Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.081

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 6 Kasım 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : Yerin nasıl dolacak Karaoğlan?

Bülent Ecevit

İNSAN

elbette senden güzel olacaktı
çizdiğin resim
yaptığın heykel
senden büyük olacaktı
senden yakışıklı

elbette senden doğru söyliyecekti
yazdığın şiir

elbette senden çok duyacaktı
söylediğin türkü

sen olduğundan büyüksün
sen olduğundan iyisin
sen olduğundan güzel

Bülent ECEVİT


Bekliyordum, bekliyorduk ama çok üzüldüm be Karaoğlan. Temiz politikanın son temsilcisiydin benim için. Dürüst, doğru, açık, çalışkan, vatansever sıfatlarının hepsini hakeden kişiliğinle tüm Türkiye'nin saygısını ve sevgisini kazandın. Hakkımı helal ediyor, tertemiz geçmişinin önünde saygıyla eğiliyorum. Ruhun şad, mekanın Cennet olsun. Güle Güle Karaoğlan, tekrar görüşmek üzere...

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Sabiha Rana

 Beyaz Düşler : Sabiha Rana


  İncir Bebek

Size anlatacağım bu hikaye bir incir çekirdeğini dahi dolduramayan insanların yaşadığı hayatta yani incir bebek daha 17 aylıkken başlamış..

O dünyada yaşayan insanların, yaptıkları işlerin hepsi dünyanın altını üstüne de getirse bir incir çekirdeğini doldurmuyormuş.

Zamanın bir diliminde dünyayı ziyarete gelen kozmik bir bilge yine dünyanın en ileri gelenlerine şöyle demiş..

'' Bir incir çekirdeğini bile doldurmuyor yaptıklarınız. Farkında mısınız? ''

O zamandan sonra yaşayan bütün insanlar, '' Ocağına incir dikmek '' sözünü derin bir acıyla hatırlamışlar..

Olanca güçleri ve gayretleriyle evlerine,yurtlarına,bağlarına bahçelerine incir ağacı dikmiş bütün insanlar..

Ölmeden önce son gayretleri bu olmuş..

Efsaneye göre,bir erkek ve bir dişi yani bir çift insan kalana kadar, üflememiş görevli melek büyülü borusunu..

İşte o zaman diliminde seslenmiş bir çift insanın nefesinden konuşan melek..
Çınlamış sağır dünyanın sağır kulağı, sonra da okunmuş son sela ve inlemiş durmuş insanlar dünyalar içinde..

Birden bire fışkırmış yerle gök, börtü böcek otla çiçek..
Dünya yeni bir doğuma hazırlanıyormuş..

Güneş daha iyi görmek için yeryüzündeki olup biteni, var olan gücüyle aydınlatıp ısıtıyormuş ulaşabildiğince evreni..

Gece kendiliğinden çözülmesin diye gündüze, düğmeleri yıldızdanmış...
Bir tek, umutla sabaha çözen onu, Ay'mış..

Melekler eşliğinde kutlu ilahiler okuyarak dalmışlar okyanusun dibine.. Kumlarla birlikte, hiç ayrılmamak üzere sarılmışlar sımsıkı yakamozlara..

Çünkü, sevginin yüce gücüyle yeniden doğacakmış.
Büyük bir aşk ve inançla..
Yaradanına bağlı, insana hasret, insan evladı..

Eyy hayat!

Bir incir çekirdeğini dahi doldurmayan meşguliyetler ısmarlamışsın bana,
daha doğmadan öyle mi?
Bu demek oluyor ki bir daha yeniden dünyaya gelme şansım olursa eğer, incir ağaçlarının altında yatıp kalkmalıyım ve öyle yaşamalıyım..

Daha ana rahmine düşmeden çekirdekler, doldurmalıyım içini sonsuz ümit ve sönmeyen ışıkla..

Bir daha asla yaşamasın boşluk ve karanlıkta..

Masum İncir Bebekler..! !

Zaman yeniden var olma zamanı / İncir bebekler zamanı....! ! !

Sabiha Rana
http://www.sabiharana.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Hatice Mine Bahadır


KEŞKE BURADA OLSAYDIN

Keşke burada olsaydın...

Senin için yapılan bu iç çekişlere bir son verseydin, sana uzanan ellerimi bir daha bırakmamak üzere tutsaydın, kalbimdeki bu isyanı sustursaydın, hiçbir şey söylemeden gözlerimin içine baksaydın...

Sensizken neler yaptığımı, neler yaşadığımı, yokluğuna nasıl dayandığımı bir de benden duysaydın ve anlasaydın ne kadar içten söylüyordum bu üç kelimeyi sana...

Keşke burada olsaydın...

Haykırarak sesleniyordum bu üç basit kelimeyle var olmayan sana ve sen her zamanki gibi duymuyor, hatta duymazdan geliyordun...

Bu aşkın alevi kalbimi yakmaya başladığından beri, en ihtiyacım olduğu zamanlarda yanımda olmanı diledim, ama sen hiçbir zaman gelmedin...

Yokluğuna öyle alıştırdın ki beni, varlığının değerini anlayamaz hale geldim...

Seni yanımda istediğim her an artık ağzımdan başka kelime çıkmıyor...

Keşke burada olsaydın...

Bu özlemin yakıcı etkisiyle beynimde kalıcı bir iz bıraktı bu sözler sessizliğinde...

Son günlerde düşünüp duruyorum, senden neden vazgeçemiyorum diye, benden neden vazgeçemiyorsun diye, neden sana hep keşke burada olsaydın diye sesleniyorum ve neden inatla beni duymak istemiyorsun diye...

Etrafımdaki insanlara bakıyorum, hepsinin derdi farklı, hepsinin sorunu kendine özel, bana tuhaf tuhaf bakıyorlar sanki, "bunca şeyin arasında düşünecek başka bir şey bulamadın mı" diye...

Aldırmıyorum hiçbir şeye ve hiç kimseye...

Umutsuzca yanımda olmanı dilerken, ne yaparsam yapayım gelmeyeceğini, sesime karşılık vermeyeceğini bilirken...

Yanımda yoksun, yanında yokum...

Bu sana ne kazandırıyor bilmiyorum ama sanırım bana sadece seni kaybettiriyor...

Yokluğun sonu felakettir, bu kural dünyanın her yerinde geçerlidir...

Eğer "keşke burada olsaydın" diye yalvarışlarımın sonunda bir felaket olacaksa, bu senin yokluğundandır, benim zayıflığımdan değil... Bu özlem yıllardır beni tarifi olmayan karanlık bir yola sürükledi, ne yapsam, ne etsem bir türlü çıkamıyorum bu bilinmez yoldan, nereye gideceğimi bilmeden yürüyorum bir başıma...

Sessizce...

Yokluğun hücrelerime kadar işleyip, bedenimde infilaklara sebep olurken, sanki söyleyecek başka bir şey yokmuş gibi aynı dileği tekrarlayıp duruyorum...

Keşke burada olsaydın...

Tek başıma ilerlerken bu kuytu derinliklerde, bir türlü cevap bulamıyorum senden neden vazgeçemediğim sorusuna...

Bir kış akşamıydı, gözlerini hiç çekinmeden gözlerimin en derin noktalarına dikmiş ve aniden sormuştun: "Neden ben?" diye...

Neden sen?

Sen sorana kadar bir kez olsun düşünmemiştim bu sorunu cevabını, varlığını ve yokluğunu hesapsızca, sınırsızca, etrafımda var olan her şeyi aşarcasına sevmekten bu sorunun cevabını düşünmeye fırsat kalmadı belki...

Sonra gülümsedim sana, "Bilmiyorum" dedim, verilebilecek en kolay cevabı veren, gözlerinde tutuklu kalmış bir sevdalı olarak...

"Ben biliyorum" dedin...

Hiç alışkın değildim karşıma geçip benim bilmediğim bir şeyi senin bildiğini söylemene, sen konuşurken kayıtsız kalıp susmaya, kaçamak cevaplar vermeye...

Değişen sen miydin ben miydim bilmiyordum, sadece bildiğin cevabın ne olduğunu merak ediyordum...

Konuşamıyordun gene, o hep bahsettiğin, kelimelerin insanın boğazında kalması, düğümlenmesi ve konuşmaya olanak vermemesi denen nöbetlerden birini yaşıyordun karşımda, ama bu insanı geren nöbete inat, çok sakindin...

"Benim için neden "sen" isen, senin içinde o yüzden "ben"im , bundan başka bir cevabı olamaz bu kargaşanın" dedin, ve sustun...

O an hiç bitmesin istedim, bunca zamandır suskun kalan yüreğin tekrar tekrar konuşmaya zorlasın seni, ben susayım, sen hep konuş istiyordum...

Bu cevap bugüne kadar hiç hissetmediğim duyguları yaşattı bana, çünkü sen sessizliğini bozana kadar bu aşkın, bu sevdanın, bu ulaşılmaz tutkunun hep tek taraflı olduğunu düşünürdüm...

Sanki bir anda o alışkın olduğum cehennem hayatım sona erdi, konuşuyordun işte karşımda, sessiz kalmıyordun, meydan okuyor, cevap veriyordun yıllardır senin için yapılan iç çekişlere, bitmek bilmeyen bu özleme...

O kadar sahici ve güven dolu konuşuyordun ki, sana inansam, seni sonsuza kadar kaybetmekten korkuyordum...

Çünkü bu imkansız dediğim sevginin acısını kaç zamandır tek başıma acı dolu yüreğimle yaşıyordum ben; bu hislerin, bu platonikliğin, bu tutkunun karşılıklı olma ihtimali aklımın ucundan bile geçmemişti...

Bu yüzden boş yere dileyip duruyordum, kendimi tatmin edercesine, keşke burada olsaydın diye...

O kadar inanmak istiyordum, o kadar kendimi vermek istiyordum, o kadar bağlanmak istiyordumki sana bu sözleri gözlerimin içine bakarak söylediğin zaman, yıllardır bilmediğin acılarla dolu yaşamıma seni de en sonunda dahil etmeyi bile göze alabiliyordum...

Sana inanmasam, sana güvenmesem, o cehennem azabı diye adlandırdığım dünyama yine tek başıma dönmekten, sana yazdığım mektuplarda, gönderdiğim mesajlarda hep "keşke burada olsaydın" demekten ölesiye korkuyordum...

Beynimde soru işaretleri ayinler yapıp dururken, amansız bir kaosun içinde ne yapacağını bilemeyen şaşkın bir insan gibi ne diyeceğimi bilemezken, elimi tuttun, gözlerimin içine baktın ve beni sevdiğini söyledin...

O kadar acıdan, o kadar özlem ve ayrılıktan, yalnızlıktan sonra bu kelimelerin bana neler ifade ettiğini tahmin bile edemezsin...

Kendimi o kadar şartlandırmışım ki, ne olursa olsun bir gün bana geri dönmeyeceğine, beni sevmeyeceğine, bunca zaman sustuktan sonra içindeki o gerçek olup olmadığına bir türlü emin olamadığım hislerini böyle açıkça, korkmadan ve canımı acıtırcasına kalbinden kalbime akıtmanı kaldıramıyordum....

Kalbim sıkışıyordu, nefes almakta güçlük çekiyordum, ağzımı açıp tek bir karşılık veremiyordum onca zaman beklediğim bu sözlerin karşısında...

Elimi elinden çektim ve tek bir kelime söylemeden terk ettim orayı, seni seninle baş başa bıraktım...

Ne kadar içten ve gerçekçi olursan ol, bu sözlere inanmamı bekleyemezdin benden....

Sen kim bilir ne zamandır düşünüyordun "Neden ben?" sorusunun cevabını...

O günden itibaren ben hep şu soruları sordum kendime ve yokluğuna:

"Neden şimdi?", "Neden bu kadar geç?" diye...
İkimiz de kabullenmeliyiz sonsuz saplantım, ne olursa olsun, ne hissedersek hissedelim, biz bu sevgiyi yaşamak için çok geç kaldık...

Hep acı çektirişinle, sessiz gidişlerinle, karşılıksız sevginle, acımasız vurdumduymazlığınla kazınmışsın bir kere yüreğime...

Bunca isyan, bunca yemin, bunca haykırış ve ızdıraptan sonra istesen de senin sözlerine, senin o gerçek olup olmadığına bir türlü emin olamadığım sevgine karşılık veremem...

Beni sevdiğini söylüyordun, ama kısa bir süre sonra telefonlarıma cevap vermemeye başladın...

Benim olduğum yerlerden, yangından kaçarcasına kaçtın...

Karşıma her çıktığında gözlerini kaçırdın gözlerimden, sevdiğin bu insanı sokakta gördüğün bir yabancıyı görmüş gibi görmezden gelerek, haykırışlarına karşılık vermeyerek, ağlayışlarını duymayarak, isyanlarına kayıtsız kalarak geçirdin ömrünü aylarca...

Sen benden kaçtıkça, ben yalnızlığımın tek sığınağı olan beni sürüklediğin bu karanlık yolda hep diledim bunu: "Keşke burada olsaydın..."

İşte yine yoksun yanımda...

Yine yokum yanında...

Kimse sorumlu değil bu yalnızlıklardan, bu karanlık ve bilinmez yollarda sürüklenişimizden...

Var olduğum kadar ve var olduğun kadar kaçınılmaz bir gerçektir ki, seni hala seviyorum...

Ne anlatabildiğim kadar, ne de anlayabildiğin kadar bu adını koyamadığımız sevgi, bu adını "özlem" koyalım dediğimiz bilinmezlik...

Keşke burada olsaydın...

Senin için yapılan bu iç çekişlere bir son verseydin, sana uzanan ellerimi bir daha bırakmamak üzere tutsaydın, kalbimdeki bu isyanı sustursaydın, hiçbir şey söylemeden gözlerimin içine baksaydın...

Sensizken neler yaptığımı, neler yaşadığımı, yokluğuna nasıl dayandığımı bir de benden duysaydın ve anlasaydın ne kadar içten söylüyordum bu üç kelimeyi sana...

Keşke burada olsaydın..!

Hatice Mine Bahadır


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

İlker Özlük

 Kahveci : İlker Özlük


  Ben görmedim…

Ben görmedim…
Cargill Kapatıldı.
Yasalara harfiyen uygunlukları tek ve son açıklamalarda yer aldı.
Bir fabrikanın çalışması için gerekli olan tüm koşullar.
Sizde benim gibi saatlerce Cargill önünde dursaydınız sizde bu konuyu yazardınız.
Cargill yapılan açıklamaların hepsinde Orhangazi Mısır İşletme tesisi olarak tüm yasal koşulların oluşturulduğuna dair açıklama yaptı.
Tüm bu izinlere rağmen fabrikanın kapatılmasının üzücü bir olay olduğundan söz eden yetkililer yaptıkları açıklamada mücadele edeceklerini söylediler ve; Evet ve;
Haklıyız kazanacağız dediler.
Bu eski ve genelde meydanlara çıkan memur ve işçilerin sık kullandığı slogan.
Ne yani Cargill saf mı değiştirdi?
Tabiî ki hayır.
Cargill safa yattı.
Şimdi 20 bin kaçak tesisin umudu olan bir yasadan yararlanmak için hukuki bir araştırma içersine girdi.
Neydi Cargill'in kapanmasını sağlayan olay.
Ruhsatların tamamen yasalara uygun olması değildi.
Birinci derecede Tarım arazileri üzerinde kurulmasıydı.
Bir yıl önce başka, dün başka, bugün başka açıklamalarla gündem oluşturdu Cargill.
Son cümleler hep aynıydı ve dikkatimi çekti.
"Türk İdaresinin ve yargısının kararlarına dün olduğu gibi bugünde uyacağız."
Bu kaçınılmaz bir gerçek.
Türk İdaresi ve yargısının aldığı karar ortada.
Fakat burada şunu belirtmek gerekir
İdare eğer hükümet ise bu ifade biraz hatalı kullanılmış gibi.
Hükümet elinden geldiğinden fazlasını yaptı ama bazı şeyleri hesaba katmadı.
Nasıl mı?
Demek ki oval ofisler bazı kararların değişmesi için yeterli konfora sahip değil.
Yani oval ofiste insanın ruh haline ve düşünce yapısına göre koltuklardan çıkan dikenler var.
Bu dikenlerde rahat oturmana engel olan dikenlerdir.
Bu dikenler bu ülkede kimsenin kafasına göre yasa çıkartıp uygulama yapamayacağını uyaran dikenlerdir.
Sanırım Başbakanımız oval ofiste ABD Başkanıyla görüşürken bu sistem devreye girmedi.
Yazık.
Ama olsun…
AKP Bursa Milletvekili Altan Karapaşaoğlu daha geçtiğimiz yıllarda Cargill'in kapatılması için farklı bir partiden propaganda yaparken şimdi AKP'de bu fabrikanın yasal hale gelmesi için kanun teklifi hazırladı.
Milletvekilimizle Cargill'in karşısında bulunan gürle köyü ziyaretinde denk geldik.
Ben kendisine bu yasayı sorudum.
Evet dedi.
Kendisine binlerce fabrika sahibinden bu konuda telefon geldiğini söyledi.
Yasanın Cargill için çıkartılıp çıkartılmadığını sorduğumda ise bana hayır dedi.
Ye bende bayılıyorum 180 derece dönen adamlara.
Şimdi Cargill aynı yasadan yani Toprak kanununa eklenecek bir maddeyi baz alarak o madde üzerinden ruhsat peşine düşecek.
Başbakanın kanındaki düşen şeker sakın Cargill'in ürettiği glikoz olmasın.
Yani yaşaması için Cargill'in üretim yapmasına ve yeterli glikoz üretmesini sağlamasın.
Bunun içinde faal olarak çalışması lazım.
Fakat işin bir gerçeği var…
Cargill tam anlamıyla kapanırsa sanırım hükümetin toptan glikozu düşecek.
Bu düşerse hükümette düşer.
Glikoz Cargill tarafından üretilen sıvı tatlandırıcılardan bir tanesi.
Bu fabrikanın da çalışması ABD'nin isteklerinden bir tanesi.
Şimdi geri kalan tanelerin ne olduğunu merak ediyoruz.
Gel gelelim Cargill Türkiye'de sadece Orhangazi'de kurulmakla biten ve hiçbir şeyle alakası olmayan bir fabrika değil.
Bugün ülkedeki Şeker Pancarı üretiminden Şekerde belirlenen kotalara kadar birçok şeyde söz sahibi olabilecek Şeker Kurulu üyesi bir fabrika.
Yani iş burada ruhsat almakla alakalı değil.
Geniş bir konu.
Tatlı bir durum yani.
Brezilya dizisi gibi dersem sanırım daha anlaşılır olur.
Fakat her şeye rağmen Cargill Dün itibariyle kapatıldı.
Yani neler söylendi.
Yok kapanmaz.
Kapatamazlar.
Kapatsalar bile açılır.
Abi biz kapatalım da sonradan açılsın diyenler bile oldu.
Tabiî ki açılacak.
Kapandığını görmedik çünkü.
Yani içeriye bir grup Sağlık ekibi girdi.
Fakat kapandı mı? Kapanmadı mı? Bilmiyoruz.
Yani ben mühürlenen bir yer görmedim.
Daha dün Kemal Özbelli verilen kararın üretimi durdurmak için olmadığını söylüyordu bugün ise üretimin durdurulduğunu söyledi.
Yani Yürütmemi durdu, üretim mi?
Şimdi benim oturduğum binanın ruhsatı iptal oldu.
Yargı bana tamam çık binadan dedi.
Ben dedim ki "sen binayı yasakladın odaları değil ki" mi diyeceğim?
Yani bu mühürleme işini anlamadım ve görmedim.
Kapatıldı diye yazıyoruz ama Allah'ta bize yalan söylüyoruz diye günah yazmasa bari.
İçeriye gazeteci almadılar.
Kapıları mühürlemediler.
Yani olayı bizde iyi bilmediğimiz için nerenin mühürlenip nerenin mühürlenmeyeceğini anlamadık.
Bakalım.
Artık ne olacak?
Gördüğümü yazarım.
Görmediğimi yazmam.
Ben mühür görmedim.
Sadece söylediler.
Görmüşüz gibi yazdık.
Görüşmek üzere…

İlker Özlük


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

M.Nihat Malkoç

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


  BİZİM LÖSEMİLİ ÇOCUKLAR VE ŞEFKAT ELLERİ

Bütün makam, mevki ve zenginlikleri elde edenler bile zaman zaman aradıkları mutluluğu bulamamışlardır. Çünkü sağlıklarının bozulması onların şevklerini ve zevklerini alt üst etmiştir. Bir anda makamlarını ve varlıklarını unutmuşlardır. Sağlığın nelere kadir olduğunu ancak bu hazineyi kaybettikten sonra kavrayabilmişlerdir. Bu safhadan sonra da ahlanıp vahlanmanın hiçbir müspet getirisi olmamıştır. Siz siz olun yerindeyken sağlığınızın kıymetini bilin ve onun rayına oturması için hiçbir şeyi esirgemeyin.

Osmanlı tahtında 47 yıl gibi çok uzun bir süre kalan cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman bile sağlığın malla, mülkle ve mevkiyle kıyaslanamayacağını bir şiirinde şöyle dile getirmiştir: "Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi." Yani bazıları güçlü ve iktidarda olmayı en büyük servet olarak görse de, sağlık ve afiyet içerisinde rahat bir nefes almak en büyük nimet ve devlettir, demek istiyor.

Sağlık kısaca her yönden iyi olma hâlidir. Bu fiziki ve ruhi yanlarımızı da içeren geniş bir kavramdır. Zaten beden sağlığıyla ruh sağlığı aynı düzeyde iyi olmasa kişinin huzuru kaçar. Birinin olup, ötekinin olmaması ciddi arızalara neden olur. Günümüz insanı ruh sağlığını beden sağlığı gibi önemsemediği için bunun bedelini ağır ödüyor. Görülen arızalar olmamasına rağmen ruhsal hastalık hali içerisinde yaşam kalitemizi düşürüyoruz.

Günümüzde teknolojiyle beraber yaşam kalitesi artmış gibi görünse de hastalıklar da o oranda çeşitlenip fazlalaştığı için gerçekte olumsuz bir tabloyla yüz yüze kalmışız. Teknolojinin refahını, onun beraberinde getirdiği fiziki ve ruhi arızalarımız sıfırlamıştır. Özellikle kişiyi bir anda ölümle burun buruna getiren hastalıklarda büyük bir artış olmuştur. Bu hastalıklardan birisi de her türlü kanserdir. Bu türlerin içine girenlerden birisi de özellikle çocuklarımızı körpe yaşlarda elimizden alan Lösemi hastalığıdır.

Tıp otoritelerinin belirttiğine göre kanser, sayısı 100'den fazla olan bir hastalık grubunun ortak adıdır. Kanserde iki önemli özellik bulunur. İlk önce bedendeki bazı hücreler anormalleşir. İkinci olarak, bu tür özellikler taşıyan hücreler aşırı bir miktarda çoğalmaya devam eder. Yazımıza konu olan Lösemi de bir kanser türüdür. Lösemi kan hücrelerinin kanseridir. Lösemi ortaya çıktığında beden anormal sayıda anormal kan hücresi üretir. Çoğu lösemi tipinde bu anormal hücreler akyuvarlardır. Lösemi hücreleri normal kan hücrelerinden farklı görünümdedir ve uygun biçimde işlev görmezler. Çocuklarda en sık görülen kanser türü lösemidir. Çocukluk çağındaki kanser vakalarının yüzde 35'ini lösemiler oluşturur.

Lösemi halk arasında 'kan kanseri' diye bilinen hastalıktır. Bu hastalıkta çoğunlukla kemik iliğinden kaynaklanan ve bir tek hücrenin kanserleşmesi, daha sonra bu hücrenin bölünerek çoğalıp, önce kemik iliğini, daha sonra tüm organları istila etmesi durumu söz konusudur. Eğer tedavi edilmezse olay kısa sürede hastanın kaybı ile sonuçlanabilir.

Onkologların belirttiğine göre çocuklarda lösemi hastalığının belirtileri; iştahsızlık, kansızlık, zayıflama, bacaklarda kemik ağrıları, cilt altı kanamaları (kırmızı noktalar veya morarmalar), burun ve dişeti kanamaları, ateş ilk gözlenen bulgulardır. Bu hastalığın kesin nedenleri bilinmemekle birlikte hem genetik hem de çevresel faktörlerin önemli rol oynadığı düşünülmektedir. Tüm hastalıklarda olduğu gibi bu hastalıkta da erken teşhis çok önemlidir.

Bilindiği gibi kanser, tedavisi zor ve masrafları ağır bir hastalıktır. Bu ağır yükün altından kalkmak herkesin harcı değildir. Özellikle Türkiye gibi gelir düzeyinin düşük olduğu ülkelerde böyle bir hastalığa yakalanmak ölümün ve çaresizliğin habercisidir. Sosyal devletin bu gibi yaralara merhem olması gerekir. Fakat devlet de merheme muhtaçsa bu iş gönüllü teşkilatlara, sivil toplum kuruluşlarına kalıyor. Çok şükür vicdan sahibi insanlar bu gibi muhtaçlara kol kanat geriyor; onların seslerine ses veriyor.

Bugün ülkemizde lösemili ve kan hastası çocukların, sağlık ve eğitim başta olmak üzere her türlü ihtiyaçlarının sağlanmasına yardımcı olmak amacıyla pek çok vakıf, dernek ve gönüllü kuruluş faaliyet göstermektedir. Bunlar maddi ve manevi anlamda hiçbir tutar dalı kalmayanlara ve hayata tutunamayanlara el ve güç vermektedir. Toplumun duyarlı kesimleri bu kurum ve kuruluşlara maddi ve manevi destek vermektedir. Pek çok hastamız onların şefkat kanatları altında aydınlık, mutlu ve sağlıklı bir geleceğe kavuşmaktadırlar. Bunun için pek çok sanatçımız hiçbir maddi karşılık beklemeden yardım konserleri organize etmektedir.

Karşılık beklemeden vermek hazların en büyüğüdür. Bunu ancak yaşayanlar bilir. Bu engin gönüllü insanlara ne kadar teşekkür etsek azdır. Bu onurlu davranış topluma saygının, merhametin ve kısaca insan olmanın en belirgin alâmetidir. Bu büyüklüğü gösterenlerin önünde saygıyla eğilmek boynumuzun borcudur. Onların sayısının artması insanlığın yaşadığına, azalması ise insanlığın iflasına işarettir. Lösemili hastalar morallerini diri tutsunlar. Bu hastalığı yenmek tıbbi tedavinin yanında, en çok da moralle mümkündür. Allah hastaların, darda kalanların yâr ve yardımcısı olsun.

M.Nihat Malkoç
mnihatmalkoc@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Şadıman Şenbalkan


İnsanlığa Çağrı Yapıyor O Bebek

bir bebek ağlıyor çığlık çığlığa
dünyanın bu çirkin yüzüne
ağlıyor o bebek...
adına insan denmezlerin ona yaptıklarına
o bebek henüz güneşli günü tanımadan
umudun mavi yoluna varmadan
yürümeden özgürce bu dünyada
ağlıyor o bebek...
neden dünyaya geldiğini bilemedin sen gül bebek
dünya bu mu hayat bu mu diyemedin sen can bebek
çok küçüksün, henüz miniciksin yavrum bebek
umut nedir bilmek istersen sen bebek
tutun sevgiye, mahsunluğun sendeki izine bebek
umutsuzlukla boğuştuğun belki o zalim anda
adına insan denen gerçek adı mahlukat olanlarla
ağla bebek, katıla katıla ağla ama,
artık gülme vaktindir senin gerçek insanların arasında
adına yakışanda insan olanlar, ağlıyorlar senin acılarında
bedenindeki sızılara, örselenen ruhuna
canımız yanıyor güzel bebek
o yaratıkların sana yaptıklarına,
seninle birlik gözyaşlarında Türkiye ağlıyor sana ama,
üzülme sen o ağlamalara, solma sakın gülüm bebek
çünkü kucaklıyor seni tüm Türkiye sen gül bebek..
Dünya insanları ile ülkendeki tüm insanlar
sana yapılan bu insanlık suçunda
utanıyor, insanlığından bebek
insan olmanın gerekliliğindeki yerde insanlar bebeğim
o zalim vahşete tükürüyorlar, utanıyorlar insanlıklarından
ağlama bebeğim, ağlama sen...
annen değilim ama ben
ama anne olurum kırılmış umuduna
her insan gibi
koşarım yaralarını sarmaya bebeğim...

Şadıman Şenbalkan

Zulümüm en beter boyutu o bebeğimize yapılanlarda. Tüm Türkiye, ve tüm gazetelerde minik bebeğin ne hâle getirildiği haberi var. Televizyonlar, onun dünyadan bir haber bedenine yapılanlardan bahsediyor. İçimiz acıyor, o bebeğe bunları yapanlardan tiksiniyoruz, insan olmanın bize getirdiği ve yüklediği sorumlulukta. Ama, o bebeğin ruhunun derinlerindeki tramvayı ancak ve ancak ruh hekimleri bilecek, belki yıllar sonrasında ona olanlara rağmen o bebek, büyüyecek ve hayatın onun gül yüzüne yaşattıkları ile tanışacak.

Gazeteci Can Dündar, UTANIYORUM diye bir yazıda duygu ve düşüncelerini paylaşmış okuyucusuyla:

“Nereye gidersem, hangi yöne dönsem, morarmış bedeniyle zorlanan 17 aylık bebeğin hali geliyor gözlerimin önüne.... Hastane odasında “Anne” diye ağladığını işitiyorum” diyor.

UTANIYORUM diyor..

Tüm Türkiye bu insanlık suçundan utanıyor Can Dündar, ve tüm Türkiye bu insan kisvesi ile o bebeğe yapılanlarda; “eğer insanlık buysa, biz insan değiliz!!!”diyor...

Şimdi o bebeğe yapılanlarda hukuk devrede ve artık bundan sonrasında o bebek için iyi olan her ne varsa yapılmak üzere;Türkiye ayakta.

Ancak, günümüz toplumu “ahlâk” nereye gidiyor diye sorgulanmalı, hem de nihai bir biçimde. Kaldı ki bu toplum, ahlaksızlara “pabuç bırakmaz” ve bu toplumda ;namuslu, iffetli, Allah korkusu olan, vicdanlı insanlar da var ama, gelişmekte olan ülkelerde de maalesef ki, böylesine aşağılık tiniyetsiz adına “insan” denen gerçekte insanlıkla alakası olmayan “yaratıklar” da olabiliyor.

Türkiye birlik bütünlük ilkesinde, din ve dil kardeşliğinde gelişmekte olan ülkeler arasında olsa bile bu gibi insanların varlığında değil, ve Türk İnsanı o bebek için "insan olmaktan" vazgeçmeye hazır. Çünkü insan olmanın en yüce erdeminde mazluma zulüm yoktur, ve insan olan nefsine hakim olan insandır. Türk İnsanı, zulmün en bedbahtına uğramış bebeğini kucaklamıştır.

Şadıman Şenbalkan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Leyla Ayyıldız

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 7.386 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


PÜLÜMÜRÜN YAŞSIZ KADINI

Pülümürün bir dağ köyünde gördüm onu
yaşını sordum bir giz gibi güldü
kimi seksen dedi köylülerden kimi yüz
yüzüne baktım bir giz gibi güldü

bir asa vardı elinde
bir solmuş kırallığın
kadifeden harmanisi üzerinde
bir hititliydi o bir selçukluydu
bir ermeniydi bir kürttü
bir türk

yaşını sordum bir giz gibi güldü
koluma girdi bir soylu kadınca
tozlu köy yolunda sürüyerek eteğini
beni tek gözlü sarayına götürdü

köy yapısı kulübesinin

zamanı onda yitirdim ben
yitik zamanlara onda eriştim
en soylu yoksulluğun toprak döşeli sarayında
bir taç gibi kondu başıma Türkiyeliliğim

Bülent ECEVİT

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Wilfred Hildonen - Finlandiya

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Katmerli bir ruh gibi, iki ruh

Resim ve seramik eğitimlerini, aynı doğum-yaşam öyküsünden aldıkları ilhamla şekillendiren Azize ve Azime ÖNLÜ şimdi bu özel şekilleri sanatseverlerle buluşturmaya hazırlanıyor. 31 Ekim-9 Kasım 2006 tarihleri arasında YMMO Sanat Galeri’sinde meraklısıyla buluşacak eserler, iki ruhu, katmerlenmiş tek bir ruhta bütünleyen nesneleri merak edenler için hoş bir fırsat niteliği taşıyor.

1971 yılında Kütahya Tunçbilek'te doğan ikiz sanatçılar, en önemli besin kaynaklarının yaşamlarını sürdürdükleri ortam olduğunu şu ortak cümleyle anlatıyor. “Çok güzel bir aile ortamında büyüdük. Ne şanslıyız ki kahramanlarımız; uzaklardan, kitaplardan, dokunulamazlardan değil, evimizin tüm fertlerinden çıktı. Nasıl, ne zaman olduğunu hiç anlamadan yaşamdan biriktirdiklerimizi görsel ve plastik bir dille konuşturma isteği oluştu.”

Azime Dokuz Eylül Üniversitesi Resim Bölümünden, Azize ise; Dokuz Eylül Üniversitesi Seramik Bölümünden mezun oldu. 1997 yılında dört kişiden oluşan Toprak Çocukları Sanat Atölyesini kurdular. Halen İzmir ve İstanbul'daki atölyelerinde çalışmalarını sürdürüyorlar.

Yine ortak bir bakışla sanata ve yaratmaya ilişkin duygularını şöyle anlatıyorlar; “Sanat; gördüklerimizi, okuduklarımızı, sustuklarımızı ve de konuştuklarımızı etlendirme şansını verdi.Böylece sanat yoluyla,yaşamı da şekillendirebileceğimizi öğrendik. Biliyoruz ki, tüm soru ve cevaplarımızın neticesi bu mecradan akacaktır. Rüyalarımız da dahil, düşünsel ve fiziksel tüm mesaimiz bu yöndedir. Tutkumuz bir gün bizim bile yapabildiğimize inanamayacağımız yapıtlar doğuracak. Çünkü biz bu uğurda tüm adanmışlığımızla üretmekteyiz.”

‘SUSTUKLARIM’ Heykel Sergisi
31 Ekim-9 Kasım 2006
YMMO Sanat Galeri – Istiklal Caddesi No:302
Tel:0 212 251 60 90

azizeazimeonlu.com

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Bilgisayarınızın ekranında görmeye alıştınız masa üstü ikonlar’ının sürekli boş durmaktan canları sıkılırsa ne yaparlar? Merak edenler http://www.xs4all.nl/~jvdkuyp/flash/see.htm kısa yolunu tıklasınlar ve neler olabileceğini kendi gözleriyle görsünler. Masa üstü ihmale gelmez.

Rakı sofrasını sevenlerin asıl sevdiği rakı içmek değil der baz büyüklerimiz. Doğru da söylerler. Neden böyledir diye sormamak lazım, bir rakı sofrasında sohbete en azından misafir olmak lazım. http://www.rakisever.com/ web sayfasını ziyaret edenlere rakı sofrasında neler konuşulduğu değil ama sohbete meze olan malzemelerin nelerden oluştuğu anlatılıyor. Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül hoş sohbet ister kahve bahane, böyle buyurun efendim afiyetle.

Flash oyunlar konusundaki en büyük arşivlerden bir tanesi http://www.miniclip.com Her türden ve her yaşa hitap eden oyunlarıyla sık kullanılanlar listenizde bulunması gereken bir web sayfası.

Dosya paylaşımı konusunda en (ne diyeceğimi bilemedim, deneyin ve görün)… Ben uzunca bir süredir kullanıyorum http://www.limewire.com web sayfasında pro ve basic versiyonları mevcut. Basic versiyonunu seçerek ücretsiz olarak kullanabilirsiniz. Sadece program açılışında bir defalık güncelleme sorusu soruluyor. Soruyu later seçeneği ile geçebilirsiniz. Search kısmına istediğiniz herhangi bir mp3 veya dosya ismini yazarak aynı programı kullanan diğer kullanıcıların bilgisayarlarından bulup indirebiliyorsunuz. Aynı şekilde sizin bilgisayarınızdaki share dosyası yardımıyla kendi dokümanlarınızı başkalarıyla paylaşabiliyorsunuz.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20061106.asp
ISSN: 1303-8923
6 Kasım 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com