|
|
|
5 Ekim 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Bu hafta erken bitiyor! | Merhabalar,
Evet başlıktan da anlaşılacağı üzere bu haftayı erken bitiriyoruz. İşle eğlenceyi birleştirip bir hafta sonu gezisine çıkıyorum. Kısmet our dönersek ayrıntıları güle oynaya paylaşırız. Güzel bir hafta sonu olacağa benzer. Haydi hayırlısı. Dolayısıyla işleri yetiştirmek için bugün de kısa kesmek zorundayım. Pazartesi görüşmek üzere hepinize güzel günler diliyorum. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Önce İnsan : Cumhur Aydın Kendini ifade etmek ve affetmek! |
|
Altı yıl öncesinde birlikte çalıştığımız İsveçli ve Danimarkalı trafik güvenliği uzmanları beni tanımlayarak Türkiye'ye hareketinden önce söylemişler. "Sen bu adamı bul, güvenli yol tasarımı diye müslüman mahallesinde salyangoz satan bir O vardır, hala keçileri kaçırmadıysa konuşursun" demişler.
Bayan Lisbeth Harm, Danimarkalı Trafik Psikoloğu. Bir başka kuzey ülkesinden Finlandiya'dan nasılsa yolu buralara düşmüş, bir Türk meslektaşına gönül verince temelli Türkiye'de kalan ODTÜ'de akademisyen olarak çalışan trafiğe kafa takmış bir diğer psikolog Timo Lajunen'de yardımlarıyla iki aylığına bir proje için Ankara'da çalışıyor. Niyeti "Kendini ifade eden yollar" olarak tanımladığımız, mühendislikle insan davranış esaslarının el ele tutuştuğu karayolu tasarımı ve işletimine ilişkin bazı gelişmeleri, Danimarka ve Türkiye'den örneklerle test etmek.
25 yaşında Danimarka'da çok kazanan bir marangoz oğlu olan Sevgili Lisbeth'in bu ilginç yol güvenliği başlığında koca dünyada bula bula Melih Beyin elinde "cilalı asfalt devrine" götürülen Ankara'ya gelmesi tam bir ironi! Afrika'da bile bu özel konuda daha kafa karıştırıcı bir yer bulamazdı, anlatacağım...
Trafik ve Yol Güvenliği Mühendisliğinde "Kendini ifade edebilen yollar" şöyle tanımlanıyor: Karayolu öyle tasarımlanmalı ve öyle işletilmeli ki, başta sürücüler tüm yol kullanıcıları işaretlere gereksinim kalmadan yolun işlevini, hız limitlerini, kısaca bu yol üzerinde nasıl hareket edilebileceğini anlasınlar. Örnek vermek gerekirse, altı şeritli Bağdat Caddesini, Esat Caddesini tek yön çalıştırıp sonradan da sürücülerden bu yolu bir kent içi kesim olarak algılayıp, 50 km/saat hızla seyahat etmelerini bekleyemezsiniz, beklememelisiniz diyor uzmanlar. Eğer düşük hız istiyorsanız yolun genişliği, şeritleri, park imkanları gibi tüm tasarım unsurlarının bunu desteklemesi gerekir!
Psikologlar ise; insanlara renklerin farklı isimlerle anlatıldığı testlerde olduğu gibi, algılama farklarının ortamdan uzak ezberlerle değil, yaşanılan tekrarlarla ortadan kaldırılabileceğini işaret ediyorlar. Yani bir yaya geçidinin ne anlama geldiğini güya kurslarla ezberletmenizin hiçbir anlamı yok, yollarda standardına uygun ortaya konup, her zaman her yerde aynı anlama gelecek biçimde uygulanmadıkça sürücülerin umurunda olmaz diyorlar.
Güya Danimarka ve Türkiye'de yollar ve üzerinde yaşanılanların farklı algılanmasını, eğer varsa bunda kültürlerin etkisini ölçecekmiş! Kadıncağız tam üyelik görüşmelerine başlanmasının Başkanın kıtalarınca konser ve balonlarla kutlandığı "Avrupa Kenti" Ankara'ya ayağını bastığından bu yana, hele deneyi için fotoğraf falan çekmek için yollara düştüğü günden beri şaşkınlıktan küçük dilini yutmuş ve hayatta kalma endişesi ile üniversitedeki odasından dışarı çıkmamaya karar vermiş durumda!
Lisbeth Hanım özellikle Ankara'da çok büyük bir hamle içindeyiz bu ara ortalık biraz karışık gibi görünüyor, azcık telefatımız da var ama, yüzde seksenlere varan oyla seçilen Başkanımızla çağ atlıyoruz diyorum, anlar gibi görünmüyor! Siz yalnızca motorlu taşıtlar için toprağın üstüne asfalt döküyorsunuz diyor...
O bana Danimarka'nın dünyanın en çok psikolog yetiştiren ülkesi olduğunu, trafik psikologlarının insan davranışıyla yol tasarımını ilişkilendirip, insanların beklediğini karşılamaktan, onları şaşırtmamaktan söz ediyor. Ben 70 günde bitirilen köprülü kavşaklarla, dünyanın en büyük otobüs garajına sahip olduğumuzu anlatıyorum. O İsveçlilerin insanla uğraşmaktan bir süre vazgeçerek onun kontrolsüzlüğünden hareketle, oluşabilecek kazaların etkilerini katlanılabilir kılma amaçlı 'affedici yol' tasarımlarını anlatıyor. Ben caddelerin göbeğine alışveriş merkezleri yerleştirdiğimiz Ankara'da yol boyu ve ortasına ağaç ve direk dikme yarışının sürdüğünden söz ediyorum.
O bana başta 2. Dünya Savaşı ertesi Amerikalılardan öğrendikleri genişlik ve hız alışkanlıklarını yıllar içinde neredeyse her yol ve trafik elemanını yeniden yorumlayarak ve tasarımlayarak aştıklarını anlatıyor ben; milyar dolarlara mal olup tüm Türkiye'ye ödettirilen karayolu katlı kavşaklarını törenlerle açıp, havai fişek gösterisi düzenliyoruz diyorum.
Lisbeth'i sonunda, bizim ekibin hem Türkiye hem de dünya için yeni bir şans olabileceği konusunda ikna ettiğimi düşünüyorum. Öyle görünüyor ancak bana azcık acıyarak ta bakıyor, "Jesper ve Rein bana tembihlemişlerdi, O'nun şu anki durumunu tam kestiremiyoruz; 'ülkesinde Bakanlıklarda trafik ihaleleri kovalayan 'ziraat' profesörlerinin, trafik kongrelerinde Belediye Başkanlarına plaket dağıttığı' gibi abuk sabuk sözleri vardı demişlerdi" falan diyor. Bence asıl kadıncağızının dengeleri bozuldu, üç beş haftada.
Yollarımız değil de ben kendimizi ifade edebildim mi bu hatuna?
Bilmiyorum...
Cumhur
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
JazzForever : Füsun Levet |
"CAZ"A DEVAM!
Gelin caz sözcüğü nereden gelmiş öğrenmeye çalışalım.
Ilk teori, Princeton Üniversitesi profesörlerinden Harold Bender'e ait.Yıllarca süren bir çalışma sonunda caz kelimesinin Batı Afrika sahilinden Amerikaya götürülen yerlilerle beraber geldiği ve hızlandırmak, heyecanlandırmak anlamında söylenildiğiydi.
Ikinci teori ise bir başka profesörün : Henry Farmer, caz kelimesinin Arabistandan Sudan vasıtasıyla Afrikaya geçtiği ve cazib, cezbe gibi arap kökenli kelimelerden geldiğini. Afrikadaki, arapçaya yakın bir dil kullanan Hausa yerlilerinın, uzaktan duyulan davul seslerine jaiza sözcüğünü kullandıklarını söyler.
Üçüncü teori yazar Irving Schwerke ait. O da " caz sözcüğünün fransızcada jaser kelimesinden geldiğini , Konuşmak gevezelik etmek olan anlamının müziğe aktarıldığını belirtmektedir.
Caz müziği Amerikada New Orleans ve Mississippi bölgesinde doğmuş ve nehir vasıtasıyla da diğer bölgelere yayılmıştır.Louisina eyaletinde başlamış olması o bölgedeki Fransız göçmenlerinin, anglosaksonlara göre daha az disiplinli olmaları ve siyah ırkı kendi örf ve adetlerinde daha özgür bıraktıkları ve hatta onları destekledikleri bile söylenebilir.
Bir parantez açmak istiyorum:
(Caz muziği , başlıca yaratıcıları siyahlar olduğundan onlara ait bir müzikti. Ama bu müziğe katkısı olan başka yabancılar da vardı. Show dünyasının merkezi Broadway, musevilerin yönetimindeydi. En büyük bestecilerden Gershwin, Irwing Berlin, Jerome Kern gibi efsanevi isimlerin yanısıra Benny Goodman, Artie Shaw, Harry James, Gene Krupa, Buddy Rich isimli gibi müzisyen ve orkestra şeflerini de sayabiliriz. Ikinci yabancı topluluk ise Italyanlardı. Lenny Tristano, Buddy de Franco, Tonny Scott, Frank Rosolino, Frank Sinatra gibi. Bütün bu müzisyenlere ileride değineceğim.)
Cazın tarifine gelince, Amerikaya esir olarak götürülen siyah insanların, zamanla kendi ritm anlayışlarıyla, göçettileri yerin armoni ve melodilerinin karışımından doğan bir müzik kolu diyebiliriz.
20.nci yüzyıl başında bulundukları yere alışmaya başlayan siyah insanlar, müzikle uğraşmak imkanını elde etmişlerdi. Bir nevi misyonerlik baskısı altında kiliseye ister istemez itilmeleri belki de bu müziğin ilerlemesine neden olmuştur. Ilahilerin basit armoni yapısı, onların şarkı söyleme ihtiyacı daha sonraları blues dediğimiz cazın temelini teşkil eden formu ortaya çıkarmıstır.
Yine 20.nci yüzyıl başlarında oynak dans havaları, neşeli şarkılar ve Anglosakson baladlarının hüzünlü tarafı da siyah insanı etkilediğinden 32 mezürlük şarkı kalıbı gelişmiş ve Fransız danslarına dayanan müzikler ise Ragtime ın temelini teşkil etmiştir.
Cazı form olarak incelediğimizde belli başlı iki kalıp görüyoruz. En önemlisi 12 mezürden oluşan blues kalıbıdır. Caz ritmi genellikle 4/4 lük olduğuna her mezürde 4 vuruş olduğuna göre, bir blues melodisi için elimizi veya ayağımızi 48 kere vurmamız gerekmektedir.
Blues denince insanın aklına ağır ve hüzünlü havalar gelmektedir. Halbuki bu şarkıların özü fılozofça olup çekilen büyük sıkıntıların altında esprili bir durum olması bile sözkonusudur.
Özetlersek blues için yaşama ümitle bakan ve felsefesini iyilikler üzerine kuran bir temele sahiptir dersek, cazin da temel felsefesini de ifade etmiş oluruz.
Cazın kendine has bir swing vasfı vardır. Çalınan müziğin hem çalana hem de dinleyene ritmik olarak sallanmak, yerinde duramamak , dans etmek ihtiyacını vermesidir. Swing cazin en önemli unsurudur. Melodinin ve ritmin bir arada ahenk içinde olması şeklinde tanımlayabiliriz.
Caz müziği, arkadaşlar arası bir nevi sohbet olduğuna göre, ritm çalanlarla melodi çalanların tam bir uyum içinde olması gerekir. Bunun içinde iyi bir müzisyen olmak, ancak birbirini dinlemeyi öğrenmekle olur. Bir büyüğüm bana swingi şöyle anlatmıştı : Yağmurlu bir havada, yolda kuru taşları arıyormuş gibi muntazam aralıklarla sekerek gidebilmek...
Cazın en önemli bir diğer özelliği de doğaçlamadır. Eğer bir müzisyen solo çalıyorsa doğaçlama yapıyor demektir. Bu önceden hazırlanarak olmaz. Spontane olarak o anda melodisini yaratıp, besteci durumuna geçmiştir. Cazın en büyük meziyeti ve güçlüğü budur. Böylece caz müzisyeni herhangi bir icracı olmaktan çıkıp müzik bilgisi ve enstrümanına olan hakimiyetiyle besteci de olmaktadır.
Müzisyen, önceden hazırlanması mümkün olmayan doğaçlama sırasında bütün hissiyatıni en içten şekilde ortaya döker.Böylece insan ruhunun derinliklerine gerçek anlamda inilebilir. Cazın ritmik itici gücü, canlılığı, esprisi, yaratıcılığı özgürlük kavramını en güzel şekilde ortaya çıkarır. Bu özellikleri taşıyan hakiki cazcılar arasında dalkavuk ve politika yapanlarına rastlanmaz !
Öyleyse sohbetimizi şöyle özetleyelim : Caz kendine özgü renklerle ve ritm anlayışı üzerine kurulmuş, yaratıcı güce ve virtuoz tekniğine sahip bir sanat koludur.
Füsun Levet
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen HaGiWat ve Paragöz |
|
- Efendim ..! Demem o demek değil ..! Bu bendenize, yani şu hakir dünyayı terörden kurtarıcınıza, şöyle elfazı düzgün, yüzü gözü özgün, şekli şemali üzgün, sözü sohbeti tatlı bir adem, geliverse şu dost meydane, hem de pür-ü perişan bir halde...
( Aylar öncesinde randevu kopartmak için göbeğimizi çatlattık, geleceğiz herhalde ..! )
- Ahhh ..! Hele bir de Arabi bilse, Farisi bilse, biraz musikiye aşina olsa, o söylese bendeniz dinlese, bendeniz söylesem o dinlese ..!
( Zamları dayansam da şu fakir fukara biraz daha inlese ..! )
- Oturan zevkperveran-ı kiram da sefayab olsa ! Mevlam, bu gece işimizi rasgetire ..!
( Asıl planlarımı anlatmaya kalksam şöyle evire çevire ..! )
- Yar, bana bir eğlence... Amaaaan bana bir eğlence ..!
.... Pata da küte de ve hatta çatada çutada ....
- Aman da aman, hoşgelmişsin Paragöz'üm, benim barışsever best friend'im ?
İcazet vermedin diye bu aralar biraz aşağı düştü trend'im ..!
- Yahu dur, önce üç-beş kelam laf edelim... Gerekirse; görüşmeye 40 minute ekleyelim...
HaGi BuşBuş, lafı boş ver, üç-beş diyordun ver de biran önce köyümüze gidelim...
- Paragöz'lük etme, friend'im dediysek attırma tepemin tasını... Bak, AB konusunda da "arkanızdayız" diye demeçler verip duruyorum, limanları açtın mı bu arada ?
Zaten her konuda arkamızda olduğunuzu biliyoruz HaGi Buşbuş, dilim sürçtü herhalde. Limanları açmadan önce şu terör örgütü konusunda da arkamızda olur musunuz ?
- Ne terörü, ne örgütü yahu ? Adını bile unuturmuşum...
( Hmmm, bende reklam olmasın diye adını telaffuz etmedim diye halkı uyuturmuşum ! ) Gerekirse, ilk seferinde gelemediğimiz yere de geliriz icabında, ne dersin ?
- Haaa, şimdi anladım Paragöz'üm, hadi başka kapıya Allah ne muradın varsa versin. Raconun ilk oylamada sökmedi, yürü bakalım Lübnan'a anca girersin... Hem zaten yeni haritalar yaptırmışım.
Bende kendimi tepedeki koltuğa kaptırmışım... Hani diyorum, bir icazet şeyttirseniz de yurda eli kolu boş dönmesem ? Nasıl çıkacağım şimdi halkın kucağına ?
- Paragöz'üm, gel yamacıma hele. Önce medyanın yalakalarını toplayacaksın uçağına ..!
HaGiWat'ım, o kadarını biliyoruz herıld yani...
- Sus, sözümü kesme... Sen onlara beni; "Çok kararlı" bulduğunu söyle, nasılsa binbir yalan uydururlar onlar, kimbilir ne cevherler vardır aralarında...
Pek yerler mi bilemeyeceğim bu defa, korkarım bitecek artık bu zevk-ü sefa...
- Du bakalım, seninle işimiz bitmedi daha, hem süpüreceğimize kullanalım diye haber salmışsın, buna denmez cefa... Ramazan bitince göndereceksin değil mi ?
Sözümüzün arkasındayız evelallah, hem de hepsinin...
- Ramazan deyince, dinle bak, aklına nasıl da bir mani gelmiş best friend'inin :
Recep, Şaban derken Ramazan gelmiş bile,
Sen sefa içinde iken halkın çekmekte çile,
Çuval da öreriz başınıza, çorap da değil mi ki;
Adın çıkmış tüccara, velhasıl düşmüşsün dile...!
Nasıl olmuş..?
Sen bilirsin HaGi BuşBuş, burası Muş'muş, üç-beş istemenin yolu yokuşmuş...
- Paragöz'üm yıktın perdeyi eyledin viran, derhal toparlan, eşlik etsin sana Kofi Annan, tez gidesin benden sonra BebeToni'ye heman ..!
Tamam saydım icazeti, budur görüşmenin özeti...
Ramazana uygun olsun dedik sözlerimiz affola, gelecek günlerimiz hayırlara vesile ola...
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Barış Köşesi : Nadya Alpkonlar Zeki Müren'le ilgili bir anı |
|
Benim hosteslik yıllarımda, Zeki Müren'in Yeşilköy-Yeşilyurt'ta,
ana caddenin üstünde bir villası vardı.
Türk Hava Yollarının da o caddenin üzerinde, geç saatlerde biten
seferlerden dönen uçuş personelinin kalabileceği bir yatakhanesi vardı.
Ben o yatakhanede, ertesi gün de uçuş olduğundan, sadece bir kez kaldım.
Sabah da bir hostes arkadaşımla, bize yakın olan Çınar Otelindeki kuaföre
yaya olarak gitmek üzere yola koyulduk.
Arkadaşım sık sık orada konakladığı için oraları iyi biliyordu.
Aynı cadde üzerinde Zeki Müren'nin bir evi olduğunu ondan öğrendim.
Belki onu görebiliriz ümidiyle pür dikkat yürüyorduk.
Tam villasının önünden geçerken bir de baktık ki Zeki Bey balkonda oturuyor.
Çekinerekten "günaydın" dedik.
O hemen ayağa kaltı, bir kahve içmeye buyurmaz mısınz, dedi.
Hem şaşırdık, hem sevindik.
Böyle bir teklif asla reddedilemezdi.
Bahçeden geçip balkona çıktık.
O, herzamanki nazik haliyle, hoşgeldiniz cici kızlar, buyrun, oturun, dedi.
Sonra yardımcısı bayana bize kahve getirmesi için seslendi:
- Esma hanım, bize üç kahve getirir misin lütfen.
Bizim heyecandan elimiz, ayağımız titriyordu.
Nutkumuz tutulmuştu, ne konuşacağımızı bilemiyorduk.
O bunu fark etti ve derhal bizi THY hakkında, uçuşlar hakkında
soru yağmuruna tuttu.
Konuşurken "tatlım", "şekerim" "cicim" sözcükleri ağzından eksik olmuyordu.
Kahvelerimizi içerken de, beni çok etkileyen bir şey anlattı.
Hala kulağımda sesi...
Anlattığı olayı aynen onun sözcükleri ile aktarıyorum.
- Karşı taraftaki villanın sahibinin genç bir şoförü var.
Ah, bir görseniz, nasıl çalıştırıyorlar garibimi.
Ona balkon yıkattırıyorlar, hatta camları bile sildiriyorlar.
Böyle bir gaddarlık, böyle bir vicdansızlık olur mu?
Ben bu duruma çok üzülüyorum, içim parçalanıyor,
ama elden bir şey gelmiyor.
Onun ne kadar nazik ve hassas olduğunu hepimiz biliriz.
Bunu birebir yaşamak bizi mutlu kılmıştı.
Kahve için teşekkür edip oradan ayrılırken Zeki Bey ayağa kalkıp
biz gözden uzaklaşana kadar el salladı.
Onun nazik bir davranışına da, çok sonraları, İzmir-İstanbul
seferinde şahit oldum.
Yemekleri dağıtıyorduk, yemiyeceğini bildiği halde tepsiyi
geri çevirmedi, biraz çatalla yiyecekleri karıştırdı, bir de üstelik
ben tepsileri toplarken teşekkür etti.
Başkası olsa, hayır, ben istemiyorum, diyerek tepsiyi almazdı bile.
Bu kadar ince düşünen birine bir daha rastlamadım.
Bu vesile ile Zeki Müren'i hasretle anıyor,
Allah rahmet eylesin diyorum.
Nadya Alpkonlar nadyaalpkonlar@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Yazmak lâzım!
Benim gibi yazı yazmayı kırkından sonra seven, dilbilgisi ve imla kurallarından bi haber birisi için yazı konusu bulmak bazen çok kolay oluyor, bazen çok zor. Bazen birileri ile sohbet ederken aa bu konuda benim söyleyecek ne çok şeyim var, yazayım diyorum ve başlıyorum yazmaya. Bazen de açıyorum e-mailimi, bekliyorum, bekliyorum, zoraki başlıyorum bir iki beş cümle, yok gitmiyor daha fazla, oradan anlıyorum ki ben günlük yazılar yazan birisi olamazmışım. Gerçekten her gün konu bulmak, o konu hakkında bilgi toplamak, doğrulamak ve sonra yazıya dökmek ne kadar zor.
İşin bir başka gerçeği de var tabi, Türkiye yazı yazmak isteyen insanlar için bir cennet. Hangi konuda yazmak isterseniz, o kadar çok malzeme var ki. Düşünün siyaset yazıyorsanız, spor yazıyorsanız, ilişkiler üzerine yazıyorsanız, ekonomi üzerine yazıyorsanız size malzeme üretmek üzere onbinlerce insan uğraşıyor. Demeçleri, basın toplantıları, basında ki hayat hikayeleri, skandalları, sayfalar dolusu yazabilme şansınız var.
Ancak bir kaç konu var ki, yazı yazmak bu konularda herkesin yapabildiği şeyler değil, örneğin SANAT konusu, örneğin PSİKOLOJİ. Bu konuda akıl yürütemiyorsunuz, tecrübe aktaramıyorsunuz, çünkü alt yapı gerektiriyor. Üç, beş tiyatro oyununa gidip tiyatro eleştirmeni olamıyorsunuz.
İnsanların en rahat yazı yazabildikleri konu sanırım Aşk, Sevgi ve İlişkiler. Çünkü, bir doğrusu ve bir yanlışı yok, kimse kimsenin yaptığına doğru veya yanlış diyemiyor, aslında diyorlar tabi ama gerçekci olursak, kimsenin yaşamı, kimseyi bağlamıyor. Ahmet Altan sevgiyi bir başka anlatıyor, onun anlattığı gibi yaşayanlar ne kadar doğru, süper yazmış diyor, Can Dündar farklı bir bakış açısı getiriyor, Murathan Mungan farklı, Haşmet farklı, Hıncal farklı, Pakize farklı, Ayşe farklı, İclal farklı, Selin farklı, derken herkesin ki farklı.
Peki ama bu kadar çok farklı bakış açısını oluşturan bizler gerçekten çok mu farklı yaşıyoruz aşkı, sevgiyi. Ahmet Altan'ın kadınıyla, Murathanınki çokmu farklı. Pakize ah ah bu kadınlar diye şikayetci olurken, Ahmet abimiz yere göğe koyamıyor kadınları. Bir çok kadın gerçek sevgiyi yaşayamadığını söylerken bunu güçlü olmalarına bağlıyorlar, erkeklerin güçlü kadınlardan korktuklarını ve kaçtıklarını öne sürerken, erkekler aptal kadınlarla çıkmaktan hoşlanmadıklarını, fiziksel güzelliğe hiç önem vermediklerini söylüyorlar, hangileri doğru, kimler doğru.
Ben bahsettiğim yazarların bazılarını okuyorum, peki şunu sormak istiyorum, edebi değeri dışında sizlerin bilmediği neyi anlatıyorlar? Mesela Ahmet Altan'ın yazdığı bir yazıyı okuduğunuz da, hiç kendi kendinize hayret ettiğiniz, vay anasını demek böyle ha, ilk defa duydum dediğiniz oldu mu? Genelde hep bildiğiniz ama sizin belki hiç yapmadığınız veya çok az yaptığınız bir şeydi sadece, belki önemsemediğiniz hareketlerdi, davranışlardı, düşüncelerdi. Ben onun böyle düşüneceğini tahmin etmemiştim diyeceğiniz davranış ve düşüncelerdi.
Anımsayacaksınız John Gray'in "Erkekler Marstan , Kadınlar Venüsten" serisi ne çok ilgi çekmişti. Ben o kitapları okudum, çokta sevdim ama anlatılanlar içinde sürpriz olacak, benim için yeni olan hiç bir şey yoktu, sadece bildiğim ama belki yapmadığım, ya da yapmayı akıl etmediğim, yaparsam ne olacağını iyi tahlil edemediğim bir sürü kişisel davranışlar listesiydi benim için, ama önemli olan şurasıydı, bunları bilmiyor değildim, bazılarını bilinçli veya bilinçsiz uygulamıyordum.
Sonuçta geleceğim nokta, yazı yazmak gerçekten çok kolay bir şey değil, yaşanmışlıkları anlatmak, hayaller üretmek veya gerçek dünyayı keşfetmeye yönelmek, yöneltmek. Bence daha çok, daha sık yazmalıyız.
Çünkü inanın, yazdığınız zaman, siz rahatlıyorsunuz, beyninizi çalıştırıyorsunuz, bırakın dilbilgisi olmasın, imlanızda hata olsun, yeter ki aklınızdan geçeni siz kağıtlara dökebilin, merak etmeyin kimsenin bilmediği sırları açıklamıyorsunuz, kimsenin sınavında da değilsiniz. Siz böyle düşündüğünüz için sizi kimse de ayıplamayacak, ama yazın, yazınız bittiğinde ve okuduğunuz da, yazmayı sevdiğinizi fark edeceksiniz.
Bakın benim oğlum hayatda yazı yazabileceğini düşüneceğim en son insanlardan biriydi, bir yazı yazmış, siteye koymuştum anımsayacaksınız, nasıl hoşuna gitmiş, orada yazısını okumak, arkadaşlarına okutmuş, ikinci yazısını yazdı. Belki üç ve dördü de yazacak. Belki daha fazlasını, keyfini aldı, ben ilk yazımı çok uzun değil bundan bir iki yıl önce yazmıştım, ha bişeye benzer benzemez ama saklayabildiğim 80'e yakın yazım olmuş, arada sırada kendi yazılarımı okuyorum, çok keyif alıyorum.
Yazın arkadaşlar, benim sitem olduğu için bana değil, kimseye göndermeseniz bile yazın, kendinize mail atın, canınız sıkkınken kendinize yazın ve göreceksiniz ki yazarken duyacağınız rahatlama sizi sevindirecek, aşkınızı yazın, sevginizi yazın, dostluğunuzu yazın. Ben dünyalar kadar sevdiğim KANKA'ma bir yazı yazmıştım, hala okurken onu ne kadar sevdiğimi düşünürüm. Yazıyı okurken telepatik olarak beynim o neredeyse ona sevgimi götürür, o alır, hisseder bilemem, ben beynimden çıkan sevgi dalgasını bilirim.
Sevgilerimle,
Haluk İlhan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kahveci : M.Nihat Malkoç ORUÇ VE SIHHAT |
|
Yüce Rabbimizin yapmamızı emrettiği vazifelerin hepsinde bir hikmet vardır. Fakat bizler o ibadetleri hikmetinden dolayı değil, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için yaparız. Zira ibadetler kul ile Allah arasındaki muhabbeti ve gönül bağını kuvvetlendirir. İbadetlerin verdiği olgunlukla kul Allah'a daha da yakınlaşır. Kişi, yerine getirdiği kulluk vazifesinden büyük bir haz alır. Bu haz, ibadetlerdeki devamlılığı sağlar.
Bilindiği gibi Rabbimizin doksan dokuz mübarek sıfatı vardır. Allah'ın güzel isimlerinden biri de 'Hâkim'dir. Yani Allah hikmet sahibidir. Yüce Yaratıcı abes iş yapmaz. Bizler bazı şeylerin sebep ve hikmetlerini basiret gözüyle göremezsek bu onları halk edene bir eksiklik getirmez. Onun yaptığı işlerin hikmetinden sual olunmaz.
Allah'ın her emrinde olduğu gibi oruç ibadetinde de birçok hikmetler, bizim için maddi ve manevi sayısız faydalar vardır. Oruç ibadetinin faydaları konusunda çok şeyler söylenebilir. Bunları maddi ve manevi diye ikiye ayırmak mümkündür. Çünkü kâinatın gözbebeği olan insanı sadece maddeden ibaret göremeyiz. Onun manevi tarafına da eğilmek zorundayız. İşte orucun faydalarını sıralarken onun ruh dünyamızı mamur ettiği gerçeğini de göz önünde bulundurmalıyız. Aksi halde insana dair doğru analizler yapamayız.
Oruç tutan insanlar Allah'ın emrini yerine getirmiş olmanın manevi doyumunu yaşarlar. Bu doyuma erişen kullar her geçen günü, ömür defterlerinden bir kayıp sayfa olarak değil, bir kazanç sayfası olarak nitelendirirler. Bu bakış açısı iç huzurun sağlanmasında etkin bir rol oynar. Maddi varlığımızla manevi dünyamızın dengede tutulması, bizi boşluğa düşmekten korur. İradenin günahları perdelemesi imtihana tabi tutulan kulu büyük bir zafer kazanmışçasına mutlu eder. Bu mücadeleden başı dik çıkan kişinin kendine güveni artar. Nefsin emrine karşı koyan yüksek irade gücü Hakk'a teslimiyetin getirdiği manevi saltanatı ebediyen yaşar. İşte dünya o zaman ahretin tarlası olur.
Oruçla beraber kulun hayvani tarafı rahmani tarafına yenilir. Fiziksel olarak da midemiz yılda bir ay da olsa dinlenmiş olur. Kalbimiz kir ve pastan arınır; adeta manevi zımparayla törpülenir. Dilimiz yalandan, ellerimiz haramdan, gözlerimiz harama bakmaktan, kulaklarımız yalan ve dedikodu dinlemekten, ayaklarımız kötü işler peşinde koşmaktan uzaklaşır. Bu, huylarımızın meleklerinkilere benzemesini ve ruhlarımızın arınmasını sağlar. Oruç belli zaman içerisinde aç kalma olayı değil, aksine bir irade terbiyesidir.
Orucun sağlık için çok büyük faydaları mevcuttur. Bunu tıp otoriteleri yıllardan beri söylemektedir. Bununla ilgili olarak Resulullah Efendimiz de "Oruç tutunuz, sıhhat bulursunuz." buyurmuştur. Peygamberlerin hikmetini bilmediği bir konuda konuşmaları mümkün değildir. Sağlıkla ilgilenen ilim adamlarının her geçen gün orucun sıhhate dair yeni faydalarını keşfedip sıralamaları Efendimizin bu mübarek sözünü desteklemektedir. Fransız Profesör Pier Mulen de bu hususta şunları söyleyerek orucun ilahi hikmetlerine ışık tutar:
"İslâm dünyasının en yararlı kurumlarından biri oruçtur. Oruç, bedenin hem fiziksel, hem ruhsal dinlenişidir. Dokuları temizler, birikmiş toksinleri, zehirleri atar. Müslümanlar böylece her yıl bir ay bedenlerini dinlendirirler. Hıristiyan dininde orucun bulunmaması büyük bir kayıptır. Aslında insanların her hafta bir gün oruç tutmalarında, başka bir deyimle diyet etmelerinde ve sadece meyve suyu içmelerinde büyük yarar var. Böylece vücut, doku ve organlardaki zehirleri atar, beden dinçleşir"
Oruç tutanların ramazanda bazı hususlara dikkat etmesi bu ibadetin tıbbi faydalarının inkişaf etmesine zemin hazırlayacaktır. Doktorların uzun tecrübeler neticesinde elde ettiği ilmi gözlemlere ve tavsiyelerine kulak vermeliyiz. Aksi halde fayda yerine zarar görmek işten bile değildir. Bu konuda doktorların tavsiyelerine uymalıyız.
Ramazan ayında dengesiz ve sağlıksız beslenme, başta diyabet, kalp, yüksek tansiyon hastaları olmak üzere birçok kişide sağlık sorunlarına yol açıyor. Beslenme uzmanları(diyetisyenler) aşırı yağlı kızartma ve kavurmalardan, hamur tatlılarından, şekerleme ve aşırı tatlı besinlerden uzak durmamızı, tatlı olarak sütlaç, keşkül, güllaç gibi sütlü tatlılar tercih etmemizi, sıvı alımına önem vermemizi, iftar ile sahur arasında bol su içmemizi öneriyorlar. Sadece ramazanda değil, diğer zamanlarda da bir seferde çok yememeliyiz. Eskilerimiz "Az yiyen melek olur, çok yiyen helak olur" derken bizlere halk hekimliğinin çok kez tıpla örtüştüğünü göstermişlerdir. Bu da gösteriyor ki halkın tecrübelerini yabana atmamak lazımdır.
Oruç tutmak sağlıklı olmak demektir. Fakat ilahi olanla dünyevi olanı, gayeleri bakımından birbirine karıştırmamak gerekir. Orucu zayıflamak, zinde ve sağlıklı kalmak için tutanların oruçlarının Allah katında hiçbir mana ifade etmediğini söylemek mümkündür. Orucun gayesi Allah'ın emrine uymak ve ona yakın durmaktır. Ne mutlu ibadetleri, gayesine uygun bir anlayışla yerine getiren mümin ve müminelere!...
M.Nihat Malkoç mnihatmalkoc@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Gülendam Oğuz Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 7.158 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
YAPMA ÇİÇEKLER
Çırılçıplak bir kadın
İniyor güzellik dağlarının
Esmer akşamlarından
Yalnızlığının ve yalanlarının
Karanlık uykusuzluklarına.
Ellerinde yapma çiçekler
Çiçekler yalana ve ölüme yakın
Kadının sakladıklarının
Günlere gecelere bölünmüş
Üşünmüşlüğü
Bakın
Sizlerle
Yapma çiçeklerle örtülmüş.
Yapma çiçekler
Kadını kırmayın, rahat bırakın.
Yapma çiçekler
Solan renkleriyle ellerinde kadının
Bunu bilmeyecekler.
Yapma çiçeklerin renkleri soluyor
Kadının ellerinde.
Ah o çılgın renkler
Kadının gözlerinde
Soldukça kadın daha da esmer.
Özdemir Asaf
Yukarı
|
Çizen: Semih Bulgur Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
E-devlet projesi kapsamında uygulanan çalışmalardan bir tanesi de internet üzerinden online hizmetler. Bu hizmetler sayesinde doğalgaz, su ve Türk telekom faturalarınızı sorgulayıp ödeyebiliyorsunuz. Sadece bu kadar değil tabiki... http://www.devletim.com/online_hizmetler.asp kısayoluna tıklayıp diğer hizmetlerle ilgili tüm detaylı bilgilere ulaşabilirsiniz.
Yerli ve Yabancı Tv kanallarını Bilgisayarınızdan Ek Bir Tv veya Radyo Kartı Kullanmadan İzlemenize ve Dinlemenize Olanak Tanıyan Kullanışlı ve Küçük bir Program öneriyorum. Canlı TV programını http://www.yenidownload.com/download.asp?id=13476 kısayolundan indirebilirsiniz. Programın benim farkettiğim tek problemi sağ alt tarafta kullanılan reklam banner'ı. Ne tarz reklam çıkacağının pek fazla garantisi yok. Sonra uyarmadı demeyin ve kulaklarımı boşuna çınlatmayın.
Ramazan ayında yemek saatlerinin değişmesine rağmen dengeli ve yeterli beslenmek mümkün. Oruç tutan kişilerin her besin gurubundan (et,süt, tahıl , sebze, meyve, yağ ve şeker) gereksinimleri kadar tüketmeleri gerektiği şartı yerine getirilirse tabi. Oruç tutan kişiler Ramazan ayında en az 12 saat veya daha fazla açlık ile karşı karşıya kalıyorlar. Bu açlık süresi içinde kan şekeri düşüyor. http://www.milliyet.com.tr/ramazan/saglik.asp web sayfasında ramazanda neler yapılmasının doğru olduğuyla ilgili tavsiyeler bulacaksınız.
Mide problemleri oluşursa neler yapmak gerekir. http://www.doktordoga.com/default.asp?BookID=3&PageID=82 ...Meyve ve sebzenin de az pişmiş olarak tüketilmesi daha doğru olacaktır. Az pişmiş meyve ve sebzeler küçük parçalar veya püre haline getirilir ve yoğurt, krema, ayran, şeker, bal, biraz zeytinyağı ve mutfak baharatları ile karıştırılır. Etkili baharatların kullanılmaması gerekir...
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|