekli bir at arabasının yanından hızla geçmeye çalıştı. At ürktü ve en son gördüğüm şey hızla üzerime doğru gelen bir at oldu. Sadece birkaç saniye süren bu olaylar sırasında ben hiç kımıldayamamıştım. Atın çarpmasıyla sırtüstü yere düştüm ve kafamın arkasını da kaldırıma vurdum.
Atın dört ayağının altındaydım, o ürkmüş olduğu için çılgınca tekmeler savuruyordu. Ama ben tam kendimde değildim galiba ki, tüm bu olanları sanki bir sis perdesinin arkasından seyrediyordum. Caddedeki insanların seslerini de sanki çok uzaklardan geliyormuş gibi duyuyordum. Bu seslerden biri de ' Yetişin, kızımın beyni patladı, kaldırıma akıyor' diye bağıran annemin sesiydi.
Birileri beni kaldırdı ve bir taksiye bindirdi. Annem taksiciye ' Aman çabuk ol' diyordu. Bense hala ne olup bittiğinin farkında bile değildim.
Bir süre sonra, sanki etrafımı saran o sis tabakası, yavaş yavaş dağılmaya başladı.
Hastanede ve acil serviste olduğumu fark ettim. Gelen doktor kontrollerini yaptı. Bir süre daha kalmam gerektiğini, ama önemli bir şeyim olmadığını söyledi.
Annem doktorun söylediklerine inanmış gibi görünmüyordu 'Nasıl bir şeyi yok dersiniz doktor bey. Beyni patlamıştı, aktığını gördüm' dediğinde, doktor gülümsedi. Hala elimde sıkı sıkı tuttuğum şampuan şişesini gösterdi. Plastik şişe atın tekmelerinden yarılmıştı. İçinden akan sarı renkli şampuan her yanıma bulanmıştı. ' İşte kızının akan beyni orada' dedi.
Sonra bana dönerek ' Eğer başına gelen kazayı bana şimdi hemen anlatabilirsen, seni burada daha fazla bekletmem anlaştık mı?' dedi.
Birden duvardaki takvimden o gün 1 Nisan olduğunu fark ettim. Doktorun sevecen ve ilgili tavrı beni oldukça rahatlatmıştı. Üstelik bir atın altında kalmama rağmen burnum bile kanamamıştı. Gülerek ' at bana 1 Nisan şakası yaptı' dedim.
Doktor da gülerek 'alın götürün bunu buradan, işim gücüm var benim, hiç minicik bir şaka için bir doktor böyle meşgul edilir mi?' dedi. Bir taraftan da muzipçe göz kırpıyordu.
Yaşam bana verilen bir armağandı. Ama ben o güne kadar nedense bunun farkına varamamıştım.
İnsanın kendisine verilenlerin değerini anlaması bu kadar zor mu ? Yaşamımı kaybetme tehlikesi ile karşılaşınca değerini anladım. Ya gerçekten kaybetseydim !
Nevin Günaydın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Tanımak
Sen beni hiç tanımadın ki. Tanıtmadım kendimi ne sana ne de başkasına. İstemem çünkü kimsenin şimdi bunu yapardı, yapmazdı ya da yapmamalıydı demesini. Hiçbir zaman tepkimi tahmin ettirmedim niçinlerle muhatap olmamak için ve farkındaysan hiçbir zaman seni tanımaya çalışmadım, insan zamanla değişire maruz kalmamak için…
Niye kurcalanır insanlar anlayamıyorum, niye tanınmaya çalışılır, kendine benzer yönler bulmak çabası mı? Akmasa da damlar mı? Dost olup acı söylemek mi? Düğün aşıyla dost kazanmak mı? Damlaya damlaya göl mü olacak sen mayalayasın diye, ya tutarsa… Ama ya tutmazsa… Hayal kırıklığına uğrama riskini büyük bir cahil cesaretiyle göze alıyorsun. Kim bilir tanıdığını sandığın kaç insan için, seni hiç tanıyamamışım, senden hiç beklemezdim dedin, ya da gerçekten yanlış tanıdığının farkına varıp gerisin geri aynı yoldan dönmeye çalıştın… Hala tanımaya çalışma peşindesin, hala anlamaya çalışma peşindesin, bu da yetmiyor çıkardığını sandığın sonuçlar üzerine yorum yapma cüretini bile gösteriyorsun ulu orta.
Bırakın tanımaya çalışsın sizi, yerleştirsin üç kuruşluk aklına muğlâk çıkarımlarını, önce avutur kendini sonra nasıl olsa ya şair olup dizeleri de kandıracaktır, ya da yazar olup, kâğıda dökecektir gerçek sandığı farazilerini. Hiçbir şey yapamazsa deneyim kisvesi altında sağda solda beyanat verecektir, kendi gibi tanım meraklılarına.
Dikkat edin birilerini tanıdığını sanan insanların ağzından sadakat kelimesi düşmez. Bu insanlar, hayal kırıklıkları yaşamak ve yaşatılmak için doğmuşlardır sanki. Çevresindeki herkesi tanımlayacak hazır cümleleri vardır onların. Ufacık beyinlerinde hali hazırda bekleyen bu tanımlamalara aykırı bir şey varsa "ben nasıl tahmin edemedim" yoksa "ben adamımı bilmez miyim" derler hemen.
Dürüst, güvenilir, sadık, layık, gibi kavramları kimse için çok zorda kalmadıkça kullanmayacaksın. Aklından bile geçirmeyeceksin çevrendekilerin gözlerine bakarken. Zorda kalman da ancak kompozisyon yazarken kelime kıtlığında kabul edilebilir. Hakkında yargı cümlesi kurman gereken yerde, en iyi tanıdığın insan da, hiç tanımadığın insan da aynı olacak. Tanımayacaksın ikisini de yeteri kadar, tamamlamayacaksın ikisi içinde başladığın tanım cümlelerini…
Hayatta kalmak için hiç kimseyi iyi tanımana gerek yok. En iyi tanıdığını iddia ettiğin insan; ya hayatının belli bir döneminde ortak noktalarda buluştuğun, ya hoş zamanlar geçirdiğin, ya gerçekten çok uzun zamandır birlikte olduğun ya da senin zor dönemlerinde beraber olduğun insandır. Ama sadece aynı dilden konuştuğun ya da konuştuğunu sandığın bir insandır o. Yalnızca şu ana kadar tepkileri kafandakilerle çelişmemiştir tanıyamadığını düşündüğün diğer insanlardan farklı olarak. Bırak tanıma! eksik olsun bazı şeylerde, değmez bu kadar yanılma payını göze almaya. Bu kadar kendine güveniyorsan rulette daha çok şansın var hiç zaman kaybetme.
Kimse için kesin hükümlerle hareket etmediğin sürece, herkesin belli noktalarda aynı olduğunu göreceksin. Psikolojik sorunları olan insanlar hariç, olaylar karşısında kimse çok karmaşık tepkiler göstermiyor aslında. İnsanların vereceği tepkiler göreceli olarak "iyi, orta ve kötü" olarak sınırlı. Sadece sen bunlardan birini seçeceğini bil, ama sakın senin beklediğin tepkiyi vermesini bekleme. Verirse ne ala, şartlama kendini ve şartlanmalarına imkan verme kendin için.
Sırtını yasladığın duvar yıkılabilir, tutunduğun dal da kopabilir, beklemediğin bir tepki için ne dalı ne de duvarı suçlayabilirsin. Sen sadece boğazına kadar çamura batmışken eline gelen bir dalı yakaladın, ama kopma riskini göze alarak. Kopsa da, pişmanlık, nefret, hayal kırıklığı gibi duygulardan arınmış olarak içinde kaldığın çamur, yaşadığın sürece ikinci bir dal riskinden daha iyidir. O zaman anlayacaksın ikinci, üçüncü dalları aynı mantıkla zorlamanın seni daha dibe batırdığını… O zaman nasıl tanımadığın ufak bir dalın hesapsız kitapsız sana el verdiğini göreceksin, "düşenin dostu olmaz" lafına inat! Kimse için yargı cümlesi kurmamanın önemini can havliyle atladığın dalın kurduğu şu yargı cümlesiyle anlayacaksın.
"Zora düşen düşmanın da olsa yardım et"
Aybars Erdemli
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
CAN KIRIKLARI
Deli miyim neyim? Kimilerinin bir yerlerinde pireler uçuşurken bu saatlerde, ben hala geziniyorum balkonla, odalar arasında. Uykum firari yine. Pek uzağa gitmez. Buralarda bir yerlerdedir; ama, benim de normal insanlar gibi; hani, onlar kadar olmasa bile, yine de kendisine(uykuya) ihtiyacım olduğunu unutuyor. Hayır; lafım yok böyle çekip gitmelerine. Ben de severim gezmeyi. Öyle başıboş; avare.
Lakin, o ortalıktan kaybolunca, olur olmaz şeyler kurcalayıp durur kafamı. Terk eden sevgililerim, terk ettiğim sevgililerim ya da hiç sevgili olamadıklarım. Yaptıklarım, yapamadıklarım, yapmayı plânladıklarım ve saire… Uzayıp gider.
Böyle düşünüp dururken, "can kırıkları" yalnızca, ömrümün geride kalan puslu mavi yaşanmışlıklarından anımsayabildiklerim. Sanırım bu kadar çok düşünmemem lazım. Nasıl olsa, 17. yüzyıldan beri hepimiz için düşünüyor Descatres. O bile düşünmeyi varlıktan(var olmaktan) başka birşeye bağlayamamışken benim neyime ki düşünmek; değil mi ya?! Halt etmişim ben. Sonra böyle uyku da terk eder. Her şey de terk eder. Kıvranır durursun. Oh olsun sana.
Normal insanlarda olduğu gibi, gözlerimden uyku akması gereken bu saatlerde, bilgisayarımın başında sürekli bir şeyler yazmaya çalışmamın sebebi de bu sanırım. "Can kırıklarım" kalbime batarken gel de uyu hadi. Hangi yürek bu acıyla uyuyabilir ki?!
Oysa, bomboş bir tuvaldi hayatım. Önüme koyup "Ne istersen onu çiz." dediklerinde. Önce büyüklerimden öğrendim fırça tutmayı, resim yapmayı hayata dair. Hatta, pekçoğunu birlikte yaptık çocukluk resimlerimin. Sonunda, bileklerim, fırçayı ve boya paletini tek başına tutabilecek kadar güçlenmişti nihayet. Ve, resmin geri kalan kısmını tek başıma yapacaktım. Ne büyük heyecandı o. Nasıl da özenerek vurmuştum her fırça darbesini halbuki.
Meğer marifet, fırçayı ve paleti tek başına tutabilmekte değilmiş. Birlikte resimler yapabileceğin ortak yürekler bulmak gerekliymiş; sımsıcak yürekler, dost yürekler. En âlâsından. Birlikte şiirler yazabileceğin hayata dair, aşka dair, çiçeklere dair; türküler söyleyebileceğin avaz avaz duygulu yürekler bulmak gerekliymiş. Tuvaline, can kırıkları ekmeyecek yürekler bulmak gerekliymiş.
Amma velakin, zor zanaatmış yürek insanı olmak. Dolayısıyla, bulmak da zor. Ama, ben henüz umudumu kesmiş değilim.
Sahi siz öyle yürekler tanıdınız mı hiç?
Orhan Gökçe
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
BAZILARI ÇABUK KOPAR
"Kopan bir ipe, sımsıkı bir düğüm atarsanız, ipin en sağlam yeri artık bu düğümdür.
Ama ipe her dokunuşunuzda, canınızı acıtan tek nokta, yine o düğümdür"
Çin Atasözü
Bir film izlemiştim, başrollerde Ashley Judd, Hugh Jackman ve Greg Kinnear'ın paylaştığı. Romantik komedi tadındaki "Someone like you" orjinal adının türkçeye çevrilmiş anlamı "Bazıları çabuk bıkar" olarak yansıtılmıştı. Bence çok hoş, kadın-erkek herkesin kendilerinden birşey bulabilecekleri bir filmdi...
Ashley Judd, hayatının erkeğiyle karşılaştığını düşünüp, en tutkulu, en harika, en güzel ve en heyecanveren (kısacası 'en' lerin tavan yaptığı) bir ilişki yaşadığını zanneder taa ki, hayatının adamının onun için hayatının kadını olmadığını anladığı ana dek!..
İşte bundan sonra kadın kahramanımız bir dünya ritüeli olan kadın-erkek ilişkilerini araştırmaya başlayıp, erkeklerin ilişkinin en muhteşem, verimli ve tatlı zamanlarında neden bıkıp gittiklerini, ipleri kopardıklarını öküz-inek bağlamından yola çıkarak (filmde böyle bir teori mevcut) öğrenmeye çalışıyordu.
Diyaloglar gülümsettiği kadar, eğer bir ilişkiniz varsa, sizin de yaşadığınız ya da yaşayacak olduğunuz veya yaşamış olduğunuz durumların görselliğiyle ve hissettiğiniz duyguların vurucu cümleleriyle karşılaşıyorsunuz...
Benim aklımda kalan belki de yaşamış olduğum durumdan da ibaret olduğu için, Greg Kinnear'ın ilişkiyi bitirdiğinde (o esnada çoğu erkeğin yaptığı gibi saçmalıyordu) Ashley Judd'ın yanından ayrılırken ki, seven her kadının dile getir(eme)diği monoloğuydu. Tam olarak anımsayamayabilirim sanırım şöyleydi; "sevdiğiniz kişi yanınızdan giderken aslında attığı her adımla hayatınızdan uzaklaşıyordu. Mesafenin giderek açılması sizi daha da üzüntüye boğuyor."
Evet zannediyorum ki, pek çok kadın böyle bir durumla karşılaşmıştır. Bir süre sonra kopan ipi tekrar bağlamayı bile düşünmüşlerdir. Gerçekten yazdığım ve uygulamayı irademi sonuna kadar kullanıp istediğim gibi kopan ipleri (ilişkiyi) bağlamayı düşünmeyin. Bu yeniden kopuşlara hazırlanmaktan ve incitilmekten başka birşey değil!
Çözüldüğü yerde bırakın, kendinize eziyet etmeyin bu sefer çok sıkı bağlayayım da kopmasın diye.. Sağlam olsaydı zaten kopmazdı lafını aklınıza getirin. Atılan düğümler, bir nevi kalbinize dolanmış, canınızı yakan boğumlardan farklı olmayacak çünkü...
"Elmas bir gözdür yürek ve çizilmeyegörsün bir kere, artık hep sedefsi bir yırtıkla bakacaktır cümle aleme" der Elif Şafak. Belki de özetler anlatmak istediğim konuyu.
Ben de bazen Ashley gibi hissedip, bir daha böyle birine rastlayamayacağımı düşünüyor, eski ipi özlüyorum. "Çünkü çok mutluydum" diyorum...
Ama şöyle ki, az evvel söylediklerimi asla unutmuyor ve kopmuş bir ipi yeniden bağlamayı reddediyorum.
Ve kendimi filmlere çok kaptırdığımı anlıyor ama yine de mutlu sonları arıyorum.
Belki yine birgün çok sevdiğim Eskihisar'dan geçen gemileri sevdiğim biriyle izleme şansını yakalayabilirim!..
Gökçe Gerçek
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kahveci : Murad Ertaylan Ada Zamanı |
|
Ada, her zamanki gibi evdeki herkesten önce uyanır ve çekmecelerini karıştırırken çocukluk zamanından kalma boyama kitaplarından birini bulur. Eskiden başından kalkmadan saatler geçirdiği resimlere bakmak için yatağa uzanır. Kitabın sayfalarını karıştırırken bir taraftan da babasının dün gece sorduğu sorunun cevabını düşünür. Zamanı doğru olarak ölçmek için saat yeterli midir? Babası, "Hemen cevap verme, biraz düşün yarın sabah kahvaltı masasında söylersin," diyerek onu daha da meraklandırmıştır.
Öykü zamanı yoğundur, üç sayfada aylar, yıllar akıp gider. Nöbet zamanı sıkıcıdır, yer karoları, kalorifer petekleri sayılır. Aşk zamanı uçucudur, hem yürekleri hem bedenleri havalandırır. Tatil zamanı yükte hafif, pahada ağırdır. Ada zamanının da kendine göre bir akışı vardır elbet! Adada öykü yazarsan yoğun, nöbet tutarsan yavaş, tatil yaparsan hafif geçer zaman. Bazen de geçmez havada donar, asılı kalır. Hatta kimi zaman ileriye değil geriye doğru bile aktığı olur…
Kafasında bu ve benzeri fikirler uçuşurken Ada bir anda zamanda geri gider. Aslında bir yere gittiği yoktur, yatağında kıpırtısız yatmaktadır ama etrafını saran her şey gözlerinin önünde önce yavaş yavaş sonra hızla dönmeye başlar. O kadar hızlı akmaktadır ki, eşyalar, oyuncaklar, trenler, ağaçlar, bulutlar ve hayvanlar, Ada yerinden kalkmak bir kenara kıpırdayamaz bile… Sanki kollarında ve bacaklarında ellişer cüce oturmakta ve görünmez iplerle onu bağlamışlardır. Yattığı yerden ellerine, ayaklarına bakıp da giderek küçüldüklerini görünce korkuyla karışık bir şaşkınlık duyar. Göz açıp kapayıncaya kadar Ada'nın bedeni zamandaki tersine yolculuğunu tamamlar ama ruhunun yolculuğu bitmez. Yatakta yatan küçük kızın iyice küçülüp göze görünmez olan bedenine sığmayınca ruhu, özgür kalır. Havada uçar gibi çaba göstererek değil de adeta suda sırtüstü serbestçe yatarcasına seyahatine devam eder. Koyu karanlık bir tünele girer. İlerledikçe tünel daralır, sıcaklık gittikçe artar. Nefes almakta zorlanacağını düşünse de hiç de öyle olmaz. İçinden ona kadar sayar ve bir anda kendini pespembe bulutlardan süzülen zümrüt rengi güneş ışıklarının oynaştığı berrak bir denizde bulur. Yüzerek kıyıya çıkar.
Burası, Senya ülkesidir. Ilık bir meltem, burnuna hindistan cevizi kokusu taşır. Biraz dikkat edince havadaki barış, mutluluk ve huzur kokularını da fark etmekte gecikmez. Burada doğup, büyümüşçesine bir aidiyet duygusuna kapılır. Rengarenk kuşların cıvıltısını anlamlandırmasına bile hayret etmez. Mor yapraklı bodur ağaçlardan kalkarak pamuk şekeri gibi görünün bulutlara kadar yükselip, oradan aşağı süzülürken bir ağızdan ama hepsi farklı tonlarda, "Hoş geldin aramıza sevgili Ada!" diye ötüşürler. Ada, onlara doğru uzanmak ve yeni arkadaşlarını tek tek kucaklamak isterken bir anda sahilin çok aşağılarda kaldığını fark eder. Yerin çekim kuvveti ortadan kalkmış gibi ağırlıksızdır. İstediği her yöne yukarı ve aşağı, sağa ve sola rahatça hareket edebilmesine değil de en çok bu duyguyu tanıdık bulmasına şaşırır.
Beş adadan oluşan bu ülkede yaşayan her canlı Senya halkından sayılırmış. Balıkların, kuşların ve hatta ağaçların bile söz hakkı olan bu coğrafyanın prensesi Ada'dan başkası değilmiş ama bu paye ailesinden miras kalmamış. Aslında önceki kuşak diye bir kavram yokmuş, çünkü bu ülkedeki tüm canlılar yaşıtmış. Maymunlar, papağanlar, yarasalar, yengeçler, kaplumbağalar, yunuslar, muz ağaçları, palmiyeler, çiçekler zamanın başında hep birlikte ve aynı anda yaratılmış. Ada'nın prenses ilan edilmesine, etrafına saçtığı neşeden ve herkesi, her şeyi eşit derecede sevmesinden ötürü oy birliğiyle karar verilmiş. Beş adanın sadece dördünde yaşam varmış. Tamamen çıplak kayalardan ibaret diğer adanın tek hakimi ise iki yüz elli yılda bir faaliyete geçen bir volkanmış. Zamanı geldiğinde de lav püskürtmez ama sıcak buhardan oluşan ve altından kalan bitki örtüsünün nefes almasını engelleyen kurşuni renkte yoğun bulutlar çıkartırmış. Kuzey yamaçta zirvenin hemen altındaki bir bölge son bir haftadan beri apse yapmış gibi gün geçtikçe şişmekteymiş. Evvelki günden beri duyulan homurtular ve derinden gelen öksürükler de son püskürmenin üzerinden iki yüz elli yılın geçtiğine işaret etmekteymiş. Volkanın sabırsızlanmaya başladığının ilk belirtileri görülünce artık geri dönüş yokmuş. Şiddetli sarsıntılar giderek artarken Ada prenseslik görevlerinden biri olan huzuru ve sükuneti sağlama sorumluluğunu yerine getirme zamanının geldiğini anlamış. Yerden hafifçe yükselerek ve yaşayan her varlığa seslenerek, "Hepiniz eminim ne kadar şanslı olduğunuzu biliyorsunuz," demiş. Prensesin nutuk çekmesi alışıldık bir durum olmadığı için herkes ve her şey kulak kesilmiş. "Bugün Senya halkı için tarihi bir gündür. Rüyamda her birinizle tek tek vedalaştığımı gördüm ama kalplerimizde aynı şimdiki gibi üzüntü yerine umut vardı. Her durumda, aranızda unvanımı devralacak birçok aday olduğunu bilmenin rahatlığı içindeyim. Şimdi volkanın ruhuyla buluşmaya gidiyorum. Ben dönene dek yakınınızdakileri olduğu kadar uzağınızdakileri de sevin ve duygularınızı paylaşın!" Konuşmasını bitiren Ada huysuzluk saçan kraterin ağzına tırmanarak aşağıya, öfkenin tam kalbine doğru bakmış. İki yüz elli yıl unutmak için yeterli bir süre olduğundan şiddetli sıcak yüzünü yalayınca ürpermeden edememiş. Sesine kararlı bir ton vermeye çalışarak seslenmiş, "Beni çağırdın ben de seni bekletmedim, işte karşındayım. Söyle bakalım bu sefer ne istiyorsun?" İnsanın aklını başından alacak kadar sıcak nefesi, bakır renkli ışıl ışıl bedeni ve güneş gibi gözleriyle, "Seni özledim, elimi tut!" demiş yeraltının kızıl saçlı, kor gözlü, hırçın çocuğu. Ada biraz daha içeri eğilmiş ve "Eğer sana soracağım sorunun cevabını bilirsen, bana sarılmana izin veririm," diye şartını ileri sürmüş. "Zamanı doğru olarak ölçmek için saat yeterli midir?"
Doğru yanıtı bilmenin keyfiyle, "Saat, dakika, hafta, yıl… Hepsi de insanların uydurduğu kavramlar, zamanı ölçmek için ne takvime ne de akreple yelkovana ihtiyacın var. Yaşadığın anın süresi, kalbinde ve beyninde bıraktığı izin uzunluğu ve derinliği kadardır!" demiş ve alevli kollarını Ada'nın bedenine doğru uzatmış. Ada arkadaşlarına son kez dönmüş ve "Ölüm bir son veya yaşamanın zıddı değildir. Ayın bize dönük tarafının aydınlık olması gibi çıplak gözün görmediği bir de karanlık yüzü vardır. Gerçek yaşam dünya ve ahiret hayatının toplamı ise şimdilik hoşçakalın!" diyerek kendini kraterden aşağı bırakmış.
Karnında düşme hissinin sebep olduğu kasılmayla uyanan Ada, rüyasında bulduğu bu güzel cevabı babasına unutmadan söyleyebilmek için başucundan eksik etmediği not defterine uzanır ve aynen aktarır, "Yaşadığın anın süresi, kalbinde..."
Murad Ertaylan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
[Henüz Oylanmamış] 0 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf : Leyla Ayyıldız Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 6.988 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Bahsetme bana
Essen de savrulsam artık hayata
Sıkıldım durduğum yerde durmaktan
İçimden mi geçiyor şu geçen bulutlar
Yoruldum suyu seyrederken kuru kalmaktan...
Bana masal anlatma diyorlar
Kırıldım acı gerçeklerle susturulmaktan
Cümlelerin içine sevgi koymayınca
Yoruluyorum, gülümsemeye çalışmaktan...
Ya sev beni,ya da girme hayatıma
Parçalandım sahte dostluklarla oyalanmaktan
Tatil köylerinde değil ki gözüm
Dem vurma bana sahte mutluluklardan...
Hastayım, üzgünüm belki, ama nerdesin sen
Bahane bulma çokları gibi işlerin çokluğundan...
Bahar gelince açınca çiçekler renk renk
Kolay tabii bahsetmek aşktan...
Marifet kaybetmemek umudu
Ellerle birlikte donuyorken kalpler bile soğuktan...
Ve dahi hazır mesajlarla kutluyoruz bayramları,
Acizmiyiz, birkaç cümle bile yazmaktan...
Anlamıyorum,ölüm varken dünyada
Nasıl gelebiliyor insanlar hep sıradan...
Belki birazdan çok geç olacak,
Belki kalacak tüm cümleler konuşulmadan...
Kaybetmekse korkun değil mi herşey geçici
Yolcusun sen,geri kalma yol almaktan...
Beni de çağırmışsın yanına
Sonsuza mı gidiyoruz, yoksa bu da
Plansız bir heves mi eski duygularımdan...
Bitecekse yine hergün yanıp sönen fani duygular gibi
Yalvarırım, bahsetme bana yolculuklardan...
Hesna Bulut
Yukarı
|
Çizen: Semih Bulgur Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
http://www.hakia.com
Bomba gibi bir arama motoru geliyor. Ve bunun bizler için bir başka önemi daha var. Hakia nın kurucu bir Türk, Dr. Rıza C.Berkan. Diğer arama motorlarından farklı olarak anlam tabanlı bir yapı oluşturuluyor. Örneğin "Yarın hava nasıl olacak?" diye soru sorup anlamlı cevap ve adresler bulacaksınız. Şu anda %40 kapasiteyle çalışıyor. gerçek servise girişi Sonbahar olrak planlanıyor. Eğer başarılı olursa gurur duyacağımız bir olay olacağı muhakka.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|