|
|
|
13 Ekim 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Nobel'imiz hayırlara vesile olsun! | Merhabalar,
Dün o kadar laf ettik ama halt ettik besbelli. Biz adamlar doğru yolu buldu derken inkar yasası Fransız meclisinden geçti bile. İşi bilenler senatodan döneceğini söylüyorlar ama hiç belli olmaz, bunlar Fransız, bunlardan herşey beklenir. Yasanın kabul edilmesi ile birlikte intikam çığlıkları da yükselmeye başladı dört bir yandan. Şunu unutmamalı; Öfkeyle kalkan zararla oturur. Fransa gibi davranarak yanlışa düşmek yerine akıl yoluyla hakkımızı savunmak zorundayız. Türkiye'deki Fransız menşeeli mallara uygulanacak boykotun anlamsızlığını biraz düşününce siz de anlarsınız. Böyle protesto olmaz. Boykot devlet eliyle yapıldığında bir anlam kazanır. Milyar dolarlık anlaşmalar, ihaleler için sıraya girmiş Fransız şirketlerini kara listeye alırsın ve bunu hemen deklare ederek kararı uygularsın. Boykot böyle olur. Ama asıl protesto kitleler halinde kanuna muhalefet etmek olacaktır. Fransa'da yaşayan Türklerin örgütlenip aynı anda belli başlı noktalarda, toplu halde "Soykırım yoktur." diye bağırması ses getirecektir. Üç beş cengaverle değil ama onbinlerle olmalı bu protesto. Hem de yasanın yürürlüğüne girmesinden önce, hemen şimdi. Kanun yasalaşırsa başlarına neyin gelebileceğini ancak böyle anlatabiliriz onlara. Yoksa süpermarkete gitmeyecek birkaç kişinin sessiz çığlığıyla değil.
Saçma Fransızların saçma ötesi yasası meclisten geçerken bir başka yerde aslında göğsümüzü kabartacak bir olayı da yaşıyorduk. Tarihimizdeki ilk Nobel edebiyat ödülünü Orhan Pamuk aldı. Sanki alacağı da belliydi. İnkar yasası ile aynı zamana denk gelmesi tarihin bir cilvesimiydi yoksa tastamam bir düzmecemiydi onu bilemiyeceğim ama bu hoş haber eğer gölgeler ve eleştiriler ardında kalabiliyorsa başta Orhan Pamuk'un bunu sorgulaması gerektiğini biliyorum. Acaba gündem farklı olsaydı Pamuk bu ödülü gene de alır mıydı? Cevabı kolay değil. Ama herşeyin ötesinde, sevsekte sevmesekte, eserleri pekçok dile çevrilmiş ve aldığı ödülle artık evrenselleşmiş bir Türk yazardan gurur duymalıyız diye düşünüyorum. Geçmişte söyledikleri geleceğinin teminatıdır diye yere sermektense, aklın yolunu bulacağını varsayarak ona sahip çıkıp, eğer hakediyorsa utandırmayı tercih ediyorum.
Epeydir pikabımıza yeni birşey koymadığımın farkındayım. Bugün bu sessizliğe son verip sevgili Alp Kahyaoğlu'nun yazısına konu olan Nina Simone'nin gene aynı yazıda bahsi geçen şarkısını hazırladım sizler için. Nina Simone söylüyor, Just Say I Love Him. Hepinize hoş bir hafta sonu diliyorum, hoşçakalın efendim.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Önce İnsan : Cumhur Aydın Anıtlar dikmeye gerek kalır mıydı? |
|
"Aslan hastalanmış, bitkin düşmüş... Ormanda bir köşede inler dururmuş. Hayvanlar yanından geçerken, tavşan ve tilki duraksar laf atarlarmış. İkisinin de yüzlerinde muzip ifade "Vah vah Sevgili Aslan. Neler oldu böyle sana? Bizlerin yapabileceği bir şey var mı?" der kıs kıs gülerlermiş. Yine bu tür alaylı bir sataşmalarında aslan inleyerek başını yana çevirmiş, şu sözler dökülmüş dilinden." Beni bu hastalık değil de, şunların sözleri öldürecek!"
Ülkemizin zayıf ve sıkıntılı dönemlerinde, herkesin hesaplar peşinde olmayacak talepleri önümüze koyduklarında nedense yukarıdaki küçük öykü aklıma gelir.
Acaba ekonomik darboğaz içinde, elimizde olanı olmayanı yok pahasına satıp durur ve bir yandan da kendi altımızı kendimiz oyarken, bu sürükleniş içinde mi yok olup gideceğiz?
Yoksa?
Tüm bu eziyetleri çekerken, kendi geçmiş ve bugünleriyle hesaplaşmak yerine bizim onurumuza, kalan değerlerimize de kara çalan bu sataşma ve talepler mi son darbeyi indirecek?
Sizi bilmem ama beni şu son çekişmede iki büyük Belediye Başkanının tavrı öldürüyordu!
Efendim Fransa Meclisi sözde Ermeni Soykırımı'nı inkarı suç sayan yasa teklifini oylamaya kalkışınca herkes sesini yükseltmeye başladı.
Fransız mallarına boykot. Benzer bir yasayı bizim meclisimizden Fransa aleyhine geçirmek. Protestolar, siyah çelenkler...
En ilginç iki tepki ise Ankara ve Adana Büyükşehir Belediye Başkanlarının kendi Belediye Meclisleri'nde dillendirdikleri oldu bana kalırsa. Ankara'da büyükelçiliğin bulunduğu Paris Caddesi'ne, Adana'nın da merkezi bir meydanına Fransa'nın Cezayir'e uyguladıklarını anımsatmak amacıyla "Cezayir Soykırımı" anıtları dikmek!
Yakışır!
Kim bilir kaç biçare, kaç güya aklı başında insanın bu iki çıkışla yürekleri kabarmıştır?
Oysa...
Kuşkusuz suskun kalmamak tepki göstermek gerekir ama. Şu anıtları dikmek yerine.
Bilmem kaç dönemdir Türkiye'nin gözbebeği iki büyük kenti yöneten Belediye Başkanları hem kent hem de ülke kaynaklarını bilim ve plan dışı karar ve yatırımlarla harman savurma yerine, ülke hazinesine milyar dolarlar borçlar yıkmak yerine kendi ölçeklerinde bilimi arkalarına alsalar, özenle ve ülkemizin durumunu dikkate alarak gereksinimleri, öncelikleri belirleyerek adımlar atsalardı.
İnin cinin geçmediği kimi yolları on şerit asfalt kaplama yerine, üzerlerinde açıldıkları gün tıkanan yirmi kusur katlı kavşak yerleştirmeleri ve bir avuç araç sahibini memnun etme yerine.
Toplu taşımaya, raylı sisteme yatırıma yönelselerdi. Trafik Mühendisliği prensipleri içinde gerekli analiz ve planlamaları yaparak, az maliyetli ancak akıla ve bilime yaslanan uygulamalarla kent trafiğini rahatlatsalardı.
Kent planlarını üretip, hiçbir siyasi çıkar ve baskı altında kalmadan, bunların sözcüsü ve gözcüsü oldular savlarını yırtıp, çağdaş kent oluşturma yönünde ülkenin yetişmiş insanları ve onların ürettikleri ışığında davransalardı.
Tüm kentlerde böyle davransaydık.
Tüm sektörlerde, ulaşımda, enerjide, hayvancılıkta, tarımda, sanayide...
Üç yüz milyar dolar borçlanacak yerde, bilimi, planlamayı kucaklayıp, ülkemiz insanlarının çoğunluğu için, ülkemiz çıkarları için hareket etmiş olsaydık.
Bu ülkenin daha fazla aydın insanı 'bilim önemser' ve 'ülke sever' olsaydı. Böyle insanlar, gençler yetiştirseydik. Onlarca yıldır politikacılar bu insanlara ve onların ürettiklerine yaslansalardı.
Anıtlar dikmeye gerek kalır mıydı?
Cumhur
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan KAMYONCU ALİ- 2 |
|
Sora sora Bağdat bulunursa Pakistan'ın Nasırabad'ı da bulunur. Ama nasıl, beynimin içinde karakargalar uçuşuyor. Ne kadar kendime ferahlık vermeye çalışsam da faydası yok. Sadece haritaya güvenerek yol, iz ve hatta dillerini bilmediğim memleketlere gideceğim. Korkudan üç buçuk atıyorum ama derdimi anlatacak kimse de yok. Bu haller içinde yola koyuldum. Gürbulak sınır kapısına ulaşmak tam bir gün bir gece sürdü. İran'da mazot ucuz dediler diye yakıt göstergesi deponun sonunu göstermesine rağmen yakıt ta almamıştım. Sınırı geçer geçmez ilk iş olarak kamyonun deposunu dolduracaktım. Neyse, lafı uzatmayalım yakıtımız bitmeden sınıra vardım. Çayımı, şekerimi, tüpümü, yağımı, yumurtamı anlarsınız işte aklıma ne geldiyse kumanyamı da aldım.
Sınırdan geçmeden önce zulamdaki yarım şişe rakıyı, üzerinde arka sayfa güzellerinin bulunduğu gazetelerin hepsini attım. Giden arkadaşlar anlatmıştı. O memleketlerde bunlar adamın başını belaya sokuyormuş. Gürbulak kapısını geçince Mako -Tahran yoluna girdim. İran'da hava gündüz sıcak, gece ise çok ayazdı. Tahran'a ancak iki günde varabildim. Gerçekten mazot anlatıldığı gibi çok ucuzdu. Bu kadar ucuz olması insanı açgözlü yapıyor. Keşke onlarca bidonum olsa da doldurup kamyonun bir yerine atsam diye düşünmeden edemedim.
Tahran'da mola verdiğim bir kahvehanede tesadüfen Türkmen'lere rastladım. Dilimiz tam uyuşmasa da rahatlıkla anlaşabiliyorduk. Onların sayesinde Tahran'da kalıp biraz gezdim. Gerçekten çok sıcak ve misafirperver davrandılar. Tahran, çok kalabalık ve modern bir şehirdi. Orada bol baharatlı güzel et yemekleri yedim. Ben çayı severim ama onların çay tutkusu bizimkiyle kesinlikle kıyaslanamaz. Hem çok demli hem de sürekli çay içiyorlar. Tahran'dan ayrılmadan önce orada tanıştığım Halil adındaki Türkmen'den harita üzerinde yolları bana tek tek göstermesini istedim. O tarif etti, ben de elime bir kalem alıp kalın kalın çizdim.
Tahran'dan İsfahan yoluna düşüp yolculuğuma devam ettim. İsfahan'ı geçince Zahedan diye bir kente ulaştım. Orada da bir gece kaldım. İran sınırından geçtikten sonra ilk durağım Pakistan'ın Quetta şehri oldum. Yolculuk anlattığım kadar kolay geçmedi. Nasıl vardım? Gelin onu bir di bana sorun. Quetta'ya varmadan önce kocaman bir çöl geçtim. Kum fırtınası başladığında göz gözü görmüyordu. Bir süre öyle gitmeye çalıştım. Baktım yoldan çıkacağım, gitmek mümkün değil, kamyonu yolun kıyısına çekip beş altı saat kadar bekledim.
Kamyonun yükünü Nasırabat diye adında sonraki kente teslim edecektim. Oraya varmadan önce önce Sibi adında bir ketten geçecektim. Sibi'den sonra ver elini Nasırabat. Önce Sibi'de kalıp dinlenmeyi planladım. Sonra da yol iyice azaldı diye devam ettim. Artık dayanacak halim kalmamıştı. Kendimle inatlaşıp yola devam edince olanlar oldu. Aslınd7a yolun bir türlü bitmemesinden şüphelenmeye başlamıştım. Bir terslik olduğu belliydi. En sonunda yolu da kaybettim. Nasırabat'ı bir yana bırak geçip taa Caferabad'a inmişim. Mecburen geri dönmem gerekiyordu.
Gece yolun kıyısında ışıklı bir yer görünce durmaya karar verdim. Durunca yolun az uzağında küçük bir köy olduğunu gördüm. Durunca arabam arızalandı diye düşünen birkaç köylü yanıma geldi. Dnlara el kol işaretleriyle yorgun olduğum için durduğumu anlatmaya çalıştım. Dil bilmediğim için adamlarla anlaşamıyordum ama güleç yüzlü iyi insanlara benziyorlardı. Beni alıp köyün içerisinde kerpiçten bir eve götürdüler. Baktım köye doğru gidiyoruz bi koşu kamyona dönüp onlar için bir kasa elma aldım. Onlara verebilecek zaten başka bir şeyimde yoktu. Beni, evden çok kahvehaneye benzeyen bir mekâna götürdüler. Kasayı omzumdan indirip ortaya bıraktım. Bana çay ikram ettiler. Kasaya merakla baktıklarını görünce çaylar bittikten sonra kasanın ince tahtalarını kırıp üstünü açtım. Yaşlıca bir adam gelip ortada duran kasanın içindeki elmalara baktı. Bir tanesini eline aldı, evirdi, çevirdi ve kokladı. Elmayı başka birine uzattı. Elma orada bulunan herkesin tek tek elinden geçti. Ama kimse onu dişlemedi. O zaman anladım ki burada hiç kimse daha önce elma görmemişti.
Onların merak dolu bakışları altında eğilip kasadan bir elma aldım. Pantolonumun yan tarafına silip güzelce parlattım. Sonra da dişleyip kocaman bir ısırık aldım. Herkes benim yaptığım gibi kasadan bir elma alıp entarileriyle parlattı ve ısırdı. Elmanın tadını herkes beğendi. Orada bulananların yüzüne hoşluk havası gelip oturdu. Aslında yol üzerinde bulunan bu küçük köye daha önce bu meyvenin uğramamış olması akıl alır gibi değildi. Bunu başka biri anlatsa kesinlikle inanmazdım. O geceyi köylülerin misafiri olarak geçirdim. Bana şiş köfteye benzer bir yemek ikram ettiler. Yorgundum, yemeğin ardından oturduğum yerde uyuyakalmışım.
Ertesi sabah uyandığımda güneş epey yükselmişti. Odada hiç kimse yoktu. Elma kasası da akşam bıraktığım yerde öylece duruyordu. Sonra kapı açıldı. Elinde kocaman bir sini ile genç bir delikanlı içeri girdi. Tandır ekmeği ile tavuk suyu çorbasına benzer bir şey ikram ettiler. Sıcak ve lezzetliydi. Çorbamı içince beni yolcu ettiler. Gitmeden önce gönül borcumun birazını olsun ödeyebilmek için onlara bir kasa elma daha bıraktım. Haydarabat'ın yoluna düştüm. Yükümü o gün öyleye doğru ambara teslim ettim.
İşte böyleyken böyle arkadaşlar. Yatın, kalkın ne kadar şanslı olduğunuzu unutmayın. Bu dünyada daha bir kere olsun elmayı dişlememiş insanlar var.
- Salla sıyır bakalım Kamyoncu Ali, biz sanki yedik mi şimdi bu masalı? Adamlık bizde kalsın diye lafını bölmedik. Hevesini kırmadık, hepsi bu. Sen Pakistan'a ne zaman gittin ?
- Sekiz sene önce.
- Eee peki sekiz senedir biz bunu nasıl duymadık? Hadi biz duymadık sen nasıl bu kadar sabırlı davrandın? Ağzını bağlasak daha geldiğin gün anlatırdın.
- Sırası gelmedi. Ben, Pakistan'a gittim diye böbürlenecek kadar kıytırık adam değilim. Anladın mı?
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kahveci : Alp Kahyaoğlu Nina Simone ve ardından… |
|
Eunice Waymon…
Bu isim birçok kişi için hiçbir şey ifade etmeyebilir, aynen benim için bundan birkaç yıl öncesine kadar olduğu gibi…
Eunice Waymon veya bildiğimiz adı ile Dr. Nina Simone…
7 çocuklu fakir bir ailenin 6. çocuğu olan Eunice 4 yaşında piyano çalmaya başladı ve ailesine maddi destek sağlayabilmek için barlarda çalıştı ve işin gereği adını "Küçük" anlamına gelen "Nina" ve Fransız artist Simone Signoret'e olan hayranlığından "Simone" olarak değiştirip ve 50li yılların sonunda Nina Simone tekrar doğdu.
1974 yılına kadar Amerika'da yaşadı, bu dönemde 1963 yılında Birmingham da kilise bombalama olayında ölen 4 zenci çocuk ve Amerika'da yaşayan zenciler için Missisipi Goddam'ı besteledi. 1966 da Amerika da ki siyah kadın hakları için "Four Women" parçasını yaptı. Daha sonra bir çok bilinen parçayı kendi özel tarzında seslendirdi ve Leonard Cohen'in "Suzanne", Bee Gees'in "To Love Somebody", George Harrison'un "My Sweet Lord" gibi unutulmazları farklı yorumuyla müzik dünyasına kazandırdı.
1974 yılında Amerika'yı terk etti. Kendisinin plak firmaları tarafından kullanıldığını gördü, bu firmaların ırkçılığı ciddi bir gelir kaynağı olarak kullanması ve protest şarkıcıların sayısını arttırma çabası onu bıktırmıştı. Önce Barbados'a yerleşti, daha sonra Liberya, İsviçre, Paris ve Hollanda; son döneminde ise Güney Fransa'da yaşadı.
1997 de Nice, 1998 de Selanik Caz Festivalleri'inin onur konuğu idi. 1999 Dublin Guinnes Blues Festivalinde kızı Lisa Celeste ile duet yaptı ve Caz dünyası yeni bir sesi daha tanıdı.
24 Temmuz 1998 de Nina, Nelson Mandela'nın yaşgününde özel konuk olarak ağırlandı. 7 Ekim 1999 da Dublin de Özel Başarı ödülünü aldı.
21 Nisan 2003 te Güney Fransa'da Carry-Le Rouet te yaşama veda etti. Vasiyeti üzerine külleri Afrika'nın çeşitli ülkelerine serpildi.
Özel bir insan ve özel bir ses, bu kronolojik bilgileri bu unutulmaz sesi biraz tanımanız için yazdım. Ama yazımın ana teması farklı. Konu biraz daralacak. Nina Simone, bir çok eserin içinde bir tane yapmış,
Hiçbir şeyi protesto etmek veya savunmak için değil…
Neden ve kimin için yaptığı da pek bilinmiyor.
Ama parçanın teması hatta daha dürüst söylemek gerekirse kahramanı, duymaya alışık olduğumuz, hepimizin geçmişinde var olan biri… Hepimizin geçmişinde dinlerken, bizi bir yerlere götüren, hüzünlendiren, buğulu gözleri bir yerlere sabitleyen parçalar vardır ve bu parçalar hep bir kişi içindir: Eski Sevgili veya başka kelimelerle de söylenebilir; ilk aşk, küçüklük aşkı, ilk sevgili vs… Bu parçalar hiç eskimez, dinlerken bir anda zaman durur, bir anda o günlere gidersiniz, zaman makinesı gibidir bu parçalar. Sizi hüzünlendirir ama kopamazsınız, arabanızı kullanırken çalarsa bir anda yavaşlarsınız, kolunuzu cama koyar, başınızı elinize dayar ne trafik kaosunu, ne de korna seslerini duyarsınız, 3-4 dakikalık ta olsa başka yerlere gidersiniz. Kimi zaman bu parçayı çalan DJ bununla ilgili anılarını anlatır, "seninki de bir şeymi?" dersiniz, çünkü yaşamınızdaki anılar bu parça ile yaşanabilecek en güzelleri, en anlamlı olanlarıdır.
"Just Say I love him"… Evet Nina Simone'un son derece net ve açık itirafnamesinin sözleri aşağıda:
Just say that I need him as roses need the rain
And tell him that without him my dreams are all in vain
Just say I love him loved him from the start
And tell him that I'm yearning to say what's in my heart
Just say that I need him as roses need the rain
Tell him that without him my dreams are all in vain
If you should chance to meet him anytime anyplace anywhere
Say I was a fool to leave him
Tell him how much a fool can care
And if he tells you he's lonely now and then
won't you Just tell him that I love him
And want him back again
If you should see him anytime anyplace anywhere
Tell him I was a fool to leave him
Tell him how much a fool can care
And if he tells you he's lonely now and then
Won't you just say I love him and want him back again
Won't you just say I love him and want him back again
Ne kadar net ve açık… Pişmanlık bu kadar dürüstçe ifade edilebilirmi?
Yıllardır müzik arşivlerini bu kahraman için yazılmış parçalar doldurmakta, kimi unutuldu zannediyorsunuz, hatta unutulmuş olması hoşunuza gidiyor, çünkü o parça sizin oluyor, size ait, kimse bunu bilmiyor ve bu parçayı da anılarınızla tozlu raflara kaldırdığınızı zannediyorsunuz ama bir gün hiç aklınıza gelmeyen bir yerden çıkıp geliveriyor. Bazen bir DJ boşluk doldurmak için bu parçayı çalıyor, dağılıyorsunuz, tam unuttuğunuza inanmışken biri "unutma" diyor, farkında olmadan… Hatta bazen de biri, bu parçalardan birini yapan biri çıkıyor, sizin o günlerdeki saf, temiz duygularınızı darmadağın ediyor.
Bir zamanlar tek bir 45lik yapan ve her iki yüzü ile sizin gençlik duygularınızı renklendirmiş biri ile yıllar sonra tanışıyorsunuz, o günleri yaşayarak kendisine o parçaları hatırlatıyorsunuz ve sizin gençliğinizin idolü olan o iki parçanın utandığı bir dönemin eserleri olduğunu söylüyor…
Benim gençliğimden, benim duygularımdan utanıyor, çok açık bir şekilde bana göre beni aşağılıyor… Ne yaptığının farkında değil, bir dönemimi yerden yere vuruyor, elinizde kırmızı şarap kadehi kalıp duruyorsunuz, o güzelim Cabarnét, sirke gibi geliyor size…
Bu eski parçaları listelemeyeceğim, herkesin anılarında zaten listelenmiş halde durmakta bunlar, 10 Mart 2006 Kahve Molasında Sevgili Mustafa Uyal bazılarını yakalamış, ben de bu gün hem Mustafa'nın kaleminden kaçmış olan Nina Simone ile Mustafa'nın gerçekten nasıl kaçırdığını anlayamadığım ve hala dinlediğimde zevk aldığım Ercan Yenal'a ait bir yüzü "Unutamıyorum", diğer yüzü de "Ayrılıyoruz" olan gerçek bir "Tek Kurşun" u yakaladım.
Karıştırın tozlu raflarınızı, ne anılarınız saklı oralarda, bulun onları, geçmişinizde bir tur atın …
Alp Kahyaoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Kıraathane : Yusuf Besim Doğan |
3'ÜN BİRİ, 300'ÜN BİRİ
(Buyurun Post Modern Aşureye)
Gün geçmiyor ki Türkiye Cumhuriyeti'nin en sorumlu kişileri irtica olgusunu konuşmasın. Son olarak Genel Kurmay Başkanı'da konuya en hassas yönünden değindi. İkinci Cumhuriyetçi komprador köşe yazarları ayağa kalktı, rejim militerize oluyor asker konuşmasın. Onlar sivil otoriteye bağlı olmalıdır. Utanmasalar Cumhurbaşkanı'da konuşmasın diyecekler. Genel Kurmay Başkanı görevine giren, yani TC' nin güvenlik ve bekasının söz konusu olduğu her durumda AY ve kanunlar gereği, gereğini yapmakla yükümlü olduğu gibi tespit ettiği tehlikeleri de halkın desteğini ve halkın katkısı olacağını düşündüğü konularda bilgilerini pekâlâ halkla paylaşabilir. Örneğin terör belasını halkın desteği olmadan aşmak mümkün mü? Sahi Hollandalı general sizin ülkenizde ne konuştu öyle?
"Laiklik yeniden yapılandırılmalı, yasalarda irtica diye bir suç yok. Bu tür açıklamalar ülkeyi geriyor, İrticanın Türkiye'de bir tehlike oluşturduğu kanısında değilim." Gibi açıklamalar bir partiye mensup sorumluluk düzeyi en yüksek kamu görevlilerince yapılıyor. Niyetim Fatih Çarşamba yahut günlük hayattaki giyinme örtünme meselelerini yazmak değil; bir takım belgeleri ve bilgileri önüme koyarak yüksek sesle düşünmek.
Noam Chomsky, yüzyılımızın en önemli düşünürlerinden biri. Kader Üçgeni kitabında, Kudüs Amerikan Girişimcilik Enstitüsü'nün saptamalarını yayınladı. Şunlar söyleniyor: "Ortadoğu'da ulusallık ve ulusal kimlik yok edilmeli, bu nedenle Ortadoğu Osmanlılaştırılmalıdır. Böylece bölgede Batı çıkarlarına karşı çıkacak ulusal güç ve direnç kalmayacak, sistemlerin çarkları rahatlıkla işletilecektir. ABD için en tehlikeli düşman ve tehdit, bağımsızlık tehdidir. Asla hoş görülemez." (1)
Zira Ulus olmak demek kendiliğinden demokrasi kavramını önünüze koyar, Ulus olmak demek ulusal çıkar demektir. Ulus olmak demek topraklarınızdaki yeraltı ve yer üstü kaynaklarının ulusa ait olması demektir. Ulus olmak demek ümmet veya tebaa dan dan çıkıp halk olmak demektir. İşte bunun önüne geçmek için soğuk savaş boyunca bu coğrafyada yeşil kuşak doktrini egemen kılındı. Türkiye'de de Türk-İslam Sentezi denilen garabet bir model oluşturulup Evren ve Özal'la devreye konuldu. İmam Hatipler her yerde çoğalıyor, üniversitelerde her bölüme girmesi sağlanıyor, başta Fettulahçılık dediğimiz Nurculuğun diğer kollarının tarikat-ticaret manivelasında örgütlenmesi sağlanıyor ve geleceğin nesli dedikleri ve devlet içine sızacakları bir nesil yetiştirilmek isteniyordu. Özellikle Fettullah hareketi ABD tarafından destekleniyor çeşitli siyasi partilerin içinde-başta ANAP olmak üzere- örgütleniyor hatta sol bir partinin içinde dahi Fettullahçı örgütlenmeler dikkati çekiyordu. Tarikat-ticaret sermayesi öyle bir noktaya gelmişti ki mantar gibi şirketler kuruluyor, kar payı dağıtma senaryoları ile bilinçsiz insanlar sözde bu şirketlere ortak yapılıyor, tarikatın ciddi bir finans ağı oluşturuluyordu. Artık Tarikatların diğer liberal partilerde örgütlenmesine gerek kalmadı emanet oylar doğrudan adrese verilmesi ile kapatılan Refah Partisi iktidar edildi. İnsan hafızası maalesef zayıf; hatırlayalım bakalım Hasan Mezarcı'ları, Sincan Kalkışmasını, Libya Çadırlarını ve dinci terör örgütlerinin bodrumlarda bulunan domuz bağı cinayetlerini… Daha sonra kapatılan Refah Partisi'kadrolarından AKP oluşturuldu.
BOB, ABD'nin kendi emperyal sömürgeci çıkarları için oluşturduğu proje. Bu proje tıpkı yeşil kuşak projesinde olduğu gibi Ortadoğu'nun parçalanması ve özellikle petrol kaynaklarının kontrolünü içeriyor. Bu projeyi ayakta tutmak için aynı oyun oynanıyor. Türkiye'de Ulus Devlet ortadan kaldırılmalı. Nasıl? Ilımlı bir İslam modeli oluşturulmalı. İkinci Cumhuriyetçi tatlı su aydınları desteklenmeli ve Ilımlı İslam projesine eklemlenmeli. Bundan 10 yıl önce, şimdiki Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer, bir makale yayınlıyor. Makale bilim dünyasında-bilim dışı olduğu için- dikkat dahi çekmiyor ama belli ki birilerinin dikkatini çekiyor. Nasıl CIA'nin kadrolu profesörü Fukuyama ve Huntington gibilerinin de tezleri bilim dışı olmasına rağmen egemenlerin çıkarlarına ideolojik bir destek sağladığı için gündemde tutuluyor ise, Sayın Dinçer'in makalesi de birilerinin ekmeğine yağ sürüyor. Ne diyor Prof. Dinçer?
"Globalleşme ne kadar artarsa İslamlaşma'da o kadar artacaktır! Yeter ki buna uygun düzenlemeleri yapmasını bilelim! Yeter ki milliyetçiliğin anlamını kaybeden bir dünyada, Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar Türk Dünyası ve İslam Dünyası ile bağlarımızı pekiştirelim… Ve Türkiye'nin aktif olabileceği Osmanlı Coğrafyasında bu şekilde somutlaşacaktır! Prof. Dr. Taner Timur'a göre ilgili makale bilim dışı ancak makalenin yazarı şu anda Başbakan'ın Müsteşarı. Yani idari anlamda en yüksek bürokrat. Taner Hoca şöyle diyor:
" Dinçer'in manifestosu dünyaya Bütün ülkelerin Müslümanları! Türkiye'nin önderliğinde birleşiniz! Mealinde bir çağrıyla son buluyor. Türkiye halkına da en büyük düşmanınız dayatmacı cumhuriyettir! Mesajını iletiyor. Bütün bunları da ABD'nin Pentagon'un ve onların şekillendirdiği bir AB' nin koruyucu kanatları altında gerçekleştirmek istiyor. İlginçtir aynı zamanlarda eski CIA ajanı Graham Fuller'de şunları söylüyor:" AB'nin parçası olan demokratik bir Türkiye bölgedeki Kürtler için büyük çekim alanı olur. Pek çok insan bunun bir parçası olmak isteyecektir. Gönüllülük temelinde yeni bir Osmanlı İmparatorluğu bile kurulabilir." Taner Hoca biraz dalgasını geçiyor:" AB içinde bir Osmanlı İmparatorluğu? Neden olmasın 1856 da Osmanlı Düveli Muazzama'nın koruyucu kanatları arasına sığınmamış mıydı?" (2)
Bu şekilde Ilımlı İslam teorisyenleri iktidara getirildi. Tarihi fırsat yakalanmıştı. AB ve ABD çıkarları ile dinci kadroların çıkarları örtüşmüştü. Başımıza çorap örüldüğü Irak Harekâtında ABD' nin beklemediği bir şey oldu TBMM meşhur tezkereyi kabul etmedi. Çorap istemiyorsanız çuval verelim dediler ve gerekli mesajı da vermiş oldular.
Pentagon'da çizilen haritalar pek Ömer Dinçer'in Osmanlı Coğrafyası tanımına uymuyordu ve Sanırım CIA ajanı Fuller'de Sevr'i kabul etmiş bir Osmanlı'dan bahsediyordu.
Özal'ın bir koyup beş alacağız dediği ve aslında üçün birini almamız şeklinde tezahür eden Ortadoğu politikasında, ABD'nin niyeti Pentagon belgelerindeki haritada belli olmuştur. Öte yandan diğer cephede yani üçyüzün biri AB cephesinde durum daha da ilginç ve karışıktır. Bir taraftan bölücü örgüt'ü meşrulaştırma çabaları diğer taraftan Avrupa Parlamentosu Raporu ve bu rapor karşısında suskunluk ve şaşkınlık…
Aslında son rapor yeni bir rapor değil.2004 yılında George Soros'un Açık Toplum Enstitüsü bir raporu finanse eder. Raporu TESEV, Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı için Baskın Oran kaleme almış. Bu rapor ile 6 Ekim 2004 de hazırlanan Türkiye İlerleme Raporu arasında ilginç paralellikler var. Baskın Oran Başbakanlık Bünyesindeki İnsan Hakları Danışma Kurulunun oluşturduğu Azınlık Çalışma Grubunun raporunda görüşlerini tekrarlar. Raporda" Tek kültürlü ulus-devlet ve Türk kimliği yerine Türkiyelilik üst kimliğinin benimsenmesi öneriliyor." Devamla AY nın değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği maddeleri arasında yer alan " Türkiye Devleti'nin dili Türkçedir." İfadesi eleştiriliyor ve " Devletin Dili olmaz!" deniliyor (3)
2006 yılına gelindiğinde aynı rapor ısıtılıp önümüze koyuluyor. Siyasal İktidar sesini çıkarmak şöyle dursun paralel raporu Başbakanlık bünyesinde hazırlatıyor. Soros'un sivil toplum faaliyetleri ile ilgili ve Türkiye'de cirit atan istihbarat örgütlerine angaje olan sivil toplum örgütleriyle ilgili olarak her Türk Aydını'nın okuması gereken bir araştırma var: Değerli araştırmacı Mustafa Yıldırım tarafından yazılan Sivil Örümceğin Ağında… TESEV'ile ilgili olarak şöyle diyor Yıldırım:" Türkiye sivil hareketinde hangi taşı kaldırsanız altından TESEV çıkıyor… İçinden eski devlet görevlileri, eski solcular, eski ve yeni sosyal demokratlar, eski ve yeni iş adamları, büyük şirketlerin yeni tür smarts boys denilen, dışarıda özellikle ABD de eğitim görmüş yaşları 35-45 arasında olmasına karşın hala genç olarak adlandırılan profesyonel yöneticileri, türlü boydan vakıfçılar, dolarlı akademik projelerin başında yer alan ABD eğitimli profesörler çıkıyor." Devamla "… TESEV faaliyet raporlarının hangisinin kapağını açsanız ülkede son on yılda kotarılan yasal değişik tasarılarının teorik temellerini… Dinsel örgütlenme hürriyetlerinin nimetlerini anlatan yabancıları ve hatta geçmişleri Türkiye aleyhine çalışmalarla bezenmiş ABD Kongre üyelerini, Ermeni soykırım tasarılarının sözcülerini göreceksiniz." (4)
Ermeni iddiaları gündeme getiriliyor. Türkiye Cumhuriyetini kuran hatta Osmanlı Devletinin 11.ve 12.yy da kurucu unsuru olan Anadolu'yu öz yurdu yapan Alevi Vatandaşlarımıza azınlık diyorlar, İstiklal Savaşı'nda en çok şehidi veren Karadenizliye sen Pontus'un azınlıksın diyorlar, İstiklal Savaşının Kahramanı bu ülkeyi kuran Çerkez'e, Kürde azınlıksın diyorlar. Pes ki ne Pes! Utanmazlık diz boyu! Siyasal iktidar raporu yumuşattık başardık diyecek kadar komik ve gülünç duruma düşüyor. Mütareke Basını ve tatlısı aydınları mı? Onları tarih ibretle takip ediyor.
Ve Genel Kurmay Başkanı konuşuyor. Gerçekleri dile getiriyor ve satır arasında çok önemli bir şey söylüyor. Başarılı Gazeteci Yılmaz Özdil satır arasını yakalıyor:" Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yıpratılması çerçevesinde, pek çok maddi hata ile dolu belge yayınlandı. Bu belgelerde dikkat çeken en önemli konu, dokümanı oluşturan 22 Bölümden 9'unun Polis Akademisi tarafından yazılmış olmasıdır."
TESEV yeniden sahneye çıkıyor ve yayınladığı almanakta TSK ağır eleştirilerde bulunuyor.
Ama en ürkütücü olanı ve hepimizin kafasını karıştıran soruyu 4.Ekim 2006 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi'nde Pencere Köşesinde İlhan Selçuk soruyor: " Türkiye Cumhuriyeti'nin iki silahlı gücü var: Asker… Ve Polis… Düşünülmesi bile insanın tüylerini ürpertebilir; poliste TSK yıpratılmasına destek verenler kimlerdir? Fettullah Gülen tarikatı başta olmak üzere irtica örgütlerinin orduya sızma çabaları biliniyor… İkinci silahlı gücümüz polise sızmalar olmuş mudur? Olmuşsa boyutları nedir?"
Türkiye'de İrtica tehdidi hep olmuştur. Atatürk zamanında - hatta öncesinde- da vardı şimdi de var. Çünkü Türk Devrimi tamamlanmış bir devrim değildir. Bu devrim 1938 den sonra kesintiye ve sonrasında karşı devrim taarruzuna uğramıştır. Türkiye dört temel terör hareketi ile karşılaşmıştır.
Sağ-sol terörü
Ermeni Terörü
Ayrılıkçı Terör
Ve dinci terör.
Bu terör hareketlerinin en önemli özelliği birisi biter kesintisiz diğeri başlar. Ermeni terörünün bıçak gibi kesilmesi ve PKK ayrılıkçı terörü'nün birden başlaması terörü yöneten ve yönlendirenlerce bunun bir zamanlama mekanizması çerçevesinde daha açık deyimiyle bir plan dâhilinde organize olunduğunu gösteriyor.
Türkiye yirmi beş yılı aşkın bir süre yüksek enflasyon ve yolsuzluklarla boğuştu. Bunun sonucu olan çürümeye katlanacak başka bir ülke olabileceğini sanmıyorum. Türkiye'de her şey düzgün mü gidiyor? Hayır! Asla öyle bir şey söylemiyorum ama sessizce bir organizasyon yapıldı Antalya'da… Türkçe konuşan iki yüz elli milyon insan var bu ülkelerin dil kurultayı yaptılar ve en önemli sonucu Türkiye'de kullanılan Türkçe bu ülkeler için referans alınacak. Ne Osmanlıca, ne Arapça… Türkçe, bizim Türkçemiz… Bu ne anlama geliyor? Bir ulus önce ortak kültürle oluşur. Dil bu kültürün çekirdeğidir. Sonra ortak çıkarlar ve ortak toprak… Sakın Kızıl Elma'dan bahsettiğimiz sanılmasın; gerek Avrupalı Dostlarımız gerekse ABD' li dostlarımız bizi sandığımızdan fazla önemsiyorlar inanın bana. AB macerasında belli bir süreçte tarafların ortak menfaati var onlarda Türkiye üzerinden böyle muazzam bir pazara ulaşacaklar ve biliyorlar ki genişleyemezse AB bitecek… Ama genişlerken riskleri üzerine almak istemiyorlar, sadece Türkiye'ye yüklüyorlar. Daha AB' ye girmeden Gümrük Birliği'nin büyük sıkıntılara neden olacağı belliydi ancak Türkiye bile bile riski aldı, bu riskin bedeli AB tarafından Türkiye'ye ödenmiş değildir. Ancak Türkiye özellikle güvenliği ile ilgili siyasi riskleri artık tek başına taşıyacak durumda değildir. Bu sadece AB açısından değil ABD açısından da böyledir. Aşağılık kompleksine gerek yok ama Türke Türkten fazla Türk propagandası ve hamaset ede gerek yok. Türkiye'nin güvenliği ile ilgili asla ödün vermeyeceği meseleler var;
Fransa'nın malum yasayı geçirmesi hepimizi silkelemeli ve artık Türkiye gerçekle yüzleşmeli, Mustafa Kemal'in çizdiği yolu takip edip kendi çağdaş demokrasisini kurmalıdır.
1. Üniter Devlet modeli: Türkiye bir Federal Devlet değildir, Türkiye'de Lozan'da zikredilenlerin dışında azınlık yoktur. Bu gerçeğin dışındakilerim zikredilmesine müsaade edildiği sürece kakofonici Coniler müstemleke valisi gibi ülkenizde konuşur.
2. Laiklik ve Dil: Türkiye Cumhuriyeti'nin dili Türkçedir. Bu ülkede isteyen Pomakça, isteyen Çerkezce isteyen, Kürtçe konuşur bu serbesttir. Ama II. Cumhuriyetçiler Devlet'in dili olmaz diyor; öyle mi? İngilizce, Fransızca nedir? Yoksa Bismark Almanya'yı Çince yi mi kullanarak birleştirdi?
Laiklikten asla taviz verilemez ve bu güne kadar verilmiş tavizler Atatürk Devrimlerine yaraşır şekilde düzeltilmelidir. Diğer taraftan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bütçesi gözden geçirilmeli ve buranın yönetiminde diğer mezheplere de yer verilmelidir.
3) Avrupa'nın NATO'nun yapılandırılması ile ilgili olarak, Kuzey Atlantik Paktının kuruluşundaki gayesine uygun olarak Avrupa Ordusunun yapılandırılmasında üye devletlerden birine yapılan saldırı diğer üye devletlere de yapılmış sayılır hükmü yeni kurulacak Avrupa ordusunda önemle uygulanmalıdır.
4) Kıbrıs'ta eşitlikçi bir çözüm esas alınmalı.
5)Türkiye kendi demokrasisine çeki düzeni gene kendisi için gecikmeden vermelidir. Bütün düzenlemelerinde kendi ülkesi ve toplumundan kaynaklanan sosyal zorunlulukları iyi anlatmalıdır.
6. Siyasal İktidara düşen şey yeri ve gündemi gelmişken eğer demokrasi konusunda samimi iseler ve irticaya onlarda karşı iseler bir paket halinde
1. Tüm silah alımlarının TBMM onayı ile açık şekilde yapılması.
2. Başta İmam Hatip Liselerinin sayısının ülkenin imam ihtiyacına uygun olacak şekilde sınırlandırılması ve gereksiz olanların kapatılması. Tevhidi Tedrisat Kanunun tavizsiz uygulanması.
3. Düşünce Suçu ile ilgili düzenlemelerin yapılması.
4. Dokunulmazlıkların demokratik hukuk devleti yapısına uygun olarak yeniden düzenlenmesi; konularını TBMM gündemine bir paket olarak getirsinler bakalım toplumsal katmanlardan nasıl destek geliyor.
Ama amaç TC ordusunu yıpratmaksa, irticacı faaliyetlere yol vermekse, bakın AB ve ABD beni destekliyor ben olmazsam AB yi rüyanızda görürsünüz ise… Sahi dört yıldır ne yapıldı? Laiklik Tarif edilmeli, irtica tarif edilmeli öyle mi? Takkiye diz boyu. Bunları söyleyenlerden biri Sayın Arınç, kendisi hukukçudur. Laiklik fonksiyonel olarak Anayasa'da tanımlanmıştır çeşitli kereler Anayasa Mahkemesi İçtihatlarında defalarca tarif edilmiştir. Ve Anayasa Mahkemesi Kararları kişileri bağladığı gibi Devletin Tüm Organları'nda bağlar. Buna TBMM ve TBMM'si Başkanı da dâhildir. Amaç imambayıldıyı vezirparmağı gibi tarif etmekse biri de gelir kol böreği gibi tarif eder. Arife tarif ne gerek… Ülkede gerilim yaratmaya gerek yok bunlar zaten yemek tarifiydiler, sahi aşurenin tarifi nasıldı? AB'nin baskıları ve Fransa'nın yaptıklarından sonra Sayın Başbakan birden milliyetçi kesilip Türk'e Türk propagandası yapmaya başladı acaba bunun son anketlerle bir ilgisi var mıydı?
"Que Vadis"… Nereye gidiyoruz? Plajlarda bikini giyenler dövülüyor, Ramazanda içki içmiş diye insanlar komaya sokulurcasına dövülüyor ve daha beteri radikal dinci (dindar değil) yaşam biçimini kabul etmeyen vatandaşlar diğerlerinin gözünde " ötekileşiyor" düşman ve hatta iblis olarak görülüyor. Vatandaşlık kavramından kopup birey olamayan bir Öteki Türkiye oluşması/oluşturulması irtica değil de nedir? Milli Eğitim Bakanlığınca tavsiye edilen yardımcı ders kitaplarında alenen Cumhuriyet düşmanlığı, laiklik düşmanlığı yapılıyor; Milli Eğitim Bakanı'ndan çıt yok!
Sakın buradan dindarlığa karşı olduğunuz sonucu çıkarılmasın. Dindarlık ayrı şey dincilik ayrı şeydir ve eminim bu işten de en çok zararı gerçek dindarlar görüyor. Basınımız sorumsuzca bir takım şebekleri irticanın kaynağı gibi magazinleştiriyor. Bataklıkta sivrisinek avlamak diye buna denir.
Aslan Sosyal Demokratlarımı? Onlar Bağdat Caddesinde örgütleniyor. Ne hazindir ki emekçi kitlelerin olduğu yerlerde irtica örgütleniyor, küresel düzen insanı eziyor, ezilen insan bir şeylere tutunmaya çalışıyor. Siyasi aktörlerin toplumsal projeleri ve siyasi bir programları olmadığı için yalnızlaşan ve ezilen insana ulaşamıyor; o da tarikatlara tutunmaya çalışıyor… Denize düşen yılana sarılır. Eh imambayıldıdan sonra bu da post modern aşure tarifimiz olsun; malum Ramazan ayı.
Son gelen habere göre Sayın Orhan Pamuk Nobel Edebiyat Ödülünü almış. Kendisini yürekten kutluyor, suskunluğunun bir tesadüften kaynaklandığını kendisinin bir Türk Romancısı olduğunu ve gerektiğinde Nobel'i alırken Türk Halkının da özgürlüğünü her ortamda savunacağına inanmak istiyorum. Umarım içimiz kan ağlamaz!
Kirpi gibisin çocuk
Her tarafın diken
Kim elini uzatsa
Delik deşik
Üstelik
Sen de kan içindesin (5)
Başka ne desem bilmem ki…
Yusuf Besim Doğan
1) Metin Aydoğan-Bitmeyen Oyun, Umay Yayınevi 57.Basım sayfa 67
2) Taner Timur-Türkiye Nasıl Küreselleşti? İmge Kitapevi sayfa 170-171
3) Arslan Bulut-Küresel Haçlı Seferi-Yöneten Attila İlhan Bilgi Yayınevi 2. Basım Sahife 180
4) Mustafa Yıldırım-Sivil Örümceğin Ağında 5.Basım sahife 319
5) Attila İlhan-Ayrılık Sevdaya Dâhil, Delik Deşik adlı şiiri.
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Meddah |
|
Hak dostum hak ..! Yanıldım, aldım yanıma bir çırak. Eve gelmez külhani dükkanda yatır, kovsam; o da düşmez şanıma, kibardır, çarşafsız yorganda yatır. Ustası çırağını sever haşa huzurdan, eşek aldı getirdi pazardan, eşek göze geldi çatladı nazardan, eşek çıktı geldi mezardan. Eşeğin aşkından ormanda yatır, bizim çırak da hırtıyı pırtıyı toplamış külhanda yatır, zamanı evailde...
Meddah'lar böyle başlarmış, etraftan laf atan olursa bir güzel haşlarmış. Yok öyle ötesi berisi, Meddah dediğinin kalındır derisi. Pabuç bırakmaz laf ebeliğine, vurur üstüne üstüne asasının; araştırır insanı ta gebeliğine varasıya kadar anasının. Bir mendille kılıktan kılığa girecektir, hikayenin sonunda izleyenlere mutlaka bir ders verecektir. Bizim öyküden kimse beklemesin herhangi bir ders, bu günlerde nedense herşey bana ters.
Bir varmış, bir yokmuş, bir ağlarmış, bir inlermiş. Ak sakallı dedem bu masalı uzun yıllar evvel köse dedesinden yine bu köşede dinlermiş. Evvel zaman, kalbur saman, koskoca dünyamızın bir garip ülkesi ki; aman aman. Hani şu pirenin berber, devenin tüccar olduğu dönemde; bir Küçük Bey yaşarmış yaman mı yaman. Bizim Küçük Bey; gak deyince şokomel, guk deyince karamel, velhasıl ekmek elden su gölden yaşarmış. Günlerden bir gün Küçük Bey'i almış karşısına babası :
- Oğlum, iyi dinle, aç bakayım kulağını, sana bir sual soracağım, bilirsen hayıra, bilmezsen bayıra yoracağım.
"Bırak beni gideyim oyuna, başlatma şimdi sopuna da soyuna da..."
- Ne oyunu evlat, hayat memat meselesi bu, lay lay lom deel ..!
"İftara gelecek Merkel, istersen sen de gel. "Aferin" aldım ya tee uzaklardan.."
- Ah benim çömez oğlum, ne zaman kurtulacaksın bu tuzaklardan. Elin oğlu elini sağlama almadan metelik koklatır mı ?
"Yüzündeki ifade öyleydi, üstelik bana "Sevgili Kanka'm" diyooo, naaaber ?"
- Yeter, ağzına sürerim biber, sen şu soruma cevap ver : Nedir, en değerli şey dünyada ?
"Çok kolay Baba'cığım, yemek, içmek, kapı kapı gezmek... Ballı börek, sütlü çörek..."
- Bilemedin evladım, doğrusu emek olacak, emek...
"Aman Baba'cığım, o da ne demek ?"
- Bak şimdi, şu elimdekinin adı metelik. Emek vermezsen işine, düşersin hırsızın, kötünün peşine. Rezil de eder adamı, vezir de bu metelik !
"Ooo, senin IMF'den haberin yok, onlarda metelik çok, satarsan .ok gibi metelik var, ..ok"
- Evladım, bu işler bela olur başına, yazık değil mi bu vatanın toprağına, taşına.
"Fin, fon, fan.. Benden sonrası tufan. Avuç açarım da meteliğe kurşun atmam. Olmadı, dayarım vergileri, açarım sergileri, yan gelip yattırmam, pişmiş aşa su kattırmam..."
- Oğlum, milletin cebi delik, cepkeni delik. Ne elde var ne avuçta, ne işin var böyle aşırı uçta ?
"Aşırı uç deme bana. Ona da yeniden tanım yapalım, milleti oyalayıp hele şu aslan payını bir kapalım, sonra göreceksin emeğe mi meteliğe mi tapalım"
- Aaa, oğul senin nevrin dönecektir, Sultan Süleyman'a kalmadı bu dünya, pek yakında senin devrin de sönecektir... Sakın söyleme, zaten anan da benimle geliyor.
Bu kıssadır bir mecmua kenarına kaydolunmuş, biz de gördük söyledik. Saki'ye sohbet kalmazmış baki. Her ne kadar sürç-i lisan ettikse affola, inşallah gelecek sefere daha güzel bir hikaye söyleriz.
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Kahvenin Köpüğü : Melis Mine |
Can Dostlar
Tür: Dram
Yönetmen: David Duchovny
Senaryo: David Duchovny
Görüntü Yönetmeni: Michael Chapman
Müzik: Geoff Zanelli
Yapım: 2004, ABD , 96 dk.
Oyuncular: Anton Yelchin, Téa Leoni, David Duchovny, Robin Williams, Erykah Badu, Magali Amadei, Harold Cartier, Mark Margolis, Zelda Williams, Gideon Jacobs
1973'de New York'ta annesiyle yaşayan 13 yaşındaki Tommy'nin en iyi dostu, zihinsel engelli ve kendisinden yaşça epey büyük olan Pappass'dır. Tommy'nin âşık olması, dikkat çekmeye çalışan Pappass'ın hırsızlık yapması ve Tommy'nin bunu üstlenmesi işleri karıştıracaktır. Hayat artık zordur. Ve en sonunda, aslında en başında, bir iç hesaplaşmaya gidecektir Tommy.
Nasıl bir şeydir sevdiğin birini kaybetmek? Hep onunlasındır, o vardır oradadır. Gülümsersin, onunla konuşursun, kimi zaman kızar onunla kavga eder, bağırır çağırır ve hatta kalbini kırar, kırılırsın, ama gene de çok seversin onu. Çünkü bilirsin, o senin sevdiğindir, her zaman yanındadır. İyiliğine, kötülüğüne tüm hayatına kaynamıştır. Yaptığın her şeyi anlatırsın ona ve bilirsin yaptığın iyiyse en iyi destekçin, kötüyse düzeltmene en kuvvetli yardımcın o'dur. Her zaman güçlü olmayı, ayakta durmayı öğretir sana... Ama o giderse, işte o zaman boşlukta hissedersin kendini, artık onunla paylaştığın her şeyi kiminle yaparsın ki... O sessiz kucaklaşmaları - tüm üzüntü ve kırıklıklarını sessizce anlatan - o yorgun, ama ilgili yüzün yerine neyi koyarsın? Ama bir bakarsın yoktur. Gitmiştir, gitmesi gerekmiştir çünkü. Hatta senin yüzünden gitmiştir, sen göndermişsindir onu gittiği yere… Bazen de uzaktadır sevdiğin, güvendiğin insan. Yüzünü bile görmezsin, adını bile bilmezsin bazen. Sadece güvenir ve inanırsın sana doğru yolu gösterdiğine.
Bu film bir gözyaşı filmi aslında, kendi seçiminle sevdiklerinden uzaklaşma, hayatına sırtını dönüp yeniden başlama cesaretini göstermenin filmi. Kaçmanın bazen kalmaktan çok daha zor bir seçim olduğunu gösteren bir film.
Filmi Robin Williams ile Anton Yelchin götürüyor. Bir insan yüzünün bütün hisleri yansıtabilmesini hayranlıkla izleniyor Williams'ın yüzünde. 13 yaşında bir çocuğu annesine olan sevgisi, arkadaş ilişkileri, ilk gençliğe adım atma telaşı, âşık olması, bir yabancıya olan çekincesi, hayata karşı ürkekliği, kısacası tüm doğallığıyla Anton Yelchin'de hayat buluyor.
X-Files'ın Ajan Mulder'ı David Duchovny'nin yazdığı, yönettiği ve rol aldığı ilginç bir film "Can Dostlar".Ama sanki ağzımda eksik bir tat kaldı filmi izlerken. Film sadece bir hesaplaşma filmi olarak kalmış sanki. David Duchovny'nin kendi kendisiyle hesaplaştığı bir film olarak. Yan karakterler, hatta hatta Robin Williams bile yeterince işlenmemiş gibi. Aceleyle Tommy'e odaklanmış tüm hikâye, diğerleri öylece bir kenara itilmiş sanki. Belki bu yüzden sinemada izleyemediğime artık çok yanmadığım bir film "Can Dostlar".
Ama yine de her şeye rağmen, gitmeyi ve kalmayı, özgürlüğü ve kendine tutsaklığı sıkça sorgulayanlardansanız siz de, bu filmi izlemeyi "seçin."
Unutmayın, hayat aslında seçimlerden ibarettir.
Melis Mine
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Leyla Ayyıldız Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 7.158 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
ben kimim?
İsimsiz bir notayım
kendi sesini arayan,
Sonsuzluğa uzanan
uçsuz bucaksız porteler üzerinde.
Hiçbir notada bulamadığımdan belki
aradığım sesi,
Hep bir yanı eksik yüreğimdeki ezginin.
Kulak tırmalayan bu aksi seda
bundandır belki.
Belki de avaz avaz söyleyemeyişim
kendi türkülerimi bundan.
Kim bilir?
Orhan GÖKÇE
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
http://tarkanikizler.wordpress.com/
Sevgili yazarlarımızdan Tarkan İkizler oluşturduğu blog'a öykü ve denemelerini yerleştirdi. Hepsini toplu olarak bulmak isteyen kahvecilere duyurulur.
E-devlet projesi kapsamında uygulanan çalışmalardan bir tanesi de internet üzerinden online hizmetler. Bu hizmetler sayesinde doğalgaz, su ve Türk telekom faturalarınızı sorgulayıp ödeyebiliyorsunuz. Sadece bu kadar değil tabiki... http://www.devletim.com/online_hizmetler.asp kısayoluna tıklayıp diğer hizmetlerle ilgili tüm detaylı bilgilere ulaşabilirsiniz.
Yerli ve Yabancı Tv kanallarını Bilgisayarınızdan Ek Bir Tv veya Radyo Kartı Kullanmadan İzlemenize ve Dinlemenize Olanak Tanıyan Kullanışlı ve Küçük bir Program öneriyorum. Canlı TV programını http://www.yenidownload.com/download.asp?id=13476 kısayolundan indirebilirsiniz. Programın benim farkettiğim tek problemi sağ alt tarafta kullanılan reklam banner'ı. Ne tarz reklam çıkacağının pek fazla garantisi yok. Sonra uyarmadı demeyin ve kulaklarımı boşuna çınlatmayın.
Ramazan ayında yemek saatlerinin değişmesine rağmen dengeli ve yeterli beslenmek mümkün. Oruç tutan kişilerin her besin gurubundan (et,süt, tahıl , sebze, meyve, yağ ve şeker) gereksinimleri kadar tüketmeleri gerektiği şartı yerine getirilirse tabi. Oruç tutan kişiler Ramazan ayında en az 12 saat veya daha fazla açlık ile karşı karşıya kalıyorlar. Bu açlık süresi içinde kan şekeri düşüyor. http://www.milliyet.com.tr/ramazan/saglik.asp web sayfasında ramazanda neler yapılmasının doğru olduğuyla ilgili tavsiyeler bulacaksınız.
Mide problemleri oluşursa neler yapmak gerekir. http://www.doktordoga.com/default.asp?BookID=3&PageID=82 ...Meyve ve sebzenin de az pişmiş olarak tüketilmesi daha doğru olacaktır. Az pişmiş meyve ve sebzeler küçük parçalar veya püre haline getirilir ve yoğurt, krema, ayran, şeker, bal, biraz zeytinyağı ve mutfak baharatları ile karıştırılır. Etkili baharatların kullanılmaması gerekir...
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|