Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.068

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 11 Ekim 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : Soykırım dedikleri!

Merhabalar,

İşin magazin yanını izleyenler için durum "Sallandıracaksın iki tanesini Taksim'de." den öte değil biliyorum. Kısasa kısas deyip Cezayir için yasa teklifi verenlerden tutun Fransız mallarını boykota kadar atan atana. Oysa vakit entellektüellerin ikinci vatanı denilen Fransa'ya insanlık, siyaset ve demokrasi dersi veme zamanı. Bu şansı kullandık kullandık, kullanamazsak durum asıl o zaman vahim.

Bir kere soykırım vardı yoktu tartışmasını bir kenara bırakmalı artık. 1923 öncesinin kanlı mirası sırtına yüklenilmeye çalışılan Türk toplumundan bu iddiaları kabul etmesini beklemek ziyadesiyle yanlış. Zaten Ermenilerin de bunu bekledikleri yok. Hem bunun sonu da yok. Şimdi soykırımı kabul etsek ardından tazminat ve toprak talepleri gelecek. Onlar sadece bu konunun her daim hârlı ve canlı kalmasını istiyorlar. Nasıl istemesinler? Dünyanın dört bir yanına dağılmış Ermeni cemaatini bir arada tutmanın başka yolu var mı? Kanlı bir savaşta meydana gelen karşılıklı olayları tek taraflı olarak Osmanlı'ya yıkmak, ardından Osmanlı'nın mirasçısı olarak gördükleri Türkiye'ye faturayı kesmek ve bunu toplum bilincini oluşturmada anayasa maddesi kabul etmek. Soykırımmış. Herşeyden önce soykırım dediğinizi yapanın soy bilincinden bahsedilmeli. Osmanlı'da soy bilinci olduğu iddia edilebilir mi? Ama dedik ya, konu oldu mu olmadı mı tartışmasını çoktan geçti. Şimdi üç beş oy uğruna Ermeni diasporasına yalakalık yapanlara hakkettikleri dersi vermeli, yoksa, sadece millet olma, toplum olma savaşını yanlışta olsa soykırım tezi üzerine kuranları suçlamak yersiz bir çaba. Benzer yanlışlara zaman zaman bizim de düştüğümüzü akıldan çıkarmamalı.

Hakedenlere hakkettikleri dersi vermenin yolu yanlışa yanlışla cevap vermek değil elbette. Tarihi tarihçilere bırakmak gerektiğini savunup, doğruluğu ispatlanmamış tarihsel olaylar için yasalar çıkarılmasını eleştirirken aynı yanlışa düşüp Fransa'nın Cezayir'e yaptıkları için Meclis'ten yasa çıkarmak tam bir komedi. Umarım devlet büyüklerimiz bu yanlışa düşmezler. Yapılması gereken kendi diasporamızı harekete geçirmek, olgun ve kararlı tavır sergileyip Demokles'in kılıcını elinde tuttuğunu sananlara doğru yolu göstermek. Başta demokrasinin beşiği denilen Fransa'ya, akabinde tüm Dünyaya haklılığımızı haykırmak.

Boykota gelince, bunun saçmalığını İtalya'ya karşı yaptığımızda gördük. Haydi diyelim çok daha bilinçli ve organize bir çalışma yapıldı ve Fransız mal ve kuruluşları boykot edildi. Peki bundan kim zarar görecek dersiniz? Tabi ki gene biz. Türkiye'de Fransa adına satılan malların, verilen hizmetlerin hepsi yerli şirketler tarafından satılıyor veya veriliyor. Kendi kendimizi vurmak bu olsa gerek. Elin dangalağına ders verelim diye kendi oynak ekonomimizi iyice yıkalım da o dangalaklar karşımıza geçip kıs kıs gülsünler öyle mi? Vakit akıllı olma vakti. Hiç olmazsa bunu unutmamalı.

...

Attila İlhan

...
görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
saatli bir bombadır patlar
an gelir
Attila İlhan ölür

Koca Kaptan gideli 1 yıl olmuş bile. Ne mutlu ona ki, bıraktığı eserlerle sonsuza kadar yaşayacak. Ruhun şad olsun Kaptan.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

 KahveRengi : Alaattin Bender


HER RESİM BİRİLERİYLE KONUŞMAK İSTER

Yazın son demlerini yaşıyorduk. Marmaris'in ötesini Selimiye ve Bozburun'u hep merak etmiştim. Ağustos sonunda Selimiye'ye gitmeye karar verdik. Kıvrıla kıvrıla uzayan yollar ve virajlardan sonra soluğu Selimiye'de aldık. Takdiri ilahi mi demeli, bilemiyorum; biraz yorucu bir araştırmadan sonra denize sıfır konumda bir 'apart' kiraladık. Açıkçası denize hiç bu kadar yakın konaklamamıştık; öyle ki önümüzden geçen sadece bir yol denizle aramıza set çekiyordu. Sanırım biraz şaşırdınız ve anlatılanlarla sanat kavramı arasında bir bağ kuramadınız. Yanıldınız! Aramızda güçlü bir bağ vardı. Ve bu 3. sınıf apartta her ne hikmetse her odanın duvarlarını özgün baskı resimler süslüyordu. Hem de devlet sanatçısı Devrim Erbil'in renkli özgün baskıları. Salondaki baskının adı "Ay Işığında Marmaris" idi. Dolunayda ayın şavkı vurmuştu sazın, pardon! suyun üstüne. Leylim ley! Marmaris'in tepeleri de bu ışıltıdan payına düşeni almış, teknelerin yelkenleri çit misali limanı çevrelemişti. Diğer baskıları da inceleyince anlaşıldı ki, sanatçı Tavşanbükü de dahil olmak üzere, sanırım 1993 yılında Marmaris'in 'bük'lerini keşfe çıkmış ve bir dizi özgün baskı resim yaratmıştı. Bu mütevazi apart da iç dekorasyonu yenilenen büyük bir otelden (sanırım Tavşanbükü'ndeki) sözüm ona 'ıskarta'ya çıkarılan resimlerin birkısmını alarak koridorlarına varıncaya dek duvarlarını süslemiş ve onlara seslenecek birilerini beklemeye koyulmuştu. Tıpkı Le Corbusier'in dediği gibi: "Her resim birileriyle konuşmak ister, ama yalnızca ona seslenirseniz konuşur."

Aslında özgün baskı ile ilk tanışıklığım lise yıllarında rahmetli babamın getirdiği Meteksan takvimindeki, Orhan Peker'in başlangıçta ne olduğunu o zamanlar kestiremediğim tulumbacılar (itfaiyeciler) isimli "litografi" (taşbaskı) resimlerini görmemle oldu. Zira, 'Cornelius'a Mektuplar' kitabında, Orhan Peker "Bilirsin, eskiden beri bu baskı işlerini severim. Belki de bir ressam olarak bu yanım daha ağır basar" diyerek baskı resme olan sevdasını dillendirmişti. Daha sonra, 1990-1994 yılları arasında devam ettiğimiz Güvercinlik'teki Toprak Mahsulleri Ofisi yerleşkesindeki hangardan bozma sanat atölyesindeki özgün baskı odasını gördüm. Arkadaşım Fevzi Kaygı resmin yanısıra özgün baskı kurslarına da devam ediyordu. Onları izlediğimde ellerinde bir kısım kesici aletlerle, çizdikleri resimleri linolyum kalıplara kazıdıklarını, daha sonra bu kalıpları matbaa mürekkebi ile boyadıklarını ve en son safhada da baskı makinesinin tezgah yüzeyine yerleştirdikleri kalıbın üzerine kağıt tabakayı serdiklerini ve döküm merdanenin altından, bir düzenekle bu tezgahı kaydırmak suretiyle kalıp üzerindeki boyanın kağıda geçmesini sağladıklarını görmüştüm. Yapılacak baskı sayısına göre de bu işlemi tekrarlıyorlardı. Son aşamada baskıdan çıkan boyalı kağıtlar mandallar vasıtasıyla odada gerili ipler üzerine asılarak kurumaya bırakılıyordu. Ben sadece resimle ilgilenirken Fevzi, TMO atölyesi kapandıktan bir süre sonra kendisine bir pres yaptırmış ve bir yakınına ait garajı baskı atölyesine dönüştürmüştü. Daha sonraları üç arkadaş biraraya gelip kiraladığımız çatı katındaki resim atölyemizin bir odasını yine baskı atölyesi olarak düzenlemiştik. Hatırlıyorum da o presi 4. kata iki hamal zor çıkarmıştı.

"Evet, çizdim Berger'in portresini. Bir kez değil, bin kez. Ama çok sonra. Onu yitirdikten sonra. Gözlerim kapalı öyle kazıdım gravür plakalarına yüzünü aşkımın" sözleri sanatçı Aliye Berger'in özgün baskılarına yansıyan tutkulu ve hazin bir aşkın öyküsünü anlatıyordu. Öte yandan "Ne yaptımsa, ne gerçekleştirdimse, ne çizdimse içimden geldiği gibi yaptım, gerçekleştirdim; çizdim, kazıdım, oydum, bastım." sözleri bu tekniği özetle tanımlamak için yeterlidir sanırım. Yine de, tanımlamak gerekirse, sanatçının salt kendi çabasıyla oluşturduğu kalıptan, yine kendisi veya gözetiminde sınırlı sayıda üretttiği, altında imza ve baskı sayısıyla (#n1/#n2; basılma sırası/toplam baskı sayısı) doğruluğunu belgelediği, basılmışlara özgün baskı denir. Genel olarak baskı sayısı 10-100 arasında değiştiğinden özgün baskı resmin fiyatı yağlıboya resmin fiyatına göre çok daha düşüktür.

Çağdaş anlamda baskı tekniğinin 9.'cu yüzyılda Çin'de, 15. yüzyılda Avrupa'da kullanılmaya başlandığı söylenebilir. Bu dönemde tahtaya kalıp oyulması suretiyle yazı ve resimlerin kağıda basılarak çoğaltıldığı gözlenir. 1440 yıllarında harfleri dizerek sayfa kalıplarını oluşturan tekniğin Gutenberg tarafından bulunması ile birlikte artık tahta kalıplar yalnız resim baskıları için kullanılır. Kutsal resimleri çizen ve boyayan resim ustaları asıl resmi veren deseni öncelikle kalıptan basarak, daha sonra boyayarak üretme tekniğine yönelmişler; böylelikle özgün baskı resim tekniğinin doğuşuna ön ayak olmuşlardır. Zaman içerisinde değişik tekniklerin keşfi ile bugün gelinen noktada, özgün baskı tekniklerini
1. Yüksek Baskı (Ağaç baskı-Linolyum Baskı)
2. Çukur Baskı (Gravür)
3. Yüzey-Düz Baskı (Litografi-Çinkografi)
4. Şablon Baskı (Serigrafi/Elek Baskı)
olarak sınıflandırmak mümkündür.

Ülkemizde ilk kez 1732 yılında İbrahim Müteferrika tarafından basılan "Tarih-i Hind-i garbi" (Amerika'nin keşfi) adlı kitaptaki resimlerin basılması için özgün baskı tekniğinden yararlanılmıştır. Bu arada Otto Dix adlı ünlü sanatçının 1. Dünya Savaşı sırasında yaşanan kıyımı ve savaş sonrası yaralı ve aynı zamanda yaşam hırsıyla dolu toplumu, özellikle de fahişeler, dilenciler ve gazileri tasvir ettiği dramatik resimlerin sergilendiği özgün baskı sergisi geçtiğimiz yıl ülkemize gelen önemli sergilerden biri olmuştur.

Orhan Peker gibi pekçok sanatçı bilinen resim tekniklerinin yanısıra özgün baskı tekniklerini de kullanmışken, Aliye Berger, Mürşide İçmeli, Mustafa Aslıer, Süleyman Saim Tekcan gibi bazı sanatçılar da sadece özgün baskı resimler üretmişlerdir. Atları, hatları ve mezar taşları ile Anadolu kültür ve tarihinin simgeleşmiş imgelerini, tuğralar ve Osmanlı kaligrafisi ile yorumladığı özgün baskı resimleriyle tanınan Süleyman Saim Tekcan, geçen otuz yılın sonunda, 2004 yılında İstanbul Çamlıca'daki atölyesini İstanbul Grafik Sanatlar Müzesi'ne (IMOGA) dönüştürmeyi başarabilmiştir. IMOGA, Batı'daki baskı merkezlerinde görülen bir anlayış ile sanatçıların bir araya geldiği, sanat hakkında konuşulup, tartışılan ve aynı zamanda da özgün baskı üretimi yapılan bir mekan olur ve bu üretimin sonucunda müzenin kolleksiyonu sürekli genişler. Bu araştırmaları yaparken "sanal müze"nin (http://www.sanalmuze.org/paneller/) tartışma dosyasında Ferit Edgü'nün Sanat Çevresi dergisinde bir özgün baskı sergisi ile ilgili hazırladığı sunuş yazısında "Serigrafi ofset baskı tekniğinin ilkelidir" diyerek başlayan ve pek çok özgün baskı sanatçısının katılımıyla interaktif hale bürünen tartışma dosyasına rastladığımı belirtmek isterim.

Fotoğraf sanatçısı İbrahim Demirel ise kolleksiyonuna dahil olan güvercin ve torbalı at gravürlerinin hatırasını anlattığı kitapçıkta Orhan Peker'in hastalığının son dönemlerinde Mustafa Pilevneli'nin Tatbiki'deki (Akademi'deki) atölyesini ziyareti sırasında hazırladığı, fakat bozulan sağlığı nedeniyle basamadığı 2 baskı kalıbından, Peker'in ölümünden sonra sınırlı sayıda baskı yapılarak sanatçı dostlar arasında pay edilirken kendi payına da düştüğünden bahsediyor ve bu kalıpların daha sonra imha edildiğini anlatarak hüzünlü bir anıya ortak ediyordu bizleri.

Özgün baskı sürprizlerle dolu bir tekniktir. Sanatçının kalıbı oyarken tasarladığı resim ile renklendirilmiş kalıbın kağıt üzerindeki baskısı arasında mutlak farklılıklar doğacak, bu da heyecanlı bir bekleyişe neden olacaktır. Ekim ayına girdiğimiz şu günlerde posta kutumu ardarda gelen sergi davetiyeleri doldurmakta. Bakalım yeni sanat sezonu bizleri hangi renkli sürprizlerle karşılayacak ve hangi düşlere sürükleyecek; bunu zaman gösterecek. Sergilerde buluşmak, karşılaşmak dileğiyle... Unutmayın, "Her resim birileriyle konuşmak ister, ama yalnızca ona seslenirseniz konuşur."

Alaattin Bender
www.alaattinbender.com

Kaynak resimler: IMOGA


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Temirağa Demir


En acıklı darbukayı ben çalarım

Ellerim titriyor sanırım
Hayır sanmam bal gibi el titremesi
Alkol almadım almamda bendeki her şeyi verdim neyim varsa
Elimde kalan sadece demirleri pas tutmuş bir ranza,
Ama sayısız yağmur damlalarım var…
Kimse inanmıyor bana oysa bu damlalar sadece ben istediğim için düşüyor
Yaratana dua ettim yağmur için
Oda kabul etmiş ve şimdi sağanak yağıyor
Durun desem bulutlar açılacak ama ardından sen doğmayacaksın ki…
Keşke bu ellere gelmez olaydım keşke o lanet denizi mavi görmeseydim keşke ellerime dokunmasaydın…
Oyy havarr…
Ölmek istiyorum ama intihar günah,
Yaşamak istiyorum sevmeler yasaklanmış gibi…
Söylemek gelmiyor artık içimden ve bir daha asla dönmeyeceğim yollara girmişim…
Bir koku sinmiş üzerime bazen hoşuma giden bazen kurtulmak için mücadele ettiğim bir koku
Acıtır mazi oysa ben sende bütün sevdalarımı tutuşmalarımı, tutuşturamadıklarımı yeniden kaleme almıştım…
Şu sağ elimin uçamayan serçe parmağındaki kına hala geçmedi…
Görünce kızmıştın, saçmalık bu, boş iş demiştin…
Geçmedi hala duruyor uçamayan serçe parmağımda…
Artık hüzünlü bakıyoruz dönmem dönemem yemin verdim and içtim ama susuzluğum geçmedi…
Sen git gidebildiğin kadar uzağa git beni düşünme bir an olsun aklına gelmek istemiyorum,
Gözlerimin içine uzanan şu lanet damlaları umursama bir vakitler sen uzanırdın kollarıma şimdi gözlerime damlalar…
Çok yeminimi bozdum ama hiç sözümden dönmedim…
Yaratan kızdı belki ama, af dilemeyi bildim… Belki affeder…
Karnım acıktı ama canım bir lokma istemiyor bu kahrolası arabeskte doyurmuyor ruhumu,
Kendimi nereye çarpsam boşlukta kalıyorum…
Sana biriktirdiğim onca duygudan elektrik üreteceğim yoksa taşacak bu baraj ve hemen dibinde duran beni sular altına alacak ve boğacak ve öldürecek ve artık senide düşünemeyeceğim ve artık tüm ve ler hayatımdan çıkacak…
En hüzünlü darbukayı ben çalardım oysa…
Sen beğenmezdim “darbuka neşeli çalınır senin ki ağlıyor” derdin…
Şimdim en aksak ritimlerim bile hicaz…
İnsan bir çok şeyin kıymetini kaybedince anlarmış cümlesini bende yeni anladım…
Düşlerim buz gibi ateşlere atıyorum kitlenmiş kimsenin kimseler umurunda değil…
Unutsan hissederdim…
Sen benim sevgilim değildin olmadın da…
Sen benim sevgimdin…
Ne yapmalı ne söylemeli bir fikrim yok…
Gittin uzaklara benim gözlerime ıslaklıklar uzandı ama ağlamadım yaş aktı belki ağlamadım sana söz vermiştim diye…
Oysa sen kıymazdan damlalarıma tek bir damlasına kıyamam derdin…
Şimdi kötüyüm geçer biliyorum ama derinden izi kalacak eminim…
İçim çekiliyor. Ellerim titriyor başım fena bir yerlere uzanmam lazım ki sen nereye uzanmam gerektiğini iyi bilirsin…
Bu lanet olası şarkılar olmasa bu kadar içim erimez ama içerlendiriyorlar sen gelmiyorsun esir alıyorlar beni sabahlara kadar…
Zor iş…
En bağlandığın anda onca duygu ile baş başa kalmak zor iş…
Oysa zor büyütmüştük,çok zor. Fakirdik sütümüz yoktu göz yaşlarımızı içirdik büyüsün diye…
Ağlamak marifet diye söylemiyorum ama biliyoruz çok yaş akıttık doysun diye büyüsün kocaman olsunda gurur duyalım diye şimdi tam yürümeye başladı ki biz yokuz…
Yetim bırakıyorsun…
Oysa günahtır biliyorsun…
Senin ninnilerin olmadan uyuyamaz gözlerinde o şefkati görmeden yaşamazda en çok seni sevdi sevmeliydi zaten beni de sevdi ama seni daha çok yaşlardan içirdik, içirdik ki o bizim gibi ağlamasın dert çekmesin…
Sen git artık kal demem zorlamam, şimdiye kadar hiç zorlamadım da…
Sadece gözlerinde sevgiyi gördüğümde bırakmadım seni gururuna esir etmedim…
Beş mevsim yaşadık seninle en hummalı kışı en soğuğunu birlikte geçirdik ama sarılınca geçti…
Biliyorum ben bu yazıyı ne zaman okusam yine göz yaşlarımın akacak ama kim içecek kimin için yere dökülecek bir de ziyan olduğuna ağlayacağım şimdi olduğu gibi…
Ağlamak marifet değil…
Ağlamasın hiç kimse yüreğindeki kanlar ağzından gelmesin…
Kan tükürüyorum ben…
Öyle zor ki içimden çıkman duman falan söküp almıyor kan tükürüyorum ben bildiğin kan…
Ama canın sağ olsun…
Yaratan sorsun hesabını beddua değil etmem sana,ama Yaratan hesabını sorsun ne kadarda hesabı onu ver…
Yakmıştım gemileri güzel olacaktı her şey, her şey çok güzel olacaktı…
Yeter artık yazarak bitmez biliyorum…
Bilsem ki her şey eskisi gibi olacak usanmam parmaklarım patlayana kadar yazarım…
Bunlar sana değer mi, bu kadar üzülmek, bu kadar bedbaht olmak, bu kadar sadık kalmak, bu kadar aşk bu sevgi,şu avucumun içindeki az önce tükürdüğüm kan…
Sana değer mi emin değilim…
Artık geç oldu sanırım neyse ölüm değil ya ama ölüm gibi bir şey sanırım…
Hiç ölmedim bilmiyorum…
Aslında öldüm çok öldüm de hissettirmedim…
Ne namazımı kıldırdım ne kefene koydurdum diriler gibi gezdim yol boyunca…

Temirağa Demir
temiraga@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,339,339,339,339,339,339,339,339,33
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Emanetçi : Orhan Gökçe


BEKLEMEK BOŞUNA; O HİÇ GELMEYECEK Kİ!...

Hani diyor ya usta: "Bakmasını bilmezsen/Ağaç bile dikme./Elinde kuruyan ağaç/Dert olur adama."(1)

Öyle ya; sevilmiyorsan eğer, sevme boşuna. Sevip de sevilmemek de dert olur adama. Sen yanar kül olursun çıra misali. Yanmak ki, ne yanmak! Koskoca bir yangının orta yerinde kalsan bu kadar acımaz canın; yüreğin böyle yanmaz. Sanırsın ki, hiç sönmez bu yangın. Zaman geçmez. Hayat durmuştur artık.

Sen değilsin tabi suçlu olan. Bu koca yangının ortasında kalmak istemedin ki hiç. Peki, kimdi suçlu? Seni kalbinden kundaklayan, ateşe veren mi tüm benliğini? Yooo, yooo. Sensin suçlu olan. Yangını çıkaran da, kendini yangının ortasına atan da sensin. O söndürmeye çalıştıkça ateşi, sen körükledin. Yeri geldi; tonlarca su döktü bu ateşin üstüne. Ama, her seferinde sen yeniden yaktın.

"Geçtiğimiz günlerde kanallar arasında dolaşırken sonuna rastladığım bir filmde, başrol oyuncularından biri yaşananları kendince yorumlayarak anlatıyordu. O, kendi içinde kendisiyle konuşurken, söylediklerinin içinden cımbızla çeker gibi ayıkladığım iki cümle vardı. Hatırlayabildiğim kadarıyla; "O günden sonra hiçbirşey eskisi gibi olmadı." ve "Karar vermek lazım." şeklindeydi ya da en azından bu anlamlara gelebilecek cümlelerdi.

Bazen hiçbirşeyin eskisi gibi olmayacağını biliriz hepimiz ve bu nedenle kararlar vermek, bu kararlar çerçevesinde yaşamaya devam etmek gerektiğini düşünürüz. Aslında olması gereken de budur. Geride bırakmayı becerebilmeli, ileriye doğru yol alabilmeliyiz."


Çoğu zaman ders vermek çevrendekilere hayata dair. Mutlu olmanın pekçok yolu olduğunu söylemek. Kendi içlerine bakmalarını, mutluluğu orada aramalarını öğütlemek. Hiçbirşeye aldırmadan sadece içlerinden geldiği gibi yaşamaları gerektiğini benliklerine kazırcasına işlemeye çalışmak. Hepsi çok güzel elbette. Lakin, ne kadar acı aynı dersen sınıfta kalmak!

Bile bile hiçbir umut olmadığını, beklediğinin asla gelmeyeceğini, güller dermek yüreğinde ne aptalca. Akşam iş çıkışı yolda giderken trafik aralarındaki çiçek satıcılarından, O'na vermek hayaliyle aldığın gülü hep başkalarına vermek zorunda kaldığını ve bundan sonra da hep başkalarına vereceğini bile bile yine almak ne aptalca. Evet aptalca! Çok daha güzel misafirler ağırlamadın mı sen bu misafirhanede?! Ama, hiçbirini koyamadın O'nun yerine. Yatağında uyandığın kaç kadın boylu boyunca yatarken yanıbaşında, senin aklında yine o vardı. Sanki bir marifetmiş gibi O'nu düşünmek, aklında O vardı.

Kendinin bile inanmadığı yalanlar söyledin kendine. Nasıl da tükettin yıllarını bir hayal peşinde umarsızca. Hepsi aptalca bir inadın sonucu. Gerçi boşuna bütün bu yazdıklarım. Sen yine harcayacaksın bozuk para gibi ömrünü aynı hayal peşinde. Belki birgün anlayacaksın; umutsuz hayaller ile yıllarını takas etmenin pek de kârlı bir anlaşma olmadığını. Kim bilir belki, belki de anlamaya vaktin olmayacak!...

Orhan Gökçe

(1) Nazım Hikmet RAN; "Şeytana Mersiye" isimli şiirinden alıntıdır.


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Sehpa : Hüseyin Yusuf Deniz


Mektuplar (2)

Merhaba,

Mektubunu biraz geçte olsa aldım. İyileşmene çok sevindim, bende bildiğin gibi, iyi olmaya, iyi kalmaya direniyorum işte. Son gönderdiğim mektuba içerlemen beni şaşırtmadı, bekliyordum böyle bir tepkiyi. Ama şunu asla unutma: amacım asla seni kırmak, üzmek yahut incitmek değil; bilakis hayata karşı, zamana karşı nerede durduğumuzu kavramaya çalışmak, anlamaya çalışmak. Aslında sizler orada özgürlüğünüz içinde kendi mahkûmiyetinizi, bense mahkûmluğum içindeki özgürlüğümü anlamaya çalışıyorum.

Biliyor musun aslında göndermiş olduğun mektuplar olmasa ne yaparım bilmiyorum. Buraya geldiğimden beri üç mektup gönderdin şimdi hepsi ezberimde. Bazen onlarla konuşuyorum; mektuplarınla yani. Biliyorum ki onlar sensin. Kelimeler, satırlar ve cümleler… Hepsi sana ait. Bir bir dökülüyorlar belleğimin içine, sonra zamanın donukluğunda, bazen uyku halinde bir uyuşuklukta kelimelerin yerlerini değiştiriyorum hafızamdaki mektupların cümlelerini değiştiriyorum ki hepsi sen. Bu aralar bir oyun buldum kendime, mektuplarının kelimelerinin yerlerini değiştiriyorum, yeni cümleler yaratmaya çalışıyorum, başka bir mektup daha yazılabilir miydi başka bir anlam dahi yüklenebilir miydi duyumsadıklarımıza diye… Yeni bir mektup çıkarıyorum ortaya ama ruhu aynı sen.

Zamanı unuttum galiba bir buçuk ay oldu dışarıdan bir insanı görmeyeli. Ama sen her gün buradasın ne içimde ne dışımda karşımdasın. İşin garibi yüzü nüde unutmaya başladım ama bu kadar uzak ve bu kadar da yakınsın işte bana. Gene o şişman gökdelende mi çalışıyorsun? Hatırlıyor musun bir kere yemeğe gelmiştim yanına, seni bulana kadar yarım saat geçti. Konuştuk oradan buradan, sonra kendimce bir iş uydurdum ayrıldım yanından akşam gene sözleştik. Eve gidip gelirken o çamurlu yoldan mı gidip geliyorsun? Demek hala belediye asfaltlamadı yolları. Biliyor musun o çamurlu yolu hiç unutmayacağım. Sanki bizlerin hayat yolu… Çok gülmüştüm çantandan poşet çıkarıp ayaklarına geçirmene; bir şey de soramadım. Burada düşününce aslında hiç de komik değil. Doğru ya çamurlu ayakkabılarla koca gökdelene koca şirkete gelinmez ki…

Kızma lütfen bazen ranzama uzandığımda düşünüyorum. Sabah acele acele birkaç zeytin tanesi ve bir bardak çay hızlı hızlı kapıdan çıkıyorsun. Ayakkabılarını çamurlanmasın diye poşete geçirip giyiyorsun ve her gün o çamurlu yokuşu çıkıyorsun ve yolun kenarında çıkarıp minibüs bekliyorsun. Hiç aklına geliyor mu arkana bakmak, gece kondunuza bakmak… Sonra labirent gibi gökdelenden deki şirkete giriyorsun, hemen bilgisayarı açıyorsun, patronlar gelmeden maillerine bakıyorsun. Yavaş yavaş kalabalıklaşıyor etraf herkes masasına oturuyor, birkaç espri ve çay servisi yaşam başlamıştır artık zaman daha hızlı akacaktır şimdi. Sonra kendime dönüyorum ranzamdan kalkıyorum küçük havalandırma deliğine yaklaşıyorum ve derin bir nefes çekiyorum, İstanbul'u çekmek istiyorum içime martıları, sabah ışıyan güvercinleri, belki demli bir çay… Sonra dolanıyorum mektuplarını mırıldanıyorum içinden. Yoo, gülme lütfen mırıldanmak… Olmasa belki konuşmayı unutacağım. Arada bir avukatım gelir giderdi, şimdi o da yok. Bizler için boğuşuyor, bizler için ölmeye direniyor, bizler için… Oysa yanlış ölmeye direnmemeli insan yaşamaya direnmeli. Ölmek ne ki, zafer mi? Hayır! Bana kızacaksın, içerleyeceksin gene ama olsun anlatacağım gene de yaşamayı, direnmeyi; burada bu hücrede, TECRİTTE!

İyi bak kendine,

Hüseyin Yusuf Deniz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 7.158 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


KAMBUR

Kaptan'a ve Fedailer Mangasına

Kırmızıya çalan çocuksu utangaçlıkları
Umutsuz hüzünlere yatardı düşleri
Ne ağır yüktür şu sırtlarındaki
Beyaz kadar ağır.
İnsan içine çıkamaz
Kamburdu onlar.

      Geceleri hüzün çöker,
            Yağmur bulutlarıyla kurşuni bir ağrıdır sırtlarında
            Ve gök gürültüsü…
                  Oysa
                  Annesini arayan küçük bir kedi yüreğidir kükreyen
                        Kimseler kalmaz ortada

            Bir onlar ıslandı
                  Kendi
                  Gözyaşlarında.

Maviye çalardı deli yürekleri
Sonu gelmez belalara yatardı düşleri
Ne ağır yüktür şu sırtlarındaki
Yeni doğmuş bebek kadar.
İnsan içine çıkamaz
Kamburdu onlar.

      Geceleri sokak kavgaları çöker
            Şaklayan naralarla ana avrat bir ağrıdır sırtlarında
            Ve mermi sesleri…
                  Oysa
                  Çiftleşen ateşböcekleridir ışıldayan
                        Kimseler kalmaz ortada.

            Bir onlar vuruldu
                  Kendi
                        Sırtlarından

Gökkuşağına çalardı son umutları
Yalancı sevdalara yatardı düşleri
Ne ağır yüktür şu sırtlarındaki
Mor renkli ölümler kadar.
İnsan içine çıkamaz
Kamburdu onlar.

      Meydanlara darağacı çöker
            Kalemsiz piyesler yazılır sorgularda
                  Ve kırılan kalemin sesi…
                        Oysa
            Onurlu bir şiirdir verilen hükümler
                  Bir onlar yer
                        Kendi
                        Kendini.

Hep sevdaları vardı her kadında
Aysız gecelerde,
Şafaksız sabahlarda,
Zehir karanlık ağuları içtiler
Hani çingenenin tasındaki su?
Sevgi…

Onlar ki onlar
Kamburdular,
Omuzları yere hiç değmedi,
Onlar ki onlar
Yalnız
Sevdanın önünde diz çöker,
Onlar ki onlar
Emeğin önünde eğilmiş,
Onlar ki o ormanlar
Ağaçlar,
Yem yeşil yakılan ormanlar…
Yanık türküsüdür
Ayakta ölümlerin.

Onlar ki,
Fedailer mangası…

Acı veriyor sırtımızdaki kambur
Sırtımızdaki onur
Kamburuz
İnsan içine çıkamayız.

Ömer Faruk N.

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

http://tarkanikizler.wordpress.com/
Sevgili yazarlarımızdan Tarkan İkizler oluşturduğu blog'a öykü ve denemelerini yerleştirdi. Hepsini toplu olarak bulmak isteyen kahvecilere duyurulur.

E-devlet projesi kapsamında uygulanan çalışmalardan bir tanesi de internet üzerinden online hizmetler. Bu hizmetler sayesinde doğalgaz, su ve Türk telekom faturalarınızı sorgulayıp ödeyebiliyorsunuz. Sadece bu kadar değil tabiki... http://www.devletim.com/online_hizmetler.asp kısayoluna tıklayıp diğer hizmetlerle ilgili tüm detaylı bilgilere ulaşabilirsiniz.

Yerli ve Yabancı Tv kanallarını Bilgisayarınızdan Ek Bir Tv veya Radyo Kartı Kullanmadan İzlemenize ve Dinlemenize Olanak Tanıyan Kullanışlı ve Küçük bir Program öneriyorum. Canlı TV programını http://www.yenidownload.com/download.asp?id=13476 kısayolundan indirebilirsiniz. Programın benim farkettiğim tek problemi sağ alt tarafta kullanılan reklam banner'ı. Ne tarz reklam çıkacağının pek fazla garantisi yok. Sonra uyarmadı demeyin ve kulaklarımı boşuna çınlatmayın.

Ramazan ayında yemek saatlerinin değişmesine rağmen dengeli ve yeterli beslenmek mümkün. Oruç tutan kişilerin her besin gurubundan (et,süt, tahıl , sebze, meyve, yağ ve şeker) gereksinimleri kadar tüketmeleri gerektiği şartı yerine getirilirse tabi. Oruç tutan kişiler Ramazan ayında en az 12 saat veya daha fazla açlık ile karşı karşıya kalıyorlar. Bu açlık süresi içinde kan şekeri düşüyor. http://www.milliyet.com.tr/ramazan/saglik.asp web sayfasında ramazanda neler yapılmasının doğru olduğuyla ilgili tavsiyeler bulacaksınız.

Mide problemleri oluşursa neler yapmak gerekir. http://www.doktordoga.com/default.asp?BookID=3&PageID=82 ...Meyve ve sebzenin de az pişmiş olarak tüketilmesi daha doğru olacaktır. Az pişmiş meyve ve sebzeler küçük parçalar veya püre haline getirilir ve yoğurt, krema, ayran, şeker, bal, biraz zeytinyağı ve mutfak baharatları ile karıştırılır. Etkili baharatların kullanılmaması gerekir...

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20061011.asp
ISSN: 1303-8923
11 Ekim 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com