Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.098

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 29 Kasım 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : Bravo Başbakan!..

Merhabalar,

Başlık şaka ya da iğneli bir laf değil. Tamamen samimi bir söyleyiş. Günlerdir yürütülen spekülasyonların tersine, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına yakışır bir davranışla Papa'yı karşılamış ve gereğince konukseverliğini göstermiştir. Arkasında o var bu var demeden, gerekçesi ne olursa olsun, gerekeni yaptığı için tebrikler. Papa'nın da hakkını teslim etmek gerek elbet. Gerek programı gerekse konuşmaları ile duyulan rahatsızlığı unutturmaya gayret etmesi takdire değerdir. Vatikan'ı yok saymak yerine, ruhani ve maddi varlığını uluslararası kurallar çerçevesinde tanımak Türkiye'ye yakışandır. Bunun dışındaki her söylem boşa kürek çekmek olur. Patrikhane'ye ziyaretini Vatikan'ın yükselişi olarak tanımlamaya da ancak komik denebilir. Her konuda mangalda kül bırakmayan bir memleketin evlatları olarak eğer Vatikan'dan, Papa'dan, Patrikhane'den, güçleniyorlar gerekçesi ile korkuyorsak durup biraz düşünmemiz gerekir. Neyse bu konu çok geniş, iki arada bir derede konuşulacak gibi değil. Ama benim ADSL hat bu gece rezalet. O nedenle bir an evvel yükleme işlemine başlamak için buradan ayrılmam gerekiyor. Hoşçakalınız.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

 KahveRengi : Alaattin Bender


ANLAT BİRAZ

“Benim doğduğum köylerde şimal rüzgarları eserdi” diye başlayan ve



Duran Karaca“Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin.
Benim doğduğum köyler de güzeldi.
Sen de anlat doğduğun yerleri
Anlat biraz
diye sona eren Cahit Külebi’nin ‘Hikaye’ şiirine kulak vermiş;

Hasan Hüseyin’in (Korkmazgil):

“Dağlara, dağlara, dağlara doğru
Çalı çırpı sıla gurbet dağlara doğru
Sarı sıcak ak cibinlik dağlara doğru
Ordu, ordu çekip gider ayçiçekleri
Bakma turaç* bakma bana el gibi


Ben çalmadım bu davulu karaca duran çaldı
Pir Sultan'ı benden aldı kekliği Silifke'den
Boyasını yaman kardı dadal'dan
Telini de yaman gerdi Karacaoğlan'dan
Vurdu mavi, vurdu yıldız, vurdu dağbaşı”

Duran Karacadizelerindeki gibi sahip çıkmıştır doğduğu sarı sıcak topraklara. Uğur Mumcu da “Duran Karaca’nın resimlerinde Çukurova’nın cehennem sıcağı var, akşam serinliği var, halk türküleri gibi sıcacık duygular, deyişler, seslenişler var” diye yazmıştır köşesinde.

Ankara Resim ve Heykel Müzesi kolleksiyonundaki 123x138 cm ebadındaki gece resmi Van Gogh’un ‘yıldızlı gece’ resmini anımsatır bana. Kadınlar dışarıda çadırların etrafında öbek öbek kümelenmiş, yumak biçimindeki yeşil ağacın dallarına beşikler kurulmuş. Bir sessizlik, bin renklilik. Yıldızların mı, ayın mı şavkı vurmakta geceye bilinmez. Bilinen odur ki, en sıcaktan en soğuğa paletin renkleri esirgenmemiş. Karaca’nın resimlerinde engin bir gökyüzünün sihri her daim sarmalar içine çeker sizi. Orhan Peker’in duyarlı yüreğini Karaca’da da gördüm desem yeridir. Hep de bir içtenlik. Doğrudan Karaca ile konuşmadımsa da sanatçının Peker ile pek çok ortak kaygıyı taşıdığını, hatta bazı konulara her ikisinin de ortak olduğunu görüyoruz. Karaca’nın yavru bir oğlağı kucaklayıp bağrına basan figür resmine bakarken Peker’in ‘Gülibik’ resmindeki horozunu bağrına basan çocuğu hatırlarım. Bu iki koca yürekli adamın duyumsadıkları sevgiyi resmedişleri yine aynı. Bu arada ne güzel tesadüf ki yıllar sonar, Orhan Peker’in resimlediği, Çetin Öner’in yazdığı ‘Gülibik’ kitabının Can-çocuk yayınlarından çıkan yeni baskısına Mezunlar Derneği’ndeki kitabevinde rastladım ve kapaktaki Peker resminden hemen oracıkta tanıyıverdim ‘Gülibik’i. Zira, Beşiktaş Çağdaş’taki retrospektif sergide de vardı‘Gülibik’.

Duran KaracaBu yıl ikincisi düzenlenen ArtForum Plastik Sanatlar Fuarı’nda ‘Sanatçı Onur Ödülü’ ressam Duran Karaca'ya verildi. Fuar girişi Karaca’nın 4 büyük resmi ile taçlandırılmıştı. İlk resimde, beyaz bulutları sınırlayan mavilerin aksi ırmağa yansımış, ırmağın karşı kıyısındaki boz alanlara karşıt olarak ırmak kenarında kümelenmiş, karalara bürünmüş keçi sürüsü ile siyah leke etkisi yaratılarak siyah-beyaz dengesi kurgulanmıştı. En alttaki toprak parçasında sarıdan turuncuya, hatta ve hatta kırmızıya yaklaşan tonlarla sarı sıcak toprak etkisi verilmişti. Başka bir resimde gündüz çekilmiş, ay yükselmiş, parlak bir yaz gecesi çitlerin arkasında sıralanan atlar bir taraftan dinlenirken bir taraftan da eminim aralarında fısıldaşmakta. Karaca’nın yüreği de onları dinlemekte. Chagall’ın lirik resimlerine benzer bir şiirsel duyarlılık var bu resimlerde. Keçiler, koyunlar, sürüler hiç eksik değil. Ama hep de gizem dolu kara keçiler. Öyle ki, kimi zaman sürüden ayrılan o kara keçiler sanki kürsüye çıkmış, sarı sıcak gökyüzüne diklenmekte.

Duran KaracaDuran Karaca Orhan Peker’in aksine kalın boya dokusu yerine lekeci bir tavır benimsemiş; lekeler içerisinde izleyiciye fırçanın nasıl salındığını gözleme fırsatı vererek sanki sanatının izlerini deşifre etmek istemiştir. Renk aşığı, renk tutkunu Karaca. Başta natürmortları olmak üzere resimlerinde Gauguin'in fov (‘fauve’) renklerine benzer iddialı, keskin kontrast renkleri de belli bir ölçü dahilinde tuvalinden eksik etmez. Güneş altında ayçiçekleri güneşe yüzlerini dönmüş yıldız yıldız parlamakta. Ya elinde karpuz dilimini tutan çocuğa ne demeli. Karpuz diliminin yay formu devam ederek adeta figürün üzerindeki giysinin yaka çizgisini tamamlamakta. Ve o yüzdeki safyürek ifade.

Ve Karaca yüreğini gördüm Duran’ın; çocuksu, sevgi dolu. Ve bitip tükenmez azmini gördüm. Daha da ötesi resme sevdasını gördüm. Ama bu sevdaya ihanet ettiğini hiç mi hiç görmedim. Sanırım Duran Karaca'nın hayatında hayatından daha değerli bir tek şey vardı: Resim.

Duran KaracaBugün öğleden sonra 15:45’de, bu ayki yazımı hazırlarken sanki içime doğmuş gibi Nurol Sanat Galerisi yöneticisi Yüksel Maden’den gelen mesajla irkildim, yutkundum; kelimelerim düğümlendi. Biraz öncesine kadar hasta olmasına rağmen hayatta olan Duran Karaca, artık aramızda yoktu. Muhtemel bu gece yıldızların arasından bize ışık saçacak. Morları, mavileri, sarıları yakacak!. Seni de çok özleyeceğiz Karaca. ‘Karadır bahtım kara’. Büyük usta Duran Karaca'ya saygılarımla...

Alaattin Bender
www.alaattinbender.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

David Ojalvo

 Söylenebilecek ne varsa : David Ojalvo


  Medyada İnteraktivite ve Endişeler

Son dönemde internette birçok haber sitesinde "yorum yazma" bolümleri oldukça popüler oldu. Bir habere 100'ü aşkın eleştiri gelebilmekte, yorum "yazar"ları yazdıklarını takip etmekte ve hattâ kullanıcılar birbirlerine dahi lâf atabilmekteler. Elbette, haber sitelerinin kullanıcılarına söz hakkı vermesi olumlu bir yaklaşım; ne var ki yazılan yorumları irdelediğimizde, sonuçlar kimi zaman fazlasıyla düşündürücü olabiliyor...

İnternet, kullanıcılarının kimliklerini rahatça saklayabileceği ve bol kepçeden, arzu ettikleri gibi yayın yapabilecekleri, yazı yazabilecekleri bir ortam... Nitekim internetin şu 10 yıllık kısa tarihinde, sanal ortamdan yola çıkarak gündeme akseden birçok haberi birlikte izledik. Haber alma, e-posta, eğitim, eğlence, bilgi içeriği yönünden hârikûlade bir ortam olan internet; ahlâka aykırı siteleri, yanlı-ideolojik yayın yapan siteleri, ruh sağlığı üzerine olumsuz etkileşimlere yol açabilecek sayfaları ve araçlarıyla da önümüzdeki senelerde de ciddî sorunlar doğuracağa benziyor. Bu perspekttiften bakıldığında bilimsel ve tarafsız haber ilkeleriyle yayın yapan basın kuruluşlarının siteleri son derece yararlı.... Kullanıcılarına yorum yapma şansı vermeleri, interaktif bir ortamı doğruyor, doğru... Ne var ki takip edebildiğim kadarıyla bu interaktif yaklaşım, kimi kullanıcıların ya bilinçsizce yazmalarına neden oluyor ya da sahici bir kötü niyet ve potansiyel bir tehlikeye işâret ediyor. Kaldı ki "medya" adı altında yanlı yayın yapan ve birtakım çarpıtmalarla haber yayınlayan siteleri ele aldığımızda durum daha da kötüleşiyor. Tahminimce ortaya dökülen kötü niyet ve bu çerçevede gelişen etkileşim, tıpkı zamanında basılan örneğin kışkırtıcı, yanlı veya antisemit yayınlar gibi, toplum genelinde istenmeyen sonuçlar doğurabilir. Elbette gazete gibi yazılı yayınlarla beraber, böylesi cehalet dolu, dar bir pencereden dünyaya bakan düşüncede bireyler her zaman vardı; ama benim endişem sanal ortam aracılıyla böylesi bir zihniyetin kollektif bir zemin bulması; bundan da öte pratik hayatta bir eylem şeklinde karşımıza çıkması...

Sizce paranoya mı yapıyorum? Bana katılmıyor olsanız bile, böylesi internet sitelerinde bol kepçeden, peşin yargılı ve atıp-tutan yazıları nasıl değerlendirmeli? Gelip geçici bir moda olarak mı? En basitinden tarihte ufak çaptaki antisemit hareketlerin de gelip-geçici bir moda olduğu düşünülmemiş miydi öncelikle? Günümüzdeki tüm bu modern saydığımız düzen ve ağlarla örülü iletişim ortamı gerek bireysel gerekse toplumsal olarak birtakım ırkçı, antisemit, ideolojik içerikli tehlikeleri azaltıyor mu? Tüm bu modern ve güçlüymüş gibi görünen 21. yüzyıl düzenine aldanmamız gerektiği düşüncesindeyim; çünkü kültürel düzeyde ne kadar evrimleşirsek evrimleşelim, beraberinde aynı şekilde insanın içindeki nefret, düşmanlık, savaş ve yok etme dürtülerinin de evrimleştiği kanaatindeyim.

Yazıyı sonlandırmadan önce tüm sağduyu taşıyan ve basın-yayın meslek ilkelerini edinmiş yayın kuruluşlarına bir çağrıda bulunmak isterim. İnteraktif bir ortamda, okurlarınıza yorum yazma hakkı vermenizi destekliyorum; fakat bu tür yorumların daha sıkı denetlenmesi gerektiğine inanıyorum. Nasıl ki bir münazarada belli kurallar vardır veya belli platormlarda kişileri ve toplumları rencide etmeyecek ifadelere yer vermemek üzere dikkat edilir; aynı anlayış sitede yazılan yorumlar, yayına verilmeden önce benimsenebilir. Aksi hâlde, doğabilecek potansiyel olumsuz sonuçlardan medyanın da sorumlu olacağı aşikâr bir gerçek...

Yazımın, sağlıklı bir iletişim ortamı yaratmak adına bir vesile olması temennisiyle...

David Ojalvo
www.davidojalvo.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : İdris Kenç


304 NOLU

Otel odasında cama basımı yaslayıp seni bekliyorum. Bu kadar severken ayrılık acısını ya da terk edilme kederini yaşamak ne demektir, diye düşünüyorum. Belki bir geç kalma hadisesi. Belki de yanlış zamanda sevme anıdır. Ya da doğru zaman da sevilmemedir.
Seni bekliyorum. Seni göreceğim; içimde bir şeyler koşacak. Belkide sen göremeyeceksin. Ben kederle sevinci duyup dalacağım kendi kurduğum hayal âlemine. Kalbimi ben istediğim için senle dolduracağım. Sonra sana dair beslediğim hülyalardan hülyalara dalacağım. Bülbül sesleri arasında en sevdiğin şarkıyı mırıldanacağım. Her şeyi senle kurduğum şehirler yaratıp dolaşacağım.

Boynum ağrımaya başladı. Herkes geçti sen gelmedin. Sabahım güneş yüzü göremeyecek kadar karanlık.
Gözüme yaş doldu.
Belki de gitmekte haklıydın. Ben kördüm göremedim.
Belki de kendini tanımadığındandı gitmen.
Kim bilir bende çıkmalı mıyım? Uzun bir yolculuğa.
Oldum olası uzun yolculukları severim.
Sabah güneşi arkamda; uğurlamaya gelen sevgilinin hüzünlü ama bir o kadar da özlem dolu bakışlarını andıran, bir an önce bana dön diyen sözleri gibiydi bu sabah. Ensem de tüm sıcaklığıyla.
Yol boyu ağaçlar beni selamlamaktalar. Ülkede sevilen padişahı selamlayan askerler gibi dimdik ve tek sıra.
Yorgunlar yolum uzun.
Rüzgâr, askerleri hazır kıta bekleten komutan edasıyla arada bir tatlı tatlı titretiyorlardı onları.
Susadım.
Gökkuşağı göresim var.
Askerlerimde susamışlar.

Yanlış zamanda yaşanan bir aşkın eseriydim ben. Masum türkü oluyordum. Mavi gökyüzünde yitik bulutlardan şiir oluyor yağıyordum gönlüne, yansam kavrulsam da nafileydi.
Mızrap olup yüreğinin tellerine dokunsam feryadı figanlardaydı. Tutturamadık nağmelerini bu aşkın.
Akordu bozuktu.
Bozuyordu.

İndim arabadan. Vazgeçtim yola koyulmaktan. Baş başa kalmalıyım kendimle. Martı otele doğru yola koyuldum. Yağmur saçlarımı okşuyor usul usul. Belki de içimde kopacak fırtınaları dindirmek adınadır.
Ya da deli deli'yi görünce çomağını saklarmış.

Kendimi tanırım köpürmem gerek. Hiçbir açıklama yapmadan gidişinin üstünde haftalar geçmişti. Ve ben hala aynı oteldeydim
Ama olmadı. Dingindim. Bir ulu bilgeye dönüşmüştüm vur kaç darbelerinden. Ona da bir iyilik yapmak gerek. Sürünüp süründürmektense adını koymalı artık.

Ameliyat masasında yatan birer hastaydık. Kan gruplarımız uyuşmasına rağmen, birbirimize verdiğimiz kanlarımız vücutta uyuşmuyordu.
Zararlıydık birbirimize aslında.
Bağımsız çok iyi bireylerdik.
Kaybediyorduk.

Yoruldum!
Bu şehrin beynine yüreğine kurşun sıkıp gitmek istiyorum; deniz fenerine, insanlar olmasın.
Kuşlar kanatlarını bana açıyor. Rüzgâr benim yelkenlerimi doldurmak adına tatlı bir telaş içinde. Kılavuzum güneş; gidiyorum ey sevgili.

Konuşmayı da becermedik seninle. Yazmayı bu yüzden seviyorum. Konuştukça batanlar için tek güzel yöntem yazmak olsa gerek. Daha samimi olmamız gereken yerde utandık. Belkide birbirimizi kırmamak adına yaptığımız en büyük hata buydu. Bu çağın kaybeden akıllılarındandım. Nasıl mı? Buyurun işte;

Ne istediğimi bilendim. Ve bu yüzden çoktan orda olmalıydım. Her karesini kusursuz çizdiğim bir resimdi hayatım.

Hatalar yapmayı, zamansız ağlamayı, yeni yıkanmış balkonlarda akşam sohbetlerini erteledim. Şimdi ertelediğim yerde bile değilim. Kentlerde sıkıntı, aptal bireylerden düş kırıklığı, ilk karşılaşmalar da yeterince yanılgı biriktirdim. Zamansız evliliğim; ilgisiz, şefkatsiz sorumsuzluk girdabından geçtim. Bin bir gece masallarında anlatılan aşk efsanelerinde kahramandım. Bükülmez tava sapıydı kişiliğim, eyvallahsız. Başkalarına gerçek, kendime bir ütopyaydım.

Herkes hayatı sadece konuşuyordu; Sıradan, basit, bayağı cümlelerle bağlanırlarken, her ayrıntıya bir ömür harcadım. Donmuş göller üstünde söylenmiş bütün cümlelerden, ateşler yakıp deryalar oluşturuyordum.
İnanılmaz bir yorgunluğun eşiğindeyim. Çırpındıkça biraz daha bitkinliğin o dayanılmaz uyuşmasını tadıyordum.

Zaaflarımdan muskalar yapıp, ketumluğumu kutsuyordum. Mutluluk ve aşk abidesi olacakken; oysa içimdeki boşlukla kavrulmakta, boynu bükük gül oldum.
Yalnızlaştım.
Yalnızlığın kıyısına ektiğim fideler bir orman oldu. Umuda yürüyen bir seyyahtım; aştığım her tepelerle yeni Kaf dağlar doğurtuyordum. Gururumun beni terk ettiği yerdeyim. Herkes hayatı yaşadı. Ben ağlayarak izleyen; yazlık sinema seyircisi oldum, kış aylarında.
İzlemeyi de beceremedim. Bütün ömrüm yanlış pencere önlerinde…
Perdeyi her araladığım da mutluluk ışıkları yerine hüzünlü yaprak dökümleriyle karşılaştım.
Geç kaldım.

Arayışlarımı unuttum. Öğrenmenin ve unutmanın garip ve sonsuz hazzına tutundum. Bunun bir yenilgi olduğunu savladım durdum. Umutsuzluklarımı görkemli takılar gibi boynumda taşıdım.
Eleştiren bir aptaldım.
Mutsuzluk ordusuna katılan, ardın sıra takılan acemi erler gibiydim.

Çok iyi bir cerrahtım. Ameliyat odasına girebilecek cesareti olmayan.

Deniz fenerini ya da derme çatma varoş evlerinde ki mutluluğu kıskandım.
Bir hayıflanmaydım.
Herkesin derdine derman bulmaya çalışan Lokman Hekimdim; mutsuzluk yangınlarını içtenlik suyumla söndürmeye kalktım.
Suyum tutuştu…
Artık suyun öte yanındayım.

Şimdi!
Kendime yürüyorum, akıllanmanın zamanıdır sanırım.
Yaşanmışlıklarımı dinlemeli. Bütün bu üzüntülerime, yenilgilerime bir anlam bulmalı. Talihimle uzlaşmalıyım. Anılarımı tanımlamalı, ruh kırışıklıklarımı düzeltmeliyim.
Oldukça yol aldım.

Birkaç içki masası muhabbeti, kaçamakları; her yanılgımdan binlerce ah edindim. Her hamlede binlerce yenilgi biriktirdim zulamda; dokunulmamış pişmanlıklarım var. Hüzünlerimi unutmamalıyım; yalnızlığın kıyısına ektiğim fideleri kesmeye hazır çocuklarım var.
Evet, tam da olmak istediğim yerdeyim.

Kendime yürümeliyim.

Bana yol boyu yetecek işaretlerim var. Ayna da suskun siluetim birikti. Yüreğimde yılların yorgunluğu, boşluğu. Adımlarımı saymadan yürümeliyim artık. Gençliğimin karşılıksız hayalleri kılavuzum, içten gülen gözlerim yoldaşım olmalı. Çocukluğumun duraklarına uğramalı, içimdeki çocuğu büyütmeli. Geçmişimi sevmeliyim onu ben yaşadım.
Hatalarım deniz fenerlerim olsun; kılavuzum. Korkularımı yenmeli; karanlık sadece yalnızların değil bunu unutmamalıyım.
Çıkarsız yaşanmış bir hayatın sessiz, yumuşak finalinde, üzerimi örtecek o yıldızlı boşluğu unutmamalı!
O boşluk bin yıldızlarla dolacaktı hayata saçtığım gülümsemelerle.
Kaybettim.
Mezar taşıma aynen yazıldı bunlar.

İdris Kenç
idriskenc@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Temirağa Demir


Geçmedi…

Geçmedi “geçer” demişti dostlar hatta gidende bu avuntu ile bıraktı avluda “korkma çok sürmez geçer” dedi. Çok sürmeden geçsin bekledi. Uyuyamadığı gecelerde dahi bu avuntuyu sardı koynuna ağladı sıkça, çabuk geçsin diye… Ama üzüleceği bir şey yapmadı. Çünkü mutlaka uzaklardan bir yerlerden kendisini gördüğünü düşünüyordu…

Bu çocukça mantık ile hareket etti. Hatta bazen resmine bakıp da bir takım şeyler anlatıyordu ona ve duyduğunu düşünüyordu…

Kandırdılar “geçer” dedi herkes… Ay geçti, o bekledi, “ay” denilen otuz veya otuz bir günlük zaman dilimi sonuna “lar” eki alarak çoğaldı ancak yinede geçmedi…

O kahrolası ayrılık sancısı duruyordu ve bitmek tükenmek bilmeyen belki gereksiz bir umut…

Bir şey yoktu ortada aylardır bulmaya çalışıyordu ama yoktu işte, nasıl bir anlam yüksele cümle düşüklüğü oluyordu ve bir anlatım bozukluğu oluşuyordu bu ayrılık halinde…

Üzüldü, baktı, kızdı, surat astı, yemek yemedi, kimseye bakmadı kime baksa onu aldatmış saydı kendini, dostları “geçer” dedi kimileri hiçbir doktorun reçeteye yazmadığı ve tıp okunmadan bilinen tek ilacı tavsiye ettiler “zaman” dediler…

Bazı boş vermiş zihniyetliler ki aslında hayatta bu insanlar bazı konulardaki boşvermişlikleri ile daha bir gamsız ve mutlu bir hayat sürebiliyorlar…

“Daha neleri çıkar karşına üzüldüğün şeye bak” şeklinde içi boş laflar ettiler…

Avunmadı…

Sessiz kaldı uzun süre ki hala pek laf etmiyor konu ile alakalı…

İçinde bu sıkça benzetmeli “yangını” kimselere üfletmiyor…

Tek başına eliyle yelliyor ki, zaman içinde sıkça elide yanıyor…

Ama itfaiyecileri çağırmıyor yine de, çağırmaya da pek niyeti yok hatta üç beş haneleri tüm acil telefonları unutmuş…

Acil bir sevdayı küllesin ve unuttursun diye yeni bir sevdayı en acilinden istemedi…

İstemiyor…

Yaptığı şey emekli bir insan gibi sadece bekliyor geçer dediler oda kendi içinde belki döner diyor…

Bu iki halle alakalı olarak bekliyor…

Zaman içinde anlaşılacağını ümit ediyor…

Kalemini gördü geçen gün hayatında ilk kez birine kalem hediye etmiş ilk kez birinden kalem hediye almıştı.

Hediye ettiği kalem tükenmezdi tükenmedi…

Aldığı kalem ise uçlu…

Sık kırıldı ucu hatta bazılarını hediye eden, bizzat bilerek kırdı yazılmasın diye…

Bitirdi ucunu…

Hediye etse bile bitirdi ucu durmadan kırdı, bazen eliyle bazen masaya bastırarak…

Vücuduna bazı zamanlarda bir takım titremeler geldi. Ürktü hatta korktu biraz ama yapabileceği bir şey yoktu geçmesini bekledi bu titreme halinin…

Kalemini saklıyor mu bilmiyorum ama o hala saklıyor hediye olarak verilen kalemi. Resminin olduğu çantada saklıyor. Son geldiğinde elinde olan çantada…

İçine hüzün ve ayrılık doldurup geri gönderdiği çantada…

Artık anlamsızlaşıyor bazı duygular bazı işaretler kapamış gibi yürek yolunu trafik ihlali de olsa geçmek istiyor ki sıkça kazalar geçiyor…

Yaralar alıyor…

Ve bereler…

Sonra kafasındaki bereyi hatırlıyor, boynundaki siyah atkıyı çıkarıyor eliyle sıkça düzeltiyor…

En iyi kendini anlatıyor…

Atkıyı tutup burnuna götürüyor…

Sonra silik bir koku geliyor burnuna çözemiyor…

Canı sıkılıyor…

Şarkılarını duyuyorum ara sıra

“Kıyamam sana” çalıyor…

Kendi beynindeki orkestrayla…

Ama bir kıyım bu, koca bir duygu kıyımı, “geçer” diyenlere kızıyor yakın bulduklarına sitem ediyor “hala geçmedi ne zaman geçecek” diyerek kısa bir zamanda geçmesi için dualar ediyor…

Sıkça burnu sızlıyor…

Kocaman burnu…

“Kılıksız”

Bak yine engebeli bir yutkunma geçirdi…

Yine geçti boğazından bir engebenin üzerinden atlayarak…

Korkuyor biraz da, ya bir gün o engebe büyür de yutkunamazsa…?

Fatma Onur’dan bir şiir ile bitirelim…

Kıyamam
Sana

Sen ağlama, ben
olurum üzülen,
sevgi dolu bakışından
ezilen
gözlerinden yağmur gibi
süzülen
tek bir damla gözyaşına
kıyamam

Her gecen gün sana
özlem duyarım
Ben askını ibadetim
sayarım
Suni bilki Hayatıma
kıyarım
tek bir damla gözyaşına
kıyamam

Git diyorsan
Hayatımdan, giderim
Uymuş derim,alim yazım
kaderim
İnan sana bin kez yemin
ederimki
Tek bir damla gözyaşına
kıyamam


Temirağa Demir
temiraga@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,809,809,809,809,809,809,809,809,809,80
5 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Servet Yaylı

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 7.478 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


Deniz kıyısında bir çocuk olmak

Bir çocuk olmak,
Deniz kıyısında, yalın ayak,
Tuz kokusunu ruhunda duymak,
Dalgalarla kol kola olmak,
Işıklı bir limanda gemilere selam durmak,
Martıların kanatlarında, özgürlüğü yakalamak,
Deniz kıyısında bir çocuk olmak,
Katıksız, hem de yalın ayak.
Yıldızları kaydırmak,
Lacivert bulutlardan sıyrılmak,
Güneşe sevgi duymak,
Balıklarla dost olmak,
Deniz kıyısında bir çocuk olmak…

Neslihan Güzel

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Üstü kaval, altı...

Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Teknolojik ürünlerle ilgili fiyat araştırmalar yapmayı sevenlerden misiniz? Hani bazen teknosa ve benzeri mağazalara girip, herhangi bir ihtiyacınız olmadığı halde şöyle bir dolaşıp, insert'ü de elinizi alıp hımmm! diyenlerdenmisiniz? http://www.4indirim.com/ kısayoluna girip, abone olarak, günlük dört doz seviyesinde ürün ve fiyat bilgisini e-posta adresinize gönderilmesini sağlayabilirsiniz. Her sabah mesaiye başlamadan önce iyi hımmm'lamalar.

Bu da günlük fallarınızı okuyabileceğiniz ve abone olduğunuzda güncel bilgileri size gönderen bir fal sitesi. http://www.muneccim.com/ Tabiki sadece yıldız falı değil karakter tahlilleri, rüya yorumları, renk uyumları ve bir çok manevi destek malzemelerine bu web sayfasında bulabilirsiniz.

Günlük uygulamalarla ilgili bir diğer çalışma ise günlük haberler http://www.internethaber.com/ web sayfasında günlük derleme haberleri ve yorumları bulabilirsiniz. Belki birebir günlük gazete okumanın zevkini vermeyecektir ama yine de her türlü haberi aynı anda ve hızlı şekilde bulabilmeniz için uygun bir web sayfası.

Günlük bir çok şeyi takip ederken televizyonları takip etmemek olur mu? Tabi ki olmaz. http://www.tv7.gen.tr/ Bu web sayfasında ise tüm televizyonların yayın akışlarıyla ilgili detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz. Diziler, filmler gibi konu başlıklarını bulunması ve benzer programların bir arada takip edilebiliyor olması büyük avantaj.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20061129.asp
ISSN: 1303-8923
29 Kasım 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com