|
|
|
1 Kasım 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Elektrikler kesilecek!.. | Merhabalar,
İnsan hali işte, bir günü bir gününe uymuyor. Dün cin gibiydim, bugün pazarda ellene ellene canı çıkmış muşmula gibi. Normal şartlarda olsam, kalkar üstümü giyer doğru bizim dükkana yollanırdım. Unutmamak için elime koluma iplikler doladığım aksesuarımı alır gelir işime devam ederdim. Ama dedik ya muşmulalar hareket etmekte zorlanmaktalar. Efendim gündüz dükkan, gece ev yanımdan ayırmadığım adı dizüstü ama kendi masaüstü bilgisayarımın adaptörünü dükkanda unuttuğum için pilin ömrü yettiği kadarıyla işimi bitirmek durumundayım. Bu da 2 saatlik ömrüm var demektir. Aceleyle bu haberi yazdım, eğer vakit kalırsa biraz daha devam ederim. Haydi kalın sağlıcakla.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
KahveRengi : Alaattin Bender |
KORKUNÇ BİR KAVGADIR RESİM
"Resim, ışığa kavuşan herşeyi büyük bir aşk ile incelemek ve bu aşkı renkler ve çizgiler aracılığı ile insanlara aşılamak sanatıdır" der Bedri Rahmi. Gerçekten de resim sevgisi aşk gibi bir şey. Sanat eseri bir resim karşısında her zaman ilk günkü gibi bir heyecan duyar; resim sanatı uğruna maddi ve manevi zorluklara göğüs germek, bu uğurda hertürlü fedakarlığı yapmak gerektiğine inanırım. Bu aşkı ressam Burhan Uygur şöyle tanımlar: "Sanat aşk ister. Ama baştan savma sıradan bir aşk değil. Yakalaması yürek isteyen bir aşk."
Öte yandan sanatta içtenlik çok önemli! Öyle ki, sanatçı çalışacağı konuyu, biçimi özümsemeli, duygulanmalı, yüreğinde hissetmeli. Resim yaparken hem fiziken hem de ruhen tablonun içinde gezinmeli; kısacası yüreğinin götürdüğü yere gitmeli. Ben bunu bizzat denedim. Zaman zaman resim tarihine malolmuş ünlü bir ressamın en beğendiğim resminden yola çıkarak resim yapmaya başladığımda, bana ait olmayan birşeyleri boyadığımda, aklımın, benliğimin bunu reddettiğini gördüm. Ortaya beğenilecek, albenili bir resim bile çıksa ya onu tamamıyla sildim, ya da aynı konuyu benim resmim olarak yeniden ele aldım. Bence doğrusu bu! Gelin, tam da bu noktada Avni Arbaş'ın sözlerine kulak verelim: "İnsan yaptığı şeyi tanımalı. Eğer söyleyecek sözünüz yoksa o zaman birşey yapamazsınız. İnsanlar hayal etmesini unutmuşlar. Sessizlik yok, her tarafta gürültü var. Düşünmek çok önemli. İnsanlar yavaş yavaş düşünmemeye doğru yönlendiriliyor."
"Benim için mutluluk: Resim yapmak"
İçtenlik ve resim sevgisi konularında ressam Orhan Peker'in düşüncelerini kendimle özdeşleştirim. Orhan Peker "Resim benim için bir varolma meselesidir. Yani ben resim yaparken kendimi mevcut hissederim. ... Benim için mutluluk: Resim yapmak" der ve bunun "alın yazısı" olduğunu düşünür. Öte yandan "Resim sanatında her şeyden önce içtenliğe inanırım. Sanatçı topluma bu yoldan varabilir. Sanatçı her şeyden önce içinden geldiği gibi çalışmalıdır. Sürekli ve içtenlikli bir çalışma sanatçının dilini yapar." diyerek çalışmanın önemini vurgular. Kısa ömrüne karşın aynı kaygıyı taşıyan Van Gogh "Uzun vadede olgunlaşan ve insanın yaptıklarını daha iyi ve doğru yapmasına yolaçan tek şey, biriken deneyimler ve gündelik kusurlu çalışmalar. Böylece tek yol, uzun ve ağır çalışma; ille de iyi şeyler yapma karar ve çabası ise yanlış." der. Gerçekten de bu, Aşık Veysel'in "Uzun ince bir yoldayım" sözleriyle dillendirdiği gibi uzun soluklu bir koşu, bir maraton adeta.
"Yoğun acımasız, tanıksız, sanatçıyla kendi arasında bir kavga."
Biçim sorunu, renk, armoni, ritim, kompozisyon kaygıları 'sanat'ın 'olmazsa olmaz!' kaygılarından. Aslında yüreğiniz ile mantığınız arasında hassas bir denge sanat. Birinden biri ağır bastığında sanatın tüm tılsımının kaçacağını, yapılan işin sanattan uzaklaşacağını söylemek sanırım hata olmaz. Orhan Peker'in dediği gibi "Sanat herşeyden önce, kalple kafa arasında gerçekleşiyor. Bundan bir denge, bir armoni çıkarmak kolay değil." "Sanat belki bir çeşit tatmindir, rahatlamadır. Ama sanatçı için mi, seyirci için mi? Gelmiş geçmiş bütün iyi sanatçılar acı çekmediler mi" diyerek yüreğinde duyduğu sızıyı açığa vurur. Ressamın taşıdığı bu mutsuzluğu asıl kaygısı şiir olan, ancak son dönemlerde yaptığı resimleri de günyüzüne çıkaran 'şiirin uç beyi' İlhan Berk de yazarken taşır: "Yazmak mutsuzluktur, mutlu insan yazmaz. Bu yeryüzünü olduğu gibi görmeme engel olan ve bana bu yeryüzünü cehennem eden bu yazmak eyleminden kurtulduğum, mutlu olduğum bir tek şey var: resim yapmak." Mimar-ressam Le Corbusier ise "Korkunç bir kavgadır resim. Yoğun acımasız, tanıksız, sanatçıyla kendi arasında bir kavga." diyerek son noktayı koyar.
"Biten bir şeyler oluyor. Ama resim değil de çoğu zaman boya bitiyor..."
Bedri Rahmi, yazımın başındaki resim tanımını yaptıktan sonra "... Ben renk peşindeyim. Benim anladığım resim hiçbir zaman bitmiyor. Biten bir şeyler oluyor. Ama resim değil de çoğu zaman boya bitiyor, terebentin bitiyor, çalışma sevinci bitiyor, en kötüsü ömür bitiyor." diyerek sanatçının ölüme karşı çaresizliğini, serzenişini anlatırken Andre Malraux da "ölüme karşı tek yanıt sanattır" diyerek sanatın gücünü vurgulamaktadır. Bu arada Akademi'nin grafik bölümünden mezun, dünyanın sayılı karikatüristlerinden 1928 doğumlu Semih Balcıoğlu'nu da rahmetle anmadan geçemeyeceğim.
Dilerseniz, 2-24 Kasım 2006 tarihleri arasında 43. kişisel sergisini Nurol Sanat Galerisi'nde açacak olan, daha önce 'Maviydi Bisikletim, Hem de Alman Malıydı' başlıklı yazımla tanıtmaya çalıştığım ressam Söbütay Özer'in sözlerine kulak vererek yazımızı noktalayalım: "Resim gece gidilen bir yol gibidir. Arabamızın farları yolu ne kadar aydınlatıyorsa o kadarını görürüz. Ondan sonra karşımıza ne çıkacağını sadece düşleriz. O anda göremeyiz ama ilerledikçe her şey ortaya çıkar..."
Kasım ayı hem Başkent'te, hem de İstanbul'da sanat fuarlarının açılışını müjdeleyerek yaşamımızı renklendirecek, sanatseverleri ve sanatçıları buluşturacaktır. ArtForum Ankara 2. Plastik Sanatlar Fuarı Atatürk Kültür Merkezi'nde 18-26 Kasım 2006 tarihleri arasında izlenebilir. 28 Ekim - 5 Kasım 2006 tarihleri arasında ARTİST 2006 isimli 16. İstanbul Sanat Fuarı 25. TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı ile eş zamanlı olarak izlenirken Artİstanbul 2006 - Uluslararası Çağdaş Sanat Günleri ise 21-26 Kasım 2006 tarihleri arasında Salıpazarı'ndaki Antrepolar'da gerçekleştirilecektir.
'Işığın ve hüznün ressamı': Modigliani
Hayatı sahneye taşıyan Ankara Devlet Tiyatrosu bu kez 'Işığın ve hüznün ressamı' olarak anılan figür resmiyle ünlü, İtalyan ressam Amadeu Modigliani'nin açlık, yoksulluk ve hastalıkla örülü yaşamı, sanatı, aşkı ve dramından üç günlük bir kesiti sahneye taşımakta. Modigliani'nin (1884-1920) genç yaşta ölümünden bir gün sonra ise başka bir trajedi gerçekleşir. Hayatı, Andy Garcia'nın oynadığı bir filme de konu olan, Dennis McIntyre'nin yazdığı 'Modigliani' oyunun yönetmeni Barış Eren, babası ressam Cemil Eren'den ötürü zaten çocukluğundan bu yana resimle yoğrulmuş, resim çalışmış bir kişi. Dolayısıyla bu yönü oyuna renk üstüne renk katacak diye düşünüyor ve resimle ilgilenen tüm sanat dostları başta olmak üzere herkese bu oyunu tavsiye ediyor, izlemek için sabırsızlanıyorum.
Sanat paylaşılmak, hayat yaşanmak, yaşam hüzünlenmek ve sevinmek için...
Alaattin Bender www.alaattinbender.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Barış Güvercini : Banu Kurtis Chouard IKEBANA -1 |
|
Japonca'da; IKE 'yaşatmak', BANA veya HANA 'çiçek' anlamına gelir. Bu iki sözcüğün birleşimi de bize IKEBANA'nın; 'çiçekleri yaşatma' sanatı olduğunu açıkca belirtir.
Ikebana çiçek düzenleme sanatı daha ilk bakışta insanları derinden etkiler. Ancak çiçekleri sevenler, Japon çiçek yerleştirme sanatındaki derin anlamın nereden kaynaklandığını da merak edeceklerdir elbette. Bu soruya kısa ve kesin bir cevap vermek çok zordur. Japon tarihi içinde onaltı yüzyıllık bir geçmişi olan ikebana, karmaşık ve uzun bir anlatım gerektiren derin bir anlam taşır. Ayrıca, dini, felsefi, edebi ve görsel yönler içeren başlı başına bir sanat dalı olduğu için de anlatılmasi oldukça zordur.
Ikebana, insanlara doğayı, onun kurallarını ve gizemlerini yansıtır, hissettirir. Anlatım yolu olarak ikebanayı seçen kişi de, çiçeklerle yaptığı düzenlemeyle bu kuralları ve gizemleri hissedebildiğince aktarmaya çalışacaktır.
Örneğin ikebananın, evrenin sonsuzluğundaki kısacık insan yasamını, kelimeleri yanyana dizerek uzun uzun anlatmaktansa, yerinde kullanılan bir kaç dal ve çiçekle rahatça yansıtabildiğini görüyoruz. Bu nedenledir ki ikebanaya, dile getirmek istediğimiz düşüncelerimizi tek bir kelime söylemeden çevremize aktarabilme sanatı da diyebiliriz.
Ikebanada kullanılan her dalın, her çiçeğin, şeklinin, renginin, her zaman özel bir anlamı vardır; bir sonbahar yaprağı geçmişi, bir tomurcuk geleceği, tam açmış bir çiçek ise, şimdiki zamanı belirtir. Kişinin ikebana sevgisi ve bilgisi derinleştikçe, ikebana mesajını alıp vermesi de o ölçüde kolaylaşıp doğallaşır.
Bizler, genellikle batılı yaşam biçimine yönelik insanlar olarak bilinçsiz ve yüzeysel bir davranışla, hatta çok kere biribirimizi taklit ederek olanaklarımıza göre; kimimiz çiçeklerimizi satın alarak bir vazoya yerleştirir, kimimiz de evlerimizin bahçesinde veya saksılarda yetiştirdiğimiz çiçeklerimizin tabiata uygun düştüğünü sanırız ve çiçeklerimize bu gözle bakar, onları bu gözle severiz. Japonlar ise, çiçek duzenlerken yeni bir biçim yaratmak amacıyla, bizlerden çok daha derin bir çalışma gayreti içine girerler. Bizim uyguladığımız bakım ve yetiştirme şekli, onlar için doğada zaten vardir. Başka bir deyişle, bizler bitkileri başlı başına birer süsleme unsuru olarak görürken, Japonlar onları, gerçekleştirecekleri süslemenin ham maddeleri olarak ele alırlar. Bu nedenle de Japonlar için herhangi bir ham madde gibi bitkilerin de işlenmesi gerekir.
Kuşkusuz, Japonlar'ın yaşamında çiçek diğer insanlarınkinden çok daha büyük bir yer tutar. 19. yüzyılda Japonya'yı ziyaret eden yabancılar burasını ''çiçekler ülkesi'' olarak nitelendirirlerdi. Bu değerlendirme, Japonya'nın en iyi çiçek yetiştiren ülke olmasından değil; çiçekleri en iyi biçimlendirmesini bilen insanların ükesi olmasından ileri geliyordu.
Japonlar, doğaya karşı son derece saygılı olmakla birlikte, bahçelerindeki ağacları ve çiçekleri değişikliğe uğratmaktan, basitçe budamanın ötesinde, onları işlevsel hale getirmek için gerekli gördüklerinde kesip koparmaktan çekinmezler. Onlar için bu işlem sadece bir bahçe veya çiçek düzenlemesinden ibaret olmayıp; aynı zamanda, tüm bilgi, birikim, yetenek, gelenek ve kişisel duygularını da katarak, kendi kişiliklerini, zihniyetlerini ve yaşam felsefelerini de yansıtan bir eser yaratmak amacını da güderler.
İşte bu nedenlerdendir ki, bir insanin tüm yaratıcılık yeteneğini ve duygularını seferber ederek ortaya koyduğu böylesi bir sanat eserinin değerini bir çırpıda ölçmek de pek mümkün değildir.
Geleneksel Japon çiçek düzenleme sanatının esas amacı, insanın doğadan kopmaması, kişiliğini güçlendirmek için gerekli ruh ve beden sağlığı dengesini, doğa düzeninin bilincine vardıktan sonra, bu düzenle bütünleşerek gerçekleştirmesidir.
Bu yaşam felsefesinin önericisi ve oğreticisi olarak kabul edilen ikebananın, yaratıcısı olan insan gibi malzemesinin de canlı oluşu, konunun en duyarlı noktasıdır. Doğadan gelen malzemelerle, doğaya sadık kalarak yapılan buketler, sadelik simgeleri olduklari için gelişi güzel bir çalışmaya olanak tanımaz. Klasik olsun, modern olsun, tüm ikebana buketlerinin ana temelinde, evrenin uyumu, insanların biribirlerine ve doğaya duydukları saygı, sevgi vardır.
Ikebana çiçek düzenleme sanatı, herşeyden önce bir aile sanatıdır. Genel ilke olarak, çiçeklerin güzelliklerinden yararlanarak evi süslemeye değil; doğanın nesnelliği ile, düzenliyicinin özel duyguları arasinda uyumlu ve anlamlı bir kompozisyon yaratmaya dayanır. Ikebana düzenliyicisi, doğanın kendisine hazır olarak verdikleri ile yetinmez, hazıra konucu değildir; doğanın kendisine verdiklerine, kendisinden de bir şeyler ekleyerek sanata adını yazıp imzalar.
Doğayı böylesine özümseyen, doğayla böylesine bütünleşebilen bir kişi için ikebana, çiçekleri kesip koparip bir vazoya yerleştirerek bencilce bir zevkin doyurulmasından ibaret değildir. O, yaptığı düzenlemeyi bütün aşamalarda (tasarlama, uygulama, gerçekleştirme ve temaşa) yaşayacaktır da...
Böyle bir düzenlemeyi yaşatabilmek ise, çiçeklerin doğal özelliklerini tanıyıp bundan bilinçli olarak yararlanmayı gerektirir. Örneğin, ikebana okullarında öğretilen çeşitli çiçek düzenlemelerinin çoğunda tomurcuklardan yararlanıldığından, yaratılan kompozisyon asıl etkileyiciliğine ancak bir kaç gün sonra, tomurcuklar açıldığında ulaşmaktadir.
Bugün ikebana okullarının en tutucu, geleneklere en bağlı olanları, ayni zamanda en önemli yenilikleri de (özellikte eğitim alanında) getirmiş olanlar olarak dikkatimizi çekiyor. İlk bakışta sanki bir çelişki gibi gelebilecek bu durumu acaba; bir yandan Japonlar'ın tarihsel gelenekleri ve özellikleriyle, modern çağın gereklerini benzersiz bir başarıyla bağdaştırmış olabilmeleriyle, diğer yandan da ünlü çiçek tanzimi üstadı Bukuyu Takeda'nın ikebana konusundaki şu görüşleri ile açıklayabilir miyiz?
- İnsanlar da, bitkiler de ölümlüdür. Tek kalıcı olan, çiçek kompozisyonlarının anlamı ve özüdür.
- Çiçeklerle çalışırken gözle gördüklerini insanın kendi içinde araması gerekir.
- Erdemle birleşmiş güzellik, güçlüdür. Tek başına güzellik cansızdır; ancak "doğru" duygu ile elele yürüyorsa hayatiyet kazanabilir ve gerçekleşebilir.
- Çiçeklere layık oldukları değeri vermek, insanı inceltir ve yüceltir.
Günümüzde, yeryüzünün en gelişmiş uluslari arasında yer alan Japonlar bu başarılarını doğayla ilişkilerini hiçbir zaman kaybetmemelerine borçlu olduklarını söylüyorlar. Gerçekten de Japonlar için doğa kutsal bir kaynaktır, bu kaynağa zarar vermek söz konusu bile olamaz. Tüm Japon sanatlarında belki biçim ve renkten de fazla, önem taşıyan güzel hatlar, çiçek düzenleme sanatında da egemendir ve bu sanata bambaşka bir nicelik ve estetik kazandırır.
Kompozisyonlarda çoğunlukla basit dallardan yararlanılır. Bu dallar ne kadar güzel ve uyumlu bir görünümde olurlarsa olsunlar, kompozisyon ikebana kurallarına uymadığı ve düzenleyici kendinden de bir şeyler katmadığı sürece Japonlar, bu ham güzelliği değerlendirilmemiş sayarlar.
Düzenlemelerde hatların kusursuzluğu kadar, doğadan alınacak dersler de önemlidir. Bu dersleri; kullanılan canlı malzemelerin gelişmesinin bilincine varmak ve doğayı tüm evre ve aşamalarında sevip saymak olarak özetleyebiliriz.
Ikebana, ondört yüzyıl önce ortaya çıktığında Japon felsefesindeki bazı budist kavramları simgelemekteydi. Zamanla, bu sanat dalı Japonlar'ın öz malı haline gelerek, dinsel değerini büyük ölçüde kaybetti. Dinsel değerin yerini, doğanın öğretisine verilen önem aldı.
"Zamanın akışı", Japon çiçek sanatındaki sembolizmin ana temalarından biridir. Şu ya da bu şekilde, dönemi, mevsimi ya da bitkilerin gelişmesindeki sürekliliği yansıtmayan bir düzenlemeyi ikebana kabul etmez. Bu nedenle de düzenlemeler, mevsimlere göre:
- İlk baharda, güçlü ve kavisli hatlarla doğanın zenginliğini;
- yazın, bolluğu ve gürlüğü;
- sonbaharda, sadeliği ve seyrekliği;
- kışın ise, kış uykusuna dalmış bitkilerin sukûnetini dile getirebilmelidir.
Bazı çiçek düzenlemelerinin biçimlerinin de geleneklere, göreneklere ya da edebiyata ortak edilmiş olması, çiçek düzenlemeye egemen olan sembolizim ile yakından bağlantılıdır. Her ulusal bayram için, hatta aile yaşamının bazı özellik taşıyan günleri için, konusuna özel düzenlemeler hazırlanır.
Örneğin, yeni yılda çam dalları ve beyaz kasımpatları kullanılır. Kız çocuklarına özel bayramda "HIMANATSURI" - şeftali baharları, erkek çocukların bayramında ise, "RODOMO-NO-SI" - iris (süsen çiçeği) kullanılması uygundur.
Ikebana çiçek tanzimi, canlı malzeme (yaşayan dallar, çiçekler, yapraklar) ile çalışıldığı için kısa ömürlü, fakat yenilenebilir bir sanattır. Her yenilenişinde de başka bir güzellik ve anlam taşır. Düzenlemenin kısa ömürlü olması, her zaman tazelenerek bize surekli bir değişiklik yaratma fırsatı vermesi bakımından da çok önemlidir.
Ikebana ustası, buketini hazırlarken kullandığı ağaç ve çiçeklerden oluşan malzemeler arasındaki ahengi değerlendirerek, gözlerimizin önüne yepyeni bir kompozisyon koyar; her yapılan yeni buket şeklinin, değişik bir teknikle gerçekleştirilmesiyle de yeni yeni anlamlar belirir. Böylece, bir yandan gözlerimize hitap ederken, diğer yandan da bize doğayı yeni bir gözle görme fırsatı sunmuş olur. İnsana zaman içinde kendi kendisini de yenileme alışkanlığını kazandıran bu sanatın, bize yararları sonsuzdur.
Banu Kurtis Chouard
Redaksiyon : Ferda Önler
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir |
BİR ''ŞEY'' YOK!..
Yansız taraflar büyüdü içimde. Bir yanı eksik öğürtülerdi belkide. Her zaman zamanını aşarak içilen ilaçlarım vardı. Ben, zaman düşmanı.. Zamanın mefhumunu hiç anlamayan, itaatkar bir bilimsel yalan bu..
Yalnızlıklarımın alayı somut şimdi. Elime alıp, masamın çekmece kalabalığına atılmış yalnızlıklarım var. Ve yeni öğrenilmiş bir kelime kadar dağarcığıma yabancılar…
Çıkıp köşe başından, koluma uzansa elin, anlatamam hiçbir “şeyi..”
Hiçbir anlatılasım yok öyle ki..
Yaşadıklarımdı yazmayı ümit ettiklerim. Artık vazgeçtim
Seni uğurladığım o kaygan yüzey gibiyim. Herkes kadar yalnız döndüğüm yol, ömrümdeki yarım öykü gibi şimdi
Hani ayaklarım çamurlanmışta ona ağlıyormuşum kadar yalancı
Gidişine ağlıyor olmayı kendime yediremez kadar tok ya da bir o kadar aç…
Vazgeçtim.. Yaşadıklarım değil şimdi yazdıklarım. Bir seyirlik sahneyim. Kenara not edilmiş bir güzel söz. Zamanı gelince söylenir ve iyi durur belki.. Ya hiç gelmeyecekse zamanı?..
Bekle demiştin…
Beklerken büyüdüm belki?..
Hani şarkımızdaki gibi, tüm kalıplara uygun değilim şimdi
Haberler yazdım, yazdıklarımı yaşamaktan caydım
Kirlenmiş ve temizlenmesi uzun sürecek olanlara ağladım
Hala aklımda mısın?..
Ellerimdeki üşüme hali, yalnızlıklarım; unutmayı göze alsam iyi olurdu belki…
Bekle demiştin
Kendi içindeki içsizlikte felsefi bir salaklık benimkisi. Koluma dokunup, anlat, ben geldim desen; söyleyecek sözüm yok…
Döneceğim yazıyor, elime ulaşan en dumanı üstündeki acıda “döneceğim” yazmışsın
Dönüp, şimdi tutsan kolumdan; söyleyecek sözüm yok
Seni uğurlamak üzere çıktığım o kaygan yoldaki acım ve gözyaşım dışında
Söyleyecek hiçbir “şeyim” yok!..
…
Sarahatun Demir sarahatun@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
OYUN BİTİNCE!...
1.Bölüm
Sigarasından derin bir nefes daha çekti. Sigarası da olmasa ne yapardı?
Sıkıntılı olduğu anlarda en çabuk sarıldığı tek şey oydu. Günde iki, üç paket kadar içiyordu. Arabasını evinin önüne park etti. Çantasını ve işyerinin yanında ki bakkaldan aldırmış olduğu yedek sigara paketini alarak, arabadan indi. Bu arada arkasına bile bakmadan, yürüdüğü yerde kumanda ile arabasını kilitleyerek, eve doğru yöneldi.
Dış kapının yanında ki zili üç kere kısa zamanlı çaldı.Yine, evine gelmişti.Huzur bulacağı evine.Asansöre binip dördüncü katın düğmesine bastıktan sonra içeride ki aynaya baktı. Eliyle hafifçe saçını düzeltti.Ve aynada gülümsemeye çalıştı. Eve girerken her gün bu hareketi yapar, içeri girdiğinde yüzünde tebessüm olmasına çalışırdı.
Yönlendirildiği yerde durunca, asansörün kapısını açtı. Ve işte küçük kızı ,dünyalar tatlısı Beste karşısındaydı. Kendisine doğru koşan kızını eğilip bir eliyle kucakladı, yanağından öperek içeriye girdi.
Hanımının sesi mutfaktan duyuldu.''Yanıma, mutfağa gelsene canım, salata hazırlıyorum.'' Çantasını vestiyere bıraktı, kucağında kızıyla mutfağa girdi. Eğilip , bir buse de hanımına kondurdu.''Merhaba ,canım ,iyisin değil mi?'' dedikten sonra yemek masasında yıllardır oturduğu yere oturdu. Ceketinin sol iç cebinden çıkarttığı çikolataları kucağında ki kızına vererek '' Al kızım,biri senin biri ablanın'', dedi. Çikolataları adeta babasını elinden kapan kız çocuğu hızla mutfaktan kendi odalarına doğru koştu.
Hep birlikte yenilen yemekten sonra oturma odasına geçtiler. Oturma odasında ki büyük divana uzanırken divanın üstünde duran kitabını eline aldı.Bir yandan kitabını okuyor, diğer yandan da eşine gülümseyerek takılıyordu.'' Bu gün hiç çıkmadın evden galiba. Yorgun görünmüyorsun da!''
Çok ama çok mutluydular. Cemal, eşi Fatma ve kızları Türkü ile Beste.
Cemal, birden bire divandan doğruldu ve ben balkonda bir sigara içeceğim dedi. Mutfaktan balkona geçerken sigarasını yaktı. Çocuklarına zarar verir diye kesinlikle içeride sigara içmezdi. Buna karşın küçük kızı yine de astım olmuştu.
Bir yandan sigarasını içiyor diğer yandan düşünüyordu. Çok iyi bir ailesi vardı.Fakat, bu işlerde ki kötü gidiş gittikçe hızlanıyordu. Adeta, iflas denilen acı son yaklaşıyordu. Ne yapabilirdi, bilmiyordu?Nakit para ihtiyacı her geçen gün artıyor. Ödemelerini şimdiye dek hiç aksatmamasına karşın her defasında daha da zorlanıyordu. Artık, para isteyecek çevresinde kimse de kalmamıştı.Herkes diye tanımlayabildiği tüm kişilerden neredeyse borçlanmıştı. Bu durum, her geçen gün işe gitme şevkini kırıyor, kendi işyerine istemeyerek gitmesine neden oluyordu. Kurtarıcı olarak gördüğü kredi kartları da dolmuştu. Ancak, ödemelerin asgarisini yapabildiğinden sürekli büyüyen bir borç faiz sarmalına da girmişti. Her ne kadar eşi Fatma'ya bunu hissetmemeye çalışsa da geceleri uykusuzluğun ,sabahlara kadar salonda volta atıp da sonra balkona çıkıp sigara üstüne sigara içmesinin dikkat çekmemesinin de olanaksız olduğunu çok iyi biliyordu. Bu iş sıkıntısı nedeniyle panik ataklarda başlamıştı. Geceleri birden bire sıkıntıyla uyanıp yataktan çok hızlı şekilde kalkıyordu.
2.Bölüm
Fatma ise bu olanlara bir anlam veremiyordu. Eşinin bir sıkıntısı olduğu belliydi.Ama; parasal olduğunu ve bu kadar büyük olduğunu bilmesinin olanağı yoktu. O kocasının parasal sıkıntılardan çok başka bir kadınla ilişkisi olduğunu düşünmeye başlamıştı. Çünkü, bir memur kızı olan Fatma, son derece eli sıkı, bütçesini çok iyi kontrol edebilen bir yetkili memur olan babasının hiç parasal sıkıntı çektiğini görmemişti. Evet, öyle hiçbir zaman aşırı bir harcama da bulunmazlar ama hiç de fena durumda değillerdi. Cemal, nerdeyse tam yirmi gündür ona elini bile sürmemişti. Evet, her sabah işe giderken ve akşamları geldiğinde çocukları ve kendisini muhakkak öperdi. Sabahları da eşini uyandırırken öperek uyandırırdı. Her zaman çok nazik ve güleç olan Cemal , neden bu kadar düşünceliydi?Neden, artık kendisine eskisi kadar ilgi göstermiyordu? Bütün bunları düşünür iken aklına başa bir kadından başkası gelmiyordu. Sırrını paylaştığı çocukluk dan beri arkadaşı olan Nagehan , ona bazı dişiliğini öne çıkaracak,romantizmi arttıracak önemli öğütlerde bulunmuştu.
Fakat, Cemal tüm bunlara karşı da çok fazla olumlu tepki gösterememişti. Fatma'nın ne seksi iç çamaşırları giymesi ne mum ışığında( çocukların anneannesine gönderildiği bir gecede) güzel bir müzik eşliğinde en sevdiği mönüden oluşan bir yemek, Fatma'nın istediği ilgiyi sağlayamamıştı. Artık, kesin başka bir kadın olma düşüncesine saplanmıştı.
Ve yine sabah olmuştu, nihayet. Cemal için çok uzun gecelerden birisiydi. Yine, gece diğerleri gibi geçmişti. Tek farkı bu gün cumartesi olduğundan bankaların kapalı olması nedeniyle çek ödemeleri yoktu. Cumartesileri biraz daha geç gider, çocuklarıyla ilgilenmeye bayılırdı. İşe gidip, küçük tahsilat ve ödemelerini gerçekleştirdikten sonra işyerini saat 15.00' te kapatır ve eve gelip çocuklarıyla markete giderdi. Sonra da hep birlikte çok pahalı olmayan içkisiz yerlerde yemek yerlerdi.
Cemal, adeta sürekli uykusuzluktan dolayı yorgun ve halsiz olarak uyandı. Ilık bir duş aldıktan , sakal traşı olduktan sonra aynada bir-iki dakika gülümseme çalışmaları yaptı. En azından gülümsüyor görünüyordu. Birazdan ,önce eşi olmak üzere tüm aile bireyleri kahvaltıda buluştular. Cemal, sahte gülümsemeleri ve her sabah espri olsun diye artık çocuklarının ezberlediği Temel fıkralarını anlatıyordu. Çocuklar, babalarının kendileriyle şakalaştığını ve artık alışmış olduklarından sadece gülerek tepkide bulunuyorlardı. Cemal, eğlenceli bu kahvaltıdan sonra saat 10.00 gibi evden ayrıldı.
İş yerine girişte de yine neşeli görünmeye çalışıyordu. Her sabah ki gibi kahvesiyle , bir sigara daha içtikten sonra , '' Ben biraz çarşıda ki yeni açılan ticaret merkezin de dolaşacağım, cep telefonuma yeni batarya alacağım ''dedi. İş yerinden yürüyerek hızlı adımlarla çıktı. Amacı telefonuna batarya almaktan çok kafasını dağıtmaktı. Ticaret merkezine girdiğinde kafasında ki düşüncelerden dolayı
ne kadar yürüdüğünün farkında bile olmamıştı. ''Ne kadar çabuk geldim, tahminimden daha yakınmış '' diye düşündü. Üst katta ki elektronik bölümüne çıkmak için , yürüyen merdivene binmişti ki!.. Birden birinin seslenmesini duydu.'' Cemal, Cemal''. Sesin geldiği yöne baktığında kısa siyah saçlı, mavi iri gözlü ve de çok şık bir kadın gördü. Sarı, yakası oldukça dekolte bir gömlek ve çok canlı pullarla süslenmiş bir jean giymişti. Kısa saçlarını yine sarı renkli bir saç bandıyla uyumlu bir şekilde renklendirmişti. Bir yandan bu şık bayanı süzüyor, bir yandan da kendisini çok iyi tanıdığı belli olan hanımı hatırlamaya çalışıyordu. Cemal bu düşüncelerde iken bayan birden Cemal' a sarıldı ve yanaklarından samimi bir şekilde öptü!...
3.Bölüm
Cemal, beni hatırlayamadın mı yoksa, ben Esra. Hani, lisede sınıfta senin bir sıra arka da oturan Esra ... "Cemal,hala hatırlamadın mı?"dedi. Adam iyice karışan kafasını toparlamak için iyice bir silkindi.Birden "Evet, Liseden" diye ekleyiverdi. O an da gerçekten hatırlamıştı.Aynı sınıfta arkasında ki sırada oturan o çirkin kara kız, nasıl bu kadar güzelleşmişti? O kadar sessiz,çekingen kız nasıl bu kadar girişken, fıkır fıkır birisi olabilmişti. Ama yıllar her şeyi öyle çabuk ve acımasız değiştirmişti ki!.Bir tesadüf ,sadece basit bir tesadüf gibi görülen bu durumun Cemal' in hayatını ne kadar ve nasıl değiştireceğini , Cemal de bilemezdi.
Cemal "Çıkaramadım seni, çok ama çok değişmişsin" diye konuşmasına başladı. Hala, şaşkındı.
Esra; "Sen de hiçbir değişiklik yok ,hala yakışıklısın, tıpkı okulda ki gibi.'' ''Benim gizli ilk aşkımdın sen ,hiç anlamadın ama." diye devam etti. Hemen, yürüyen merdivene en yakın bir yerde ki pizza salonuna geçip, masada konuşmaya devam ettiler.Esra da Cemal gibi evlenmiş bir erkek çocuğu olmuştu. Cemal, Esra'nın yine ortak lise arkadaşlarından olan Rıdvan'la evlendiğini öğrenmiş ve çok şaşırmıştı. Liseden sonra iç mimarlık okumak için İstanbul'a giden Cemal, okuldan sonra da İstanbul'a yerleşmiş ve mimar olan , fakat çocuklar doğduktan çalışmayan Fatma' yla evlenmişti.
Uzunca bir süre sohbet ettikten sonra Esra 'la cep telefon numaralarını kayıt ederek ayrıldılar. Cemal,
Esra' dan çok etkilenmişti. Bu çok bakımlı, oldukça güzel ve hoş kadından zaten etkilenmeyecek erkek yok gibiydi. Aradan geçen günlerde Esra , Cemal' in aramasını beklemeden Cemal' i aradı.Bu aramalar gittikçe sıklaştı. Artık, Cemal' le Esra birbirlerine iyice yaklaşmışlardı.
Bir akşam üstü, Cemal bürodayken cep telefonu çaldı. Arayan yine Esra idi. Bu akşam , buluşmak ve konuşup dertleşmek istiyordu. Cemal, Esra ile buluşacakları Esra' nın evine yakın kafeye doğru gitmek için , akşam bürodan biraz erken çıktı. Kafeye geldiğinde kafenin teras bölümünde oturan Esra' yı görünce, sevinçten gözleri parladı. Esra' yı öptükten sonra oturdu ve gülümseyerek.'' Merhaba, tatlım.Ne oldu ,bu kadar acil görüşecek ?'' dedi . Esra , ''Cemal, dayanamıyorum artık. Rıdvan, beni aldatıyor. Daha önce sana hiç bahsetmemiştim. Ama, artık gücüm kalmadı. Hiç hoş bir şey değil yaptıklarım,ama; tam bir aydır cep telefonunda ki gelen kısa mesajları izliyorum. Serpil diye bir iş arkadaşı var. Ondan sürekli aşırı samimi mesajlar geliyor.'' , dedi. Son cümleyi tamamladıktan sonra birden önce sesi değişti . Sonra birden kendini daha fazla tutamayarak, hıçkırıklara boğulmuşçasına ağlamaya başladı.
Mehmet Salih
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Ahmet Altan Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 7.386 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
KARASEVDA
...ve nihayet gelip çattı
Bir dilimi zehir zıkkım
Bir dilimi candan tatlı
Masallarla indi yere
Sebil oldu cümle hikayelere
Kara kara kazanlarda kaynadı
Diyar diyar al kanlara boyandı
Türkülerde ateş alev yandı tutuştu
Gördes kiliminde nakış
Minyatür bahçelerinde suret kesildi
Ve nihayet gelip çattı
Elveda belirsiz bedava sevinç
Uçan kuşa eşe dosta elveda
Bütün haşmetiyle gelip çattı
Bir dilimi zehir zıkkım
Bir dilimi candan tatlı
Bedri Rahmi Eyüboğlu
Yukarı
|
Katmerli bir ruh gibi, iki ruh
Resim ve seramik eğitimlerini, aynı doğum-yaşam öyküsünden aldıkları
ilhamla şekillendiren Azize ve Azime ÖNLÜ şimdi bu özel şekilleri
sanatseverlerle buluşturmaya hazırlanıyor. 31 Ekim-9 Kasım 2006
tarihleri arasında YMMO Sanat Galeri’sinde meraklısıyla buluşacak
eserler, iki ruhu, katmerlenmiş tek bir ruhta bütünleyen nesneleri merak
edenler için hoş bir fırsat niteliği taşıyor.
1971 yılında Kütahya Tunçbilek'te doğan ikiz sanatçılar, en önemli
besin kaynaklarının yaşamlarını sürdürdükleri ortam olduğunu şu ortak
cümleyle anlatıyor. “Çok güzel bir aile ortamında büyüdük. Ne şanslıyız
ki kahramanlarımız; uzaklardan, kitaplardan, dokunulamazlardan değil,
evimizin tüm fertlerinden çıktı. Nasıl, ne zaman olduğunu hiç anlamadan
yaşamdan biriktirdiklerimizi görsel ve plastik bir dille konuşturma isteği
oluştu.”
Azime Dokuz Eylül Üniversitesi Resim Bölümünden, Azize ise; Dokuz Eylül
Üniversitesi Seramik Bölümünden mezun oldu. 1997 yılında dört kişiden
oluşan Toprak Çocukları Sanat Atölyesini kurdular. Halen İzmir ve İstanbul'daki
atölyelerinde çalışmalarını sürdürüyorlar.
Yine ortak bir bakışla sanata ve yaratmaya ilişkin duygularını şöyle
anlatıyorlar; “Sanat; gördüklerimizi, okuduklarımızı, sustuklarımızı
ve de konuştuklarımızı etlendirme şansını verdi.Böylece sanat yoluyla,yaşamı
da şekillendirebileceğimizi öğrendik. Biliyoruz ki, tüm soru ve cevaplarımızın
neticesi bu mecradan akacaktır. Rüyalarımız da dahil, düşünsel ve
fiziksel tüm mesaimiz bu yöndedir. Tutkumuz bir gün bizim bile yapabildiğimize
inanamayacağımız yapıtlar doğuracak. Çünkü biz bu uğurda tüm adanmışlığımızla
üretmekteyiz.”
‘SUSTUKLARIM’ Heykel Sergisi
31 Ekim-9 Kasım 2006
YMMO Sanat Galeri – Istiklal Caddesi No:302
Tel:0 212 251 60 90
azizeazimeonlu.com
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Heykel sanatını sevenlere güzel bir haberim var http://www.azizeazimeonlu.com Resim ve seramik eğitimlerini, aynı doğum-yaşam öyküsünden aldıkları ilhamla şekillendiren Azize ve Azime ÖNLÜ şimdi bu özel şekilleri sanatseverlerle buluşturmaya hazırlanıyor. 31 Ekim-9 Kasım 2006 tarihleri arasında YMMO Sanat Galeri’sinde meraklısıyla buluşacak eserler, iki ruhu, katmerlenmiş tek bir ruhta bütünleyen nesneleri merak edenler için hoş bir fırsat niteliği taşıyor.
Evinizin baş köşesine asıp herkese gururla gösterebileceğiniz bir plaketiniz olsun istermisiniz? Böyle bir plakete kimsenin hayır diyeceğini sanmıyorum. http://www.hemalhemsat.com/main/auctiondetail/435408/diger/plaket_erkek_bayan.php kısayolunda görebileceğiniz ve tamamen Türk zekasıyla üretilmiş muhteşem ötesi bu plaketi lütfen görünüz.
Hayatın nasıl bir kısırdöngü olduğunu anlatan flash formatında hazırlanmış kısa bir film http://koti.welho.com/alaari/lodger/ilove.swf Baştan uyarayım: her ne kadar animasyon bile olsa 13+ olduğunu söylemeliyim.
Uçurtmanın mevsimi olur mu? Olur. Ne zaman olur ben tam olarak bilmiyorum ama http://www.martiuk.org/ uçurtma kulübündekiler biliyorlar ve belirli tarihlerde uçurtma şenlikleri düzenliyorlar. Web sayfalarına girerek ister forumlara katılın, ister şenlik duyurularını takip edin ya da isterseniz online olarak uçurtma yapmayı öğrenin. Asla çocuk ruhunuzu kaybetmeyin.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|