|
|
|
9 Ekim 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Dükkana döndüm! | İyi haftalar,
Üç günlük kaçamaktan döneli henüz 2 saat oldu. Kapanmakta ısrar eden gözlerime inat sizlere bir merhaba diyeyim istedim. Ama şimdi gitmk zorundayım. Hepinize güzel bir çalışma haftası dilerim. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Değer mi sence?
Ne kadar zor bir yaşam aslında, sadece yüzeysel ilişkilerin hâkim olduğu bir dünyada yaşamak zorunda olmak.
Maalesef diğer insanlarla olan ilişkilerimiz, kullandığımız bütün aletlerden daha mekanik. O yüzden de çok sık arıza yapıyor. Periyodik bakım, tamir, olmadı parça değişikliği o da mı olmadı son çare yenisi ile değiştirmek. Bol olmalı alternatif ya da deneme yanılma en sağlıklı yöntem diye öğretilmişti…
Değerini bilmeden tüketmek hem de her şeyi, ekmek gibi su gibi tüketmek, üstelik ne tükettiğinin farkında bile olmadan tüketmek, yerine koyma kaygısı olmadan, istesen de yerine koyamadıklarını tüketmek, değerleri tüketmek hem de şuursuzca tüketmek… Hayat şartları, dünya düzeni, ekmek kavgası, büyük balık, bilgi çağı, diyerek tüketmek…
Duyarlılık, sevgi, saygı, dürüstlük gibi kavramları açıklarken tek bir kelime yetmiyor artık. Destek kelimelere başvuruyoruz tanımı güçlendirmek ya da kendi tanımımıza uydurmak için. Farkında bile değilsin o değerlerin sen olmadan zaten bir anlam ifade etmediğinin ve her bir değerini tüketmenin aslında seni tükettiğinin…
İnsani değerler, ya da insanı umursayan her türlü davranış samimiyetsizlik olarak adlandırılıyor. Altında art niyet aranıyor en doğal davranışların, öküz altında buzağı aramak deyimi deyim olma özelliğini yitirmiş, öküz bulma derdine düşülmüş hazır buzağılara…
Bizi biz yapan, insan olmamızı ispat edebilecek en önemli değerlerimizi kullanacak yüzümüz bile kalmamış. Lakin lafa gelince bizden fedakârı, bizden vefalısı da yoktur bu dünya da, hep vermişizdir, hem de hesapsız kitapsız vermişizdir, ama sonunda tak etmiştir sabrımız tükenmiştir. Bu da can, sabırda bir yere kadar üstelik enayi yerine konmakta cabası. Buraya kadardır işte insanlığımız, başkasının canımızı sıktığı yere kadar, aynı değerleri başkasında bulamayıncaya kadar, zarar görene kadar insanız. Gücünün yettiği yere kadar insan, ötesi havlu attıran bir devran…
Sevgi; karşılığı verene, saygı; istismar etmeyene, duyarlılık; sadece hak edene, dürüstlük bu düzende neyine… Biraz daha değer vereceksin değerlerine, değer biçtikçe zaten olması gerekenlere, her gün biraz daha değer yargılarını yitirecek, biraz daha değerini kaybedeceksin… Değer mi sence?
Aybars Erdemli
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
[Henüz Oylanmamış] 0 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Kahveci : Hatice Mine Bahadır |
BU DENİZ BU OKYANUS
Okyanusun derinliklerinde, nefes alabilme ihtimalinin imkansızlığında, tekrar bir arada olamamanın kaçınılmazlığında ve senin için yapılan her iç çekişe, haykırışa olan duyarsızlığına isyandı burada bir başıma oturuyor olmam...
Neredesin, ne yapıyorsun hiç bilmek istemiyorum...
Varlığını, hayatımdan çıkartmak için denemediğim yol, gitmediğim yer kalmadı...
İçimde yıllardır var olan ve her geçen gün büyüyen o derin boşluğu sanki senin olmayan, görünmeyen varlığın dolduruyor...
Yalnızım işte yine...yine...
Beni bu şekilde yalnızlığa mahkum etmen sana ne kadar zevk ve tatmin duygusu veriyor, bilemiyorum...
Ama içimden bir ses, sanki böyle yalnız kaldıkça, böyle dinmez, kronik acılar çektikçe senin varlığında kaybettiğim benliğimi bir şekilde okyanusun derinliklerinden çıkartıp, en sonunda nefes aldırabileceğimi,tekrar yaşama dönüp o kaybolmuş benliği gün yüzüne çıkartabileceğimi söylüyor...
İçimden bir his, ne olduğu bilinmeyen bir boşlukta değilde; herkes tarafından bilinen ama görülmeyen o en derin kuytuluklarda kaybolduğumu ve bu kayboluş halinde, tek başıma çırpındığımı ve biraz daha dayanabilirsem, nefesimi tutabilirsem tekrar gün yüzüne çıkabileceğimi ve ne olursa olsun senin yanında nefes alabileceğimi söylüyor...
Ama içimdeki hislerle yaşamayı ve o içimden gelen sesleri dinlemeyi öğrenemedim ben...
İçimden sessiz çığlık frekanslarıyla bana o günlerin geçeceğini, tüm bu acıların ve duyarsızlıkların biteceğini ve ne olursa olsun gelecekte, bir gün bir yerde beklediğim ve inandığım arzularımın gerçekleşeceğini duyuruyordu o sesler...
Ve ben yalnızlıktan korkan bir çocuğun gecenin zifiri karanlığında dehşet bir kabustan kan ter içinde ve nefes almakta zorlanıp, yutkunmasıyla uyandığı gibi uyanırdım içimden o geleceğe umut veren sesi duyduğumda...
Öyle körelmişti ki hislerim, inançlarım, bir türlü inanmak istemezdim o içimden gelen seslere...
İçimden gelen seslere kulak vererek sevgiyi, umudu, ve seni ne olursa olsun beklemeyi kendime yediremedim ben...
Daha küçük bir çocukken anlamıştım, hayat beklemekten ve bekletmekten ibaretti...
İçimden gelen o bitmek bilmez nasihat dolu sesler hep beklememi istedikçe, sanki ben daha sabırsız daha tahammülsüz oluyordum sana karşı...
Sanki daha acımasız oluyordum kendi hislerime karşı...
Sen benden kaçtıkça, varlığın o yüzündeki bütün anlamlarla uzaklaştıkça varlığımdan, ben içimden gelen seslere, içimdeki boşluktan yüreğime basınç yapan, adeta haykıran o hislere düşman oldum...
Seninle savaşmaya başladığım zaman, kendi içimdeki duyguların ve umutların en büyük düşmanı olduğumu; ve hatta seninle değil de kendimle ve bana artık yabancı olan o öz benliğimle savaştığımı anladım...
Sen benden kaçıyordun, ardına ve önüne bakmadan...
Bense kendi içimdeki hislerden, umutlardan ve yakarışlardan...
Sen benden kaçtıkça ben kendimden kaçıyordum...
Sen umutlarımı yok ettikçe, ben kendi hayallerimi yok ediyordum...
Sen benden kaçıp kendine yeni insanlar ve dünyalar bulup kurdukça; ben içimdeki umut ve sevgi dünyasını yıkıyor, yeni insanlar bulmak yerine etrafımdaki herkesten uzaklaşıyor, kendi benliğimle başbaşa kalıyor ve yok oluyordum...
Sen, benim yalvarmalarımı ve haykırışlarımı duymadıkça, ben içimden gelen hislere ve seslere sağır ve duyarsız taklidi yapıyordum, hep senin yaptığın gibi...
Gün olupta, sen beni arayıp, beni ne olduğunu hala anlayamadığım derin bir kaos içinde yine yalnız bıraktığında, içimden gelen sesi, kalbimde yıllardır yaşamını sürdüren o sonsuz hisleri, o derin sevgiyi, ve en sonunda bir saplantı haline gelmiş olan sesini, yüreğimin en derin köşesinde hissedebiliyordum...
Ve sanki artık savaş bitmişti, ateşler kesilmişti...
Artık acı çekmeler, kaçışmalar, bağrışmalar, haykırışlar ve sinsice yaklaşıp uzaklaşmalar yoktu sanki...
Sanki her hissettiğimde yangından kaçar gibi kaçtığım o içimden gelen bir ses, o yüreğimden kalbime vuran bir his tüm bu acılara, bu ayrılığa, bu sensizliğe bir son vermişti...
Sonradan fark ettim ki, içimden gelen his ne olursa olsun, her an duyduğum o bilinmez sesler ne derse desin savaşlar bitmiyor bu hayatta...
Beklerken ve bekletirken savaşıyoruz...
Unutmaya çalışırken, unuturken, unutulurken savaşıyoruz...
Severken ve sevilirken savaşıyoruz...
Birbirimizden ne kadar kaçarsak kaçalım, kendi özümüzden, kendi iç dünyamızdan kaçamıyoruz...
İçimizdeki sesleri duymayıp, o hisleri reddettikçe ne kendimize ne de başkasını güvenimiz kalmıyor...
Ne kendimize ne de başkalarına güvenimiz olmadıkça, ne kendimizi ne de başkalarını sevebiliyoruz...
Hep bir şeyler eksik kalıyor çünkü...
Savaşmaktan, çatışmaktan başka bir şey bilmiyoruz sanki...
Tüm bu koşuşturmaların, kaçışların, duyarsızlıkların, amaçsızlıkların ve soğuk savaşların içinde, kendimizle başbaşa olduğumuzu ve böyle beklemelerin bekletmelerin, içimizdeki hislere olan duyarsızlığın, savaşların ve umutsuzluğun olduğu bir dünyada tek başımıza yaşamaya mahkum olduğumuzu ne kadar isyan edersek edelim, en sonunda boyun eğerek anlıyoruz....
Ne kadar istesekte her dilediğimiz, arzuladığımız şeyin gerçekleşmeyeceğini çok iyi biliyoruz ve bunun sebebini bu dünyanın o mistik bilinmezliğine ve adaletsizliğine sığınarak ve bu düzensiz düzeni ne yaparsak yapalım değiştiremeyeceğimizi bilerek elimiz kolumuz bağlı, ört pas ediyoruz ve sonra kabul ediyoruz...
Bir keresinde, denize olan hasretimi ve açlığımı gidermeye çalışıyordum, Kartal Limanı'nda...
Oturduğum yere yakın bir tarafa küçük bir balıkçı teknesi yanaştı, kır saçlı, esmer, yaşlı bir adam vardı orda, teknenin halatını iskeleye bağlamaya çalışıyordu, ağzında sönmek üzere olan sigarası vardı ve yüzünde tuhaf, acı dolu bir ifade vardı...
Birden içimde uyanan bir merakla kaptana döndüm, gülümsedim; "Nasıl gitti reis?" dedim.
Sanki beni yıllardır tanıyormuş gibi, bana döndü, hafifçe gülümsedi ve aynı anda başını olumsuz bir şekilde sallayarak;
"Bu deniz, bu derya, bu okyanus çok büyük be kızım...Benim teknemse çok küçük..." dedi...
O zaman bir kez daha anlamıştım, insanlar ne yapmaya çalışırlarsa çalışsınlar, yeterli olmayacak hiçbir şey her istediklerini elde etmeye...
Ne kadar içlerinden gelen o seslere, yüreklerinden kalplerine basınç yapan o hislere kulak verseler ve inanmak isteselerde, bu dünya yeterince mutlu ve huzurlu olabilmek için biraz fazla büyük ve gereğinden fazla acımasız...
Biliyorum, ne kadar istesemde hayallerimde kurduğum, içimden gelen seslerde duyduğum, içimdeki hislerle kalbimi avuttuğum zamanlardaki gibi olmayacaksın benim dünyamda...
Artık görüyorum, benim yapabileceğim bir şey kalmamış, çünkü bu dünyanın düzeni bu...
Bunu ne ben, ne sen, ne de bir başkası değiştirebilir...
Sen, benden kaçtıkça okyanus kadar büyüyorsun gözümde...
Ben içimdeki umutlardan, içimden gelen o seslerden kaçtıkça bir balıkçı teknesi gibi küçülüyorum senin derinliğinde ve sonsuzluğunda...
Yine yalnızım...
Yine sensizim...
İçimden gelen tek bir ses var şimdi, her ne kadar duymak istemesem de, senin için dahi olsa, artık sağır ve duyarsız olamıyorum bu sese karşı....
Seni, kalbimin en derinliklerinden çıkartıp, okyanusun sonsuz maviliğine, griliğine ve özgürlüğüne bıraktım...
Tek başıma oturduğum bu yerde bir gün beni görmeni ve sonsuzluğunda yok olmama izin vermeni bekliyorum...
Çünkü, seni en derinlerde boğulurcasına ve sonsuzluğunda yok olmayı göze alırcasına sevdim...
Ve aslında biliyor musun, okyanusun derinliklerinde, nefes alabilme ihtimalinin imkansızlığında, tekrar bir arada olamamanın kaçınılmazlığında ve senin için yapılan her iç çekişe, haykırışa olan duyarsızlığına isyandı burada bir başıma oturuyor olmam...
Hatice Mine Bahadır
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Yansımalar : Nesrin Özyaycı Gaziantep 1. Uluslararası Altın Fıstık Kültür ve Sanat Festivali (15-16-17 Eylül 2006) |
|
Masamda güzel bir broşür. Çıtlak Antep Fıstıkları arasında günlerdir birbirimize göz kırptığımız Zeugma'nın bir çift gözü. Her sabah geldiğimde odama damladığımda "Beni yaz lütfen ..." diye bakan kentimizin sembolü Belkıs kalın bir davetiyenin penceresinden bana bakmakta. İşyerine giriş kapımın altından atmışlardı davetiyeyi. Saklayacağım arşivimde. Hoşuma gitti her bakımdan. Kaliteli, dünya standartlarını taşıyan, pahalı Gaziantep 1. Uluslararası Altın Fıstık Kültür ve Sanat Festivali broşürü. Yeşilin üzerinde kavrulmuş Antep fıstığı. Tertip Komitesini, Katkıda bulunan isimleri okuyorum. Kentimizden önemli amblemler. ABİGEM markasını göremiyorum, olmalıydı diye düşünüyorum. Zeugma bana öfkeyle bakıyor, algılamıyorum ilk başta anlatmak istediklerini ancak anlıyorum anlamasına da!
Baharda Gaziantep Ticaret Odasıyla-Abigem'in birlikte düzenledikleri Antep fıstığı, Baklava ve Bulgurunun Dünya basınına tanıtım toplantısına katılmıştım. Muhteşemdi! Onurlanmıştım yapılanlarla. Dünya standartlarında ağız tadıyla sunumuyla, layıkıyla yapılan bir tanıtımdı. İngilizce yapılan sunumları unutamıyorum.
Nedense istediğim halde ilki yapılan bu festival' e katılamadım. Kızmasınlar bana ancak kente boydan boya asılı duran Festival ile ilgili "Sibel Can" resimleri beni şaşırttı, belki de katılamama neden oldu! Sibel Can kim Antep nere? Gözleri doyursun diye mi davet edildi yoksa? Uluslar arası bir Festival daha farklı bir boyutta olmalıydı bence!. Broşürdeki bilgileri iyice okudum. Güzel, nitelikli. Ancak...
Sn. Valimiz Süleyman Kamçının"Yazar, şair ve gazeteciler davetli..." cümlesinin altını çizmişim istemeden. Bu kentten yetişmiş ne çok ünlü isimler vardı niçin davet edilmediler sormak istedim. Yoksa davet edilip de gelemediler mi? Sanmam. Sunay Akın ilgiyle panellerini izlediğim bir şairdir ancak Antep'le ilgisini anlayamadım açıkçası? Ülkü Tamer, Lütfiye Aydın, Ahmet Ümit gibi adların Kuş adasın da, başka kentlerde Edebiyat, Öykü panellerine davet edildiklerini duydum. Peki neden kendi kültürümüzde yoğrulmuş, yetişmiş isim yapmış marka edebiyatçılarımızı/yazarlarımızı davet edemedik? Edebiyatta siyasallaşma olmamalı diye düşünmekteyim.
Sn. Ömer Can'ın yazısında "Şahinbey'de büyük bir değişim yaşanmaktadır"cümlesi ilgimi çekti. Doğrudur. Bedava verilen Bilgisayar kursları ile bilgisiz, ilgisiz ne kadar çok kişiye sertifika dağıtıldı, dağıtılmakta. Kentimizde müthiş bir "Bilgisayar kursu Sertifika enflasyonu" yaşanmakta. Kurumuma Bilgisayar kurslarına yazılmaya gelenlerden duymaktayım üzülerek. Özellikle "Siz de kurslar neden paralı/pahalı? Belediyeler kursu ücretsiz vermekte..."diyenlere siz olsaydınız ne derdiniz? Siyasiler eğitimle uğraşmamalıdır. Yanlış olmakta... Seçim yatırımı böyle olmaz diye düşünmeden edemiyorum. Eğitim ciddi bir iştir, belediyecilik farklı bir olay. Bu iş Milli Eğitimin işidir, Belediyelerin değil. Olamaz. Lütfen duyarlı davranalım. Sizlere desteğimiz olur isterseniz ancak gerek yok diyorsanız da diyecek lafımız olamaz... Kurslar verebilmek önemli. Geçmişten bu yana ilimizdeki bütün belediye başkanlarının da bildiği gibi eğitim çok ciddi bir olay. Yanlışı anladıysam öncelikle hep kendimi düzeltmeyi sevmişimdir. Umarım dikkate alırsınız bu konudaki feryadımızı. Antep gibi eğitimin dibe vurduğu bir kentte büyük yatırımlarla fedakarlıklarla bu işi sürdürmekteyiz gayretimizle... Ekmek parası önemli ancak emeğimin gayretimin çalınması/hırsızlanması canımı sıkar elbette. Bu kurslar için büyük bir yaraydı ve zamanı geldiği için yazmak istedim. Önemsemeniz dileğimle.
Sn. Metin Özkarslı'nın yazısında "...tatlısı, baklavaya ayrı bir tat veren fıstığın, güzel bir festivalle anılması önemli bir kültürel etkinliktir..."doğrudur, katılıyorum ancak Sn. Özkarslı
"niçin geçmişteki şire sandıklarımızı unuttunuz? Şire hanı özelliğini kaybetti mi yoksa? Baba evimin dört gözlü sandık geleneği görevini üstlenen evimde halen büyük bir çekmecem var içine ceviz, bastık, tarhana, sucuk, pekmez, şirin muska koyduğum!.Üzüm ve şıra geleneğimiz de "Antep Baklavası ve Fıstığı kadar önemli değil miydi sizce?" Seneye unutmasak iyi olacak, bence çok önemliydi.
6000 yıllık tarihe tanıklık etmiş bir kent güzel kentimiz çeşitli istilalara uğrasa da. Broşür çok pahalı, çok da kaliteli güzel de, bu kadar masrafa değdi mi diye düşünüyorum şimdi. Yıllar önce UNICEF'in bir araştırma yazısını okumuştum. Silahlanmaya, savaşa harcanan parayla yapılacaklar çok önemliydi, unutamamışım hafızamda kayıtlı. Afrika da ki açlardan tutunda, aklınıza gelmedik pozitif yatırımların araştırma sonuçları kayda değerdi, önemliydi silahlanma parasıyla. Belediyelerimiz kaliteden anlamakta ancak kenar mahallelerdeki insanımızın durumunu da görmezden gelmedikleri kesin diye düşünüyorum. Yıllar önce Antep'ten Bandırmaya gelin gidip, batıda yaşayan kız kardeşime kızmıştım. Oğluna sünnet düğünü yaptı anlı şanlı! Gitmemiştim işim gücüm var diye. Ne para harcamışlardı rahmetli annemden dinlemiştim. Demiştim ki "Bu düğünü yapacağına parasını bankaya koy, oğluna gelecekte Eğitim parası olarak kullan"diye... "Olmaz abla, ayıp olur, burası Bandırma..."demişti. Herkes işini iyi bilir, evin yolunu da ev sahibi iyi bilir. Ancak belediyeler hepimizin, halkın sesi/yeri değil mi burası?
Broşürün arka sayfalarında ilgimi çeken ne yerel ne ulusal hiçbir sanatçıyı göremedim Edip Akbayram haricinde. Edip Akbayram' ın gelişine sevindim. Kız Lisesin de okurken bizim okulun çaylarına gelir çalar, söylerdi. Saygı duyduğum sevdiğim bir sanatçı "Hoş Geldi..."demek isterdim.
Aslında her şey göstermelik oldu dünyamızda. Eskiden olduğu gibi "Ali evlendi, canı dinlendi, eşi dostu eğlendi..."derdi rahmetli teyzem. Olay sadece "SHOW olmamalı..." Gönül isterdi ki markaların ve değerlerimizin hakkını verelim. Üniversitemizdeki Bahar şenliklerini duydum geçende bir tanıdıktan. Şiir günleri düzenlemişler. "Neden siz yoktunuz ?"diye sorgulandım. "Kıskançlık, klüpleşme yada..." dedim farkında olmadan. Gerçi çağırsalar da gidermiydim? Öyle her çağrılan yere başıma eşarbımı alıp kapı kapı dolanlardan hiç olmadım da! Ahbap çavuş ilişkileri yoğun. Çıkarların bittiğinde herkesin ne kadar dost/düşman olduklarını da zamanla göreceğiz/görmekteyiz...
Karnavallar, festivaller, panayırlar, tanıtımlar, tüketim çılgınlığı hat safhada. Yazık çöpe atılan broşürlere, emeklere. Her şeyi yapalım da müsrif olmadan, kültürümüze yakışırcasına. Kendimizi dev aynasında görmeye gerek yok. Biraz da başımızı aşağı çevirerek baksak olmaz mı? Yoksa bakıyorsunuz da haberimiz mi yok? Daha güzellerini görmek, istiyoruz halk olarak. Belediyeler halkların sesi değil mi? Nice güzel festivallere...
Her şeye rağmen teşekkürler bütün emeklere. Bir ilke imza atabilmek önemlidir. Kolay da değil hani bir organizasyon. Evime üç kişi yemeğe çağırsam günler önce heyecanlanmaya başlar, dığıl dığıl dönerim, ancak değerlerimi de önemserim hani! Eksiklerimi fark eder, fark ettirilirse bir dahaki yemeğe daha iyi hazırlanırım değil mi? Elinize, emeğinize, yüreğinizi daha güç gelsin isteğimiz. Nice Festivallere Zeugmadan, Fırat'a kadar...
Nesrin Özyaycı
http://www.nesrinozyayci.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
[Henüz Oylanmamış] 0 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kahveci : M.Nihat Malkoç VATİKAN'IN GİZLİ TÜRKİYE GÜNDEMİ |
|
Son günlerde Türkiye'de ve İslam dünyasında Papa 16. Benedikt'in ipe sapa gelmez sözleri konuşulmaya, tartışılmaya devam ediliyor. Bilindiği gibi Katolik Kilisesi'nin ruhani lideri Papa 16. Benedikt, Almanya ziyareti sırasında Müslümanlarla ve onların değerleriyle ilgili olarak bütün dünyayı ayağa kaldıran bir konuşma yapmıştı. Regensburg İlahiyat Fakültesi'nde konuşan Papa, radikal İslam'ı eleştirirken, Bizans İmparatoru 2. Manuel'in Hz. Muhammed ile ilgili sözlerine yer vermişti. Konuşma tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de enine boyuna tartışıldı, eleştirildi. Papa'nın konuşmasında Bizans İmparatoru Manuel Paleologos'a atfen "Muhammed hangi yenilik getirmiştir göster bana. Sadece imanını kılıç zoruyla kabul ettirme emri gibi şerri ve gayri insanî şeyler bulursun" demişti. Bu sözler Türkiye'yi ve İslam dünyasını haklı olarak ayağa kaldırmıştı.
Kıymetli Araştırmacı-Yazar Aytunç Altındal, geçen hafta sonu 7 Eylül 2006 Cumartesi günü öğleden sonra Trabzon'da Hamamizade İhsan Bey Kültür Merkezi'nde "Vatikan'ın Gizli Türkiye Gündemi" konulu bir konferans verdi. Türk Ocakları Trabzon Şubesinin tertip ettiği konferansa Trabzonlular çok büyük bir ilgi gösterdi. Öyle ki bu enteresan konferansta ramazana rağmen seyirciler salona sığmadı. Koridorlar bile insanlarla dolup taştı. Çünkü konu ve konuk ilginçti. Konu son haftalardaki densiz çıkışlarıyla İslam âleminin nefretini üzerine çeken Papa 16. Benedikt'ti. Konuk ise sözünü sakınmayan ve her zaman doğruları söylemeyi gaye edinen kıymetli Araştırmacı-Yazar Aytunç Altındal'dı. Onun için de ilgi ve heyecan doruktaydı. Hatip, konuşmasında çok ilginç bilgi ve belgelere yer verdi. Konuşmacı Altındal konferansta özet olarak şunları söyledi:
"Papanın gençliğinden kaynaklanan, Türklere karşı önyargısı var. Papa 1941-1945 arası Nazi Gençlik Örgütü üyesiydi, Hitler'ci Alman ordusuna katıldı. Genç Nazilerin kafası 'Hitler istediğinde Türkiye, Naziler safında savaşa katılacak ve Almanya savaşı kazanacak' şeklinde iki yıl yıkandı ve savaşa gittiler. Bu olmayınca bu kez 'Türkiye Almanya'ya ihanet etti' propagandası başlatıldı. Bu, Papa'nın bilinçaltına öyle işlemiş ki ömrü boyunca Türk aleyhtarı olarak bilinmiştir.
Kardinal Ratzinger, Papa seçilince Benedikt adını aldı. 1. Benedikt, İ.S. 575 yılında yaşadı. Avrupa'da Türk düşmanlığını başlatan ilk kişidir. O dönemden bu yana Benedikt adını alan papalar, Türk düşmanı bilinir.
Joseph Ratzinger'in konuşmasından iki hafta öncesine bakalım. 27 Ağustos'ta Almanya Şansölyesi Angela Merkel ve partisi CDU'nun önde gelenleri Roma'da Papa'yla özel bir görüşme yaptı. Bu görüşmede Papa, Merkel'e yapacağı konuşmanın metnini verdi. Dolayısıyla bu, esrarengiz bir konuşma değil. 16. Benedikt, son 200 yıl içinde gelmiş en entelektüel papa… Herhangi bir kelimeyi gereksiz yere kullanmaz. Bence konuşmanın hedefi İslam âleminden çok Türkiye'ydi, Türklerdi.
Türk Dışişleri Bakanlığı'nın devletin 13 ilgili kurumuna gönderdiği özel bir tebliği var. Bakan Gül'ün imzasıyla 'Papa, Türkiye'ye geldiğinde, baş başa ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin temsilcileri bulunmaksızın dilediği görüşmeyi yapabilir' deniyor. Vatikan'ın rakamlarına göre Diyarbakır'da çok sayıda Katolik varmış. Dahası, Abdullah Öcalan Vatikan'a iki mektup gönderdi. Mektuplar nedeniyle Katolik Kilisesi 1996'dan itibaren 'Türkiye'de Kürtlere baskı yapılıyor' diyerek bir karalama kampanyası başlattı. Kampanyayı yürüten bugünkü Papa'ydı. Türkiye'ye geldiğinde kalkıp 'Ben, Kürt halkının temsilcileriyle görüşmek istiyorum' derse Gül'ün verdiği özel izne göre görüşebilir.
Papa ülkemize geldiğinde Fener Patriğini ekümenik kabul ediyoruz diyebilir. Görüşmelerin ardından üç dilde ortak deklarasyon yayınlayacaklar. Uyarıyorum, İngilizce ve Fransızca metne ekümenik diye koyarlar, Türkçesine koymazlar. Asıl olan İngilizce ve Fransızca metin... Dolayısıyla Türkiye, Lozan Antlaşması'nı eliyle çöpe atmış olur. Hükümet ve Türkiye'deki o diyalogcular buna bir kılıf uydurmak için 'Türkçe metinde ekümenik denmedi' diyebilir. Ayasofya'ya gidip dua etmesi söz konusuydu, bunun önüne geçildi. Dönüşte sadece sekiz dakikalık kültürel bir gezi yapacak.
Yasayla Türkiye'den Katoliklere ait olduğu iddia edilen 1.900 adet taşınmaz malın iadesini istiyor Papa… Kayıtlarda sahibi Hazreti İsa görünen mallar var. Yasa onların istediği gibi çıkarsa Sümela Manastırı, Ani Harabeleri ve Ayasofya onların olur. 1 Ocak 2005'te yazdıkları insan hakları raporunda tek tek hangi malları istedikleri var.
Papa, Türkiye'den neler talep edeceklerini, çok güvendiği Giovanni Sale isimli Cizvit papazdan bir rapor halinde istedi. Bu raporda isteklerin yanı sıra ilginç rakamlar var. 'Diyarbakır'da 3 bin 670 Katolik Ermeni, 5 bin 993 Keldani ve 2 bin 155 Suriye Katoliği var' diyor. Diyarbakır ve çevresinde 9 binden fazla Katolik yaşadığını duyan var mı? Yok; öyleyse nasıl buluyor bunu? Türkiye'de problemleri büyütmek için yapıyor. Papa 'Türkiye'ye gittiğimde dört Katolik cemaatin lideriyle ya da Katolikler adına konuşacak dört kişiyle görüşeceğim' dedi. Bunlar kim? Belli değil…"
Araştırmacı-Yazar Aytunç Altındal'ın Papa 16. Benedikt'le ilgili tespitleri bunlardan ibaret değil. Başka ilginç şeyler de söyledi konferansında. Özellikle Türkiye'deki diyalogculara bizzat isim vererek çattı. BOP'a alet olduklarını söyledi. Onları gaflet ve hıyanetle suçladı. Türkiye'nin bölünmenin eşiğinde olduğunu hatırlatarak Trabzonlulardan hain emeller karşısında uyanık olmalarını istedi. Türkiye'yi bu kör karanlıktan herhangi bir kurtarıcının değil, ancak halkın kendisinin, birbirleriyle kenetlenerek kurtarabileceğini, düzlüğe çıkarabileceğini belirtti. Yazar Altındal, konferans sonunda kitaplarını imzaladı.
M.Nihat Malkoç mnihatmalkoc@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
[Henüz Oylanmamış] 0 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
Fotoğraf : Gülendam Oğuz Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 7.158 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
ÖYLE BİR ŞEY...
Tatlı bir rüyaydı seni sevmek...
Sabahın o en kuytu vaktinde görülen
Karanlık geceye doğan bir ay gibi
Dışa kapalı gözler ardında başlayan
Rüyalar vardır ya hani
En güzel yerinde uyanmak istemediğin
Gözlerini açmaya cesaret edemediğin
İçi mutluluk dolu bir dünya vardır ya
Orada bir ömür boyu kalmak istediğin
İşte öyle bir şeydi seni sevmek
Birkaç dakikaya sığan bir rüya değil de
Bir ömür boyu sürmesini istemek..
Burak Kılıç
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
E-devlet projesi kapsamında uygulanan çalışmalardan bir tanesi de internet üzerinden online hizmetler. Bu hizmetler sayesinde doğalgaz, su ve Türk telekom faturalarınızı sorgulayıp ödeyebiliyorsunuz. Sadece bu kadar değil tabiki... http://www.devletim.com/online_hizmetler.asp kısayoluna tıklayıp diğer hizmetlerle ilgili tüm detaylı bilgilere ulaşabilirsiniz.
Yerli ve Yabancı Tv kanallarını Bilgisayarınızdan Ek Bir Tv veya Radyo Kartı Kullanmadan İzlemenize ve Dinlemenize Olanak Tanıyan Kullanışlı ve Küçük bir Program öneriyorum. Canlı TV programını http://www.yenidownload.com/download.asp?id=13476 kısayolundan indirebilirsiniz. Programın benim farkettiğim tek problemi sağ alt tarafta kullanılan reklam banner'ı. Ne tarz reklam çıkacağının pek fazla garantisi yok. Sonra uyarmadı demeyin ve kulaklarımı boşuna çınlatmayın.
Ramazan ayında yemek saatlerinin değişmesine rağmen dengeli ve yeterli beslenmek mümkün. Oruç tutan kişilerin her besin gurubundan (et,süt, tahıl , sebze, meyve, yağ ve şeker) gereksinimleri kadar tüketmeleri gerektiği şartı yerine getirilirse tabi. Oruç tutan kişiler Ramazan ayında en az 12 saat veya daha fazla açlık ile karşı karşıya kalıyorlar. Bu açlık süresi içinde kan şekeri düşüyor. http://www.milliyet.com.tr/ramazan/saglik.asp web sayfasında ramazanda neler yapılmasının doğru olduğuyla ilgili tavsiyeler bulacaksınız.
Mide problemleri oluşursa neler yapmak gerekir. http://www.doktordoga.com/default.asp?BookID=3&PageID=82 ...Meyve ve sebzenin de az pişmiş olarak tüketilmesi daha doğru olacaktır. Az pişmiş meyve ve sebzeler küçük parçalar veya püre haline getirilir ve yoğurt, krema, ayran, şeker, bal, biraz zeytinyağı ve mutfak baharatları ile karıştırılır. Etkili baharatların kullanılmaması gerekir...
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|