|
|
|
9 Kasım 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Teşekkür ederim!.. | Merhabalar,
Dün sizlerle paylaştığım konu nedeniyle duyduğunuz heyecana ve gösterdiğiniz olağanüstü ilgiye(!?) çok teşekkür ederim. Kendinize iyi bakın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay Mutluluk Sokağındaki Kız |
|
I. Bölüm
Kadın oturduğu sandalyeden kalkarak salonun ortasına doğru bir kuğu gibi ilerledi. İnce belini sağına eğip, bir ayağını ileriye doğru attı. Kıvılcım rengindeki saçlarını, eliyle arkasına doğru döktü. Piyanodaki adam son notaları vururken, önünde duran harika kadına tutku dolu bakıyordu. Birden yerinden doğruldu ve kadına doğru ilerledi. Beline doladığı eliyle kendisine doğru çekti. Ateşli bir öpücük hediye ederken dudaklarına, pencerelerini gagalayan kuşlar danslarına eşlik ediyordu.
Mavi ışıklar yüzüne yayılırken, hala büyülenmiş gibi ileri sabit bir şekilde bakıyordu. Bu yüzden yanında duran adamın elini tuttuğunun önceleri farkına bile varmamıştı. Perdede filmin yazıları ilerlemeye başladığında, ateş gibi olan elini çekmek isterken, elini tuttuğu yabancının yüzüne baktı. Çok utanmıştı… Hem şaşkın, hem şefkat dolu kendisine bakan Levent, elini bırakmak istemedi. Aylin de ısrarcı olmamıştı zaten. Sinemadaki kalabalık yer yer kalkmaya başladığında uykudan ayılmışçasına önce gözlerini, sonra ellerini birbirlerinden çekip arka arkaya çıkış kapısına doğru ilerlediler.
Metin neler olup bittiğini anlamamış olacak ki, arkadaşını arkasından sabırsızlıkla dürtüyordu. Levent ise hiç oralı değildi. Önünde nazlı nazlı ilerleyen Aylin' in peşinden ilerlemeye devam etti. Sinemanın çıkış kapısına geldiklerinde, elinde olmadan arkasına dönen Aylin, hayatında hiç bu kadar güzel bakan bir adam görmediğini düşündü.
- Şaşkınlıktan tanışmadık. Adınızı sormamda bir sakınca yoktur umarım.
- Aylin.
- Ben de Levent. Çok memnun oldum.
- Ben de memnun oldum.
- Beni yanlış anlamazsanız bu tesadüfü gerçeğe çevirmek isterim. Telefon numaranızı verirseniz mutluluk duyarım.
Aylin bir an tereddüt etti. Henüz neler olduğunu da anlamış değildi. Yine de onun elini filmin büyüsüne kapılmış olsa bile, ilk tutan kendisi olmuştu. Hem ne zarar gelebilirdi ki. O kadar güzel bakıyordu ki, daha fazla düşünmeden çantasında bulduğu bir fişin arkasına telefon numarasını yazdı. Tam Levent' e uzatırken yere düşen fişe ilk eğilen Metin oldu. Arkadaşının yardımına Hızır gibi yetişmişti. Yerden aldığı fiş kağıdını arkadaşının avucuna sıkıştırdı.
Levent teşekkür ettikten sonra giden Aylin' in peşinden Metin ile yan yana karşı caddeye geçti. Caddenin köşesindeki kafeteryaya oturup birer kahve içmek istediler. Metin neler olduğunu tekrar sordu. Levent anlamlandırabildiği kadar arkadaşına anlattı durumu. Çok ilginç bir tanışma da olsa, içini kaplayan ateşin ne olduğunu anlayamamıştı. Hiç böyle hissetmemiş olduğunu düşündü.
Kahvelerini içtikten sonra caddenin sonundaki Çiçek Sokağındaki evlerinin yolunu tuttular. Sokaklarındaki yan yana sıralanmış evler, bir kibrit kutusuna dizilmiş çöpler gibi muntazam ve birbirlerine yapışık ve oldukça da eskiydi. Ne var ki, tüm o mistik ve eski görüntüsünün altında, neşeli insanlarla dolu evlerin pencerelerinden herhangi birinde her gün neşeli bir kahkaha sesi duyabilirdiniz. Bütün mutlu insanlar bu sokakta konaklıyordu sanki.
Metin bir an önlerinde ilerleyen siyah uzun saçlı kızın Aylin olduğunu sandı. Emin değildi gerçi ama, görebildiği kadar ona benziyordu. Uğur apartmanının önünde durup kapıyı açmaya çalışırken yana dönen kıza tekrar baktığında Aylin olduğundan emin oldu. "Evet o" dedi heyecanla. Levent' in içi kıpır kıpır olmuştu. Bu kadar tesadüf inanılmazdı. Tam karşı binalarında oturması ne büyük şanstı.
- Seslenmemi ister misin?
- Hayır Metin. Zamanı geldiğinde nasıl olsa komşu olduğumuzu öğrenecek. Bırak da evine gidip, bugünü tekrar değerlendirsin sakince. Tekrar tekrar karşısına çıkıp büyünün bozulmasını istemem.
- Nasıl istersen Levent.
Aylin kolundaki çantayı koltuğa doğru fırlatırken, uzun kanepesine sırtını yerleştirdi. Ayaklarını kanepenin koluna yaslayarak, bacaklarını üst üste koydu. Tavana doğru bakarken hala karşısında Levent' i görüyordu. Sinemadaki dalgınlığı aklına geldikçe yüzünü utangaç bir tebessüm kaplıyordu. Uzun zamandır hiç böyle hissetmemişti. Hele ki son deneyiminden sonra, aşık olmaya bile tövbe etmişken içini kaplayan yangına engel olamıyordu.
Telefonun sesi ile yerinde doğruldu. Pencerenin yanındaki sehpanın üzerinde duran telefona doğru ilerledi.
- Tamam gördüm. Üçüncü kattın sağ tarafındaki dairede oturuyor.
- Alo.
- Merhaba Aylin, ben Levent. Rahatsız etmedim umarım.
- Merhaba.
- Cesaretimi mazur görürsen yarın görüşebilir miyiz diyecektim. Biraz eken olduğunun farkındayım, ancak daha fazla bekleyemedim.
- Rica ederim. Ben de çok isterim. Nerede ve saat kaçta?
- Kalamış caddesinin sonundaki ışıklarda Rea adında bir kafeterya var. Çok güzel bir yerdir. Eğer sende istersen saat iki gibi ben orada olacağım.
- Peki. Orayı biliyorum. Ben de çok severim orayı. Saat ikide orada olacağım.
- Çok teşekkür ederim. Görüşmek üzere.
- Görüşürüz.
Levent bu kadar cesur olabildiğine hala inanamıyordu. Hem telefonun cam kenarında olması da büyük şanstı. Böylece o telefon ederken, Metin de tam olarak nerede oturduğunu görebilme şansına erişmişti. Demek elini uzatsa tutabilecek kadar yakında oturuyordu. Şu anda salonda olup olmadığını öğrenmek için arkadaşına seslendi. Pencereye yaklaşıp Aylin' e görünmek istememişti kendisi. Ama salonda olmadığından Metin kendisini görememişti.
Görevini bitirmiş olmanın mutluluğu ile pencerenin altında duran yeşil koltuğa oturan Metin, huzur doluydu. Minderi yer yer sarıçiçeklerle bezenmiş, arka tarafı ahşap ile çerçevelenmiş bu koltuğun bir eşine de arkadaşı Levent oturdu. Anne ve babası sağlıklarında her sabah kahvelerini karşılıklı bu koltuklara oturarak içerlerken, günün ön değerlendirmesini yaparlardı. Gün içinde yapacakları ile ilgili birbirlerine bilgi verip, fikirlerini alırlardı. Metin, belki de onlardan sonra, hiç bu kadar iyi anlaşan başka bir çift görmediğini düşündü. Gözleri dolmuştu her zamanki gibi. Sonra karşısında oturan arkadaşına baktı. Yüzünde gördüğü mutluluk ile tebessüm etti.
Devam edecek…
Gülcan Talay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
[Henüz Oylanmamış] 0 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
Kahveci : Neslihan Güzel BİR KADIN |
|
Bir kadın, ellili yaşlarda. Saçları bukle bukle, permalı, sarı, yıpranmış biraz. Barbi bebekleri andırıyor, küçücük burnuyla. Konuştukça burnunun kantları açılıyor. İncecik dudağı yılları özgürce devirmenin sevinci ile konuşuyor. Konuştukça ise saçları sallanıyor, simsiyah olan gözleri, ateş saçıyor etrafa, çok seri ve akıcı bir üslubu var, bir o kadar da korkusuz. Yıllar ise neşesinden bir şey çalamamış.
Parmaklarına yüzüklerini takmış takıştırmış. Renkli, boncuklu yüzüklerle çerçici gibi olmuş. Bileklerini de, ince birer künye ile süslemiş. Boynundaki s harfli kolyesi ise oldukça zarif.
Başladı mı konuşmaya gözleri parlıyor, ardında da sıcak bir gülümse ile süslüyordu konuşmasını.
O kadar neşeli hoş sohbet bir insandı ki, insan onun yanında dünyayı pes pembe görüyor. Yanında ki sarı, alacalı kedinin kulaklarını okşuyordu elleri ile. O ise halinden memnun, kucağına uzanmış yatıyordu, sevilmekten hoşnut bir halde.
Esmer, yirmili yaşlarda, hafif toplu, kirli sakallı, gözleri göz çukuruna saklanmış, kısık bakışlı bir delikanlı gelip oturdu kadının yanına. Şaşırdım kimdi bu diye!
"Oğlum" dedi. Şaşkınlığım bir kat daha arttı. Bu kadın ve bu çocuk. Anladım ki yıllar, kadının güzelliğinden bir şey çalamamış.
Şaşkınlığım karşında susmadı, anlatmayı sürdürdü.
"Beş büyük ameliyat geçirdim" diye sözlerine devam etti. Ardından eşini, evliliğinin ilk yıllında kaybettiğini söyledi.
"Neden diye sordum?" merakla. Gizli bir şeyleri aralayan sorgulamamla. "Kaza" dedi. "Ya da bize kaza dediler. Bir gün ava gitti, bir daha da eve dönmedi."
Konuşmasında bir şüphe, bir kırgınlık, belki de bir sitem vardı. Bazı şeyleri anlayamamış, ya da olduğu gibi bırakılması gerektiğine inanmıştı. Her şeyi sinesine çekmiş, tek oğlu ile hayatta kalma mücadelesine başlamıştı. Çok zordu böyle bir toplumda kadın olarak ayakta kalabilmek, hem de çok zor. Hele bir de işin yoksa.
Anlattı hayatını, iş telaşesini, maddi mücadelesini, tek başına bir çocuk büyütmeyi. Anlattıkça insanoğlunun ne kadar da güçlü olabileceğini bir kez daha anladım.
Oğlu ise annesine inat, daha sessiz, daha suskundu, dinliyordu sükûnetle bütün anlatılanları.
Sonra kendi işini geldi sıra, kendi evini, kendi düzenini kurmasına. Onu da anlattı bir solukta. Artık kendi işi vardı, kendi işinin patronuydu.
Bir saatlik sohbete, elli yılı sığdırıvermiştik. Kocaman acılarla, hüzünlerle dolu, elli yılı…
O kahverengi çantasını eline alıp, oğlunun koluna girip, mavili pilili eteğini savurarak koridora doğru yürürken, bana sadece düşünmek kaldı.
Hayat denen bu oyun böyle oynanmalıydı!
Hayatla dalga geçebilmek, her şeye gülebilmek, bütün mesele buydu işte.
"Sen hayatla dalga geç, o seninle geçmeden."
Neslihan Güzel www.neslihanca.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Kahveci : M.Nihat Malkoç 10 KASIMLARDA ATATÜRK'Ü ANLAMAK… |
|
Dünyada ölümünden sonra Atatürk kadar çok konuşulan ve üzerinde çalışılan bir devlet adamı yoktur. Sevenleri de, sevmeyenleri de onun hep konuşulmasına ve gündem olmasına zemin hazırlamıştır. Fakat onun sevenleri daima sevmeyenlerine galebe çalmıştır. Vatanını sevenler onun aydınlık yolunda bir ve beraber yürümüşlerdir. Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ölümünün 68. yıldönümünde bugün bütün yurtta, KKTC'de ve Türkiye'nin dış temsilciliklerinde törenlerle anılıyor. Sadece anılmıyor, her geçen gün daha da seviliyor ve tanınıyor.
Onu daha iyi anlamak ve anlatmak için küçük büyük herkes seferber olmuştur. Fakat Atatürk'ü yine en iyi kendisi anlatmıştır. Herkes farklı düşünse de o daima tevazulu davranmış, kendisini hiçbir zaman insanüstü bir deha olarak görmemiştir. Halkla olmaktan ve halkla anılmaktan haz duymuştur. Topluma fildişi kuleden bakmamış, halkının içine karışmıştır. Onun için de zaman onu altın kundağında emzirerek büyütmüştür. Hürriyet ve bağımsızlığı karakterinin olmazsa olmazı olarak kabul etmiştir. İnsanca yaşamanın ancak bağımsızlıkla mümkün olacağına inanmıştır. Bütün mesaisini bu uğurda harcamıştır. Onun şu vecizesi karakterinin ipuçlarını ve kodlarını vermesi açısından önemlidir:
"Hürriyet ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben, milletimin ve büyük ecdadımın en kıymetli mirasından olan bağımsızlık aşkı ile yaratılmış bir adamım! Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın her safhasını yakından tanıyanlarca bu aşkım bilinir. Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın yerleşmesi ve yaşaması, mutlaka o milletin hürriyet ve bağımsızlığına sahip olmasına bağlıdır. Ben şahsen, bu saydığım özelliklere çok ehemmiyet veririm ve bu özelliklerin kendimde varlığını iddia edebilmek için milletimin de aynı özellikleri taşımasını şart ve esas bilirim."
Bizler Atatürk'e yetişemedik, onu dünya gözüyle göremedik. Fakat onu görenlerin beyanlarıyla bilgilendik. Atatürk'ü anlamak ve sevmek için görmek de gerekmiyordu zaten… Onun bıraktığı ilke ve devrimleri emanet bildik, öylece koruduk. Yeni nesil bu ilke ve inkılâpların aydınlığında yetişti. Onun bu dünyadan bedenen göçmesi sevenlerini üzdüyse de geride bıraktıklarıyla teselli buldular. O bir zamanlar "Büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir." demişti. Kendisinden sonra da matem değil, ilke ve inkılâplarına sadakat bekliyordu. Kendisini göremeyenlere de şu sözleriyle teselli veriyordu: "Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir." Biz onu göremediysek de ilke ve inkılâplarını idrak ettik.
Atatürk ömrü boyunca hiç durmadı. Öncelikle başarılı ve zor bir tahsil hayatı geçirdi. Küçük yaşta babasını kaybetmesi hayatını iyice zorlaştırdı. Fakat o hiçbir şeyden yılmadı. Her zaman zorluklara göğüs gerdi. İmkânsızlık kavramı yoktu onun lügatinde. Bunu defalarca icraatlarıyla ispatladı. Başarılarını hak ve hakikat çizgisinde gerçekleştirdi; kimseyi ezmedi. Devletin kilit noktalarına ehil insanları yerleştirdi. Dürüstlükten hiçbir zaman ayrılmadı. Hak bildiği yolda gitti. Arkasında güzel bir miras bıraktı. Vazifesinin bitmediğine inandı ve son nefesine kadar canla başla çalıştı. Kendisinden sonrası için de sağlığında kadrolar hazırladı. Bununla ilgili olarak söylediği şu söz onun azim ve kararlılığını gözler önüne sermektedir:
"Ben vazifemin bitmediğini, yüklendiğim sorumluluğun da yüksek ve çetin olduğunu anlıyorum. Arkadaşlar, bu vazife bitmeyecektir; ben toprak olduktan sonra da devam edecektir! Ben seve seve, sevine sevine bütün varlığımı bu kutsal vazifeye vereceğim ve onun yüksek sorumluluğunu yüklenmekle mesut olacağım. Vazifeme başarı ile devam edebileceğim. Çünkü büyük milletimizin kalp ve vicdanında bana karşı sarsılmaz bir güven ve itimat taşımakta olduğunu görüyorum. Bu benim için büyük kuvvettir, büyük yetkidir."
Atatürk, her şeyiyle Türk'ün özgün ve müstesna bir parçasıdır. O her haliyle bizi yansıtan ve tamamlayan büyük bir değerdir. On Kasımlarda onu sadece anmayalım, biraz da anlayalım. Çıkarları için onun güzel ismini kullananlara ve kirletenlere müsaade etmeyelim. Gerçek Atatürkçülülerle ondan faydalananları birbirine karıştırmayalım. Onun adı yaşadıkça Türkiye de yaşayacaktır. Türkiye yaşadıkça onun adı da ilelebet yaşayacaktır; lafta değil gönüllerde… Ölüm günün bizler için zihinlerin gafletlerden uyanacağı gün olsun. On Kasımlar ağlamak için değil, Türk'ün şanlı Ata'sını anlamak için bir fırsat ve vesiledir.
M.Nihat Malkoç mnihatmalkoc@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
[Henüz Oylanmamış] 0 Kahveci oy vermiş. |
|
Yukarı
|
|
A'dan Z'ye : Ardan Zentürk HİÇ BİR ZAMAN MARKSİST OLMADIM... |
|
Bülent Ecevit ile "Ulusal Sol"un doğuş günlerinde Kafkasya-Orta Asya yolculuğu...
Merhum Ebulfez Elçibey'in "Türkiye sevgisi" bir başkaydı... Hele, Kıbrıs Harekatını gerçekleştirmiş bir lider olarak Bülent Ecevit'e muhabbeti bir başkaydı... İki önemli liderin ilk Bakü buluşmasında söylenilenler, geleceğe dönük mesajlar açısından önemliydi...
"Bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı" Ebulfez Elçibey'i 1989 yılının ağustos ayında ilk kez tanıdığımda, dünyayı ilerleyen yıllarda sarsacak bir hareket olarak Azerbaycan Halk Cephesi'nin lideriydi ve o dönem, Bulgaristan topraklarında yaşayan Türkler'in isimlerini zorla değiştirmeye kalkışan Moskova desteğindeki Todor Jivkov yönetimini Moskova'ya şikayet edip, Azerbaycan halkını da bu konuda sokağa döken ilk lider dikkat çekiyordu. Elçibey, Bakü sokaklarında bunları yaparken, Sovyetler Birliği'nin son lideri Mikhail Gorbaçov henüz Moskova'da oturuyordu... Kolay değil...
Bu nedenle, Bakü'nün mütevazi bir binasında buluştuğu Bülent Ecevit'i içi titreyerek karşılaması normaldi. Benim için şaşırtıcı olan, 1970'li yıllarda, sol lider ve CHP Genel Başkanı olarak, Türkçülüğün gerçek adresi olarak gösterilen MHP'nin ünlü "Başbuğu" Alpaslan Türkeş ile çok sert mücedele vermiş, kelimenin tam anlamıyla çatışmaların orta yerinden gelmiş bir politikacı olarak Bülent Ecevit'in Elçibey ile sarmaş-dolaş olması ve sanki bin yıldır tanışıyormuş gibi ortak görüşlerde buluşmasıydı.
Öyle ki, Elçibey, sohbetin bir noktasında, Eski bir inanç, Hazar'ın sularının kabardığında Türkler'in de gücünün kabardığını söyler dediğinde Ecevit, hemen espriyi patlatmıştı: Desenize, Türk'ün ayranı Hazar'ın sularıyla birlikte kabarıyor!..
Ecevit'in o görüşmeden başlayıp, Türkmenistan'ın bugünkü lideri Saparmurat Türkmenbaşı başta, Kazak, Kırgız, Özbek yetkililer ile yaptığı konuşmalar Türkiye'de bugün de önemli bir biçimde ağırlığını hissetiren ulusalcı çizginin anahatlarını oluşturuyordu.
Oysa, sol açısından bir bölen olarak adlandırıldığı, hatta, o dönemde solun büyük partisi olarak adlandırılan SHP'nin yükselişini önlemekle suçlandığı bir dönem yaşıyorduk. Bakü'den Kazakistan'ın o günlerdeki başkenti Alma Ata'ya içi buz gibi olduğu için paltolarımızı çıkartmadan oturduğumuz bir uçakta giderken, soldaki farklı çizgideki kararlılığını şöyle aktarıyordu: "Demokratik Sol kavram üzerindeki hassasiyetim 1965'lere dayanır. Rahmetli İnönü "ortanın solu" kavramını da bu anlayış çerçevesinde Türkiye'nin gündemine sokmuştur. İnönü bir marksist olabilir mi? Hayır. Türkiye'de sol kavramı bu nedenle, ikili bir karakter taşır. Günümüz sosyal demokrat partileri temelde marksist geleneklerden gelirler. Marksizm'in günümüz koşullarında yumuşamış halleridirler. Oysa Demokratik Sol, marksist geleneklere dayanmaz. Aksine, ulusalcıdır. Enternasyonalist değildir. Ben yaşantımın hiç bir döneminde marksist olmadım. Kendimi Türk ulusunun, ulusal ülküleri doğrultusunda görevli gördüm. Demokratik Sol hareket, ulusu kucaklar, insanların dini anlayışına, yaşayış biçimine karışmaz. Benim için önemli olan, devletin laiklik karakterinin korunmasıdır. Belki de bu nedenle, farklı yollardan geldiğimiz Ebulfez Elçibey ile bir noktada kolay buluştuk. O, haklı olarak, Soğuk Savaş yıllarında, Sovyetler Birliği'ne karşı mücadele ederken, Azerbaycan Türkler'inin bağımsızlığını savunurken, o günün koşullarında kendini Alpaslan Türkeş'e yakın hissetmiş olabilir. Ama koşullar değiştikçe, hepimiz, ulusalcı çizgide aynı noktalarda buluşacağız..."
Bülent Ecevit, bu nedenle, Sosyalist Enternasyonel'e üye olmayı hiç bir zaman düşünmedi. Ama, Ecevit'in, siyasi yelpazesini Fetullah Gülen gibi muhafazakar kesimin önemli isimleriyle diyaloğa açmasına sert tepki gösteren Deniz Baykal'ın, o öldüğünde Şili'deki Sosyalist Enternasyonal toplantısını yarıda bırakıpTürkiye'ye dönmesi garipbir kaderdi... Aynı Baykal'ın son dönemlerde yaptığı açıklamalarda, partisinin kapılarını türbanlılara açması, yapılacak ilk genel seçimlerde AKP'den emanet oylarını geri alacak klasik merkez-sağ seçmenin bu kez CHP'ye oy vereceğini savunması, Avrupa Birliği ile ilişkiler ve Güneydoğu sorununda yaşanılan gelişmelere gösterdiği muhafazakar tepkiler ile de Ecevit'in arkasında bıraktığı ulusalcı sol boşluğu doldurmaya hazırlandığı dikkat çekiyor.
Zaten, yaşam garip bir denklem... Kimin nereden nereye savrulacağı, tarihin kimi haklı çıkartacağı hiç belli olmuyor...
YARIN: RAHŞAN HANIM'IN İNANILMAZ VARLIĞI
Ardan Zentürk
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Meltem Özbatur Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 7.386 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
SÖYLEVLERİ OKURKEN
Ya bir gece yarısı, ya bir sabah çok erken
Gözlerim yorulurken, parmaklarım donarken
Bir cümle, gözlerimin-ellerimin altında
Bir kavram şahlanıyor bir söyleyiş atında
Geziyor damarımı bir kutsal ısı gibi
Gazi'ce kımıldanıp Ata'ca doğrularak
Birden dalgalanıyor baş ucumda al bayrak
Haydi yiğit duygular korkunç karanlıkla cenk...
Babil duvarındaki ateşten harflere denk
Dolaşıp ülke ülke dolaşıp durak durak
Her geride durana-uyuyana çarparak
Şu bu kurdun ağzından kapıp aslan hakkımı
Yakasından tutarak bir bir bütün halkımı
Mustafa Kemal'im eliyle silkiyorum...
Sanki her söyleneni ben duyup ben diyorum...
Mondros'tan Lozan'a aklım çıkıyor yola
Ankara'dan İzmir'e duygularım dört nala
Tutuşuyor ne varsa gece gibi, kış gibi
Çağlıyor balkonumdan yağmurlar alkış gibi...
Behçet Kemal Çağlar
Yukarı
|
Katmerli bir ruh gibi, iki ruh
Resim ve seramik eğitimlerini, aynı doğum-yaşam öyküsünden aldıkları
ilhamla şekillendiren Azize ve Azime ÖNLÜ şimdi bu özel şekilleri
sanatseverlerle buluşturmaya hazırlanıyor. 31 Ekim-9 Kasım 2006
tarihleri arasında YMMO Sanat Galeri’sinde meraklısıyla buluşacak
eserler, iki ruhu, katmerlenmiş tek bir ruhta bütünleyen nesneleri merak
edenler için hoş bir fırsat niteliği taşıyor.
1971 yılında Kütahya Tunçbilek'te doğan ikiz sanatçılar, en önemli
besin kaynaklarının yaşamlarını sürdürdükleri ortam olduğunu şu ortak
cümleyle anlatıyor. “Çok güzel bir aile ortamında büyüdük. Ne şanslıyız
ki kahramanlarımız; uzaklardan, kitaplardan, dokunulamazlardan değil,
evimizin tüm fertlerinden çıktı. Nasıl, ne zaman olduğunu hiç anlamadan
yaşamdan biriktirdiklerimizi görsel ve plastik bir dille konuşturma isteği
oluştu.”
Azime Dokuz Eylül Üniversitesi Resim Bölümünden, Azize ise; Dokuz Eylül
Üniversitesi Seramik Bölümünden mezun oldu. 1997 yılında dört kişiden
oluşan Toprak Çocukları Sanat Atölyesini kurdular. Halen İzmir ve İstanbul'daki
atölyelerinde çalışmalarını sürdürüyorlar.
Yine ortak bir bakışla sanata ve yaratmaya ilişkin duygularını şöyle
anlatıyorlar; “Sanat; gördüklerimizi, okuduklarımızı, sustuklarımızı
ve de konuştuklarımızı etlendirme şansını verdi.Böylece sanat yoluyla,yaşamı
da şekillendirebileceğimizi öğrendik. Biliyoruz ki, tüm soru ve cevaplarımızın
neticesi bu mecradan akacaktır. Rüyalarımız da dahil, düşünsel ve
fiziksel tüm mesaimiz bu yöndedir. Tutkumuz bir gün bizim bile yapabildiğimize
inanamayacağımız yapıtlar doğuracak. Çünkü biz bu uğurda tüm adanmışlığımızla
üretmekteyiz.”
‘SUSTUKLARIM’ Heykel Sergisi
31 Ekim-9 Kasım 2006
YMMO Sanat Galeri – Istiklal Caddesi No:302
Tel:0 212 251 60 90
azizeazimeonlu.com
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Bilgisayarınızın ekranında görmeye alıştınız masa üstü ikonlar’ının sürekli boş durmaktan canları sıkılırsa ne yaparlar? Merak edenler http://www.xs4all.nl/~jvdkuyp/flash/see.htm kısa yolunu tıklasınlar ve neler olabileceğini kendi gözleriyle görsünler. Masa üstü ihmale gelmez.
Rakı sofrasını sevenlerin asıl sevdiği rakı içmek değil der baz büyüklerimiz. Doğru da söylerler. Neden böyledir diye sormamak lazım, bir rakı sofrasında sohbete en azından misafir olmak lazım. http://www.rakisever.com/ web sayfasını ziyaret edenlere rakı sofrasında neler konuşulduğu değil ama sohbete meze olan malzemelerin nelerden oluştuğu anlatılıyor. Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül hoş sohbet ister kahve bahane, böyle buyurun efendim afiyetle.
Flash oyunlar konusundaki en büyük arşivlerden bir tanesi http://www.miniclip.com Her türden ve her yaşa hitap eden oyunlarıyla sık kullanılanlar listenizde bulunması gereken bir web sayfası.
Dosya paylaşımı konusunda en (ne diyeceğimi bilemedim, deneyin ve görün)… Ben uzunca bir süredir kullanıyorum http://www.limewire.com web sayfasında pro ve basic versiyonları mevcut. Basic versiyonunu seçerek ücretsiz olarak kullanabilirsiniz. Sadece program açılışında bir defalık güncelleme sorusu soruluyor. Soruyu later seçeneği ile geçebilirsiniz. Search kısmına istediğiniz herhangi bir mp3 veya dosya ismini yazarak aynı programı kullanan diğer kullanıcıların bilgisayarlarından bulup indirebiliyorsunuz. Aynı şekilde sizin bilgisayarınızdaki share dosyası yardımıyla kendi dokümanlarınızı başkalarıyla paylaşabiliyorsunuz.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|