|
|
|
15 Aralık 2006 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : "Büyüyünce apronda deve kesecek teyzesi!.." | Merhabalar,
Bir gün önce haberi okuduğumda gülsem mi ağlasam mı bilememiştim ama dün deveyi ve deve keseni görünce "Aha" dedim, olay budur, işte nur yüzlü kasap. Olay bizzat kendisi başlı başına bir kabare konusu. Resimde görülen zat benim hasbelkader okuldaşım. Hemen hemen aynı dönemlerde aynı sıralarda okumuşuz. Saç ve sakalına koleston bulaşmamışsa iyi de bakmış kendine maaşallah. Kendisi Türkiye'nin en zor okulunda okuyup mühendis çıkmış. Babası "Oğlum büyüyüp uçak mühendisi olacak amcası. Apronda deve kesecek teyzesi." demiş ise ne âlâ, yok dememiş ise belli ki şartlar kendisini zaman içinde ulvi sakallı bir başkan haline getirmiş. Türk Hava Yolları gibi memleketin belki de en teknik donanımına sahip kuruluşunun teknik başlığına kadar gelmiş. Rivayet odur ki, "Şu mendebur uçaklardan bir kurtulayım, Telli babaya 10 makara altın tel saracağım, Oruç babaya 2 yıl tekne orucu tutacağım, Sakatat babaya da bir deve keseceğim, inşallah." demiş. Sen kalk, sineklere bile yaka kartı sorulan aprona çeke çeke deveyi getir, yatır kes, çıkanları da ahaliye dağıt. Ortaklık kan gölü, ne o, sakallı mümin teknik başkanımızın adağı var. İşten atıldı atılmasına da, şimdi onun uçak altına yatsınlar diye işe aldığı kendi gibi sakallı bakım tayfası mutlaka iş başındadır. Liyakata göre onlar da, mesela "Allahım, bugün çok yoruldum, hidrolik pompası conta yakmış ama namaz vaktine denk geldi değiştiremedim. Hele hayırlısıyla gitsin gelsin uçak değiştiririz inşallah. Sağ salim dönerlerse Tavukçu Hayri babaya bir piliç adıyorum." dese ne olacak? O kadar da değil demeyin, hanginizin aklına apronda deve kesileceği gelirdi?
Bu adam aslında kendisi kurban farkında değil. Bu adam, iktidarı işgal eden koyun güdücülerin kurbanı. Çoban diyecektim de yanlış anlaşılırım diye demedim. Aslında kendilerine biçtikleri kaftanı benim giydirmemem abes ama neyse. "İki koyun güdemeyenler bile seçim istiyor." diyor başbakan, demek ki kendisi hababam koyunları güdüyor, yani bizleri. "Aç tavuk kendini buğday ambarında sanırmış. Size ne yahu?" diye devam ediyor. Aç tavuk dediği Cumhurbaşkanımız. "Hani siz yasalara sadıktınız? Hani siz Anayasa'ya sadıktınız? Ne oldu, şimdi niye sadakatinizi ayaklar altına alıyorsunuz?" diye de ekliyor. Belli ki artık dengesini yitirmeye başladı Tayyip Bey. "Nisan'da erken seçim yapılmalı" demek ne zamandan beri Anayasa'ya aykırı diye sormazlar mı adama? AKP'li milletvekilleri de Tayyip Bey'e sırt vermek için Cumhurbaşkanımızın tarafsızlığını yitirdiğini, alenen taraf olduğunu söylüyorlar. Yok paşam o iş öyle senin sandığın gibi değil. Sen onu muhalefetten taraf sanırsın ve aldanırsın. Evet o taraftır ama Laik Türkiye Cumhuriyeti'nden taraftır ve öyle de olmalıdır. Yürütmenin başı olarak rejimi savunma hakkını rejimden taraf olarak yerine getirmektedir. Hoş bu konular sizlere uzaktır, siz anlamazsınız. Ne diyelim, hayırlı işler!..
...
Dün bir vesile ile alışveriş merkezlerimizden birindeydim bir süre. Vaktin büyük bölümünü bir ünlü müzik mağazasında geçirdim. Son çıkan CD'leri dinledim, birkaç tane de aldım. Biri de Yaşar'ın son albümü "Sevda Sinemalarda". Yaşar'ın şarkıları bana hep iyi gelir. Akustik ve gerçek enstrümanlarla yapılan şarkıları vardır Yaşar'ın. Gitar gibi, davul davul gibi duyulur. Bu albümde de öyle olmuş. Birbirinden güzel şarkılardan birini sizler için seçtim. Albümün 13. şarkısı Şarkı Halinde Kal. Tamamını dinlemek için ya yandaki kapağa tıklayacaksınız ya da bir müzik markete gidip, korsanından değil, orjinalinden bedeli mukabili satın alacaksınız. Emeğe saygıda kusur etmemeyi mutlaka öğrenmemiz dileğiyle hepinize güzel bir hafta sonu diliyorum. Esenkalınız.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Önce İnsan : Cumhur Aydın Dondurmanız gaymak mı, algida mı? |
|
İsveç'in soğukluğunu, albenisine karşın otuz yıldır yalnızlığını yaşayan ancak bıkmadan sıcacık hep 'kendi türkülerini' söyleyen gazateci, yazar Gürhan Uçkan Ağabeyin cenazesini - çok sevdiği Ankara'sına getirilmek üzere- taşıyan tarifeli THY uçağının Pazar günü akşamüzeri Stockholm havaalanından tekerlekleri ayrılırken; Onun her yıl bu zamanda büyük telaş ve heyecanla izleyip, bizlerle paylaştığı Nobel Törenlerinde Orhan Pamuk, Edebiyat Ödülü'nü Kralın elinden almak üzereydi.
Bu nasıl bir ironi?
Uçkan'ın; Gazetesinde nicedir ihmal edilen güzelim 'Pazar Yazıları'nın sonuncusu, Pamuk'un ödülü kazandığının açıklanmasının ertesine rastlıyordu ve Pamuk'la Ödüller üzerineydi. 29 Ekim 2006 tarihli bu yazıdan bazı alıntılar yapmak istiyorum:
"İlki 1992'de olmak üzere Pamuk'un 7 kitabı İsveç'te büyük yayınevi olan Norsteds tarafından yayınlandı. Kitaplarının hepsi büyük ilgi gördü; Pamuk İsveç'e her gelişinde okurları tarafından sevgiyle karşılandı…. Orhan Pamuk Batı'nın en büyük edebiyat ödüllerini kazandı. Bu ödüller, İsveç Akademisi'nin üyelerini en çok etkileyen öğelerin başında gelirler.. Onu davet eden kitap fuarları, kitabevleri ve yayınevi yaptıkları yatırımın fazlasını geri aldı. Günümüz 'küresel dünyasında' yazarla okur arasında çok şey yer alıyor ve okur kitabıyla değil, 'serbest piyasa'yla baş başa kalıyor… İsveç Akademisi'nin yaptığı seçimin tek şaşırtıcı yanı, Orhan Pamuk'un bu ödülün 'standartları' için fazla genç olması. Tarih boyunca Akademi'nin en çekindiği şey, 'Nobelli bir yazarın' bu sıfatla neler yapabileceği olmuştur.Yani Akademi bu kez bir risk göze almış oldu. Hoş, belki de yazarımızı kendileri için zararsız kabul ettikleri içindir…"
Orhan Pamuk'un ödül alırken yaptığı "Babamın Bavulu" başlıklı konuşma çok beğenildi. Pamuk konuşmasında; yazarın yürek vurgunlarını, sıkıntılarını, hesaplaşmalarını ortaya koyarken aynı zamanda, kuşkusuz kendinin edebiyata ve üretmeye otuz yılı aşkın süredir verdiği emekleri de dile getiriyordu. Gözden kaçmasın Pamuk, yaşamının ve bu konuşmasının eksenine oturttuğu Babası ilk romanı "Cevdet Bey ve Oğulları" nı okuduğunda; onun yüreklendirmesini, kendisinden işittiği "Bir gün Nobel alacaksın" sözüyle anımsamış ve bu vurguyu -üstü örtülü-bir kaç kez yinelemişti.
Sonu böylesine görkemli ödüllerle gelsin ya da gelmesin azcık kafa takılmış 'hedefli yürüyüşlerin", birer başarı öyküsü olduğu, öyle okunması gerektiği açıktır. Bunun kimi -kişisel-bedellerini Orhan Pamuk aynı konuşmasında açıkladı.
Sonuçta ortaya çıkan üretimler ve alınan ödüller sahici olmasına sahicidir elbette. Bu 'sahici konuşmada' anlatılan 'yürüşün sahiciliği' de açıktır. Ancak bu yürüyüşe; o gün ortaya çıkmasına şaşırılan yazarın yüreğinin sahiciliği mi, yoksa değişen dünyanın ustaca algılanıp, planlar yapılan bir 'beyin sahiciliği mi" eşlik etmiştir, destek vermiştir, işte orası biraz karışıktır!
Başarı başarıdır diyorsanız. Sözüm olmaz!
Edebiyatta, siyasette, sanatta, tıpta, kamu yönetiminde. Kilitlenilen hedeflerde yılların geçirildiği 'Başarı Öyküleri'.
Lütfen bugünün Türkiye gündemine dönünüz. Kıbrıs'a, Avrupa Birliği Üyeliğine, Cumhurbaşkanlığı Seçimlerine. Siyasetçilere, idarecilere, gazetecilere....
Yalnız uluslararası bir ödülle emeği taçlanan Pamuk'u değil. Farklı pencerelerden, bu toz dumanın -kendileri öne çıksın ya da çıkmasın- hemen bütün aktörlerini, yıllarını verdikleri yürüyüşlerinde birer Başarı Öyküsü olarak görebilirsiniz. Okuyabilirsiniz.
Ancak ben yine de sormadan edemem?
Bunca yıllık emek ve üretimle alanınızda öne çıkmanızın; "yaşamı ve yaşamayı zaman zaman ıskalamanız" dışında da bedelleri olmuş mudur?
Siz... Nelere gözlerinizi kapadınız, nelere seyirci kaldınız? Neleri başarıya giderken mübah saydınız?
Bu gözlerinizi kapadıklarınızla, seyirci kaldıklarınızla, mübah saydıklarınızla, 'hele zamanı gelsinlerinizle' çevrenizde neler yitirildi? Bugün neler kazanılıyor?
Geri dönemediğiniz, artık sorgulamadığınız yaşamınızın anlamı, biricik hedefiniz ne pahasına kazanıldı?
Üretimleriniz kimlerin elinde, ne işe yaradı, yarıyor?
Bu başarı öyküsü; ülkenizin ve insanlığın temel değerlerine bir katkı sağlamış mıdır?
Eğer varsa bu katkı sağlanırken, ülkenin ve insanın yitirdiklerinin hesabı tutulacak mıdır?
Dünya sizi alkışlarken...
Ülkenin, insanın... Ne kadar ortak onurundan. Ne kadar ortak vicdanından, ne kadar birlikte yaşama heyecanından, ne kadar saflığından; 'geleceğinden' yitirildiğinin hesabı,
Tutulacak mıdır?
Tadı güzel de. Sorum şudur:
Dondurmanız gaymak mıdır, algida mı ?
Cumhur
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
|
Ters Köşe : Mehtap Akdeniz Küfür ne zaman kötüdür? |
|
O gün büyük bir masanın etrafında isteyerek, bir o kadar da mecburen toplaşmış on sekiz kadından biriydim. İlkokulda okuyan bir çocuğunuz varsa bilirsiniz, arada sırada böyle mecburi sosyalleşmeler kaçınılmazdır. Oğlum on yaşında ve ben dört senedir ilk defa sınıf anneleri ve öğretmeni ile bir lokantada öğle yemeğindeyim. Etrafımda çeşitli yaşlardan ve kültürlerden on sekiz anne var. Her birinin bir doğumhane hikayesi, birçok da çocuğa dair fikri var. Masada konuşulan konuları sessizce izliyorum. Ortak konulara iki, bilemediniz dört değişik bakış açısı arasında bir oraya bir buraya çevriliyor bakışlarım. Çünkü masada net olarak seçilen iki tip anne var. Çalışan ve çalışmayan anneler. Bunlarda kendi içlerinde ikiye ayrılıyor, tek çocuklular ve birkaç çocuklular. Konuşma tarzları, olaylara bakışları bakımından kendi kategorilerinde neredeyse herkes birinin aynı fikirde. Hepsini dinliyorum.
Bana soru gelirse oğlan çocukları zaten olanı biteni fazla anlatmaz, bahanesine sığınıp bildiğim olayları bile 'bilmiyorum' diyerek geçiştiriyorum. Zaman zaman konulara 'Babamız da…..' şeklinde başlayan baba görüşleri de giriyor. Henüz ilkokul dört seviyesinde boşanmalar ileri sınıflara göre az görüldüğünden gıyaben toplantıya katılan babaların hallerine gıyaben gülüyorum…
Gülüyorum çünkü lisedeki kızımdan biliyorum, on sekiz kişilik sınıfında sadece iki çocuğun anne ve babası halen evli kalabilmiş durumda. Durum böyle olduğundan lise veli toplaşmalarında babaların değil görüşü, adı bile geçmiyor artık.
Bir çıtıra koca olmadan önce bütün babaların fikirleri değerlidir, demiyorum hiç birinin suratına. İçimden diyor ve patlayan flaşlara gülümsüyormuş gibi numara yapıyorum. Bir maraza çıkarmamak ve uyumlu olmak konusunda kararlıyım. Ne denirse 'süper' diyeceğim. Diyorum da…
Sorunlu çocukların annelerinde de bir sorun olduğunu görüyorum. Kimisi sorunların sebebini çocuğun tek çocuk olmasına bağlıyor ve birkaç çocuk sahibi olmak gerektiğini, çok istediği halde çalışma hayatı nedeniyle bunu yapamadığından dem vuruyor. Bu yaz boşandıklarını artık kızının tek çocuk büyümek zorunda kalacağını, söylüyor biri diğeri. Aklıma yıllar evvel gittiğim bir sınıf yaş günü partisinde tanıştığım adam geliyor. Tek çocuktan beş çocuğa giden dehşet verici bir hikaye anlatmıştı bana; inanamamıştım da hani sizinle de paylaşmıştım ya o hikayeyi. İşte o hikaye geliveriyor aklıma hepten kahkaha atasım geliyor.
Kahkaha atmamak için kendimi zor tutarken, kızımın yedi üvey kardeşli bir sınıf arkadaşını anlatırken kapıldığı dehşet duygusunun artık benden ne kadar uzak olduğunu düşünüyorum. Bu gibi durumların bana ne kadar doğal geldiğini görüyorum. Tek çocuk sendromu'ndan yedi, sekiz kardeşe giden yolların bu anne içinde açık olmasını diliyor, suratına sırıtıyorum.
Artık kalkmak üzereyiz. Kazasız belasız, tepemin tası atmadan payıma düşen hesabı ödemek üzere garsonu çağırmıştım ki, bir anne lafı yemeğin başından beri getirmeye çalıştığı konuya nihayet getiriveriyor.
- Öğretmenim, sınıfta kutulu küfürler söylenmeye başlamış, diyiveriyor.
Kutulu küfür, demese yine konuya gireceğim yok, hanım hanım dönüp geleceğim eve. Ama .. ama işte…
- Nasıl küfürler? Diye soruyor öğretmen.
- Söyleyemeceğim kadar kötü, diyor anne… Ayyy.. çok ayıp diye ağzını kapatarak.
Şuursuzca parmak kaldırıyorum…
- Ben söyleyebilirim öğretmenim.
Herkes bana bakıyor o anda. Olanı biteni anlatmaktan başka yapacak şey yok. Aynen size anlattığım gibi anlatıveriyorum.
Hergün olduğu gibi o gün de oğlum okuldan geldikten sonra 'günün nasıl geçti' konu başlıklı sohbetimizi yapıyorduk.
- Bugün çok kötü bir şey oldu anne. Kaan ile Emre yumruk yumruğa birbirlerine daldılar. Kaan'nın kaşı patladı.
- Niye?
- Emre Kaan'nın annesine küfür etti. Müdüre gittiler. İyi ki bana etmedi o küfürü çok fena yapardım.
- Saçma! Sana n'oluyor? Bana küfrediyor çocuk.
- Nesi saçma anne? Kimse sana laf edemez.
- Nesi saçmaymış şimdi anlatacağım sana. Say bakayım şu küfürleri.
- Ananı s….
- Bunu geç, neyiyle yapacakmış onu, saçma? Başka?
- A… koyayım…
- Bunu da geç, bu da çok saçma, sende öyle birşey yokki. Başka?
- O… çocuğu…
- Hah tamam bak burada benden kötü bir şekilde bahsediliyor. Ama bu da saçma Diyelim ki biri sana bu küfürleri saydı yapacağın şey çok basit. Gülüp geçeceksin. İlkini söylerse diyeceksin ki, 'Olur, anneme söylerim yarın gelir o dediğini anama yaparsın' ki sana söz, ertesi gün okula gelir o çocuğun karşısına dikilir, 'sen bana bişi yapacakmışsın evladım yapıver' derim. Sonuncusunu söylerse ve sen ciddiye alıp dövüşürsen durumun böyle olduğuna sen de inanıyorsun demektir. Olmayan bir şeye kızılır mı? Annecim ben o… muyum?
- Hayır
- Eee, Niye kıyorsun sen deli misin? İşte saçma olan bu. Sana, küfür etme demeyeceğim, akıllı bir çocuğa yakışmayacağını söyleyeceğim sadece. Küfürü erkeklik sanıyorsunuz biliyorum ama bu da saçma. Erkek dediğin sözünde durur. Yapamayacağın şeyleri söylemek aptallıktır. Küfürbazlık değil. Ayrıca, bakarsın bir arkadaşının annesi de benim gibi deli biri çıkar ve ertesi sabah karşına dikiliverir. Yaparım dediğini yapamazsın ve çok utanırsın. Kendini, ananı s…. diyerek komik; o….. çocuğu lafını da ciddiye alıp beni o…… durumuna düşürme. Anladikoz?
- Anladıkinoz
Bu dialoğu aynen masadakilere açık seçik, kutulu pipili kelimelerle anlattım. Çünkü benim için sorun çocuğumun küfür öğrenmesi değildi, sayemde zaten bilir olmalıydı, sorun, küfür edildiğinde birilerinin pataklanması gerektiğini öğrenmesiydi.
- Arkadaşlar anlayacağınız ben sizin gibi düşünmüyorum. Buradaki temel sorun çocuğun kutulu küfür öğrenmesi değil, kavgayı öğrenmesidir. Bu küfürden daha tehlikeli birşeydir. Bize düşen, ona küfürün kötü bir şey olduğunu anlatmanın yanında küfür eden arkadaşlarına nasıl yaklaşacağını öğretmektir. Oğlum eve küfür yüzünden kaşı patlak gelirse, küfür benim için o zaman kötüdür. Çocuğunuza küfür edildiğini öğrendiğinizde 'Ayyy. Çok ayıp' diye ağzınızı dehşetle kapatırsanız, küfürü duyduğu ilk gün çocuğunuzun eve kaşı patlak gelebileceğine de hazır olmalısınız.
Öylece susup kalıyorlar. 'Biz olayı hiç bu açıdan düşünmemiştik' diyorlar.
'Düşünseydiniz şarardım zaten' demiyorum. Suratlarına demiyorum, ama içimden diyorum.
Birden başımda beni başından beri dinlemekte olan delikanlının varlığını hissediyorum. Garson çocuk lafımın bitmesini bekliyor.
- Hesabınızı alacaktım, diyor…
- Verilecek o kadar çok ders, ödenecek o kadar çok hesap vardı ki hangisi? diyorum.
O gülümsüyor ben kutulu bir küfür sallamak istiyorum, susuyorum.
Hesabımı kuruşuna kadar ödeyip yürüyüp gidiyorum...
Mehtap Akdeniz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan KARANLIK VE GECE BENİM ŞİİRİMDİ - 5 |
|
- Konuşulacak bir şey olduğu zaman konuşurum. Beni sıkıştırıp durma…
- Amacım seni sıkıştırmak değil. Neden anlamıyorsun ki?
- Her şeyi bilmen mi gerekiyor? Sana anlatamayacağım şeyler var. Hadi anlatayım desem anlayacağın ne malum?
- Anlayıp anlayamayacağımı boş ver. Önce anlatmayı denesen diyorum. Belki yanılıyorsun.
Belki tahmininden bile daha çok anlayacağım. Beni birazcık olsun seviyorsan bu tavrından vazgeç. Bize, ilişkimize bir şans ver. İçtenliğine ne oldu senin? Bu gün konuşamadığımız şeyler yarın bizi ezip geçer. Sonra ikimizde üzülürüz.
- Zamanı gelince anlatacağım zaten. Amacım senden bir şey gizlemek değil.
- Beklersen zamanı hiç gelmeyebilir. En iyisi şimdi konuşalım.
- Tamam anlatacağım. İnceldiği yerden kopsun.
- Gel senle şu kahvenin bahçesine oturalım. Önce biraz sakinleşelim.
- İnşallah anlattığıma pişman olmam.
- Olmazsın, boşuna endişelenme.
Parkın içerisindeki en eski ve salaş görünümlü kahvenin bahçesine oturduk. Çayımızı hiç konuşmadan içtik. Garson gelip boşları aldı ve gitti. O bakışlarını çok uzaklara, körfeze, martılara ve gemilere kilitlemişti. Kendi kendine başlasın diye sesimi çıkarmadan beklemeye başladım. Aslında anlatacaklarını dinlemek için sabırsızlanıyordum. Ama elimden geldiğince sabırsızlığımı gizlemeye çalışıyordum. Bir şey sorsam ya da desem onun cesareti kırılacaktı. Dilimden küçücük bir cümle kırıntısı bile dökülüverse konuşmayacaktı. Söylediğimin bir önemi yoktu. Ne söylersem söyleyeyim bahanesi olacaktım. Birkaç kez yüzüme bakıp, gözlerini yine uzak noktalara geri gönderdi. Kararsızdı, bu hali kolaylıkla anlaşılıyordu. Anlatacakları her neyse çok abarttığını düşünmeye başlamıştım. Yüzünde yapışmış gibi duran büyük bir hüzün vardı. Yaklaşık bir saattir hiç değişmemişti.
Yavaş yavaş gün dönüyor hava serinliyordu. Uzun bir bekleyişin ardından önce kırık dökük, kopuk cümlelerle kıyısından köşesinden anlatmaya başladı. İlk cümlelerini anlamakta, söyledikleri arasında mantıklı bir ilişki kurmakta zorluk çektim. Sözünü ettiği şey kızı veya telefondaki adam değildi. Kocaman bir yaşam öyküsü anlatıyordu. Neredeyse çocukluğuna kadar uzanan bir öyküyü, büyüdüğü sokağı, genç kızlığını, hayallerini ve uçarı zamanlarını kısa kısa cümlelerle yeniden resmediyordu.
İki kez evlenmişti ve bir kızı vardı. Kızı evlendiği iki erkekten de değil, yalnızlığına ortak ettiği başka bir genç adamdandı. Kızına şimdi babası bakıyordu. Önümüzdeki yıl okula başlayacaktı. İlk eşiyle liseyi bırakıp evlenmişti. Mahallesinin afili delikanlılarından biriydi. Evlenmiş demek dile kolay ona henüz çocuk yaşta kaçmıştı. Hayat o yaşlarda herkes için tozpembeydi. Delikanlı Karşıyaka- Konak vapurlarında çaycılık yapıyordu. Kaçtığında yaşı küçük olduğu için polis yakalayıp evine geri getirmiş, onu ailesine teslim etmişti. Ama o yine kaçmıştı, yeniden polis getirip basana teslim etmiş, ama bir daha kaçmıştı. Tam üç kez…
Fakirliği baba evinde değil ama kocasının evinde tanımıştı. Üstelik oğlanın tutku haline getirdiği, saplantıya dönüştürdüğü yurt dışına gitme hayali vardı. Birlikte Amerika'ya Avrupa'ya gideceklerdi. Zengin olup rahat yaşayacaklardı. Ülkelerine tatile gelecekler ve fakirlere de kol kanat gerekeceklerdi. Çok paraları olacaktı. Büyük arabaları, deniz manzaraları yalıları bile hatta…
Bütün yoksullar kendilerini düşlerine uzak hissettiklerinde içkiye başlarlar ve evden uzaklaşırlardı. O da bir süre sonra anlatmaya doyamadığı düşleri gerçekleşmeyince, umutları azaldığında içkiye başlamıştı. Üstelik karısını ve evliliğini ayak bağı olarak görmeye başlamıştı. Evden uzaklaşmış, eşine olan ilgisini yitirmişti. Evine uğramadığı bir yana işine de gitmiyordu. Önce işini sonra umutlarını kaybetti. Sonra da her şeye boş verip kafasına göre takılmaya başlamıştı. Karısının evde günlerce bir başına bırakıp, ne yaptığını, ne yeyip içtiğini zerre kadar düşünmüyordu. Sevdiği adamla birlikte genç kızlık aşkı da bütün ışıltısını yitirmişti. Daha da beteri günlerce aç kalıyordu. En son çare olarak boynunu eğip baba ocağına dönmüştü.
İşin ilginci mahallenin afili delikanlısı her ne pahasına olursa olsun yurt dışına gitmeyi başarmış. Belli bir ülkeye gidememiş ama geminin birine tayfa olarak yazılmış ve ortadan kaybolmuş. Boşanmak için mahkemeye başvurduğunda oğlanı hiçbir yerde bulamamışlar. Bir gece sabaha karşı babasının evine bir telefon gelmiş. Telefonun öteki ucunda zil zurna sarhoş bir adam Ben Barselona' da bir bardayım diyormuş. Zıkkımın kökünü iç deyip telefonu yüzüne kapamış.
-Arayan oydu, sesini unutmama imkan yok diyordu. "İlginçtir ben onun sarhoşluğunu çok severdim. Alkol onu dünya tatlısı bir adam, romantik sevecen, bana kol kanat geren bir eş yapıverirdi. En güzeli de mutlu biri olurdu. Hayallerini alkolle cilalar, umutları ışıldar, gözleri çakmak çakmak yanardı. Birkaç saatliğine aşık olduğum o genç delikanlıya dönüşüverirdi. Onunla tam beş yıl evli kaldım. Evliliğimizin ilk bir yılını çıkarırsan geri kalanın yarısından çoğunu dışarıda geçirmiştir.
- Üç yıl babamın evinde kaldıktan sonra yeniden evlendim. Bu kez resmen eve gelip beni babamdan istediler. Telli duvaklı gelin olarak evden çıkıp gitmem zaten babamın en büyük düşüydü. Bu kez her şey normal olsun bari dedim. Hiçbir şeye itiraz etmedim. Onlar ne söylerse kabul ettim. Söz, nişan, düğün hepsi ayrı ayrı onlarca sıkıntılı protokolle eksiksiz yapıldı. Kocam, işleri yolunda giden bir işletmeciydi. Benden on iki yaş kadar büyüktü. Sonuçta bende dul biri olduğum için bu normal kabul ediliyordu. Önemli bir firmanın otomobil bayii ve servis sahibiydi. Bir apartmanın en üst katında dubleks diye tabir edilen, deniz manzaralı, saray yavrusu gibi bir evde oturuyorduk. Birbirimize alışmamız epey zaman aldı. Evliliğimizin üzerinden bir yıl geçtikten sonra onun benimle ikinci evliliğini yaptığını öğrendim. Görücü usulü evliliklerde hep böyle sonradan ortaya çıkan sürprizler vardır. Aldırmadım… İl eşinden iki kızı vardı ve onlara yüklüce bir nafaka ödüyordu. Bunu neden benden sakladıklarını bir türlü anlayamadım. Eşimin sık sık seyahat etmesi dışında pek bir sorunumuz yoktu. Bazen beni de iş seyahatlerine yanında götürürdü. Birlikte olabildiğimiz zamanlar gezip tozar çok eğlenirdik. Yeniden çocuğu olsun istemiyordu. "Zaten iki tane var. Bu bana yeter." diyordu.
- İkinci evliliğinde şansın yaver gitmiş işte ne güzel, dedim
- Kazın ayağı öyle değil, diyerek yeniden anlatmaya başladı. Evlendikten iki yıl sonra hala eski eşiyle görüştüğünü öğrendim. Arada bir kızlarını görmeye, onları evlerinden almaya gittiğini biliyordum. Sorun eski eşinin evlenmek istemesiyle su yüzüne çıktı. Kadın sonuçta bekardı, evlenmesinde hiçbir sakınca olamazdı. Ancak kocam bunu bir namus sorunu gibi algılıyordu. Sanki kadın ona bu yolla sadakatsizlik edecekti.
Bunu onlarca kez konuştuk ama bir adım bile mesafe alamadık. Sonradan öğrendiğime göre kadını öldürmekle bile tehdit etmiş. Kısacası eski karısının evlenmek istemesinden kaynaklanan sıkıntılar, tartışmalar, kavgalar onları birbirine iyice yaklaştırmış. İşlerin oraya varacağını tahmin edemedim. Sürekli eski eşiyle konuşmaya, bir yolunu bulup evlenmemesi konusunda ikna etmeye gidiyordu. Kızları ve onların annesi ile ilgili bir sorun olduğu için uzağında kalmaya gayret ediyordum. Bu süreçle birlikte eşim benimle ilgilenmemeye başladı. İş seyahatleri iyice sıklaşmaya başladı. Artık sürekli evde yalnız kalıyordum. Döndüğünde de eskisi gibi olmuyorduk. Her konuştuğumuz konu bur krize, tartışmaya dönüveriyordu. Berbat bir dönemdi. Bir gazete haberi için bile kavga ettiğimizi anımsıyorum.
O dönem psikolojik bir rahatsızlık geçirdim. Aylarca tedavi gördüm ve tedavim bittikten sonra bir psikoterapistin muayenesine gidip haftalık seanslara devam ettim. Çok yalnızdım. Kocaman bir evin içinde yapayalnızdım. Her şeyim vardı. Arabam, evim, yurt dışı gezilere katılacak param, giysilerim, mücevherlerim… Aklına gelebilecek her şey işte… Ama hiç kimsem yoktu. Derdimi annemle, babamla bile paylaşamıyordum. Konuşmaya çalışsam ne diyecekleri belliydi. "Ben hiç kimseyi beğenmiyordum. Yetinmeyi bilmiyordum, bana rahat batıyordu." Sorun bu kadar basitti.
Tedavimin sürdüğü dönemde komşum olan bir üniversite öğrenciyle tanıştım. Yakışıklı, zeki, terbiyeli ve benden çok gençti. Birlikte zaman geçirmeye, fırsat buldukça kaçamaklar yapmaya başladık. Ondan söz ederken sevgilimdi demeyeceğim. Ondan yaşça çok büyüktüm ve çevresinde genç kızların pervane olduğu ışıltılı bir delikanlıydı. Beni sevgilisi olarak görmediğini çok iyi biliyordum. Buna aldırmıyordum. Ben sadece kimsenin anlayamayacağı kadar yalnızdım ve o da buna iyi geliyordu. Üniversite öğrencisi komşumdan hiç hesapta yokken hamile kaldım. Önce bebeğimi aldırıp evliliğimi kurtarmak istedim. Sonra bunun ölümcül yalnızlığımın sonu olacağını düşünerek o bebeği istedim.
Eşime boşanmak istediğimi, çok mutsuz olduğumu söyledim. Para, bul, mücevher, nafaka falan istemiyorum. Sadece boşanmak istiyorum, dedim. Sanki dünden razıymış. Hiç itiraz etmedi ve anlaşarak bir celsede boşandık. Bu kez babamın evine geri dönmek istemedim. Kendime bir ev tutup çalışmaya başladım. Kızımı dünyaya getirdim. Boşandığım eşim doğumdan sonra beni arayıp çocuğa sahip çıkmak istediğini, onun bakımını üstleneceğini söyledi. Ona çocuğumun kendisinden olmadığını buna gerek olmadığını anlattım. Bu son konuşmamız oldu. Kızımın gerçek babası benden bir çocuğu olduğunu hiç öğrenemedi. Hiçbir zaman da söylemeyi düşünmüyorum. Yaşadıklarımı zaman zaman taşımakta çok zorlandım. Tesadüfen aldığım ilaçlardan zehirlendim. Beni hastaneye kaldırdılar. Annem ve babam ise benim intihar ettiğimi sandılar. Onlara göre ikinci kez intihara teşebbüs etmiştim. Bu nedenle bir yaşını yeni doldurmuş kızımı benden babam aldılar. Ona zarar vermemden korkuyorlardı. Çünkü ben onlara göre deliydim. Ne zaman ne yapacağım belli olmazmış. İşte benim hikayem bu kadar. Şimdi aklında gezindiğini tahmin ettiğimi soruları yanıtlayayım.
Fethiye'deyken telefonla beni arayan babamdı. Bu gün ise konuştuğum kişi eskiden ilişkim olduğunu söylediğim o üniversite öğrencisiydi. Elbette artık o bir üniversite öğrencisi değil. Şimdi Telekomda mühendis olarak çalışıyor. Seninle tanışmadan önce onunla ayda yılda bir görüşüyorduk. Anlarsın işte, aslında söylemekten utanıyorum ama görüşmekten konuşmaktan çok sevişiyorduk. Ama şimdi yaşamımda bir tek sen varsın. Seninle tanıştığımızdan beri hiç kimseyle görüşmüyorum. Ona telefon edip yaşamımda biri var dersem beni bir daha kesinlikle aramaz. Elbette bu sana bağlı. Bu kadını sevebilirim, istiyorum diyorsan işte karşındayım. İstemiyorum diyorsan bir daha görüşmeyiz, herkes kendi yoluna gider. Bu gün sağlıklı bir karar verebileceğini sanmıyorum. Düşün taşın ve karar ver. Sana tam bir hafta süre veriyorum. Eğer beni ararsan yeniden başlarız, aramazsan da herkes kendi yoluna gider.
Son cümlesini söyledikten sonra derin bir oh çekip yüzüme baktı. Sevdiğim kadının anlattıklarını suskunluk içinde, tek bir soru bile sormadan dinledim. Dinlediklerimin bir kısmını anlamakta zorlanmıştım. Dinlerken sormak istediğim şeyler de olmuştu. Son cümlenin ardından her ikimizde derin bir suskunluğa gömüldük. İzmir'den dönene kadar, evinin bulunduğu sokağın başına gelene kadar ağzımızdan tek bir sözcük bile çıkmadı. Köşe başına gelince ona " İyi akşamlar. " dedim. O da " Senden haber bekleyeceğim, sana da iyi akşamlar." deyip gitti.
İki gün sonra akşam hava kararırken kapısını çaldım. Kapıda beni gördükten sonra yüzünde binlerce gülücük tomurcuklanıp, açıverdi. O akşam dışarı çıkmadık. Birlikte yemek yedik, şarap içtik. Ona aklımdaki bütün soruları sordum. İlk defa belli konuları konuşup, uzlaştık, birbirimize sözler verip, vaatlerde bulunduk. O bahar ikimiz içinde birkaç ay erken geliverdi.
O güzel kadını anlatsam sokaklara ayıp, sokakları anlatsam geceyi kendime küstürebilirdim. Oysa gece ve karınlık benim şiirimdi. Sokaklardan topladığım sözcükleri, bütün kent uyurken, gecenin en suskun saatlerinde şiirler damıtıyordum. Uzak mahallelerde köpekler havlıyor. Radyoda geceyi arabeske boyayan bir şarkı başlıyor.
"Sabahlara kadar içsek sevişsek,
Ne sen işe gitsen, ne ben ayılsam,
Derin bir uykunun dibine düşsek,
İçim ürperiyor ya evde yoksan…"
Nakaratına dilimiz yapışıyor, dudaklarımız takılıp kalıyor.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Buşname |
|
Dear My Friend,
Sabah uyandım ki gözlerim "Washington Portakalı" misali dolmuş, aklıma geldin senin de epeydir sesin soluğun çıkmaz olmuş. Böyle sesi soluğu çıkmayan, ezik büzük stratecik ortak istemem bilirsin, nerede kaldı senin November Paşa tafraların ? Biraz örnek al diğer stratecik partner'dan, 3-5 çocuk katletmeden geçirdiği gün yok neredeyse. En son; "Take your mother and go" dediğini duymuştum, üstüne tek çivi çakmamışsın. Yine de verilmiş sadakan varmış, ya "Baba'yı da sen al o zaman" deselerdi. Gerçi araştırdım benden duymuş olma da; önümüzdeki yıla kalmaz Father'a senin refakat etmeni istiyorlarmış. Tek çaren kalıyor, pılıyı pırtıyı toplayıp Bellrock'a kapağı atman, sonra da yan gelip yatman olacak sanırım. Mr.Kal biraz çıkıntılık yapıp; "Alıp da kaçan mı ?" felan diyormuş ama sen takılma asaba, ondan ne village olur ne de kasaba. Bana da neler dediler biliyorsun, tüm dünya neredeyse bir olup üstüme gelmişlerdi, ne yaptım ? Derhal sağ kolumu attım, sol kolumu sattım, oval ofiste yan gelip yattım. Yanıma geldiğinde söylemeyi unutmuştum, sen sen ol asla kaşlarını çatmayacaksın. Derhal bir oval ofis de sen yaptıracaksın hem de şöyle en Osmanlı'sından. "Bize ters Abi" ayaklarına da yatmayacaksın, elbette Harem'i Selamlık'a katmayacaksın ama "Bozar bizi" diye de etrafa caka satmayacaksın. IMF ne dediyse bozdu mu yani ? Ne söylerlerse kuzu kuzu, sonradan medyaya verirsin o cafcaflı pozu ..!
Söylemeyeyim diyordum ama Lübnan işi biraz yavaş gidiyor, zaten Irak için attığın kazığı unutmuş değilim. İran ile de fazla sıkı fıkı olma, ne o öyle komşu ziyaretleri, "Ağır ol da Molla desinler" dedik, "Molla ile kanka ol" demedik, attırma tepemin tasını, çeker alırım ayağının altından paspasını. Dur yeni öğrendim Europa Yakası'ndan Gaffur'un dediği gibi; "Kıstırırım tenhada !" diyeyim. Çok sevdim o çızgılı pijamaları, bana da bir alt hediye edersin artık. Atletim var, merak etme. Yok.. Olmaz... Abartma yahu, Friend diyorsak bir örnek çızgılı pijamalarla sabah kahvaltısında fotoğraf çektireceğimiz anlamında demiyoruz herhalde, dozunu kaçırma. Bu arada; limanlar konusunda "Afferin" demeyi unuttum sanma. Evet, seni de anlıyorum, elbette tamamını külliyen açarız yerine birer ikişer açarız diyeceksin, anlıyorum. Ama sen, ben, dünya alem biliyor ki; birini açmakla tamamını açmak arasında hiçbir fark yoktur. Zaten söz vermişsin önceden, kayıtlara geçmesinden, bilgi vermekten pek hoşlanmazsın bilirim, bilirim de bari şifaen bilgilendirseydin ya insancıkları, ya TV izlemeseler ? Ben sana öyle mi yapıyorum ? Tamam, elbette görüşünü almıyorum ama hiç olmazsa şu kırmızı telefonu elime alıp bir SMS gönderiyorum dii mi ?
İşte böyle Stratecik Friend'cim, ben arasıra stratecik felan deyince stratejik anlayan bazı arkadaşlar oluyor ama daha önce de sana söylediğim gibi; herkesin stratejisi bir kenara benimkisi öne gele. İster ben olayım ister başka bir hergele, alırız elimize cetveli, katarız pergele, batırırız pergeli dünyanın stratejik bir yerine. Öyle rastgele değil elbette senin düşündüğün gibi, öyle senin takım gibi yavaş yavaş kazımayız değerleri, gönderiveririz bir anda bombaları, piyadeleri, erleri. Asla düşünmeyiz "Şimdi ne der ?" diye dünyanın diğerleri. Köküne kibrit suyu, dünya dediğin dipsiz kuyu, en fazla budur derler huyu. Seninkilere söyle öyle uyu uyu olmaz bu işler. Kaşımayın öyle değerleri kaçak güreşerek, bir dokun bir dinle havasında. Bak bir de demeçler vermişsin; "Hayatında iki koyun gütmeyenler nereden bilecekler erken seçimi ?" diye. Ya Çoban Sülo da çıkıp; "Erken seçim şarttır, her kuşun eti yenmez benimkisi karttır" diye söylerse, bu kez ne diyecen ? Yıllardır gütmüş adamcağız, üstelik diplomalı. Ya Mr.Kal da, "Davar Sürme Kursları"na katılıp diplomasını alıp çıkarsa karşına kapı gibi ? Kapı gibi adam ama buş kadar beyni yok demezler mi durup dururken ? Akıl akıl, gel şeyini şeyttimin şeyine takıl ..!
Dear Friend'cim, unutmadan söyleyeyim namenin sonunda, olur ya, belki bir daha fırsat bulamam. Yok aslında birbirimizden farkımız, buraya kadar döndü bir şekilde çarkımız. Çok şükür yaptık yapacağımızı, kaptık kapacağımızı. Dünyalığımız tamam. Tamamdır banka hesabımız, evimiz, barkımız. Ama... Ben de yolcuyum... Senin gibi...
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 7.563 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
KUSURA BAKMA
Çok uzun olmamışken
Ben vakitlice demeye başlamışım
Anlıyorum, çabuk öğüttük çiğneyemediklerimizi sevgili
Mevsimle hiç ilgisi yok
Ne anlatsam, ne dokunsan
Sadece soğuk…
Bu kentte aşkı omuzlamak
Çok geliyor fikrime
Belkide bu
Sadece bu...
Uzun kestirmelerle anlatmak isterdim sana
Kusura bakma ömrümün acelesi var oysa ve çıkman, bir an önce gitmen gerekiyor kalbimdeki kapıdan
Zira ben, o kalple bu akşam ciddi bir toplantıda olacağım
…
Ne anlatsam, ne dokunsan
Soğuk
Mevsimle hiç ilgisi yok
Senin sıcaklık bekleyişin
Benim hiçbir derece anlayışımda yok
Ve sen fahrenhayt ayrılıklar taşıyorsun
Vücut sıcaklığı hücrelerinde
Olmuyor, olmayacak
Sırf bu kentte yaşıyorduk, yaşamak zorundaydık diye…
…
Sarahatun Demir
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Cevapsız soru kalmayacak sloganıyla yola çıkan cevapla isimli bir web sayfası var. Öncelikle bir soruya cevap vererek işe başlıyorsunuz. Verdiğiniz her cevap karşılığında size bir soru sorma hakkı veriyor. Örnek olarak http://www.cevap.la/addanswer.php?q_id=2783 kısayolundaki soruyu cevaplayarak işe başlayabilirsiniz. Cevabınızı yazıp cevapla butonuna tıkladığınızda size bir soru sorma hakkı verilecek. Sorunuzu ve alt kısındaki alana mail adresinizi yazarak sor butonuna basınca kendi sorunuzu da kaydetmiş oluyorsunuz. Sorunuza verilen cevaplar doğrudan vermiş olduğunuz mail adresine geliyor.
İnternet üzerinden TV ve Radyo kanallarını online olarak izleyebilmenize olanak sağlayan bir web sayfası http://www.izle.tv/ Alt bant üzerinde "sitene TV player ekle" ve "Sitene Radyo player ekle" kısımlarını web sayfası sahiplerine özellikle tavsiye edebilirim. Sadece tv ve radyo değil gazetelerle ilgili bilgilere de ulaşabilirsiniz.
Yoga denildiğinde aklınıza ne geliyor? Sessiz ve sakin bir ortamda tek başınıza bağdaş kurup düz bir zemine oturmak. Ellerinizi yanlara doğru açıp, avuçlarınız açık durumda ama başparmaklarınız ile orta parmaklarınızın uçları birbirine hafifçe temas edecek şekilde durmak. Sırt dik, gözler kapalı ve aklınızda deniz kıyısında olduğunuzu düşünüyorsunuz. Dudaklarınız kapalı olduğu halde "ımmmmm" gibi genzinizi gıdıklayan bir ses çıkarıyorsunuz. Sizce bu yoga mı? http://www.lifetimetv.com/reallife/health/wellness/yoga/ web sayfasına girip yoga hakkında bildiklerinizi unutmayı ve belkide hiç bilmediğiniz yeni şeyler öğrenmeyi denemenizi tavsiye ediyorum.
Yıllar geçsede genç yaşlı, bilgisayara meraklı her bireyin en az bir kez oynadığı bir oyun vardır Prince of Persia http://www.gamespot.com/promos/princeofpersia-game/flash/ web sayfasında bu oyun yine sizleri bekliyor. Oynamayan kalmasın.
http://www.tipyazilimlari.com/ Kahveci dostlarımızdan Fatih Çakırca yönetimindeki bir yazılım sitesi. “TIPYAZILIMLARI”, GSS (Genel Sağlık Sigortası) ve SSK W-ELF (Web Elektronik Faturalama) sistemleriyle birlikte INTERNET uygulamaları, yenilenen “TIPYAZILIMLARI” Hastane Bilgi Yönetim Sistemleriyle sizleri bekliyor.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|