Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.060

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 28 Eylül 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : Hadi oradan devlet başkanı!

Merhabalar,

Sizler çok yaşayın emi. Yahu bir deli kuyuya taş attım, siz akıllılar çıkarmaya çalıştınız. Önceki gün tanıdık birinden olduğundan şüphelendiğim bir mesaj almıştım. Hazır konu da bulamamışken bari şuna bir laf atayım dedim. Sağolun sizler de ciddiye aldınız. Gereksiz yere kızmış olduğumdan dem vuranlar, aldırış etmememi söyleyenler çıktı aranızda. Beni düşündüğünüz için gerçekten teşekkür ederim. Ama inanın şu işi o kadar ciddiye almanıza gerek yok. Şurada 10-15 dakikada okunacak bir yayın yapıyorum. Adını da o nedenle Kahve Molası koydum. Yani bir kahve içimi sürede okunup tüketilsin, ağızda hoş bir tat bıraksın istiyorum. Arada ben ve yazar arkadaşlarım ciddi konulara da değiniyoruz elbette, çünkü herkesin antrenör, herkesin başbakan olduğu bir memleketin çocuklarıyız evvelallah. Beynimiz var, fikrimiz var Allaha şükür. Ama n'olur her dediğimi o kadar ciddiye almayın. Hayat o kadar kısa ki, fazla ciddiye alıp hayatı kendimize zehir etmeyelim. Neyse uzatmayayım, ben amacıma eriştim ve bana bu şakayı yapan kafasına televizyon kadar taş düşeseci arkadaşımı buldum. Karşılıklı biribirimize sevgi sözcükleri fısıldadık, oldu bitti. Ben televizyon bağımlısı olduğumla, o da kafasına aldığı yarayla kaldı, konu kapandı. Durum budur, arz ederim. Sıra ciddi konularda...

...

Ben asıl dün bir koca ülkenin Devlet Başkanının kulaklarını epeyce çınlattım. Geçmişini inkar eden bir başkandan söz etmekteyim. Başkanı olduğu memlekette yoldaşları katledilirken sınırı açıp bir milyon tanesini bağrına basan bir yüce devleti Mozambik'le karıştırıyor bu hazret. Daha dün hayatını idame ettirmek için Türkiye'den gelecek bir çanta dolusu paraya muhtaçken şimdi toprakları işgal edilmiş bir memleketin başkanı olarak ahkam kesiyor. Hasbelkader geldiği makamı hazmedememiş bir küçük adam bu Talabani. “Komşularımız, içişlerimize karışmayı sürdürürse oradaki muhalif güçleri destekleriz.” demiş kendini bilmez adam. İçiboş tehdidine gülüp geçmek mümkün elbet ama yapılan terbiyesizliğe sessiz kalmak olmaz. Hele destekleriz dediği muhalif terör örgütüne topraklarında barınma hakkını zaten tanımışken bu sözleri etmesine yüzüne tükürerek cevap vermek gerekir ama neyse büyüklük gene bizde kalsın. İç çekip adamı Allah'a havale edelim.

Deniz'im Baykal'ım televizyonda konuşuyor, iyi de konuşuyor. Belki yarına birşeyler çıkar. Şimdilik hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Elif Eser

 Cemreler Düşerken : Elif Eser (Zeycan Irmak)


  FAHİŞE, ÇOCUK VE KEDİCİK

Öğle saatleri. Beyoğlu'nun ana caddeyle kesişen yan sokaklarından biri;

Boyu 150 cm var, yok. Saçları açık kızıl, bakır rengi dediklerinden. Gelişigüzel, büyükçe bir tokayla toplamaya çalışmış bazı bölümleri belirgince dökülmüş saçlarını. Saçakları ordan burdan fırlamış tokadan. Üzerinde kırmızı bir ceket. Etekliği siyah tafta. Siyah dantelli çoraplar sarmış bacaklarını. Ayağında koyu kırmızı eski model apartman topuklu pabuçlar. Kolunun altında kırmızı bir çanta. Dış görünüşü kırmızı renge düşkünlüğünün göstergesi sanki. Çatlamış sesiyle bir köşeye büzülmüş yavru kediyi gösteriyor karşısındakine;
- Ciğer verdin mi buna?

Saçları kömür karası. Gözleri cam cam parlıyor. Burnu minicik. Gözleri kocaman. Gri bir pantolon ayağında. Rengi atmış bir tişört, sağdan soldan yırtılmış. Ayağında, ayak parmaklarının handiyse dışarı fırlayacağı patlak postallar. Dış görünüşü yoksulluğun ve sefaletin bire bir ifadesi. Elindeki poşeti sağa sola kıvırıp, öfkeli bakışlarını kadına kaldırıp cevap veriyor;
- Parayı bulsam onu değil önce kendimi doyururum be!

Ağzını buruşturuyor, burnunu kıvırıyor memnuniyetsiz. Dik dik bakıyor. Gözleri su yeşili. Gözlerini ortaya çıkartmak istercesine, gelişigüzel yeşil göz farı sürmüş gözkapaklarına. Kaşlarını incecik almış, üzerini koyu kahve kalemle belirginleştirmek istemiş fakat pek becerememiş. Kenarları çiziklerle dolu, içeri çekilmiş dudaklarına kıpkırmızı bir ruj sürmüş. Elmacık kemiklerinin üzerine de rujuyla puanlar yapıp, parmaklarıyla dağıttığı allık süsü vermiş.

Küçük kalkık burnunu tek kaşıyla birlikte, dudaklarını iyice buruşturarak dikiyor. Yaşı yetmiş civarında. Belki kafa kağıdı altmıştır? Belki de seksen?
Neticede yüzündeki derin izler, yaşanmışlığı, onu yetmiş veya üzeri gösteriyor. Buna keza hareket ve tavırları çocukça, şımarıkça.
Hava ağır ve sıcak olmasına rağmen kırmızı ceketinin önünü çekiştirip ellerini göğsünde kavuşturup kırıtıyor;
- Hıh! Küçük sıpa! 1 liran da mı yok? O kadar dileniyorsun?

Gözleri ifadesiz. Hafiften sinirli. Elindeki şeffaf poşeti iyice çekiştiriyor. İri kara gözlerini sağdan sola devşiriyor. Saçlarının kâkülü kaşlarına dek inmiş. Kirli elleriyle kafasını asabice kaşıyıp dağıtıyor saçlarını. Yüzünde de alacalı pasak izleri. Belli ki bu hali onu hiç rahatsız etmiyor. Yaşı on civarında. Kafa kağıdı varsa, belki de sekize sirayet eder. Belki de on iki, on üç? Sonuçta, yüzündeki olgun ifade, çelimsiz bedeniyle tezat. Yaşamışlığı yaşından büyük, bedeni yaşından küçük gösteriyor. Ağzını yana doğru kıvırıp, oturduğu merdivende geriye doğru kaykılıyor;
- Hah! Âlemsin valla! Dün gece iş tuttuysan sen alsaydın ciğeri?

Bir apartmanın önü. Oymalı döküm demiri yer yer pas tutmuş kapının. Çocuk basamaklara oturmuş. Kedicik, kapıya sürtüyor sırtını. Sarı mı sarı, civelek mi civelek. Mırıldanır. Küçük kaplan ağzını açıp esner gevşekçe. Kadın kaldırımda, çocukla kediye bakıyor. Son cümleden sonra kolunun altındaki çantayı eline alıp çocuğa doğru fırlatmak istercesine ani bir devinimde bulunuyor fakat atmıyor;
- Bana bak bacaksız! Almayayım ayağımın altına! Münâsebetsiz şey!

Ara sokağın çevre esnafı; manavı, büfecisi, otoparkçısı ikisi arasındaki diyaloğa şahit olup kahkahayı basar. Kadın çantasını açıp, cüzdanından bozuk paraları çıkartır;
- Yürü git, bir koşu şu köşedeki ciğerciden 2 liralık ciğer al gel!
- Gel seninle anlaşalım Aygül Abla. 1 lirayla ciğer, kalan 1 lirayla da poşetimi doldurayım?
- Bana bak ulan, o zıkkımı koklayıp durma da canımı sıkma benim, alırım ayağımın altına! Haydee! Burada bekliyoruz Çapkın'la seni.

Ses etmeden kalkar çocuk. Elindeki poşeti pantolonunun cebine tıkıştırır. Yanlara doğru salınarak külhani yürür. Kadın, kedinin yanına sokulup, sırtını okşamaya koyulur;
- Acıktın mı oğlum sen? Bu haydut aç mı bıraktı seni? Ben sorarım ona meraklanma emi.

Manav, ellerini önlüğüne kurularken, dükkânının yanından seslenir kadına;
- Oğlan iyi bir dayağı hak etmedi mi Aygül Abla?

Otoparkçı ve büfeci de söze karışır;
- Haberin olsun, bu aralar çok takılmaya başladı yine öbür piçlere!
- Geçenlerde senin yokluğunu fırsat bilip gelip aldılar onu buradan!

Çömeldiği yerden doğrulur kadın, ellerini beline kor;
- De gedin işinize gücünüze be! Başlarım şarap çanaanıza ha! Açtırmayın benim ağzımı!

Elindeki ciğer poşetini sallayarak gelir çocuk. Oturduğu kaldırım dibinden çocuğun gelişini gözeten kadın bağırır;
- Ne savurup duruyorsun o poşeti? Gel sen gel, soracağım ben sana! O içindekiler bir saçılsın gösteririm gününü!
- Amma da yaptın Aygül Abla ha! Al işte getirdik.
- Bak hele, iki gün yoktum buralarda, anamın üç aylığını çekmeye gittimdi. Yokluğumu fırsat bilip yetişmiş o veletler.
Birlikte ciğer kağıdını açıp kediyi doyururlar kaldırım ucunda. Gözlerini patlatır çocuk;
- Yok vallahi, billahi, tallahi Aygül Abla! Ekmek musap çarpın ki görüşmüyorum ben o itlerle!
- Hadi lan! Sallama şimdi! Bu herifler öyle demiyor ama!

Arkasını dönüyor çocuk, esnafın hepsine gücenik bakıyor;
- Eh Hasan Abi, alacağın olsun senin.
- Ben bir şey demedim Aliş! Ağzımı bile açmadım.

Çocuk kadına dönüyor tekrar;
- Ya, boş ver sen onları ablacığım. İnanma. Tamam, çocuklar geldi ama ben gitmedim. Selpak verdiler satayım diye onu bilem almadım. İnan olsun bak.

Kaldırıma bıraktığı kol çantasını ciğer bulaşığı parmaklarının ucuyla tutup çocuğun kafasına indiriverir kadın;
- Sus! Yalan söyleme ulan eşek sıpası! O kemiklerini birbirine geçiriveririm ona göre!
- Ahh! Kafam!
- O kafana takoz pabucun inmediğine dua et sen!
Ayağa kalkar kadın. O sırada bir avuç ciğeri afiyetle midesine indirmiş, patilerini yalamakla meşgul olan kediyi koltuğunun altına sıkıştırır. Binadan içeriye doğru seyir eder;
- Yürü! Düş önüme!

Çocuk gençliğinin enerjisiyle ikişer, üçer; kadın yorgun bedeninin çatırdayan kemikleriyle ağır; tırmanırlar merdivenleri, dört katlı eski mi eski binanın en üst katına. Çatıya gelince, kırık dökük tahta kapıyı açmak için anahtar aramaya başlar kadın nefes nefese. Çocuk;
- Ne uğraşıyorsun be abla!, der ve bir tekmeyle açar kapıyı.
- Demek ben evde yokken böyle girip çıkıyorsun içeri!
- Yok valla, anahtarımı kaybettikten sonra bir kez denedimdi.
- Gir hadi gir. Amaaan, ne demeye çekerim sizin kahrınızı bilmem.

İçerisi loş ve havasızdır. Kırık dökük mutfakta birkaç kap kacak, boyası dökülmüş mini buzdolabı. Tek odada duvar diplerinde yün döşekli iki divan. Biri çocuğun, diğeri kadının. Yatakların nevresimleri çok yıkanmaktan solmuş. Solgun ama tertemiz. Yerde havı dökülmüş bir duvar halısı, eskiden kalma, yer çıplak kalmasın diye serilmiş. Pencere kenarında üzeri muşambalı tahta masa, iki iskemle. Masanın üzerinde küçük bir saksıda fesleğen çiçeği, belki de bu köhne odayı en sevimli kılan şey. Bir köşeye büyükçe bir minder atılmış.

İçeri girer girmez kedicik mindere, çocuk yatağa, kadın mutfağa yöneliyor;
- Dolapta bir şey bırakmamışsın Aliş? Ne yedin ondan sonra?
- Hiç Abla. Nohut pilav verdi Musa Abi.
- Bir gün verir o cimri, ikinciye parayla ister. Paran var mıydı ki?

Kapı vurulur o sıra, üç kez hızlıca;
- Geldim, sesiyle kapıya seyirir kadın, yorgun adımlarıyla.

Akşamdan kalan boyaları yüzünde yol yol izler bırakmış bir travesti, sabahlığına sarınmış küçük kadının karşısında dev gibi durur kapıda.
- İçeri girsene Nejla.
- Yok Aygül Abla ben girmeyeyim. Bir şey demeye geldim.
- ?
- Benim domuz var ya! Ayrıldık biz.

Ağlamaya başlar Nejla.
- Ne oldunuz da ayrıldınız? Aman, barışırsınız iki güne. Derdin bu mu?
- Yok ayol. Tek bu değil… Nasıl söylesem bilemiyorum.
- Söyle kız. Daha kötüsü de mi var?
- Evden attı beni şerefsiz!
- ?!?...

* * *

Saat gece yarısını geçmiş. Evsizlerin geçici mahalli: Taksim Parkı.
İki yün döşek. Yan yana serilmiş. Torbalara, çuvallara doldurulmuş bir kaç eşya parçası. Sinirli sinirli dumanını havaya üfler kadın sigaranın, döşeğin birine oturmuş. Diğer döşekte bağdaş kurmuş çocuk, kucağındaki kediyi okşar.
- Boş ver be Aygül Abla. Buluruz yeni bir yer kendimize.
- Ben de kabahat ki, güvendim O o.puya! Hiç yerleşmeyecektik onun ev dediği viranlığa. Kim ev verir ulan bize?
- Ya ne bileyim… Buluruz işte.
- Yat hadi, ört üstünü çiy düşer sabaha.
- Abla… takılma bu kadar. Bu ilk sokakta kalışımız değil ki.

Kısa bir sessizlik olur. Ardından kahkahayı patlatır kadın;
- Hatırladın mı Aliş, bir keresinde, kar yağıyordu, yine buradaydık! Sümüğümüz donmuştu be! Hah hahh haaaa!!!

Çocukta güler;
- He! Hatırladım! Polisler karakola toplamıştı da, ısınmıştık.
İkisi de sarsılarak epey bir süre gülerler. Gülme krizi ile sağa sola yatarak, tuhaf sesler çıkartarak, katılarak, epey bir süre tepinirler. Neden sonra;
- Huuhh! Çok yaşa emi Aliş! Hey gidi günler… Seni bir duvar dibinde bulduğumda, aha, şu Çapkın kadar bir şeydin!
- Atma, atma! Altı yaşındaydım.
- Ne fark eder? Avucum kadardın işte!

Şarapçının biri yaklaşır yanlarına;
- Ooo, Aygül Abla! Hoş gelmişsiniz anavatana!
- Sağ ol. Geldik işte.
- Nejla da mı yamuk yaptı size! Vay it oğlu it!
- Kes ulan! O kovmadı, biz çıktık! Di mi Aliş?
- Tabii, biz kendimiz çıktık! Ona mı kaldık!
- İyi, iyi, öyle olsun bakalım… Bir sigaran var mı abla?

Şarapçıya sigara uzatır kadın. Adam alır, yakar;
- Eyvallah! Haydi iyi sabahlar.
- Sana da…
- Sana da…

Gece ilerler. Şehrin sesleri susmaz. Çığlık çığlığa haykırır şehir tüm çirkeflikleri.
Taksim Parkında, bir ağaç dibinde… Eski bir fahişe, bir çocuk ve bir kedicik… Gökkubeye bakarak düşünür sessizce…

Elif Eser
zeycanirmak@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Nesrin Özyaycı

 Yansımalar : Nesrin Özyaycı


   MUTLULUK

MUTLULUĞUN resmi ...

Hayatın yollarında bin kez karşılaşsan bile
Ne sen onu tanırsın ?
Ne de o sana selam verir...
Mutluluğu tanıyacaksın
Kim bilir;
Terasta büyüyen çam ağacıdır
Belki de
Sokağın köşesinde boy atan bir akasyadır
Terasta çam yoksa,
Sokakta akasya salınmıyorsa,
Caddede yürüyen bir gençtir, yaşlıdır ...
Bunlarda yoksa, görünmüyorsa
Sokağa bak;
oynayan çocuk yok mu?
Varsa adı mutluluktur
Ya yoksa!
O zaman belki de bir kedidir, kuştur,
Hastane önünde bir umuttur, nefestir
Mutluluk...

Nesrin Özyaycı
(22 temmuz 2001 Babamla Konukoğlu Hastanesinde)


(Öncelikle şunu belirtmek istedim. Yukarıdaki şiiri yazdığımda şu anki mutluluğu bulamayacağım umudumla yazmıştım. Nedenleri çoktu. "Mutluluğun Resmi" adlı şiirimi nette yayınladıktan sonra başka bir gerçeği öğrendim. Abidin Dino adlı ünlü ressamın, şiirimle aynı adı taşıyan bir tablosunu duydum ve hayran kaldım. Bir yerlerden bulup görmenizi isterim.)

Masamda bir fincan kahve. Yudumluyorum. Mesai arkadaşlarıma, öğrencilerime, kızlarıma, arkadaşlarıma soruyorum "Mutluluk nedir?". Herkes bir şey söylüyor. Kendine göre yorumluyor. Aldığım yanıtlardan bazıları: "Yalnız kafamı dinlemek.","Çok Paramın olması.","Kafama uyan bir sevgilim olsun yeter","Üniversiteyi kazanayım başka bir şey istemiyorum" vs... İstekler sınırsız, mutluluk az. İstediği pek çok şeyi elde etmiş, ancak mutsuz insanlar çok toplumumuzda. Dert etmeyi seviyoruz belki de. Yaşadığımız dünyayı sorunlu hale getirebilmek için de elimizden geleni geri koymuyoruz.

Kadına bak! Kocası zengin, gül gibi çocukları var, evinde temizlikçisi çalışıyor "Mutsuzum..."diyor. Belli Ruhen aç! Adama bakın! Gül gibi karısı var söylenenlere göre. Sevgili üstüne sevgilisi olmuş, hayret!. İşleri yolundaymış. "Yalnızım..."diyor. "Belli arkasında bir vokal grubuna ihtiyacı var onu eğlendirecek!". Doyumsuz bence! Çocuğa bakın! Ana baba elinden geleni vermeye çalışıyor . Umurunda değil. Suratından düşen bin parça. İlgi yoğunluğundan şımarmış! Onu Afrikaya mı göndermek gerek ne dersiniz? "Sorunlar çok ararsanız. Dert edeceksen dert çok. Allah beterinden saklasın" diyor Güllü ablam. Teyzem rahmetli "Butrumayın başınıza! Allah elinizden alır yoksa! Şükür edin."derdi hep. Babamdan öğrenmiştim "Hep kendinizden aşağılara bakın, mutlu olursunuz "derdi eskiden. Şimdi kimselere bakacak hali kalmadı yaşadıklarından, gördüklerinden.

"Mutlumu sun Ceyda?". "Allaha şükür. Kahvemi kendi ellerimle yapıyorum. Çocuklarımda akıllılar. Kocam kafa dengim. Bundan iyisi olamaz. Sağlığımda iyi. Kimseye muhtaç değiliz." Aferin Ceyda sana! Ruh sağlığını koruyabilmek, uyumlu olabilmek önemli. Kendi içimizde huzurla yaşayabiliyorsak daha ne isteyelim ki? Yolda yürüyorum. Yanımdan parfüm kokularıyla estire estire bir hatun geçiyor. Burnum düştü kokudan. Gözüm kaydı elimde değil. Baştan çıkartıcı ancak zayıf aslında. Erkeklere azda olsa hak veriyorum. Baştan aşağı süzüyorum. Bu ne biçim kıyafet! İğrenç... Plajda mı geziyorsun kadın? İlgimi çekmek amacın? Gözlerinden ateş püskürüyor. Belli sorunlu. Beyni bu kadarını düşünebiliyorsa yazık! Acınacak durumda aslında. Mutluyum...

Telefonum çalıyor. Uzaklardan kariyerli bir arkadaşım ağlıyor. Söyleniyor. "Kocam beni aldatıyor! Gece eve geç geldi, iyi bir dayak yedim." Eyvah diyemiyorum. Buruk gülümsüyorum. İçim acıyor. "Takma... Ağlama! Gül gibi mesleğin var. Uğraşma Onunla! Kendine, çocuklarına, işine bakmalısın. Önemsiz... Uğraş bir şeylerle"diyorum. Mutluyum...

Eskiden tanıdığım hanımefendi mühendis bir kadının kocası odama doğru geliyor. Saçları kırlaşmış, göbekli biri. Yanında kırıtan, sırıtan bir hatunu, güya elemanını "Kursa yazdırmak istiyor". Yalan söylüyor! Bakışlarından belli. Kız/kadın da denmez ya böylesine hoş! Neyse... Ekliyor. "O'nu arayan/soran olursa benim yazdırdığımı söylemeyin"diyor. Sanki çocuk tembihliyor Ş.......... Hayyy senin kursuna başlarım diyorum içimden! İçim almıyor... Gözü açık geçinen aç bir zavallı hemcinsim karşımdaki. "Kaydı kalsın" diyorum. Helal seviyorum. Telefonunu alıyorum, "Şimdilik grup yok. Açılırsa sizi haberdar edeceğim..." Ahlak Terörü fena estirmekte toplumumuzda. Avrupalı, Amerikalı kınıyor bizi bu halimizle. AB neyimize! Eline, Diline Beline sahip olanlara ödüller verilecekmiş haberiniz ola! Nerede? Bu Dünyada zor da belki öteki dünyada! Mutluyum...

Mutsuzluk başladı bakın şimdi! Öffff... Mutluyum ama. Sabah erken uyandım. "Erken kalkanın rızkı bol olurmuş"diyen rahmetli annem. Yine "evin düzenli olmalı yola çıkmadan önce, ölüm var..."diyen rahmetli ninem. Evimiz tertipli, yemeğimiz hazır akşam için. Programlı sporlardan sıkılıyorum. Evimi kendim silip süpürüyorum spor niyetine. Bugün arabayı almayacağım. Dolmuşa bineceğim. Otobüs erken gelirse daha iyi olacak. Bildik yüzlerle selamlaşacağım. İki durak erken ineceğim. İşime yürüyerek gideceğim. Hem de ana caddeden değil. Ara yeşil park yollarını ayağım iyi bulmakta. Kıvrım kıvrım dolanacağım. Alleben'e öyküler mırıldanacağım. Tatilde başlarını örtmüş, boyunlarına hoca çantasını asmış, ellerinde hocaları için koparttıkları demet güllerle birbirlerine dalaşa dalaşa yürüyen 8-9 yaşlarındaki kızlara takılacağım. Ayakkabı tamircime uğrayıp günlerdir unuttuğum terliğimi alacağım. Belki de bir çayını içeceğim. Şarkı mırıldanacağım. Yaz tatilinde okul harçlığı kazanmaya çalışan keten ayakkabılarımı fark etmeyen "ayakkabılarını boyayayım mı abla" diyen ayakkabı boyacısı çocukla konuşa konuşa yürüyeceğim.

Hahhh. Asfalt göründü işte. Trafik lambaları yanıp sönüyor. Arabalar vızır vızır. İçim mutlu. Kendi ellerimden tutmuşum umarsızca. Kuş cıvıltıları kulaklarımda. Çantamdan anahtarımı çıkartıyorum. İş yerimin kapısını açıyorum. Bereketli, hayırlı bir gün diliyorum kendim için. Odama ilerliyorum. Balkon camımı açıyorum. Üç beş kuş bana "Hoş Geldin"diyor. Uçuşuyorlar çam ağacımın yanında yöresinde. Seviniyorlar geldiğime. Terasıma doğru yürüyorum. Akşam serinliğinde verdiğim sular çiçeklerimi daha canlı yapmış. Bana gülümsüyorlar adeta. Dış kapı bir açılıyor, bir kapanıyor. Dinlendirici bir müzik sesi her köşede. Öğrencilerim geliyor. Onlardan biri "Hocam sizi çok seviyoruz"diyor. "Bende sizi seviyorum..."diyorum. Gülümsüyoruz. Mutluyuz...

MUTLULUK: Uğraşmak mı güzelliklerle, sevgiyle? Elimizdekilerin kıymetini bilip kimseye muhtaç olamamak belki de! Çiçeklerle söyleşmek, günün yorgunluğunun ardına bir bardak soğuk suyu içip deliksiz uyku çekebilmek mi? Kim bilir bazen de kendinizi kendi dizlerinize yatırıp kendiniz için ağlayabilmek mi mutluluk? Birazda çocukça yaşamak mı dersiniz? Kimseden bir şey beklemeden, elimizdekilerle yetinip kendimize yetebilmek mi? Hele bir de, içinizde söyleşebileceğiniz uzak mesafeli, tanımsız bir AŞK varsa yüreğinizde! Açın sevdiğiniz bir müziği. Sıcak bir Temmuz gününde fırtınalar esmekte bakın içinizde. Mutlusunuz... Bir fincan kahve yapın kendiniz için. Yada bir bardak buz gibi limonata. Keyifle yudumlayın. Sağlığınızda yerinde. Yaşıyorsunuz bakın ne güzel...

Nesrin Özyaycı
http://www.nesrinozyayci.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

David Ojalvo

 Söylenebilecek ne varsa : David Ojalvo


  Postaya verilmiş midir sararmış sayfalar?

Sabahtan bu yana gri tonlarının hâkim olduğu gökyüzü sonunda ağlamaya başladı.

Bugün, sonbaharın ilk günü ve düşen damlalara, rüzgâra, sararan yapraklara bakıyorum... Hafif bir müzik yayılıyor hoparlörlerimden. Az önce gazetelere şöyle bir bakmıştım. Televizyon programlarının yer aldığı sayfaya özellikle göz gezdirmiştim. Bir zamanlar hayatımın çoğu televizyonla dolardı; kanalların yayınlarını satır satır incelemek veya kanallar arasında dolaşmak… Televizyon hâlâ var; ona karşı duygularım değişmiş olsa da…

Gazetede TV programını içeren sayfa… Nedense bu yağmurlu Cumartesi öğleden sonrasında bana dokunuverdi. Çocukluğumdan bu yana uzanan bir sayfa o… Gençliğin beraberinde bir mutsuzluk getirdiğini söylemek ne kadar doğru olabilir, bilemiyorum; ama '90 yılların bendeki hatırı kaldı. Bilgisayar, internet ve teknolojinin oyuncakları güzel, iyi ama beraberinde bir tatminsizliği de getirdi. Neyse ki birtakım değişimleri yakalayabildim. Ne internetin ne de cep telefonumun bana hükmetmesini istemiyorum. Onların efendisi ben olabilmeliyim.

Kendi şehrimi yeniden keşfetmek istiyorum örneğin. Belki yabancı bir ülkede, bir şehirde, hayatına yeni bir sayfa açan bir insan gibi… Elbette tedbil-i mekânda ferahlık yok, ferahlık içimizdeki fırtınaların yerine hoş, şefkatli bir rüzgârın esmesine bağlı…

Reklâmlar üretim ve tüketim zincirindeki temel bir yapı; hayatlarımız için önemli. Ne var ki onlar hiç birimizi bilinçli bir tüketime yönlendirmiyor ki… Ceplerimizdeki parayı buharlaştırmak üzere birçok etken var dışarıda.

Bir de şunu soruyor insan kendine, "Kaç kere tekrar etmeli bu cümleleri, "yeni" olanı doğru bir anlayışla yerleştirebilmeli hayatına?" Şehir hayatı ve yaşamı o kadar karmaşık ki "sadelik" kavramını bile tuzla buz ediyor.

Sanat yazılarını okurken sanatçı ressam, hocam, Ekrem Kahraman post-modernizmi tartışıyor kitabında. Türkiye'nin henüz modernizmi oturtamadığı, ardından gelen post-modern dayatmalarla bir karmaşaya düştüğünü… Sanatın, özelliklerini kaybedip gitgide bir meta hâline dönüştüğünü…

Bana göre post-modernizm kendi kendisini de geçti… Maddiyat hep bu kadar baskın bir "değer" miydi hayatlarımızda?

İşte, biraz da buradan kaynaklanıyor arayışım. Bu arayış hakkında birçok yazı yazdım; yazmaya devam ediyorum, düşünüyorum. Kendimle tartışıyorum. Okuduklarımla tartışıyorum. İnsanlarla tartışmaya çalışıyorum.

Bu metinde ne kadar bir bütünlük kurabiliyorum, onu da bilemiyorum. Paragraf paragraf çağrışımlarımı, düşüncelerim dile getiriyorum.

Elbette bir yanımla direniyorum, bir yanımla kimi zaman bu rengârenk olabilen dünyaya aldanıyorum. Bu sistemin kurbanı olmamaya çalışıyorum ve de umudumu kaybetmemeye. Kaldı ki umudu kaybetmeme imkân yok. En kötüsünden ara sıra mutsuzlaşır, sonra bir meşguliyet bulur, sonra tekrar düşünür, yazar ve devam ederim. Tıpkı dünyanın her şeye rağmen dönmesi gibi…

Üniversitede 5. seneme başladım. 18 yaşımı geçeli neredeyse beş sene oluyor. Benden daha yetişkin birine kıyasla, "Ne anladım dünyadan?" diye sorabilirim. "Yetişkin" biri de bana şunu desin, "Sen daha hiçbir şey anlamadın!" Vallahi de aklımın pek fazla erdiğini de söylemeyeceğim.

Bir de gençliğin heyecanı varmış. Bana göre günümüzde çok az birey gençleri samimi bir şekilde destekliyor. Gençlerin desteklendiğine, samimi bir şekilde desteklendiğine inanmıyorum. Belki o desteklemeyen insanları da zamanında birileri desteklememiştir ve bu yüzdendir ilgisiz, duyarsız kalmaları. Belki gençlerden korkulur. Belki belli bir yaşa dek, tecrübesiz, vasıfsız, mum bacaklı kalmak zorundayız onların gözlerinde. Hep biraz daha fazla büyümeli bir şeyler için; belki kimilerimizin içinde birtakım yeterlilikler olduğu hâlde. Ardından o yeterlilikler ve yeteneklerde köreliverir gününde. Tabi eğer ki bir genç savaşırsa, mücadelesine verirse, yılmazsa hedefine ulaşabilir, şansını deneyebilir.

Her zaman bir bebek, bir çocuk masum görülür. Ardından çocuk büyür, ergenleşir, yetişir. Tıpkı olması gerektiği gibi… Peki, çocuğun masumiyetini kaybetti an, nokta veya zaman neresidir?

Sosyal varlıklar olduğumuzdan ötürü dünya ile bir iletişim içindeyiz. Biz dünyayı, dünya bizi etkiler.

Mutsuzluk, kimi zaman asil bir duygudur. İnsanı düşünmeye sevk eder, böylelikle etkileşim daha da artar. Çok düşünen çok mu mutsuz olur veya içlerimizde bir sigorta atar da, düşünmeyi bırakır; tekrar gündelik yaşamın rutinine mi döneriz?

Televizyon programının yazdığı sayfa, nasıl da nostaljik geliyor, nasıl da uzak bir yanıyla. Ya o ekrana bakan çocuklara ne demeli? Gerçekten masum, gerçekten şirin olabilmişler miydi? Bugün neredeler ve ne yapıyorlar? Bırakmış oldukları sayfalar, sararmış ve zamanın bir yerinde kaybolmuş mudur; yoksa daha iyi bir gelecekte ellerine ulaşmak üzere postaya mı verilmiştir?

Mario Levi, bir konuşmasında "Her insan o mutlu çocukluk dünyasını arar" demişti. "Doğduğumuz, büyüdüğümüz şehir, bir yanıyla ana rahmine benzetilebilir" demişti. Sanıyorum şehir de çocukluk da ya kayboldu ya satılığa çıktı. Satıldıysa satan belli, peki ya alan kim? Pekâlâ vitrine konması bile yeterli ve acı. Bugün, yağmur biraz da benim için yağsın, gökyüzü biraz da benim için ağlasın. Ama dikkat! Ben ağlamayacağım. O çocukluk dünyasını yakalayamam; ama maddiyatla örülü dünyaya da teslim olamam. Bir yazı yazdım konuşmak için, bir hayat edindim yaşamak için. Bir akıl, bir mutsuzluk edindim düşünmek için. Üzerine bir yalnızlık edinsem eğer, bu kimselere muhtaç olmadan kendimi gerçekleştirebilmek için olur.

Küçük müyüm, büyük müyüm; akıllı mı, cahil veya aptal mı, aklım neye erer neye ermez; benden korkar mısınız, beni iter misiniz yoksa destekler misiniz? Soru işaretleri yerine beklentilerimi kısmayı da öğreniyorum. Bunlara kafa yorduğum bir gerçek; ama yorulduğum kadar gelişmeliyim de.

Zaman zaman sorarız, "Ben mi seçtim dünyaya gelmeyi?" diye. Fakat gelmişiz. Seçimler yapıyoruz, yaşıyoruz. Dünyaya geldiysem de onla kavgam var. Daha fazlasıyla kendimle kavgam var. Bu kavganın ardından geçen her günde ise, o tatlı, hoş, şefkatli rüzgârı yakalayabileceğime inanıyorum. Kavga, ömür boyu sürecek olsa da…

David Ojalvo
www.davidojalvo.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : İdris Kenç


BARAN

Durum

Beyninin kara deliklerinden gitmek adına çok çırpınıyordu. Başkalaşmak adına çok savaşlar verdi kendisiyle, beceremedi. Gidilebilecek tüm yolları kapatmıştı farkında olmadan. Tek farkındalığı ise başka bir yaşamdı. Ama başka bir yaşam da yoktu aslında. Başka bir yaşamın romanlarda, filmlerde ve şiirlerde var olduğunu kabullenmiyordu. Onların güzel birer yanılsama olduğunun farkında değildi. Bu yanılsamaları hayatına indirgeyebileceğine inanamıyordu. Var olduğuna inandırmıştı kendisini. Aslında kaçabileceği tek yer kendisi olduğuna inansaydı mutlu olacaktı.
İsyanlardaydı…
Korkuyordu da. Korkarak nasıl isyan edebilirdi ki. Bir yanda yaşamakta olduğu hayat ve tüm engebeleriyle, diğer bir yanda ise hayalleri, isyanı ve özgürleşme adına yarattığı düşleri. Esas problemi ise vicdanıyla mantığı arasında sıkışıp kalmasıydı. Bu yüzden ne hayatı doğru dürüst anlıyor ne de özgürleşme adına kurguladığı hayalleri adına beyninde yarattığı kara deliklerinden kurtulabiliyordu. Denizde fırtınaya yakalanmış gibiydi. Ha bire alabora oluyor ama batmıyordu, batsaydı kurtulacaktı. Ve bu alaboralarda çırpındıkça da girdaplarını çoğaltıyordu.

Aşk

Aşkı da halk destanların da öğrenmişti. Uğruna dağlar delinecek o soylu o mükemmel kadınların olmadığını. Tanıdığı kadınların aşkına layık olmadıklarını ve aşkı da hak etmediklerini düşünüyordu

Kurgu

O'nu sevmeleri yeterli değildi. Hayalinde kurguladığı tarife uymalılardı. Düşlediği gibi sevmeli, konuşmalı, hatasız ve kusursuz olmalıydılar. Onun için tanıdığı tüm kadınlar kitaplarda ki gibi sevmiyor ve o kahraman kadınlar gibi davranmıyorlardı.

Ankara'dan yola çıkarken gün merhaba dercesine aydınlıktan hızla uzaklaşıp gecenin koynuna koşuyordu. Yeni sevgililerin özlem telaşıyla.
Kendisi de yaptığı iş görüşmesinde kaybetmek üzereyken, keskin zekâsıyla ve başarılarına bir başarı daha ekleyerek karşı firmanın tüm alicengiz oyunlarını bertaraf edip, kazandığı ihalenin evraklarını arabanın bagajına koymuş, İstanbul'daki alacağı övgülerin, alkış sayımlarının dökümünü yapmaktaydı. Epey zaman olmuştu yola çıkalı. İki gündür gece, gündüz durmadan bir dizi toplantılara katılmış ve uykusuzdu. Yol ortasında ki şeritleri görmekte zorlanıyordu ama bir an önce İstanbul'a ulaşmak adına. Dinlenerek zaman kaybetmek istemiyordu. Kaza yapacağından korktuğundan ve yaşayacak onca başarı var diyerek arabasını yol kenarına çekip uyumak istedi. Son bir gayretle gözlerini kısarak yola devam etme kararı aldı. Annesinden, kulağında kalan ninnileri andıran müziğin ritmiyle, uykuya ne kadar ihtiyacı olduğunu anımsadı. Artık araba kullanamıyordu. Her an kaza yapabileceğini anladı tam bu esnada park levhasını görünce dayanma kuvveti belirdi vücudunda. Demli çayı ve sigarayı hayallerken.
Ellerini, yüzünü gecenin soğuğuyla birleşip keskin bıçak gibi teni kesen suyla yıkadı. Aynaya bakınca yorgunluktan saman sarısına benzetti tenini, aynada ki halinden kendisi bile ürktü.
" Geçer elbet bu günler, dizine başımı dayayacak biri olunca yanımda" dedi.
" Hala zamanım var" diye içinden geçirerek gülümsedi aynadaki gölgesiyle. Son yudumunu alırken çayından, saate takıldı gözleri ve daha kırk beş dakikalık yolu olduğunu gösteriyordu. Saat sabaha karşı üççeyrekti.

Arabasını apartmanın önüne park ettiğinde yağmur bardaktan boşanırcasına yağmaktaydı. İnerken,"Gök delindi" herhalde, diye düşündü. "Tanrı tüm hiddetini yağmurla indiriyor yeryüzüne".Bir an önce eve çıkıp, derin bir uykuya dalmak istiyordu. Tam bu esnada bir inleme sesiyle hayalini kurduğu uyku özleminden sıyrıldı bir anda. Sesin geldiği tarafa doğru yöneldi. Bahçe duvarının dibinde yarı baygın, kafasından kan akan bir kadınla karşılaştığında ne yapacağını bilmez bir şekilde etrafına bakındı. Korktu, hemen uzaklaşmak istedi oradan. Birkaç adım attıktan sonra durdu.
"Bırakıp gitmenin vicdan azabıyla kalamam, hastaneye götürsem polisle başım belaya girecek…"
Kadının yanına gelerek ;"Hastaneye götüremem seni, evim de seni tedavi etmeye çalışacağım, sakın ölme! Seni çöpe atmak zorunda kalırım, duydun mu beni" dedi.

Kadından herhangi bir cevap gelmeyince nabzını kontrol etti, sadece bayılmıştı. Kafatasında aldığı darbe sonucu yarılan yerden kan akıyor ve çok kan kaybediyordu.

"Bir an önce bir şeyler yapmalıyım, kan kaybından ölecek bu yoksa" diyerek kucakladığı gibi hızlıca dairesinin yolunu tuttu.

Yatağa usulca uzattı kadını "evet şimdi askerde revirde çalışmanın faydalarını göreceğiz" diyerek ecza dolabına yöneldi. Gazlı bez, oksijen suyu ve bilumum dolapta bulunan malzemelerle tekrar kadının yanına döndü. Yarasını temizleyerek sardığında, günün ilk ışıklarını görünce yorgunluktan harap bir şekilde salondaki kanepeye uzanarak uykuya daldı.
Uyandığında üstünün battaniyeyle örtüldüğünü ve mutfakta kaynamakta olan çaydanlığın çıkardığı sesi, Krep'in kokusunu alınca bir an nerede olduğunu anımsayamadı. Bu kokulara uzun yıllardır evinde hasretti. Şaşkınlığı bundandı. Hemen, geceden yatağına yatırdığı yaralı kadına bakınmaya yatak odasına hızlıca gitti. Yatak odası, bugüne değin hiç görmediği bir şekilde, tüm etraf dâhil olmak üzere düzenlenmişti. Yüzüne tatlı bir tebessüm düştü. Mutfak kapısı aralığında sessizce kadını izlerken aslında çok ta haksızlık ettiğini düşündü kadınlara.

Dışarı da akıp giden bir hayat ve ömür var. Hatalı, günahkâr, basit, şanslı, asil ve kirli bir hayat. Hayatına giren kadınlar bu hayattan bulup çıkardıkları, besledikleri sevgilerini sunmuşlardı.

Oysa Baran, karşılığı olmayan sözler ve arkasında duramayacağı vaatler sunarak bir başarı avcısı olmuştu hep. Hayatına girdiği kadınlar için bir imge yaratmıştı ve hayatın tüm basitliğinden, sıradanlığından korunarak yaşamıştı. Ve şimdi evinde hiç istemeden, beklemeden O'na kahvaltı hazırlayan, hayatın içinden bir kadın vardı.

Şimdi anlıyordu ki hep bu hatanın kurbanı etmişti tanıdığı tüm kadınları.
Hayatına giren kadınlar için değil, yarattığı imge için yıllardır yaşamıştı.
Kalbinin Güllerini hapsetmişti meğer.

Gül'dür aşk, Gül'dür yola çıkmak. Hiçbir imge, hiçbir tasarım, ideal duramazdı bu Gül'ün karşısında. Kendisi gibi.

"Kopartmadan öper elbet kalbimin Gülünü" diye düşünüyordu seyrederken kadını. Kadın hazırladıklarını sofraya getirmek için dönerken göz göze geldiler.

"Merhaba! Nasıl oldun?"

Kadın tatlı bir gülümseyişle, cevap vermeden salona masaya doğru geçti. Beraber kahvaltı yapmaya koyuldular. Kadının gözlerine bakarken ikisi de gülümsediler. O an içinden "beynimin kara deliklerini bu gül'le kapatmalı, başkalaşmak adına girdiğim savaşı kaybettirmeliyim hoyratça bu Gül'e. Kaçmak adına gidilebilecek yollara bu Gül'ü sermeli, yeni romanlar, senaryolar, şiirler yazmalı. Sil baştan okuduklarımı, yazdıklarımı…"

Sanki tüm bu düşündüklerini, beynini okuyordu kadın. Baran, gözlerinin içine baktı aşk'la tüm cesaretini topladı ve kadının elini tutmaya çalıştı.

Kadın; "benim adım Orhan" dedi.

İdris Kenç
idriskenc@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,008,008,008,008,008,008,008,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Recep Pehlivanlar

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 7.158 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


SUSKUN

Sokaklarda ölüler dolaşıyor
Suskun ölüler
Kimisi Cinayetten
Kimisi İntihardan

İçimde bir gelincik öldü
Cinayet suskunluğundayım.

Ömer Faruk N.

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Ramazan geldi hoş geldi... Sizlere iftariye isimli bir program için kısayol sunuyorum. http://www.yenidownload.com/program.asp?id=13036 ıftariye, özellikle Ramazan günleri oruç tutanlar için çok yararlı olabilecek bir program. iftar'a ne kadar zaman kaldığını her an öğrenebilirsiniz. Bunun için bulunduğunuz şehrin plaka kodunu girmeniz yeterli, program iftar vakti, tanımlanmış bir programı çalıştırabilir, yada bilgisayarı otomatik olarak kapatabilir. Programda bir de imsakiye bulunuyor....

Gün içinde oruçlu veya oruçsuz tüm boş vakitlerinizde oyun oynayabilmek için http://www.shockwave.com web sayfasını ziyaret edebilirsiniz. İster online olarak, yada isterseniz bilgisayarınıza indirip istediğiniz her zaman oynamanız mümkün olan bu orjinal oyunlardan mutlaka beğeneceğiniz bir tane vardır.

Yemek seçiminde zorlananlara bol yemek tarifli bir web sayfası http://www.yemekyapye.com Mesela: Peynir ceviz sosu tarifi: ince doğranmış sarımsağı ceviz ile zeytinyağında az kavurun,doğranmış maydanozu ekleyin 2 dakika daha kavurun, beyaz peyniri ekleyin bir kez çevirip ocaktan alın, makarna sosu olarak kullanın...

Yemek yapmayı sevmeyen yada vakti olmayanlara ise http://www.yemeksepeti.com Şimdilik Ankara, İzmir, Antalya ve İstanbul'da ama umarım yakında tüm Türkiye'de.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20060928.asp
ISSN: 1303-8923
28 Eylül 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com