|
|
|
7 Kasım 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Teknik Arıza | Merhabalar,
ADSL modemim geri dönülmez bir yola girdiği ve beni internete bağlanmak konusunda yaya bıraktığı için çok geç kaldım. Onun adına sizlerden özür dilerim. Şu anda eski usul telefon hattıyla bağlanıp gazetemizi size ulaştırmaya çalışıyorum. Yarın sorunu çözmüş olarak sizlerle olmak umuduyla hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Tımarhane : Prof.Rıza Ruhi Arıza |
DAM ÜSTÜNDE SAKSAĞAN -2-
Böğürtülü Erkek Hikâyeleri
- Böğürtü No: 2 - Bir Cumhurbaşkanlığı Seçimi Hikâyesi. -
- Gerçek dışı hayattan alınmıştır.-
Karaoğlan'ın anısına saygı ile…
(…)
- Hicabi her şey tamam mı? Basına kapalı olucaktı. Kimseyi almayan basından.
- Tamam, efendim, bütün hazırlıklar yapıldı; yeni partililer geldi güven tazelediniz çok akıllıca oldu. Genel Kurulda konuşmanızı yapabilirsiniz.
- Hicabi, yanımdan bir yere ayrılma konuşmada takılırsam sufle et.
- Emredersiniz efendim.
(…)
Genel Başkan kürsüde bağırarak partililere hitaben:
- Saayııın Partiliileeer! Partimiz iktidara yürüyor. Bangır bangır gümbür gümbür geliyoruz, artık ses çıkarmanın zamanıdır.
Bu arada Hicabi ağzını kapatarak,
-Sayın Kaykal Sayın Kaykal…
Genel başkan duymamıştı bile.
Yumruğunu kürsüye vurarak devam ediyordu.
- Artık ülkede olup bitenlere sessiz kalamayız. Öyle şeyler duyuyoruz ki bunlar elbette sizin kulağınıza da geliyordur. Yok efendim hizipçi muzipçi diyorlar. Adamı çizeriz çizeriz. Artık sessiz kalamayız, duymadık etmedik diyemeyiz…
Hicabi kürsünün önünde kıvranıyor
-Sayın Genel Başkanım buraya bakın, Şşt şşt…
Genel Başkan konuşmasına devam ediyordu…
- Bunlar bizi ne sanıyor sağır dilsiz mi sanıyor…
Bu arada kalabalıkta hareketlenmeler oluyor delegasyon bir birine el kol hareketleri yapıyordu. Hicabi kürsünün orada yüzünü gözünü kapıyor renkten renge giriyordu.
Genel Başkan birden Hicabi'ye döndü… Fısıltıyla,
- Ulan Hicabi: bunlar el kol hareketi yapıyor. Aaaa! Bana da yapıyorlar… Bu… Bu… Bu ne demek Hicabi? Nah hareketi yapıyor lan bunlar.
- Fısıltıya, mikrofona gerek yok efendim. Benle konuşurken ağzınızı kapatın yeter. Unuttunuz mu tüm parti teşkilatına sağır ve dilsizleri aldık muhalefet olmasın diye… El kol hareketleri ile anlaşır işitme engeliler, dudaklarınızı okuyor onlar bağırmanıza gerek yok!
- Hadi ya ! Bu nah hareketi ne demek işitme engelli dilinde?
- Efendim o beynelmilel bir lisan… Her yerde nah demek!
- Öhhm… Öhö öhö…
Genel Başkan toparlanarak devam eder.
- Bizleeer sesiz çoğunluğu temsil ediyoruz. Görmedik bilmedik diyemeyiz…
(…)
Bu sırada diğer partideki genel kurulda…
- Sayın partililer gördüğünüz üzere memleketin cesaretle ekonomik tedbirler aldık parti amblemimizden yayılan ışık önce sizlerin sonra vatandaşı aydınlattı.
- Fiskos Fiskos Sayın Başkanım… Kem Küm…
- N'oldu lang Zartsu? Hem bu adamlar niye güneş gözlüğü takmış? Bıraktınız da güneş içeri mi girdi yoksa?
- Unuttunuz mu muhalefet olmasın diye görme engellileri parti delegasyonu yaptık.
-Hadi ya! Öhmm.
Toparlar partililere konuşmaya devam eder.
- İlk fırsatta partimizin amblem yarışması yapıcez. Hatta altı noktadan 9999 noktaya yolu var bu işin…
(…)
- Sayın Çehreli konuşmanıza başlamadan evvel uyaralım istedik.
Sağ taraf ta oturanlar sağ ayağı sekenler, sol taraftakiler sol ayağı sekenler, ortada oturanlar her iki ayağı sekenler… Konuşmanızın bitiminden sonra tüm delegasyon gayet senkronize ve ritmik şekilde mehter marşı ile sekicez…
- Kime sekicez lan?
(…)
Bu sırada Aksaray'da, metro hattının yanında, Daşington W.C. de Oval Klozette:
Bay Başkan Puşht dümbelek çalmaktaydı. Düm teka düm düm tüm teka düm düm… Birden başkan ıkınmaktan vazgeçti ve iç geçirmeye başladı.
" Ulan bu danışmanlar yüzünden ne hallere düştük. Millete şirin gözükmek için müzik aleti çalmalıymışım. Eski Başkan Kilington saksafon çalarmışta, Honika'ya da öğretmişte falan. Biz ne zaman öğretecez dümbelek çalmasını hatunlara …"
Birden kapı vuruldu. Gelen Savunma Bakanı Domald Ramses'ti. Başkan panikle dümbeleği bir kenara koydu. Çakşırını topladı, sifonu çekmeye bile zaman kalmadan kapı açıldı.
Başkan:
- Ramses, yüzünde bir endişe okuyorum; bir şey mi oldu?
- Efendim sormayın ortalıkta bir şeyler dönüyor. Adamlar kontrolümüzün dışına çıkıyor. Kayyıp, ülkenin bütün körlerini örgütledi, Kaykal dilsiz ve sağırları, diğeri topalları. Bir şeyler çeviriyorlar CİYA' dan gelen raporlar pek iyi değil. Ben hatırlarım bunlar ne zaman tuhaf işler yapsa…
- Firavun gözlüm sakin ol!
-Efendim siz bunları tanımazsınız. 74 te Karaoğlan bir şarkı çığırdı, bi de küçük bir kızı tatile gönderdiler… Küüüt bi şişe süüüt. Adamımız Makarnasosu şuuut.
- Ohh! My God! Ben makarnayı sossuz asla yiyemem.
Hangi şarkıydı o. Kiss My Baby. Blue blue…
- Hayır efendim. " Bir gece ansızın gelebilirim."
- Ne! Ne diyorsun kim geliyor,ortağım Ladin' mi geliyor? Bu gece mi?
- Hayır, efendim yanı bi zamanlar böyle yaptıydılar. Yani bizden habersiz… Ondan sonrada " Ada Sahilleeeeriiinde bekliyooooruuum."
- Madem sakat bir durum var o zaman Prof. Francala Fakfukyama ile Prof. Manuel Hastiiirngton'u çağıralım bi de şu yaşlı Kurt'u Kıssfinger'i çağıralım. Bunadı munadı ama belkim lazım olur.
(…)
- Evet, Bay Prof.Dr. Fakfukyama brifingi dinlediniz ne diyorsunuz?
- Bay Başkan, görülmekte ki efendi-köle diyalektiğinde tarihin sonuna gelmekteyiz. Hegel'in de işaret ettiği üzere tarih bir düz çizgide hareket etmemiş kısır daire çizerek çevresel koşullarla birlikte tarih tekerrür etmiştir. Yani iktidar ve muhalefeti hatta mütareke basını ile 1919 şartlarına dönmüşler, görme, duyma işitme, ileriye yürüme kabiliyetini yitirmişlerdir. Korkulacak bir durum yoktur.
Başkan kısık bir sesle Ramses'e fısıldıyarak
- Domald, bu adam ne diyor ya! Uykum geldi benim.
- Galiba tarihten bahsediyor efendim. Ama adamın kendisi tarih oldu.
- O zaman CİYA'nın Fak fuk fonundan maaş bağlayalım.
- Öhm, zaten kadrolu elaman emekli ettik efendim.
Pusht yüzünü konuşmacıya dönerek;
- Teşekkürler Prof. Fakfukyama, Prof. Hastiiirngton, siz ne düşünüyorsunuz?
- Öhm… Tipik bir medeniyetler çatışması zuhur ediyor. Bölgesel fay hattında kırılıp çatışan sağır ve dilsizler eskolojik dengeleri bozarak körleri provoke etmesi neticesi körler aşırı agresyonla yükleniyor, arkaik ve geri planda kalmak istemeyen topalların senkronize ve ritmik olmayan yürüyüşleri neticesi sarsıntılar meydana geliyor, bunun sonucunda ise davulun sesi uzaktan hoş geliyor. Sanırım Ramazan bitti. Bana her gün bayram.
Başkan:
- Hmmm… Davul mu dedin. Dümbelek gibi… Bu adamı sevdim. Süpürmeyelim kullanalım bu adamı Ramses. Kıssfinger siz bunları çok iyi tanırsınız, neler oluyor?
Yaşlı Kurt güldü.
- Bunlar hep böyledir. Şimdilik merak edilecek bir durum yok. Burada iktidar ihtimalleri üzerinde durmak lazım. Bu aralar Cumhurbaşkanı seçecekler; işte burada ihtimaller var.
Ramses atılarak:
- Körler tek başlarına seçerse?
- Bizim açımızdan zararı yok! Kör tuttuğunu… Şey eder… Seçer.
- Körlerlerle, sağırlar birleşirse?
- Bi şey olmaz! Körler sağırlar bir birini ağırlar.
- Ya körlerle, topallar birleşirse?
- Gene bi şey olmaz! Kör topal giderler. Bizim açımızdan fark etmez, bu arabada buraya park etmez, galiba arabamı çekiyorlar.
- Sağırlarla, topallar…
- Topallar top atsa sağırlar duymaz, sağırlar zeybek oynasa
Topallar ayak uyduramaz. Olasılık dışı.
- Ya hepsi birleşirse?
- Bu çok zor ihtimal. Ama keşke olsa bu sefer hiç kimseyi seçemezler ve hiçbir şeyde yapamazlar? Asıl bizim işimize gelen durum bu. O vakit tam körler, sağırlar topallar diyalogu; vakit kaybedip bir birini yiyecekler. Böyle bir olasılığı destekleyin.
- Yani tehlike yok!
Başkan Pusht araya girer,
- Bi dakka bi dakka. Tehlikeli bir ihtimal var mı?
Kissfinger güldü.
- Şimdilik yok! Siz korkacaksanız bunların delisinden korkun.
Sonra delilik bulaşıcı bunlarda. Delirdi mi beraber deliriyorlar. Bir tane delileri vardı hepsine bulaştırdı. Lozan'da kuyuya bir taş attı, hala çıkaramadık o taşı şeyimizden… İyi ki imzalamadık Lozan'ı. Bi de imzalasak ameliyatla ancak…
Birden büyük bir gürültü ile şangırt duyuldu. Herkes kendini yere attı. İçerisi görevliler korumalar… Ana baba gününe döndü. Bakıldı ki oval helânın camlarından biri kırılmış. Görevliler camın önünde bir çakıl taşı bulup başkana gösterdi. Pusht bağırmaya başladı:
- Terör Terör!
Taşı eline alarak devamla;
- Bu kaçıncı kere camımı kırıyorlar. Bak Kissfinger işte atılan taş.
Terör ize ediyor dünyayı bunlar. Her gün camımı kırıp kaçıyor hergeleler. Ramses bir çözüm bulamadın bunlara…
- Our boylars her gün bombalıyor efendim. Öldükçe çoğalıyor bunlar.
- Nedir bu Filistinli çocuklardan çektiğimiz. Zeytin dalından sapanla taş atmaya devam ediyor çocuklar. Bak camımız kırıldı. Ne kadar Zeytin ağacı varsa kesin!
(…)
Bu sırada Pürüksel'de herhangi bir saatte
- Efendim bunları alıcaz mı birliğe.
- Üç yüzün biri girerler.
- Ama bütün dayamalarımızı… Dayatmalarımızı kabul ediyorlar.
- Daşhington'un bir tezi var hepsi birleşsin ki onlara göre imkânsız Cumhurbaşkanı'nı öyle seçsinler. Yani hem kör, hem sağır hem de topal bir aday bulup uzlaşacaklar. Bizce de böylesi makul. Şimdiki ne öyle yahu? Adam kartal gibi görüyor, karınca sesini bile duyuyor bi de koşarak ileriye yürüyor. Delimidir nedir? Biz işimizi sağlama alalım Hans. Başka bir şey daha dayayalım amaan dayatalım bu adamlara…
- Efenim her şeyi dayattık, soy kırttık, höykürttük, aksırttık, böğürttük. Yani biraz da hak hukuk var diimi ama…
- Gak guguk mu dedin. Tamam, işte bulduk. Seçecekleri Cumhurbaşkanı hem kör, sağır, dilsiz, topal ve… Ve… Ve dam üstünde saksağan besleyen biri olsun.
- Dam üstünde saksağan beslemek mi? Bi şey anlamadım ben bu işten!
- Ben de anlamadım. İçimden geldi öyle olsun. Maksat dayamak değil mi?
- Ama bu kadarı da fazla değimli efendim? Yani bunu kabul etmezler!
-Hans yavrucuğum, sen bunları ne kadar zamandır tanıyosun bakiim?
- Şeyyy…
-Bak evladım sen dayamaya devam et! Tamam mı hadi koçum.
(…)
- Hicabi nerdesin leng? Nerde bu herif? Hicaaaabiiiiiiii
Hicabi bağırarak gelir.
- Sağır oldum efendim.
- Sorma bende Hicabi.
- Evrim mi geçiriyoruz acaba?
Kayyıp'tan randevu aldın mı görüşüyomuz bu gün?
- Tamamdır öğleden sonra…
(…)
- Zartsu uzağı göremiyorum gözlerim bozuldu.
- Ben her zaman uzağı görürüm efendim. Daşington'un yanında olanlar her daim uzağı görür. Süpürtmem sizi.
- Anamlar… Ulan Zartsu göremiyorum kör oldum.
- Hadi ya!
Zartsu eliyle kontrol eder gerçekten Kayyıp görmemektedir.
- Evet, efendim galiba kör olmuşsunuz.
- Bari öğleden sonra kör olsaydım Kaykal bu halde görmeseydi beni. Neyse bi gözlük bi de baston alın bana… Pier Carden olsun.
Ayy! Şekerim düştü gene… Bi de köşedeki eczaneden balyoz alın lazım mazım olur.
(…)
İki lider buluşur, basın mensupları, kameralar fotoğraf makineleri…Bir kalabalık vardır. Her ikisi de tokalaşır otururlar.
Sessizliği Kayyıp bozar.
- Sayın Kaykal, nasılsınız?
- Bana Hırsız mı dedin. Ağzını topla.
- Ne hırsızı? Nasılsınız dedim.
- Bağır bağır duyamıyorum. Gördüğün gibi… Sağır oldum.
- Bende kör oldum. Duymusundur.
- Aman aman önemli olan sağlık. Allah sağlık versin.
- Âmin âmin. Sayın Kaykal ben Cumhurbaşkanı olmak istiyorum.
- Altı ay sonra indiririm… Şeyini… Donunu.
- Neyi indiriyon lan sen.
- Ağaca çıkmadın mı sen?
- Ne ağacı?
- Ağaçta donun kalmadı mı? Hah işte donunu ancak altı ay sonra indiririm.
- Sağır mısın sen adam! Cumhurbaşkanı olmak istiyorum dedim.
- Kör müsün lan sen! Ağaç yüksek, nasıl çıkayım ağaca?
- Ulan al ananı git!
- Ulan al ananı getir!
Ve böylece körler ve sağırlar diyalogu sona erer.
(…)
- Sayın Çehreli Cumhurbaşkanı olmak istiyorum
- Seçimlerden sonra alırım façanı aşağıya.
- Ayıp oluyor Sayın Çehreli.
- İzmir marşıyla çıkarsın, mehter marşıyla inersin aşağı.
- Bana bak! Ne indiriyon sen lan?
- Sekerim lan sana!
(…)
Son Çehreli ve Kaykal görüştü.
- Çıkarsa indirelim
- İndirelim
-Bende sekerim
- Don yırtılırsa dikerim.
Ve böylece bütün diyaloglar kapandı. Liderlerin ikinci adamları şaşkın şaşkın bakarken birlikte yemek yemeğe karar verdiler.
Zartsu:
- Bu gün Daşhinton'dan aradılar uzlaşın kör, topal, sağır ve dilsiz bir adayda birleşin dediler; bence makul.
Hicabi:
- Pürükselin bir şartı var. Dam üstünde saksağan meselesi.
Tunga:
- Direnelim öyle şey olmaz! Bizim geleneklerimizde dam üstünde saksağan beslemek yok. Örf ve âdetimize uygun değil. Dam üstüne çul seren biri olursa kabul ederiz. Dam üstüneeee çul sereeer leylide leyyy ley ley ley.
Devamı Haftaya…
Rıza Ruhi
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
İMKANSIZI OLANAKLI HALE GETİREN DEVLET ADAMI : BÜLENT ECEVİT
Ne söylesek boş bir anlamda. Kader tecelli etti. Ecel Ecevit'in ömür cümlesine son noktayı koydu. Şair barış güvercinimizi aldı bizden. Ufuklar ötesine doğru süzülen ve barış için çarpan kanatlar şiirler saçtılar boşluğa!
Her geçen gün biraz daha fazla kirlenen dünyamızdan, tertemiz ayrılmasını bildi Karaoğlan. Dürüstlüğü ve cesareti miras bıraktı bizlere o güzel insan. Eşi Rahşan hanımı, kedilerini, daktilosunu, demlenmeye koyulmuş çayları, Türk tütününden mamûl duman olmayı bekleyen sigaraları, kitapları, Sanskritçe çevirileri, mükemmel konuştuğu Türkçe dilini ve hatta en çok inatlaştığı akranı bir "bilen" Demirel'i boynu bükük, mahzun eyledi…
40 yılı aşkın bir süreden beri siyaset sahnesinin olmazsa olmaz siması eski Başbakan Bülent Ecevit'in "beklenen" ölümüyle birlikte Türk Cumhuriyet tarihinin renkli bir sayfası daha kapanmış oldu. Geçen Mayıs ayında geçirdiği beyin kanaması sonucu kaldırıldığı Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nde 5 Kasım 2006 Pazar akşamı gözlerini yumdu. Tiklerinden bizi mahrum etti. Ebediyete intikal etti.
Çalışma Bakanı olduğu dönemde imzalanan işgücü alım antlaşması ile göçün mimarlarından biri olan Bülent Ecevit´in vefatı tüm Türkiye´yi olduğu gibi Avrupa´daki Türkleri de yasa boğdu.
2002 Kasım ayında yapılan genel seçimlerde başkanlığını hiçbir koşulda yanından ayırmadığı saygın eşi Rahşan hanımla birlikte eşgüdümlü olarak yürüttüğü Demokratik Sol Parti'nin (DSP) oyların % 1,2 sini alarak ağır bir hezimete uğramasından sonra siyaset sahnesine "veda" etmişti. Halbuki DSP 1999 seçimlerinde oyların % 22,1 ini almayı başarmıştı. 2001 yılında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile yaşanan o tatsız olaydan sonra köşe yazarlarından birisi onun için "Karizmatik Ecevit şimdi krizmatik oldu" diye yazmıştı. Sonradan yaşanan büyük ekonomik krizi ve bunun siyasal yansımalarını ve hangi koşullarda AKP'nin ezici bir çoğunlukla iktidara geldiğini herkesin en az benim kadar görebildiğinden eminim. Türkiye bulunduğu coğrafya itibarıyla sismik ve jeo-stratejik depremlere çok yatkın bir ülke. Bunu en iyi bilenlerin başında ise uzaktan akıl vermeyi çok seven AB yöneticileri gelir…
24 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekatı'ndan sonra adı duvarlara, dağlara, taşlara yazıldı. Nitelikli bir edebiyatçı, şair, çevirmen (Tagor) ve gazeteciydi. Politikaya CHP'de başladı. 1966 yılında Çalışma Bakanıydı ve önemli sosyal yasaların savunuculuğunu yaptı. 1972 yılında parti yönetimine, iki yıl sonra da başbakanlığa geldi. 5 Kasım 1972 tarihinde İsmet İnönü Cumhuriyet Halk Partisi'nden istifa ettiğinde, Genel Başkan Bülent Ecevit "İnönü'ye esenlik ve uzun ömür dilerim" demişti.
1974 yılı yeni bir dönemin başlangıcı olacaktı. O tarihte Yunanistan'da faşist Albaylar Cuntası görev başındaydı. Megalo İdea ve Enosis fikirleri Yunan politikasının temek taşlarını oluşturmaktaydı. Bağlantısızlar üyesi Kıbrıs devletinin başında Başpiskopos Makarios vardı ve Kıbrıs devletinin bağımsızlığının garantörleri Türkiye, Yunanistan ve İngiltere devletleriydi. Türkiye'de "solcu" Ecevit afyon ekimi konusunda ABD ile bilek güreşi halindeydi. Kasketli, kara bıyıklı ve mavi gömlekli küçük adam boyuna posuna bakmadan koskoca ABD'ye resmen kafa tutuyordu. Haddi bildirilmeliydi! Ama nasıl? Yunanlılar Makarios'a karşı bir darbe yaptırılabilirlerdi. Nasıl olsa İngiltere "ben karışmam, ne haliniz varsa görün diyecek" ve Türkiye yalnız kalınca tek başına müdahale etmeye cesaret edemezdi. Ve plan uygulamaya konuldu. Makarios bir darbe ile devrildi. İngiltere ben karışman dedi. İngilizlerle görüşmek üzere Londra'ya giden Dışişleri Bakanı Turan Güneş, başarısız geçen görüşmelerden sonra, telefonda Londra'da okumakta olan kızı Ayşe'yi ima ederek "Ayşe tatile çıkabilir" şifresiyle 24 Temmuz 1974 Barış Harekatının başlama sinyalini verecekti. Sanılanın aksine Turkiye cesaret edecek ve TSK tarihinde ilk kez amfibik bir çıkartma harekatı gerçekleştirerek Kıbrıs Türk Toplumunu kurtaracak ve KKTC kurulacaktı.
1980 darbesinden sonra, eşi Rahşan hanımla birlikte Anadolu'yu adım adım dolaşacak, askeri rejime kafa tutacak, DSP'yi kuracaktı. Bağımsızlıktan ve hükümranlıktan ödün vermeden soğuk savaş sonrasının globalleşen dünyasında kendisine özgü onurlu çizgisini sürdürecekti. Bana göre merhum Ecevit'in en büyük yanlışlarından birisi Kemal Derviş'i hükümetine dahil edip bakan yapmasıydı. Böylece ülkenin ekonomi politikasını, yani dümenlerini İMF ve Dünya Bankası aracılığıyla 1974 yılında kafa tuttuğu ABD'ye teslim etmiş olmuyor muydu? Ve o Kemal Derviş ki onun hakkında "Ecevit'in en büyük kusuru kesinlikle hiçbir zaman ekonomi ile ilgilenmemiş" olması diyecekti. Benim Kemal Derviş'e cevabım ise çok kısa ve öz : Ekonomi muhakkak çok önemlidir ama dürüstlüğün temeli ekonomik bağımsızlıktır.
Eminim ki sayın Derviş de Ecevit'in ölümüne görevi başında katledilen Danıştay yargıcının cenaze töreninden sonra geçirdiği bir beyin kanamasının sebep olduğunu biliyordur! Artısıyla -eksisiyle, doğrusuyla-yanlışıyla, sevabıyla-günahıyla, her fani gibi o da dünya sahnesinden çekildi. Perde arkasında, kulislerde sahne sırası bekleyen yaşam piyesinin aktörlerinden samimi ve inandırıcı açıklamalar beklemek hakkımızdır sanırım. Kimleri mi kastediyorum? Bir zamanlar gazetelere ona karşı sayfa sayfa ilan veren TÜSİAD'dan ve son 40 yıllık siyasi yaşamına damgasını vurmuş çok bildiği için çok yanılan ve her seçimde biraz daha fazla küçülen siyasal partilerin başkanlarından! Fırsatçı ve kariyerist siyasetçi ve aydınlardan! O kadar çok ki, saymakla bitmez…
Nezaket formülleri ve timsah gözyaşları dışında gerçeğe ışık tutacak açıklamalar bekleniyor!
Bülent Ecevit´e Tanrı´dan rahmet ve tüm Türk halkına ve eşi Rahşan Ecevit´e sabır ve başsağlığı dilerim.
Yakup Yurt Brüksel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Kahveci : İklim Burçak Eryüksel |
küçük bir kızken
küçük bir kızken çimler yeşildi ağaçlar meyveli benim için...
anneler tapılası kutsallıkta, babalar zorunlu uzaklıkta... ananeler teyzeler en iyiler, hayır diyemeyen beni şımartanlar...
arkadaşlar, en güzellerinden biri de onlar... oyun oynarlar, gülerler, özgürler ve doğallar...
küçük bir kızken binalar en fazla üç katlıydı 'ananeeeee' dıye bağırdığımda en üst kat komşum bile duyardı...
bir bakkal amcam vardı, bayramlarda bütün paralarımı onda harcardım, şeker çikolata gazoz derken... o da kızı gıbı severdi beni sayardı...
bayramlarda bana hep guzel işlerle süslü mendil arasında para veren bır komsu teyze vardı.. ne de tatlıydı, ona hep sarılmak ıstedım ama bayramdı el öpülmeliydi...
televizyon nasıl da güzel bir şeydi banım için... annem hadi kalk su kanalı değiştir dediğinde fişek olup uçardım televizyonun yanına, minik ellerimi tek tek kanalların düğmelerine başardım ise yaradığımı hissederdim....
ben küçük bir kızken, teyzemlere giden uzunca bir yol vardı. öyle bir sevinç ve heyecanla giderdim ki o yolu, yol bitmek bilmezdi, teyzem kapıyı açınca boynuna sarılırdım, hemen ablamların odasına koşardım, onlarla dans etmeye bayılırdım.... müziği açardık sonuna kadar dans ederdik resimler çekerdik.... ben küçük bir kızken minicik bir köpeğim vardı, sıla... şımarıktı çok... bayılırdım onun şımarıklığına....
ben küçük bir kızken, herkes iyiydi, güzeldi, anneydi, anneanneydi, ablaydı, teyzeydi, arkadaştı...
ben küçük bir kızken herkes insandı...
ben küçük bir kızken herkes büyüktü, kocamandı, saygındı, candandı, candı...
ben küçük bir kızken herkes olduğu gibiydi...
ben küçük bir kızken,
anladım ki
küçük bir kız çocuğu idim sadece ve cok saftım...
İklim Burçak Eryüksel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
son..
bitişler kırar beni..
zaten zorla birleştirilmiş parçalarım dağılır, vazomda mutsuz çiçekler..
gün yaşlanırken gün yaşlanırken dahada uzaklaşırlar birbirlerinden parçalar.
güneşe doyamadan gün batımı gibi, karanlık ışıklarını yakar hüzünlerin. görünmez bulutların kuru yağmurları başlar.
sessizliğimin içinde bir tutam çiçek, ufacık avucumda birbirlerini arar karanlıkta, ürkek, solgun, üzgün..
ve yaprakları dağılmış...
gücüm yetmez düşüncelerime.
her gördüğüm çıkışta gözlerim kamaşır, yolumu bulamam.
bir an çıkabilsem dışarı, fırtına başlar, şimşekler sellerle dost olup uğuldar üzerime, kaçarım geri çaresiz..
yorgunluk gelip sarılır, boğuşur benimle.. halsiz uyurum...
rüyamda vahşi hayvanlar kovalar, yine yorgunluk gelir, güler bana dişlerinin arasından, sarar, bırakırım kendimi onlara, yerler tüm bedenimi..ruhum kalır çırılçıplak, utangaç, bir köşeye çekilir.
yakar sigarasını, dumanını görmek için. hala yaşadığını anlamak için.
ama vahşi çığlıkların yaktığı ateşlerde pişen bedenimin yanık kokusu gelir, boğar sigaramın dumanını..
o çığlıklar rüzgar gibi, alır götürür uzaklara ruhun sesini..
rüzgar dinince yine yapraklar etrafa dağılmış..
alır toplar ruhum o yapraklardan birkaç tane , sıkılganca.
örter çıplaklığını birazcıkta olsa.
yeni bir rüzgara dek...
Çağdaş Uzgur
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Sütlü Kahveci : Deniz Marmasan YOSUN KOKULU, YALNIZ SOKAKLARDA |
|
"…Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim dedin/bundan daha iyi bir şehir bulunur elbet/ her çabam kaderin olumsuz yargısıyla karşı karşıya/ -bir ceset gibi- gömülü kalbim/ aklın daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede/yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam/kara yıkıntıları görüyorum ömrümün/ boşuna bunca yıl tükettiğim ülkede/yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın/bu şehir arkandan gelecektir , sen yine aynı sokaklarda/dolaşacaksın/aynı mahallede koşacaksın/aynı evlerde kır düşecek saçlarına/dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.Başka bir şey umma/ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte/öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de." Konstantin Kavafis
Konstantin Kavafis, Kent adlı şiirinde bu dizelere yer vermiş. Rüzgar çarpıyor yüzüme. Dalga sesleri dolduruyor boş, bomboş sahili, yalnız sokakları, aç ruhları. Ne kadar da aç hissediyorum kendimi sevgiye karşı. Gözyaşlarında saklı hüznü birilerinin fark etmesini ne kadar istiyorum. Yağan yağmurlarda, şemsiyesiz ıslanırken gidecek bir yerimin, konuşacak birilerinin olmasını ne kadar da arzuluyorum. Dönüp dolaşıp aynı metal kapının önünde buluyordum kendimi. Paslanmış, eski. Büyük bir gürültüyle dönen kilit içimde 'boşluk'tan fazla bir şey uyandırmıyor. İşte yine aynı beyaz, boş duvarlar! Beyaz koltuklar üzerine fırlatılmış birkaç gazete, cam sehpayı dolduran boş bardaklar, ahşap masa üzerinde dosya yığınları, çiçekler ölgün… Bomboş mutfak, dağınık yatak, saçılmış kitaplar, tozlu raflar… Şovalede boş tuval, belli ki mutsuzluğu, umutsuzluğu çizmeye kalkmıştım yine bir sabaha karşı. Kaç gün oldu uğramayalı bu huzursuzluk barınağına ?! Kaç gündür bakmıyorum bu sevimsiz, insanı çıldırtacak beyaz duvarlara ?! Telefon çalıyor, çalıyor, çalıyor... Ben koltukta beklerken bu sinir bozucu sesin susmasını bir başka ses giriyor araya… Bir camı kırdı herhalde çocuklar yine. Bakkal Mehmet iğrenç üslubuyla bağırıyor "Allah belanızı versin! Kaçıncı cam bu! Serseriler!" Sustu telefon, cam kavgası bitti. Tekrar, tekrar, tekrar! Yine başlıyoruz SESSİZLİK oyununa!
Boş duvarlar üzerime üzerime geliyor, boğulmak üzereyim. Sevimsizlik diyarı mı burası?! Gidiyorum ben, dayanma gücümün son sınırında çıkıyorum metal kapılı, beyaz, sevimsizlik, huzursuzluk, sevgisizlik dairesinden.
Aynı yollar, aynı insanlar, aynı hava, aynı deniz, aynı ben, aynı ruh hali üzerimde! Mahallenin kedileri aynı köşelerinde uyukluyorlar. Kasap Recep'le berber Nuri yine tavla oynuyorlar, tartışa tartışa... Bakkal Mehmet kin dolu gözlerini dikmiş kırık cama. Sahaf dükkanında Selim dalmış kitaplara, balıkça Kemal hiç usanmadan dizdiği balıkları bir kez daha özenle yerleştiriyor yerlerine. Çocuklar… Kız çocukları oturmuşlar Kadriye Nine'nin evinin avlusuna, et bebeklerinin saçlarını tarıyorlar, evcilikte geleceklerini konuşuyorlar. "Bakın ben doktormuşum, bir apartmanda oturuyormuşum, çok zenginmişim, her renk elbisem varmış…" Oğlanlar ise toplanmış fısır fısır konuşuyorlar, küçük olanın gözleri yaşlı. Bakkal Mehmet'in kestiği ateş kırmızısı topa takılı kalmış gözleri. Kırmızı bir topun getirdiği masum mutluluğu yok edene, kin dolu bakışlarını, iğrenç küfürlerini savuran adama bir kez daha bakıyorum dönüp. Söyleniyor, nefret kaplı ruhu kim bilir hangi çocuk, hangi oyuncak için kahrediyor?!
İşte yine o sokaktayım. Taş kaplı zemini, eski evleri ve sessiz çığlıklarıyla haykırdığı özlem, özlemişlik duygusuyla selam veriyor bana. Bu sokak yalnız, benim gibi. Hiç kimse girmez bu yola, sevmez günümüz insanı ahşap kokulu eski evleri. Apartman isterler, asansör, şık mobilyalar. Terk edilmişlik bir bende var bir de yalnız sokakta. Bu sokağın sonu sahile çıkar, dalga sesleri en çok yalnızların ruhunu doldurur bu şehirde. Benim ve benim gibilerin.
Aşksızlık var bu kentte. Aşk dışında her şey var. Dolu ama boş, dokunduğun anda yok olacak gibi. Tutku yok, sevgi yok, ruh yok. Sevgiye susamışlık var bu kentte. Dokunma, hissetme, iki çift gözün birbirine değmesiyle gelen tatlı heyecan, inanç yok bu şehirde. Güz yaprakları sürünürken boş sokaklarda, güneş büründüğünde o eşsiz kumrallığına, bej kumlar karışırken mavi sulara, evlerde içilirken çay, açılırken yavaş yavaş tavernalar, kediler çekilirken köşelerine, yalnızlık var bu şehirde. Çekip gitme değil belki; ama ruh katma isteği var yüreklerde. İmkansıza adım atma isteği.
Aşk çılgınlıktır derler. Akşam geceye karıştığında tavernalar Akdeniz kokan şarkılarında böyle derler:
"Aşkın rengini kim bulacak bana
Güneş gibi olacak, ateş gibi yakacak…"
Bu güzel kentle, bu güzel kentin sokaklarında hüzün var. Belki de benim hüznümdür, kim bilir ?! Çok mu güçlü kusuyorum nefretimi? Benimki herhangi birine, bir şeye ithafen gösterilmiş bir nefret değil, olsa olsa kendime belki… Belki de susadım sevgiye, aşka. Belki de ortak arıyorum kendime. Sevgisizlik bunalımında. Bu kentten başka kimim, neyim var ki paylaşacak ?! Yosun kokulu kayalardan başka mekan olacak ne var ki tutkusuzluğa…
Es rüzgar, al götür ruhumu. Aşk çılgınlıktır, aşksızlık? Sevgisizlik boş desen değil, dolu desen değil. Anlatması güç. Ruhun aç kalması belki. Solgun gül gibi, çaresizlik. Hani bazen bir sıkıntı kaplar insanın içini, kilitlenirsin. Birilerini arasın anlatmak için, yoktur. Sonsuz bir boşluk belirir önünde. İşte öyle bir şey, hatta ta kendisi. Anlatmayı istemek, buna ihtiyaç duymak; ama ağzından sözcüklerin dökülememesi, sonunda beyaz duvarlardan korkmak, boğulmak. İşte tam olarak böyle bir şey!
Martılar uçuşuyor şimdi çalkantılı denizin üzerinden, güneş kavuniçi, yavaş yavaş saklanıyor. Bej kumlar serinliyor, dalga sesleri kalıyor yalnız ortada. Bir de ay beliriyor eflatun-pembe bulutların arasından. Ahşap evlerde, çatal bıçak sesleri. Tavernada başlayan, insanın ruhunu okşayan ezgiler:
" Şafak sökerken yalnızca bir saat sevinirim,
Yüreğim rahatlayıp iç çekmezken.
Şarkı söylediğimi duyan acım olmadığını söyler,
Oysa ben acımı şarkılarımla sakinleştiriyorum
Aman Memo canım Memo…."
Kepenkler iniyor, büyük bir gürültüyle, camlarda kadınlar bağırıyorlar sırayla. "Haydi kızım gel artık, yemek hazır" "Umut, oğlum haydi gel" "Suzan elini yıka, salatayı al getir bahçeye!"
Kaptan da ilerliyor kulübesine bir elinde rakı, bir elinde istavrit dolu kese, yeşillik, limon.
Kalkıyorum, ilerliyorum yalnız sokakta. Ruhumu tuhaf bir duygu kaplıyor. Bağlılık. Deniz kokan sokaklara, türkülere, ahşap evlere veda etme ihtimali korkutuyor bir anda beni. Çocukluğum geliyor gözümün önüne, bir damla yaş akıyor gözümden gerisi gelmiyor. Hüzünle karışık baskın bir duygu dolduruyor ruhumu. Gidemem! Sevgiyi, aşkı burada aramalıyım, arayacaksam. Belki de yalnızlıkla dolu engebeli sokaklarda gizlidir. Her şeyi yaptırabilecek çılgınlık belki yanıbaşımda , yosun kokan bu kenttedir, benim şehrimde.
Açılıyor bir kez daha eski, paslanmış, metal kapı. Alıyorum fırçayı elime maviye, yeşile, turuncuya, mora boyuyorum boş tuvali, aşka. Belki gelir umuduyla. Umut… Tekrar hoş geldin ruhuma! Burdayım aşk, varım, hep vardım…
Adım atarken yalnız sokağa bunlar vardı aklımda., Fonda Rum Türküleri. Minik kızların gelecek hayalleri, kasapla berberin zar sesleri. Dalga seslerinin rüzgarla birleşip tüm kenti dolduran mükemmeliği.
Elimde ateş kırmızısı bir top, götürüp koydum mutsuz mutsuz bakınan miniğin önüne. Dikti ela gözlerini baktı, baktı. Topu aldı, deli gibi koşmaya başladı. Peşinden diğerleri.
Seviyorum bu şehri, seviyorum. Hep buradaydım aşk, hep vardım.
Deniz Marmasan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Ahmet Altan Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 7.386 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
SEVDAMIN CANI ACIYOR
Kapkara bir geceyi gözlerime giymişim.
İsmin dudağımda veda kokusu.
Ceplerime umut doldurmuşum
Vedan yüreğimde ölüm korkusu
Hüznün yalnızlığındayım
Ne zamandır ağlıyor gözlerine gözlerim.
İçimde tufanlar kopuyor
Bu sahipsiz ayrılık kimin?
Esmer yüzüme sinen bu gereksiz isyanlar nedir?
Terkedilmiş ezgiler çevremi sarıyor.
Hak edilmemiş karanlığa kapılarımı açıyorum.
Tenime kurşunlar yağıyor.
O uzak şehirdeki yalnız adam
Sen dolu bir sızı içimi yakıyor.
Puslu sevişmeler hasretindeyim.
Ben yakaladıkça bir dibe çöküyor.
O uzak şehirdeki yalnız adam,
Ne zaman aralasam hastalıklı kalbimi
Sevdamın canı acıyor
Eylül Deniz Çolak
Yukarı
|
Çizen: Semih Bulgur Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Yukarı
|
Katmerli bir ruh gibi, iki ruh
Resim ve seramik eğitimlerini, aynı doğum-yaşam öyküsünden aldıkları
ilhamla şekillendiren Azize ve Azime ÖNLÜ şimdi bu özel şekilleri
sanatseverlerle buluşturmaya hazırlanıyor. 31 Ekim-9 Kasım 2006
tarihleri arasında YMMO Sanat Galeri’sinde meraklısıyla buluşacak
eserler, iki ruhu, katmerlenmiş tek bir ruhta bütünleyen nesneleri merak
edenler için hoş bir fırsat niteliği taşıyor.
1971 yılında Kütahya Tunçbilek'te doğan ikiz sanatçılar, en önemli
besin kaynaklarının yaşamlarını sürdürdükleri ortam olduğunu şu ortak
cümleyle anlatıyor. “Çok güzel bir aile ortamında büyüdük. Ne şanslıyız
ki kahramanlarımız; uzaklardan, kitaplardan, dokunulamazlardan değil,
evimizin tüm fertlerinden çıktı. Nasıl, ne zaman olduğunu hiç anlamadan
yaşamdan biriktirdiklerimizi görsel ve plastik bir dille konuşturma isteği
oluştu.”
Azime Dokuz Eylül Üniversitesi Resim Bölümünden, Azize ise; Dokuz Eylül
Üniversitesi Seramik Bölümünden mezun oldu. 1997 yılında dört kişiden
oluşan Toprak Çocukları Sanat Atölyesini kurdular. Halen İzmir ve İstanbul'daki
atölyelerinde çalışmalarını sürdürüyorlar.
Yine ortak bir bakışla sanata ve yaratmaya ilişkin duygularını şöyle
anlatıyorlar; “Sanat; gördüklerimizi, okuduklarımızı, sustuklarımızı
ve de konuştuklarımızı etlendirme şansını verdi.Böylece sanat yoluyla,yaşamı
da şekillendirebileceğimizi öğrendik. Biliyoruz ki, tüm soru ve cevaplarımızın
neticesi bu mecradan akacaktır. Rüyalarımız da dahil, düşünsel ve
fiziksel tüm mesaimiz bu yöndedir. Tutkumuz bir gün bizim bile yapabildiğimize
inanamayacağımız yapıtlar doğuracak. Çünkü biz bu uğurda tüm adanmışlığımızla
üretmekteyiz.”
‘SUSTUKLARIM’ Heykel Sergisi
31 Ekim-9 Kasım 2006
YMMO Sanat Galeri – Istiklal Caddesi No:302
Tel:0 212 251 60 90
azizeazimeonlu.com
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Bilgisayarınızın ekranında görmeye alıştınız masa üstü ikonlar’ının sürekli boş durmaktan canları sıkılırsa ne yaparlar? Merak edenler http://www.xs4all.nl/~jvdkuyp/flash/see.htm kısa yolunu tıklasınlar ve neler olabileceğini kendi gözleriyle görsünler. Masa üstü ihmale gelmez.
Rakı sofrasını sevenlerin asıl sevdiği rakı içmek değil der baz büyüklerimiz. Doğru da söylerler. Neden böyledir diye sormamak lazım, bir rakı sofrasında sohbete en azından misafir olmak lazım. http://www.rakisever.com/ web sayfasını ziyaret edenlere rakı sofrasında neler konuşulduğu değil ama sohbete meze olan malzemelerin nelerden oluştuğu anlatılıyor. Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül hoş sohbet ister kahve bahane, böyle buyurun efendim afiyetle.
Flash oyunlar konusundaki en büyük arşivlerden bir tanesi http://www.miniclip.com Her türden ve her yaşa hitap eden oyunlarıyla sık kullanılanlar listenizde bulunması gereken bir web sayfası.
Dosya paylaşımı konusunda en (ne diyeceğimi bilemedim, deneyin ve görün)… Ben uzunca bir süredir kullanıyorum http://www.limewire.com web sayfasında pro ve basic versiyonları mevcut. Basic versiyonunu seçerek ücretsiz olarak kullanabilirsiniz. Sadece program açılışında bir defalık güncelleme sorusu soruluyor. Soruyu later seçeneği ile geçebilirsiniz. Search kısmına istediğiniz herhangi bir mp3 veya dosya ismini yazarak aynı programı kullanan diğer kullanıcıların bilgisayarlarından bulup indirebiliyorsunuz. Aynı şekilde sizin bilgisayarınızdaki share dosyası yardımıyla kendi dokümanlarınızı başkalarıyla paylaşabiliyorsunuz.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|