Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.099

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 30 Kasım 2006 - Fincanın İçindekiler


 


 Editör'den : Teşekkürler Sayın Valim!..

Merhabalar,

Dün akşam İstanbul'lular Papa'nın epeyce kulağını çınlattılar. Arada çınlatmakla kalmayıp tepeden aşağıya sıvayanlar da olmuştur mutlaka haklı olarak. Belli ki valilik bunun kararını çok önceden vermiş ama ne yazık ki o saatlerde işinden evine dönen İstanbul'luları "bizden nasılsa" diyerek umursamamış, önceden haber vermeyi düşünmemiş. Eh buna alışkın olmadığımızı kimse söyleyemez değil mi? Şu şehirde insanı ne sürprizler bekliyor tahmin etmek için değil falcı medyum olmak bile kafi gelmez. Mesela bir gün geliyor, on yıl evvel yüzlerce bin dolar ödeyip satın aldığınız villaların tapularını kaybedebileceğinizi öğrenebiliyorsunuz. Bakanından albayına pek çok suçlu var anlaşılan ama ya o güzelim ormanların yok edildiğini bile bile ev sahibi olanların hiç mi günahı yok? Var elbet ama devede kıldan ibaret. Eh benim de yeterli param olsaydı Acarkent'te bir ev sahibi olmak isterdim, ne pahasına olduğunu ise ancak 10 yıl sonra anlayabilirdim. Keşke zamanında, insan gibi yaşamın yolunu doğayı katletmekle kesiştirmeseydik, kesiştirmeselerdi.

Bir önemli konu da AB'nin, limanların açılmasına vabeste, görüşmeleri askıya alacağını açıklamasıydı dün. Tayyip Bey de sağolsun beylik lafları edip kendilerine kendince cevabı verdi. Fakat asıl komik olan koskoca AB'nin bir küçük ada devletin başının 2 dudağına bakıyor olması. Yunanistan dahil pekçok AB üyesinin illallah dediği ama parmağını kıpırdatıp kulağını çekemediği bir adam şu Kıbrıs Rum'unun başı Papadopulos. Helal olsun adama, başta Blair bütün AB üyesi başkanları sustalı maymuna çevirmeyi becerdi. Ne diyelim darısı başımıza.

Bugün radyoda Doğan Canku'yu dinledim o muhteşem gitarı eşliğinde. Özlemişim. Bugün sizin için de bir Doğan Canku şarkısı hazırladım. Gelin şimdi meşhur Ayrılık'ı en iyi yorumlayanlardan birinden dinleyelim. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur





Yukarı

 

Gülcan Talay

 Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay


   Mutluluk Sokağındaki Kız -3-

III. Bölüm

- Eee, nasıl geçti ilk görüşme bakalım.
- Emin değilim, fazla kalmadı biliyorsun… Benden hoşlanmadı mı dersin?
- Zannetmem… İşim var demiş ya.
- Bir bahane gösterecek tabi. Ne deseydi?
- Dur hemen umutsuzluğa düşme. Bekle biraz, nasılsa söyleyecek?

Aylin yol boyu içine düşen garip hisle yürüdü. Serap yanına gelip dürtmese belki arkadaşını fark etmeden öyle dalgın devam edecekti. Serap ile liseden beri arkadaşlardı… Bu yüzden Serap yüzündeki her çizgiyi ezbere bilirdi. Düşünceli hali gözden kaçacak gibi değildi zaten. Serap çilli ve beyaz yüzüne kocaman bir gülümseme yerleştirdi.

- Nedir kızım bu halin? Kötü müydü görüşme?
- Yok, kötü değildi.
- Peki, böyle dalgın ve düşünceli halin ne için?
- Tam emi değilim ama Levent sağır galiba.
- Nasıl böyle bir fikre kapıldın ki? Duymuyor mu seni?
- Yok, aslında hemen cevap veriyor… Anlayamadığımda o zaten. Ama kulağında işitme cihazı gibi bir şey vardı. Babam da kullanırdı ama bu ona pek benzemiyor.
- Yeni modellerdendir. Belki az bir duyma eksikliği vardır ve bu aletle eksikliği kapanıyordur.
- Belki… Ama garip bir his var içimde. İlk gördüğümde sımsıcaktı ve gözlerimin içine içine bakıyordu. Bugün ise o kadar uzak bakıyordu ki, anlam veremedim. Sanırım benden hoşlanmadı.
- Delisin sen. Seni beğenmeyecek erkek var mı?
- Olabiliyor işte.
- Bence heyecandan bakamamıştır. Seni aradığında ne kadar yanlış düşündüğünü anlarsın. Hadi asma artık suratını da mağazaya girelim. Hem sana geçende gördüğüm o sırtı açık elbiseyi göstereceğim.

Aylin' in az da olsa keyfi yerine gelmişti. Belki arkadaşının da dediği gibi sadece kuruntu yapıyordu. Gerçekten sevilmek istiyor muydu, ondan bile emin değildi. Tamer aklına geldiğinde aklına yüzü limon yemiş gibi oldu. Sonra Serap' ın neşesine daldı gitti düşünceleri.

- Geldi mi eve?
- Yok henüz görmedim. Kızları bilmez misin? Bir mağaza girdiler mi orada yatılı kalacaklar sanırsın, saatlerce çıkmazlar. Ben Ayten' i dışarı sürükleyerek çıkartırdım neredeyse.
- Sahi hiç sesi çıkmıyor artık. Görüşmüyor musunuz?
- Sıkıldım oğlum. Seviyorum ama boğuyor beni. Nerdeydin, kimleydin, niye aramadın derken, sorularının ardı arkası kesilmiyor. Güvenmiyor da bana. Bir ara evlenmeyi bile düşündüm… Sonra kendi kendime deli misin, bu kızla bir ömür geçer mi dedim. Geçenlerde de bu güven konusunu aşamayacaksak ayrılalım dedim. Bilmiyorum az görüşüyoruz artık. O da rahat bırakmaya başladı beni.
- Her şeye rağmen iyi kızdır Ayten. Herkesin eksikleri vardır. Zamanla düzeltir belki.
- İnşallah… Olduğu kadar artık. Tamam gördüm. Yanında arkadaşı da var. Şu bahsettiği kız olmalı.
- Nasıl keyifli mi?
- Gülüşüyorlardı, şimdi içeri girdiler.
Levent hemen aramak istedi. İlk tavrını çok merak ediyordu. Bu şekilde hoşlanıp hoşlanmadığını anlayabileceğini düşündü. Metin telefon etmesine izin vermedi. Birkaç saat sonra araması için arkadaşını ikna etti. Levent için iki saat evin içinde dört dönerek geçmek bilmedi bir türlü.

Serap Aylin' e bahsettiği yeşil sırtı açık elbiseyi zorla aldırmıştı. Aylin elbiseyi denemek için yatak odasına giderken, Serap da mutfağa kahve yapmaya gitti. Lavabonun üzerindeki dolaptan iki fincan indirdi. Fincanın içinde haplar buldu, sinirle mutfaktan çıktı.

- Bunlar ne Aylin? Hala kullanıyor musun? Bana söz vermiştin.
- Düşündüğün gibi değil… Onlar arı kesici gerçekten. Ben hepsini çöpe attım. Hem Tamer ile de görüşmüyorum artık.
- Bana yalan söylemiyorsun değil mi?
- Senden bugüne kadar hiçbir şey saklamadığımı biliyorsun. Kurtulmak için onca çaba harcamışken yeniden başlayacağımı nasıl düşünürsün?
- Özür dilerim. Ben birden öyle görünce korktum Aylin, inan çok korktum.

İki arkadaş ağlayarak birbirine sarıldı. Serap en zor günlerinde en büyük desteği olmuştu Aylin' in. Hele ki İstanbul gibi koca bir şehirde gerçekten güvendiği dostları olmasa nasıl yalnız yaşardı. Anne ve babasını kaybedeli koca bir ömür geçmişti sanki. Aslında dört sene olmuştu onlar öleli. Babası kalp krizi sonucu ölmüştü. Zavallı annesi de dayanamamıştı eşinin yokluğuna. Babası öleli iki ay geçmemişti ki annesini de kaybetti. Serap o günden sonra en yakın arkadaşı olmuştu. Lisedeyken hiç anlaşamazlardı aslında. Hatta birbirlerine gıcık oldukları olurdu. Biri kantine girdiğinde diğeri hastalık tehdidi varmışçasına kalkar giderdi. Sonra nasıl bu kadar iyi arkadaş olabildiklerine zaman zaman kendileri de şaşmıyor değildi.

Serap kahveleri sehpaya koyduğunda Aylin de üzerindeki elbiseyle salona girdi. O sırada telefon çaldı.

- Efendim.
- Ne haber güzelim. Beni özledin mi?
- Beni bir daha arama Tamer. Bak çok kötü olacak sonucu.
- Sen bacak kadar boyunla beni mi tehdit ediyorsun?
- Domuz…

Aylin sinirli ve ağlayarak telefonu kapadı. Serap koltuğa oturtup teselli ederken, sırtını okşuyordu. Bir yandan da arkadaşına nasıl yardımcı olabileceğini düşünüyordu.

Devam edecek…

Gülcan Talay


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 KAHVE-TUR : Cem Polatoğlu


SEKSEK TURiZMi

Tur şirketine sorun; Seksek Turizmi yapıyor musunuz? Cevap: ASLA!

Güzel. Şimdi tur şirketine bu soruyu şöyle sorun; Bayii Promosyon Gezisi düzenliyor musunuz? EVET! Hemde kralını...

Senede yaklaşık 200.000 “er-kişi” bu tür geziler için yurtdışına çıkıyor.

İlaç şirketlerinden boyacılara, tutucu bilinen şirketlerden merdiven altı imalatçılara kadar yüzlerce şirket ürünlerini sattırmak için Bayii Promosyon Gezisi düzenliyor.

Ve bu geziler için yüz milyonlarca dolar harcanıyor.

1990 larda başlayan bu furyada; SOCHi, YALTA, KiEV, MOLDOVA, MiNSK, PATTAYA, ROMANYA, DNiPROPETROVSK (buyrun okuyun) henüz daha gündemde değil iken, PRAG, BUDAPEŞTE ve hatta ROMA Promosyon gezilerine ev sahipliği yapardı.

Yıl 1991, bir Bayii Promosyon Gezisi için ROMA’dayız. Anadoludan tüm bayiiler turda. Bu tür gezilere rehberlik yapmak konusunda biz de henüz “civciv” sayılırız. 3 gün Roma, Pompei gezildi, müzeler tek tek turlandı. Kültürün dibine vuruldu, alışveriş faslı halloldu. Son gece, Gala ardından “her Türkün yemekten sonra aklına ilk gelen” bayiilerin de aklına geldi. Öncü bir-ikisi ıkına sıkına yanaşıp; Yaa Cem gardaş, iyi yedik, içtik, gezdik de.. hani diyom... Vaarmıdır yani? “Via VENETO” çıktı ağzımdan. Gençliğimizde görmüştük. Geceleri bazı “pretty women”lar (özel bir kadın) bu caddede kol gezer. Yazdım kağıda, verdim adresi.. Yoo kardaş, sen götürecen bizi oraya, biz dil, yol, yordam bilmeyiz. Rehberimiz sensin.. İyi de kardeşim bizim işimiz bu değil ki... Hele gözünün yağını yiyim, kurban olam. Gel hele bizimle. İyi dedim, hadi bu sefer öyle olsun. Çıktık iki abiyle restauranttan, dışarıda, taksi bekliyoruz. Arkamda bir uğultu. Aaaa bir döneyim ki en az 60 kişi ensemde.. Bu sefer ben dellendim. Hooop usta. Bu ne yaa. Fabrika ziyaretine mi gidiyoz? Kalabalıkta 2. rehberi de gördüm. İbo..Ne iş? Cevap: Abi, aynı iş... İyi bari, taksiye gerek yok. Kendi transfer otobüslerimizi de aldık. Rota “Via VENETO” Çıktık yola. 2 otobüs ve 60 kişi. Döküldük gecenin bir yarısı 60 kişi caddeye. Hatun kişiler üşüştü tabi etrafımıza. Kime ne laf yetiştireceksin? Tüccar ya hepsi. Dediler “Toplu Alım yapalım. Hem vakitten hem nakitten kazanırız”. Mantıklı.. Geçmiş zaman, raic 150 ise ağalar “50 yi kabul eden otobüse binsin” dedi. Bize de tercüme etmek kaldı. Kadınların kimisi terslenip gitti, kimisi atladı otobüse. Daha otelde başımıza bela var. Nasıl sokacağız bunları otele? Roma’nın ortasında “Mobil Türkan” gibi dolaşacak halimiz de yok. Neyse, bindik otobüslere, çıktık yola. 5 dakika geçmedi. Arkalardan bir ses. Bu Erkek lan. Upps!!? Derken bir diğeri; Aha bu da erkek çıktı... ve netekim tüm otobüs... Bağırış çağırış, sille tokat. Çektik sağa otobüsü. Kadınlar (pardon adamlar-sonradan öğrendik ağırlıklı Brezilya kökenlilermiş) “paramızı almadan inmeyiz” diye tutturdular. Bizim ağalarda ise “steee len bu yaşdan soona.. tööbe tööbe” durumları. Karakolluk mu olcaz elin Roma’sında. Sonuç mu? Acı...

Ama artık yukarıda saydığım yeni ve işlem-kolay destinasyonlar var. Bayii, promosyon grupları’nın profilleri bile değişti. Bayiiler tura dahil olan „Şehir gezisini“ dahi yapmak istemiyorlar. Bir an önce “iş” lerine bakmak istiyorlar. Gidilen ülkenin sadece „Havaalanı, Otelin restaurant'ı ve odası görülecek yerler arasındadır“. Yarı vaktiniz pazarlıklar ve aracı-buluculuklarla diğer yarısı anlaşmazlıkların çözümü ile geçer. Beraber olduğu kadınlar birdaha kendi arkadaş grubundan kimseyle beraber olmasın diye parasını verip 3 gün 3 ayrı kadını kahvaltıya, yemeğe dahi çıkartmadan odaya kapatanlara mı rastlarsın, „seferiyiz, bize yazmaz“ diyenlere mi? Gerçi Türk gruplar gide-gele tüm kadınlar Türkçe öğrendiler ya. Yine de en komik durum bazen tercümanlık yapmanızı istediklerinde ortaya çıkar. Karılarına söyle(ye)medikleri en romantik cümleleri elin fahişesine tercüme etmenizi isterler. Bahşiş niyetine “kadın” yolladıkları bile olur. (yan masadan Necati Bey gönderdiler!!!). Bunun bahtsız bir örneği yine ilk defa gittiğim MOLDOVA turumda yaşandı. Türkiye’de ki en büyük tek taş pırlanta yüzüğü serçe parmağında taşımaktan gurur duyan bir bayii, beni daha gidiş uçağında „kanka“ belledi. Henüz ilk akşam yemeğinde de „hediyesini“ yolladı. O sıralar taze evli olan bendeniz hediyeyi reddedince bu sefer bir başkasını yolladı. Tabi diğer akşamlar da. (hediyeyi reddetmenin yanlış anlaşılmasından da korkuyorum ayrı..)

3. gecenin sonunda dönüş uçağı sabah saat 08:00. Otel „NATIONAL“ ise havaalanına çok yakın. Bu nedenle uyandırma sabah 06:00’da. Ancak o zamanlarda bu otelde, odalarda telefon yok. Kat görevlisi güm-güm kapıyı vurur, uyanamadın çat-kapı içeri girer ve sizi (müşteriyi) uyandırırdı.

IT IS S.E.X TIME

Ben her gece olduğu gibi sabaha kadar „Kapı Trafiği“ ni yönettim. Kapı Trafiği = Single (Tek) kalınan oteldeki malum DBL (iki kişi) farkının resepsiyonda yarattığı tatsızlıkları önlemek. Yarıbaygın vaziyette sabaha karşı kafamı yastığa koydum. Birinin ayaklarımı dürtmesiyle korku ve panikle uyandım. Karşımda 22mt boyunda, bir o kadar da eninde izbandut gibi bir kadın. Bana“IT IS S.E.X TIME.. S.E.X S.E.X“ deyip duruyor. Eliyle de „hadi“ işareti yapıyor. Anneeeee ! NOOOOOOO! PLEASE NOOOOO! diye haykırarak yorganı yarıçıplak vucuduma sardım. Kaçıp kendimi banyoya attım ve kapıyı kilitledim. Dedim herhalde bizim „ağa“ güzel kadınları reddedince beni fantazi arıyor zannetti. Evire çevirer döver be beni bu teyze. Neyse; Kadının gitmesiyle birlikte giyinip aşağıya indim. Sonradan öğrendim ki meğer gelen kadın „bizim ağa“ nın yolladığı hediye kadın değil, uyandırmak için gelen kat görevlisiymiş ve bana sadece „IT IS SIX. TIME IS SIX OCLOCK SIX“ falan demek istemiş.“

YEŞiL TAXi

Yine 90’ların başları. „X“ şirketinin patronları da gezideler. Bayiilerle yüz-göz olmak istemediler. Cem, dediler, Akşam herkes dağılsın bizi ayrı biryere götür. Eyvallah. Çıktık otelden, 3 kişiyiz. Taksi yok. Yürüyelim dedik, yolda rastlarız belki. Rastladık. Arkası açık, haki renk bir Jeep. Asker yani. Henüz kapalı sistemden tam çıkmamışlar. Asker demek tanrı demek. İterek dayadılar bizi arabaya. Kafamızda silahlar. Pasaportları çıkardık. Anlamıyoruz ne diyorlar. Kendimizce anlatıyoruz. Biz looking taxi, go go Disko.. Dans.. cık. İngilizce bileni yok. Aldılar bizi arabanın arkasına. Eller tetikte. Gidiyoruz meçhule. Girdik bir ormana... Eyvaahh. Şimdi mıçtık. Maaşın 10-15 dolar olduğu memlekette cepteki yüzlükler bir servet ama daha hayatımızın baharında ormanda kurda kuşa cesedimizi yedirtmek istemiyoruz. Cüzdanı uzatıyoruz. Askerde tık yok. Bitmedi yol. Bari bir mezarımız olsaydı. Bende henüz çoluk çocuk hanım yok ama patronlar başladı ağlamaya. Meğer ne çok severlermiş karılarını.! Eh yalan yok. Bende koyverdim gitti. Belki 15 dk’lık yol ama bebekliğimi bile anımsadım. O ne? ileride bir ışık.. Hatta bir müzik sesi.. Gitikçe yaklaşıyoruz sese ve ışığa. Disco’ya 50m kala durduk. Namlunun ucuyla işaret etti asker. İnin aşağı... Komutan da indi. Ve.. ilk ingilizce kelimeyi duyduk ağzından. „money“.. Allaaahh. Öpiim!. Al şu 20’liği. Çok sevindi. Bi 20’lik daha çıkardım. Elimde tutarak. Saatimin 2 saat sonra geleceği yeri gösterdim. „Come here. After 2 hours. This is yours“ (iki saat sonra gel, bu yirmilikte senin) diyerek elimdeki diğer yirmiliği işaret ettim. Koşarak girdik diskoya... Ama sevgili patronlar yeşil renkli açıkhava taksisinden pek hoşlanmadıkları için bir saat sonra normal bir taksi ile otelimize döndük.

DiLiMi KULLANACAĞIM

Sochi, Yalta, Moldova, Moskova, Kiev, Minsk "eğitim !" turlarımız arttı. Rusca bilen eleman lazım. Rus Filolojisini yeni bitirmiş bir kızcağızı işe aldık. Ama ikide bir gelip soruyor; Bu grupla ben gidebilirmiyim? - Yok kızım- Olmaz!.. 2 Gün sonra tekrar...

- "N'olur bu gruba ben rehber çıkabilirmiyim? Hayır.. Tekrar-Tekrar ve Tekrar.. "Ya N'olur yaaa-Ben gidiiim Cem bey, N'olur"

- Ya, Kızım N'apcan sen orda onca erkeğin arasında?

- Dilimi kullanacağım.!

- !!!

SEKSEK BORSASI

Borsa deyince aklınıza ne gelir? IMKB, NASDAQ, Dow Jones? Yada Tahıl, Altın borsası falan mı? Ama bu işin de bir borsası vardır. Bu tip yerlerdeki oteller genelde 500-1000 odalıdır. “Taze kuvvetler” otele girdiğinde borsa 100’lüklerle açılır. 2. günden itibaren arz-talep dengesi değişir. 50’lik hatta 3. gün 20’lik ler alış-veriş’te yeterlidir. Yeterki bu arada başka bir “taze kuvvet” grubu gelmesin otele. Derhal borsa 100’lüklere döner. Ya da çürük mallara kalırsın. Peki ya aleni olarak ne yapıldığı belli olan bu yerlere gidenlerin hanımları “olaya” taş koymuyorlar mı artık.? Evet... Ama demokraside çareler tükenmez. Ağırlık Rus vizesi ile gidilen bu yerlere seyahat acenteleri feyk (sahte) bir “ağır kültürel program” hazırlar ve her bayiiye dosya içinde yollar. Program şöyledir. 1.gün kapsamlı bir şehir turu, 2. gün “X” müzesi gezisi, 3. gün sabahtan-akşama “seminer”...

Bi BiZ KAYAMADIK !

Bazen de münferiten (kendi başlarına) bu tür turlara katılmak isteyip de rotayı şaşıranlar karşımıza çıkmıyor değil. Bahsetmiştim daha önce...Hiç unutmam. Kış ayları ve Bayram. Romanya’da Poiana Braşov’a kayak turu yapıyoruz. Kayakçıların çok iyi bildiği, bölgenin o zaman ki en büyük, en iyi otelini kapatmışız. İsmi “Ciucaş” okunuşu “Çukaş”. Neyse; Gazete ilanı pahalı, yer kısıtlı. İlanı aynen şöyle hazırladık: KAYAK - ROMANYA – P.BRAŞOV – ÇUKAŞ OTELİ altına da not ekledik “bilen bilir…” üç noktası da var hani. Fiyat iyi. 3 Uçak doldurduk. 1., 2. gece geçti, 3. gece akşam yemeğinde Rehberimiz beni arkadaki masalardan birinden çağırdıklarını söyledi. Gittim. 8-10 kişilik bir erkek grubu. Buyurun?: “Gurban; Sen bu şirketin sahibi misin?” Evet. “Bah şincik, biz aha kaç gündür buradayık, hala bi tıh yok” Nassı yani? “E ilanda demişsin işte Romanya, Şov, Ç..küş oteli altına da yazmışsın “bilen bilir...” diyerekten. Daha ne ossun oğlum? E amca ama bu bir Kayak Turu. E biz ne dedik..? Haa? “Ne diyon sen yaa, Kayak-Mayak hak getire… biz gayamadıh bi türlü”

Sevgilerimle

Cem Polatoğlu


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
6 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

Neslihan Güzel

 Kahveci : Neslihan Güzel


  ÖYKÜ GÜNÜ

Bu hafta sonu Ansan'ın öykü günü vardı. Bende çantamı koluma takıp, Ansan'ın yolunu tuttum. Bugünün konuğuysa, Tarık Dursun K'ydı.

Tarık Dursun KDar bir kapıdan geçtikten sonra, heykeller karşılıyor sizi Ansan'da. Ardından yeşiller içinde bir bahçede buluveriyorsunuz kendinizi.

Etrafa bir baktım, Tarık Dursun K gözükmüyordu, anlaşılan ben erken gelmiştim. Kendime ortalarda bir masa seçtim ve oturdum. Her taraf cıvıl cıvıldı. Bahardan kalma bir gün yaşıyordu Antalya.
Zaman geçtikçe insanlar, masaların etrafında doluşmaya başladı. Gelenlerin yüzünde ise hep bir gülümse vardı. Yalnız dikkatimi çeken şeylerden biri, gelenlerden çoğunun orta yaşlı olmasıydı. Yirmili yaşlarda birilerini aradı gözlerim, ama ne mümkün, bu yaşlarda kimseyi göremedim.

Sonra ardımdan birilerinin geldiğini gördüm, üç kişilik bir grup, dikkatli bakınca gri ceketli olanın Tarık Dursun K olduğunu fark ettim. Tek tek masaları dolaşıp gelenlerle tokalaştı. Sonrada benim masamın karşısına oturdu. Esmer tenli, uzun boylu, kıvrak konuşan, gözlüklü bir beydi Tarık Dursun K. Konuşmalarını ise el hareketleri ile süslüyor, yaptığı esprilerle ortalığı kırıp geçiriyordu.

Derken saat dört oldu, herkes birer birer salona girmeye başladı. Bense en arkadaki bir yere oturdum, elimde ise fotoğraf makinem.

Celal Hafifbilek açılış konuşmasını yaptı, eski bir dost olduklarından, ortak geçmişlerinden bahsetti, ardından da eserlerinden.

Kimdir Tarık Dursun K? Sinemacı, rejisör, gazeteci, yazar. 1961 dil kurumu,
1967 "Yabanın Adamları" Sait Faik
1984 "Kurşun Ata Ata Biter" Orhan Kemal,
1987 "Ağaçlar gibi ayakta" Yunus Nadi ödülü ve ……

Kısa bir açıklamanın ardından, klasik sorularla sohbet devam etti. Nasıl yazmaya başladınız? kimlerden etkilendiniz? öykü nasıl yazılmalı?…

Yazar daha ortaokul sıralarında yazmaya başlamış, ondaki cevheri, edebiyat öğretmeni keşfetmiş. Yazdığı bir kompozisyonu çok beğenmiş ve "sen yazar olacaksın" demiş. İşte ondan sonra başlamış yazma serüveni Tarık Dursun K'ın.

Sonra edebiyat üstüne uzun bir sohbet başladı, öykü nedir? Nasıl yazılır?

"Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır" dedi yazar. Sonrada kül tablası örneğini verdi. "Herkes kül tablasını anlatır, fakat farklı anlatır." İlginç geldi bu söz bana. Aslında herkes bakar, kimi karasını görür, kimi akını. Bakmak değil, görmek önemlidir yani.

Kül tablası da çok ilginç bir örnekti, hiç kül tablasını yazmak, kurgulamak, aklıma gelmemişti bunca zaman. Kim bilir ne sohbetlere kulak misafiri olmuş, kaç kişi onu sıcaklığı ile yakmış, kaç farklı tada tanık olmuştur? Titiz biriyse eğer sahibi, bir günde kaç kere yıkamıştır onu sıcak suyla...

Sonra öykü yazmanın detayları anlatıldı ve en önemlisi okumanın önemi. Okumadan yazılamayacağı tekrar tekrar vurgulandı.
Bu arada Sait Faik'te, 100 doğum yıl dönümünde anıldı.
Son olaraksa çocuk edebiyatı üzerinde konuşuldu, Tarık Dursun K, çocuk öykülerine nasıl başladığını anlattı. Milliyette genel yayın yönetmeni iken, masallar, tekerlemeler, yazmaya başlamış ve çocuk edebiyatına da böylece adımını atmış.

Söyleşinin sonunda, ülkemizdeki çocuk edebiyatının eksikliği vurgulandı. Zaten benim de her zaman içimde bir yaradır bu. Neden küçücük çocuklara Heidi, Pollyanna okuturuz ki? Çocuklar Türkçeyi tam olarak kavramamışken, neden başka başka isimler öğretiriz? Ne okuyabiliyorlar bunları, ne de yazabiliyorlar. Bu da bizim çocuk edebiyatında ne kadar ham olduğumuzu. Kendimizi, kendi çocukluğumuzu anlatan öykülerin kıtlığını gösteriyor.

Konuşmasının bitimin de söylemiş olduğu şu söz, aklımda kaldı Tarık Dursun K'ın: "Her insanın içinde ikinci bir insan vardır, o da çocuktur. İşte onun için masal yazar insan"

"Sizde içinizdeki çocuğu büyütmeyin, masallar yazın ona!"

Neslihan Güzel
www.neslihanca.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Kahveci : Şadıman Şenbalkan


UMUTLA UMUTSUZLUĞUN DANSI

“Umuda tutunmayan, umutla yaşama sarılmayan insan var mı şu yeryüzünde?” diye sorar insan bazen kendine.

Çünkü umut, gelecektir ve gelecekte kendimize biçtiğimiz olması en iyi en güzel muhtemellerimizdir.

Umutla umutsuzluk köprüleri arasında kalan insanın hali-yet-i ruhûyesi acabalarla savaşır dururken, umarsız bir duygu saplanır gönüllere.

Acabalar insanı kemiren bir duyguyla gelir kurulur insanın her bir iliğinde gezinir adete. Arzu ve isteklerin olumlu ve olumsuz tüm olasılıkları, insanı sarsar ve karma- karışık bir ruh halinde; umutsuzluk esir alır, umut ve umutsuzluğun bileşkesinin kesiştiği o ince çizgideki insanı. Umut ve umusuzluğun insana özgü insanca beklentisinde gene insanca duygulardır, o bekleyiş sancısında.

Yer ve saat umuttan yanaysa mesele zaten çözülmüştür, ve umut üzerine düşen görevi tamamlamıştır zaten.

Fakat, umut yerini umutsuzluğa terk ettiği zamanlarda insan, insanca duygularla duygusallığın yoğun duygularında teslim olur umutsuzluğa.

Gün güneşli olsa bile o güneş, aydınlatmaz kararmaya yüz tutmuş bulutlrımızı insanın içini. Kasvet yapışmıştır yakasına bir kez. Geceye teslim olan günden arta kalan sadece gecedir ve gece daha bir vurucudur, umudunu yetirmiş insana. Umutları un ufak olmuş insan, “kedi” gibi yatağa yastığa sokulur, hatta sığınır çok zaman. Bazen de teslim eder kendini şansa ve kadere.

Ruh hali umutsuzlukla sarmalanmış olanlar “uhdeler ile ukdeler” sevişir...

Velhasıl beter bir hüzün yakasındadır insanın, ve boğazına bir yumruk saplanmıştır, gene o umut beklentisini bitiren insanın. Zira, umutsuzluğun ona biçtiği ona uyması zor olan o biçilmiş gelecekte, yer bulamaz kendine umutsuzluğa gark olmuş o insan.

Bu ruh halindeki insanın “nevri” döner, ve bir hıçkırık yüreğinde akar, kara yaslarda buldurur kendini, umusuzluğun rengindedir çünkü o.

Bu umutsuzluk dehlizlerinde boğuşan insan, birden bire değişebilir, çok zaman. Bu değişimde ise, umudun insana yaktığı ateş vardır, ışık vardır, gülümseme vardır yenilenen umuttaki yılmaz sevgide ona eşlik eder.

Yaşamın yaşanası rengi; insanı kendine mi getirir bilinmez ama, bir çiçek filizlenir kurumaya yüz tutmuş otların arasında ve o çiçek, aylardan bahar ayında değildir zaman ama baharı anımsatır, kış güneşindeki bir sıcaklık, umuda gark olacak insana. Akan bir nehir veyahut denizin grileşen rengindeki giz veya gümbürdemeye hazırlanan yağmurun çaktığı şimşekteki o kıvılcım, bazen insana umudu hatırlatmaz mı? İşte o an, yaşadığının farkına varır insan ve yüreğindeki karanlığı terk edebilir doğanın ona “yaşam hep bahar değil ama, kış olmazsa, yağmur yağmazsa çiçek açmaz” dercesine gösterdiği yüzünde.

Terk duygusu dürter bu sefer insanı gene insanca çığlıklardaki umutta. Bize umudu anlatan, umut veren doğaya iş düşmüştür yeniden: V e doğa; hiçbir şeyin sürekli olmayacağını anımsatır insana; “tabiat ana”, insanı kucaklar, yapay olmayan, kendi gibi olan o en sevecen, o en acımasız ve de en vahşi ama en olması gereken duru haliyle.

Tabiat ana, volkana geçit veren dağlarında; lavlarına da “dur” dediği gibidir, depremde, su baskınlarında, şiddetli rüzgarlar da...”dur der tamamladığı görevinde.

Felâketlerin ardından yetirilenin farkına varan gene umuttur ve umut “süt liman" olmuş bir dinginlikte bekler insanı, insan için var olduğunu hatırlatarak, göz kırpar insana yaşama sevinciyle.

Şadıman Şenbalkan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı

 

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 

 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Fotoğraf : Servet Yaylı

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 7.563 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı

 

 Tadımlık Şiirler


İÇİMİZDEN BİRİ

Eli değnek tutar tutmaz
Çoban oldu.
Sardılar sırtına bazlamayı
On altı yıl güne verdi karnını
On altı yıl koyun güttü kavalsız.
İnsanlardan ağayı tanır
Adını bilmez sorarsan
Hayvanlardan karabaşı.
Günü yetti, bıyığı bitti
Okundu künyesi
Gitti davulsuz, zurnasız.

Rıfat Ilgaz

Yukarı

 

 Biraz Gülümseyin




Yukarı

 

 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı

 

Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Teknolojik ürünlerle ilgili fiyat araştırmalar yapmayı sevenlerden misiniz? Hani bazen teknosa ve benzeri mağazalara girip, herhangi bir ihtiyacınız olmadığı halde şöyle bir dolaşıp, insert'ü de elinizi alıp hımmm! diyenlerdenmisiniz? http://www.4indirim.com/ kısayoluna girip, abone olarak, günlük dört doz seviyesinde ürün ve fiyat bilgisini e-posta adresinize gönderilmesini sağlayabilirsiniz. Her sabah mesaiye başlamadan önce iyi hımmm'lamalar.

Bu da günlük fallarınızı okuyabileceğiniz ve abone olduğunuzda güncel bilgileri size gönderen bir fal sitesi. http://www.muneccim.com/ Tabiki sadece yıldız falı değil karakter tahlilleri, rüya yorumları, renk uyumları ve bir çok manevi destek malzemelerine bu web sayfasında bulabilirsiniz.

Günlük uygulamalarla ilgili bir diğer çalışma ise günlük haberler http://www.internethaber.com/ web sayfasında günlük derleme haberleri ve yorumları bulabilirsiniz. Belki birebir günlük gazete okumanın zevkini vermeyecektir ama yine de her türlü haberi aynı anda ve hızlı şekilde bulabilmeniz için uygun bir web sayfası.

Günlük bir çok şeyi takip ederken televizyonları takip etmemek olur mu? Tabi ki olmaz. http://www.tv7.gen.tr/ Bu web sayfasında ise tüm televizyonların yayın akışlarıyla ilgili detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz. Diziler, filmler gibi konu başlıklarını bulunması ve benzer programların bir arada takip edilebiliyor olması büyük avantaj.

Yukarı

 

 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı





Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20061130.asp
ISSN: 1303-8923
30 Kasım 2006 - ©2002/06-kmarsiv.com