Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.055

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 21 Eylül 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : Kalbimiz seninle Semih!..

Merhabalar,

Nasıl ama? Adamın içindeki nur yüzüne yansımış değil mi? Kendisi avukattır. Görevi Türkiye Cumhuriyetini korumak ve kollamaktır. Görevini ifa ederken kılı kırk yarar, TCK na aykırı ne varsa bulur çıkarır. Bir rivayete göre MHP'den aforoz edildikten sonra kendi partisini kurmak için çalışmaktadır. Dolayısıyla popüleriteye herkesten daha fazla ihtiyacı vardır. Başarır da, başarısı gül yüzüne de yansır zaten. Adı Kemal, soyadı Kerinçsiz'dir. Avukattır. TCK 301'i kendine anayasa bellemiştir. Bugün duruşması vardır, Türk'ün onurunu bir kez daha koruyacaktır!..

Evet bugün 21 Eylül, yazdığı kitapta "Türklüğü alenen aşağılama" gerekçesiyle hakkında dava açılan Elif Şafak ve yayıncısı arkadaşım Semih Sökmen, soruşturmanın ardından reddedilen davaya itiraz eden Kerinçsiz nedeniyle, 10:30 da Beyoğlu 2. Asliye Ceza Mahkemesinde yargılanmaya başlanacaklar. Kerinçsiz görevini yapmış, tüm zorlamalara rağmen bir türlü değiştirilmeyen 301. maddeyi kullanmıştır. Çünkü konuya bakan Bakan'ın "Bu kanuna fazla takılmayın, içtihatlar bu kanunu geçersiz konuma kendiliğinden getirecektir." diyerek ciddiye almadığı kanun Demoklas'in kılıcı gibi demokrasinin üzerinde sallanmaktadır. Alenen şiddete kışkırtıcılık yapmadığı sürece, bir sanat eserinin yargılandığı kaç memleket kalmıştır acaba? Okumayan milletin hiç okumayan vekillerinden kitabı veya benzeri bir sanat eserini içindekilerden dolayı yargılamayı sadece okuyucuya ya da seyirciye bırakmalarını beklemek olur mu? Yüne dolanmış kedi karikatürü nedeniyle çizere dava açan başbakanın başkanlığındaki iktidarın bu konuya hassasiyet göstermesini beklemek hayal değil midir? İşte bunlar gibi daha bir sürü soruya cavap aranacak bugün.

Elif Şafak'ı sevmeyebilirsiniz, hatta onu neden anadilinde yazmıyor diye de eleştirebilirsiniz ve hakkettiğine inandığınız cezayı kitabına ilgi göstermeyerek verirsiniz. Ama kitabının içindeki karşılıklı dialoglardan sadece birini değerlendirip bir yazara ve onu yayınlayan yayıncıya "1 yıldan az olmamak üzere..." diye ağır ceza davası açamazsınız, açmamalısınız. Kanunlarda hala bu yönde gariplikler varsa ve demokrasi havarisi olarak ortalıkta caka satıyorsanız, elinizdeki çoğunlukla bu memleketi bu ayıptan bir an evvel kurtarmalısınız.

Sevgili Semih şöyle sesleniyor bizlere;" "Marjinal bir avuç" olanın daha fazla demokrasi ve özgürlük isteyenler değil, hukukun yerine şiddeti koymak isteyenler olduğunu gösterebilmek için, edebiyatın kovuşturmaya uğramadığı, düşüncenin boğulmadığı bir Türkiye için hepinizi desteğe çağırıyoruz." Alın size asıl demokrat olabilme şansı. Değerlendirmek gene size gene bize kalmış. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Elif Eser

 Cemreler Düşerken : Elif Eser (Zeycan Irmak)


  Beriki ile Öteki

Eş zamanlarda düşmüşler aydınlık dilimli uzantılardan pat edip karanlık bir yola. Yan yana yürümüşler epey bir süre. Beriki ötekinin gölgesi, öteki berikinin sureti. Yürümüşler, yürümüşler. Bir arpa boyundan daha fazla yol gitmişler. Dokunmadan, bakmadan, görmeden.

Karşılarına başkaları çıkmış. O başkaları "merhaba" demiş ikisine de yakın süreçlerde. İkisinin de başı ya hep önde ya hep karşıdaymış. Bu sebeple başkalarını selamlamışlar da, yana doğru bakmayı akıl edememişler. Beriki sağa, öteki sola çevirse başını göreceklermiş birbirlerini halbuki, ama demek ki bu gayri ihtiyari devinimi düşünememişler.

Hayret ki bedenleri de temas etmemiş birbirlerine, kokularını da estirmemiş hafif bir meltem burun deliklerine. Öylesine kendileri ile; akıllarından geçen farazi, marazi, mecazi, gerçekçi ideolojilere kaptırmışlarmış ki kendilerini, başlarını kaşıyacak vakitleri dahi yokmuş.

Derken bir gün tesadüfen beriki, baş oynatmadan göz ucuyla yan taraftan minicik bir yeşilimsi ışık sezmiş karanlığına göz kırpan. Çok şaşırmış! Öteki fark etmemiş bile kendisinden berikine yansıyanı. Hoş, beriki de bu huzmeye pek bir anlam yüklemeden dudak bükmüş ya, neyse… Sanmış ki gölgesinin uzantısı, üşenmiş başını çevirmeye, aldırmamış. Böyle bir süre daha ilerlemişler kendi karanlıklarında konuşmadan, paylaşmadan. Başkaları ile sohbete devam. Başkaları da beriki ile ötekinin birbirlerinden bi-haber olduğunu ayrımsayamamış nedense.

Öteki neden sonra bu karanlık yolda çok yalnız olduğunu fark etmiş. Ancak akıl edebilmiş sağa sola bakınmayı. Tam da o sırada görmüş karşısında sarımtırak mum haresini andıran parlaklığı. Bir anlam verememiş önce. "Yok canım, ben hayâl görüyorum" demiş kendi kendine, ovuşturmuş gözlerini bir daha bakmış. "Hiç de hayâle benzemiyor ama!" diye geçirmiş bu kez de muammalı, üst üste kırpıştırmış kirpiklerini 'pik, pik'. "Dokunsam kaybolur mu ki?" demiş hemen ardından heyecanlı.

Hafifçe yanındaki sarı surete parmak uçlarını değdirmiş. Çok dalgınmış o sırada beriki her zamanki gibi başı öndeyken birden irkilmiş "Ay aman! Sende kimsin? Çok korkuttun beni!" Bu sefer o yapmış aynısını yanında kendisine bön bön bakıp duran yosunlu su kayganlığındaki gölgeye. Gözlerini 'pik, pik' kırpıştırmış, olmadı bastıra bastıra ovuşturup tekrar kırpmış. "Dokunsam uçar mı ki?" diye düşünmüş. Ağzını büzüp ürkekçe değdirmiş parmak uçlarını.

"AAAAAAAAAAAAA!!!!!!!! AAAAAAAAA!!!!!! AAAAAAAAA!!!" avaz avaz bağırarak, tabanlara kuvvet koşmaya başlamış öteki de beriki de. İkisi de bir daha başlarını çevirip bakmaya çok ama çok korkmuş.

Koşmaktan tabanları patlayıp yorulunca nefes nefese durmuşlar.

"Sende kimsin?" diye sormuş beriki.
"Asıl sen kimsin?" demiş öteki.

İkisinin de kalbi bu fark edişten ve koşmanın etkisinden güm güm çarpıyormuş.

"Ne zamandır buradasın?" demiş öteki.
"Asıl sen ne zamandır yanımdasın?" demiş beriki.

"Ben geleli çok oldu!?" demiş aynı anda ikisi.

"Eyvah!" deyip, başkalarının duymasından endişe edercesine "tıp" oyunuyla susup iç sesleriyle bakmışlar birbirlerine fal taşı gibi açılmış gözlerle;

"Peki ne olacak şimdi?!"

Beriki düşünmüş "Olmaz ki, hiç görmemeliydim sendeki rengi. Başkaları duyarsa sonra ne düşünürler? Yazılı değil elbette ama kural böyle. Yalnızlık bakidir bu yolda."
Öteki geçirmiş "Yapamam ki. Yoluma çıkmamalıydın, benim yolum uzun. Hem bendeki maviyle alaşım."
Beriki çok üzülmüş "Daha geç açmalıydım gözlerimi seninle karşılaşmamak için karanlığa ya da sen erken mi davranmalıydın aydınlığa? Bu işte bir zamanlama hatası var ama anlamadım!"
Öteki yere indirmiş gözlerini "Belki birbirimize daha az bakarak yürüyebiliriz birlikte. Hem bu başkalarının da gelir işine. Söze, göze, öze dokunmadan…"
Beriki çaresiz hissetmiş kendini bir an, hak vermiş sonra "Haklısın… Sanırım budur doğru olan…"

O günden sonra başkalarını kızdırmadan çok şey paylaşmışlar. Yazısız kuralları da ihlâl etmemişler hem. Öteki el sürmeden berikinin yaralarını sarmış. Beriki susarak ötekinin eski acılarına kör şahitlik etmiş. Yeri gelmiş başkalarının arasına karışmışlar.

Öteki berikini az solgun görse ses etmiş "Ne oldu neyin var?" Beriki ötekinin gözlerinde biraz endişe fark etse yaklaşmış "İyisin değil mi?"

Böylece bir yanıp bir sönmüş, bir sönüp bir yanmışlar… pir yanıp… bir sönmüş…. Buna rağmen bir daha hiçbir zaman, yola ilk çıktıkları eş zamandaki kadar mutlak karanlıkta kalmamışlar…. Yollarında hep sarı-yeşil ışık huzmeleri süzülüp akmış….

...

Derler ki "pervaneler ışığa koşar…" Oysa ateş böcekleri bir araya gelirlerse karanlığı dağıtacak kadar yoğun ışık saçar… Aslolan ışık kendi içlerindedir… Eğer şans ve yol verilirse, onlar kendi yörüngesini önünde sonunda bulacak kocaman yüreklere sahiptir…

Elif Eser
zeycanirmak@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Nesrin Özyaycı

 Yansımalar : Nesrin Özyaycı


   "Tiny Peaces" Küçük Huzurlar/Mutluluklar...

Dışarıda asfalt sıcağı, yüreğim serin... Yanı başınızda ilerlemenizi engellemek isteyen KISKANÇ, kendine düşman insanlar. Mutlu, buruk bir tebessüm yüzünüzde. Gülümseyin hadi! Sezen söylüyor bakın "Hadi gülümse, bulutlar dağılsın..." Nasıl mı güleceksiniz? Güleceksiniz, güleceğiz umutlarımıza...

Yaklaşık bir yıl kadar önce yapacaklarımı yapamamamın yorgunluğu ile Gazi Muhtar Paşa Bulvarında vitrinleri seyrederek işime yürüyordum. Karşımda ak yüzlü gençlik arkadaşımın pırıl pırıl gülümsemesi. Filiz Ç.Hösükoğlu. Avrupa Birliği İş Geliştirme Merkezi Dış Ticaret Danışmanı. Bir İş kadını, gönüllü bir Antep sevdalısı desem daha yerinde. Özü Antepli, beyni Evrensel Kültürel Değerleri olan bir kadın. Konuşuyoruz. Mayısta Antep'e Zeugma ile ilgili yaklaşık çoğunluğu kadın 20 Arizonalı Akademisyen, Araştırmacı, Yazarı ilimizde konuk edeceğinden söz ediyor. İnanamıyorum! Şaşırıyorum! "Filiz yapar isterse, sözünde durur diyorum içimden..."

Geçmişte Antep'e ne kadar yabancı gelmişse hepsini tanımış ve ben gibi sevdiği, güvendiği dostlarıyla paylaşmıştır. Güzellikleri paylaşabilmek öyle her insanın harcı değil değil mi? Kendini Antep'in Dış İşleri Elçisi/Kültür Elçisi diye adlandırmışımdır hep. "Filize sordum zaman zaman. Hayal Kırıklığı yaşamak istemiyorum Amerikalılar gerçekten gelecekler mi"diye. "Gelecekler... LinDEE adında kadın yazar sende kalacak"dediğinde heyecanlandım. Evimi Şark geleneği ile düzenledim, naftalin sinmiş öykülerimin olduğu sandığımı açtım. Ninemin evi gibi, çeyiz dizer gibi düzenledim eşyalarımı. Anlatamam heyecanımı...

23.Mayıs.2006 ilimiz "Tiny Peaces" grubuna "hoş geldiniz..." dedi. Büyük bir Projeydi. Ülkemize çekim yapmak için gelmişlerdi. İstanbul, Ankara, Adıyaman, Antep, GAP, Efes, Antakya vb... "Gece yarısı ekspresi" filmine alternatif bir çekim için ülkemize gelen grup Kültür Bakanlığı, Amerikan Büyük elçiliği, Los Angeles Büyükelçiliği tarafından finanse edilip şehrimizdeki pek çok sanayici tarafından sponsor/desteklenmiş. Aferin emeği geçenlere. En çok Filiz'e AFERİN... Gece Yarısı Ekspresi filmini İngiltere de izlemiştim. Başta öfkelenmiştim filmin içeriğine, ancak gerçek olayları da düşünmeden edememiştim. Gelişmekte olan ülkelerin sıkıntılarını göz ardı edilemez, ancak Barış gönüllülerinin de her toplumda olabileceğini yadsımamak gerek diyorum.

Neler mi yapıldı bu grupla? Zeugma gezildi, Antep Müzesi ziyaret edildi en önemlisi. Görmediyseniz mutlaka müzeyi gezin diyorum. Zeugma, Truva, Fırat, Roma Kültürü ve Mozaiklerini yaşamanızı istiyorum. Modern yaşamın geldiği noktayı da izlemeniz mümkün müzede.
Ticaret Odası elinden geleni yapmıştı . Sn. Mesut Ölçal ve Figen Öğüt' ün hazırlamış olduğu gündüz sunumundan etkilendim. Kimse alınmasın ama, Endüstriyel İngilizce sunumu bu kentte Figen kadar kimse yapamaz sanırım. Odanın kentimize gelen yabancılar için hazırlamış olduğu tanıtım İngilizce Slide gösterileri muhteşemdi. Yaşadığım kenti Fransız harbinden bu yana Yemenisi, Bulguru, Fıstığı, Baklavası ve Sanayisi ile Barak ezgileri eşliğinde İngilizce olarak 20 Amerikalı ile izlemem beni duygulandırdı, onurlandırdı. Antep' in Fransız, İngilizler tarafından işgalinin günümüz sanayisine kadar geldiği noktayı 20 Amerikalı art niyetsiz insanla izlemek güzeldi. Her pisliği onaran, güzelleştiren tek şey çalışmak ve zamandı.

Veda gecesi Ticaret Odası konuklara farklı bir yemek verdi. Yemek öncesi gruba yemek tarifi tanıtımı etkiliydi. Filiz'in Firik pilav, Dolma, Zerde, Sütlaç vs. yemeklerin nasıl/hangi malzemelerle yapıldığını İngilizce sunumu beni şaşırtmadı. Dünyanın pek çok yerinde yaptığı/tanıttığı Antep mutfağını pek çok yabancı dergide okumuştum. Çocukluğumdaki bayramlarda ninelerimin, annemin yaptığı zerdeyi, sütlaçı kaselere neden kat kat koyduğunu öğrendim. Nedenmiş? Sıcak havalarda buzdolabı olmadığından bir kat sütlaç, bir kat zerde bozulmanın süresini uzattığı gibi, zerde sütlaçı tadlandırırdı. Şimdiki gibi "no frostlarmı" vardı bizim çocukluğumuzda!

Sevgili yazar arkadaşım LinDEE için evimde ne çok yemek yapmıştım. Pek çoğuna dokunamadı bile. GAP'ı gezerken Urfada midesini bozmuştu. Normaldir... Amerika nere Anadolu nere! Ancak sıcak insanlardı, samimi, küçük mutluluklarla doymuştuk aslında. Ticaret Odası terasında Odanın gece verdiği yemek, sohbet güzeldi. Yabancı konuklar her şeye "beautiful","güzel" diye yanıt veriyorlardı. Gerçekten her şey güzel miydi? Kısa sürse de marginal anlamda "tiny peaces" "küçük barış anları"yaşadık... Önemli olan uzun zamandaki mutluluklar değil kısa vadeli mutluluklar olsun ancak yüreğimizde kalsın titreyerek... Sahi hiç duydunuz mu uzun süreli MUTLULUK var mı? Anlık mutluluklar insanı huzurlu yapar, yaşatır. Uzun süreli elimizde tutamadıklarımızı yüreğimizde tutsak daha doyurucu olmaz mı?

Bir şarkı geçiyor yüreğimden şimdi..."Seninle bir dakika..." diye Semiha Yankının sözleri Amerikaya, Afrikaya, Ortadoğuya, Sevdiğime, Sevdiklerime ulaşıyor bakın şimdi... Kendimizle barışık/dost yaşamamız dileğimle.

Nesrin Özyaycı
http://www.nesrinozyayci.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

David Ojalvo

 Söylenebilecek ne varsa : David Ojalvo


  Düşsel Bir Öykü

İnsanın sabahları, kimi zaman o tatlı uykudan sıyrılıp güne başlaması zor olabiliyor. Hele kalkılması gereken saat bir hayli erken ise, bu zor olmaktan öte "çekilmez" bir hâle gelebiliyor. Benim için, eğer yaşanacak gün içinde oldukça heyecan verici, sık olarak rastlanmayan bir programı barındırıyorsa o zaman yataktan kalkmak bambaşka bir şey olur. O zaman değil sabahtan, çok daha öncesinden çekiyoruzdur böyle özel ve heyecanlı günleri.

Benim hikâyemdeyse hiç mi hiç öyle heyecanlı ve özel bir başlangıç söz konusu değil; fakat erkenden, sabahın çok erkeninden kalktığım doğru… Zorlanmadan, sıkılmadan sıyrılıyorum yumuşacık yorganın altından. Soğuk bir sonbahar günü, saat 4'ü henüz yeni geçmiş. Aslında istersem biraz daha uyuyabilirdim; ama ben kalkmayı, giyinmeyi ve bir yürüyüşe çıkmayı tercih ediyorum. Kahvaltı için çok erken olduğu için, güzel bir yürüyüşün ardından keyifli bir kahvaltıya oturabileceğimi düşünüyorum. Güneş yeni doğarken, süzülüyorum Kanlıca Sahili'ne…

Denizin dalgalarını seyreder, martıların çığlıklarını dinler, ıssız ve boş bir sahili izlerken görüyorum onu. Uyku sersemi değilim; hiç değilim. Gözlerim miyop olabilir, ama gözlüklerim yerinde. Emin olmak için adımlarımı hızlandırıyorum, kanımda adrenalin yükseliyor, nefesim tutulur gibi oluyorum… Biraz daha yaklaştığımda artık emin gibiyim kendimden. Az ötedeki yalnız masalardan birinde oturan o… Biraz gerisinde boylu-poslu, iri-yarı bir adam daha oturuyor; ama o'nun yanında gözlerim adamı görmüyor. Sahildeki masada oturan o. Yüzünde kederli ve bir o kadarda anlamlı bir ifadeyle denize bakıyor. Önünde birkaç beyaz kâğıt ve sıradan bir kurşun kalem var. Acaba neler yazıyor, diye soruyorum kendime…

Yanına iyice yaklaştığımda beni fark ediyor, gözlerimdeki heyecanı görüyor.

"Me - merbaha…" diyorum.

İçtenlikle, "Merhaba" diyor bana. Doğal bir merhaba…

Bu söze nasıl bir karşılık vermeli diye düşünüyorum!...

"Nasılsınız?" diye sorabiliyorum ancak.

Başını hafif bir tebessümle sallıyor ve gözlerini kırparak, "İyiyim" diyor ve ekliyor "Otursana…"

Otursana!

Oturuyorum. O bana şefkatle, ben ona heyecanla; öylece bakışıyoruz. Beynimde hızlı bir akım var, birden teyzemi hatırlıyorum. "Hayırlısı inşallah" diyor. Sabahın köründe kalkıp sahile indim, hakikaten hayırlı! Ne desem, ne konuşsam… O kadar da hazırlıksızım ki, en iyisi onun gibi bir doğallığa bırakmak diyorum kendi kendime…

"Hayatta nadir zamanlarda erken kalkmışımdır, hepsi de özel günler için olmuştur. Bu yeni başlayan günde özel oldu, hiç beklemeden!"

"Çok şekersin…" diyor bana, "Özel olan senin bu güzel duyguların"

"Ya sizinkilere ne demeli?!"

"Canım" diye başlıyor cümlesine, "ben o kadar özel bir şey yaptığıma inanmıyorum. Şu denize, dalgalara, gökyüzüne, hayata bakarken dökülüveriyor bir şeyler."

Bir bilse o dökülenlerin ardından daha ne gözyaşları, duygular takip ediyor… Ne diyeceğimi şaşırmış durumdayım.

"Ben… Sizi rahatsız etmiyorum değil mi?" Çekiniyorum birden bire.

"Yooooo…" diyor, "Zaman zaman sahile iner, birkaç saatimi buralarda geçiririm. Ardından gün ve hayat ne getirirse…"

"Çok yoğun olmalısınız"

Birkaç saniye için denize bakıyor, "İnsanlara iyi bir şeyler verebilmek istiyorum. Onlar kendilerini iyi hissettiklerinde, ben de ancak o zaman keyifli olabiliyor, ben de kendimi iyi hissediyorum."

Ne güzel sözler, ne asil duygular…

Önündeki kâğıtlara bakıyorum; kurşun kalemiyle el yazısıyla satırlar dikkatimi çekiyor.

"Yeni bir çalışmanız mı?"

"Evet, diyor. Dinlemek ister misin?"

"EVET!" Kim dinlemek istemezdi ki!

"Aslında bakarsan henüz bitirmiş değilim. Geleceği ne olur, onu da biliyorum. Bugün, bu sabah için bu kâğıtta bir yer edindiler…" ve devam ediyor:

"Gücün bütün yollarından geçtim
Kalabalıkta bir yüz olmayı seçtim
İşte hayat dediğin budur,
Bir işe yaradığını bilmek
Ve fotoğrafta görünmemek…"

Nefesim tutuluyor. "Çok güzel!" kelimeleri çıkabiliyor ancak…

Yüzünde hüzünlü bir gülümseme beliriyor, hemen ardından kayboluyor. Gözlerimdeki heyecanı okuyor ve elimi sıkıyor.

"Ama ama… Siz fotoğrafta görünmediğinizi yazıyorsunuz. Bence siz fotoğrafı çekensiniz. Aşkı, ayrıldığı, sevgiyi, hüznü ve yaşamı…"

Duygulanıyor. Gözleri sevgiyle bakıyor bana.

Kısa bir süre daha konuşuyoruz. Ardından kalkma zamanımın geldiğini hissediyorum. "Bir daha görüşebilecek miyiz?" diye sormak istiyorum; ama çekiniyorum. Biliyorum ki yeni şarkılarda, konserlerde karşılaşacağız; asıl olan bu.

Vedalaştıktan sonra yanından ayrılıyorum ve uzaklaştıkça zaman zaman dönüp bakıyorum ona. Varlığı sadece günümü değil, gençliğimi de özel kılıyor.

Seni seviyorum Sezen Aksu…

David Ojalvo
www.davidojalvo.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Murad Ertaylan

 Kahveci : Murad Ertaylan


  Sürek Avı

Temizlikçi: Hali vakti yerindeydi, evi büyüktü. Yalnız yaşayan biri için dağınık sayılmazdı. Ben ne bekar evleri gördüm beyim, ömür törpüsü... Bizimkinin öyle çok gelen gideni olmaz, içkisi, sigarası da yoktur şeker gibi adamdır, bir de mendebur kedisi olmasa... Ben sevmem öyle ortalıkta içki şişeleri, ruj izli bardaklar, sigara kokusu sinmiş perdeler... Kedinin de bir zararı yok aslında ama yine de ben iş yaparken ayakaltında kimseyi istemem. İki haftada bir gelirim, hoşluk olsun diye kendi cebimden de bir demet çiçek alır çalışma masasına koyarım. Eskiden salondaki orta sehpasının üzerine bırakırdım ama baktım ki, salonda oturmadığı için fark etmek bir kenara vazoya su bile koymuyor. Yüzümü görürse şimdi teşekkür ediyor çiçekler için, yok eğer rast gelmezse teşekkür notu bırakıyor buzdolabının kapısına. Başlarda utanıyordum tabi, ne o öyle yavuklu gibi ama alıştım artık. Bilirim ki kalbi temizdir, ses etmem ben de. Konuşmak yerine her şeyi yazılı söyler. Hangi gömlekler ütülenecek, ne yemek pişirmemi istiyor, ne diyecekse üşenmez bir bir yazar inci gibi yazısıyla... Ne yapacaksın, onun ki de huy işte beyim, artık annesinden mi öğrendi kimden öğrendiyse..?

Ramazan davulcusu: Pinti herifin tekiydi. Evde olsa da kapıyı açmazdı. Ben de çalar çalar sonra küfredip giderdim. Geçen sene boş bulunup açtı ama yok oruç tutmazmış, zaten çocuğu uyandırdığım için kızgınmış, belediyeye şikayet dilekçesi vermişmiş... Bir ton laf salatası etti, saydı, döktü, defoldu gitti...

Bakkal: Kedilerin baş düşmanıydı, kız kovalayan, maytap ne bulursa alır sonra da sokaklara, zavallı hayvancağızların peşine düşerdi. Kerata dükkana fırtına gibi girer, para bile ödemeden leblebi tozlarını, gofretleri kapıp fırlardı dışarı. Hesabı kapatmayı peşinden gelen annesine bırakırdı. Onlar için özel olarak Cumhuriyet getirtirdik, normalde bizim burada öyle gazete pek okunmaz. Babasının sık sık seyahatleri olurdu ama gazeteyi her gün alırlardı. Bir gün elinde irmik helvasıyla girdi kapıdan, babasının ölüm haberi gelmiş gurbetten. O olaydan sonra aniden sakinleşti, duruldu ama yine de gülen yüzü solmadı. Ya da belki bendeki hatırası öyle kaldı kim bilir..? Kızıma bile istemiştim küçükken ama okudu, büyük adam oldu. İyi de oldu...

Masöz: Ben rahatlama, keyif amaçlı masaj yapmam. Medikal masaj eğitimi aldım Rusya'da. Spor sakatlanmalarında uzmanımdır ama burada en çok yaşlılara gidiyorum. Onun yaşı genç ama meslek hastalığı var. Kompüter başında oturmaktan sırt, bel ve boyun tutulmaları yaşıyor. Çokça vücudunun üst kısmındaki ağrılardan şikayet eder ama bacaklarda da dolaşım bozukluğu var. Sadece masajla olmaz, düzenli hareket lazım, ona da söyledim. Yoga dersi de veriyorum, bari ona katıl dedim ama dinletemedim. Nazik biri, dakik, temiz, biraz içine kapanık pek az konuşur. İdeal müşteri yani, hah hah haaa! Bazılarının çenesi düşük olur, zorlanırım o zaman, Türkçem hala biraz kırıktır benim…

Çiçekçi: Her ayın yirmi üçünde ya kendi gelir ya da telefon eder bir buket fulya yollatırdı bir hanıma. Kendisi bekardı ama kavuşamadığı bir sevgili mi, kızı mı, annesi mi, eski eş mi bilmem artık. Yine de çok romantik bence, yıllarca hiç aksatmadı. Askere gittiğinde bile her ay telefonla sipariş verdi bana...

Müzisyen: İlkokulu da ortayı da beraber okuduk. O zamanlar mecburi öğretim beş yıldı. İlk gördüğümde beğendim onu ama yıllarca açılamadım. Ortaokulda sevdiğimi söyledim. Aslında açıkça söze dökmedim ama dudaklarından öptüm onu sinemada. Ara bitip de ikinci yarının hemen başında toplamıştım cesaretimi, sonra filmin devamını seyredemedik, hah hah..! Meğerse daha önce hiç kimseyle öpüşmemiş, inanabiliyor musun? Aramızda kız kıza yaptığımız yarışmalarda sınıfın daima en yakışıklı erkeği seçilirdi ve ona öpüşmeyi ben öğrettim..! Lisede ayrı sınıflarda okuduk ama başka kızlarla çıkmaya başlayınca beni unuttu. Kabak çiçeği gibi açıldı birden, çok popüler oldu. Evlendiğini ortak arkadaşlarımızdan duydum. Aradığı mutluluğu bulmuştur umarım...

Eczacı: Taa ilk gençliğinden tanırım. Utana sıkıla prezervatif isterdi. Bir tek onun için gelmemiş havası yaratsın diye de yanında vitamin, diş macunu, yara bandı, deodorant falan alırdı. Herkesin aksine bir karış suratla girmezdi içeri. İlaç almasa bile yolu üzerindeyse geçerken uğrar, hatırımı sorardı. Şimdilerde ayağını kesti diyeceğim ama herhalde iş seyahatleri arttı. Habersiz taşınmış olduklarını sanmam, eğer peşinden kovalayan yoksa muhakkak veda ederdi...

Servis şoförü: Hep en öndeki tekli muavin koltuğuna otururdu. Yağmur çamur demez pencereyi hafif aralık tutmamı isterdi. Sanki numaralıymış gibi o gelmese bile kimse onun yerine oturmaya kalkışmaz, ön koltuk boş giderdik. Belli ki, iyi yerlerden alışveriş ederdi ama sanki zoraki giydirmişlercesine mutsuz dolanırdı. Benim öyle gardırobum olsa ortalıkta göğsümü gere gere gezer, herkesin gözünün içine bakardım dik dik. Onun omuzları düşüktü, yüzü asıktı. Ya dalgın dalgın camdan dışarı bakar ya da elindeki deftere bir şeyler karalardı. Böyleleri de var işte, iki sene taşıdım onu ama işten ayrıldığını bir hafta sonra tesadüfen öğrendim. İnsan gelir iki çift güzel söz eder, elimize avucumuza bir armağan sıkıştırır, nerdee..!

Okul müdürü: Masum yüzlü ama çok haylaz bir çocuktu. Akla hayale gelmeyecek çoraplar örerdi arkadaşlarının başına. Veliler bile öğrenmiş adını. Ağzı da pek kalabalıktı üstelik, ne zaman karşıma getirseler daima türlü bahanesi olurdu. Hatta bir keresinde gözümün içine baka baka yalan söyleyince artık sabrım taştı, elimi kaldırdım. Meslek hayatımda attığım son tokattır o, öyle bir baktı ki, sanki yeni doğmuş kuzu kesmişim hissettim. Sütten çıkmış ak kaşık gibi çıktı gitti odamdan. Mezuniyet töreninde diplomasını verirken tuttu elimi öptü, halbuki sevmem ben öyle şeyleri ama ne yalan söyleyeyim hoşuma gitti yaptığı. Böyle işte, ele avuca sığmazdı, haşarıydı ama içinde kötülük yoktu...

Polis: Beni tehdit etti onun bunun çocuğu, ben de dayanamadım itekledim. Küfredince de sarstım biraz. Arkası sağlammış, yüksek yerlerde tanıdıkları varmış, beni yerimden ettiler. Halbuki ben İstanbul'a tayinimi çıkarmak için senelerce sabrettim, uğraştım, didindim ama bir kılkuyruk harcadı beni. Görüyor musun halimi şimdi, kuş uçmaz kervan geçmez, Allah'ın unuttuğu bu yerdeyim. Çoluk çocuk perişan, en yakın okul sekiz kilometre ötede. Perişan etti bizi beyim, hakkımı helal etmem ona..!

Çımacı: Şık giyinir, ilk biner ilk inerdi. Yaşından beklenmeyecek kadar atikti. Herhalde otuz beş, kırk civarında olmalıydı. Her seferinde uyarmama rağmen vapur iskeleye yanaşmadan atlar, dönüp bana bir selam çakar ve hızlı adımlarla uzaklaşırdı. O gün hava rüzgarlıydı, dalgayı kafadan aldığımız için güverte ıslaktı. Tam yanaşırken ayağı kaydı, sendeledi. Tam araya düşecekken hamle ettim ve kolundan tutup kaldırdım. İkimiz de sıkışabilirdik ama takdir-i ilahi, gördüğünüz gibi sapasağlamım. Çalıştığım vapurlarda hiç kaza olmadı bugüne dek. Vukuata en çok o yaklaşmıştı ama bereket versin, başımıza iş açılmadan sıyırdık paçayı...

Güvenlik görevlisi: Delikanlı bir abimizdi. Hana girerken günaydını, çıkarken iyi akşamları esirgemezdi benden. Posta kutusu genelde dolu olurdu. Dergileri okuduktan sonra bana verirdi ama ben çok okuyan biri değilimdir. Bazen onun adına gelen kargoları almamı ister, nakliye parasını öderken hep biraz fazlasını verirdi. Bu kadar insan çalışır burada, onun yeri ayrıdır bende..!

Ben aslında bu tarif edilenlerden hiçbiriyim ama aynı zamanda hepsinin toplamıyım, aynen hikayedeki fil misali..! Beni anlatmaya çalışanlardan pek azı yöneltilen sorular karşısında meraklanıyor, gerçekten ilgilenenlerden de ancak bazıları karşı soru sorma cesareti gösteriyor ve kafasından geçenleri seslendiriyor:

Yoksa kötü bir şey mi oldu?
Öldü mü sonunda? Yerinde durmazdı, rahat batardı ona..!
Pek severim ama görüşmeyeli yıllar oldu, hayırdır?
Neden sordunuz?
Cevap vermek zorunda mıyım?
Polis misiniz, televizyoncu mu?
Hangi kanal ağabey?
Cevapları basacak mısınız? Eğer öyleyse adımı kullanmayın lütfen..!

Hafızam, beynimin ve yüreğimin yıllarca hiç geçilmemiş, ot bürümüş, kıvrımlı, dolambaçlı yollarında hassas burunlu ve iyi eğitimli bir köpek gibi iz sürmüş, karşısına çıkanları tek tek sorgulamıştı. Eşilecek kenar, kazılacak köşe, aydınlatılacak kuytu kalmayıncaya dek günahlar, sevaplar bir bir sayılmış, kirli çamaşırlar ortalığa dökülmüştü... Artık deftere huzur içinde bir nokta koyulabilirdi, hesaplaşma bitmişti. Kopkoyu bir damla sayfaya düştü ve kağıdın hamuru emdikçe nokta giderek yayıldı, büyüdü, büyüdü ve sonunda tüm zamanı kaplayan büyülü bir leke oldu.

Bitti

Murad Ertaylan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Leyla Ayyıldız

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 7.053 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


"bir daha dene"

Deli-dolu, ipe-sapa gelmez hülyaların olmalı.
Ben yürürsem birgün dağlar da yürür benimle gibi mesela.
Tut ki yürüdün ve çakılıp kaldı bütün dağlar, ne çıkar?
Değil mi ki bu umudu yaşadın bir zaman,
bir zaman bununla avundun, ışıdı gözlerin bir müddet bu umutla, yetmez mi?
Şimdiye Kadar Savaştın ve Hep Yenildin Öyle mi?
Olsun...
Bir Daha Savaş ve Daha Güzel Yenil.

Figen Kozanoğlu

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




En ve boylarına göre ayırıyor galiba...

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


ARİF 2006

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

http://www.haliltum.com
Sevgili kahveci Halil Tüm'ün Türk Sanat Müziği ile bezediği şahsi sitesi. Hele güfte ve notalarla ilgiliyseniz mutlaka ziyaret etmelisiniz.


Boo diye bir web dergi var http://www.boodergi.com/ Daha doğrusu varmış ama benim yeni haberim oldu. Hazırlayan arkadaşlara çok teşekkürler. Tam kıvamında bir dergi olmuş, (ne demekse?), yani ben çok beğendim demek istiyorum ve diyorum: "çok beğendim". Hele derginin sunulduğu web sayfasının dizaynı da hiç fena değil hani, görülmeye değer bence...

11 Eylül sabahı Pentagon'a bir Boing 757'nin çarptığını ve ciddi hasarlar meydana geldiğini duyduk ve hatta basından takip ettik. Bunun aslında bir düzmece olduğu hakkındaki bilgiyi de sayın Mehmet Polat'ın "11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ" yazı dizisinden takip ettik. Bir kaynakta benden http://freehost16.websamba.com/pentagonym/pentagon.htm kısayolundaki filmi başından sonuna kadar takip ederseniz, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. O kadar açık ve net kanıtlar sunulmuş ki, sonuna kadar hiç ara vermeden seyredeceksiniz.

E-card olarak da gönderebileceğiniz küçük ve şirin bir mini golf oyunu http://www.purple-twinkie.com/games/xmasminiput.asp ben üç tur oynadım ama hala kimseye göndermedim.

Kafanızda küçük bir senaryo oluşturup, daha sonrada film haline getirmeyi planlayanlardansanız, işte size yarı amatör bir proje. http://myfunmovies.com/ web sayfasına giriyorsunuz ve sırasıyla: öncelikle kendinize filmin çekileceği ortamı ve hava durumunu belirliyorsunuz. Tabiki sırada oyuncular var. Onları da belirledikten sonra senaryonun temel çalışmaları başlıyor. Bu kişiler belirlenen mekana nasıl gelip oradan nasıl ayrılıyorlar. Aynı zamanda neler konuştuklarını da konuşma balonlarına ekliyorsunuz. Olmazsa olmazımız ise ortam müziği. Bunu da belirlediyseniz son olarak giriş animasyonunu; yani intro kısmını hazırlıyorsunuz. Bunca zahmetten sonra oturup keyifle sanat eserinizi seyrediyorsunuz. Eeee bunu başkalarına seyrettirmek mümkün mü diyenlere cevabım tabiki evet olacak. İyi eğlenceler.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060921.asp
ISSN: 1303-8923
21 Eylül 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com