|
|
|
15 Kasım 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Steve aradı!.. | Merhabalar,
Körlerin sağırları ağırladığı bir tartışma programı seyrediyordum. Konu, çocuk, porno,vs. Samyeli'nin konuğu aileden sorumlu bakanımız Sayın Nimet Çubukçu Hanım. Karizma on numara. Diyecek hiçbirşey yok ama dedik ya körler sağırları ağırlıyor diye, iş internet olunca karşılıklı bir "Akbank'a mı gidiyorsun?" durumu var. Bir kere Bakan Hanım bu konunun abartıldığını iddia ediyor. Yani öyle basında yer aldığı gibi porno meraklıları fazla değilmiş memleketimizde. Bir genç kalkıp Google aramalarında porno arayışı içindeki üçüncü ülke olduğumuzu söylüyor ama o da söylediğinin ne anlama geldiğinin farkında değil çünkü okuyor. Nimet Hanım, Google istatistiklerine "Bırakın canım o bölgesel anketi" diyebiliyor. "Atatürk yazsan karşına porno sitesi çıkabiliyor, ben buna inanmam." diye de ekliyor. Çocuk buna bir karşı tez öne süremiyor çünkü Google istatistiklerinin site içerikleriyle ilgili değil de, aranan sözcüklerle ilgili olduğunu bilmiyor. Nimet Hanım ekliyor; "Hem Türkiye'de daha %18 internet kullanıyor, bununla mı üçüncü olacağız?" diyor, tabi komik oluyor. Hanımefendi, eğer %18'le Dünya üçüncüsü isek varın siz %50'mizin internet kullanıcısı olduğu zamanı.
Telekom'dan bir yetkiliye Samyeli porno siteleri denetleyemez misiniz, yasaklayamaz mısınız diye soruyor. Adamcağız "Nasıl edelim Defne Hanım?" diyecek oluyor ama gerisini getiremiyor. O kadar komik konuşmalar oluyor ki burada anlatmaya kalksam beceremem. Ne soran ne sorduğunun farkında, ne de cevap veren. Bir kör dövüşüdür gidiyor. Ama devletin bakanı Hanım, özetle bu işi fazla abartmayın, herşey kontrolümüz altında deyip, kesip atıyor. Benim de tepemin tası atıyor, başka kanala geçiyorum. Geçemiyorum, telefon çalıyor. Saat 02:00 arayan Amerika'dan Steve. Bu Steve önemli adam. O olmasa siz benim pikabı hayatta dinleyemezsiniz. Parayı ben veririm, düdüğü o çalar. Yani önemli bir zat. Yıllık sunum yenileme zamanı gelmiş onu bildiriyor. Ama illa kullandığın planı yükselteceksin, aynı fiyattan devam edemezsin diyor. Buyrun size bir tepe tası atması daha. Yeni müşterileri için açıkladığı paketlerden ancak en kocamanını seçebileceğimi söylüyor. Karşılıklı pazarlama stratejileri üzerine tartışıyoruz. Sen beni cezalandırıyor musun yahu diyecek oluyorum. Ne münasebet, ben sana daha iyi bir paket satmak istiyorum diye cevap veriyor. Bu böle tam 50 dakika sürüyor. Yani Amerika'daki Steve'le 50 dakika konuşuyoruz. Steve ben İstanbul'dayım farkında mısın? diyorum, adam pişkin "Sıkma canını ben saati 1 dolardan konuşuyorum." deyip ağzımı tıkıyor. Özetle, geçen yıl 100 dolara mal olan işi büyüterek bana 278 dolara kakalamaya çalışıyor. Bir gün düşünme vakti alıp, öpe koklaşa kapatıyoruz telefonu. Bu parayı vereceğiz o Allahın emri ama peki ben o koca yeri nasıl değerlendireceğim yahu? Havuzlu villalı siteler mi kursam acaba? Gördünüz mü benim emektar pikap ne işler açıyor başıma. Bu birkaç günlük geçiş döneminde müzikleriz susarsa şaşırmayın sakın. Steve'e söylerim bir el atar, halleder. Telefon falan derken gene epeyce geç oldu. Haydi siz Adamo'yu La Nuit'te dinlerken ben de yatıp uyuyayım. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Cemreler Düşerken : Elif Eser (Zeycan Irmak) HERHANGİ BİR YERE DOĞRU YOLCULUK |
|
Günler var yüzündeki gölge silinmiyor. Küllü bir renk gözlerini çevreleyen. İçindeki kederi azaltmanın bir yolu olmalı, sürekli önüne eğip derin düşüncelere daldığı başını tutup kaldırmalı.
Duvarda bir manzara resmi var. Bir günbatımı fotoğrafı. Sarı, gri ve kahve renkler hâkim. Bulutlar gri sarı. Engin deniz sarıya kaçan kahve tonlarında. Güneş alaca bulutların arasından sarı sarı sızma gayretinde. Fotoğrafın yakın çekiminde bir palmiye ağacının uzun sivri yaprakları kopkoyu bir gölge olarak üst tarafı kaplıyor. Denizin ortasında silueti belli olan yelkenli… Ve fotoğrafın tam ortasında büyük beyaz puntolarla Andre Gide imzalı şu söz : "Kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret etmedikçe insan, yeni okyanuslar keşfedemez."
Kollarını göğüs hizasında bağlamış vaziyette, saatlerce fotoğrafa bakıyor. Okyanusu mu görüyor, yoksa sadece yazıya mı takılmış aklı, yüz ifadesinden bunu anlamak mümkün değil.
Fotoğrafın karşısında bu şekilde ilk dikilişi değil. Kendisiyle ilgili ne zaman önemli bir karar almaya çalışsa, sanki fotoğraf, detayları ve üzerindeki sözüyle ona güç verir gibi... Gücünü bir cansız fotoğraftan almak ister gibi... Biteviye bakıyor.
Pencereye yöneliyor adımları, ağır ağır.
Gözlerindeki buğu gökyüzündeki buluta takılıyor.
Siyah beyaz görüntüler resmigeçidi hafızasından çıkıp bulutun peşinden sürükleniyor…
Yavaşça inip kalkıyor kirpikleri.
Usulca süzülüyor buğu…
- Geride kaldı…
Kulaklarında hafif bir çınlama ve o ses…
- Suçlu! Her şey onun yüzünden oldu! O yaptı! Kitapların arasında buldum! Yasaktı! Yazdı! Suç işlediğini bilerek yazdı!
Karanlık… Çok karanlık. Aylardan Haziran. Şimdi tuhaf gelse de aklında hep o ezgi, dimağında dizeleri Hasan Hüseyin şiirinin; "Gece leylak ve tomurcuk kokuyor…"
- Haziran'da ölmek zor… (-du.)
Karanlık. Kopkoyu, ışıksız.
Aylardan Haziran. Gündüzler hep gece…
- Hiç ışık yoktu.
Nefsi müdafaa dahi olsa, cana kastetmemek adına sol elinde söndürdüğü sigara izi. Sızlıyor. Eskisi kadar belirgin değilse de…
- Suçlu değildim!
Yargısız infaz! Müebbede mahkûm edildi. Suçsuz olduğu tam bir yıl sonra anlaşıldı. İyi halden serbest bırakıldı.
- Çok oldu. Geçti, bitti. Bak şimdi aydınlık.
Evet, aydınlık şimdi her yan. Geceler hep ışıklı. Ve yeni bir döngü, bir dönüm noktasında. Daha da aydınlığa…
- Korkuyorsun.
- Evet, çok korkuyorum.
- Neden?
- Önümde koca bir okyanus. Ya başaramazsam?
- Denemek gerekmez mi?
- Gerekir.
- Daha önce de denemedik mi?
- Denedik.
- Üstelik şimdi aydınlıktasın.
- Aydınlık.
- Hadi korkma, akıntı seni götüreceği yeri bilir.
- Yeni okyanuslara…
- Yeni okyanuslara…
Susuyor fotoğraf. Yüzünde buruk bir gülümseme, günler, günler sonra. Bu kez kelepçeler de takılmayacak bileklerine, valizini görevliye teslim etmeyecek görüş gününde kimse. Özgür artık.
Asi rüzgâra teslim ediyor başını.
Yol hazırlıkları yapıldı.
Soranlara söyleyecek cevabı yok.
- Herhangi bir yere doğru…
Elif Eser zeycanirmak@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Nasılsın…
Kötüyüm. “nasılsın” larınıza alışkanlıktan “iyiyim” diyorum. Gözlerime bakmayın bu aralar utanıyorum, biraz sıkılıyorum…
Zor günler, yalnızlık berbat, özellikle kendinizi itle köpekle muhatap etmezseniz, türlü bahaneler uydurup ta nefsinize yenik düşmezseniz onca şeye rağmen hala çok severseniz kangren gecelerde kendi bacağınızı kendiniz kesecekmiş gibi endişeli, hatta biraz tiksinç, düşüncesinden bile haz etmediğiniz bir operasyon geçirecekmiş gibi anlam veremediğiniz duygulara gark olursunuz…
Gittin işte benim sancım çabuk geçmedi geçmeyecekte biliyorum. Senin dediğin o saçma sapan hareketleri de yapmayacağım ele güne rezil rüsva olmayacaksın korkma… aşikar etmeyeceğim ismini. Kapına gelip de serserilik de yapmayacağım. Ama bilirsin beni dilesem zindan olursun bir anda her şeyin biter bende biterim sende bitersin biz biteriz…
Ama hayır sen bitmeyeceksin…
Kaç kere söylediğimi hatırlamıyorum senin mutluluğun benim için çok önemli ve şimdiye kadar ne olduysa seni mutlu edebilmek adına yaptım…
Bilmediğin öyle çok şey var ki…
Bundan sonrada bilme artık ben bile unuttum neler olduklarını, tek korkum hata yapmandı sana çaktırmazdım ama çok planlar yapardım ikimiz adına ve bir gün bile sana yanlış yapmadım…
Senin kepazeliklerine rağmen şimdi tutmuş türlü bahaneler üretiyorsun hiçbir şey değişmemesine rağmen sanki ben hatalarımı yinelemişim gibi…
Halbuki hayır bu yaptığın büsbütün bahane bunu anlamayacak kadar çocuk değilim…
Ama dedim ya ses yok sessiz kalıyorum bir kez olsun aramıyorum aramamda korkma. O telefon bana bakıyor ben ona ikimizde susuyoruz. Başkalarını da aramıyorum rezil kepaze bahanelerde türetmiyorum sen gibi…
Var Allah’ından bul…
Bunların hesabını bu kan revan geceleri ve kimin ne kadar hatalı olduğunu bir tek o görür ve bilir. Neler yaptırdığını da biliyorum artık sandığın kadar küçük değilim deniz…
Yüzme öğrendim…
Ömrümde bir ramazan ayında beni bıçaklamıştın kanlar döküldü yere, bozuldumu niyetim bilmiyorum. Bu ramazanda çok daha fazlasını yaptın bayram dedik barış dedik yanaşmadın ki ortada bir şey yoktu. Beni boşu boşuna kahrettin aylar boyu ben düzelir ümidiyle boğuşmuştum oysa…
Ne yazsam ne değişecek ki….
Çıkan kitaba bile bir bahane türettin…
İyilik yaramayan kötü bir insan oluyorsun yine deniz…
Titre ve kendine dön…
Öyle yanlışsızım ki bir süredir bir halt bulmak için büyük bir uğraş içine giriyorsun. Bu sebeple de en son kitaptaki hikayelere bahane buluyorsun…
Bu senin yaptığına saygısızlık derler…
Zordur bir bebeği doğurmak ki bunu en iyi sen bilirsin…
O kitap belki de benim bebeğimdi deniz tıpkı sen gibi…
Ama ebeliği sana yaraşırdı sen kaçtın…
Bari süt ver annesi ol dedim…
Kapıları çarptın…
Mutlu olduysan sorun yok…
Ama tükendim ben tükeniyorum…
Hiçbir şey gelmiyor içimden…
Geceler boyu rüyalarda yanımda oluyorsun bu ayrılığa hiçbir anlam veremiyorum bildiğim tüm sureleri okuyorum…
Verdiğin sözleri hatırlatmayacağım hepsi ezberinde olmalı…
Ama itaat etmiyorsan söylediklerine bu dünyada olmazsa bile öbür dünyada iki elim yakanda olsun…
Benim için değil benle bir alakası yok artık. Kendin için o iki tane tomurcuk en iyi şekilde meyve versin diye yapmalısın dediklerini… kendi dediklerini…
Gençliğimin büyük bir kısmını yitiriyorum ben… sana yitiriyorum…
Kızmıyorum mecalim yok kızmaya üzülüyorum sadece…
Bir ihtiyacın olursa buralardayım kısa bir süre daha. Sonrasını Allah bilir…
Bende buralarda olacağım hatta yanında olacağım yine demiştin ihtiyacın olduğunda, oysa ihtiyacım var diye avaz avaz bağırıyorum yoksun…
Kahrolası okulla da başım dertte eskiden senin için okurdum şimdi hiç içimden gelmiyor okula gitmek bütün hayatımı sana adamışken bir anda boşluğa düştüm savunmasızca…
Ama yinede yılanlara sarılmadım sarılmayacağım da Yaratanın izniyle…
Neyse merak etsen, bir parça sevsen arardın…
Kafam karmakarışık bir tek şeyi çok iyi biliyorum seni çok özlüyorum…
Temirağa Demir temiraga@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
YÜREKTE ESKİR
Yürekte eskir;
Neşeli anlarını yitiriyor, soluyor hazanda yaprak misali, gençliği andıran o neşeli anlardan yorgun bir yaşlılığa, eskimişliğe geçiyor yaşanmışlıklardan.
Bir zamanlar karanlıkta parlayan mum gibi olan, dar sokakların aralarında karşımıza çıkan minicik meydanlara zıtlık yaratırcasına geniş bulvarların sonunda meydanları andıran yürekte, yaşanmışlıklardan yıpranıp eskir.
Bu eskimiş haliyle insanda tozunu alma isteği uyandırır ama yaşanmışlıkların gözlerimize vurduğu eskimişliği, tecrübelerin acılarıyla yansıyor yüreğimize.
Yüreğimdeki sokaklarda kaybolmuş gençliğimin izlerini arayarak yalnız başıma dolaşırken, belki tanıdık bir simaya, ize rastlarım diye istiklal de bir Kafeye girdim.
Yorgun belliki yüreği eskimiş uzun zamandır görmediğim Rıza ya rastladım
Rıza, benimde tanıdığım birine âşık olmuştu ve bu aşkı uğruna iyi bir hayat sürme adına çalıştığı bankayı bir arkadaşının yardımıyla dolandırmaya kalkmıştı ama becerememiş, şüpheliler arsında bulunduğundan istifa etmekle bulmuştu anlık kurtuluşu, sevdiği kadınında hayatını mahvetmemek adına izini kaybettirmişti, tarlabaşının arka sokaklarında bir pansiyon odasına yerleşmiş, inzivaya çekilmişti. Eskimiş yüreği ve yalnızlığıyla yüz yüze kalmıştı.
Rıza pansiyona yakın olduğundan bu kafeyi de mekân etmiş zamanla ve bu kafede çalışan kadınla tanışıyor.
Rıza tükenişlerinin arasında bir umut diye sarıldığı bu kadına âşık olmuş.
İki sininde özel yaşanmışlıkları, kimseye söyleyemedikleri sırlarla kapanmış tuhaf geçmişleri var. Ama Rıza her zamanki saf çocukluğunu yitirmemişti.
Kadın, anladığım kadarıyla büyük acılar yaşamış bilge kişilerin, bu acıların her türlü ezme hakkını kendilerine bahşettiğine inandığı o yaralayıcı ukalalıkla zaman zaman Rıza'yı
İncitiyormuş.
Yeni bir gelecek kurabilmek için geçmişini öldürmeye çalışan Rıza, dolandırıcılığının ortaya çıkmasından korktuğu için genç kadınla evlenemeyeceğine karar vermiş ve bu sırrın gölgesi, geleceğine el koymuştu.
Bu sırrı hayatının sahibi olmuştu Rıza'nın.
Bütün yaşamı boyunca bu sırrını kimseye söylememiş bunu tek başına taşımıştı.
Şimdi bu sırrı, eskimiş yüreği ve yalnızlığıyla kendini, hayatının bitim noktasında tanıdığı genç kadına ve ona duyduğu aşka bırakıyordu.
Ona bu kadından vazgeçmesini, başının belaya gireceğini ya da kadının hayatını mahvedeceğini anlatmaya çalıştım ama anlatamadım.
Rıza sevdiği bu kadın için gözünü kırpmadan hayatında vazgeçiyor kimseye söyleyemediği bu sırrı bu kadına söylemiş sonunda.
Vereceği en değerli şey, sırrını vermiş, hayatının bu dönüm noktasında onu bir utancın, dolandırıcılıkla lekelenmenin, aşağılanmanın korkunç acısıyla vurabilecek silahı kendi eliyle teslim etmişti. Kimseye anlatılmayacak bu zayıf tarafını ona anlatarak bu zayıflıkla yok edilme ihtimalini ona bağışlayarak yüceltmişti kadını.
Ağlayarak;
"Bana sevebilme ihtimalini bahşettiği için, duyduğum minneti hayatımdan daha fazla bir şeyle ödemem gerektiğini düşündüm, sırrımı verdim ama silah olarak bana doğrulttu hep" dedi ve ansızın çekip gitti.
Kafeden çıkarken yüreğimin sokakları daha da ıssız ve eskimişti. İstiklal de yürürken son seferini yapmakta olan tramvayın sesiyle ürperiyordum.
Yüreğimle beraber İstanbul'da eskimişti sanki.
Rıza'yı düşünürken;
İnsan sevdiğine hayatından fazla bir şey vermelimiydi acaba? Hayatının tümü olan en gizli, dokunulmaz ve tehlikeli olanı…
Sahip olduğunun değil, sana sahip olanı vermelimiydi acaba; geleceğini belirleyen o dokunulmaz özü.
Aşk buna değirmiydi bilmiyorum ama yüreğimin eskidiğini biliyorum artık.
İdris Kenç idriskenc@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
EVE DÖNÜŞ AMA NASIL DÖNÜŞ
"Bayramiçspor un efsanevi kalecisi Mersinko'ya, dede Reşo'ya,gönül insanı Fatih abiye,Ahmet öğretmene,Fariskeli Fikret öğretmene ve diğerlerine…."
Eve dönüş filminden çıkıp ta eve dönüşün, insanın üzerinde nasıl ağır bir yük bıraktığını, ancak izledikten sonra anladım..
12 Eylül 1980 yılını kendisi yada yakınlarından biri yaşamış ne çok insan olduğunu, insanların hayatında nasıl derin izler bıraktığını çeşitli kez dinlemişimdir. İnsanların hayatlarına eskilerden kalma kareler getiren, insanın içinde kalanları o ana getiren sahnelerden etkilenmemek imkansız. Filmden çıkınca, filmin bende bıraktıklarını yazarak rahatlayacağımı düşündüm. Ve yazdım.. Aşağıda…
Mustafa(M. Ali Alabora) fabrikada çalışan bir işçidir. Fabrikada, tezgah başında dokuma yapmaktadır. İş yerine gidip gelen, siyasi olguları ve sendikalaşmayı "boş işler" olarak gören,evine aldığı TV'nin taksitini ödemek için fazla mesaiye kalan, ev kirasını ödeyemeyen ve eve gelen ihtiyar ev sahibini de kovan bir adamdır.
Küçük bir kızı vardır.
Bunun yanında Mustafa; neşeli,esprili, şaka yapmayı seven biridir. İş yerindeki sendika temsilcisiyle,kendi kafasındaki arkadaş grubu ile makara yapmaktadır...Sendika temsilcisi,sendikal hakları ve işçi sınıfı gerçeğini ne kadar anlatmaya çalıştıysa, o kadar makaraya alınmıştır Mustafa ve benzeri işçiler tarafından…
Mustafa'nın hanımı da; ailesinin istemediği bir evlilik yapan , Mustafa'yla severek evlenen, yoğun is temposu içinde koşturup hayatla boğuşurken Mustafa'dan eski ilgiyi göremediğinden zaman zaman yakınan, evi çekip çevirme kabiliyetine sahip bir kadın..
Filmde, 12 Eylül darbesi öncesi durumlar fazla yer almamış. Olay, Mustafa ve ailesi çerçevesinde anlatılmış.
Küçük bir sahne az islenen bölümle ilgili. Devrimci bir grup genç, duvar yazılamaya çıkar, bekçiyle karşılaşır, bekçinin silahını alırlar. Bekçi, gençlere ısrarla "Lütfen verin silahımı, benim başımı yakmayın" der. Duvar yazılama yaparken kostik biter. (Açıklama : Kostik, kimyevi bir madde. Özelliği, üzerini ne ile kapatırsan kapat, yakıcı özelliği ile tekrar beliriyor. Yani, defalarca üstü boyanmasına rağmen hala üzerindeki maddeyi yok edip çıkan bir madde. Ben, gençliğinde kostikle yazı yazan bir vatandaş bilirim. Bu abiyle bir gün karşılaştık yazdığı yazıyla.. Aradan yirmi altı sene geçmişti ama yazı tazeydi.)
Gençler duvar yazılarken polis geliyor, kaçıyorlar. İçlerinden bir tanesi bekçiye silahını geri vermek amacıyla saklandığı yerden çıkıyor, o esnada vuruluyor...
Televizyonun son bir taksiti kalınca, Mustafa ve eşi, kızlarını da alıp pikniğe gitmeye karar veriyorlar. Sabah uyanıp hazırlanıyorlar. Mustafa evde radyoyu açıyor, tüm kanallarda Hasan Mutlucan çalıyor. Buna bir anlam veremiyorlar. Mustafa ekmek almak için dışarı çıkınca askere rastlıyor. Ordunun yönetime el koyduğunu öğrenip evine dönüyor.
Darbeden iki gün sonra, ev sahibi tekrar kira istemek için geliyor. Mustafa ev sahibini kovuyor. Bir gün sonra, gece vakti kapı acı biçimde çalıyor. Mustafa söve sapanlaya üstünü giyip, sinirle kapıyı açıyor, evi polis basıyor. Ev aranıyor.Mustafa ne olduğunu anlamadığını söylüyor, polis "kes lan" deyip tokadı yapıştırıyor. Ev aramasında son taksiti kalan televizyon yere düşüp parçalanıyor. Babasının dayak yediğini gören ve gece uykusundan uyanan kız ağlıyor, eşinin tüm yalvarmalarına rağmen Mustafa yaka paça merkeze götürülüyor.
Mustafa merkeze götürülürken, "ne oluyor" diye sormaya kalkınca, polis elindeki silahın dipçiğiyle Mustafa'nın ağzına vuruyor, dudak patlayıp kanıyor....
İçeri girince Mustafa'yı işkencehaneye alıyorlar. Mustafa'yı, "Örnektepe halk komitesi başkanı Şeyhmus" olmakla suçlayıp, polis karakolu baskını ve örgüt üyeleri hakkında bilgi almak amaçlı sorguluyorlar. Buna hiçbir anlam veremeyen Mustafa, siyasetle işi olmadığını, örgüt nedir bilmediğini, Şeyhmus değil Mustafa olduğunu kaç kere söylüyor ama inanmıyorlar.
Ağır işkenceler başlıyor. Her gün dövüp, "ulan sen Şeyhmussun" diyorlar. Kabul etmedikçe işkence modeli ağırlaşıyor.Önceleri dövüyorlar, sövüyorlar, sonra üzerine araba lastiği geçirip duvarlara vuruyorlar.Falakaya yatırıyorlar. Cinsel organına elektrik veriyorlar, ve diğer işkenceler…
Tüm bu işkenceler sırasında Mustafa'nın gözleri bağlı. Kendi gördüğü işkencenin yanında, işkence aralarında, işkence gören diğer insanların çığlık sesleriyle de fazlaca irkiliyor, ağlıyor... Çok işkence görüyor. Şeyhmus olmadığını söyledikçe de dayak yiyor.
Akşam olunca bir eli kelepçeli, kelepçenin diğer tarafı bodrum katın su borusuna bağlı bir izbede sadece iç çamaşırıyla tutuluyor. Yanında kendisi gibi işkenceden bitap düşmüş "hoca" lakaplı Nurettin var (Altan Erkekli)
Derdini hocaya anlatıyor, "hocam ben Şeyhmus değilim, bu işlerden hiç anlamam" deyip ağlıyor. Nurettin hocanın verdiği cevap anlamlı; "Sen ve senin gibiler bu işlerden anlasaydı, ne sen ne ben burada olmazdık..."
Hocayla konuşuyorlar işkence aralarında. Hoca, Mustafa'dan daha ağır işkence görmesine rağmen metanetini kaybetmiyor, Mustafa'ya diyor ki; "Mustafa nasıl istersen öyle yap, ister ağla ister sızla ama asla suçlamaları kabul etme..."
Mustafa ve Nurettin hoca (Altan Erkekli) arasındaki sohbet ilerliyor, işkence aralarında. Gazete kağıdı içine sarılmış, yarım ekmek arası peynir veriyorlar Mustafa ve Nurettin hocaya. Mustafa ekmeğe sarılı kağıdı okuyor,"Ben gitseydim böyle olmazdı" diyor. Hoca "Ne oldu?" diye soruyor. Mustafa "Beşiktaş fenere yenilmiş. Ben Beşiktaşlıyım hocam. Maça gidemedim ya bu hafta ondan yenildik. Dur senin hangi takımlı olduğunu tahmin edeyim, sen okumuş yazmış adamsın, kesin Galatasaraylısındır..
Nurettin hoca "Bilemedin Ben Beşiktaşlıyım. Maçlara da giderim. Yerim kale arkasıdır Mustafa;Hocam sen bizdenmişsin de biz bilememişiz....
Polis şefinin siniri iyice taşar. Mustafa'yı döve döve Şeyhmus olduğunu kabul ettirirler. "Ben Şeyhmuzum abi, vurmayın" deyince bir sigara ikram ederler. Mustafa sigarasından biraz içer, polis şefi "Hadi bize bildiğin her şeyi anlat" deyince Mustafa "abi ben bir şey bilmiyorum, karışmadım hiç bir şeye" der ve daha çok sopa yer....
Tüm bunlar olurken, Mustafa'nın eşi çocuğunu da alıp, baba evine döner. Sivil polisler işyerine gelip kendisini sorduğu için patron isten atmış, ev sahibi gündüz vakti birkaç adamla eve gelip eşyaları dışarı atmıştır, aileyi de evden kovmuştur.
İşkenceler devam etmektedir (Not : Erdal Tosun işkenceci polis rolünde olsa da rolünü güzel yapmış). Kızcağız babasından, yani Mustafa'nın kayın pederinden, gidip Mustafa'yı aramasını ister. Eski bir Kore gazisi olan babası "Bizler Kore'de gomonist avladık, gomonist bir damadın peşine karakolları gezemem ben" cevabını verir.
Eşiyse karakol karakol gezer ama hiçbir karakolun gözaltı tutanak defterinde eşinin adına rastlayamaz. Kenan Evren TV'de açıklama yapmaktadır : "Sevgili Türk milleti, şanlı ordumuzu yıpratmak isteyen bazı kötü niyetli bölücüler, işkence yaptığımızı söylemektedir, bu katiyen yanlıştır".....
Esi bir karakola daha gider Mustafa'yı bulma umuduyla. Nöbetçi polis kapıda yakınlarını bekleyenlere, "görüş yasak, kağıda not yazıp verin, eğer buradaysa ulaştıralım" der. Herkes not yazar kağıda.. Mustafa'nın eşi de bir kağıda not yazıp, kağıdın arasına para koyar..
O an işkencede olan Mustafa'ya kağıt gelir,kağıdı Mustafa'dan önce polis şefi okur, parayı cebine atar. Mustafa'ya zorla kağıda cevap yazdırır "karicim ben iyiyim" diye..
Mustafa'nın inadına çok kızıp, Şeyhmus olmadığını iddia etmesi, polisi yeni bir yola sürer. Yakalanan diğer örgüt üyeleriyle Mustafa'yı yüzlestirir. Mustafa'yla yüzleşen ve işkenceden biten birkaç örgüt üyesi, Mustafa için "evet Şeyhmus bu" der.
İşkencehanede yapılan yüzleştirmede, dayak yememek için Mustafa'yı satmayan tek insan, Nurettin hoca(Altan Erkekli) olur.
Bir örgüt evi basılır ve gerçek Şeyhmus ölü olarak ele geçirilir. Nurettin hoca, Mustafa'ya ev adresini kesik ses tonuyla söyleyip, "bizimkilere git, onları bul" der.
Mustafa ,suçsuz olduğu daha doğrusu Şeyhmus olmadığı anlaşılınca serbest bırakılır. Evine döner ama evi boştur. Kayınpederinin evine gelir taksiyle. Taksi parasını kayınpederi verir. Banyo yapar. Çok perişan vaziyettedir. Önüne konan yemeği yemeye, sakal tıraşı olmak için tıraş makinesini tutmaya bile dermanı yoktur. Birkaç gün dinlenir. Eşi yatakta sevişmek ister, işkencede erkekliğini yitiren Mustafa bunu da başaramaz.
İşyerine gider. Patron işten kovmuştur Mustafa'yı. Daha önce kendisiyle okey oynayan, hoş beş eden en samimi arkadaşları bile Mustafa'ya sadece kuru bir selam verir, adeta kaçar gibi davranır....
Yani sadece çalıştığı işyeri patronu değil, toplumda dışlamıştır Mustafa'yı...
Mustafa, Nurettin hocanın evine gidip, ailesine iyi olduğunu söyleyecektir. Ama, işkenceye bağlı korku sendromları yaşamaktadır. Örneğin, Nurettin hocanın oturduğu Bağlarbaşı semtine gitmek için bağlarbaşı otobüsüne binerken, otobüs şoförünü polis şefi sanıp kaçar. Şoför Mustafa'ya bakıp "deli mi ne?" der. Yolda takip edildiğini sanır bazen, biri oğluna yada arkadaşına "Şeyhmus" diye seslenince işkence aklına gelir, korkar...
İlk denemede başarılı olamaz. İkinci denemede Nurettin hocanın evine gidip kapıyı çalar, açılmasını beklemeden, ürkerek kaçar. Evde; Nurettin hocanın annesi, dualar okuyup oğlunu beklemektedir. Mustafa bağlarbaşı semtinde kendine işkence yapan polislerle karşılaşır. Polis : "bura hocanın semti, senin ev buraya çok uzak, ne isin var burada?" Mustafa : "bizim akrabalar vardı da der" korkarak ve titreyerek..
Polis : "bir daha seni burada görmeyelim. Nurettin hoca çatışmada öldü zaten, tamam mı lan?
Mustafa : "tamam , çatışmada öldü..
Mustafa'nın gözleri dolar, titremektedir, adı gibi bilmektedir ki, Nurettin hoca çatışmada değil, işkencede ölmüştür....
Filmin sonunda; sinema perdesinde 12 Eylül bilançosu geçti. Bunu tekrar yazmama gerek yok. Son iki maddeyi yazayım kafi…
- Cuntacılar; yaptıkları anayasaya, kendilerini koruyan maddeler koydukları için, halen yargılanamadılar..
-Türkiye, halen aynı anayasayla yönetiliyor....
Filmin müziklerine gelince…. Tamer Çıray'ın yapmış olduğu müziği çok beğendim.
Görkem Yanık
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Leyla Ayyıldız Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 7.478 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
SORGU : Bütün
zamanın kıyısından geçen ömür
günün eteğinden süpürdüğüm gece
ve kararsız kaldığım kaç yol
katılmazlığım
değilim hiç
hariçken bütün
yoksa
savrulmuş muyum?
ayrık tümcelerin satır başı
cümle noktasına dayanan son hece
ve söyleyemediğim onca söz
susmazlığım
sevdiğim bir
birliğim tek
yoksa
kovulmuş muyum?
tenimin sularında kurumuş tuz
kirpiklerimde konuşlanmış gölge
ve değinemediğim bunca an
dokunulmazlığım
varım hep
giderlerken
yoksa ben
doğrulmuş muyum?
Gülcan Talay
Yukarı
|
Amca kaçsana, seni arıyorlar yahu!..
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Google earth programını meraklıları bilir. Tüm dünya'nın uydu resimlerinin bir araya getirilmesinden oluşturulmuş dev bir harita programıdır. Ha tabi bu kadar basit anlattığıma bakmayın pek çok açıdan kapsamlı bir harita olduğunu söyleyebiliriz. http://earth.google.com/ web sayfasından bu programın ücretli ve ücretsiz versiyonlarını bulabilir ve hatta kendi bilgisayarınıza yükleyip kullanabilirsiniz.
Bu kez google tarafından hazırlanan earth programına alternatif olarak üretilen bir diğer programdan bahsedeceğim. Microsoft tarafından hazırlanan 3 boyutlu ayrıntılı harita programı henüz gelişimini tamamlamamış durumda olmasına rağmen iyi hazırlanmış. http://local.live.com/ web sayfasında örnek çalışmayı görebilirsiniz. Bu sayfalarda normal harita formatında olanları online olarak incelemek mümkün. Eğer 3 boyutlu olanları incelemek isterseniz programın beta versiyonunu bilgisayarınıza indirmeniz gerekiyor. 3 boyutlu görsel harita hizmeti şimdilik sadece Amerika'nın 15 eyaleti için veriliyor ama incelemeye değer.
Şu anda 40 ofisi bulunan ve 3 milyonu aşkın destekçisi olan bir organizasyon. Greenpeace, bugün denizleri arşınlayan gemileriyle dünyada nükleer atık ticareti, nükleer tehlike, akıntı ağları, tehlikeli atık ticareti gibi konularda aktif çalışmalar yürütüyor, İngiltere'de Exeter Üniversitesi'nde bulunan laboratuvarı ile bilimsel ölçümler, incelemeler, araştırmalarla kampanyalarını destekliyor. http://www.greenpeace.org/turkey/ web sayfasından Türkiye sayfasına ulaşabilirsiniz.
Hem tarihi hem de saati saniyesi saniyesine ekranınızda takip etmek için sizlere aykırı bir tasarım tavsiye ediyorum http://beeks.eu/swf/handclock.swf el yapımı bu saat eminim ki, ilginizi çekecektir. bu orjinal flash çalışmayı yapan Yugo Nakamura'nın ellerine sağlık.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|