Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.056

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 22 Eylül 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : Bir babayiğit aranıyor!..

Merhabalar,

Dün köşemde yayınladığım Kerinçsiz fotoğrafından sonra bugün kendimi affettirmek için sevimli bir kedicik fotoğrafı kullanıyorum. Çevreye verdiğim rahatsızlıktan ötürü özür dilerim.

Elif Şafak davasında, arzu edilen, aklın emrettiği karar çıktı sonunda. Asıl onur yaralayan dava, Sayın Hakim ve Cumhuriyet Savcısından döndü. Var olan kanunu uygulamakla yükümlü sayın hakim "suçun yasal unsurlarının oluşmadığı ve yeterli delil bulunmadığı" gerekçesiyle de olsa beraat kararını verdi. Kararı duyan Kerinçsiz tepindi, sevimsiz şovuna mahkeme önünde de devam etti. Şimdi, bu adama adaleti gereksiz yere meşgul etmekten ve Türklüğü ağızlara sakız edip Türk imajını zedelemekten dava açacak bir kerinçli pardon sevimli babayiğit aranıyor. Bulunabilir mi dersiniz?

...

Geçen akşam NTV'de 2004'te belgesel dalında tüm ödülleri toplayan filmi seyrettim. "Super Size Me" isimli bu belgesel Morgan Spurlock isimli yönetmenin kendisi üzerinde bizzat denediği deneyi anlatıyor. 30 gün süreyle sadece hamburger ve türevlerini yer, kolalı içeceklerle susuzluğunuzu giderirseniz ne hale gelirsiniz biliyor musunuz? İşte cevabı bu filmde. Deneyin sonunda adam neredeyse ölüyordu. Kendimden geçtim ama çocuklarıma bundan böyle hamburger yedirmemeye karar verdim. Ne kadar dayanırım bilmiyorum ama azami gayreti göstereceğime huzurlarınızda söz veriyorum. Aklınız varsa siz de aynısını yapın. Filmi seyretmeyenler için ayrıntılı bilgi web sitesinde, http://www.supersizeme.com.

...

Yarın Altın Portakal sahiplerini buluyor. Bizden de bir parça var orada biliyorsunuz. O nedenle aklımızın bir parçası da orada. Çarşamba gecesi galadan sonra yaşanan tatsız kazadan sonra biraz tatları kaçsa da umutlular. Umarım emekleri boşa çıkmaz, kucakları dolu olarak dönerler İstanbul'a. Hepinize az yağışlı güzel bir hafta sonu diliyorum. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  EFTEN PÜFTEN YAZI

Bilgisayarımın başına oturmadan önce aklımdan upuzun kervanlar geçer. Develer; kelimelerle, cümlelerle, kurgularla, benzetmelerle, betimlemelerle yüklüdür. İş ciddiye bindiğinde yani yazma vakti geldiğinde anlatacaklarımın hepsini aklıma dizerim. Bir daha baktığımda çoğu son süzgecimden geçemez. Elimdekileri ayıkladığımda geriye neredeyse anlatılmaya değer hiç bir şey kalmaz. Bu kez öyle yapmayacağım. Aklıma gelen her şeyi hiçbir seçme yapmadan direk yazacağım. Günlük yaşamın içinde çok fazla önemsiz şey vardır. "Bu sivilce var ya, dünyamı karartı. Sabahtan beni ayna karşısındayım. Ha bire büyüyüp duruyor. Pudraladım, fondöten sürdüm ama ne fayda. Hala kıpkırmızı, hala ben buradayım diye bağırmaya devam ediyor. Baksana, çok çirkin değil mi?" İşte içinden çıkılmaz bir sorunla bir kez daha karşı karşıyayım. Aman bunu niye dert ediyorsun desem darılacak. En iyisi biraz duygudaşlık kurmak… "Evet, sivilcen gerçekten patlamaya hazır volkan gibi görünüyor. Benim böyle bir derdim olsa kahrımdan ölürüm. Kahrımdan ölemezsem ayağıma taş bağlayıp kendimi denize atarım. Taş çözülürse yarı yolda kalmayayım diye dudaklarıma ve burun deliklerime Japon yapıştırıcı sürerim."

Benim sevmediğimi bile bile yine salataya sirke koymuşsun. Oysa dolapta limonlar boş oturmaktan, can sıkıntısından birer birer kuruyorlar. Sanki inadına yapıyor. Yüz kere, bin kere söyledim. Ama kime söylüyorsun. Elbette salataya çatalımı bile sürmeyeceğim. Kendisi de oturup hepsini bitiremeyecek. Mecburen yine doğruca çöpe gidecek. Ağzımı açıp bir şeyler söylesem "Beğenmezsen beğenme, umurumda mı sanki? Git de ananın yaptığını ye." diyecek. Sesimi çıkarmadan bir şeyler atıştırıp kalkmak en akıllıca yol.

Bir de neye sinir oluyorum biliyor musunuz? Beklide sizin evin hallerinde de böyle şeyler vardır. "Sedat, baksana salona yine sinek girmiş." Salonun penceresindeki sineklik geçen sene rüzgârda kopmuştu. Sanki bilmiyormuş gibi gidip inadına o pencereyi açar. Madem pencereyi açıyorsun bari tül perdeyi iyice çek. O pencereyi ardına kadar açarsan elbette sinek de girer, böcekte… İyi de neden bu evin sinek sorumlusu benim? Evlendiğimiz günden beri benim böyle bir görevim var. Sineği böceği öldürmek, kolundan, kanadından tutup dışarı atmak benim işimdir. Bağra çağıra bu işi bana havale edeceğine eline bir bez alıp kovalayıver. Çam açıksa çıkıp gider.

Diğer erkeklerin de böyle bir derdi var mı bilmiyorum. Özellikle kalemlerimi, tornavida, pense gibi küçük ev aletlerimi koyduğum yerde bulmak isterim. Temizlik yapılırken tornavida, pense gibi küçük aletlerin yeri mutlaka değiştirilir. Misafirlerin çocukları resim yapıp oyalansın diye benim kalemlerim onlara verilir. Çocuk gittikten sonra da kesinlikle kalemlerimi koyduğum bardağın içine geri dönemezler. Bu nedenle evde kendime ait bir kurtarılmış alan istiyorum. Bunu dile getirdiğimde sen takıntılısın diyorlar.

Geçen hiç istemeden bir sohbete yakalandım. "Buyurun, gelin, bir çayımı için."demesem ayıp olacaktı. O yalnızken çok mutsuz oluyormuş. Yaşamında hep birileri olmalıymış. Anne, baba ya da öteki aile bireylerinden bahsetmediğimi sanırım anlamışsınızdır. "Bir ilişki beni toparlıyor." diyordu. "Niye seni başkası toparlıyor da kendi başına dağılıyorsun." demeyi istedim. Çok sivri dillisin diyeceklerdi. Hiçbir şey söylemedim. Bana yıllar önce "Bir it bir deriyi sürür." demişlerdi. İki deri bir araya gelirse kim kimi sürüyecekti. İnsan sürekli kendini toparlayacak, sırtlayacak birini bulamaz ki. Kendi başına mutsuz, sıkıntılı, depresyon eğilimli biri ancak geçici bir süre başkasıyla oyalanabilir. Tanışma ve yeni yeni gezilip tozulan zamanlar geçtiğinde her şey yine kendi (eski) haline dönmez mi?

Geçenlerde doktora gittim. Göz sırası alıp muayene olabilmek üniversite sınavını kazanmaktan daha zordu. İnat ettim, sabır gösterdim, azimle işeyip mermeri delemedim ama muayene olmayı başardım. Miyop bir buçuk numara olmuş, ayrıca okuma gözlüğü kullanmam gerekiyormuş. Sıra almak zor geldiği için doktora gitmeyi tam yedi senedir erteliyordum. Gözlüklendikten üç gün sonra da arabamı servise götürdüm. Yağ, balata, filtre değişimi derken istemeye istemeye elde avuçta ne varsa verip geldim. Arkadaşlarım neredeyse hepsi serviste harcadığım parayı ve yapılan işlemleri sordular. "Servisler çok kazık. Sanayide tanıdık bir ustaya götür. O gerekli parçaları sipariş edip değiştirir. Servise verdiğinin yarı parasından bile ucuza gelir." dediler. Göz sağlığım ve camekânlı görüntüm kimsenin umurumda bile olmadı. Erkekler ve araba konusunda söylenenlerin hepsi gerçekten doğru. Erkekler önce arabasını severler. Sonra karısını ve çocuklarını… Arabalarını temiz tutmak için gösterdikleri özeni giysileri ve yaşadıkları mekânlar için göstermezler. Önce arabalarını değiştirirler, sonra da eşlerini ve yaşamlarını…

Bilgisayar başına oturmadan önce aklımda sürekli Kamyoncu Ali'nin öyküsü dolaşıp duruyordu. Yaşam öykülerini herkes sever. Bize benzeyen, bizim gibi olan sıradan insanların acıları ile hüzünlenmek, mutlulukları ile keyiflenmek, yaşadıkları sürprizlere şaşırıp kalmak kendi hayatımızın da roman olduğu gerçeğini hissetmek isteriz. Bunları, buna benzer bir şeyi bende yaşamıştım diyebilmek okuduklarımızla bütünleşmemizi sağlar.

Geçenlerde bakkala gitmiştim. Sigara, makarna ve yumurta aldım. O gün kasada bakkalın hanımı oturuyordu. Üç dedi, yedi, beş, sekiz… Sonuçta aldıklarımın ne kadar tuttuğunu hesaplayamadı. "Sen tahsilli adamsın, hesaplayıversene şunları." dedi. Hesap makinesini önüme çektim. O aldıklarımın fiyatlarını söyledi ben topladım. "Hesap makinesiyle bende hesaplardım, ne var bunda:"demez mi ? İyi de makine önünde duruyor. Sanki elinden alan mı var? Hesaplasaydın…

Yalıda arkadaşlar oturuyordu. Sıcağı sıcağına bakkalın hanımı ile aramızda geçen konuşmaları arkadaşlara anlatayım dedim. Tam bir saat herkes mahalle bakkalı ile kendi arasında geçen olayları anlatmaya başladı. Biri bitirmeden öteki başlıyordu. Hem de ne anlatma, akıllara ziyan… Gülmekten yerlere yatacaklar. Aslında ortada o kadar ilginç ve komik bir şey yok. Sadece konu çok sıradan ve herkesin üç aşağı beş yukarı bu bağlamda yaşadığı onlarca olay var. Böyle bir sohbete katılmak kolay… Herkese uygun, her eve lazım.

Son aylarda büyük kentlerin sokaklarında satıcılar iki tane siyah parlak nesne satıyorlar. Bunları havaya atıyorsun. Cırttt diye bir ses çıkarıyorlar. Stres bilmem nesiymiş. Elbette aynı sokaklarda bunları yeni satın almış cırtlatamaya çalışan insanlar da görüyorsunuz. Elimde olmadan sokağın tenha bir yerine çekilip bu zamazingoyu satın alan insanların yüzlerine baktım. Bana hiç birisi öyle stres dolu gergin gibi görünmediler. Hatta biraz abartarak sokakta gördüğüm en güleç yüzlü insanlardı bile diyebilirim. O iki parlak siyah metalimsi nesnenin çıkardığı ses rahatlatıcı değil duyanı gıcık edecek bir tınıdaydı. Belki onları elinde gezdirip, atıp tutan insanlar rahatlıyordur. Ama etrafındaki insanları mutlaka rahatsız ediyorlardır. Belki de bu icadı çıkaranlar stresi reenkarnasyona uğrayıp başka bedene geçirmeyi amaçlamışlardır diye düşünmeden edemedim.

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Faik Murat Müftüler

 MuratHoca : Faik Murat Müftüler


  KOŞAN ÇOCUK

Udi Şerif Muhittin Targan'ın Koşan Çocuk etütlerine yazınsal varyasyon

Uçsuz bucaksız çayırlarda sarsak adımlarla koşan çocuk…
Billur dereler, bahar dalları,
Kırk ikindilerin bölük pörçük tembel sabah bulutları.
Papatyaların sarı başları dimdik güneşe inat
Ve çimen pansumanı yaralı dizlerine.

Gördüm ki çağla ağaçları dibindesin.
Gözlerin dallarda, dilenirsin
Daha neler dilenmedin ki…
Ne de kolay söylerdin sevgini…
Belki nefreti tanımadığından,
Pek kolaydı arkadaş bulman.
Ekşi çekirdekli birkaç çağlayla dünyalar senin olur.
Koş çocuk koş ne olur…

Koş çocuk koş…
Yakala delikanlı çağlarını.
Ama bil ki o hayırsız serseri,
Kentin beton çatlağı gibi sokaklarında tutmayacak elini.
Düşersen kaldırmaz yerden;
Utanır senin aptal hallerinden.
Herkeste olanı kendinde yok göstermeye çalışacak.
Oysa görünce ikinizin aksini vitrin camlarından utanacak,
Birbirinizin gölgesi gibi geçeceksiniz kentin bulvarlarından.
İyisi mi sen koş çocuk hiç usanmadan.

Koş çocuk koş.
Kent stadının pistindedir yetişkinliğin.
Sen her adımında zaten onun peşindeydin.
O ise akşam yürüyüşünde dalgın, yılgın.
Ellerinde semereleri hayatının…
Seni aptal bulacak, delikanlıyı zibidi.
Onun çocukları bil ki sizden bile değerli.
Oynayamazsın onlarla tanışamazsın bile…
Bakar kalırsın ellerindekilere.

Sen çocuksun anlamazsın Koşan Çocuk.
Birkaç tapu senedi, bir ruhsat, iş, çocuk, at, avrat…
Bir çikolata olsaydı daha iyi değil miydi?
Bu aptal adamın derdi neydi?
Kollarını uzatsan da boynuna nafile,
Seni bir kez olsun kucaklamak için bile,
Bırakmaz ellerindekileri yere.
Sen iyisi mi koş çocuk istemediğin yerlere.
Koş çocuk koş.
Stadın jimnastik salonundadır kocamış halin.
Karanlık bir mezar gibidir şimdiki yerin.
Bir koşu bandının üzerinde,
Çayırlarda koşar gibisin.
Heyhat kocamışlığının dizleri dibindesin.
O dehlizde ufku göremez olmuş gözlerin.

Keşke sen çayırlarda mı kalsaydın?
Niyeti nedir ki seni sürüyüp bu tatsız yere getiren ihtiyarın?
Kollarında derman kalmamış elleri bomboş.
Fer kalmamış gözleri mayhoş.
Diyor ki "Gelse de bir öpsem yanaklarını şu veledin.
Çok hakkını yedim sonra nasıl öderim?"
Sen boş ver o bunağa koş.
Nasılsa yaşamın son günlerinde her çağın sarhoş.

Sen iyisi mi koş çocuk koş…

"Çocukken ayaklarımız önde koşardı,
beynimiz ve kalbimiz geride

Gençken kalbimiz önde koşar oldu,
Beynimiz ve ayaklarımız geride kaldı.

Yetişkinlikte beynimiz önde koşuyor hep
Ayaklarımız ve kalbimiz geride kalıyor

Şimdi yaşlandık
her biri başka bir yöne koşuyor"



Faik Murat Müftüler
murathodja@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kıraathane : Yusuf Besim Doğan


BAŞKASININ ŞEYİYLE…

Gazetede bir haber:" İlk penis nakli yapılan adam bunalıma girince organı alındı." Habere göre ameliyat başarılı geçmesine rağmen adam bunalıma giriyor; karısı da rahatsız oluyor ve organı geri aldırıyor. Oldukça ilginç bir durum şimdi adam karısıyla birlikte olsaydı belki kendini " Başkasının şeyiyle gerdeğe giriyor hissedecekti…".Karısının durumu ilginç, belki kendini aldatmış hissedecekti. Diyebilirsiniz ki:" Yahu bir deneselerdi bari." Acaba penisi alınan ölünün karısı ne düşünüyordu? Gazetede bir haber yok. Belki o da kendini aldatılmış hissedecekti. Belki de ölenin karısı çıktı geldi diğer kadına:" Ben anlamam arkadaş bana ait olanı geri verin" dedi. Diğer Kadın ne halt yapacak? Ya kocasını komple verecek ya da kestirip verecek. Neresinden bakarsanız bakın zor durum.

Ekonomimiz IMF tarafından idare ediliyor siyasetimiz farklı mı? Bay Derwish'i gönderdiler programı yaptı ve misyonu bitti. Nerede o Derwish'le yatıp kalkan haberler.
AKP iktidarı virgülüne dokunmadan aynı programa devam ediyor. Bir önceki hükümet sanki başka türlü mü yaptı? Hayır! Önce "Sabit Kur" dediler, reel faizleri yükselttiler sıcak para bankacılık sistemine girdi ekonomimiz canlanmaya başladı (!) gümrükler açılmış aç vatandaşa krediyi tüketsin. Cari açık yedi milyar dolar. Namuslu ekonomistler buna ekonominin dayanamayacağını söylüyordu. Durumu görünüşte Bay Coterelli'yi gerçekte her zaman olduğu gibi Türk Halkına fatura ettiler, gönderdiler adamcağızı oysaki tam alışmıştık. Derwish'in yeni programı "Dalgalı Kur" Sıcak paranın psikolojisi ile Kur gene baskı altında; aç vatandaşa krediyi tüketsin. Ama çaktırmadan bir şeyler oluyordu. Bankacılık sistemi yavaş yavaş yabancıların eline geçmeye başlıyordu. Rakamlara bakın %8,5 büyüme… Yahu el âlem reel faizle milli gelirin %30 cebine indiriyor büyüsen ne olur büyümesen… Yarın Bu rakam %35 olacak, diğer gün %40. Bankacılık, borsacılık derken bütün sistem ellerinde.
Kelli felli ulusal diye bildiğimiz şirketler ne yapıyor? Yabancı şirketlerle Komprador evlilikler yapıyor… Eskiden bunlara acentelik derlerdi, gâvurun malını getirip satardın karını cebe anaparayı gâvura… Kapitülasyon dediğimiz gümrük imtiyazları neydi?
Duyun-i Umumiye neydi? Tarih tekerrür ediyor.

AB Gelişme ön raporu çıktı " Ermenileri kestiniz, Pontus'a şunu yaptınız, aceme şunu, Çerkez'e şunu, Pomak'a şunu…" Yahu onların hepsi bu ülkenin kuruluşunda asli unsurlar olmuş hepsi aynı haklara sahip vatandaşlarımız. AKP hükümeti nedir bu rezillik demiyor diyemiyor. TC böylesine çaresiz bir siyasete, dış politikaya mahkûm edilmemiştir. Bunu sadece hükümet kanadı açısından söylemiyorum. Sivil toplum kuruluşları dahi mahkûmiyet ve teslimiyet içinde… Aynı gazetenin bir başka haberi:
"TÜSİAD, Elif Şafak alarmı verdi" devamla, " Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu, Türkiye'nin ilerleme raporunu görüşmeye hazırlanırken, TÜSİAD bu gün açılan TBMM den TCK'nin 301.maddesinin değiştirilmesini bekliyor. TÜSİAD, hükümete, bürokratlara ve milletvekillerine bu konuda bir rapor gönderdi. TÜSİAD, YAZAR ELİF ŞAFAK'IN 21 EYLÜLDEKİ DURUŞMASININ AB NEZDİNDE OLUMSUZ ETKİ YARATACAĞI ENDİŞESİNİ İLETTİ"

TCK'nin 301.maddesinin genel yazım şekli itibari ile Ceza Hukuku ilkeleri bakımından çok açık olmadığı bazı kavramların açıkça yazılması gerekliliği zaten hukukçular arasında epey den beri tartışıla gelen bir sorun. Ama Dünyanın Tüm demokratik ülkelerinde benzer hükümler vardır. Fransızlığı, İngilizliği aşağılayın bakalım başınıza neler geliyor. Sorun Dink veya Şafak'da değil. Biz Bunları Avrupa istedik diye değiştireceğiz. Kendi demokrasimiz için değil. TÜSİAD Avrupa bu duruma ne der diyor. Ama aynı Avrupa hukukun en evrensel prensipleri ile bağdaşmayan yasalara pek ala düzenliyor. " Ermeni soykırımı olmadığına dair konuşmak ve yazmak suçtur." Gıkımız çıkmıyor, çıkamıyor. Rezillik diz boyu. Şimdi biri çıksa Türkiye'de " Yunanlılar bu ülkeyi işgale yeltenmemiştir." Dese kargalar bile güler ama suç değildir. Olamazda meclis böyle bir yasa çıkarsın Anayasa Mahkemesi iptal eder. Soykırım olmuştur olmamıştır tarihi bir vakıadır bırakalım tarihçiler tartışsın. Ama bilimsel bir olgunun olup olmadığını ileri sürmek demokratik bir hukuk devletinde suç olamaz." Örneğin " Su yüz derecede kaynamaz." Dersem bu yanlıştır ama suç olarak düzenlenemez. Sahi Galilei Galileo neden yargılandı? " Dünya dönüyor "dedi. Ama onu yargılayan Demokratik Hukuk Devleti değildi. Engizisyon Mahkemesi idi…

Bilirsiniz rahmetli Barış Manço'nun "Adam olacak çocuk…" diye sevilen programı vardı. TBMM'nin yetenekli çocukların iyi eğitim almaları için yurt dışına devlet kesesinden gönderme yetkisi vardır. Bildiğim kadarı ile İdil Biret böyle bir yetenekti. Gene o yeteneklerden(!) Adanalı meşhur bir ressamımız sergi açmış sergide bilmem hangi tarihten kalma bilmem neyini sildiği mendili de sergiliyormuş. Bekir Çoşkun bildiğimiz üslubu ile dalgasını geçmiş, Hıncal Uluç'ta sergiye bu yüzden gitmemiş. Bay Ressam çok alınmış bir sürü sanatçıyı saymış, falanca filancalarını saklarlarmış… Bu zevat sanattan anlamıyormuş ve affetmiş onları. Bizim Kırk Pınar yağlı güreşlerini fazla erkeksi bulmuş olacak ki Yurt dışından geldiğinde sergilerde çıplak kadınlara çamur güreşleri falan düzenlerdi. Kadın Erkek eşit olacak elbette. Salvador Dali'de böyle mi yapıyordu ne… Atatürkçülüğü kimseye bırakmayan gerçek sanatçımız bu toplum sanatçıyı anlamıyor diyor. Bir de anlasa… Şimdi gerçek sanatçı böyle yaparsa ne olur? Televizyonlarda göbek atan diğer sanatçılara tavsiyem: Kullanılmış tuvalet kâğıtlarını atmayın, sanat abidesi olduğunuzda en kötü ihtimalle öldüğünüzde değer kazanacaklardır. Ya da ne bileyim kullanılmış prezervatifleri, selpakları atmayın. Halkımızda elbet sanatçısını sever örneğin sanatçı umumi helâya mı girdi sök pisuvarı sakla… Para eder. Bir de sanat işe yaramaz derler adam öteki dünyaya gittiğinde dünyanın parası…

Yıllar önce Sayın Turgut Özakman'ın "RESİMLİ OSMANLI TARİHİ" diye bir oyunu sahnelenmişti, Osmanlının son dönemindeki Tanzimat aydını ile dalgasını geçen ve altmışlı yıllarda o aydın tipinin değişmediğini anlatan bir oyundu. O zamanın aydını Batıda gördüğünü Osmanlı'ya yamarsa Osmanlı'nın kurtulacağına inanırdı.
Teşkilat-ı Esasiye (Anayasa) ilan edilirse Osmanlı kurtulacaktı. Altmışın aydını Menderes'den kurtulunca her şeyin düzeleceğini düşünüyordu. Şimdi mi? AB nin istediklerini yaparsak Türkiye kurtulur diyor aydınımız. Biz istediğimiz için değil onlar istediği için. Başkasının demokrasisi ile şey etmek diye buna denir ne diyeyim.

Birde şu adamı dinleyelim bakalım ne demiş: "…Oysa güç ve kuvvet, Türkiye'de ve Türkiye hakkında olan gelişme cevherine, zehirli ve yakıcı bir sıvı katmıştır. Bunun etkisi altında kalarak, milletin en çok da yöneticilerin zihinleri tamamen bozulmuştur. Artık durumu düzeltmek, hayat bulmak, insan olmak için, mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupanın emellerine uygun yürütmek bütün dersleri Avrupa dan almak gibi bir takım zihniyetler çıktı. Oysa hangi istiklal vardır ki yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir… İşte Türkiye'de, bu yanlış zihniyetle sakat olan bazı yöneticiler yüzünden, her saat, her gün, her yüzyıl, biraz daha çok gerilemiş, daha çok düşmüştür."

Bunu 6 Mart 1922 de TBBM de söylemiş Mustafa Kemal. Tam seksen küsur yıl önce…
Şimdi anlaşılmıyor mu neden büyük ve dahi? Türkiye Sevr'e çekiliyor yapılan haritalarla, ekonomik programlarla, dayatmalarla tarikat-ticaret hortumları ile…

(..)

Biz toprak üstünde derin uykulardayız,
Kalkıp uyandırın bizi!
Uyandırın bizi!
Şehitler, Kuvayi Milliye şehitleri,
Mezardan çıkmanın vaktidir! (*)


Ne demeli daha bilmem ki?

Yusuf Besim Doğan

* Nazım Hikmet-Kuvayi Milliye Destanı


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Yesinler Sizin Limitinizi

Yanlışlık yok merak etmeyin, doğru yazdım harfleri. Ancak; düşünceniz kesinlikle doğru, simit yemenin keyfi, limit yemede yok bence de. Bir CRM modası sardı ki, sormayın gitsin ( "Müşteri İlişkileri Yönetimi" lafının, gavurcasına çevrilmişinin kodlanmış hali. İçimiz dışımız kod oldu gitti. Veya; içimiz kod olup dışımıza kodu oturttu gitti diyeyim en iyisi ).

İyi günler efendim, Fibank'dan arıyorum, ismim Müşerref.
- Müşerref oldum Müşerref Hanım, bendeniz de Kredi Kart müşterilerinizden...
Ben Ahmet Bey'i aramıştım, bir yanlışlık olmasın ?
- Doğrudur efendim, herhangi bir yanlışlık olamaz, sizinkiler araya araya ezberlediler zaten cep telefonumu, hatta siz bana kısaca 5352278 diyebilirsiniz. Nasıl bende ezbere bildim değil mi müşteri numaramı ?
Kih kih, çok şakacısınız, "İlahi Ahmet Bey !" diyesim geliyor ama telefon konuşmamız kayıtlara geçiyor ne yazık !
- Hadi ya ! Neyse bende çeki düzen vereyim bari kendime ama sesim konusunda ne yazık ki yapabileceğim hiç bir şey yok, kayıtlar biraz detone olacak, idare edin artık.
Estafurullah, kaydettiğimiz seslerle CD felan çıkartmayı düşünmüyor bankamız, cık cık..
- Buyrun Müşerref Hanım, size yazıyor cep telefonun faturası, arayan sizsiniz...
Merak etmeyin biz onu sizden; Ekstre Masrafı, Hesap İşletim Ücreti, Kredi Kartı Bakım Bedeli veya Chip Kart Transfer Parası adı altında münasip bir şekilde tahsil ederiz... Bir saniye şuraya bir not düşeyim de kaydın bu bölümünü siliversin arkadaşlar. Nerede kalmıştık ?
- Nickname neydi Müşerref Hanım ?
Çalçene... Hay aksi, size ne canım benim Nickname'imden ?
- Chat yapar gibi uzattınız konuyu da onun için şeyttimdi...
Haa, onu sonra konuşalım. Şimdi; sizi arama nedenimiz, bankamızın yaptığı çalışmalar neticesinde sizin KK limitinizi 7.900 YTL'ye yükselteceğimizi müjdelemek.
- Oley, oley, oley... Bu gece bardaaaaa, gönlüm hovardaaaa...
Ahmet Bey, Ahmet Bey... Kendinize geliniz !
- Olur mu canııııııım, siz şimdi koskoca banka olarak toplantı yapmışsınız. Önünüze bilgisayar kayıtlarını almışsınız, diii mi efendim ? Sonracığıma; ince ince elemiş, sık sık dokumuşsunuz veee değerlendirmeniz sonucunda ayda 90 YTL'lik Kredi Kartı harcaması yapan ben kulunuzun limitini 7.900 YTL'ye yükseltmeye karar vermişsiniz. Nasıl sevindirik olmam efendim ?
Ama...
- Ama mama yok, siz bende bulunan KK alışveriş yapabilite cevherini hissedip limitimi yükselteceksiniz, ben nasıl sevinç çığlıkları atmam, cık cık...
Ahmet Bey, sizin fikriniz önem taşıyor efendim, ben bu hususun teyidini alabilmek amacıyla bu telefonu açtım. Eğer kabul ediyorsanız hemen limitinizi yükselteceğim, ne dersiniz ?
- Müşerref Hanım, geçenlerde bankanızdan bir telefon geldi. Bu kez elektronik ses vardı, sanırım telesekreter. Ve sizin az önce söylediğiniz hususları tek yanlı olarak bana iletti. Ben gıkımı çıkartamadım ama sabırla bekledim, sonunda bana şöyle dedi : Limit artışını onaylıyorsanız 1 tuşuna, onaylamıyorsanız 2 tuşuna basınız. Sizdeki kayıtlardan da anlaşılacağı üzere henüz 49 yaşında bulunduğumu ve henüz 1 ve/veya 2 tuşunun yeri konusunda en ufak bir tereddütümün olmayacağını tahmin edersiniz değil mi ?
Ah, evet, çok haklısınız, eee ?
- Haa, bu arada onaylamama tuşunu 9 olarak değiştirmenizi önerebilir miyim ? Hani hiç olmazsa tuşlar kel alaka yerlerde olduğundan hata yapma ihtimali azalır gibime geliyor.
Aman efendim, önerebilirsiniz elbette, size Müşteri Hizmetleri'nin telefonunu vereyim : 444......
- Önerdim bile efendim, konuşmamız kayıtlara geçmiyor muydu ? Neyse; ben 2 tuşunu kodladım, yani yok istemem, arttırmayın limitimi anlamında. Bilmem anlatabildim mi ?
Çok iyi anlattınız da, ben...
- Benim anlamadığım nokta ise; hala beni neden arıyorsunuz ? Bankanızın böyle bir girişimde bulunduğunu bilmiyor musunuz ?
Biliyoruz efendim, biliyoruz da...
- Sanırım sizi 2 kesmedi, öyle mi ? İlle; "Nayır, nolamaz !" dememi duymak istiyorsunuz.
Biraz susarsanız açıklayacağım...
- ....Sustum.
Bilgisayar kayıtlarımızda o telefon işleminin sonucu belirsiz görünüyor efendim...
- Hadi yaa ! Acaba, bilgisayar programınız 2 tuşunu kodlamış olmamı içine sindiremeyip o belirsiz konuma geçmiş olabilir mi ?
Aaa, ben nereden bileyim ayol ? Delirtmeyin insanı, soruma cevap versenize...
- Verdim bile ama sizin bankanızın ne hikmetse anlayacağı yok ! Kayıtlara geçse de bunca konuşma da güme gitti desenize. İsterseniz, gün ve saat konusunda şimdiden anlaşalım. Bir sonraki aramanızı hangi gün yapmak istersiniz ?
Pardon, siz ne diyorsunuz ?
- Hatta diyorum ki; bir sonraki aramanız msn üzerinden olsa daha pratik olur mu ?
Ahmet Bey, olmuyor ama...
Olur olur... Olmazsa; yesinler efendim, yesinler ! Yesinler sizin limitinizi...

Tam bu yazıyı bitirmiştim ki; kapı çalmaz mı ?

- Kim o ?
Kurye.
- Nereden geliyorsunuz ?
Kimliğiniz lütfen efendim...
- Bırak kardeşim kimliğimi, nereden geliyorsun ?
Gamabank... Size bir Kredi Kartı teslim edecektim.
- İyi de ben Gamabank'dan talepte bulunmadım ki ?
Eskiden Alfabank idi, Betabank ile birleşti ya, herhalde sizin onlardan kalma bir Kredi Kartı'nız var.
- Yok kardeşim, ne Alfa ne Beta ile çalıştım, hesabım yok, Gama ile çalışmayı da düşünmüyorum. Hem sonra bir de sizin limitlerinizi mi yiyeceğim ? Limitsiz kalasıcalar !

asesen@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahvenin Köpüğü : Melis Mine


Hayatın Aynası



Bu hafta bir film yok size anlatacağım, bir künye vermeyeceğim bilgi mahiyetinde. Çünkü bir uyarım var!

Hayatın aynası, gönüllerimizin dinginlik yuvası, tiyatrolar Ekim'de perdelerini açıyor. Günümüz koşullarında sinemadan daha ekonomik, (VCD, DVD ve benzerlerinden de daha romantik) daha canlı, daha insancıl bir sanat tiyatro. Emek verenlerin diğerlerine nazaran daha özverili çalışması gereken, her yeni günde, her perdede aynı heyecanı taşıyan bir yaşam…

Gözlerinizi kapatın ve sessizce bir dünya yaratan insanları düşünün, yüzlerinde maskeler konuşmadan bir dünyayı anlatan insanları. "Sersemler Evi"dir bu gördüğünüz. Vatan uğruna can verenleri düşünün sonra. İşte "Kuvayi Milliye"! Gençlik hayalleri kaybolup giden bir kadını getirdiniz mi gözlerinizin önüne? "Leenane'in Güzellik Kraliçesi"dir o ümitsiz aşkının ardında yiten. Müziğin büyüsünün eklendiği bir kabadayılık öyküsünü düşleyin sonra, memleketimin masalı "Keşanlı Ali Destanı"yla…

Tiyatro büyülü bir dünya, belki sinemadan daha büyülü. Emek işçisi, ağır işçiler tiyatrocular. Ağır ağır yürüyen, yaşam savaşına devam eden birçok özel tiyatro ile birlikte devlet tiyatroları ve şehir tiyatroları da perdelerini açıyor artık. Sonbahar geldi, şimdi demlerin zamanıdır… Kendimize günlerden bir tortu bırakma zamanı…

Önümüzdeki günlerde tiyatro oyunlarından seçmeleri de göreceksiniz bu köşede, belki de diğerlerinden daha çok hem de. Bu yazıları okuyup tiyatroya gidecek tek bir kişi bile mutluluk sebebi olacak bana. Şimdiden küçük bir açıklama: - ekonomik sebeplere bağıl - daha çok şehir ve devlet tiyatrolarının oyunları olacaktır burada görecekleriniz bilgilerinize sunulur.

Not: Hisseli Harikalar Kumpanyası'nı hatırlar mısınız?

Melis Mine


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Leyla Ayyıldız

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 7.053 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


"OL AŞK"

Yaşadıklarımdan öğrendiklerimin öğreticisi sen oldun
AŞK Tan vakitlerinin seyri kadar bana mutluluk verip
Sonrada çekip gitmeyi
Bana ne kadar bencil olduğunu
İçinde oyunlar oynamam gerektiğini
Bir damla akan gozyaşının ardından hemen gulumsemen gerekliliğini
İklimin olup hep kısaltıp gelişlerimi
Yeni deyip yine olmayı
Paylar paydalar, toplananlar çıkarılanlar
Dramatik, analitik, edebi beşeri
Sanatsal, mantıksal
Yaşama ait ne varsa bütünlediğim
Sen oldun AŞK!

Figen Kozanoğlu

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Faik Murat Müftüler

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
,

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


ARİF 2006

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

http://www.haliltum.com
Sevgili kahveci Halil Tüm'ün Türk Sanat Müziği ile bezediği şahsi sitesi. Hele güfte ve notalarla ilgiliyseniz mutlaka ziyaret etmelisiniz.


Boo diye bir web dergi var http://www.boodergi.com/ Daha doğrusu varmış ama benim yeni haberim oldu. Hazırlayan arkadaşlara çok teşekkürler. Tam kıvamında bir dergi olmuş, (ne demekse?), yani ben çok beğendim demek istiyorum ve diyorum: "çok beğendim". Hele derginin sunulduğu web sayfasının dizaynı da hiç fena değil hani, görülmeye değer bence...

11 Eylül sabahı Pentagon'a bir Boing 757'nin çarptığını ve ciddi hasarlar meydana geldiğini duyduk ve hatta basından takip ettik. Bunun aslında bir düzmece olduğu hakkındaki bilgiyi de sayın Mehmet Polat'ın "11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ" yazı dizisinden takip ettik. Bir kaynakta benden http://freehost16.websamba.com/pentagonym/pentagon.htm kısayolundaki filmi başından sonuna kadar takip ederseniz, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. O kadar açık ve net kanıtlar sunulmuş ki, sonuna kadar hiç ara vermeden seyredeceksiniz.

E-card olarak da gönderebileceğiniz küçük ve şirin bir mini golf oyunu http://www.purple-twinkie.com/games/xmasminiput.asp ben üç tur oynadım ama hala kimseye göndermedim.

Kafanızda küçük bir senaryo oluşturup, daha sonrada film haline getirmeyi planlayanlardansanız, işte size yarı amatör bir proje. http://myfunmovies.com/ web sayfasına giriyorsunuz ve sırasıyla: öncelikle kendinize filmin çekileceği ortamı ve hava durumunu belirliyorsunuz. Tabiki sırada oyuncular var. Onları da belirledikten sonra senaryonun temel çalışmaları başlıyor. Bu kişiler belirlenen mekana nasıl gelip oradan nasıl ayrılıyorlar. Aynı zamanda neler konuştuklarını da konuşma balonlarına ekliyorsunuz. Olmazsa olmazımız ise ortam müziği. Bunu da belirlediyseniz son olarak giriş animasyonunu; yani intro kısmını hazırlıyorsunuz. Bunca zahmetten sonra oturup keyifle sanat eserinizi seyrediyorsunuz. Eeee bunu başkalarına seyrettirmek mümkün mü diyenlere cevabım tabiki evet olacak. İyi eğlenceler.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060922.asp
ISSN: 1303-8923
22 Eylül 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com