Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.067

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 10 Ekim 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : Ben hâlâ oralardayım!

Merhabalar,

Ben hâlâ oralardayım. Yatıp uzanınca hafif hafif sallanıyorum. Kafamın boşalan kıvrımları ipe sapa gelmez üfürükten haberleri almıyor, alamıyor. Dün ofiste bile fazla kalamadım. Akşam olmadan attım kendimi dışarı. Şu aşağıdaki resme bir bakın Allah aşkına. Üç gün o manzarayı seyrettim ben. Hele aynı anda kulaklarınızda 35 yıllık dost muhabbetleri de varsa, o görüntü kafanıza öyle bir kazınıyor ki, söküp atmak mümkün olmuyor inanın.


Ama işte hayat devam ediyor. Muhteşem bir üç günün ardından tekrar buradayız. Bu arada sürpriz bir kararla 15 güzel insanı bir araya getiren tüm arkadaşlarıma buradan da teşekkür etmek istiyorum. Dediğim gibi, madden İstanbul'dayım ama manen başka yerlerdeyim henüz. Bugünün ardından hayatın gerçeklerine tekrar döneceğimi tahmin ediyorum. Siz en iyisi bugün de bana müsaade edin, yarın görüşelim. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

 Kahveci : Seda Attepe


OTOBÜSTE ZİHNİM ORADAN ORAYA ZIPLARKEN…

Aniden müzik kesiliyor , küçük bir çıt sesiyle irkilip gözümü açıyorum.
Kulaklıktan gelen birbirini uyumla takip eden tonlar bitmiş. Otobüsteymişim. Silkinip kendime geliyorum. Çok yorgunum. Bugün iki sınav birden oldum, uykusuzum. Beynim düşünmekten bitkin düşmüş. Kim bilir ne haldeyim ki etraftaki herkes bir an bana odaklanıyor sonra aynı çaresiz bakışlarla önüne dönüyor. Trafiğin yoğun olduğu bir saat , otobüs tıklım tıklım. Cam kenarındayım. 'İnanın hiç halim yok yoksa kalkıp yer vereceğim şu iki büklüm yaşlı, tonton dedeye.' diyesim geliyor ve mutlaka şunları da eklemeliyim: ' Bakın ben kaç saat uyanık kaldım onu bile hesaplayamıyorum. Sabahları çok erken kalkmak zorundayım şehrin bir ucundan bir ucuna evden okula gitmek için. Yani tüm bu yolları günde iki kere geçiyorum , üstelik bütün hafta sınavlar vardı; bugün de iki tane. ' Hadi be diyor içimden bir ses bu otobüsteki herkes de en az senin kadar yorgun. Ama ben ben hayata tam anlamıyla yeni başladım ve yeni yeni öğreniyorum kırılmayı. Öğrenmek acıdır ve zamanında öğrenmezsek bir işe yaramaz öğrendiklerimiz. Böyle miydi bu söz? Aman ne bileyim ben. Zaten düşüne düşüne bu hale gelmişim ben. Yakın çevrem böyle söylüyor. Bir tuhafmışım her şeyi sorguluyormuşum anlamsızca kaliteyi arıyormuşum falan filan.. Bir sürü ıvır zıvır.

Yanağımı buz gibi cama dayayıp dalıyorum yine yollara. Arabalara bakıyorum, suratı asık insanlara ve bir de ağaçlara elbet. Ey güzel şehrimin güzel ağaçları! Siz hiç solmayın size hiçbir şey olmasın. O kadar güzelsiniz ki…

Dün akşamdan bir görüntü kalmış aklımda. O saçma sapan seçmece yarışmalardan -ne komik sanki karpuz seçiyoruz tezgahtan- birinden. Bir anne kızına mutlaka başaracaksın, sana çok güveniyorum falan diyordu ama yüzünde o kadar kendinden emin bir ifade vardı ki. Yani tamam kabul ediyorum insanlar yetenekli olabilir, bu yeteneklerini eğitimle değerlendirememiş de olabilir. Şanslarını deneyip daha önce gösterme fırsatı bulamadıkları kendilerini göstermek istiyorlar. Anneler de çocuklarının bu isteğini gerçekleştirmelerini istiyorlar. Ama o ifade bilmiyorum o kadar garip geldi ki bana. Sanki bir şeyleri ispatlar gibi ama masum değildi o ifade, asla masum olamazdı. Aklıma o an bizim annelerimiz de bize bu kadar güveniyor mu sorusu gelmişti. Şimdi de aklımda o soru var. Kimseler bilmezken önemsemezken her sen nerde okuyordun yavrum sorusunu cevapladıktan sonra ufak bir göz süzme hareketiyle etiketlendikten sonra… Bilemiyorum artık ne kadar güvenirler ne kadar arkamızda dururlar. Çünkü biz ne ünlü olmak hevesindeyiz ne de çok para kazanmak istiyoruz.

Bir ambulans geçiyor çığlık çığlığa. Bu siren sesi beni hep rahatsız etmiştir. Aklıma hep o ambulansın içinde olanın yakınları gelir. Nasıl perişan olduklarını düşünürüm. Bu günlerde ne kadar çok geçiyor ambulanslar yoksa ben algıda seçicilik mi yapıyorum. Trafikte ambulanslara yol vermezler bir de. Sinir olurum, sinir. Herhalde demin bahsettiğim gibi hep hastanın yakınlarını düşündüğümdendir. Bir saniye bile ne kadar önemlidir bilirim o hasta için. Bu yüzden trafikte bekleyen ambulanslar görmek istemem. İçimden 'yolu açın n'olur' diyesim gelir hatta bazen diyorum yüksek sesle.

Zihnim oradan oraya savrulurken otobüs tenhalaşıyor; şehrin merkeze uzak semtlerine yaklaşıyoruz. Benim inmeme de az kaldı. Her gün bu upuzun yolları gidip geliyorum. Ama napayım son durakta oturmayı ben istemedim ki. Bütün gün böyle düşüne düşüne ya da müzik dinleyerek kitap okuyarak bir şekilde geçip gidiyor zaman otobüste. Şimdi bir an önce eve gidip uyumak istiyorum. Bütün haftanın yorgunluğunu atmaya ihtiyacım var. Kalkıp düğmeye basıyorum, klasik kırmızı ışık yanıyor ve o da ne 'bus stoping' yazıyor!!! Önce tamam diyorum artık tozuttum. Hayaller görüyorum hem de İngilizce. Bu ne böyle hangi ülkede yaşıyoruz biz. Şimdi onu oraya yazdınız da çok mu modern oldunuz, kime hava atıyorsunuz ne yapmaya çalışıyorsunuz? Dilimizi yabancı güçlerden koruyacak yerde… Sinirlendim ama yapacak bir şey yok. Atlayıp iniyorum otobüsten kafamda bir dolu soru işaretiyle….

Seda Attepe


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

  Kahveci : Mehmet Salih


Benim Kahramanlarım Nerede?

Ben küçükken en çok okuduğum çizgi romanlardı. Biz bir çizgi roman kuşağıyız. Yabancı çizgi romanların çoğu hep Amerikan kökenliydi; Teksas, Tom Miks ,Swing, Zagor , Süperman vb. Bunların yanında ben en çok Türk çizgi romanları okur ve onları okuduğum yerde Türklüğümle onur duyardım. En sevdiklerim Tarkan, Karaoğlan, Kara Murat, Tolga, Yüzbaşı Volkan. Genelde tamamına yakını tarihi kahramanlarken sadece Yüzbaşı Volkan günümüzde yaşayan bir kahramandı.
Bu arada Suat Yalaz, Karaoğlan'ı seri filmlerle sinemada da yaşatınca bu tür çok tuttu. Ve baş rollerini çoğu zaman Kartal Tibet ve Cüneyt Arkın' ın oynadığı tarihi filmler dönemi başladı. Bu filmler oynarken kahraman rolündeki aktörün kötü durumda ki birisine yardıma yetişirken tüm sinemanın ayağa kalkıp ta alkışlamasını çok defa görmüşümdür. Bütün bu roman ve filmler kültür emperyalizmine karşı duruşu simgeleyen, birlik olmamızın, geçmişimizle gurur duymamızda etki sağlayan unsurlardandı. Gerçi, onda bile neden bir bayan kahramanımız olmamasını hep sorgulamışımdır.

Daha sonra , çizgi romanların yerini televizyonlarda çizgi filmler aldı.Ve işte ne olduysa burada oldu. Sanki teknolojiye karşı yenildik. Çünkü, bizde çizgi film teknolojisi yoktu, sonraları oluştu. Bu arada da devlet yöneticileri bunların üstünde hiç durmadı ve kültür emperyalizmin tüm unsurları ülkemizi işgal etti. Bu arada sinemalarımızda tamamen yabancı film endüstrisini egemenliğine girdi. Geçen gün arkadaşlarla konuşuyoruz.Türkçe gittikçe yozlaşıyor, yabancı diller özellikle de İngilizce tarafından kuşatılıyor diyorlar. Ya kuşatılması mı kaldı, kuşatıldı bile.
Caddelerde mağaza isimlerinin % 90 'ı İngilizce, yerli markalarımızın bile (bisküvi, gıda, konfeksiyon ) tamamına yakını hep İngilizce. Bu konuda hiçbir yasal düzenleme yapılmadan sadece izleniyor. ''Birkaç iyi adam'' ki bunlardan en çok sesi çıkan, duyulan da Sayın Sinan Aygün' dür, haricinde bir çaba ve gayrette yoktur. Bu konuda medya da hiçbir duyarlılık göstermemektedir.

Gelin bu işlere bir yerde artık dur diyelim. Bir kültür politikası geliştirip bu stratejiyi tüm adımlarıyla planlı bir şekilde uygulayalım.Ve bu strateji sırasında gerekirse yasal düzenlemelerle de kültürümüze sahip çıkalım. Oluşturacağımız fonlarla da güncel ve tarihi kahramanlarımızı ortaya çıkaralım, onları çocuklarımıza sevdirecek çizgi filmler, sinemalar yapalım. Onların da sevilenlerin oyuncaklarını, çeşitli promosyon ürünlerini yaptırıp, çocuklarımızın odalarında yatakları, gardıropları üstünde Türk kahramanlarımızın posterlerini, oyuncaklarının yer almasını sağlayalım. Bütün bunlar hem Türkçe'mizi hem tüm kültürümüzü ve toplumsal birlik ve beraberliğimize çok büyük olumlu katkılar yapacaktır.

Mehmet Salih


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,899,899,899,899,899,899,899,899,899,89
9 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Meyil Delen


Kara Tren

Uşak Afyon arası. Kara tren. Yıl 1950... 10 yaşında, sarı saçlı yeşil gözlü bir kız çocuğu ağlıyordu. Abdullah Yüce'nin söylediği kara tren yüzünden. Sırf bu yüzden işte, dönüp el sallamadı çerçi Ali'ye. Çerçi Ali'nin kime el salladığı anlaşılamadı. Eli havada, bakışları trenin arkasında asılı kaldı.

Çerçi Ali etraftan topladığı çeri çöpü -ara sıra kıymetli eşyalar da düşerdi- neredeyse antika fiyatına satardı. Malı değil müşteriyi tanırdı. Kendini öğle anlatırdı yakın çevresine. Şimdi içindeki bu sıkıntı Ahmet Bey'i hiç görmediğindendi. Telefonda konuşmuşlardı bir iki kez. Aydın'da doktordu. Babası komutan, hali vakti yerinde. Kızı da iki aydır tanıyordu zaten. Hırlı mı hırsız mı? Allah var görmemişti kötü yanını. Hayatı kurtulurdu garibanın. Duasını alırdı. Boğazına bir şey düğümlendi. Yaşlanıyorsun Ali dedi kendi kendine. Şimdi bir de ağla karı gibi.

Tren garı bir nokta gibi uzaktaydı şimdi. Dönüp baktı Havva. Çerçi Ali aklına geldi... El salladı. Her şeye. Hala kara tren şarkısını söylüyordu Abdullah Yüce.

Ağaçlar, insanlar hızla akıp geçiyordu gözünün önünden. Köy evlerinin idare lambaları titrek ışıklar yayıyordu. Hava kararıyordu. Uzak evlerdeki hayatları düşündü. Gülen yüzler geçti gözlerinin önünden. Çocuk gözleri. Bu evlerde kendi gibi dertlisi var mıydı? Kara trene sordu.. Cevabını beklemeden. Babaannesi geldi aklına. O da atla konuşurdu.
Seni duyar mı babaanne?
- Acıyı taş olsa duyar yavrum.

O doğmadan ölmüştü babası. Yavrusunu görmeden öldü der ağlardı, Hatçe ana. Hoş ölmeseydi de göremeyecekti ya diye düzeltirdi hemen. Bir gün atın sırtında atla beraber hendeğe yuvarlandı ecemez tepesinde. Bir damla kan yoktu bedeninde. Onun için biraz da öldüğüne inanamadı Hatçe ana. Bir gün bekletti yatağında. Sabah ezanında uyanmayınca inandı. Camı açıp bağırdı ecemez tepesine. Karardı ecemez tepesi. Çığlıkları duyuldu kargaların. Şaşkın şaşkın uçuştular dört bir yana. Ovaya aktılar sonra, ayçiçeği tarlalarına. O yıl ayçiçeği çıtlatamadı çocuklar. Ayçiçeği yağını satınca alırız dedikleri hiçbir şey alınamadı. Gün kargaların ardından ağardı.
At kurtulamadı Hatçe ananın dilinden.
- Hadi oğlum kördü sen de mi kördün kır atım der ağlardı.

Kır ata benzetti bir atı. Bir kadını babaannesi sandı. Abdullah Yüce söylüyordu, kara tren….

Amcaları istemedi annesini, o da evlendi başkasıyla. Mehmet in babası Mehmetle..
Bir gün ecezeme götürüp Havva'yı iki kayanın arasına sıkıştırdı amcaları, üstüne bir kaya kapattılar ölsün diye. Bir de bağırma dediler ayılar seni parçalar. Babasının öldüğü yerde ölmek istediyse de - Annesi bile istemiyordu onu-. Ağlamaya başladı. . Bağırdı Havva. İmdat istedi. Köylüler gelip çıkardılar taşın altından. İnkâr etti amcaları. Bir tek babaannesi inandı ona, bir daha gözünün önünden ayırmadı…
- Babaannem yaşasaydı kara tren…

Annesinin dayağından O kurtarmıştı Havva'yı. Zehra'yla geziyorlardı bir gün.

- Şu bahçeden iki salatalık al dedi Zehra. Bahçe bizim.

Salatalık bitmeden daha. Düştü mü yarısı hatırlayamaz bir türlü. Aklında kalan ilk yarının tadıdır. Bir de dayağın acısı. Elinde kürek ya da kazma sapıyla annesi.

'Bana leke mi sürdüreceksin diye' bir yandan bağırıyor bir yandan vuruyordu. Babaannesinin kucağındaydı ayıldığında.

- Elin kırılır inşallah sevgisiz kadın diye kızmıştı annesine.
Hasta yattı birkaç gün. Yemek yiyemedi. Su bile geçmedi boğazından. Hastalığı başkaydı. İçini acıtan annesinin bir salatalık için-yarım hatta _ öldüresiye dövmesiydi. Bir gün evine alıp sevseydi, hem sever hem döver diye avunacaktı…

Ogünlerde Mehmet iki yaşlarındaydı. Ocak başında annesi ve babasıyla oynarken ateşin üstüne düştü. Sağ gözüne kor kaçtı Mehmet'in.
- Allah razı olmadı dedi Hatçe ana. Ama çocuğun ne günahı vardı?
- Benim yüzümden diye ağladı Havva.

Annesi bu yüzden sevmiyordu onu. Oğlun ölsün de gör demişti. Hayır dememişti. İçinden geçirmişti sadece. Acısından ama. İster miydi hiç? Diyelim istedi Allah'tan. Ya diğer istedikleri. Her gün dua etmez miydi? Annem evine alsın beni diye. Niye sadece bunu duymuştu. Kızmaya başladı mı Havva; kendisiyle başlar, herkese ama herkese kızardı. En son Allah'a sıra geldiğinde korkar, kendine gelirdi…

Mehmet kapıya dikilip, evimize gelme dediğinde, ağzını açıp bir şey söylemezdi annesi. Şalvarının hışırtını duyardı Havva. Yazmasının telaşlı sesini. Eski evin ağaçları dile gelirdi, ağlardı. Annesi konuşmazdı.

Dönüp bakmazdı Havva. Ardından bakıyor mu diye annesi. Elini ısırırdı.
Kanatırdı. Canım acısın, acımı unutayım diye. Ağlamadı bir kez bile. Beni istemediler derdi babaannesine, sıradan bir olayı anlatır gibi.
- Gitme bir daha derdi babaannesi.

Bilmezdi Havva'nın yazgısını değiştirmeye çalıştığını. Kovulmanın suçunu. Bir kez kabul edilse, günün birinde olacak şey değildi ya, unutacaktı her şeyi.

Camın ardı geceyle sıvanmıştı. Kendini gördü Havva. Saçlarını düzeltti. 4 saatte Aydın'da olursun demişlerdi. Saat kaçtı? Gözleri küçülmüştü sanki burnu kocaman görünüyordu. Elbisesi. Hiç sevmezdi bu rengi, söylememişti Çerçi Ali'ye. Kime söylemişti ki ne istediğini? Kim sormuştu ona?

Aydın Garı'na girdi tren. Açık renk takım elbiseli, uzun boylu, fötr şapkalı bir adam treni bekliyordu. Göz göze geldiler, ya da Havva'ya öyle geldi.
Abdullah Yüce sustu.

Saçını düzeltti Havva. Bavulu, çantası yoktu yanında. Çerçi Ali'nin Ahmet Bey'e gönderdiği kara kovan balını koltuğunun altına sıkıştırdı. İndi trenden. Ahmet Bey'e doğru yürüdü. Elini kaldırdı Ahmet Bey. Karşı karşıya gelip durdular.
- _Hoş geldin kızım dedi. Saçını okşadı. Safiye ablan evde bekliyor.

Kapıda karşıladı Safiye abla onları.
- Beklediğimden de güzelsin dedi, sarılıp öptü saçlarından. Havva da ona sarıldı. Utandı sonra. O kadar ihtiyacı vardı ki sarılmaya.

Gözleri kamaştı Havva'nın. Bu kadar ışıklı bir ev görmemişti daha önce. Kiremit rengi elbisesi daha da çirkin göründü gözüne. Tüm çarşı esnafını dolaşmışlardı Çerçi Ali önde o arkada.
- Yarın göndereceğiz de kızı, üstüne başına bir şeyler alalım dedik.
- İyi geçti dedi yolculuğunu sorduklarında.
- Tokum dedi.
- Başım dönüyor hala, ben uyusam.

Bir tek bunları hatırlıyor o geceden. Sorularının çoğuna kafa sallayarak cevap verdi. Boğazına bir şey takılmıştı trende. Hala duruyordu. Ağlasa geçecekti. Konuşsa ağlayacaktı.

Safiye abla'nın arkasından yürüdü, açtığı kapıdan girdi. Yatağın üstündeki pijamaları gösterdi Safiye abla. Pijamaların yanında duran bez bebeğe takıldı gözü.

Allah rahatlık versin diye çıktı odadan Safiye abla.

Bebeği kucağına aldı. Sarıldı. Safiye ablaya sarılır gibi. Annesine sarılır gibi. Babasına sarılır gibi. Uzandı yatağın üstüne.

Kırlangıç yavrusu düştü aklına. Evlerinin önünde bulmuştu. Tüyleri çıkmamıştı daha. Kızıl et parçası. Ellerinin arasında nasıl da çarpıyordu yüreği. Korkmuştu ölecek diye.
- Yuvasına bırakalım babaanne.
- Koyalım yavrum.

Neredeyse düşecekti Hatçe ana merdivenden. Bu yaşında merdiven tepelerinde. Azıcık gülsün diye şu yavrunun yüzü.
- Doğru yuvaya koydun mu babaanne?

Kırlangıç yavrusu gibi kırmızıydı bu elbiseyle, onun gibi titriyordu. Elbisesini çıkarıp pijamaları giydi. Bebeği aldı koynuna.
Trenin sesi kulaklarındaydı hala.
Kırlangıcı yanlış yuvaya koymuşlardı.
Babaannesi kıratı okşadı.
Babası gözünün birini Mehmet'e verdi.
Amcaları bebeğini çalmak istedi.
Kara bir tren üstüne geldi.
Gülümsedi Safiye abla.
- Kalk bakalım. Tembel kız olma.

Gülümsedi Havva.

Meyil Delen


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Alper Çifter


Ruh Okyanusundaki Denizatları Dört Nala

Kafama vuracak sert bir şey aradı gözlerinden ateş çıkararak ve bulamayınca otuz saniye önce bacaklarına örttüğü battaniyeyi -bir süper kahramanın pelerini gibi rüzgarda dans ettirerek- başıma geçirdi, sağ kolunu zorlayarak. Battaniye yüzümü yakarak kucağıma düştükten sonra yüzümde belirmeye başlayan sırıtışı fark edip daha da sinirlendi ama ikinci bir saldırıda bulunmadı. Sırıtmamın sebebi tabi ki de bana değer verdiğini fark etmem ve de onu bu hale getirebilmiş olmamdı. Battaniyenin tüylü parmaklarının gözlerimin önüne serpiştirip görüş açımı kapattığı saçlarımı sol elimle geriye attım ve sırıtmaya devam ettim. Defolup gitmemi söylemeden kalkmıştım bile oturduğum koltuktan, ama yinede içindekileri kusarcasına defolup gitmemi söyledi, bende öyle yaptım.

Araba zorlanmadan çalıştı ilk kez; 1974 model bir vosvos'tu. Kendimden daha yaşlı bir arabaydı ilk arabam, belki bana bazı tavsiyelerde bulunur diye almıştım onu. Onun benden önceki on iki sahibi de benzer hatalar yapmış olabilirlerdi benimkiler gibi; kendileri ve hayatları, daha doğrusu kendilerine ait olmayan hayatlarıyla ilgili. Hayatımı sadece kendi istediğim gibi yönlendirmeye çalışıyordum ve en büyük sorunda bundan kaynaklanıyordu. Kırmızı ışıkta durunca, kalan on sekiz saniyeyi değerlendirmeye karar verdim ve bir sigara yaktım, sarı ışığa iki saniye kala ilk duman şelalesi cigerlerimdeydi ve bir anda düşündüm ki bana değer vermeyen bir insan bu kadar sinirlenip kendinden geçemezdi. Vosvos tecrübelerini anlatıyordu işte. Mutluluğum ve kendimi beğenmişliğim yaklaşık bir saniye sürdü ve sarı ışıkta gaza bastım. Nereye gitmeliydim? Kesinlikle eve değildi.

Her şeyin garip bir şekilde farkında olmak bir lanet türüydü.

Boş verememek ve maskelerin altını ve gerçeklerdeki yalanı ve yalanlarlardaki gerçeği görmek. Çok kitap okumak, filmlerdeki diyalogları not etmek, melodilerinden çok şarkı sözlerine kapılmak, farklı insanlarla değişik yerlerde ve değişik şekillerde birlikte olmak sadece basit sağlamalarını yapıyordu sizin çoktan bildiğiniz şeylerin.

On beş dakika geçmişti geleli ve ikinci biramı yarılamıştım. Her zaman geldiğim bardaydım yine. Güvenli bir sığınak gibiydi, çoğu zaman evime tercih ederdim. Ruhu olan şarkılar çalardı hep; ruhu olmayan insanlara ve bu şarkıları dinleyenler onlara ruhlarının olmadığının hatırlatılmasından rahatsız olup kaçarcasına giderlerdi. Geriye ruhları can çekişenler ve ruhlarından kalan kırıntıları toplayarak geriye kalanları korumaya çalışanlar kalırlardı. Tek başına oturup bir şeyler içen birisi her zaman ürkütür insanları, içki içmesine bile gerek yok, tek başına olduğunu belli eden ve birisini beklemediği çok açık olan bir insan diğerlerinin kafasında soru işaretleri oluşturur. Anlayamazlar. Bu barı da bu yüzden seviyordum işte, çalışan iki barmeni, sahibini ve daimilerini tanıyınca alışıyorlardı senin yalnızlığına, arada sırada yalnızlığını yanındaki bar taburesinden kaldırıp onun yerine oturmaya çalışırlardı, bazen ses çıkarmadan izin verip sıradan konuşmalarına bırakırdın kendini bilinçli olarak yada gözlerini göz-çukurunun sol üst köşesine dayayarak basit bir şekilde uzaklaşmalarını sağlardın. Bu barın güvenliliği de sekizinci biradan sonra kayboluyordu ama; tehlikeli bir adama dönüşmeme az kalıyordu yalnızsam ve dokuzuncunun yarısındaysam. O gecede bilinçli davranarak, dokuzuncunun dörtte üçündeyken hesabı istedim, tuvalete gittim, tuvaletten geldim, hesabı ödedim ve bardan çıkarak sokağın kalabalık yalnızlığına girdim, bir kitap yazsam adı "Kalabalık Yalnızlık" olabilirdi, diye geçirdim içimden barın kapısı gıcırdamaya devam ediyorken henüz.

Alper Çifter


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,308,308,308,308,308,308,308,30
10 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


ONLARI KORUYAMADIK, KORUYAMIYORUZ, KENDİ HEMCİNSLERİMİZDEN...

Ülke Türkiye, şehirlerden Eskişehir, tarih fotoğrafın üzerinde kabak gibi durmakta zaten ama ben gene de ekleyeyim: dünya tarihi ile 2006, 21.yüzyıl yani! Bu garibanı dokuz bıçak darbesi ile parçalayan kişinin adı, sanı, yaşı, eşgâli, oturduğu yer falan biliniyor. Bir de ben söyleyeyim: 20 yaşlarında, Ayhan Aykut diye biri, çevresinde saldırgan davranışları ile tanınıyor. Bu manyağın aleyhinde yetişkin hiçkimse konuşmadı, hepsi susmayı yeğledi çünkü ''öylesine, başıboş bir gürûh'' olmakla ''bilinçli ve kamusal vicdana sahip bir toplum'' olmak arasında dağlar kadar fark ve bu memlekette yaşayan insanların bu anlamda daha yemesi gereken binlerce fırın ekmek vardı! Sadece iki-üç çocuk gördüklerini anlatmaya cesaret etti. Onların da evde kulağı çekilince durum ''karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar'' olabilir her an. Bu Ayhan Aykut namındaki psikopatın durup dururken bu hayvancığa bıçakla niçin saldırdığını, çevreden hiçkimsenin kendisine niçin müdahale etmediğini falan sorgulamayacağız, bunu yukarıda açıkladık çünkü. Soru şu: Bu manyak şu an serbest; yarın öbürgün kafası başka bir şeye atınca anası, danası, komşunun karısı, mahallenin manavı, yoldan geçen tüpçü, yan binadan çıkan sütçü, otçu, bokçu, herneyse ve herkimse dokuz-onsekiz bıçağı ile deşilirse ne olacak? Kimse ''gördüm'', ''duydum'', ''oradaydım'' diyecek mi? Yoksa herkesin dili malûm tarafına mı kaçacak gene? Zamanında ''kral çıplak'' diyebilenler, yani sadece çocuklar mı olacak acaba gene kamunun vicdanı? 5199 sayılı yasa ciklete döndü çiğnene çiğnene, ona birşey dediğimiz yok artık ta, bu herif köpek değil insan kestiğinde ki-çok muhtemel kesecek- ne yapacaksınız ey ahali? Hani artık biz yaşam hakkı savuncularının sofrada görmeye bile tahammülü olmayan şu bayat temcit pilavınız var ya sizin, ''insanlar dururken hayvanların hakları mı, aayyy şimdi bayılıciim!'' şeklinde, açlığa, tokluğa, varlığa, yokluğa, savaşa, siyasete, şehitlik mertebesine bile sürdüğünüz hep aynı bok ya, ondan sordum haa, sakın yanlış anlaşılmaya! Sorunun cevabı için joker hakkınızı mı kullanmak istersiniz, yoksa çekinizi yazıp verelim de yarışmadan çekilmeyi mi seçersiniz? Köpeğe ne mi oldu? :) Aşağıdakilerden birini işaretleyiniz:

a-) Şeytan aldı götürdü, Çin sınırında bile satamayıp aynen geri getirdi.
b-) Türkiye'deki bütün belediye başkanları onu sahiplenmek ve tedavisini yaptırmak için yarıştı, başkanlararası izdiham çıktı, kafa göz yarıldı.
c-) Onu gûya yurtdışında tedaviye göndermek üzere havaalanına götüren bir hayvansever kuruluş bir diğer hayvansever kuruluş tarafından çıkış kapısına gelmeden yakalandı, ''yurtdışına köpek satıyonuz demek haa'' iddiası ile ''biz onu tedaviye yolluyoruz, orada sahiplendireceğiz bi kere'' iddiası arasında saçsaça girişenler karşısında bahis oynayanlar olduğu görüldü çünkü her zamanki gibi Türk komedyası oradaydı. Sektirmemişti.
d-) Köpekçik kendisini kurtarmaya çalışanların tüm gayretlerine rağmen ameliyata bile alınamadan, masada sessizce can verdi...

Bugün 4 Ekim Dünya Hayvan Hakları Günü ey ahali; KUTLU OLSUN MU?

Hülya Yalçın

<#><#><#><#><#><#><#>


Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 7.158 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


ÜZGÜN KIZLARIN GİZLİ TARİHİ

Hiçbir şeyi tam anlatamam
bir yanılsamadır anlatı
zamanın ağlaştığı ömür
zalim, vahşi gerçek ormanı

Söz öyle derin acıtıyor ki
yüzyıllardır kırdığı yerlerden
çürümüş günlükleri kokluyorum
-bilinmez utançlar devşiriyorum
kendimi var ettiğim küllerden

Ben ki biraz o başkalarıyım
O başkaları biraz da ben
Ayazda çıplak bir dal
yabanıl bir ses
uzun geceden

Eziyet çekerdi yüzü annemin
Babam gücünü umarsızlığından alan çocuk
Peki ben neydim ya da kardeşlerim
Görmezler miydi ufacıktı bedenim
çıtır çıtır ezildim

Ateşten bir deftere kazıdım
arzumun fısıldadığı sözleri
bir garip zulümden azat olsun ruhum
sesim ulaşsın diye bir sevgiliye

Neden bilmez ki sözyapıcılar
Ev içlerinde ne hayatlar kurşunlanır
Yarattıkları kavramlar dilsiz
ezik kızların inleyişine

Kargacık burgacık yazılarda
bir hayal gizlenirdi kaçıp gitmek üstüne
Sanki bir başka ülke varmış da
insandan öte

Ev içlerinde solan gülkızcık
yalnızlıktan korkardı yine de
sonra düşleri çağırırdı sabah
umutlar konardı iç çekişine

O itiraf defterleri lanetlendi hep
sözleri altüst etmesin diye sokağı
Herkese bir yer verdi
sürünüp geçti hayat
yalnızlıktan tırmalayarak

Bana öğretilen içsiz kelimeler
titretmedi hiç ses tellerimi
Olmayan sözlerle yazıldı hep
üzgün kızların gizli tarihi.

Neşe Yaşın

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

http://tarkanikizler.wordpress.com/
Sevgili yazarlarımızdan Tarkan İkizler oluşturduğu blog'a öykü ve denemelerini yerleştirdi. Hepsini toplu olarak bulmak isteyen kahvecilere duyurulur.

E-devlet projesi kapsamında uygulanan çalışmalardan bir tanesi de internet üzerinden online hizmetler. Bu hizmetler sayesinde doğalgaz, su ve Türk telekom faturalarınızı sorgulayıp ödeyebiliyorsunuz. Sadece bu kadar değil tabiki... http://www.devletim.com/online_hizmetler.asp kısayoluna tıklayıp diğer hizmetlerle ilgili tüm detaylı bilgilere ulaşabilirsiniz.

Yerli ve Yabancı Tv kanallarını Bilgisayarınızdan Ek Bir Tv veya Radyo Kartı Kullanmadan İzlemenize ve Dinlemenize Olanak Tanıyan Kullanışlı ve Küçük bir Program öneriyorum. Canlı TV programını http://www.yenidownload.com/download.asp?id=13476 kısayolundan indirebilirsiniz. Programın benim farkettiğim tek problemi sağ alt tarafta kullanılan reklam banner'ı. Ne tarz reklam çıkacağının pek fazla garantisi yok. Sonra uyarmadı demeyin ve kulaklarımı boşuna çınlatmayın.

Ramazan ayında yemek saatlerinin değişmesine rağmen dengeli ve yeterli beslenmek mümkün. Oruç tutan kişilerin her besin gurubundan (et,süt, tahıl , sebze, meyve, yağ ve şeker) gereksinimleri kadar tüketmeleri gerektiği şartı yerine getirilirse tabi. Oruç tutan kişiler Ramazan ayında en az 12 saat veya daha fazla açlık ile karşı karşıya kalıyorlar. Bu açlık süresi içinde kan şekeri düşüyor. http://www.milliyet.com.tr/ramazan/saglik.asp web sayfasında ramazanda neler yapılmasının doğru olduğuyla ilgili tavsiyeler bulacaksınız.

Mide problemleri oluşursa neler yapmak gerekir. http://www.doktordoga.com/default.asp?BookID=3&PageID=82 ...Meyve ve sebzenin de az pişmiş olarak tüketilmesi daha doğru olacaktır. Az pişmiş meyve ve sebzeler küçük parçalar veya püre haline getirilir ve yoğurt, krema, ayran, şeker, bal, biraz zeytinyağı ve mutfak baharatları ile karıştırılır. Etkili baharatların kullanılmaması gerekir...

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20061010.asp
ISSN: 1303-8923
10 Ekim 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com