|
|
|
22 Kasım 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Şürekânın Eğitimi!.. | Merhabalar,
Genel seçime az kala, seçim yatırımı yapmıyoruz, yapmayacağız diye bağıra bağıra kongre toplayan Tayyip Bey ve şürekâsı, adına eğitim dedikleri bir ek kongre daha yaptılar geçtiğimiz hafta. Eğitim Şürası demişler adına. Birkaç tanesi hariç, hiç bir yaraya merhem olmayan eğitim şüralarından en işe yaramazını toplamışlar. Sekizyüz küsur tane eğitimle ilgili olduğu varsayılan ademoğlu katılmış bu şova. Ne konuşmuşlar? Hiç. Neye çare bulmuşlar? Hiç bir şeye. Pardon, hepinizden çok özür dilerim. Beş gün boyunca konuşmuşlar aslında. Konuştukları konu, nerede ne katsayı uygularsak, nereye neyi sokarız aritmetiği. Kendi ağızlarıyla itiraf ettikleri arka bahçelerine seçim öncesi imtiyaz sağlamanın peşine düşmekten başka bir de havanda su dövmüşler. Bakan kendini savunmuş. "Memlekette 20 milyon öğrenci var, siz 100 bin tane İmam Hatip'li ile uğraşıyorsunuz. Yok mu sizin başka işiniz." Var tabi. Bir diğer işimiz de sizin kifayetsizliğinizle ilgilenmek.
Ey benim göğsü bağrı açık, okumayı Semra Hanım'dan, yazmayı Ajdar'dan öğrenen ama kendilerini Einstein sanan güzel hemşehrilerim. OECD ülkeleri arasında en berbat öğrencilerin bizde olduğunu, en iyi ile en kötü okul arasındaki farkın %80'lere vurduğunu, gelişmiş ülkelerde %80 civarında olan lise ve dengi okula devamın memleketimde %30'a ancak vardığını, velhasıl girmek için her yıl dokuz milyar dolar para harcadığınız okulların hiç bir halta yaramadığını biliyor musunuz? Temel problemlere eğilmeden, katsayı hokkabazlığı yaparak eğitime çare bulmaya çalışan yeryüzünde başka bir ülke yok. Hele ellerindeki katsayı silahını kendi yandaşları lehine kullanarak, seçim yatırımına ülkeyi feda eden yöneticilerin yönettiği bir başka ülke hiç yok.
Bir kaç gündür bu konuda yapılan tartışmaları izliyorum. İşin ekonomik yanıyla ilgili pek çok insanın buluştuğu bir nokta var. Eğitimde rehabilitasyon şart. Bunun için yatırım yapmak gerek. 3 yıl boyunca, her yıl eğitime ayrılacak ek 10 milyar dolara bu işin çözülebileceği söyleniyor. Yani çözüm için 30 milyar dolar gerekmiş. Bu parayı bu işe yatırmayana yazıklar olsun ne diyeyim. Ama amaç çözüm bulmak değil de arka bahçeyi yemek salonuna almak olunca ortaya bu komedi çıkıyor. Olan da çocuklarımıza, geleceğimize oluyor. Yazık.
Bakın konu son derece güncelken, "Sınav" filmine gitmediyseniz gidin artık. Bize ait bir konunun güzel bir şekilde anlatıldığı bu iyi filmin en hoş yanlarından biri de müzikleri şüphesiz. İşte o güzel şarkılardan birini sizler için bugün pikaba koyuyorum. Ama siz gene de bu müziği sinemada dinlemeyi seçin. Manga ve Göksel birlikte söylüyor, Dursun Zaman. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
RÜYA
Usulca döndü yatağının içinde ve başını kaldırıp sağ tarafındaki komidinin üstünde duran lambasının düğmesine dokundu. Saate baktı, üçü çeyrek geçiyordu. Kendisince kötü olarak nitelendirilebilecek bir rüya görmüştü ve hala etkisindeydi. Korkuyordu, kalkıp mutfaktan bir bardak su alıp tekrar yatağına döndü. Rüyasında dayısının evindeydi ve ordan yürüyerek eve dönmesi gerekiyordu. Sokak ıssız ve karanlıktı, kimseler gözükmüyor yalnızca bazen ara sokaklardan birileri çıkıyor ve ona dik dik bakarak geçiyorlardı. Korkuyordu, bu ıssızlık ve karanlık onu ürpertiyor, başına kötü bir şeylerin geleceği endişesiyle koşar adımlarla yürümesini sürdürüyordu. Bir an önce eve varmalıydı, en azından evi şuan bulunduğu yerden daha huzurlu ve güvenliydi. Tüm bu düşüncelerle yürümesini sürdürürken işte başına o kötü şey gelmiş, siyah bir kedi ciyaklayarak peşinden koşmaya başlamıştı. Bir yandan "alt tarafı bir kedi bana ne yapabilir ki" diyerek kendini yatıştırmaya çalışırken bir yandan da artık hızlıca koşmaya başlamıştı. Ama kedi de onunla aynı hızla koşuyor, sürekli kendine has sesler çıkararak peşinden gelmeye devam ediyordu. Artık bıraksa ya peşimi, neden gelmeye devam ediyor hala diye düşünüyordu. Ne yapmalıydı?
Ne yapmalıyım? Yapmam gereken bir sürü şey var, çalışmam gereken bir sürü konu, vermem gereken sınavlarım.. Ödevler, projeler.. Ne kadarını yapabilirim ki ben bunların, hadi yaptım diyelim ne kadar başarılı olabilirim ki? Beynimde iki ses var sanki, biri bana sürekli başarılı olmaktan ve asla başarısız olmamam gerektiğinden bahsederken, diğeri ise elimden geleni yapmamı ve işin başarı kısmına çok da kafa yormamamı, başarının zaten bu aşamadan sonra kendiliğinden geleceğinden bahsediyor. Biri beni bir şeyler yapmam için cesaretlendirirken diğeri ise eğer sonuç mükemmel olmayacaksa hiç de o işe bulaşma diyerek cesaretimi kırıyor. Bense bu iki sesin ortasında kalıveriyorum: yapabilir miyim ve yapmalı mıyım yoksa yapamaz mıyım ve hiç yapmayı bile denememeliyim? İşte böyle zamanlarda kararsızlık içinde bekliyor ve hiç bir şey yapmıyorum. Ben kendi kendimle uzlaşamadım birileri bana yardım etsin diye sormak istiyorum, ama çoğu zaman ondan da vazgeçiyorum. Çünkü oldum olası birilerinden kendim için bir şeyler isterken çekinmiş, onları sıkıntıya koyuyormuşum gibi hissederim. Herkesin yeterince sıkıntısı, derdi, kendilerine özgü problemleri var zaten bir de ben eklenmeyeyim diye düşünürüm.
"Her zaman başarılı olmak zorundamıyız ki, başarısız olsak ne olacak, denemeye değmez mi?"
"Olmaz, hayatta her zaman başarı şarttır, başarısız olunmaz, olunmamalı.. Eğer başarısız olursan bu senin hatan! Bu hata da mutlaka düzeltilmeli! Yoksa hiç elini bile sürme o işe!"
"Ama bazen benim kontrolüm dışında olan sebepler yüzünden de hata yapmış ve başarısız olmuş olamaz mıyım? Bu kadar kötü bir şey mi başarısızlık? İnsanlar hata yaparak düzeltmezler mi hatalarını, ve böyle bir yol izlenerek de başarıya ulaşılınabilmez mi? Gene de denemeye değmez mi?"
"Tekrar söylüyorum, bir işi yapıyorsan o işte başarılı olmalısın. Başlamadan önce iyice düşün, bilgilerini tart, yapabilecek misin yapamayacak mısın karar ver ondan sonra bu kararın doğrultusunda hareket et. Öyle denesem ne çıkar gibi fikirlerle yola çıkılmaz, bu fikirler insanı yolda bırakır kızım, iyice düşün taşın sen..."
"Kafamı karıştırıyorsun sen benim, ne yapacağıma karar veremiyorum o yüzden hiçbir şey yapamıyorum...."
"Başarılı olmak istemiyor musun sen?"
"İstiyorum... İstiyorum ama böyle başarı takıntısından bıktım artık! Nerden bileceğim ben o işe başlamadan önce başarılı olup olmayacağımı! Senin dediğin gibi düşünürsem çok üzülüyorum o zaman başarısız olduğumda, üzülmek istemiyorum ben artık biri işi yapamadığımda, tekrar tekrar denemek istiyorum.. "Başarı" sözcüğüne takılı kalıp ben bu işi yapamayacağım deyip vazgeçmek istemiyorum!"
"Yalnış yoldasın...Tekrar tekrar denemek vakit kaybettirir hem.."
"Kaybedeyim, denemeye değer! Bırak artık peşimi!"
Bunları düşünmekten bıktım artık, yeter.. Bir an önce harekete geçmek lazım. Önce bir plan yapmam lazım, nerden başlayacağım, önce hangilerini yapmam gerekiyor... Ayrıca bir işi en ince ayrıntısına ve detaylarına kadar düşünmeye de bir son vermem gerekiyor sanırım. Hedefe odaklanıp elimden gelen tüm çabayı göstermem gerekiyor. Sonuç ne olursa olsun en azından ben denedim, bu cesareti gösterdim diyebilmeliyim. Yapamadığım zaman hayıflanmaya ve kendimi aşağılamaya, bilgisizliğimden utanmaya bir paydos artık... Ama tüm bunlar için de iyi bir uyku şart, hadi uyumaya devam...
Peşine takılan bu kedinin sinirlerini iyice bozduğunu düşündü, kafasında bir sürü şey vardı ve adım adım bunları yapmalıydı. Yudumlayarak içtiği suyunu bir dikişte bitirdi. Işığını söndürüp uyumasına geri döndü. Sabah olduğunda bu rüyayı birilerine mutlaka anlatmalıyım diye düşünerek uykuya daldı....
Elif Yalabuk
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Demlikteki gözyaşı…
Akşamın bir vaktinde birden canlanır ya anılar hani hafif bir koku çözünürse
burnunuzda yada birini benzetirse gözleriniz hemen aklınıza geliverir ya
işte öyle bir duyumsama sonucunda biraz üzülürsünüz aniden, burnunuzu tutan
o kemikte ince, acımı mı değil mi henüz kestirilemeyen bir sızı duyarsınız
acıtır…Hayıflanırsınız…
Kaçıncı gündü bilmiyorum ama çok olmamıştı. Hiç haz etmediği müzikleri
dinleyerek acısını parlattığı akşamlardan birinin nihayete erdiği
vakitlerden biriydi. Fena bir şeydi bu lanet olası bir türlü unutmak mümkün
olmuyordu sanki ne yapsa ne etse bir iz görüyordu ona dair…
Doğruldu…
Aç karnına kahve içmek geldi aklına…
Kimseden bir şey istemiyordu artık bir çok alışkanlığından vazgeçmişti…
Kalktı mutfağa yürüdü yürüyecek kadar uzun bir mesafe yoktu ancak adım
sayısı ile ölçeklendirilmeyen bir hareket olduğu için adım atma haline
yürüme dedik…
Mutfakta sıcak su hazırladı ocağa su koyarken bile aklına geldi…
“Çay içer misin?” derdi…
“Dur be daha arabaya var yirmi dakikada bir kalkıyor bir çay daha içeriz”
derdi…
Sonra hep son anlarda gözlerini kısar “ne yapacağım ben seninle bilmem
benim küçük bebeğimsin sen ama çok korkuyorum bir gün büyüyeceksin diye”,
sonra gözlerinin taa içine bakar “beni seviyor musun?” derdi…
İçinden öyle büyük seni seviyorumlar söylerdi ki Allah bunca sevgisinden
dolayı sevap bile yazardı belki ama çok fazla dillendirmezdi…
Sonra bir çay daha içerlerdi…
Ceylan ve deniz gözlerine bir kere daha bakardı…
Yavaşça öperdi hiç ayrılmak istemezdi…
Fakat bir süre daha buna mecburdu bu git geller devam edecekti…
Minibüse binerdi daha biner binmez özlem mesajları gelirdi…
Gariplerdi, uzaktan görseniz şaşırdınız…
……
Ocağa su koydu gözlerindekinden de bir damla damladı, demlik dedikleri o
kulplu tenekeye… altını yaktı olgunlaşsın diye…
Sonra kahveyi çıkardı dolaptan, sonra bardağı gördü. Hediye aldığı fincanı
özenle çıkardı yerinden üzerinde kırmızılık vardı sıcak suyu doldurunca
altından Türk Bayrağı çıkardı…
Doğum gününde armağan almıştı…
Sancıdı…
Üzüldü aramak istedi çok istedi vazgeçti…
O aramalıydı, artık rahatsız etmemeliydi…
Kahveyi doldurdu, sonra sıcak suyu, sonra elindeki tüm kederi, sonra tüm
sonraları içmek istedi aslında…
İlk yudum boğazındaki düğümcükle birlikte gırtlağından bir engebenin
üzerinden geçermiş gibi geçti…
Ses etmedi…
Dudağını ısırdı…
Bu sancının bu ızdırabın geçmesi için ve belki farkında olmadan geri
dönmesi için Allah’a dua etti…
Sonra camdan dışarı baktı…
Öyle çok şey geçti ki aklından bir çoğunu göremedim…
Kızdı, öfkelendi, lanet okudu, sevdi, olanlara üzüldü, durumun bu hale
gelmesine hayıflandı, umutlandı, sonra vazgeçti…
Bir sürü karmaşa…
Bir yudum daha aldı fincandan sonra boğazını gucurdattı…
Evet yutunca öyle derdi…
Boğazını gucurdatma derdi…
Gucurdattı…
Sonra birden aklına resmi geldi…
Son yudumu içti…
Üç yudum aldı kahveden, üçünün de anlamı vardı kendi bile farkında değildi
ama üç yudumunda manaları derindi…
Odaya gitti…
Çantasına özenle koyduğu ve onca şeye rağmen bir kez bile yerinden
çıkarmadığı resmine baktı gözleri gözlerine baktı…
Resimdi ama baktı derinden baktı…
Gözlerini yumdu…
Kızdı…
Elini yüzüne götürdü kendi yüzünü kendi eliyle okşadı, aklından yanında
olduğunu getirdi, birden dudaklarını büzdü, gördüm ben gözlerinde onu
yeniden gördüm ama ne fayda…
Korktu kendisini bu halde görebilme ihtimali olup olmadığından korktu…
Çok kilo vermişti… biraz bir şeyler yemeliydi…
Bu halde görse üzülür mü diye geçirdi aklından sonra saçmaladığını fark
etti…
Bir sürü şey yaptı işte…
En son İbrahim Sadri’nin şu şiirini okudu kendine, yüksek sesle…
Unut
Yağmur tanesini
Unut
Saçların rengini gözlerin karasını
Unut
Şarkıları
San defter yapraklarını
Baktığın aynaların arkasını unut
Unut
Kahverengi fotoğrafları
Adresleri unut
Rüzgarı
Rüzgar değince ağlatan saçlarını
Unut
Sil bütün isimleri
Yak şiirleri
Olmasınları olmayacakları olmadıları unut
Bak yoksun
Yokluğunu unut
Bak gitmişin
Gitmeleri unut
Varsın keşke desin bir ses içinden
Keşkeleri unut oysaları unut
Gözlerini unut
Bu şehri unut
Kor gibiyken içimde
Kendin gidip beni burda kor gibilerini unut
Unut
Unuttuğunu
Islak incir tanelerini
Zeytinin rengini
Ekmeğin buğusunu
Sen mi geldinleri unut
Unut işte
Unutmak en iyisi
Unut iyisi mi
Hep ellerin sıcaktı ya
En sıcak ellerindi
Elin elime değdiğini unut
Unut
Yıldız yıldız
İstanbul istanbul
Akşam akşam
Yavaş yavaş
Şarkı şarkı
Nasıl diyorlarsa nereye koyarsın böyle bir aşkı
Öyle unut
Hiçbir yere koyamadığım bu aşkı
Temirağa Demir temiraga@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
DÜNYANiN EN AKILLI ADAMIMIZ ve MATEMATiKÇiLER
Matematik içine girildiğinde seni daha da derinlere çeken bir ilim.Yine de yüzeyden girip çıkmak mümkün.insanlar bazı basit matematik bilgilerini bilmek zorundalar. Evet toplama,çıkarma olacak mutlaka ama ben onlardan bahsetmiyorum. Modüler aritmetikten, olasılıktan…
Modüler aritmetik derken kimse size direk bilgileri sormaz. Ama "bugün Salı 15 gün sonra hangi gün?", "Saat 21:45 akşam kaçtır ki?" sorularının modüler aritmetik ile çözüleceğini unutmayın. Gün hesabında modülümüz haftanın 7 gün olmasından dolayı 7 (mod 7) olur. 15:7 kalan 1,yanı 1 gün sonrası Çarşamba olacaktir. Saat hesaplarında 12 alırız modülü. 21:12 de kalan 9; 9:45 olur.
Olasılık derken kimse size "zar atıldığında tek gelme olasılığını" sormaz. Ama "3 kız çocuğu olan birinin 4.çocuğunun erkek olma olasılığı" herkesce yanlış bilinir. Doğrusunu öğretmelisiniz.
Günlük hayatta matematik kullanılmaz,türev integral ne arar demeyin. MacGayver, Bruce Willes ne kullanıyordu. Türev ,integral sadece soyut matematik bilgisi vermez insanlara düşünce zenginliği, bakış açısı kazandırır. Herkes matematikçi olmayabilir, herkes filmlere inanmayabilir fakat herkes temel matematik bilgilerine muhtaç.
Eğer bir matematikçi iseniz ve çevrenizde bu biliniyorsa; sohbet ortamlarından uzak durmak isteyebilirsiniz. Çünkü insanlar kendilerinin yapmakta zorlandıkları çarpma vs. gibi işlemleri size atarlar: "işte matematikçi var ya yanımızda." bu cümleyle ne çok karşılaşırım. Sanki çarpma işlemini kendileri yapamıyorlar. Kolayına kaçmak işte. "Günde 6 ekmek yiyoruz. Haftada şu olur aylık ne olur.. Aaa ne uğraşıyoruz.Yanımızda matematikçi var ya.. "Hele bir de matematikçi dalgın ve sıkkınsa o an düşünme moduna geçti ise tamam. Grup ona notunu vermiştir.
Maalesef insanımız tembel. Çalışma eylemini kaybetmiş. Matematik hesabını ise patron edası ile başkalarına havale eder olmuş.(:sen hesapla işte diyerek.) Kendimize gerekli olacak kadar matematik artık çarpım tablosundan çok öte bir şeydir. Artık kendimiz için gerekli matematik, düşünme yetimizin artırılması, kafa yorma ve çalışmanın sonundaki lezzet ve ben hesap yaparım mantığının geri gelmesidir. Belki kimine denklem gerekli değil ama ustaya, tamirciye, kitapçıya, manava vs. gerekli olan matematik artık çok basit işlemler değildir. Umut ediyorum ki matematik bilgisi kuvvetli fertlerimiz çoğalacak.
3 kız çocuğu olan birinin 4.çocuğunun erkek olma olasılığı nedir? 4. çocuğun erkek olma olasılığının diğerleri ile hiçbir bağlantısı, ilgisi yoktur.Yani olasılık yine %50'dir.Yani çocuk ya kız olacaktır ya da erkek. İkisinden biri: %50'dir.
Matematik diğer bazı ilimler gibi sert, katı ve su götürmezdir. Ancak mantık ilmi olduğu için mantıklı görünüp yanlış olan yorumlara da sahiptir. İşte yukarıdaki sorunun çözümünü düşünürken bunu da gördüm. "Ben Dünyanın en akıllı insanıyım" tanıdık geliyor mu? İşte önün yorumları olasılıkla ilgili; Bir çuval patatesin (atıyorum içinde de 500 tane patates olsun) içinde bir tane de domates olsun. Çuvaldan rasgele çekilen sebzenin domates olma olasılığı kaç? Cevap:1/500 değil! Dünyanın en akıllı adamına göre cevap %50. Çünkü diyor arkadaş çuvaldan çekilen sebze ya patates olacak ya domates ikisinden biri. Ve tezini sağlamlaştırmak için "Bir futbolcu on penaltı atışından sadece birini gole çevirebiliyorsa, on birinci penaltı atışını gole çevirme ihtimali %10 mudur? yoksa %50 mi? Tabii ki %50. Attığı penaltı ya gol olur yada olmaz… Henüz gerçekleşmemiş her ne varsa hayata dair, olma ihtimali mutlaka yüzde ellidir. Ya olur ya da olmaz." Bu yorum doğru ama patates çuvalı yorumu kesinlikle yanlış!
Bizim "en akıllı adamımız(!)" böyle doğru hesap yapıyor. Gelecek yazımda "en akıllı insanımız(!)" ve matematik bilgimiz hakkında kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Orhan Gökçe
(1) Nazım Hikmet RAN; "Şeytana Mersiye" isimli şiirinden alıntıdır.
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
|
Şundan Bundan : Ahmet Altan Aeonium Çelikleri |
|
Sıcak bir Temmuz günü, balkonda otururken, sessiz sakin balkon kenarında dikilip duran, boynu bükük, kendi bıkık bir Aeonium'cuk battı gözüme. Zambiyalı atletler gibi, boyu uzamış gitmiş, hippiler gibi kıvırcık koca bir kafa, ince bir beden.. Aidsli mi ne bu sıfır beden? Mankenler gibi, belki de blumia olmuş! Bunlar bizim sevimli Sempervivumlarla da yakın akraba olurlar.. Belki Echeveria ile de bir yakınlığı olmalı.. Ama esas olarak Crassula ailesinden oldukları söylenir.. Crassulalar da güzel ailedir hani, çerkez kızı gibi...
Neyse, baktım bunun boyu uzamış, aklı kısalmış.. Bir yardım eli uzatmak lazım deyip ne yılın mevsimine ne günün saatine bakmaksızın aldım saksıyı masanın üzerine, baktım baktıımm... 'Senin biraz canın yanacak, ama, ucundan acık!' deyip, içeriden maket bıçağını kapıp geldim.
Bu Aeoniumların asıl büyüme zamanları ilkbaharda başlar, bütün sıcak aylar boyunca gelişmelerini sürdürüler. Sonbahar da dahildir buna, ama artık Ekime geldiğimize göre, dinlenmeye çekilmelerinin zamanı gelmiş demektir. Yazın neredeyse her gün sulanabiirler, toprak mutlaka .çok geçirgen olmalı, ah bu pumis ve lav taşını bulanlar, ne hayırlı iş yapmışlar, anlatamam... Perliti de severim, küçük pirinç patlakları.. Perlit belli bir tür taşın çok yüksek ısıda, mısır patlatır gibi patlatılmasıyla yapılıyor, tabii bu kadar ısı gördüğü için de gayet steril bir malzemedir. Ama genellikle çelikten yetiştirmelerde iyi iş görür.. Ne bileyim Dracena, Fuchsia vs gibi bitkiler için.. Biz kaktüsçülerin çok da işi olmaz.. Yine de toprağa karıştırmak için fena malzeme değildir.
Amanin, gene lafın ucunu kaçırdım, ne diyordum ben? Haa.. maket bıçağını kapıp geldim.. Ama önce bizim nebatatın ilk andaki durumuna bir bakalım:
Şu hale bir bakın allah aşkına, bu zavallının sahibi ben çiçek severim diyebilir mi? dese de inandırıcı olabilir mi hiç! Utanç verici bir durum!
Saksının dibine de çam kabukları kesip koymuş bir de.. Gösterişe bak.. Nasıl ama, yakışmış di mi? (Arka fondaki Echinopsis'in gövdesindeki yaraya hiç bakmayın.. tamamen tamahkarlıktan olmuş bir iştir, ama o da bir başka yazının konusu..)
Soonacıımaa.... Ah, ben maket bıçağı mı dedim! Pardon.. bahçe makası demeliydim.. Çünki resim beni yalanlıyor.. Evet, aldım elime Felco 7'mi.. Bu klasik bir modeldir, Felco'nun en tercih edileni, sap döner.. (Neydi o deyim? Hah! 'Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner') Bizim Felco 7'nin de sapı döner..Böyle yapmışlar, alışmayana garip gelir ama konforlu ve iyi bahçe makasıdır. Aldım elime makası ve rozetin az altından bir yeri gözüme kestirdim, sonra da bismillah deyip ayıptır söylemesi, kafasını kopardım onun! Böyle yaparım ben adamı! Bkz 2. ve 3. resim..
İşte bu noktadan sonra başladım köklendirme hormonu kutumu aramaya! Yoktu! Yoktu, allahım, e ben bunu kesmiş de bulundum! Napcaz şimdi? Yatcaz şimdi! Eh, yine en iyisini yapalım ve müdahaleci zihniyeti bir kenara atıp, işi oluruna bırakalım, en iyi yöntemdir, (Murphy katılmaz buna ama, yok ziyanı, deneyeceğiz artık..) Haaa.. tabii bir bitkiyi kısaltırsak, bu işten başkaca faydalar da üremeli, yani dipte kalan yine patlar gelir, bu diktiğimizi de tutturduk mu, oldu sana iki Aeonium.. tamam, tamam da, yetmez, başkaca ne yapılabilir? Eh, gövdeden de çelik alınabilir mesela, yeşil parmak değilmiyiz? Bunu da tuttururuz nasılsa.. Tabiat ana yardımcımız olsun, olacaktır da.. Hah, şimdi lazım bana maket bıçağı işte.. dememiş miydim ben! Onu da kapıp gelmişim demek ki içeriden.
Özellikle ikinci ve üçüncü resme bakacak olursak, kesimin pek de başarılı olmadığını görürüz, demek ki benim Felco 7'nın bıçağının değişme zamanı gelmiş de geçmekte bile, eh, ha bire budarsan o bilek kadar gül dallarını, olacağı budur..Şimdi, aslında biliyoruz, kesim temiz bir bıçakla yapılmalı ve net bir kesim olmalı.. Çünki, kesimi yaptığınız bıçak mikroplu vs olursa, aynen insanı ameliyat ettiğiniz bisturiyi nasıl steril tutuyorsanız, e bu da can sonunda.. Bıçaktan mikrop kapmamalı. Bir de kesim net olmalı, yara olmamalı, kabuk kalkmamalı.. Yani, dediğimi yapın, yaptığımı yapmayın.. Baksanıza üçüncü resme, ucu nasıl da uf olmuş! Uf uf... Neyse, bunu halledeceğiz, az sonraki resimde görürüz...
İşte şimdi sıra meşhur maket bıçağına geldi. Ben şahsen çelik bir maket bıçağı kullanıyorum, plastikler zor işlerde zayıf kalıyor, Gövdenin altına yere bir tahta parcası koyup bir defada, sıkıca bastırarak, net ve tertemiz bir kesim hedeflemekte yarar var. Salatalık kesmiş gibi olmalı. Net, nesnet bir kesim..
Ammaaaaa.. burda yine önemli bir nokta var, o da eğer bu gövde parçalarını karıştırırsanız, aşağı kısmını yukarıya doğru dikmek ve herşeyi berbat etme tehlikesi var, onun için, aman dikkat.. Yönü kaybetmemeye özellikle dikkat edin. Hatta benim gibi yapmayıp, yanınınzda bir sabit markör bulundurup toprağa girmesi gerekecek ucuna birer noktayla işaret koymakta yarar olabilir.
Görüldüğü gibi, gövde parçaları yaklaşık 5 cm boyunda. Ve yine görüldüğü gibi, bu net anlaşılsın diye yanlarına da bir maket bıçağı konmuş! Yakın çekim bitki fotoğrafları çeken arkadaşlara tavsiye ederim, fotoğrafa boyutu bilinen bir cisim (çakmak, kibrit kutusu, demir para vs) konulursa, sözkonusu bitkinin boyutu çok kolay anlaşılır.
Devam edelim, şimdi sıra toprağı hazırlamakta.. Bu konuda söylenecek şey belki de şudur, ne kadar yetiştiren varsa, o kadar değişik toprak yorumu vardır! Evet, gerçek bu olabilir, ama doğru bu değildir! Bu konuda, yine bir başka yazıda John Innes formüllerinden söz edeceğimizi söyleyelim, ve şimdilik bizim gariban karışımımıza bakalım. Bahçeye inilir, kıyıda köşede kalmış eski ölmüş bitki saksıları (bunlara bitki tabutçukları da diyebiliriz) içerinden bir miktar kuruyup taşlaşmış toprak alınır.. dememi bekliyorsanız yanıldınız! Tercihen lav taşı, toprak, torf vs den oluşan (yok israr etmeyin bunun detayına girmeyeceğim şimdi, yoksa yazının sonu gelmeyecek!) karışımımızı hazırlayıp içini temizleyip dibine kaba çakıl ya da kiremit kırıkları koyduğumuz saksımıza karışımı dolduracağız. Toprağımız kesinlikle kuru olmalı.. nemli ya da ıslak olmamalı. Bu hayati önem taşır, yoksa başarı şansı azdır, ölüm gelir..
Hikayemizde gördüğünüz gibi ne rozet ne de gövde parçaları kurumaya bırakılmadan dikildi, çünki toprak kupkuru idi. Ama eğer bir kaktüs dikiyor olsaydık bu yaptığımız yanlış olurdu.
Ve gövde çeliklerini 2-3 cm toprağa batacak kadar, daldırıyoruz toprağa. Rozeti de. Ve saksımızı (hastamızı) nekahat dönemini geçirmek üzere, yoğun bakım odasına alıyoruz.
Burada gördüğünüz yoğun bakım odası, IKEA'dan alınmış bir balkon serası, iki yanı ve önü cam, arkası açık ve direkt duvara monte ediliyor. Özellikle kış ayları için ideal. Çünki kış aylarında kaktüslerimizi sıcak bir yerde tutmamalıyız. Güzel ve bol çiçeğin, sağlıklı büyümenin formülü burada. Serin bir yerde, susuz dinlenmeye bırakmak. Ancak, bulunduğumuz yerde don oluyorsa, o aşırı soğuk günlerde sevgili dostlarınıza bir güzellik yapıp, onları sıcacık yatağınıza.. hay allah böyle de değildi, zaten dikeni batar! Kuru serin ve donmayacakları bir yere almak. Aman kalorifer yakını vs.. hiç olmazzzz... hiiiçççç.....
Bu nekahat döneminde, iki hafta kadar, sana su yok! Sonra yavaş yavaş.. azar azar.. birkaç hafta sonra normal rejime dönüş. Hava durmuna göre yaz aylarında her güne bile çıkabiliriz. (Aeoniumdan bahsediyoruz burda, o yukarıdaki Echinopsis'ten değil!)
İşte yaz sonunda (iki ay kadar sonra) sonuç! Nerde o zavallı etiyopyalı, nerede bu kırmızı yanaklı.. Aaa.. acaba bizim gövde çelikleri ne oldu? Onları unuttuk! Bakalım kenarda sürpriz birşeyler var mı? Eşeliyelim biraz!
Varmış!
Öperim ben onu...
Sonra buna köle olup, gece gündüz gözüne bakıp suyunu yemeğini vermeye adarız kendimizi.... Hayırlı olsun yeni bebeğiniz, analı babalı.....
Ahmet Altan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yukarı
|
Fotoğraf : Mehmet Hamurkaroğlu Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 7.478 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
DOKUNMADIK
birbirimize
dokunmadık
insafsızca_
ikimiz de birer keskin bıçak
kendi yaramızı deştik boyuna,
dökülürken kabukları pul pul,
kanadık.
Hangimizindi o yara_
ikimiz de acıdık.
Zaman
O andı.
'takvim tutmazlığı 'dediği şairin,
çok erkendi ya da çok geç
birimizden biri için.
Kapandık
içimize döndük
kendi yaramıza
İki korku dağı
İki yorgun beden
Mutsuzduk _
sen benden
ben senden_
karşılıklı deşerken kendimizi
kendimize sorduğumuz soruydu hep;
Ben?
Daha başlamadan bitti_
Belki başka bir aşkta
belki başka bir kokuda
gelir aklımıza birden,
bir sızı gibi
O zaman
adlandırabiliriz
O zaman
anlarız
birbirimizi.
Meyil Delen
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
http://www.cancocuk.com/takvim.asp web sayfasında çocuklar için çok güzel bir takvim var. Ve bir not: Kaç yaşında olursanız olun içinizdeki çocuğu öldürmeyin. Niye böyle bir cümle ile başladığımı anlayan anladı, anlamayanlar ise şöyle bir dakika kadar gözlerini kapatıp kendi çocukluklarını ve şu anki durumlarını karşılaştırsınlar. Hala bir sonuca varamayanlar ise hayat tecrübelerini şöyle bir gözden geçirip olaylara bir de çocuk ruhlarıyla bakmayı denesinler. Anlayan anladı... Anlamayanların çocuk ruhlarına rahmet okuyalım hep beraber. En son ne zaman çocukça bir şeyler yaptınız? Yapın lütfen, insan kendini çok garip ama mutlu hissedebiliyor.
...Hatunca.net'e hoş geldiniz. http://www.hatunca.net Amacımız psikoloji, kadın, erkek, çocuk, stres, kişisel gelişim, insan ilişkileri, iletişim, iş ve evlilik gibi hepimizin hayatına etki eden konularda bilgi vermek, sohbet etmek, tartışmak, paylaşmak ve öğrenmek. İster sadece okuyucu olarak katılın, ister yazı yazarak katkıda bulunun. Konuşacak çok konumuz var, hadi bir fincan kahve alıp aramıza katılın...
Nefes darlığı çekiyor musunuz? Olağan günlük etkinlikleriniz nefes darlığına, hışıltılı solunuma ya da sürekli öksürüğe neden oluyorsa, akciğerlerinizi kontrol ettirin. Ne kadar çabuk davranırsanız, o kadar çabuk daha rahat nefes alırsınız. http://www.buldun.com/saglik/223/
...Bu sayfamızda sizlere sağlıklı beslenebilmeniz için 6 ana grup yiyecek ile hazırlanmış bir besin piramidi veriyoruz. http://www.populermedikal.com/besinpiram.asp Yaş grubunuza, yaşam tarzınıza göre ihtiyacınız olan kalori grubunu seçerek hangi ana gruplardan ne kadar günlük tüketimde bulunmanız gerektiğine ilişkin size fikir verecektir.Ana gruplardaki yiyecekleri çeşitlendirmek sizin elinizdedir...
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|