|
|
|
17 Ekim 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Bakın edepsize! | Merhabalar,
Nobel'di, Fransız dangalaklarıydı derken bizim eski dostları ihmal ettik bu aralar. Aradım taradım pek dişe gelir bir şey bulamadım. Ufak bir haberde okulların başında yer alan "T.C." harflerinin, fazla yer tuttuğu gerekçesiyle kaldırılacağını okudum. Tabi cumhuriyet düşmanları T.C. ye dayanamadı diyecek halim yok. Bunun çok saçma bir düşünce olacağının farkındayım. Ben de zaten başka şeylere yordum bu işi. Mesela benim amcaoğlum Milli Eğitim Bakanı olsa, ben de sokak tabelaları imal eden bir ufak dükkanın sahibi olsam, "Amcacım şu okulların tabelalarını yenileyelim yahu. Yok mu bunun bir çaresi?" diye tavla partisinde, iki şeşbeş arasında mutlaka sorarım. Gülüp geçeriz belki ama, ya amcam "Olur da, bir gerekçe uydurmalıyız." derse. İşte o zaman ayıkla pirincin taşını. Düşünür düşünür, "T.C.leri kaldıralım amca, zaten YTL nin başındaki yeniyi de kaldıracağız, T.C. nin anlamını bilmeyen mi var, kaldırın gitsin." diye bir espri yapabilirim. Amcam da bunu ciddiye alıp ihaleyi de bana verir olur biter. Şöyle bir düşünün, binlerce okul, binlerce tabela, tanesi 100 YTL olsa, al sana deve yüküyle para. Bırakın camlar kırık kalsın, tabelalar değişsin, vatan sağolsun.
Konuyla ilgili bir haber de İsveç'ten. Ticaret bakanı 600 dolar vergi borcu ortaya çıktı diye istifa etmiş. Bu işe en fazla kızanlar bizim bakanlar olsa gerek değil mi? Onlar tabela değiştirip, haklarında açılan gensoruları ekarte etmekle uğraşırken elin bakanı 900 YTL için istifa ediyor. Bakın edepsize!
Semiha Yankı'nın "Seninle Bir Dakika" diye şakıdığı yarışmada birinci olan grubu hatırlıyor musunuz? Şimdi onları dinleyelim ister misiniz? Teach In söylüyor, Ding-A-Dong. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
A'dan Z'ye : Ardan Zentürk Orhan Pamuk...Canımı yaktın... |
|
Ne zaman ilkbahar ayları yaklaşsa, rahmetli ninemin yüzünde hep o hüzün...
Kolay değil... Trabzon’un Of ilçesinden Fatma Hanım, günlerin ilkbahara döndüğü günlerden bir gün, arkasından su dökerek, dualarla asker ocağına gönderdiği dört ağabeyi ile üç kuzenini Çanakkale Harbi’nde şehit vermiş...
Ailenin temel direği 7 tane aslan gibi delikanlı... Gitmişler... Bir daha hiç dönmemişler...
Ninemin matemi hiç bitmedi... Yüzündeki hüzün hiç geçmedi...
Çünkü... İçinden şehit çıkan evin her zaman bir yeri kanar, ocağında kaynayan çorbada hep bir fazla tabak için pay vardır...
Rahmetli peder bey de öyle... Nedense, hiç görmediği dedesi Dr.Selim Sırrı beyin, Yemen’den Kudüs cephesine intikalinde şehit düşmesini unutamamıştı...
Bazı efkar akşamlarında, dedesi ile birlikte şehit düşmüş binlerce Türk askerini, Kabe ile Mescid-i Aksa’ya İngiliz’in postalı deymesin diye güle oynaya gitmiş savaşa çocuklar, diye anardı...
Zaman bize kötü oyunlar oynadı...
Harb-i Umumi’den yenik çıkmış bir imparatorluğun küllerinden Cumhuriyet’i kurduğumuzda şehit hüzünlerinin ninelerimizin yüzünde tarihe karışacağını umduk...
İlerleyen yıllarda ocaklarımıza çok fazla ateş düştü...
Çünkü bize, toprağı vatan yapmanın ne olduğu iyi öğretilmişti...
Sarıkamış dağlarından Şam katliamlarına... Balkan Harbi’nden Trablus’a...
Memleketi sıradağlar gibi beklerken toprağa düşenin hesabını tutmadık...
Ama Orhan Pamuk oturmuş saymış...
Bu ülkede 30 bin Kürt ile 1 milyon Ermeni öldürülmüş...
Vay Orhan Pamuk vay...
Canımı yaktın...
Asker ocağından evladının cenazesini almış şehit anasının yüreğini kanattın...
Tarihçilerin bile karar veremediği bir konuya bulaştın...
Gözümüzün önünde yaşanılanları bize yanlış aktardın...
İçimizde kor ateş...
Evet... Türkiye, 1984-1998 yılları arasında bu topraklarda yetişmiş 30 bin evladını toprağa verdi...
Elebaşısı İmralı’da anlattı... Biz de oturduk dinledik...
Bir millete karşı tezgahlanmış en büyük uluslar arası komploydu... Brüksel’deki NATO toplantılarında yanıbaşımızda oturanların silahlandırdığı, kumanyasını verdiği, eğittiği yine bizim insanımızın kullanıldığı iğrenç bir komplo...
Komployu hazırlayanlar, tüm zamanların en büyük barbarlarıydılar... Anadolu’nun genç insanlarını dağ başı mevzilerinde karşı karşıya getirdiklerinde, kendi başkentlerinde sırıtıp duruyorlardı...
Yüreğimiz sıkıştı... Nefes alamaz olduk...
Memleketin dört bir yanında anaların ağıtları yankılandı...
Ama Orhan Pamuk, hain pusularda şehit düşen askerlerimiz kadar, eline Kalaşnikov verilip dağa sürülmüş, geriye dönse infaz edilecek Kürt gençleri için de içimizden nelerin koptuğunu bilmiyor...
Nereden bilecek...Nişantaşı’ndan bir kez dışarı çıktı... Onda da Kars’ı yanlış anlattı...
Mesele Nobel kazanmaksa...
Orhan Pamuk’un halleri, sanatsal yükselişini Türkiye’nin yaralarını kaşımakta bulmuş sinemacıların hallerine pek benziyor...
Berbat bir anlatımınız da olsa, Avrupa’nın herhangi bir festivalinde ödül almanız mümkündür...
Dar çevre entellektüelizmi sadece bu ülkenin değil, tüm dünyanın başındaki derttir... Uluslar arası güçlü lobilerin harmanlanmasında ise Türkiye’ye düşen, hep, eleştirilen garip bir ülke olmaktır... Bakın, Holivud bile Araplar’a laf edemeyince, Müslüman terörist tiplemesinde hemen Türk kullanmayı pek güzel beceriverdi...
Zaten o mahfellerde toprağa düşmüş Türk’ün sayısı tutulmaz, pek de önemli değildir...
Orhan Pamuk, marjinal çıkışları nedeniyle ülkesinde dışlanmış mazlum bir aydın rolünün kendisine Nobel’i getirebileceğine inanıyorsa, bu yolda devam edebilir...
Eminim ki, göl maya tutacaktır...
...Ve sonra, her acıyı hiç yaşanmamış gibi yaşayan bu ulu ülke onunla da gurur duyacaktır...
Ama o açıklama yok mu... Hala canım yanıyor...
Ardan Zentürk
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kahveci : Selda Eruzun Tetik SİZİ BİLİRİM ASLINDA |
|
Bu bitiş değil. Yalan 'son'lar, yalan 'başlangıçlar' sanma. Yeni yazgılar, yeni umutlar var, bana ait. Sizi bilmem. Sizi bilirim, aslında. Sizin de vardır. Yeni ve eski dostlar var bana ait. Hepsinin yeri ayrı. Hepsinin yeri özel. Hepsinin yeri güzel.
Yeni filmlerin jenerik yazılarında yeni başroller var benim için. Sizi bilmem. Sizi bilirim aslında. Sizin de vardır. Bütün filmlerin sonu güzel olmalı. Bütün aşkların ,bütün arkadaşlıkların. Bütün sevgilerin, sevgililerin, can atılan tarihlerin, bütün filmlerin sonu. Bütün filmlerin başı kadar zararsız olmalıyım hiç değilse.
Yer ve zaman değişebilir. Ben hemen ayak uydurmaya gönüllüyüm değişikliklere. Sizi bilmem. Boyut değişebilir, rütbeler, üsler aslar değişebilir. Bey'ler Hanım'lar, ikinci çoğul şahıslar ikinci tekil şahıslara dönebilir zamanla.
Sınavlara tabi tutacak seni hayat. Ben bütün soruların cevaplarını bulacak cesarete sahibim. Sizi bilmem. Sizi bilirim aslında. Sizin de vardır cesaretiniz. Sözlü sınavlarda başarı daha kesin olabilir ya da daha betere dönebilir.
Kişinin kendine hakim olması lazım ama bazen olamıyor. İhtirasları var kahrolası insanın. Kendine hem kızıp hem bıktırırcasına tekrarladığı hataları var. En çok kendine katlanmak zor bazen. Benim çığlık atasım geliyor. Sizi bilmem. Sizi bilirim aslında. Bağırmak, baştan başa gökleri yırtmak istiyorsunuz. Yapacak gücünüz de var. Emin olun. Ben sizi biliyorum. Siz de beni bilin.
Unutmayın!
Selda Eruzun Tetik
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Bekleme Salonu
Bekleme salonu / holü ışıklarını söndürmüş sessizliği bekliyordu. Duvar kenarına dizilmiş ahşap banklara, yorgun vücutlarını sermişti hasta yakınları. Bir aksilik olmazsa- olmayacak gibi görünüyordu- ertesi günün ilaçkanpara maratonuna dinlenmiş katılmaktı niyetleri.
Metal çığlığıyla açıldı asansör, gecenin ortasına. Işığı yakıp aksiliğe baktı başkalarının yakınları. Bu saatte buraya aksilikten başkası gelmezdi. Birbirlerini tanıyor olmanın selametiyle yeni gelenlere yöneldi yorgun bakışlar. Telaşlı kaygı dolu gözler, meraklı gözlerin üstünden atlayarak en dipteki banka yürüdü parmak uçlarında. Dizlerinin arasına gömdüğü başını kaldırdı yaşlı kadın. Baktı gelenlere. Gözlerine ama. Gözlerinin ta içine. Buz gibi soğuk, taş gibi ağır.
Kürtleri gördüğünde akıllarına olumsuz düşüncelerin gelmesine alıştırılmış müsniler aksiliği boşuna beklediklerini anladılar o an. Ya çoktan gitmişti ya da hiç gelmeyecekti. Yoksul mankenler, analarının bakışıyla eğdiler dik başlarını hem de ilk defa. Giysilerindeki eski ütü yerleri, eskimiş kol ağızları, farklı iple dikilmiş ceket düğmeleri bu fırsattan yararlanıp tanıştılar etraftakilerle.
- Bilmiyorduk ana dedi alnındaki çatlaklar daha derin olan, daha çok yaşamış olan acıları.
- Köyden şimdi aradılar hemen geldik dedi diğeri.
İki hasta bakıcının kolları arasında kıpırtısız, itirazsız gelmişti yaşlı kadın hole. Bankların hepsi boştu o saatlerde. Hastalar ve yakınları akşam yemeği telaşındaydı. Emekli öğretmen Sadiye hanımın _kilolarla başı dertteydi- oturduğu banka oturttular yaşlı kadını. Yaşlı kadının elini tuttu Sadiye öğretmen. Sarıldı. Ne bir teselli sözü ne bir isyan. Bir damla yaş akmadı yaşlı kadının gözünden. Sadiye öğretmen Türkçe bilmediğini bildiğinden, dokunarak paylaştı acısını.
25 yaşındaydı kızı. O biliyordu türkçeyi. İlkokulu okumuştu köyünde. Daha da niyeti vardı ya, dedesi yaşında bir adama verecekler diye kaçmıştı İsmail'e. İsmail inşaatlarda amelelik yapardı. Sesi de güzeldi İbrahim Tatlıses gibi. İsmail'i anlatırken böyle der sonra hınzırca gülerdi. İki aydır görmüyordu ne İsmail'i ne de iki küçük yavrusunu. Diyarbakır'da onbeşte bir gelirlerdi. Önümüzdeki hafta geleceklerdi inşallah. Kendi de inanmadı, umut ettiğinden öyle söyledi. Göğsünden (geceliğinin altından kemiklerinin üstünden ) çıkardığı fotoğrafı, önce öptü sonra Sadiye öğretmene gösterdi.
Ağabeyleri burada diye, büyük şehir diye buraya gelmişlerdi. Biliyordu yoktu çaresi bu meretin. İsmail ve çocukları, biri kız biri oğlan üç damla yaş oldu gözlerinde.
- Bir kere bile gelmedi ağabeyimler, kızgınlar bana İsmail'e kaçtım diye. Ben üzülmem de kahrolur annem.
Yaşlı kadın elini aldı Sadiye öğretmenin elinden. Başını koydu dizlerinin arasına. Büyük bir tülbendin arkasına sakladı acısını. Saatlerce öyle kımıltısız, öyle sessiz kaldı.
Unutturdu kendini. Çocukları gelmezse orada kuruyup gidecekti.
- Ana dedi adam.
Başını kaldırdı kadın, dizlerinin üstünden. Güçsüz ince bileklerinin arasına aldı sonra. Yüzünün yarısını kapladı yıpranmış minik elleri. Acı kanatlandı uçtu ağzından. Kapkara yabansı bir hayvan. Yaralı bir çığlık. Zamanı ikiye bölen; orta yerinden.
Bir ağıta başladı.
Meyil Delen
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 7.297 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
YARADANA MEKTUPLAR'DAN
BEN SENİN HAYRANINAM
Işık gibi südün
İnsan gibi dölün
İsa gibi kulun
Kur'a gibi dilin var
Ben senin hayranınam.
Bahçelerin var nur içinde
Horoz sesi değmemiş göklerin var
Benim içimde, kat kat.
Cennetinden bahar taşır
İki gözüm iki sepet
Ben senin hayranınam.
Bu can âzat.
Beni cennet kapısında gözet
Senden bana kalan dünya
Benden sana kalan ahret
Ben senin hayranınam.
Bedri Rahmi Eyüboğlu
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
http://tarkanikizler.wordpress.com/
Sevgili yazarlarımızdan Tarkan İkizler oluşturduğu blog'a öykü ve denemelerini yerleştirdi. Hepsini toplu olarak bulmak isteyen kahvecilere duyurulur.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|