Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.089

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 16 Kasım 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : Artık ciddi olmalıyız!..

Merhabalar,

Çarşamba geceleri bir yandan Kahve Molası'nı hazırlarken diğer yandan Abbas Güçlü'nün "Genç Bakış"ını izlerim. Asıl amacım konukları dinlemekten çok genç arkadaşların konulara bakışını görmek ve kendi dönemimle karşılaştırmaktır. Oysa dün gece farklıydı. Gecenin konuğu DSP Genel Başkanı Zeki Sezer'di. İlk defa dinledim. Gördüğüm kadarıyla Abbas Bey de ilk defa izliyordu. Ecevit gibi bir liderin gölgesinde parti başkanı olan biriyle ancak dalga geçilir diye düşünmüş olacak ki, ilk yarım saat bir lise öğrencisi konuk ediyor gibiydi. Başarılı bulduğum Güçlü'ye yakıştıramadığım bu tavrı hiç sevmedim. Bu tepkimi de bir eposta ile kendisine bildirdim, okur mu bilmem. Ancak Zeki Sezer, sanılanın tam tersine, ağırlığını koyarak gereken cevabı da verdi. Tavır değişti, saygı başladı. Evet belki iyi bir hatip değil ama belli ki konuya hakim. Ecevit'in yerini doldurmak zor elbette ama DSP'ye ivme kazandırmak için yeterli olduğu kanısına ben nacizane vardım. Kadrosunu geliştirebilir ve kendini ifade edebilecek ortamlar bulursa şansını geliştirebilecek yeteneğe fazlasıyla sahip. En büyük kozu gayet tabi ki Yılmaz Büyükerşen. Bu başarılı başkanın artık Türk siyasetine yön verecek kadroların arasında olması kaçınılmaz. Ben kendi adıma umutlandım. Sizlere de bu insanları izlemenizi öneririm. Demokratik ve laik bir yönetim arzusunu fazlasıyla duyduğumuz bu son virajda artık çok daha dikkatli olmamız gerekiyor. Önümüzdeki yıl geçireceğimiz iki seçim, sonuç ne olursa olsun, Türkiye için bir dönüm noktası olacaktır. Bunun ciddiyetini kavramak gerekiyor. Birilerinin yaptığı gibi, halkın çığlığını maç sloganına benzetmek işi sulandırmaktan başka birşey olmuyor. Alternatifleri tanımak için önümüze çıkan her fırsatı değerlendirmeliyiz.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Gülcan Talay

 Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay


   Mutluluk Sokağındaki Kız -2-

II. Bölüm

Sabah olduğunda Aylin, buluşma için ne giyeceğine karar vermek üzere dolabını karıştırmakla meşguldü. Tüm dolabı yatağının üzerine yığdı. Birkaç seçenek bulmuştu sonunda. Kararsızca seçtiği birkaç kıyafetin dışındakileri geri yerleştirmeye koyuldu. Telefon sesiyle birlikte heyecanla salona koştu.

Telefon çaldığında arayanın Levent olduğunu sanmıştı. Tamer' den başkası değildi tabi.

- Yine ne istiyorsun.
- Ne istediğimi biliyorsun.
- Asla dedim sana. Neden anlamak istemiyorsun.
- Ben istediğim sürece buna mecbursun.
- Hayır değilim. Çık hayatımdan artık.
Telefonu hırsla kapatırken, sinirli olduğu kadar korkuyordu da. Nasıl kurtulacaktı bu adamdan bilmiyordu. Ona nasıl olup da inanmış, hayatına sokmuştu hala anlamıyordu. Nefret ediyordu ondan, tüm yaşattıklarından.

Aylin boy aynasında son provasını yaparken, Levent çoktan giyinmiş Metin ile birlikte Aylin' e görünmeden evden çıkmayı başarmıştı. Yol boyu giderlerken bir sürü konuda konuşmuşlardı aslında. Ama her cümlenin sonu nasıl oluyorsa Aylin' e bağlanıyordu.

- Oğlum amma kaptırdın şimdiden. Dur bakalım daha sonrası ne olacak belli değil.
- Hissettiklerim beni yanıltmaz Metin. İlk kez böyle hissediyorum ve böyle hissetmeye devam etmek istiyorum.
- Peki, bir gün anlarsa durumunu… O zaman ne olacak.
- Bilmiyorum… Şu anda bunu düşünmek bile istemiyorum. Belki kendiliğinden olur her şey ve o da bunu kabullenir.
- Ya aksi olursa Levent. O zaman ben bile toparlayamam seni. Çok üzüleceksin.
- Bir günlük mutluluğa değer.
- Öyle diyorsan, bir şey diyemem tabi. Ama her zaman arkandayım dostum. Bunu bil yeter.
- Sen olmasan hayat benim için bu kadar kolay olmazdı zaten. Hakkını asla ödeyemem.
- Ayıp ediyorsun bak. Duymayım bir daha.

Taksi Kalamış caddesinin sonuna geldiğinde, Levent ve Metin aynı anda taksiden indi. cafenin sahibi Recep kapıda karşıladı onları.

Duvardaki metal eskitme apliklerle az ışıklandırılmış cafenin duvarları yerden yarıya kadar ahşap kaplanmış, ortadaki bordürün üstü koyu yeşile boyanmıştı. Duvarların bir kısmına ve özellikle kirişlerin içine gömme halinde dizilen raflar, eski metal alet edevatlar ile dekore edilmişti. Siyah ve metal olan eski tip bir daktilo bunlardan biriydi. Her köşeyi donatan canlı çiçekler, kahverengi masaları süslüyordu. Ön tarafta iki kişilik olanlar, arkadaki geniş alanda da aile tipi büyük masalar yer alıyordu. Büyük salonun ortasında kocaman bir avize salınıyordu. Recep, Metin ile Levent'i iki kişilik bir masaya oturtacaktı ki, Metin kalamayacağını ve Levent' in arkadaşının geleceğini söyledi.

- Aman idare et Recep. Kız durumu bilmiyor. Zamanı geldiğinde öğrenecek ama şimdilik çaktırmazsan memnun olurum.
- Endişelenme sen. Ben vaziyeti idare ederim.
- Harikasın… Hadi ben kaçtım Levent. Yakınlarda olacağım. Anlarsın ya, bir ses uzakta.

Levent başını sallayarak teşekkür ettikten sonra, Metin yakınlarda bir yere gitti. Aradan çok geçmeden Aylin de gelmişti. Her ikisinin de heyecandan gözbebekleri titriyordu.

- Merhaba Levent.
- Hoş geldin. Nasılsın?
- İyiyim. Sen de iyi görünüyorsun. Çok bekletmedim değil mi?
- Hayır, yeni geldim sayılır.
- Peki.
- …
- …

Bir süre suskun kalakaldılar. İkisi de ne konuşacaklarını bilemiyordu. Levent tam konuşmaya karar vermişti ki, Aylin de bir şeyler söyleyecek oldu, hallerine gülüştüler. Sen söyle, ben söyleyeyim derken, Recep imdatlarına yetişti.

- Ooo sen miydin Aylin arkadaşımın beklediği, hoş geldin. Ne güzel olmuşsun böyle. Tamam, tamam kızarma hemen. Siparişlerinizi alayım rahat bırakacağım sizi. Peki, ne getireyim size… Yiyecek, içecek?
- Recep' çiğim ben tokum şu anda. Açık bir çay alayım ben.
- Benimki de çay olsun, ama biliyorsun bergamotlu.
- Tamamdır. Hemen geliyor.

Levent konuşacak bir şeyler olsun diye, çocukluğunu ve ailesini sordu. Uzun bir hikâyesi vardı kendi gibi. Bu yüzden özetleyerek anlatmıştı Aylin. Levent' e aynısını yaptı. Hem daha önlerinde çok zaman olacaktı detaylar için.

- Çok hoş bir cafe burası. Kızlarla sık sık gelmeye çalışırız biz de. Recep' i çok severim. Zaten tüm müşterilerini tanır hemen hemen. Herkesi müptela yapıyor kendine.
- Bilmez miyim? İnanılmaz bir elektriği var. Seveninin çok olması doğal bu yüzden.
- Evet. Çok iyidir.
- Ben hala tanışmamızın şaşkınlığı içindeyim. Aslında içime kapanığımdır. Nasıl oldu da seni davet edebildiğime şaşıyorum hala.
- Lütfen hatırlatma Levent. Aklıma geldikçe utanıyorum. Film o kadar güzeldi ki, anlamadım nasıl elini tuttuğumu.
- İyi oldu ama değil mi?
- Sanırım… Yani evet.

Bir süre daha sessiz kaldılar. Ardından Levent ceketinin cebine sakladığı gülü çıkardı. Aylin' in gözleri ışıl ışıl olmuştu. İnceliği için teşekkür etti. Bir süre karşısında duran Levent' i inceledi. Gözleri bu kez değişik gelmişti. Bakışlarını nereye koyacağını bilemiyordu sanki. Çok ender göz göze geliyordu Aylin ile… Garip bir hisse kapılsa da, sonunda heyecanından olduğuna karar verdi. Levent' in beyaz tenli yüzünde az da olsa çilleri vardı. Saçları açık kestane, gözleri elaydı. Yok yeşil? Değişiyordu arada sanki. Kot pantolonunun üzerine spor bir gömlek ve ceket giymişti. Kirli sakal da yakışmıştı kendisine. Aylin çok zevkli biri olduğunu düşündü.

- Mahsuru yoksa bir sigara içebilir miyim?
- Tabiî ki. Kullanmıyorum ama rahatsız olmam gerçekten.
- Teşekkür ederim.

Bir süre daha oturduktan sonra kalkmak istedi Aylin. Levent üzülmüştü.
- Yanlış bir şey yapmadım değil mi?
- Yok, hayır… Seninle ilgisi yok. Serap' a söz verdim eteğini değiştirmeye kendisi ile gelirim diye. Şimdi gitmezsem bir yıl çenesinden kurtulamam.
- Tamam, o zaman azat edeyim seni. En yakın zamanda tekrar görmek isterim seni.
- Elbette, konuşuruz.

Elini tokalaşmak için uzatan Aylin' in eli bir süre havada kaldı. Ardından Levent ayılmışçasına "affedersin, dalmışım" diyerek elini sıktıktan sonra gülümseyerek vedalaştılar.

Devam edecek…

Gülcan Talay


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Neslihan Güzel

 Kahveci : Neslihan Güzel


  YALNIZLIK ÜZERİNE

Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler.
Orhan Veli


Neler söylenmiştir yalnızlıkla alakalı olarak neler, anlatmakla bitmez. Kimi doğuştandır yalnızlık demiştir, kimiyse insan kendi yalnızlığını kendi yaratır. Belki de doğrudur insanın yalnızlığını kendisinin yaratması. Korkudandır belki, insanlardan kaçıştır, kendi içine kapanmadır yalnızlık. Kim bilir belki de, yıpranmışlıktır, insanların laflarından, boş sohbetlerinden kaçıştır, yalnızlık

Yeni bir şeyler arama, yaratma, üretme çabası içinse gereklidir yalnızlık. Sanatçılar yazarlar, şairler yalnız insanlardır. Şöyle bir geçmişe bakınca da böyledir bu. İnsanın kendini dinlemesi gerekir yeni bir şey üretmesi, topluma bir şeyler katabilmesi için.

İnsanın yalnızlığı üretmek içinse bu çok güzel, yok eğer içine kapanma, insanlardan kaçış, bir iç hesaplaşma içinse, tamamen zararlıdır ve insanı şizofreni yapar.

Kafka'ya göre insan yalnız doğmaz, sonradan yalnızlaşır, belki toplum yapar bunu belki de kişinin kendisinin tercihidir, yalnızlaşmak.

Kafka, insan yaşamının, insan tarafından sınırlandığını savunmuş, "tükenmiş var oluşlar" demiştir. Ve hayatta ki tek şeyin acı çekmek olduğunu savunmuştur. Marguerite Duras'ın şu sözleri de bunu desteklemektedir: "hiç gözyaşı dökmemek, yaşamamaktır." Gözyaşlarında gizlidir başarının sırrı. Zaten fırsatlarda acıların içinde gizli değil midir?
"Kesin olan tek şey acı çekmektir" diyen Kafka, yalnızlığını iyi tanımış, iyi değerlendirmiş ve kısa olan, acılı ömrüne birçok şeyi sığdırmıştır.

Öbür taraftan "Kendin ol!" diye bağırmıştır Sokrates ve insanları düşünmeye teşvik etmiştir. Sonuçta her doğru söyleyen gibi susturulmuştur. Baskı görmüş, zehirlenmiş ve öldürülmüştür.

"Yalnızlık paylaşılırsa yalnızlık olmaz" değişmiştir, Özdemir Asaf şiirinde. Çoğu şair gibi, yazar gibi, o da yazlığını satırlara dağıtıştır. "Yazmasam çıldıracaktım" diye de ekleyivermiştir. Onun için, bir kaçıştır, umuttur yazmak. Belki de yalnız saatlerini değerlendirmektir. İnsanın en kıymetli saatleridir, yalnız saatleri. Dinler kendini, düşünür insan, etrafındakileri gözler, kurgular, loş sokakları. Kendin olabilmen için yalnız kalman gerekir, karanlık ve boşluğu beklemen, gecenin büyüsünü değerlendirmen. Böyle yaparsa, bir şeyler üretebilir insan.

Türlü türlü tanımlanmıştır yalnızlık, kimi yalnızlık sonneti demiş, kimisi ise viyolensel yalnızlığı, kimisi ise yalnızlığı ejdere benzetmiştir.

Yalnızlık bir limandır, bir sığınaktır ve de insanın kendini sakladığı bir kuytudur…
Yalnızlığından korkar insan, hep kaçar ondan, kitaplara sarılır, ya da yeni fikir arayışı içine girer, o da yetmez saatlerce alış veriş yapar, yeni eşyalar, yeni kıyafetler alır. Bir süre unutur yalnızlığını, ama akşam olup havanın kararması ile yine artar yalnızlığı, çünkü gece büyütür yalnızlığını, bir asır gibi gelir zaman, geçmek bilmez bir türlü.

Kaçılmaz yalnızlıktan, hep gölgen gibi peşinden gelir yalnızlık, koşarsın kaçmak için ondan ama ne çare, o senden daha hızlı koşar, yetişir menzile. O halde ondan kaçmak niye? Yalnızlığından kaçma, onu anlamaya çalış!

Adalet Ağaoğlu " yalnızlık çok değil, değerini bil" demiş ve bu kıymetli zamanı değerlendirmekten bahsetmiştir. O halde neden kaçarsın yalnızlığından, neden üretmezsin iyi bir şeyler!

En güzel yalnızlıksa, üretken yalnızlığıdır, yaratıcı yalnızlıktır.

Bir yazıya başlamadan önce, sonunu hiç bir zaman göremez insan, bir bilinmeyendir yolun sonu. Seni neler bekler bilemezsin bu yolda. İlk satırları yazarsın, ilerlersin adım adım, ilham ise en yakın arkadaşın, alır götürür seni bir bilinmeyene doğru, yalnızlık ise sırdaşın.

Eser daha oluşmamıştır, bir yabancıdır sana, seninle beslenir ve büyür, sense ancak yazarak onu keşfedebilirsin. Ve bir zaman sonra, varırsın menzile. Son noktanı koyarsın, geldiğin bu nokta, belki de hiç hayal etmediğin bir noktadır. Ama bırakırsın her şeyi olduğu gibi. İçindeki bebek büyümüş, meydana çıkmıştır artık. Eserin bitmiştir, sense yeni bir şeyler üretmenin sevinci ile sabahı selamlarsın. Günün ilk ışığı ile beraber, yalnızlığında veda eder sana.

Siz nasıl değerlendiriyorsunuz yalnızlığınızı, onun kölesi olarak, saate bakarak, sıkılarak mı, yoksa siz onu mu köle yaptınız kendinize, o size mi hizmet etmekte?

Edip Cansever ise "ey yalnızlığımı kuşatan yalnızlık" diyor satırlarında. Yalnızlığı bile yalnızlıkla kuşatılmış, yalnız değil.

Ne kadar derindir ki bu yalnızlık, Nietzsche gibi bir bilgeye, insan için sürü dedirtmiştir. "sen varya, ey sürü, yalnızlığına bile tahammül gücü olmayan zavallı, hemen komşuna kaçarsın sen, her şeyi sana benzeyen komşuna." İnsan o kadar yalnızdır ki ve o kadar da yalnızlık sevmez, sığınır bir yerlere. Ama içkiye, ama okumaya, belki de komşuya. Kaçar yalnızlığından.

Kimisi yalnızlığını yaşar, mecburdur, çevresinde kimse yoktur çünkü. Kimisindeyse sürü yalnızlığı vardır. Etrafı insanlarla doludur ama beni anlayan yok der yine yalnızdır, yalnızlık gibi. Toplum içinde, kalabalıklar içinde, milyonlar içinde yalnızdır.

Aslında hepimiz ne kadar da yalnızız, şu dünyada. Necip Fazıl'ın dizeleri ne kadar da açık;

Bütün insanlığı dövsen havanda / Zerre zerre herkes niye yalınız.

Neslihan Güzel
www.neslihanca.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

  Kahveci : Haluk İlhan


Nostaljik bir yaklaşım

Hep sorunlarımız, bizim insanlarımızın sorunu diye yazıp duruyoruz, sanki bu yazıyı yazan ben bir başka ülkede doğmuşum, sanki çok farklı bir eğitim almış, çok farklı yaşamlar sürmüş gibi. Halbuki, bizim yaş grubunda, babası memur olanların çocukların yaşam tarzları birbirlerinden pek farklı değildir. Babası subay olanın, kaymakam, vali, doktor olanın, savcı, hakim, devlette bir memur olanın üç aşağı beş yukarı yaşadıkları bellidir (şark cephesi). Sonradan yaşam içinde belli noktalara gelmemiz bu yaşanmışlıkları görmezden gelmeye neden olmamalı.

Bizim yaş grubununun yaşamlarımına damgayı maalesef siyasal otoriteler vurdu. Bizlerin gençlik çağları sağ-sol kavgasında heba oldu. Seçimlerimizi asla yaşayamadık, hiç bir zaman bu zamanının gençlerinin yaşadığı aşkları yaşayamadık, sevmek, sevilmek hep 1980 ve sonrasına kaldı, ancak herşey öyle sıfırdan başlamıyor. Temeli olmayan ilişkilerde hata yapma oranınız çok yüksektir. Bu 20 sene 30 sene önce de aynıydı, şimdi de aynı.

Temeli olmayan ilişkiler derken, şunu kasdediyorum, siz ergenlik-gençlik döneminizi sokakta ne zaman vurulacağınızı, veya ne zaman hangi ortamda başınıza bir şey gelebileceğini düşünürken, sağlam, oturmuş, karşılıklı sevgilerin dile getirildiği ilişkileri yaşayamıyorsunuz. 1980'den sonra her şey düzelmiş gibi bir tablo yaratılsa da sizin için olay o kadar kolay değil. 21 22 23 yaşlarında, zaten hayatın içinden yorulmuş ve yıpranmış durumda oluyorsunuz. İstemeseniz de büyümüş oluyorsunuz. O günleri gündeme getiren filmleri seyrettiğiniz de ağlıyorsunuz, kaybedilen yıllar, kaybolmuş gençlikler, kaybolmuş sevgiler, sonra hayatınızı kurup yaşamda ayakta durmaya çabalıyorsunuz. Ancak bu sefer karşınıza, medya, yazılı-görsel medya ve bunun yarattığı yeni bir insan grubu çıkıyor.

DALLAS dizisini seyrediyorsunuz, HANEDAN dizisini seyrediyorsunuz, sabahları BREZİLYA dizileri, renkli programlar, arka arkaya açılan televizyonlar. Yeni gelen nesilin yaşanmışlıklardan haberi yok, onlar yep yeni bir dünyaya gözlerini açıp, çok farklı geliyorlar, siz yaşlandıkça, hayatın zevkleri değişiyor, yaşamdan keyif alınan mekanlar değişiyor. Eskiden adı DİSCO olan yerlerin hepsi BAR oluyor, hemde adım başı. Kızların, erkeklerin tarzı, yetişmesi, beslenmesi, modası değişiyor. Televizyon sayısı artıyor, programların sayısı artıyor, o oranda değişim de hız gösteriyor. TELEVOLEler, PAZAR EĞLENCELERİ başlıyor.

Bu sefer farklı bir eğlenceyi öğreniyoruz, biz yapamıyoruz madem yapanlarınkini görelim, okuyalım, onları izleyelim ve tatmin olalım devri. Evlerde tartışıyoruz artık, o ne olacak , bu ne olacak, kim kimle, kim kimi terk etti, kim kimle beraber. Öyle bir devir ki bu devir, ülkede gazete okuma tirajı 200 250 binken, hafta sonu çıplak mankenlerimizin haber olduğu, magazin haberlerinin ağırlıklı olduğu dergiler BEDAVA Pazar günü eki olarak verildiğinde gazete tirajları 1 milyonu buluyor, işin komik tarafı ise nedense hiç kimse okumuyor, herkes şikayetçi. Banu Alkan ne yapacak, BBG de ne olacak, kim kimin gelini olacak, en iyi kaynana kim. Bunları siz TV'lermi yaratıyor zannediyorsunuz. HAYIR, bizim sevdiğimizi biliyorlar. Merak ediyoruz ve onlar sadece bizim seyredeceğimiz programları yapıyorlar.

Bu arada bir çok insanın DEJENERASYON olarak nitelendirdiği garip bir ilişkiler yumağı başlıyor. Evli erkek, evli kadın, bekar erkek, bekar kadın kavramları, ilişkileri birbirine giriyor. İş yerleri aşkları ön plana çıkıyor. Kadının cinselliği keşfetmesinin getirdiği yaklaşımlar daha da uç noktalara gidiyor. Kadın ilişkisini sorgulamaya başlıyor. Erkek arayışlar içinde. Kadın arayışlar içinde. Yalnız sorun şu ki, bu olaylar yaşanırken 2005 senesinde Türkiye'de bir rekor kırılıyor. İlk defa boşanma yüzdesi, evlilik yüzdesinin üstüne çıkıyor. Anlamı, evlenenden çok boşanan var. Bir diğer teknoljik gelişme daha yaşanıyor ve 2005 senesinde ben bu çocuğun babasımıyım diye DNA testine başvuran BABA sayısı 2004 senesinin %400 üstüne çıkıyor. O DNA testine eşinden endişe ettiği için bunalıma giren bir erkek ACABA babası benmiyim diye teste giriyor, sonucunu öğrendikten sonra nedense mutlu oluyor, hata anne bile bunu paylaşıyor. Halbuki bilmiyor ki 1000000000 kere de seks yapsa, sadece bir seksi yeterli. Ne kadar aşağılayıcı ve güvensizlik örneği değilmiş gibi birde bunu paylaşıyor ve seviniyor, ayrıca buna razı olup sonucu heyecanla bekleyen anne adayları hakkında yorum yapmayacağım, erkeğin salak düşüncesine üzülüyorum, sanki bu testin sonucu bir anlamda kadının aklanması, sanki kadın 9999999 kere başkası ile beraber olamazmış gibi....

Ve bugüne bakıyoruz. Evli olanların tahmin edemeyeceği bir boşanmış kitle, yaş ortalaması kadında 35 erkekte 40 olan bir kitle. Bunun yanında evlilik yaşamamış büyük bir kitle, kadın 25 35 yaş arası, erkek 30 35 arası. Evlilik mi? Zor diyor herkes. Kimse aradığının ne olduğunu bilmiyor, adam gibi adam, kadın gibi kadın tabirleri oluşmuş. Teknoloji devreye girmiş, internet, çöpçatan siteleri devreye girmiş. Artık arkadaş bulmak için uğraşmıyorsun, biraz yakışıklıysan, ağzın laf yapıyorsa, biraz güzelsen, bakımlıysan istemediğin kadar aday önünde. Seç, seç al.

Geldiğimiz noktaya baktığımda şunu görüyorum. Bizim o gün aşk için temelimiz yoktu, ama okurduk, dinlerdik, genel kültürümüz vardı, ne oluyor dünyada takip ederdik, yaşam sadece moda, magazin, diyet, vs değildi. Sohbetler, tartışmalar yapardık, belki aşkı ıskaladık ama adamdık. Kadınlarımız bilgili kadınlardı. Sohbet ettiğimizde, beraberce şarkı, türkü söylediğimizde ortamımızdan keyif alırdık. Tamam bugün belki aşk bizim dönemimizden çok daha yoğun yaşanıyor, belki doya doya yaşanıyor ama ıskalanan bir şey var oda ADAMLIK ve KADINLIK. Bu noktada ADAM GİBİ ADAM, KADIN GİBİ KADIN gerçekten zor ve bunun okulu da yok, öğrenilemiyor maalesef.

Sevgilerimle,

Haluk İlhan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

M.Nihat Malkoç

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


  ORGAN NAKLİ HAFTASI VE TÜRKİYE'NİN SINIFTA KALMIŞLIĞI

Gelişen tıp teknolojisi pek çok alanda organ naklini mümkün kılmaktadır. Görev yapmayacak kadar hasta ve hatta bedene zararlı hale gelen bir organın, bir yenisi ve sağlamı ile değiştirilebilmesi işlemine 'Organ Nakli' denmektedir. Organ naklinin ne kadar önemli olduğunu ancak organ bekleyenler bilir. Bu yüzden ülkemizde her yıl 3-9 Kasım tarihleri arsında Organ Nakli Haftası kutlanmaktadır.

Bilindiği üzere ileri kalp, karaciğer ve böbrek yetmezliği olan hastalarda sağlıklı bir hayat sadece organ nakli ile mümkündür. Bugün ülkemizde böbrek bekleyen 17-18 bin hasta vardır. Diyaliz bu hastalarda yardımcı bir tedavi şeklidir ancak kalp ve karaciğer hastalarının diyaliz gibi bir yardımcı tedavi imkânları yoktur.

Beyin ölümü gerçekleşmiş hastalar böbrek, kalp, karaciğer gibi organlarını bağışlayarak başka hastalara hayat verebilirler. Bu insani bir vazifedir. Kişiye getirdiği fazladan bir yük de yoktur. Çünkü beyin ölümü gerçekleşmeyen hastalardan organ almazlar. Bir kişinin beyin ölümü gerçekleştikten sonra da yaşama ihtimali yoktur. Bu konuma gelen kişinin organlarının başkalarının vücudunda hayat bulmasından daha güzel ne olabilir ki?... Bugünden tezi yok gelin organlarımızı bağışlayalım. Türkiye'yi bu alanda da sınıfta kalmış olma ezikliğinden kurtarıp sınıf atlatalım.

Organ bağışının da belli başlı kuralları vardır. Beyin ölümü gerçekleşmiş 18 yaşından küçüklerin organlarının kullanılması için ebeveynleri(anne-baba) izin vermelidir. Bundan yukarı yaşlardakilerin sağken organlarını bağışlamış olmaları ve bunu belgelendirmeleri gerekli ve yeterlidir. Aksi halde bu yönde bir beyanı olmayan kişilerin organları hiçbir şekilde alınmaz, başkalarına nakledilmez. Gönüllülük ve rıza bu işte birinci şarttır.

Ülkemizde organ bağışı hiç de yaygın değildir. Bu konuda sınıfta kalmış bulunmaktayız. Fakat bunda asıl suçlu vatandaşlar değil, bu konunun ehemmiyetini, tıbbi ve dini yönünü onlara yeterince anlatamayan görevli kişi ve mercilerdir. Çünkü bu hususta ciddi bilgi eksiklikleri vardır. Kulaktan dolma bazı yanlış bilgiler bu hususta adım atmak isteyenleri caydırmaktadır. Bunlardan birisi kişinin organlarının ölmeden alınacağı endişesidir. Bununla beraber organlarını bağışlayan kişinin hastanelerde tıbbi tedavilerinin yeterince yapılmaması, ölüme ayrılması korkusudur. Böyle organize sahtekârlıklara kurban gideceğini sananlar az değildir. Oysa organ bağışlayan kişinin organlarının alınıp kullanılması ancak o kişiye tıbben yapılacak tüm tedaviler uygulandıktan sonra gündeme gelir.

Beyin ölümü gerçekleşmiş hastalarda adından da anlaşılabileceği gibi beyin fonksiyonları tamamen ve geri dönmeyecek biçimde kaybolmuştur. Yani bu kişilerin bilinci yerinde değildir ve ancak solunum makinesi desteği ile yaşamlarının sürmesi mümkündür. Kişilerin ben gerçekten ölmeden organlarımı alırlar korkusu yersizdir, çünkü beyin ölümüne karar verecek ekip ile organ naklini yapacak ekip ayrı doktorlardan oluşur. Organ bağışı yapan kişilerin ilmi delillerle ve etkili telkinlerle bilgilendirilmesi ve ikna edilmesi şarttır. Bunu yapmadan vatandaşın tereddütlerini ve şüphelerini gideremezsiniz.

Müslüman bir millet olduğumuz için hâl ve hareketlerimizde İslami ölçüleri esas alırız. Bazı mütedeyyin insanlar organ naklinin dinen caiz olmadığını sanırlar. Bir kısım cahil insanlar ise öteki dünyaya gidince bağışladıkları organlarının orada eksik olacağı endişesine kapılırlar. Mesela gözünü bağışlayan kişiler, nakledilen kişinin harama bakmasından dolayı işlenecek günahların kendisine yazılacağını düşünürler. Oysa mühim olan organ değil, iradedir. Böyle bir şeyi düşünmek bile saçmadır. İslam dini organ nakline cevaz vermiştir. Hatta Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu'nun bu konuda yazılı fetvaları da vardır. Bunları şüpheleri izale etmesinden dolayı dikkatinize sunuyorum.

Din İşleri Yüksek Kurulu'nun 19.01.1968 gün ve 3 sayılı gerekçeli kararında 'yalnız hayatı kurtarmak için değil, bir organı tedavi etmek, hastalığın tedavisini çabuklaştırmak için de kan naklinin caiz olduğu, tıbbi ve hukuki kaidelere riayet edilmek şartıyla kalp naklinin de caiz olacağı...' ifade olunmuştur. Kurul aşağıdaki şartlara uyularak yapılacak organ ve doku naklinin caiz olacağı sonucuna varmıştır:

"Zaruret halinin bulunması, yani hastanın hayatını veya hayati bir uzvunu kurtarmak için, bundan başka çaresi olmadığının, mesleki ehliyet ve dürüstlüğüne güvenilen bir tabip tarafından tespit edilmesi, hastalığın bu yoldan tedavi edilebileceğine tabibin kanaat getirmesi, organ veya dokusu alınan kişinin, bu işlemin yapıldığı esnada ölmüş olması, toplumun huzur ve düzeninin bozulmaması bakımından organ veya dokusu alınacak kişinin sağlığında buna izin vermiş olması veya hayatta iken aksine bir beyanı olmamak şartıyla, yakınlarının rızasının sağlanması, alınacak organ veya doku karşılığında hiçbir şekilde ücret alınmaması, tedavisi yapılacak hastanın da kendisine yapılacak bu nakle razı olması gerekir. Bu fetvada da öngörüldüğü gibi İslamiyet organ nakline izin vermektedir. Bunu ilgili kesimlere hakkıyla anlatmak şarttır.

Ülkemizde insanlar maalesef organ bağışı konusunda yeterince duyarlı değildir. Bunun bir seferberlik anlayışı içerisinde aşılması gerekir. Çünkü toprak olacak bir organı özgür iradenizle bağışlayarak başkalarına hayat veriyorsunuz. Bunun dini yönden sevap olduğu inkâr edilemez. Bu aynı zamanda insani bir görev ve mühim bir sorumluluktur.

M.Nihat Malkoç
mnihatmalkoc@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Leyla Ayyıldız

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 7.478 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


SEVGİ

İlkin tesadüfi bir bakış,
Sıradan bir geçiş.
Sonra sık yaşanan karşılaşmalar...
Derken bir kıvılcım ve;
Birbirine bakmaktan alıkoyulamayan gözler...

Aşktı bu besbelli,
Kurban etmişti yine kendine iki yüreği;
Artık hayat ya bir ızdırap
Ya da dupduru bir mavilikti.

Kız, gizlemek ister gibiydi
Yüreğindeki sevgiyi,
Lakin herşeyi anlatıyordu gözleri,
Deli gibi seviyordu, vurulmuştu besbelli.

Ya diğer aşk kurbanı çılgın serseri,
Korkmuştu suç işlemiş çocuk gibi,
Na'pacağını düşünürken bir gece vakti,
Yüreği çoktan uçup gitmişti.

Tenha bir derenin kıyısında yürürken
Yalnız ve dertli dertli,
Birden yarı kısık ve titrek bir ses:
Merhaba! Ben sevgi;
Diller lal olmuştu aniden
Çünkü!
Konuşan artık gözlerdi;
Eğer bu aşk değilse
Öyleyse neydi? Neydi?

Nurettin Dönmez

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Burada başına neler geldi kimbilir?!..

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Google earth programını meraklıları bilir. Tüm dünya'nın uydu resimlerinin bir araya getirilmesinden oluşturulmuş dev bir harita programıdır. Ha tabi bu kadar basit anlattığıma bakmayın pek çok açıdan kapsamlı bir harita olduğunu söyleyebiliriz. http://earth.google.com/ web sayfasından bu programın ücretli ve ücretsiz versiyonlarını bulabilir ve hatta kendi bilgisayarınıza yükleyip kullanabilirsiniz.

Bu kez google tarafından hazırlanan earth programına alternatif olarak üretilen bir diğer programdan bahsedeceğim. Microsoft tarafından hazırlanan 3 boyutlu ayrıntılı harita programı henüz gelişimini tamamlamamış durumda olmasına rağmen iyi hazırlanmış. http://local.live.com/ web sayfasında örnek çalışmayı görebilirsiniz. Bu sayfalarda normal harita formatında olanları online olarak incelemek mümkün. Eğer 3 boyutlu olanları incelemek isterseniz programın beta versiyonunu bilgisayarınıza indirmeniz gerekiyor. 3 boyutlu görsel harita hizmeti şimdilik sadece Amerika'nın 15 eyaleti için veriliyor ama incelemeye değer.

Şu anda 40 ofisi bulunan ve 3 milyonu aşkın destekçisi olan bir organizasyon. Greenpeace, bugün denizleri arşınlayan gemileriyle dünyada nükleer atık ticareti, nükleer tehlike, akıntı ağları, tehlikeli atık ticareti gibi konularda aktif çalışmalar yürütüyor, İngiltere'de Exeter Üniversitesi'nde bulunan laboratuvarı ile bilimsel ölçümler, incelemeler, araştırmalarla kampanyalarını destekliyor. http://www.greenpeace.org/turkey/ web sayfasından Türkiye sayfasına ulaşabilirsiniz.

Hem tarihi hem de saati saniyesi saniyesine ekranınızda takip etmek için sizlere aykırı bir tasarım tavsiye ediyorum http://beeks.eu/swf/handclock.swf el yapımı bu saat eminim ki, ilginizi çekecektir. bu orjinal flash çalışmayı yapan Yugo Nakamura'nın ellerine sağlık.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20061116.asp
ISSN: 1303-8923
16 Kasım 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com