Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.090

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 17 Kasım 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : Artık konuşmalıyız!..

Merhabalar,

Şu aptal kutusunu izlemekten nasıl kurtulunur bilen var mı aranızda? Bu yazıyı yazarken bile tek gözümle ekrana bakıyorum. Ne olduğunun bile farkında değilim. Alışkanlık işte. Ama işe de yarıyor, hem de fazlasıyla. İnsan tanıyorsunuz, değer verilenlerin değersizliğini görüyorsunuz, haketmeyenlerin ilahlaştığına tanık oluyor, içerliyorsunuz. Velhasıl tekmili birden bir Dünya tanıyorsunuz, iyisiyle kötüsüyle. Bakın ben birkaç saat evvel bir insan müsveddesini dinledim örneğin. Hani şu yıllar önce birbirimize mailler atarak harekete geçtiğimiz, sıralarda bekleyip kan verdiğimiz beyin cerrahı Oktar'ı. Adnan hoca denilen düzenbazın elinde akli melekelerini yitirmiş bir adamın son çırpınışlarını dinlemek içler acısıydı. Sinirlendim, küfrettim,vs. Ama en önemlisi çok üzüldüm. Bir yetişmiş insanın ne hale gelebileceğini, bunun da ehli müslüman denilen bir soytarının eliyle olmasına üzüldüm. Bu hoca ve benzerlerinin at oynattığı bir dönemden geçiyoruz. Beynin dumura uğraması için beyin cerrahı da olmaya gerek yok. Mesela anayasa profesörü de olabilirsiniz. Hem profesör hem de milletvekili olursanız daha da makbule geçersiniz.

Aptal kutusunun bir başka kanalında bir anayasa profesörü milletvekili ile bir CHP'li, 2 gazeteci ve Hüseyin adındaki her konuda fikir sahibi din kardeşimiz tartışıyor. Tartışma bir sokak kavgasından farksız. Erdoğan Cumhurbaşkanı olamaz diyorlar, kim diyor bunu diye soruyor beriki. Halk diyorlar, hangi halk diyor? Halktan korunmak için tepesine şemsiye açılan başbakan diyorlar, yağmur yağıyordu diyor. Ne yağmuru diyorlar, sen göremezsin, sen kimsin ki diyor iktidarın vekili. Muhalefetin vekili bizim derdimiz Emine Hanım'ın türbanı değil, biz Tayyip Bey'in rejim düşmanlığına karşıyız diyor, ha yani türbanlı first leydiyi içinize sindirebiliyorsunuz diyor bir gazeteci. Ne birbirlerini dinliyorlar, ne de dinletebiliyorlar. Aslında her cephede bu tür bir horoz dövüşüdür gidiyor. Bugün ak dediğine yarın kara diyenlerin cenneti bu güzelim memleket. Mesela siz, düşünün şöyle bir, Erdoğan Cumhurbaşkanı olmasın diyorsanız eğer, sıralayın bakalım argümanlarınızı. Sonra her birini teker teker mercek altına alın, başkaları ne diyor dinleyin. Bir zaman sonra bunların vazgeçilemeyecek şeyler olmadığına rahatlıkla inandığınızı ya da inanabileceğinizi göreceksiniz. Yok eğer düşüncelerinizde hiçbir sapma olmuyorsa o zaman bunu ispat etmelisiniz. Rejimi tartışan bir zihniyetin temsilcisinin Türkiye Cumhuriyetini temsil etmesini sindirebileceğinize inanmıyorsanız, tepki vermelisiniz. Milletin %25 ini temsil eden , ama meclisin %75'i benim diye genel seçimlere birkaç ay kala, önündeki 2 meclis dönemini etkileyecek bir oldu bittiyle Cumhurbaşkanını seçmesini hazmedemeyecekseniz, sessiz kalmamalı konuşmalısınız. Çünkü o zihniyet konuşuyor, boş konuşuyor ama konuşuyor. Haydi artık bizler de konuşalım. Ama boş değil, dolu ve tutarlı. İyi hafta sonları hepinize, esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Cumhur Aydın

 Önce İnsan : Cumhur Aydın


  ODTÜ Etkisiymiş?

2006 ODTÜ'nün kuruluşunun ellinci yılı. 1956'da barakalarda yaşama ilk adımlarını atmış üniversite. Gerek efsanevi Rektör Kemal Kurdaş'ın, gerek Karayolları Teşkilatının da ilk Genel Müdürü olan Vecdi Diker'in ve nihayet Uğur Ersoy Hocanın kitap ve derlemelerinden ODTÜ'nün hangi zorluklarla, emeklerle kurulduğunu okumak, izlemek mümkün.

En yaşlısından en gencine; örneğin İstanbul Üniversitesinden, Mersin Üniversitesine benzer uğraşların, benzer kaygıların, benzer idealist insanların emeklerini, bu eğitim fidanlarının nasıl yeşertildiğini öğrenmek gerekiyor.

Ne için?

Ne için olacak; nicedir bu olağanüstü heyecanların, alınterlerinin, hayallerin nasıl köreltildiğinin, nasıl heba edildiğinin izlerini daha iyi sürebilmek ve anlayabilmek için!

Bu sorgulama, ODTÜ'nün ellinci yıl için kullandığı lego ve slogandan aklıma düştü:

"ODTÜ Etkisi", gavurcasına da "METU Impact" demişler!

Bugün övünülen, hani gerçekten bir 'etkisi' olduysa ve hala hissediliyorsa, hiç kuşkusuz bunun üretildiği 1956'dan 1980 lere ilk 25 yılın değerlendirmesini bir başka yazıya bırakalım.

Ancak benim de tanıklığını yaptığım, içinde on yılımı geçirdiğim şu son 25 yıla bir göz atalım bakalım, bu nasıl bir etkiymiş?

Nasıl üretilmiş, nasıl güçlenmiş? Hangi etkileri Türkiye nasıl izlemiş, izliyor bir bakalım!

Fikir ve düşünce özgürlüğünün, en geniş ölçekte 'üniversite anlamının' 1980'lerde en yoğun olmak üzere iğdiş edilmesine,

ODTÜ ne yapmış, ne tepki vermiş?

Hiç!

Sayın Rektör Akbulut üniversitesindeki gençliğin siyasete uzak durmasından yakınıyormuş! Bakar mısınız? Sanki 'cami avlusuna kimsesiz bebek bırakmışlar' da, kendisi de o sırada oradan geçen bir kişi!

Türk gençliğinin depolitize edilme sürecine, onların ve ülke geleceğinin; 'yaşamların' ve 'ideallerin' satılığa çıkarılmasına, metalaşmasına,

Akademisyenliğin, eğitimin ticarileştirilmesine,

ODTÜ ne yapmış, ne tepki vermiş?

Hiç!

Peki, Türkiye son 25 yılda ve bugün. Kendi varlığını ve Atatürk'ün kurduğu rejimin geçerliliğini sorgulatan, zayıflatan nice dönemeçlerden, badirelerden geçerken.

ODTÜ ne yapmış, ne tepki vermiş?

Hiç!

Hocasıyla, öğrencisiyle, mezunuyla, yönetimleriyle ülkeye, topluma rehber olabilmiş mi, 'fener görevini' yerine getirebilmiş mi?

Kafa karışıklıklarını giderebilmiş mi? Çözümler üretebilmiş mi? Örnek olabilmiş mi?

Bilim ve plan dışı uygulamalara. Kapı gibi dikilebilmiş mi?

Yok canım, ne gezer?

Bir tutturulmuş laiklik. Laiklik te laiklik!

Sanki elli yıl önce söz verdikleri, söz aldıkları tüm ülke ve yurttaş idealleri yerli yerinde duruyor da, bir laiklik elden gidiyormuş?

Onda da kuru laf! Daha ileri gidilirse, çok fena yaparlarmış?

Ne yaparsınız?

Yok projelermiş, yok şu merkezmiş, yok müzeymiş, yok makale sayısıymış, oymuş buymuş... Öğrenci sayısıymış, binaymış...

Geçiniz efendim. Geçiniz...

Gençlik ve ülke bilimden, hedeflerinden uzaklaşırken neredeydiniz?

ODTÜ Etkisiymiş???

Cumhur


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


7,337,337,337,337,337,337,33
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  İNATLA AŞKI ANLATMALI

İnatla aşkı anlatmalı. Bunların modası çoktan geçti diyenlere aldırmadan, içerlemeden, bıkmadan, usanmadan, inatla hem de… Aşk öldüyse, modası geçtiyse, tarih olduysa diriltmeye çalışmalı. Şimdi aşkı her zaman olduğundan daha çok anlatmalı. Sabahtan ılık suya ıslatıp akşama iki taşım kaynatılan ilişkilere teslim olmak yerine parasız, pulsuz, kariyersiz, çocuksuz sevdaları söylemeli.

Neden kimse beni istemiyor? Bir türlü anlamıyorum. Benim öteki kadınlardan neyim eksik? Neden kimse bana evlenme teklif etmiyor. Yaşım otuz iki oldu ve ben hala gelip geçici ilişkiler içinde savrulup duruyorum. Her şeyi doğru yapmaya ne kadar özenirsem özeneyim. Mutlaka bir potluk yaratıyorum. Bir terslik oluyor. Ve erkekler benden öcü görmüş gibi kaçıyorlar. Uzun süreli ilişkilerim sadece evli erkeklerle oluyor. Oysa ben artık evlenmek istiyorum. Herkes gibi bir aile hayatım olsun istiyorum.

Onu evime çağırdım. Güzel yemekler hazırladım. Masama mumlar yaktım. Şaraplar açtım. Ama sadece bir hafta sürdü. Sonra çekip gidiverdi. Duydum ki, çarpık bacaklı bir kızla nişanlanmış. Benim ondan neyim eksik? Neden beni değil de onu seçti? Erkekler çok aptallar. Artık bunu iyice anladım. Geçenlerde o kızı gördüm. Güzel bile değil. Hatta benim serçe parmağıma bile su dökemez.

Birisi çıkıp inatla aşkın hesapsız, kurgusuz ve sessizce ayak uçlarına basarak gelişini anlatmalı. Kalbe giden yolun mide ile hiçbir alakası olmadığını söylemeli. Tılsımı ile kış ortasında karı, tipiyi ve boranı tomur tomur çiçeğe dönüştürebilme hünerini anlatmalı. Markette satılmadığını söylemeli, parfümlerle büyülenemeyeceğini, ipek kumaşlarla sarınmış tenlerle ayartılamayacağını açıklamalı. Birileri çıkıp inatla aşkı anlatmalı…

Evet, onu sevmediğim doğru. Ama bu devirde böyle kocayı nerden bulacağım. Her şeyden önce iyi kazanıyor. Beni memnun edebilmek için çırpınıp duruyor. Bundan iyisi Şam'da kaysı... Aşk, meşk bunlar boş laflar canım. Geç bunlara bir kalemde. Aşkın sağı solu belli olmaz. Kesinlikle uysal bir koca kadar garantisi de yoktur. Akşam olduğunda tıpış tıpış evine gelir. Yemeğini ısıtırım. Önüne koyarım. Geçer televizyonun karşısına. Kanaldan kanala dolaşıp durur. Dolaşsın, benim ayrı televizyonum var. Takip ettiğim dizilerim falan. Ben onlara takılırım o da kendi canının istediği yere. Eve geç gelmese yemeklerimizi birlikte yemeyi isterim. İş yeri uzak, çıkıp eve gelmesi neredeyse saat dokuz buçuğu buluyor. O kadar dayanamıyorum. O gelmeden ben yemeğimi yemiş oluyorum. Şans işte, kısmet… Nasıl oldu bilmiyorum birbirimizi bulduk. Üstelik de benden beş yaş küçük.

Birileri çıkıp inatla aşkı anlatmalı. İki gönül bir olduğunda samanlığın seyranlığını… Sevgilinin gözlerine hapsolmanın zorlama uyaklı şiirlerde ne kadar lezzetli olduğunu. Kaygılar içinde çalkanırken, endişe içinde çırpınırken yitirilen uykuları, birileri çıkıp zehir zemberek geceleri anlatmalı. Sırça sarayları, narin dokunuşları ve imkânsızı anlatmalı…

Dün gece rüyamda seni gördüm. Ayağında pazen pijamaların vardı. Divanın üzerinde tortop olmuş, oturuyordun. Belli ki üşümüştün. Elinde bir mektup vardı. Tersten okuyordun. Kâğıdın köşesindeki güvercinler aşağıya bakıyordu. Pembe çizilmiş kalplerde öyle. Kırtasiyelerde çoktandır böyle kâğıtlar satılmıyor. Anladım ki sen çok eski bir mektubu okuyordun. Kapının zili çalınca mektubu minderin altına saklayıp açmaya koştun. Gelen ben değildim. Ona tanıyormuş, yakınmış gibi bakıyordun. Acaba dedim, acaba o… Sen benden başkasını sevemezsin değil mi? Annen, baban seni zorla başkasına vermek gibi bir hainlik yapmazlar değil mi? Yarın öğleyin buluştuğumuzda sana rüyamı anlattığımda bana bu zamanda böyle saçmalık mı olurmuş der misin? Lütfen söyle ama. Senden başkasına asla bakmam. Lütfen… Hayır, hayır beni hemen yanlış anlama ne olur. Ben kıskanç değilim. Bütün âşıklar gibi biraz bencilim. Elbette çok korkuyorum. Durup dururken bir şey çıkmasından, eften püften bir şey işte… Seni kaybetmekten…

Şimdi inatla aşkı daha çok anlatmalı. Aşkın güvenli bir liman olmadığını, bütün kaygıların, endişelerin, iç çekişlerin insanın yüreğini iki taşı arasında sürekli ezen bir değirmen olduğunu da... Birileri çıkıp gülün dikenlerine rağmen çok güzel olduğunu söylemeli. İnsana özgü acıların, sevinçlerin aşkta gizli olduğunu inatla anlatmalı.

Aşk mı diyorsunuz? Güldürmeyin insanı. Ben kocamla babamın gazabından kurtulmak için evlendim. Ona hiçbir zaman âşık olmadım. Nikâhın da bir kerametini de görmedim. Eşim ilk başlarda bana çok iyi davrandı. Birinci çocuğumuzdan sonra bana olan ilgisi iyice azaldı. Tekstil atölyelerinde sürünmekten kurtulduğum için çok seviniyordum. Evimin kadını olmuştum ve eşim eve ekmek getiriyordu. Genç kızlık hayallerim tam olarak bunlar değildi ama hayatımdan da memnundum. Evlendikten yedi sene sonra her şey yerle bir oldu. Eşim beni teyzemin kızı ile aldatıyordu. Onu birkaç kez yakaladım. Cep telefonuna gelen mesajlardan nerede ne yaptıklarını ve ne zaman buluşacaklarını rahatlıkla öğrenebiliyordum. Önce baskın yapıp suçüstü yakalamayı düşündüm. Ama bunu yaparsam boşanmak zorunda kalacaktım. Artık iki çocuk annesi işsiz güçsüz biri olduğum için bunu göze almam neredeyse imkânsızdı. Kendini kurnaz ve uyanık sanan eşimden onun taktikleriyle intikam almaya karar verdim.

Çocukları alıp babamın evine gidiyorum diye evden çıkıyordum. Babamın evine gitmek yerine bir arkadaşıma gidiyordum. Çocukları ona evinde bırakıp birlikte çıkıp kafamıza göre gezip dolaşıyorduk. Eşimi ilk önce bar sahibi çapkın bir adamla aldattım. En çok da o ilişkide incindim. Benimle hayır olusun, iyilik olsun diye yatmış gibi davrandı. Aslında ilişkiden bedensel anlamda müthiş bir keyif aldım. Sonrası kendiliğinden geldi. Onlarca erkekle birlikte oldum. Kocaman kocaman, akıllı, iyi eğitimli, kariyer sahibi erkeklerin uçkuruna ne kadar zayıf olduklarını görmek beni acayip şaşırttı. Onlarla canımın istediği gibi oynuyordum. Gerçekten çok eğlendiriciydi. Benimle birlikte olmak için ne kadar komik durumlara düştüklerini görmenizi isterdim. En sonunda yoruldum. Kurnaz geçinen eşimin bütün bunlardan hiçbir zaman haberi olmadı. Bırakın haberi olmasını ruhu bile duymadı. Aşk modası çoktan geçmiş, yalan dolan edebiyatından başka bir şey değildir. Bir gecelik birliktelik için ne kadar tatlı sözler edildiğini, yalanlar söylendiğini, şebeklikler yapıldığını görseydiniz siz de benim gibi düşünürdünüz.

Her şeye rağmen birileri çıkıp inadına aşkı anlatmalı. Kurmaca, düzmece, atlatmaca, aldatmaca oyunlarının aşk olmadığını anlatmalı. Aşkın hayat sigortası olmadığını, duvarların arkasına gizlenmiş oyunların, düzenbazlıkların bununla alakasız şeyler olduğunu söylemeli.

Biz hiç aşık olmadık. Baştan oturup birlikte karar verdik. Akşamları birlikte yemeğe çıkacaktık. Barlara takılıp kafayı tütsüleyip eğlenecektik. Bizim ilişkimizde hiçbir zaman aşk olmayacaktı. Biz sadece sevişecektik. Ama yarına ilişkin hiçbir karar almadan, hiçbir hesabın içine girmeden sevişecektik. Herkes parasını ve şarabını kendi yüreğinin elverdiği ölçüde paylaşacaktı. İstemeyecektik, cömertlik beklemeyecektik. Sofrada ve yatakta ne varsa onu paylaşacaktık. Birlikte yedik, içtik, gezdik, tozduk ve seviştik. Günah ve ayıp yoktu. Yarın ve ertesi gün de. Gittiği yere kadar, su kendi yatağında dilediğince akacaktı. Başladığı gibi iki sene kadar sürdü. Sonra bir gün eve geldiğimde masanın üzerinde beş altı cümlelik kısacık bir mektup buldum. Küçücük ve azıcık bir mektup… O artık yoktu. Ve biz zaten âşık değildik. Yarın yoktu, öyle konuşmuştuk, sonrası da…

Bu işte yine de bir terslik vardı. O gitmişti. Galiba yine de sinsi bir tuzağa düşmüştüm. Biz âşık değilsek neden içimden ağlamak geliyordu. Hani biz anlaşmıştık. O gidince ben yokluğuna aldırmayacaktım. Ayrılık acısı beni pençelerine alıp lime lime etmeyecekti hani… Her şeyi anlıyordum, her şey anlaştığımız gibiydi işte. Oysa bal gibi de anlamıyordum Aşk sağanak yağmur gibi bir şeydi. Güneşli bir öğle üzeri üzeri ansızın bastırıyor ve beni sokakta teslim alıyordu. Biz aşık değildik hani. Ama sırılsıklamdık…

Birileri çıkıp inatla aşkı anlatmalı. Aşk olmadan yapış yapış bir karanlığı parmak uçlarınızda hissedemeyeceğinizi… Birilerin inatla aşkı anlatmalı… Sadece aşkın düşleri gerçeğe, kışı bahara çevirebileceğini, yoksulu zengin, kirazı sevgilinin dudakları gibi kıpkırmızı yapabileceğini de.

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Yıllanmış Name'ler - 1

Sevgili Hocam, Sayın Üstadım, Ahmet Beyefendi;

Size uzun bir aradan sonra tekrar yazma imkanı bulduğum için ne denli mutlu ve gururlu olduğumu anlatmak için mevcut olan dil ve edebiyat derslerinin yeterli olmadığını biliyor ve fakat anlayamayacağınız düşünerek ve sanırım haklı olarak İngilizce ya da Farsça veya bunlara benzer herhangibir dildeki kelime ve deyimlerden oluşmuş satırlarla yazıt yazmamayı edindiğim bilgi ve tecrübelere dayanarak, yaslanarak ( pardon ) uygun bulduğumu ifşa etmeyi, siz ve sizin yüce makamınıza karşı yüklenilmiş büyük bir sorumluluk ve faziletli ve asaletli bir borç olarak gördüğümü, yüksek müsaadelerinizde alçaktan uçarak dağa çarpan uçağın acı sonunu yazıyor ! Evet, yıldırım baskı Abiler. Ağrı Dağı'na çarparak parçalanan Nuh'un gemisinin efsanesini yazıyoooor ! Mütercim 40 para Abiler, onu da kağıt parasına alıyoruz... Evet, akşam oldu böyle olduuuu !

Naber lan inek ! Mayışık ve yayışık oturmayı bırak da biraz toparlan lan keriz ! Burda başçavuşun boz beygiri mi ..... ( soru işareti ). İmtahanlarının sıkışık gittiği şu günlerde sanırım böyle bir kalaya ihtiyacın vardı. Malum; kolay, acısız ve kanamasız işlerde birinciyimdir. Bana göndermiş olduğun yazıtındaki jesti hayat boyu unutamayacağım. Ciddi bir şekilde yazmayı borç bilirim. Teşekkürler canım.

İmtahanlardan sonra Ankara'ya geliyor musun ? Çok iyi ! ( Bu da vereceğin cevaba karşılık benim tepkim demeyeyim de içimden geldiğince yazmam diyeyim ). Hadi bana eyvallah derken derslerinde ve her türlü bilumum işlerinde başarılar senin olsun der, yanaklarından öperim. Yıldız efrad-ı mucibesinin sakiden ödünç aldığı selam ve sevgilerini elçiliğimle tiğ-i müjgan ederim.

Haluk
14.Mayıs.1977 - Ankara

Not : Teknik Üniversite'den mektup atma, zira 23.Nisan Ahmetlerin Bayramında yazdığın mektubunda 27.Nisan.1977 posta tarihi ve 29.Nisan.1977 Yıldız Yılı tarihi var !

Yaklaşık 30 yıl olmuş. Sakladığım mektuplardan bir tanesini paylaştım sizinle. Üniversite yıllarımızda mektuplaşmışız. İlk günkü tazeliğinde duruyormuş kolilerin içinde. Kimbilir, başka bir kolide belki daha da eski tarihli birşeyler var. Hatırımda kalan; Lise Bitirme sınavlarında Haluk ve Ferda'nın Tarih dersinden çaktığı ve ben tatil yaparken, onun yazdığı bir mektup idi. Keşke onu bulabilsem. Muzo'nun Murat 124 arabasıyla Atatürk Orman Çifliği'ne gitmişlerdi. Mektup aşağı yukarı şu minvalde idi :

Sevgili Biraderim Kanuni,

Az önce Aragon Kraliçesi İsabelle Ferda geldi ve Muzo'nun saraydan kaçırıp getireceği Saltanat-ül-Muazzam arabasını beklemeye başladık. Sebebi ziyaretimizi bilemem ama Atatürk-ül-Orman-ı Çiftlik'de içilecek birer şişe bira ile şu Osmanlı Tarihi'ni bir süreliğine gömelim istedük. Keşke, sende yanımızda olsan...vs.vs...

Ferdinand Haluk

Sular seller gibi Tarih çalışmaktan kafayı yedikleri belliydi. Şimdi merak ettiğim hayatı boyunca unutulmayacak nasıl bir jest yapmış olduğum konusu. Bir ara sormalıyım ona. Dayanamadım, az önce telefon açıp sordum, hatırlamıyor bile... En eski tarihli ikinci mektubu ise şöyle :

Canım Ahmediko'm,

Yazıtını birkaç gün önce aldı. Aslında postada biraz fazla kalmış galiba. Her neyse; postahaneden bize ne canım ? Biz kendi işimize bakalımdi mi efendim ? Ulan yalancı, ahlaksız, utanmaz adam ! Hani imtahanların içine ettiydin ? Dün Handan'dan mektup aldım ve senin yazdıklarının palavra olduğunu öğrendim. Neyse; bozulan moralin şimdi daha iyidir böylece sanırım. Şimdi de bizim moraller bozuk. Ama ben senin gibi sahtekarlık yapıp, karşımdakileri acındırmak için söylemiyorum. Zira ben realistim artık. Realistim dedim de aklıma geldi .......'in penaltı golünü naklen yayında izlemiş gibiyim. Ve şu anda senin durumunu da çok iyi anlıyorum. Sen bana gülüyor, hatta alay ediyordun fakat ben sana gülüp alay etmiyorum ve etmeyeceğim. Bazı ufak tefek tavsiyelerde bulunacağım izin verirsen.

Bak aslanım, şu anda imtahanların da bitmiş. Yapacağın en iyi hareket geriyi anımsamamak, bugünü değil yarını düşünmek olmalı. "Olanları istediğin şekilde değiştiremiyorsan, onları olduğu gibi kabul etmek zorundasın !" Bu lafımı aklından çıkardığında .ok çukurunda boğulursun. Bir müddet kafanı topladıktan sonra ( bu süre sana kalmış ) kendine sana yakışacak iyi bir kızcağız bulursun. Fakat, dikkat et bu kızı seçerken mantığın duygularına ağır bassın. Onu çok iyi tanıdığında duygularını ilk plana alırsın. Zira o kızı da ümitlendirdikten sonra ümitlerini kırmaya hakkın yok. Bugün kendi içinde bulunduğun bir duruma, yarın başkasını atmış olursun aksi takdirde. Sanırım bu kadar babalık ( ! ) yeter.

Bak bende sana sevinebileceğin bir haber vereyim. Sana yukarıda yazdıklarımın bir kısmını "ben" gerçekleştirdim diyebilirim. Bu nedenle; Murat'a çok selam söyle. Artık benim zamparalık yapma günlerim geride kaldı. Hoş, "bu güne kadar ne kadar zamparalık yaptın ki ?" diyeceksin haklı olarak. Bundan sonra da yapmayacağım anlayacağın. Zira; sadakat beklediğin kişiye de sadık kalmak zorundasın, eğer insansan.

İstanbul'a gelip gelemeyeceğim belli olmaz. Zira; 29.Temmuz'da imtahanlar bitiyor. Büyük bir olasılıkla 3.Ağustos'ta Divriğ'e gideceğim. Bu kısa süre içinde olursa olur. Aksi takdirde belki Eylül'de gelebilirim. Eğer Ankara'ya gelmeyi düşünüyorsan aybaşına kadar gelebilirsen tekrar görüşme imkanını buluruz. Erzurum dilberleri ( Fiko ve Bülo ) geldiklerinin ertesi günü bana gelmişlerdi. Benim projeler ve dersler nedeniyle çocukları arayamamıştım. Zaten Fikret Marmaris'e, Bülent de İstanbul'a gideceğinden bahsediyordu. Sanırım şu anda ikisi de yoklar. Muzo'nun mektubunu seninkiyle birlikte aldım. Rahatı iyiymiş. Atletizm dalında olimpiyatlara hazırlanıyormuş. Ferda'yı da son olarak Handan burada iken görmüştüm. Bir telefon etsem iyi olacak.

Sonlarken; yanaklarından içtenlikle öperim. Dediklerimi hatırla !

Haluk
13.Temmuz.1977 - Ankara

Marmaris yangını çıkmıştı o yaz. Hatırlıyorum, zira Marmaris'de Fikret ile birlikte tatil yapmıştık. Bülent ise; kesin EdiCem ile birlikte kamptadır. Muzo'nun asker olduğunu, benim artistliğimi ve penaltıdan gol yediğimi de bu şekilde anımsamış oldum. Bir de benim karşı mektuplarım olsaymış ! Ne güzeldi bu kendi el yazılarımızla özene bezene yazdığımız mektuplar. Eski ismiyle Name'ler. Kendimi hazine bulmuş gibi hissediyorum. Bakalım sırada kim ( ler ) var ?

asesen@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Tımarhane : Prof.Rıza Ruhi Arıza


DAM ÜSTÜNDE SAKSAĞAN -3-

Böğürtülü Erkek Hikâyeleri
- Böğürtü No: 2 - Bir Cumhurbaşkanlığı Seçimi Hikâyesi. -
- Gerçek dışı hayattan alınmıştır.-


Çatısı olan bir apartmanın gecekondu bodrum katında,

Selami, biliyor musun artık canımı sıkmaya başladın. Suratıma şey etmen yetmiyormuş gibi bir de ortalığa… Hem sen ben yokken ne diye dam üstünden iniyorsun? Evin içinde pırlayıp uçuşup durma gaste okuyom görmüyon mu? Halk ekmek kuyruğunda ekmek kuyruğu bekleyen kadınlar, Tarkan'ı paylaşamadı. Kuşum Aydın evlenecek mi? Uhtar, Gülten'e takarken üstüne düştü, genç kadın komada. Üfff! İçim boğuldu; birazda iş ilanlarına bakalım.

Selami pırlayıp durma yolarım tüylerini. Kon bi tarafa öyle gakla, daha bulaşık çamaşır beni bekliyor. Kaç aydır işsizim ya! Tabanlarım patladı iş aramaktan. Sen ne bilicen iş aramak, ev geçindirmek… Pırlar, gaklar bi de mıçarsın. İşte hayat! Biliyor musun arada bir sana özeniyorum. Ama benim değerimi bilmiyorsun. Geçen başkasının damında görmüşler seni. Uçuşuyomuşsun başka saksağanla… Sonra beraber benim çanağa konmuşsunuz. Bana bak Selami! Onun bunun kuşunu getirme benim damıma, yolarım tüylerini! Bak Ömer Seyfettin'de okuduydum. Bi serçe varmış yiyince herzeyi dama çıkmış, tüfekle vurulmuş. Kıssadan hisse madem bu işi yapıyor çanak antende canlı yayında gaklama. Bak ev sahibi Hacı atarsa evden sokaklardayız aynen. Zati iki ay sonra çıkmamız lazım.

Üff! İşte yok ya! Overlokçular, remizyözcüler, son ütücüler aranıyor. Ulan Selami bu işlerden birine başvuruyım elimden gelir herhal. Başka bir iş bulana kadar idare eder. Aha habere bak! Arabanızda ki kuş pisliklerini derhal silin! Kuş pisliğindeki asit otomobil boyasını ve kaportasını eritiyor. Hastiiir! Ulan Selami! Her gün suratıma şey ediyon. Kezzap atılmış gibi olecek suratım. Milletin ağzına düşeriz. Gastede haber " Dostu kezzap attı terk etti."

- Gaakkk.

- N'oldü len? Çok mu hoşuna gitti deyyus. Kabahat bende ne işin var saksağanla. Al bi penguen koy derin dondurucuya, pisliği yok şeyi yok. Ortalığı da dağıtmış şuna bak! Neyse ben kalkıyım çamaşırları yıkıyım. Ahhh! Kalkamıyom lan aman aman off! Ulan ne bu topal oldum anasını satiiim. Ahaa göremiyom. Lan Selami Kör oldum. Aaaa, gakla bakim duyamıyom lan Selami sağır oldum. Selami sela… Sel… Se… S…

- Gaaakk.

(…)
Bu sırada başka bir yerde,

- Tazeeeee simiiiit, tazeleeeer.

Bayazıt meydanında üniversitenin önünde simit satıyordum.Burada küçük bir tezgahım vardı. Her sabah çıtır çıtır simitleri mis kokularıyla tezgâhıma dizer, onlara dokunmaktan bile korkardım. Simitçiliği ve beni küçümsemeyin lütfen, bu işten iki cip, altı ev ve bankada da hatırı sayılır bir servet yapmıştım. Birden cep telefonum cızırdadı. Bir mesaj gelmişti.

"Sayın abonemiz hattınıza ait ödenmemiş bir adet fatura bulunmaktadır, ödediyseniz bu mesajı dikkate almayınız. Mesaj on saniye sonra kendiliğinden yok olacak!"

Çok uzun zaman oldu böyle bir mesaj almamıştım. Üstelik ödenmemiş faturamda bulunmamaktaydı. Ama kibrit yanmaya başlamış, şartlı refleks devreye girmişti. Beynimde bir müzik sesi inlemeye başladı; bu müzik Görevimiz Tehlike'nin jenerik müziği idi.

(…)

Gökdelenin çatı katında ikide birde saatime bakıyor, Sırtlanbey'i bekliyordum. Sırtlanbey benim teşkilattaki hocam, anam, babam, ağbeyim her şeyim.

Sırtlanbey tarafından " Dutlar Vadisi" operasyonu için özel olarak eğitilmiştim. Dutlar Vadisi, her türlü haşaratın ecik bücük mahlûkatın, dut baronlarının olduğu, ezcümle karanlık bir dutluktu. Bu dut ormanlarının içindeki belki de en güzel mahlûkat dut yemiş bülbüllerdi. Ama onlarda dut yedikleri için ötemezlerdi. Yani ben öyle düşünüyordum. Zira dut yemiş bülbülleri duyardım ama dutu nasıl yerler, nasıl ötmeye kalkarlar bilmezdim. Zira vadi çok karanlık ve ürkünçtü. Ama ben Pulat Kalemdar pek korkacak adam değildim. Bu âlemde, " Donunu düşünen yavşak olamazdı." Sırtlanbey çok gecikmişti acaba sui niyetli kastlara mı maruz kalmıştı? Benim manevi babamdı. Beni beslemiş, büyütmüş yetiştirmiş, adam etmişti. Buna rağmen bir kere bile gözünü oymayı düşünmedim. Sırtlanbey gençken çöplerde yemek ararmış. Bir gün, bir "Ingaaaa " sesi duyar. İşte bu bendim. Babam olacak Mayk Hammer bir gün kısırlık tedavisi için annemin yumurtasının bulunduğu hastaneye gider. Spermlerini doldurduğu tüp karışır ve başka bir tüpün içine dökülür. O tüpteki anamın şeyi… Yani yumurtası zigot olur. Sonrasını tahmin edersiniz herhal. Sırtlanbey dişi bir kurt olmadığı için Tarkan gibi rahat ve efemine büyümedim ben. Ne çamaşırdan anlar ne bulaşıktan anlarım üstelik şarkı söylemeyi de bilmem. Ama iyi şiir yazarım kötü okurum. Hafız mektebine gitmedim ama Sırtlanbey'den edebiyat, felsefe, hermantik, mantık, cebir, geometri, hendese, akışkanların hacim hesapları ve hiperparabol denklemleri üzerine dersler aldım. Edebi sorgulama ve sorgu metinlerinin analitik çözümleri konusunda üstüme yoktu. Dutlar Vadisi operasyonu için simitçilerin arasına sızdırılmış, görevim gelene geçene aval aval bakıp, zararlı düşünceleri olan üniversite öğrencilerini gammazlamaktı. Ama anladığım kadarı ile çok önemli şeyler olmuştu ki çağırılmıştım. Birden Sırtlanbey gökdelenin terasında gözüktü, ortada helikopterde yoktu nerden gelmişti?

- Sırtlanbey nerede kaldınız bir şey yok ya?
- Dur aslanım bi nefes aliyim huh! Asansörde kaldım yahu tam 27.500 basamak çıktım.

- Hayırdır abi?

- Ya sorma, çok yorgundum otobüse bindim, uyuyakalmışım. Birden gözlerimi açtım ne göriyim otobüsün şoförü ortada yok!

- Hadi ya! Suikast… Kaza süsü verip seni öldüreceklerdi demek. Otobüsten atlamıştır adi şoför.

- Aynen dediğin gibi. Silahımı çektim otobüsün içine şarjörü boşalttım. Millet panik kardeşim. Eee alkol kontrolü falan tabi zaman aldı biraz.

- Ne alkolü abi?

- Ya meğer çift katlı otobüse binmişim. Ben üst kattaydım; o sırada alt kattaki şoför salağını vurmuşum. Otobüs bir müddet gerçekten şoförsüz kalmış, yedi taksi, iki kamyon bir kaçta yaya ezdik sonra ufak bir kediye çarptıkta durabildik. Taksi şoförleri manyak, illa da alkol kontrolü isteriz dediler. Trafik polisleri geldi. Otobüs şoförüne üfle deriz üflemez tam ölmek üzere son nefesinde üfledi; alkollüymüş lavuk. Eee alkol bu içmesini bilmezsen öldürür kardeşim.

- Abi kediye bi şey oldu mu?

- Bilmiyorum konuşmadım kediyle, bıraktığımda asfaltta pas pas gibi güneşleniyordu. Neyse şimdi boş ver bunları. Çok önemli şeyler oluyor onun için buluşalım dedim. Belki duymuşsundur. Şu Aksaray'daki umumi tuvalet hadisesini. Birkaç kişi helâ sahibini ve temizlikçisini koli bandıyla bağlayıp içerde dümbelek falan çalmış, ayrıca Yeni Cami'in önündeki kör dilencileri sur dibinde toplamışlar, aynı zamanlarda, Yedikule'de dilsizlerle sağırlar dile gelmiş birde Harbiye'de bazı adamlar bir sağa bir sola sekerek mehter marşı söylemiş.
- Gasteler yazdı abi.

- Ortada tuhaf bir durum var. Olaylar iki bölüm halinde kâğıda dökülmüş ve birbiri ile bağlantılı olduğu açık. Darbeden şüpheleniyoruz. Ama darbeyi yapacaksak biz yaparız. Başka kim yapabilir? Amerikalılarda şaşkın hele Avrupalıları hiç sorma; adamlar görüşmeleri darbe ihtimali nedeniyle neredeyse askıya alacaklar. İşin tuhafı olayların organizasyonu bir metin halinde hem helâya bırakılmış hem de basına dağıtılmış.

- Basının bir kısmı ciddiye almadı. Ama helâ ve basın arasındaki ilişki nedir?

- Bizim baskımızla ciddiye almadılar. Aradaki ilişkiyi bilmiyoruz. Ama metinler sadece basına ve helâya verildi.

- Darbenin arkasında kim olabilir?

- İşte sorun bu! Senin görevin bunu bulmak. Ha bu arada artık Pulat Kalemdar ismini kullanma çok yalama oldu bu isim. Pire Camel'i kullan. Ama dur bakıyım benim ismimde Pire Cemal. O zaman sen Deve Camel ol!

- Abi önemli değil büyütme olayı yani sende pireyi deve yaptın ha!

- Senin kafan benden çok çalışıyor. Sen çift hörgüçlü ol! Ha ekibini kur görev başına, kimler olacak ekibinde ona göre biliyim.

- Abi Sinek Sebati, Kene Mabdülkezzap, Bitli Hıdır, Karafatma Fatma,Tahtakurusu Necmi ve Bokböceği Şakir.

- Iyyyykkkk! Haşarat takımı, kaşıntı bastı, huylandım yahu.
Hadi anam uçtum ben mesaj çekerim sana.

- Abi dur oradan değil merdivenler bu tarafta.

- Aaaaaaaa düşüyoooooooruuuuuummm. İmdaaaattt!

- Aman tanrım! Sırtlanbey boşluğa düştü.

Aşağıya baktığımda Sırtlanbey'in çakıldığını gördüm. Kanın yerde kalmayacak Sırtlanbey, intikamın alınacak!

İşte böylesine tehlikeli bir görevin içindeydim. Artık Sırtlanbey'de yoktu. Yönümü kendim bulmalıydım.

Size görev arkadaşlarımı tanıtıyım, Sinek Sebati, bütün pis işlere onu havale ederim. Moka, çöpe konma üzerine yoktur bir de vızıldayarak iyi haber alır. Kene Mabdülkezzap adama yapıştı mı bırakmaz bu aralar hastalık saçıyor biraz. Bitli Hıdır'ı kaşıntısı olan adamların üzerine saldı mı, adamı önce kaşındırır sonra biz gidip kaşırız. Teşkilatın Provokatörüdür. Çok güzel bi ekskavatörle evli. Kadın bıdı bıdı ne kelime. Bi çalışmaya başladığı zaman maşallah! Tataaaaa tataaa. Karafatma Fatma, antenleri çok güçlü her türlü istihbaratta verim alırsınız. Tuhaf bir kızdır, Gregor Samsa diye bir çocuğa âşık. Tahtakurusu Necmi, en tuhaf mekânlara sessizce girer genelde karanlıkta işleri bitirir. Adamın kanına girdimi kurutur kurutur. Ve Bokböceği Şakir, bütün pislikleri temizler ortada ceset meset neyin bırakmaz.

Ekibimi topladım. Karafatma Fatma'yı Ankara'ya gönderdik siyasi kulislerde neler olduğunu öğrenecekti. Bu arada ekiple bırakılan metinleri inceledik. Bir sürü isim geçiyordu hepsi popüler kimselerin benzetmesiydi. Metin olarak edebi anlamda bir şey içermiyordu ama şifreli ve sembollü bir metindi ve biz o şifreleri bulmak zorundaydık. Önce olay yeri incelemesi yapmamız gerekiyordu, bu nedenle Daşhington Umumi Helâsına doğru yola çıktık.

Kendimi ıssız bir çölde yürüyen gizemli bir deve gibi hissediyordum. Olayın örgüsü çok değişikti, tıpkı çocukluğumda Babaannemin bana ördüğü orlon kazağın modeline benziyordu ve hatta daha karışıktı; birde evimizin kedisi Tekir'in orlon yumağını karıştırdığını düşündükçe içimi hafakanlar basıyordu. Oysa benim babam dahi yoktu ki Babaannem olsun. Böylesine karışık duygular içindeydim. Bu olayın Susurluk, Şemdinli ve benzeri olaylardan daha büyük ve daha karışık olduğu şüphesizdi. Birden günlerdir su içmediğimi hatırladım ve bir bardak su içtim.

(…)

Helâya geldiğimizde Helâ sahibi Recep bizi karşıladı. Adamı bir yerden hatırlıyordum ama çıkaramamıştım. Sırtlanbey hiçbir şeye dokunulmasın diye emir verince adamın koli bandı ile bağlı ellerini çözmemişler, ağzındaki bandaj dahi her şey duruyordu. Bağlı dört kişi daha vardı. Birisi helânın temizlikçisi ve üç de yaşlı adam. Oval Klozet denen bölüme geçtiğimizde sifon hala çekilmemişti. Sinekten bi gaita numunesi istedim. Sonuçlara göre en son ne yediklerini öğrenecek, spesiyal bir şey ise o mekânı bulacak tanıklarla görüşecektim. Bu arada tuvalet kâğıdı hiç kullanılmamıştı. Demek Pusht ismini kullanan helâ teröristi tuvalet kâğıdı kullanmıyordu. Ya çok pis biriydi, ya da çok akıllı…

Adamları çözmüştük. Sorguya geçmek istiyordum. Önce Helâ Sahibi Recep'i sorguya aldım. Adam bana defalarca sorgulandığını her şeyi anlattığını söyledi. Polis kayıtlarına baktığımda gerçekten olay yerinde, karakolda, şubede, savcılıkta, sorgu hâkimliğinde, istihbaratta sorgulandığını gösteriyordu. Ama ağzı koli bandıyla bağlı şekilde nasıl sorgulanmıştı? Tuhaf şeyler oluyordu. Edebi sorgulama tekniklerinin gücüne inanıyordum. Hemen iş cebimden getirdiğim Ahmet Rasim'in " Falaka ve Gecelerim isimli eserini adama gösterdim gözleri fal taşı gibi açıldı. Yanılmadım bülbül gibi ötmeye başladı.

- Bakın iki kişiydiler. Birisi Kovboy kıyafetleriyleydi, elinde dümbelek vardı. Diğeri Mısır Firavunları gibi giyinmişti. Gerçek bir firavuna benziyordu. Yanlarında bu üç yaşlı adam ve sonradan serbest bıraktıkları yedi sekiz kişi daha vardı. Beni ve temizlikçiyi bağlayıp para alma kabinine soktular tuvaletin dış kapısını kapattılar. Kovboy kılıklı olan Oval Klozet bölümüne girip dümbelek çaldı. Sonra Ramses kabine girdi sonra bu üç yaşı adamı soktular. Yedi sekiz kişi daha vardı onlara da koruma falan diyorlardı. Bü sürü şey konuştular korkudan ne konuştuklarını hatırlamıyorum.

- Adam zaten aynı ifadeyi vermişsin defalarca başka bir şey söyle?
- Yemin ederim başka bir şey bilmiyorum
- Peki, camı kim kırdı?
- Bilmiyorum vallahi bilmiyorum.

Temizlikçide aynı şeyleri söylemişti. Şu üç yaşı adamdan belki ilginç bir şey öğrenebilirim diye düşünüyordum.

- Bizler memur emeklisiyiz. Köşedeki bankada maaşımızı almak için kuyruğa girmiştik. Bahsedilen iki adam kovboy ve Firavun elbiseli yanımıza yaklaşarak elimize beşer dolar sıkıştırdı ve bir kâğıt verdiler orada soracakları sorular karşısında ne söylenirse o şekilde cevap vermemiz isteniyordu. Gene emeklilerden yedi sekiz kişi daha vardı koruma rolü verilmişti onlara.

- Utanmadınız mı elin kovboyundan ve firavunundan rüşvet almaya?

- Ne yaparsınız beyim eski alışkanlıklar.

- Sonra ne oldu?

Öndeki atılarak,

- Hakaret ettiler bana Hasttiiir dediler.

Arkadaki

- Bana da Fak fuk you dediler.

Diğeri

- Bana da Kisss Finger dediler. Sonra bizi bağladılar her birimizin eline iki bölüm halinde buradaki öyküyü verdiler.

- Bunlar rüşveti haklı göstermez!

Çok içerlemiştim. Biz vatan millet sakarya edebiyatı yapalım onlar emekli olduktan sonra bile rüşvet yesin! Alışmış kudurmuştan beter! O haleti ruhiye içinde nerden aklımda kaldığını anımsamadığım dizeler dudaklarımdan dökülmeye başladı:

"Bu dağ yemeyen domuz dağıdır
Tan yeri atanda Vatanda

(…)

Teke tek rüşvette yakalanmadılar
Bin yıldır buranın uşağı…

Dizeler peş peşe bir ok gibi adamların kalbine saplanıyordu.
Üç yaşlı emekli de şiirin etkisiyle kalp krizi geçirmeye başladı.
İkisi yere düştü biri kucağıma.

Kucağıma düşen son nefesini verirken:

- Haa… Hatır-la-dım. Kovboy olan bana, Oklahoma aksanı ile Se-la-mınaleyküm diye yaklaş… Hıh.

Ölmüştü. Edebi sorgu tekniğinin gücü. İlahi adalet ve bilgi. Sonradan öğrendim ki koruma görevi yapacam diye rüşvet alan altı memur emeklisi, iki hademe daha kalp krizi geçirmişti. Edebiyatın gücü ilahidir. Şakaya gelmez!

Demek Oklahama aksanı ile Selamünaleyküm demişti.

Pusht adlı kişi, birinci İhtimalde Oklahoma'lı bir Müslüman'dı. İkici İhtimal Oklahoma aksanı ile konuşan birinden dil dersi alan bir Müslüman'dı. Üçüncü İhtimal, Her ihtimalde Teksas'lı değildi. Bu bilgiler çok önemliydi. Oval Klozette tuvalet kâğıdının kullanılmamıştı. Hislerim beni yanıltmıyordu. Pusht, Amerikalı değildi, içimizden biriydi.

Bu arada Sinek tahlilleri tamamlamış:

-Abi patates kızartması, bira… Birde birkaç parazit.

-Hmmm! Parazit demek!

Olaylay lay lay lom gittikçe karışıyordu, çözdükçe karışan bir ip yumağına dönmüştü. Kendimi Deveden çok tellal gibi hissetmeye başladım.

(…)

Büyücek bir masaya haritayı serdik, birde tuvalete bırakılan metinleri incelemeye başladık. Olayın kurgusunda simetrik bir yön keşfetmiştim. Bundan yararlanabilirdik. Buna göre;

Kaykal- Hicabi
Kayyıp-Zartsu
Çehreli-Tunga
Ve
X - Hans

Simetrik bir dizilim içindeydi. "X" i bulursak içler dışlar çarpımı yapabilirdik.

Bilinmeyen tek isim Hans ile konuşan şahıstı. Metin yazarının grameri berbat olmasına rağmen "X" kişisini Avrupalı olduğu anlaşılabiliyordu. Eğer " X" i bulabilirsek denklemi çözebilirdik.
Peki, Hans kimdi? Hans bir Alman ismiydi.

Bir ayrıntı dikkatimi çekti. "X" Hans'a " … Hadi koçum " demişti. Evet, şifre buradaydı. Hans bir koç olabilir miydi? Ekibime gümrüklerde ve sınırlara sorulmasını, geçtiğimiz ay Almanya'dan koyun ithal edip etmediğimizi araştırmasını istedim.
Almanya'dan koyun ithalatı yapılmıştı. Hislerim beni yanıltmamıştı. Kurban bayramı gelmeden Hans'ı bulmamız lazımdı.

Bu sırada ilgili kişilerin robot resimleri geldi. Derhal Hans'ın da robot resminin yapılmasını istedim. Ama hiç kimse Hans'ı görmemişti. Ressam işin içinden çıkamadı. Adam haklıydı hayatında hiç Alman koçu görmemişti ki… Bütün ekiplere haber salındı şehrin ücra köşelerindeki adak satan yerlere, mezbahalarda araştırmalar yaptık ekiplerden biri garip bir durum bildirdi derhal oraya gittik.

Bayrampaşa'da bir ağıldı burası. Adaklık satıyordu. Sahibi çoban saygıyla karşıladı bizi ve garip durumu anlatmaya başladı.

- Beyim sabaha karşı ağılda bir meleyiş bir meleyiş… Sorma. Sapığın biri ağıla girmiş koyuna tecavüz ediyordu. Oysa o koyun yanındaki koçla flört ediyordu. Koç oralı bile değildi. Ben bu mahlûkatı tanırım 30 senelik çobanım. Böyle bir hadisede koçun adamı süsmesi, tos vurması lazımdı. Ben öyle koçlar bilirim ki kıskançlığından koyunu sağmaya giden görevliye tos vurup komaya sokar. Ağılın tek koçuydu salak gibi öyle duruyordu. Neyse polise haber verdik. Üniversiteden birkaç profesör geldi, baytar prof umu neymişler tecavüze uğrayan koyunu ve koçu götüreceklerini söylediler. Bende olmaz dedim ama adli vakıa olunca bir şey diyemedim. Birkaç gün sonra koyunla koçu getirdiler. Didiler ki dayı senin koyunun travma yaşıyor ona zaman lazım, iyi davran. Yalnız koçun tekerlek dediler. O neyin dedim meğer seksül mi homoseksül mi neyinmiş.

- Eeee sonra?

- Sonra Hocaya sorduk dedi ki bunlar yinmez, adak hiç olmaz.

- Adam ne alaka?

- Sonra buradan tuhaf kıyafetli kafasında değişik bir şapkası olan bir adam geçiyordu. Hans Hans diye koça el salladı. Sonra kuçu kuçu yaptı. O salak koç koşarak adamın yanına gitti; elini falan öpmeye başladı. Sonra çitlerden atlayarak adamın peşine gitti. Adam koştu, koç koştu, biz koştuk ama adamı ve koçu yakalayamadık. Koç mundar olduğu için yetkili mercilere de şikâyet etmedik, ne oldu beyim tanı yomusunuz adamı?

- Başka bir şey hatırlıyor mu sun?

- Haaa, adamın boynunda kocaman bir çalar saat asılıydı.

- Aman Tanrımmm! Canlı bomba!

Birden yanımda siyah bir Hammır cip durdu. Siyah camları aheste aheste açıldı. Bunlar Ajan Sukuli ve Murder'di. X'files doyası açılmıştı. Oysa ben Excel bile kullanmayı bilmiyordum. Dut yemiş bülbül duyguları içindeydim ve Şaron'dan ayrıldığımdan beri böylesine depresif aşağılık kompleksi yaşamamıştım. Nasıl bir olayın içindeydim? Umumi helâda planlanan darbeler, körler, topallar, dilsizler, sağırlar, saksağanlar, tecavüze uğrayan koyunlar, homoseksüel koçlar, çalar saatli canlı bombalar ve üstüne üstlük Ajan Sukuli ve Murder. Başka neler çıkacaktı karşıma?

Devamı Haftaya…

Rıza Ruhi


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi




Burası, Uzun dalga 1643 metre 186 Khz Ankara ve Orta dalga 413 metre 706 Khz İstanbul radyoları. Sevgili dinleyiciler, bugün 14 Mayıs 1968 Salı.
Yayınımıza başlıyoruz.
Fotoğraf : Tayfun Avınca

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 7.478 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Aşk Benden de Geçti

yordum ömrümden geçmeden yarı
sorgusuz boynumu ipe geçirdim

yalnızlığın sularında çırpınan nefesimi
sensizliğe giden sebep eyledim

küçüktüm dün
bugün büyüdüm zannederken
meğer daha da küçülmüştüm
bilemedim

sen gitmeden daha
ağlattım bağrımdaki sancıyı
yorgansız uykularımı
kabusa çevirdim

değildim
güllerin dalından bir asude
larvalarını alıp keneden
beyaz tenine işleyendim

mutluyum sanırdım hep
ki gülümsemekteyken adım

oysa

kandırdım bir nefeste
tüm zamanlarımı

bir gecelik karanlığımda
yaşadığım yazı kışa çevirdim

ah işte bugün
vah ettikçe gül yüzünden
aşk benden de geçti

Gülcan Talay

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Google earth programını meraklıları bilir. Tüm dünya'nın uydu resimlerinin bir araya getirilmesinden oluşturulmuş dev bir harita programıdır. Ha tabi bu kadar basit anlattığıma bakmayın pek çok açıdan kapsamlı bir harita olduğunu söyleyebiliriz. http://earth.google.com/ web sayfasından bu programın ücretli ve ücretsiz versiyonlarını bulabilir ve hatta kendi bilgisayarınıza yükleyip kullanabilirsiniz.

Bu kez google tarafından hazırlanan earth programına alternatif olarak üretilen bir diğer programdan bahsedeceğim. Microsoft tarafından hazırlanan 3 boyutlu ayrıntılı harita programı henüz gelişimini tamamlamamış durumda olmasına rağmen iyi hazırlanmış. http://local.live.com/ web sayfasında örnek çalışmayı görebilirsiniz. Bu sayfalarda normal harita formatında olanları online olarak incelemek mümkün. Eğer 3 boyutlu olanları incelemek isterseniz programın beta versiyonunu bilgisayarınıza indirmeniz gerekiyor. 3 boyutlu görsel harita hizmeti şimdilik sadece Amerika'nın 15 eyaleti için veriliyor ama incelemeye değer.

Şu anda 40 ofisi bulunan ve 3 milyonu aşkın destekçisi olan bir organizasyon. Greenpeace, bugün denizleri arşınlayan gemileriyle dünyada nükleer atık ticareti, nükleer tehlike, akıntı ağları, tehlikeli atık ticareti gibi konularda aktif çalışmalar yürütüyor, İngiltere'de Exeter Üniversitesi'nde bulunan laboratuvarı ile bilimsel ölçümler, incelemeler, araştırmalarla kampanyalarını destekliyor. http://www.greenpeace.org/turkey/ web sayfasından Türkiye sayfasına ulaşabilirsiniz.

Hem tarihi hem de saati saniyesi saniyesine ekranınızda takip etmek için sizlere aykırı bir tasarım tavsiye ediyorum http://beeks.eu/swf/handclock.swf el yapımı bu saat eminim ki, ilginizi çekecektir. bu orjinal flash çalışmayı yapan Yugo Nakamura'nın ellerine sağlık.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20061117.asp
ISSN: 1303-8923
17 Kasım 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com