Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.083

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 8 Kasım 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : Bu meczub susmalı!..

Merhabalar,

Bugün tatsız bir konudan söz edeceğim izninizle. Burada sansürsüz olarak kullanacağım bazı yazışmalardan dolayı da peşinen özür dilerim. Ancak benim artık hoşgörü gösterecek, sessiz kalacak halim gerçekten kalmadı. Burada sözlerini ederek reklamlarını yapıyor olma tezine de katılmadığımı baştan belirtmek istiyorum. Bu reklamlarını yapmak değil, ipliklerini pazara çıkartmak ve elimizden geleni ardımıza koymamaktır. En azından ben buna inanıyorum.

Sabahın erken saatlerinde posta kutuma bir mesaj düştü. Normalde silip atmam gereken bu mesajı denk geldi okudum. Tüylerim diken diken olunca dayanamayıp mesajda sözü edilen siteye girdim. benimle birlikte pekçoğunuza gelmiş olduğunu bildiğim bu mesajı aynen aşağıya alıyorum.

=======
From: nokhaber.com [mailto:iletisim@nokhaber.com]
Sent: Tuesday, November 07, 2006 11:51 AM
To: .....
Subject: Laik ve Kemalist Türkiye'nin sapıklıktaki dünya birinciliği

Ateist Atatürkçü düşüncenin çağdaşlık ve aydınlık hilesi milletimizin korkunç ve ürkünç sonunu hazırlamış, dehşet verici birinciliği dünyada belgelenmiştir. Onuncu Yıl Marşındaki “Çıktık açık alınla on yılda her savaştan, on yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan” dizeleri, dünün kurtuluş mücadelesini yapan bağımsız Müslüman Türkiyesi ile günümüzün dinine ve geçmişine küfreden müstemleke laik Türkiyesini anlatmakta, dolayısıyla yetiştirilen gençlerin düşünce, duygu ve eylemlerinin tüm pespayeliği, rezaleti, iğrençliği ve sapkınlığı; elde edilen şampiyonlukla perçinleşmektedir. Bebek ve çocuklara girişilen tecavüzleri merak ederek seyredebilen, ilgi duyabilen ve tatmin olabilen Türklerin kahrettiren sapkınlıkları, bilinmelidir ki milletimizin tamamını lekelemekle kalmayacak, “çok tehlikeli” damgasıyla dünyanın hemen her yerinden dışlanmalarına sebep olacak, çocuklara ve kadınlara yaklaşmaları yasaklanarak, “kırmızı hat” sürecini de başlatacaktır. Bülent Ecevit'in sadece 1 saat 56 dakika yaşadığını biliyor musunuz?
Devamı için aşağıdaki linki tıklayınız!
http://www.nokhaber.com
ÖNEMLİ NOT ;
“Neden Oy kullanmıyorum” kitabın tam metni yoğun istek üzerine 01/11/2006 tarihinden itibaren sitemizde yayınlanmaktadır.
=========


Site mehmet şadoğlu denen meczuba ait. Adamı tanımak için Tempo dergisiyle yaptığı röportajı okuyabilirsiniz. Sitede yer alan mesnetsiz, tamamen karalamaya yönelik yazıları buraya almam olanaksız. Dilerseniz gidip okursunuz. Ama tüm insanlığın lanetlediği bir olayı Atatürk Türkiye'sine mal edip, onun üzerinden prim yapma gayretini ve bunu alenen yayın kanallarını kullanarak yapmasını aşağılık bir hareket olarak değerlendirdiğim için, kendisine aşağıdaki mesajla cevap verdim.

=========
From: Cem Ozbatur
Sent: Tuesday, November 07, 2006 1:39 PM
To: 'nokhaber.com'
Subject: RE: Laik ve Kemalist Türkiye'nin sapıklıktaki dünya birinciliği

Ey Mehmet Ali Şadoğlu,
Bir daha bu adresimi bu türde mesajlar icin meşgul edersen seninle mahkemede hesaplaşırım.
Atatürk Türkiye'sinde bu lafları edebilme cesareti bulabildiğine şükretmelisin.
Hele ki bu mesajı tüm insanların lanetlediği bir olaya yamamak ancak sen gibi örümcek beyinlerin akıl edebileceği türden bir davranış biçimidir.
Allah seni bildiği gibi yapsın,
==========


Genelde bu tür sitelerin yurtdışında ulaşılması güç sunucularda barındığını tahmin ettiğimden umarsızca ufak bir araştırma yaptım. Gördüklerim karşısında epeyce şaşırdım. Site yurtdışında ancak yerli bir firma tarafından host edilmekte. DNS sunucuları da tr uzantılı. İlkler Ltd Şirketine ait ilkler.com.tr tarafından host ediliyor. Farkında olmadıkları varsayımıyla kendilerine aşağıdaki uyarı mesajını gönderdim.

=========
From: Cem Ozbatur
Sent: Tuesday, November 07, 2006 1:49 PM
To: 'info@ilkler.com.tr'; 'iletisim@nokhaber.com'
Subject: nokhaber.com
İlgiliye,
Sunucularınızdan DNS hizmeti verilen, sizin mail sunucularınızı kullanarak email gönderimi yapılan nokhaber.com, aşağılık içeriği nedeniyle gerekli mercilere bildirilmiştir. O siteyi derhal kapatmadığınız takdirde ODTÜ nezdinde ilkler.com.tr ye ait alan adlarının durudurulması için her türlü girişimde bulunulacaktır.
==========


Karşılıklı birkaç yazışma ile geçen muhabbetten birkaç cümle;

Ne bu? Çocuk mu korkutuyorsun? Girişimini yap, mahkeme kararını getir kapatırız. Kuru gürültü yapma.

nokhaber sitesi hosting müşterilerimden sadece birisidir. hosting denen şey nedir? İnsanlar web sitelerini bir yerde barındırmak isterler. nokhaber sitesi de bizden barındırma hizmeti almış bir müşteridir alakamız budur.

Sırf sen istedin diye siteyi kapatmam. İçeriğin zararlı olup olmadığına ben değil mahkeme karar verir. Adam gibi açarsın davanı, kapatılsın kararını çıkarır gelirsin. İlgili sitenin sahibinin kim olduğu belli. Benimle değil onunla konuş bundan sonra.

Bu türden pek çok site var diyorsunuz biliyorum. Ama bu sefer yapan adıyla sanıyla ortada. Pisliklerini bulaştırmak için de cesur ve fütursuz. Yetkili mercilerin tek bir hareketiyle, en azından bu seferlik susturulabilir. O zaman, içinde biraz vatan sevgisi olan her Türk vatandaşı için bu zehirli kara sesi susturmak görev olmalı diyorum. Son olarak şadoğlundan geldiğini tahmin ettiğim son mesajı aşağıya alıyorum. İbreti alem için elbette...

=========
From: nokhaber.com [mailto:iletisim@nokhaber.com]
Sent: Tuesday, November 07, 2006 8:24 PM
To: cozbatur@superonline.com
Subject: Re: Laik ve Kemalist Türkiye'nin sapıklıktaki dünya birinciliği

Cem Özbatur denen aşağılık yaratık,
Gösterdiğin tepkiden, dünya nezdinde Müslüman milletimizi alçaltarak lekeleyen "çocuk pornosu" sapıklarından biri olduğun anlaşılmaktadır. Senin gibi bedhahların bu ülkede barınmasının faturasını ödeyen aziz halkımıza vereceğiniz hesapla bu tür sapkınlıkların sona erceği muhakkaktır. Bu ülke tanrınız Atatürk'ün Türkiyesi değil, canlarını feda eden Müslümanların tapındığı Allah'ın Türkiyesidir. Senin gibi örümcek beyinli bir putperestin Allah'ın adını anması paradoksun ta kendisidir. Sen ve senin gibi pislikler şunu çok iyi bilsin ki, şeytani manipülasyonlarla sömürdüğünüz ve aldattığınız bu millet artık uyanmakta, dolayısyla sesimi kesme girişimleriniz hiçbir işe yaramayacaktır. Hele senin gibi bir sefilin.
==========


Lütfen teselli etmek için bana mesaj yollamayın. Yukarıdaki mesajın benim için hiç bir şey ifade etmediğini söylemekle yetineyim. Ama gene de birşeyler yapabilirsiniz. Eğer sizler de benim gibi durumdan rahatsız olduysanız lütfen bu sefer harekete geçin. Email atın, faks çekin, birilerinin dikkatini çekmeye çalışın. Gereken email adresleri ve faks numaraları aşağıdadır;

mehmet ali şadoğlu iletisim@nokhaber.com Site sahibi meczub.
Ömer İlk OmerILK@YazilimVadisi.com (Hosting şirketi sahibi)

Hosting şirketi ilkler.com.tr nin uyarılması ve mümkünse kapatılması için de ODTÜ ".tr" ALAN YÖNETİMİ'ne faks çekebilirsiniz. Faks Numaraları, 0312 210 33 33 / 210 12 27 / 210 33 28.

Vaktinizi aldığım için özür dilerim. Sürç-ü lisan ettiysem af ola. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Ardan Zentürk

 A'dan Z'ye : Ardan Zentürk


   YAN KOLTUĞUMDA... BÜLENT ECEVİT...

"Ulusal Sol" kavramının doğduğu, CHP-SHP ile köprülerin atıldığı geziden tazelenen notlar...

Bülent-Rahşan Ecevit çiftiyle, takvimlerin 13 Ocak 1992'yi gösterdiği gün Atatürk Havalimanı'nın VİP salonunda buluştuğumuzda, bir gezinin Türk siyasi yaşamını şekillendirecek boyuta ulaşabileceğini tahmin edemezdim. Davet sahibi bendim... Bülent Ecevit ile bağımsızlıklarına "henüz" kavuşmuş "Türk cumhuriyetlerini" gezecek, birlikte yazı dizisi hazırlayacaktık...

Gariptir...Aradan geçen 14 yılda Ecevit'in o günlerde saptadığı düşüncelerinde hiç bir değişiklik olmadı... Kıbrıs'a asker çıkartan politikacı, siyasi kariyerine "Apo'yu da getirten adam" kartvizitini ekledi. Bu süreçte yaşanılan çarpıcı gelişme, CHP ve lideri Deniz Baykal'ın adım adım, Ecevit'in çizgisine yaklaşmaları, O'nun bıraktığı boşluğu sahiplendikleri oldu...


Takvimler 25 Ocak 1992 gününü gösteriyordu ve bizler, dağılmış bir imparatorluğun çökmüş bayrak taşıyıcısı olarak adlandırılabilecek Aeroflot uçağındaki dördüncü saatimizi dolduruyorduk. Sovyetler Birliği çökeli bir-kaç ay olmuştu. Dönemin Bakü Havalimanı'nda yaşadıklarımız, bu çöküşün bireylerin kişisel yaşamlarına nasıl yansıdığını açık-seçik ortaya koyuyordu. Görevlilerin, Bakü-İstanbul uçağının yolcularının bavullarını tam altı saatte yükleyememeleri, kokpitte 8 saatir oturduğunu söyleyen iki Rus pilotun tası-tarağı toplayıp gitmeleri, görevlilerin, saatlerdir uçağın içinde sabırla bekleyen yolculara, bavullarınız uçakta kalsın, evinize gidin, uçak yarın kalkacak demeleri... Uçaktaki Türk yolcuların, iyi de bizim gidecek evimiz yok, bu şirket kalacak yer sorunumuzu halletmeli sözlerine kulak tıkamaları... İşte o an...Bir Azeri yetkilinin gelip, büyük bir nezaketle, yanımda oturan Bülent-Rahşan Ecevit çiftine, Hörmetli minister, sizler devletimizin konağısanız, haş ederim, buyrun diyerek uçağın dışına çağırması... Ve Bülent Ecevit'in gerçek karakterini ortaya koyan unutulmaz çıkışı: Sayın yetkili, ben Türkiye Cumhuriyeti'nin bir milletvekili ve eski başbakanıyım. Bu uçaktaki Türk yolcuların akşam konaklama sorunu Azerbaycan yetkilileri tarafından halledilmedikçe, bu uçaktan inmiyorum, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının da inmesine izin vermiyorum!

O günlerin hızlı ANAP'lısı, bugünün Hürriyet ve Değişim Partisi Genel Başkanı Yaşar Okuyan ile ne zaman karşılaşsak, Ecevit'in kararlı kişiliğinin yansıdığı o anı hatırlarız... Kaybettiğimiz bu önemli devlet adamı için herkes bir şeyler yazacaktır ama, bence, devlet adamlarının gerçek karakterini ortaya koyan bu tür günlük davranış biçimleridir. Bülent-Rahşan Ecevit çifti, o uçakta benim konuğumdular ve biz, 12 gün süren bir Türk cumhuriyetleri gezisinden, Türk siyasi yaşamının ilerleyen yıllarına damgasını vurabilecek çok önemli birikimlerle dönüyorduk.

Bu gezinin ilk fikri, 1989 yılı sonbaharında atılmıştı. O dönemde Sovyetler Birliği sınırları içinde görülen Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ Savaşı'nı izleyip, Türk kamuoyuna aktaran ilk gazeteciydim. Bu arada, Azerbaycan Halk Cephesi'nin büyük önderi Ebulfez Elçibey'i de usta ağabeyimiz Gökşin Sipahioğlu'nun Paris'teki ünlü SİPA Press haberajansı sayesinde dünyaya tanıtan bir gazeteciydim. Bir gün, ofisimde çalan bir telefon, bana Bülent Ecevit'in yaşamaktan her zaman onur duyduğum sıcak dostluğuyla birlikte tebriklerini ve bir gün bu stratejik coğrafyaya birlikte gidip birlikte yazma teklifini de beraberinde getirmişti. Hatta telefonda aynen şöyle demişti: "Sayın Zentürk. Biliyorsunuz, eşim Rahşan Ecevit benim hem hayat arkadaşım, hem de her alandaki en büyük yardımcımdır.Sizin için bir mahsuru yoksa, kendisinin de benimle gelmesini istiyorum."

60 yıla yaklaşan beraberlikleri her zaman Türkiye'nin gündeminde olmuş bu ünlü çiftle uzun bir Kafkasya-Orta Asya yolculuğuna çıkmak... Reddedilebilir mi? Nitekim, 13 Ocak 1992 günü Atatürk Havalimanı'nın VİP salonunda Genel Başkanı'nı yolcu eden "manevi evlat" Hüsamettin Özkan, kulağıma eğilecek ve içine hayli sert kararlılık iliştirdiği bir ses tonuyla, "Size dünyanın en değerli devlet adamlarından birini emanet ediyoruz. O'nu sağ verdik, sağ isteriz. Bütün sorumluluk sizindir..."

Oysa aynı Hüsamettin Özkan, aradan sadece 10 yıl geçtikten sonra, 2002 seçimleri öncesinde, üstelik sağlık durumu hayli bozulmuş, kendisini bu ülkenin en üst devlet yönetimlerine elleriyle taşımış "manevi babasını" en zor gününde bırakacak, Kemal Derviş ve İsmail Cem ile birlikte başlattığı Yeni Türkiye Partisi serüveniyle, Türk sol kanadını büyük bir çalkantının içine sürükleyecekti.

Ne garip bir tesadüftür ki... Sibirya soğuğunu Kafkaslar'a taşıyan sert rüzgarlara teslim olmuş Bakü'ye indiğimizde, bizi, ilerleyen yıllarda merkez-sağda liderliğe aday olan o günlerin genç ve gözüpek bir diplomatı, Mehmet Ali Bayar ve zarif eşi Ayça Bayar karşılayacaktı... Ama belki de bütün yolculuğa damgasını vuracak buluşma, bir gün sonra, Bakü'nün mütevazi bir binasında, merhum Ebulfez Elçibey ile yaşanılacaktı...

YARIN: "HİÇ BİR ZAMAN MARKSİST OLMADIM..."

Ardan Zentürk


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


YÜZÜMÜN GERGEFİ

Konuşsa bozulur mu
Susunca, içinden akıyor yaşatmayı başaramadıkları
Sallanan bir masada yazı yazma mecburiyetiymiş meğer “sevgiliyiz” dedikleri. İlk fırsatsal zamanda vedalaşmak tökezleyen ayakla ve hiç anımsamamak bir daha…
Yüzümün gergefinde işlenen eni boyu anneme benziyor olmanın asil yalnızlığı. Camda büyüyor suretim, yitirdiğim mimikler saklambaç oyununda ebe olmak ve saymak; bir iki üç… Önüm, arkam, sağım, solum…

Bu günlerde tüketmeyi atlamadan gerçekleştirdiğim tek şey “çocuk oluyorken”lerim…

Yüzümün gergefi annem. Sesim, değişken sanatlı bir ton. Hani en ağır divana yaraşır, öyle yakın, oysa “al satarım” yollu bir mutluluğu dillendiremez kadar ağdalı ve geç oldu’ya erteli…

Sıkılmadım dersem, yalan söylerim. Sabrımı deneyen beyaz çizgiler…
Masamda, posta kutularımda, telefon mesajlarımda hem aynı iyi dilekler…
Susmayı beceremem değil mi
Konuşunca “al satarım” da diyemem
…..
Şehir, şehrim.. Kararlığımızın karı düşmüş yollara. Yorgun, yürüyoruz seninle. Atkımın uzunluğunu ayarlayamamış annem. Ziyanı var mı?..
Sen varsın yanımda. Öksürüyorsun, gülüyorum.. Gülmek için neden aramaz kadar gençmişiz meğer en son o zaman…
Yürüyüp, “hadi yarın görüşürüz” dediğimiz yollar çok uzakta artık
“Zeki ama çalışmıyor” cümlesini kurmayalı sıradanlaştı tüm tenkitler…

Yergisi, övgüsü.. Hep aynı iyi dilekler…
Bu değil miydi istediğim?..
Bunun içindi onca yol, onca acı
Tadım yok
Hala o yolda seninle olmak
“Paranı ben öderim” deyip “sen ödersin sonra” diyebilir kadar dürüst yoksullukları taşımak sırt çantalarımızda
Oturduğum masalar ıslak değil
Etrafımda bıyıklarına gözlerimden yaş gelene dek gülebileceklerim yok
Sen uzaksın
Ben ötede bir yerde
Şehir hala aynı yerinde

Yüzümün gergefinde annem
Telefona gidiyor elim
Arasam ne denir?..
Aradım

Nasılsın dedim
Başarımı tebrik etti
Susmalıydım, susamazdım
Artık “amaaaaaan çocuk işte” demeyeceklerdi
Yaşımdan büyük cümlelerimin bedeliymiş bunlar
Öyle diyor Ustam

Çocuk kaldırımlarındaki sesini ve samimiyeti duymaktı istediğim
Yalansız, tebriksiz, sınırsız
Yüzümün gergefi annem
Uzak, unutulmuş, tadını yitirmiş hayal
Taslağını ben çizmiştim evet ama
Bu kadar eksiksiz gerçekleşsin istememiştim
Bu hazan bu biçimsiz kalabalığı, tüm tebriksiz sabahlarıma tercih edebilirim
Susun, artık tebrik etmeyin ne olur beni


Sarahatun Demir
sarahatun@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Ahmet Altan

 Şundan Bundan : Ahmet Altan


   Ronald Biggs

Ronald BiggsBugün, dünya tarihinde, kendi alanında önemli bir yer edinmiş olan, hakkında filmler yapılmış birisinden söz edeyim istiyorum size.. Ronald Biggs'den..

52 yaşındaki yanık tenli, yakışıklı adam Barbados'ta, bekleşen kalabalığı selamlamak üzere çıktığında, dışarıdaki bağıran, şarkılar söyleyen, çığlıklar atan bir sürü neşeli insanla dolu olduğunu gördü.

'Herkese benden şampanya' diye seslendi..

Herkeslerin, selamlamak, kendisini görmek için can attığı bu adam, ne ünlü bir sporcu, ne bir politikacı, ne de bir müzisyendi.. Dünya çağında ün yapmış, büyük, büyük bir dolandırıcı, bir sahtekar.. bir hırsız..Ronald Biggs..

18-20 yıl önce, 1963'te, bir grup hırsız, İngiltere'de dağ başı bir yerde bir posta trenini durdurmuş, ve trendeki toplam 2,5 milyon pound tutarında eski banknot bulunan çuvallarla ortadan kaybolmuşlardı. İşte 'yüzyılın suçu' diye adlandırılan ünlü soygun buydu. (Uzun yıllar sonra Supertramp adlı grup 'Crime of the Century' adlı ünlü albümünde, sözkonusu soygundan ilham almıştır)

İşte bu soyguna katılmış olanlardan en tanınmışıdır Ronnie Biggs.Aslına bakarsanız, bu ününü soygunun lideri olmasından dolayı elde etmemiştir, soygundaki rolü biraz ufak sayılacak bir roldü, ama asıl ünlü olma nedeni, daha sonra üstün bir beceriyle hapisten kaçmayı becermiş olmasındaydı.

Her akşam, İskoçya'da toplanmış olan eski paralar, trenle Londraya doğru yola çıkardı, amaç, bu eski paraların imha edilmek üzere İngiltere Merkez Bankası'na ulaştırılmaktı. Sözkonusu çuvallar, bu iş için özel olarak ayrılmış olan vagonlardan birisinde olurdu, aslında tren hergün düzenli olarak Glasgow'dan Euston'a giden posta treniydi. Paranın tutarı değişirdi, ama özellikle bankaların da kapalı olduğu bazı uzun tatillerden sonra müthiş miktarlara ulaştığı olurdu. 3 Ağustos günü için, çete üyeleri 4 milyon pound tutarında bir para kaldırabileceklerini ümit ediyordu.

Hırsızlar, renkli simalardan oluşmuş, enteresan bir topluluktu. Başlıca kimseler şöyle; Bruce Reynolds, 30 yaşında, East End'de güzel bir yaşam hayal eden birisi, Charlie Wilson, Reynolds'ın eski bir suç arkadaşı, becerikli bir adam; Gordon Goody, 32 yaşında, kadınlar ve iyi giysiler konusunda keskin zevkleri olan bir yalnız adam, Ronald Edwards, ailesine düşkün bir klüp sahibi,Tommy Wisbey, 32 yaşında kitapçı, Jimmy White, eski bir paraşütcü, sakin bir adam, 32 yaşındaki Bob Welch yine bir klüp sahibi ve Jim Hussey, 30 yaşında, Soho'daki bir lokantanın sahibi.

Grup ayrıca üç tane de uzman bulmuş. Roy James, 23 yaşındaki bu kuyumcunun diğer uzmanlığı araba yarışı, çok hızlı araba kullanabildiği için ekibe alınıyor. Roger Cordrey; 38 yaşındaki bu çiçekçinin ekipte üstleneceği fonksiyon, kendisinin çok iyi anladığı demir yolu sinyalizasyon sisteminin ayarlanması konusu. Bir de emekli makinist buluyorlar.

Kadro, son dakikada bir kişiyi daha ekibe katmaya karar veriyor, bir dekoratör ve ara sıra küçük hırsızlıklar yapan birisi, güzel karısı, insanı kendisine bağlayan gülümsemesi, ve asla aford edemediği lüks bir yaşama karşı duyduğu sempatisi ile Ronald Biggs.

Bridego köprüsü, ekibin treni soymaya karar verdiği noktaydı, burası Buckinghamshire'da yapayalnız bir nokta olarak gözlerden uzak ve rahat çalışılabilecek bir yerdi. Bu noktadan yaklaşık 50 kilometre uzaktaki Leatherslade çiftliğini kendilerine üs olarak hazırlamışlardı. 2 Ağustos günü gece yarısına doğru, mahşerin atlıları iki Land Rover ve bir kamyonla, Bridego köprüsüne doğru yola çıktılar.

Cordey, iki trafik lambasını yaktı, birincisi birkaç yüz metre ilerdide, diğeri de köprüye çok yakın bir noktadaydı. Birinci ışık treni yavaşlatacak, ikincisi de tamamen durmasını sağlıyacaktı. Ayrıca tren hattı boyunca yer alan acil durum telefon hatları ve çevredeki çiftlik evlerinin telefon hatlarını da kesmeyi ihmal etmediler.

Sabah tam 3'te makinist Jack Mills yol kenarındaki trafik lambasının kırmızı olduğunu gördü ve frenlere asıldı. İkinci ışığın da kırmızı olduğunu görünce, treni durdurdu ve ateşciye neler olduğunu anlamak için yol kenarıdaki telefona gidip merkezle irtibat kurmasını söyledi.

Ateşci, karanlıkta kaybolduktan az sonra, Mills onun birisine 'Neler oluyor ahbap?' diye sorduğunu duydu, ama sonra hiç ses gelmedi. Aslında ateşci Buster Edwards'a denk gelmiş, birlikte setten aşağı yuvarlandılar ve orada da elleri kolları bağlandı. Lokomotifin içinde ise Mills'e iki yandan saldırılmış, kafası zorla öndeki cama çarpılmış ve saf dışı bırakılmıştı.

Lokomotif ve iki vagon (bir tanesinde paralar vardı) katarın geride kalan kısmından ayrılmış, az ötedeki köprüye kadar gruptaki eski makinist tarafından sürülmüştü. Ekip burada paraların olduğu vagonun kapılarını çelik çubuklar ve kazmalarla parçaladı ve içeri girdiler. Vagonda paralarla birlikte gitmekte olan beş posta koruma görevlisi yere yatırıldı, ekip 120 para çuvalını kurdukları insan zinciri ile elden ele geçirerek kamyona yüklediler.Ter içinde, ama zaferden çıldırmış bir şekilde, küçük konvoylarını çiftliğe sürdüler. Herşey planlandığı gibi gitmişti. Sadece makinistin kafasının çarpması ve bundan dolayı adamın yaralanmış olması ileride aleyhlerinde kuvvetli bir sorun oluşturacaktı.

Şimdilik gelecek pembe görünüyordu. Bütün geceyi para sayarak geçirdiler. Bir kısım parayı rüşvet vs için ayırdılar, kalanını da paylaştılar. Suçun işlendiği anda başka yerde olduklarına dair delilleri tam, hisselerine düşen paraları da tüm bu karşmaşa geçene kadar güvenilir bir yere aktarmış olmanın rahatlığı içinde, birbirlerini kutlayıp, her birisi kendi yollarına gittiler. Ne var ki bu huzurlu zaman kısa sürdü.

Arkada bir sürü allahın cezası ipucu bırakmışlardı. Parmak izleri, giysiler ve araçlar.. Aslında içlerinden birisine, arkada kalıp çiftliği tepeden tırnağa temizlemek ve tüm kanıtları tamamen yok etmek görevi verilmişti, ama bu iş hiç yapılmadı.. Bütü plan acemice bir hataya kurban gitmişti.

Avuç ve parmak izleri sayesinde, dedektifler çok kısa sürede hırsızların kimlikklerini tesbit ettiler, kısa zamanda tüm kadronun resimleri arananlar listelerinde memleketin dört bir yanında yapıştırılmıştı.

Bir yıla kalmadan çoğu hapsi boylamıştı. Topluma karşı suç kapsamında yargılandılar ve bu nedenle de oldukça sarsıldılar. Halkta kendilerine karşı bir sempati uyanmıştı, ama bu Goody, Welch. James, Wisby ve Hussey'in 30'ar yıl yemesine engel olamadı. Cordrey 14 yıl yedi, ama yedi yıl sonra bırakıldı. Ama hırsızlardan bazıları ilerideki yıllarda polisin başına ciddi dert açacaklardı. White, üç yıl kaçmayı başardı, sonunda 1965'te yakalandığında 18 yıla mahkum oldu, dokuz yıl yatıp çıktı. Reynolds ve Edwards bir yıl kadar Londra'da saklandıktan sonra, Mexico City'ye uçtular. İnanılmaz bir hızla, inanlımaz paralar harcadılar ve sonunda her ikisi de İngiltere'ye döndüler. 1966'da Edwards teslim oldu. 15 yıla mahkum oldu, dokuz yıl yattı. Reynolds 1968'de yakalandı, 25 yıl yedi, 1978'de çıktı hapisten.

Tüm tren hırsızları, hapishanelerde çok büyük güvenlik önlemleriyle tutuldular, çünki içlerinden iki tanesi muhteşem bir kaçış başarmışlardı. Wilson, 1965'te Winson Green Hapishanesinden kaçmayı başardı ve bulduğu ilk uçakla Mexico City'ye, takım arkadaşları Reynolds ve Edwards'a katıldı. Bir süre sonra durumdan yorulup Montreal'de bir eve yerleşti, ama burada da 1968 yılında ele geçirildi ve 30 yıllık cezasını çekmek üzere İngiltere'ye yollandı, on yıl sonra serbest kaldı.

İkinci kaçış.. gerçekten çok daha sansasyoneldi, ve gerçekten de dünya suç tarihine bir efsane olarak geçti. 1965'in Temmuzunda, Biggs cüretkar bir grup arkadaşının yardımıyla Londranın Wandsworth hapishanesi duvarından sarkıp aşağıda beklemekte olan bir kamyonetin tavanına indi.

Önce Fransa'da birkaç plastik ameliyat geçirdi, burnu ve yanaklarında bazı değişiklikler yaptırdı. Sonra da bu işten kaldırmış olduğu paranın bir kısmını yanına alarak Avustralya'ya gitti. Melbourne'un dış mahallelerinden birinde bir ev uydurdu, marangoz olarak bir iş edindi (benim meslektaş) ve karısı ve üç çocuğu ile yeniden bir araya gelmeyi başardı. Burada sahte isimle bir süre rahat ve dingin bir hayat sürdüler. Sadece bir olay mutluluklarına gölge düşürdü, o da büyük oğullarının bir trafik kazasında ölmesi. Bu sıralar Biggs Scotland Yard detektiflerinin peşinde olduğunu haber aldı. Adamlar neredeyse ensesindeydiler, ama Biggs bir yolunu bulup ilk fırsatta Brezilya'ya kaçtı.

Ailesi olmaksızın yaşam ona zor geliyordu. Rio yakınlarında bir ev tuttu ve teselliyi uyuşturucu, alkol ve kadında aramaya başladı. 1974 yılı başlarında bir Londra gazetecisi Biggs'in izini sürerek nerede olduğunu bulmayı başardı, kendisini de hikayesini yazmak konusunda ikna etti. Ne var ki, gazete yöneticileri Scotland Yard'ı bu projeden haberdar ettiler. 1 Şubat 1974 günü, iki Scotland Yard detektifi Rio'ya Biggs'i tutuklamak amacıyla geldiler. Ancak, o zaman farkettiler ki, Brezilya ile İngiltere arasında suçluların iadesi anlaşması yoktu, ve Brezilya otoriteleri Biggs'i teslim etmeyi kabul etmediler.

Sonra Biggs'in genç kız arkadaşı Raimunda, hamile olduğunu açıkladı. İşte bu çok iyi haberdi, çünki Brezilya kanunlarına göre, herhangi bir Brezilyalı çocuğun babası sınır dışı edilemezdi!!
Böylelikle Biggs yine serbest kalmıştı.
1981 yılında Biggs yeniden cezaevindeydi. Bu defa Scotland Yard değil, bir grup fidyeci yüzünden.

Fidye olayını tezgahlıyan kişi eski bir İngiliz çavuşuydu, John Miller. Miller ve dört adamı Nisan ayında Rio'ya geldiler ve kendilerinden hiç de şüphelenmeyen Biggs ile arkadaş olmayı başardılar. Bir gece bir Kopakabana barından çıkışta Biggs'i zorlayıp, ağzına tıkaç sokup bir çuvala soktular ve beklemekte olan bir kamyonete attılar. Biggs, kuzeydeki Belem sınırından ülke dışına çıkarılmış, oradan da kiralanmış bir yata konularak kısa sürede Brezilya karasuları dışına taşınmıştı.

Fidyeciler ve rehine kuzey Karayiplerde dolaştılar. Talihsiz Biggs fidye karşılığı serbest bırakılacaktı.

Çetebaşı Miller Barbados'ta bir otele yerleşt, ve basın önünde kim daha yüksek parayı verirse Biggs'i ona teslim edeceğini açıkladı. Ne var ki bu aşamada planda bir aksama oldu, Miller otelde bu konuşmayı yaparken, Biggs'in içinde bulunduğu yat, sahilde bağlı olduğu yerden çözüldü, ve kıyıdan uzaklaşmaya başladı. Sahill güvenlik ekibi tekneye yanaşınca, içeride Biggs'i buldular, Miller ve ekibi ortadan kayboldu ve Biggs hapse atılıp İngiltere'ye iadesini beklemeye başladı...

Biggs, Barbados Bridgetown'daki hamamböcği istilasındaki hücresinde çürürken, umudunu kaybetmiş olmalı. İadesi sadece br formaliteyi bekliyordu, ama tersi oldu.

Biggs'in Rio'daki en yakın arkadaşlarından Cockney Pickston'la karısı süper bri avukat olan Ezra Alleyne'yi bu iş için tuttular. Üç aylık bir güreşten sonra, adanın başyargıcı, Sir William Douglas, Barbados ile İngiltere arasındaki suçluların iadesi anlaşmasının geçersiz olduğuna hükmetti.
Biggs serbestti..

İşte hapisten çıktığında, kendisini dışarıda beklemekte olan, dansedip şarkılar söyleyen kalabalığıa 'muhteşem değil mi? İnanılır gibi değil.. Herkese benden şampanya..' diye bağırdığında böyle bir ruh halindeydi.

Bundan daha da duygusal olan sahne, Biggs'in Rio havaalanına inişinde yaşandı. Oğlu Mike ile sarıldığında artık göz yaşlarını tutamıyordu. 'Seni bir daha görüp göremiyeceğimden asla emin değildim..' Son parasını harcamış olduğu bir masa tenisi oyununu hediye etti oğluna, Muke'da babasına 'Evine hoş geldin' yazan 15 tane kendi yaptığı resmi hediye etti.

Bundan sonra, yorgun tren hırsızına bir Brezilya pasaportu verildi, yerel bir kahraman olduğu memleketi tarafından kendisine yapılmış eşsiz bir jestti bu. Pasaportunu havada sallarken 'İşte bu, yaşamımda yeni bir sayfanın açılışıdır.. Artık yasal olarak çalışabilirim, ve ne iş olursa olsun, onurlu bir iş bulup çalışacağım..' diyordu.

Ahmet Altan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


1,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Nesrin Özyaycı

 Yansımalar : Nesrin Özyaycı


   Biz Onu gönlümüze gömmüşüz

Mavi gömlekli, Güvercin kanatlı ECEVİT...

"Kulaklarımda, "Karlı Kayın Ormanı'nda" parçası uğulduyor. Ayaklarım donmuş; beynimse arınmış pek çok kirden, pislikten. Yoksa ölüm bütün acıları gerçekten kesip dindiren son uyku mu? "
(Nesrin Özyaycı, "Allebende Boğulmak" öykü kitabımdan "Güvercin" başlıklı öyküm, sayfa 20)


Bilgisayarımın ekranında bir güvercin uçuyor şimdi...

1972-1973lü yıllar... Gerisini yazamayacağım. İsmet Paşanın CHPsi, genel sekreteri Bülent Ecevit.

Sol Görüşlü bir milliyetçi. Bilge bir devlet adamı, ileriyi görebilen bir lider
Maviyi onda tanıdım, beynen/fikirleriyle yaşayan, bedenen ölen, ruhumuzda derin izler bırakan/yaşayan, etkin devlet görevlerinde büyük emekleri olan bir siyasetçi. Çalışana grev hakkı veren bir bakan.
Köylüye gönül bağı büyük, köylü olmasa da. Türk Toplumsal çözümlerini iyi izleyen/gözleyen bir büyük. Kıbrıs Barış harekatı startını verirken "Ayşe Tatile çıksın" şifresiyle Turan Güneş'le dünyayı şaşırtan, ayağa kaldıran hafızamda kayıtlı Ecevit... Ankara da karartma gecelerde aydınlık Türkiye hayalleri kuran !

Bir tarih nasıl böyle ÖLÜR!

Örtüşmek sözcüğünü kendisinden öğrendim, arı Türkçesine hayran oldum!
Uluslar arası siyaset arenasında felsefi alt yapısıyla, edebiyat ruhuyla,
şair kimliğinin, akıldan çok sezgileriyle yürüyen önemli duruşa sahip bir Türk insanı!
Hayallerimizdeki en iyi bir eş. Abdi İpekçiyi bize en iyi anlatan, Öcalan' ı yakalatan
IQ su yüksek bir bilge.

Sıkıyönetimden hafızamda kalan önemli bir adam Ecevit...
Özgürlüklerin olduğu, laik bir Türkiye hedefleyen, inanç özgürlüğüne son derece duyarlı, nazik, dürüstlüğüyle, namus kavramıyla idealist...

1975-1978 Ankara sın'da öğrenciliğimden ruhuma iliştirilmiş mavi gömleğiyle, uçurduğu ak güvercinlerle anımsadığım kitlelere hitap eden bir insan Ecevit, Karaoğlan...

Hedeflenen, hedef olan, yorulan, usanmayan çalışkan bir Anadolu insanı.
İnsani duygularıyla, sözünün ardında duran, yürekli, mütevazi, anonim bir yaşam, dünya siyasetine damga vurmuş ülkemizde ender yetişen insanlardan biri sevgili Ecevit.

Bir tarih kapandı tanıkları bizleriz!

Gazeteciliğiyle hafızamda kalan Gaziantep ile ilgili bir röpörtajı "Yürekli insanların Vatanı"diye anımsıyorum yanılmıyorsam. Mizah duygusuyla, siyasi mizah ustalığıyla, demokrasiden yana tavırlarıyla 5 defa başbakanlık yapmış, Solda bütünlük gayretiyle, Kuzey Irak uyarılarıyla,

12 Mart, 12 Eylül darbelerine karşı tutumuyla, kırılmalar yaşadığı siyasi yaşamıyla, Saddam' ı röpörtaj amacıyla ziyarete gidişiyle, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı radyo/siyah beyaz TV ekranlarından söylemleriyle sesi kulaklarımda şimdi...

Hacettepe Öğrenci yurtlarındaki soluduğumuz karartma gecelerin aydınlık "AK-Günlere" sloganlarının mimarı Ecevit... Barış adamı.

12 Eylül darbesinde Kenan Evren tarafından dış basına verdiği demeçler gereği tutuklanmış, 2 ay mahkum olmuş, siyasi çalışmalarına yasaklar konulmuş, mecmualar çıkartmış bir Türk aydını...

İnandığı gibi yaşamış, inandıklarından taviz vermemiş,

Attilla İlhana yakıştırılan tabir "Yalnız Şövalye", Ecevit için "Romantik Şövalye" lakabı ne kadar yakışmış değil mi?

Etkili Türkçesiyle, mükemmel İngilizcesiyle dünyaya bizi en iyi anlatanlardan biriydi.

81 yaşında ölen, 60 yıllık bir eş, yarım asırlık bir devlet adamı, önemli/farklı bir siyasetçi...

Bir yakınımı kaybettim. Üzüldüm. Etkilendim. Babamı aradım telefonla, sesi tirek, güçlüydü. Çok üzgün. Hayranıydı! Birlikte çok çalışmıştı CHP adına, insanlık adına. Kıbrıs Barış Harekatı ardına Oğuzeli'ne pikniğe gidişimizi, 67 plakalı amcamın arabasının 4 tekerleğinin nasıl parçalandığını, O' nun çalışana "Grev hakkını" nasıl verdiğini anlatıyordu telefonda bana...

Nereye gömülmesi sizce önemli mi? Hak ettiği olacak ancak biz onu gönlümüze gömmüşüz...

Nesrin Özyaycı
http://www.nesrinozyayci.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Recep Pehlivanlar

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 7.386 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


KUŞ VE SEVGİ

Bir ağaç çizdim önce,
Dalları ve yaprakları olan bir ağaç,
Sonra da dibine bir kuş kondurdum,
Sarılı, alacalı.
Ötecek mi diye beklemeye başladım ardından,
Ama kuş ötmedi, yalnızlıktan,
Bir de çocuk çizdim yanına,
Ona yoldaş olsun diye,
Kırmızı kafalı, kısa şortlu.
Sonra, onlar oldu iyi arkadaş…
Ve bir gün, ötüverdi bizim kuş,
Sevgiyi gördü ya…

Neslihan Güzel

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Katmerli bir ruh gibi, iki ruh

Resim ve seramik eğitimlerini, aynı doğum-yaşam öyküsünden aldıkları ilhamla şekillendiren Azize ve Azime ÖNLÜ şimdi bu özel şekilleri sanatseverlerle buluşturmaya hazırlanıyor. 31 Ekim-9 Kasım 2006 tarihleri arasında YMMO Sanat Galeri’sinde meraklısıyla buluşacak eserler, iki ruhu, katmerlenmiş tek bir ruhta bütünleyen nesneleri merak edenler için hoş bir fırsat niteliği taşıyor.

1971 yılında Kütahya Tunçbilek'te doğan ikiz sanatçılar, en önemli besin kaynaklarının yaşamlarını sürdürdükleri ortam olduğunu şu ortak cümleyle anlatıyor. “Çok güzel bir aile ortamında büyüdük. Ne şanslıyız ki kahramanlarımız; uzaklardan, kitaplardan, dokunulamazlardan değil, evimizin tüm fertlerinden çıktı. Nasıl, ne zaman olduğunu hiç anlamadan yaşamdan biriktirdiklerimizi görsel ve plastik bir dille konuşturma isteği oluştu.”

Azime Dokuz Eylül Üniversitesi Resim Bölümünden, Azize ise; Dokuz Eylül Üniversitesi Seramik Bölümünden mezun oldu. 1997 yılında dört kişiden oluşan Toprak Çocukları Sanat Atölyesini kurdular. Halen İzmir ve İstanbul'daki atölyelerinde çalışmalarını sürdürüyorlar.

Yine ortak bir bakışla sanata ve yaratmaya ilişkin duygularını şöyle anlatıyorlar; “Sanat; gördüklerimizi, okuduklarımızı, sustuklarımızı ve de konuştuklarımızı etlendirme şansını verdi.Böylece sanat yoluyla,yaşamı da şekillendirebileceğimizi öğrendik. Biliyoruz ki, tüm soru ve cevaplarımızın neticesi bu mecradan akacaktır. Rüyalarımız da dahil, düşünsel ve fiziksel tüm mesaimiz bu yöndedir. Tutkumuz bir gün bizim bile yapabildiğimize inanamayacağımız yapıtlar doğuracak. Çünkü biz bu uğurda tüm adanmışlığımızla üretmekteyiz.”

‘SUSTUKLARIM’ Heykel Sergisi
31 Ekim-9 Kasım 2006
YMMO Sanat Galeri – Istiklal Caddesi No:302
Tel:0 212 251 60 90

azizeazimeonlu.com

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Bilgisayarınızın ekranında görmeye alıştınız masa üstü ikonlar’ının sürekli boş durmaktan canları sıkılırsa ne yaparlar? Merak edenler http://www.xs4all.nl/~jvdkuyp/flash/see.htm kısa yolunu tıklasınlar ve neler olabileceğini kendi gözleriyle görsünler. Masa üstü ihmale gelmez.

Rakı sofrasını sevenlerin asıl sevdiği rakı içmek değil der baz büyüklerimiz. Doğru da söylerler. Neden böyledir diye sormamak lazım, bir rakı sofrasında sohbete en azından misafir olmak lazım. http://www.rakisever.com/ web sayfasını ziyaret edenlere rakı sofrasında neler konuşulduğu değil ama sohbete meze olan malzemelerin nelerden oluştuğu anlatılıyor. Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül hoş sohbet ister kahve bahane, böyle buyurun efendim afiyetle.

Flash oyunlar konusundaki en büyük arşivlerden bir tanesi http://www.miniclip.com Her türden ve her yaşa hitap eden oyunlarıyla sık kullanılanlar listenizde bulunması gereken bir web sayfası.

Dosya paylaşımı konusunda en (ne diyeceğimi bilemedim, deneyin ve görün)… Ben uzunca bir süredir kullanıyorum http://www.limewire.com web sayfasında pro ve basic versiyonları mevcut. Basic versiyonunu seçerek ücretsiz olarak kullanabilirsiniz. Sadece program açılışında bir defalık güncelleme sorusu soruluyor. Soruyu later seçeneği ile geçebilirsiniz. Search kısmına istediğiniz herhangi bir mp3 veya dosya ismini yazarak aynı programı kullanan diğer kullanıcıların bilgisayarlarından bulup indirebiliyorsunuz. Aynı şekilde sizin bilgisayarınızdaki share dosyası yardımıyla kendi dokümanlarınızı başkalarıyla paylaşabiliyorsunuz.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20061108.asp
ISSN: 1303-8923
8 Kasım 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com