|
|
|
18 Ocak 2007 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Her acurdan turşu olmaz!.. | Merhabalar,
Son gelişmeler neticesinde Tayyip Bey'in geceleri uyku nedir unuttuğunu sanıyorum. Gördüğü rüyaları anlatsa otuziki tekmili birden 84 bölümlük dizi olur eminim. En sağlam tarafı olduğu sanılan dış politikada düştüğü acizlik yurtiçinde kırdığı potları aratır oldu farkında mısınız? Yıllarca suyuna gittiği müttefik abisi bush çocuğu bushtan aldığı cevap, birkaç yıl evvel elini öpüp kaptığı parayla ancak geçinebilen, bugünün Irak yöneticilerinden yediği zılgıt karnını epeyce ağrıtıyordur eminim. Dış politika ince iştir, bilmesem bile tahmin edebilirim. Her başbakan olan da diplomat olamaz bilirim. Pot kırıp dağ devirmekte üstüne adam yokken, eline aldığı bombanın büyüklüğü karşısında ne yapacağını şaşırmış durumda olan başbakanın neler hissettiğini anlayabilirim. Seçim yılına girildiği şu günlerde ulufe dağıtmakla uğraşacağına, böyle ciddi konuları kucağında bulması şansızlığı mı yoksa bizim şansımız mı bilmek mümkün değil. Geçmişe bakıldığında omzunda talih kuşuyla dolaştığını rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Teskere karalarının kendi istediği dışında çıkması onun için başarısızlık gibi görünse de, gelişmeler ne kadar doğru kararlar olduğunu göstermiştir. Yani Tayyip Bey'e talih kuşu doğru yolu göstermiştir. Neden şimdi de öyle olmasın? Ben umutluyum.
Dış siyasettten devam edelim. Akşam eve dönerken radyoda kulağıma çalındı. İtalya ile yapılan müzakereler sonuç vermiş ve vize uygulaması konusunda karşılıklı iyileştirme kararları alınmış. Buna göre Türkiye'de 3 aydan az kalacaklara vize uygulanmayacak, fazlası için vize gerekecekmiş. İnsan saf saf İtalya'nın da aynı uygulama içinde olacağını sanıyor ama aldanıyor. Türkiye'nin bu tavizine karşılık İtalya mevcut uygulamada kademeli olarak iyileştirme, zorluk çıkarmama gibi sözler vermiş sadece. Benim kıt aklım bu nasıl dış siyaset, nasıl karşılıklılık politikası diye sormadan edemiyor. Neden çekiniliyor anlamış değilim. Başından beri aynı şeyi savunurum. Eğer büyük olduğunu iddia ediyorsan, sana nasıl davranılıyorsa aynısını uygulayabilmelisin. Korkuların varsa sanal büyüklüklerin ardına saklanmamalısın. Haydi hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Söylenebilecek ne varsa : David Ojalvo YAŞAM YOLUNDA |
|
Soğuk bir kışın ardından bahar aylarının gelişi insanın içini umutla doldurur. Bu yıl kışın oldukça soğuk geçtiği söylenebilir; hattâ haddini aşıp baharın zamanından çaldığını da… Mayıs ayının ortalarına vardığımız şu günler hava yeni yeni ısınmaya başlamıştı. Ağaçlar bir kez daha yeşermiş, doğa uyanmış, çiçekler tomurcuklanmıştı. Doğa kendini böylelikle her sene yeniliyordu. İnsanın kendini yenileyebilme şansı ne derecedir, bilemiyorum; fakat her yeni başlayan günün bizler için yeni bir fırsat olduğunu çocukluğumdan beri benimsemişimdir. Kimi zaman sıradan bir hayat, birçok insanla ortak bir yaşam tarzım olduğunu düşümsem de, herkes için yeni ve farklı bir şeyler vardır. Buna samimiyetle inanıyorum. Yoksa her yeni güne uyanıp, ısrarla yaşam mücadelesi vermenin bir anlamı olur muydu?
Aklım çeşit çeşit sorularla doluydu. Soru işaretleri ile sonlanan cümleleri kurmanın sanırım sonu yok gibi…
Haftanın son iş gününün akşamıydı. Yoğunca geçen bir beş günün ardından, dostumla buluşmuştum. Onun evi Selamiçeşmede'ydi; bense dostuma göre "karşı" tarafta oturuyordum. Birlikte geleneksel hâle getirdiğimiz Cuma akşamından kalkalı fazla olmamıştı. Her zaman ki gibi keyifli müzikler dinlemiş, hayat üzerine sohbet etmiş ve bir-iki kadeh şarap içmiştik. Keyifli zamanları çoğaltmaktı temennimiz ve kendi dileğimiz gerçekleştirebilmek adına elimizden geleni yapıyorduk. Gece saat 1'e doğru onun evinden ayrılmış, beni evime götürecek olan dolmuşa binmiştim. Usulca Bağdat Caddesi'ni indikten sonra, sür'atle Çevre Yolu'ndan, Boğaziçi Köprüsü'nün yolunu tutmuştuk. Şoför biz yolcularını bırakıp, belki de yenilerini alabilmek için hızla gidiyordu, benimse içimde sorular ve onlara aradığım cevaplar hızla akıyordu. Penceremden İstanbul'a bakıyordum; gecenin karanlığında ışıkları ne de güzel bir manzara oluşturuyordu…
Az önce paylaştığım üzere, sorularla boğuşmayı seven bir insandım. "Hayatın anlamı"ndan tutun, "bir karıncanın çalışkanlığı"na kadar, en felsefi olandan en basitine dek soruları severdim. Etkin bir şekilde yeni bir şeyler öğrenmenin yolu, biraz da soru sormaktan geçmiyor muydu?...
Medyada yer alan tartışmalardan mıdır, son zamanlarda okumuş olduğum kitaplardan mıdır, pek bilemiyorum; ama son zamanlarda "kimlik" kavramı üzerine düşünüyordum. Belki bu konu ile ilgili bir deneme de kaleme alırdım. "Ben kimim?" sorusundan yola çıkıp, farklılar yüzünden birbirlerini öldüren nice insana kadar uzanıyor düşünce ve soru koleksiyonum. Her birey, tek başına, yaşadığımız şu dünyada biricik bir varlıktır. Tektir, eşi benzeri yoktur. Bu nedenle o bireyi tanıtan, o bireyi diğerlerinden farklı kılan bütün aidiyet özellikleri önemlidir. Ortak paydalarda buluştukça, toplum içinde renkler oluşmakta; din, ırk, dil, renk veya millet kavramlarından yola çıkarsak ne kadar da güzel bir kültür mozaiği oluştuğunu veya kimi zaman ne acımasız savaşlar yaşanabildiğini biliyoruz. Yorum, anlayış hep insana kalmış… Belki geçmişte olup bitenler için artık bir şey yapamayız; fakat gelecek bizim elimizde…
Tüm bu düşüncelerle Boğaziçi Köprüsü önümüzde belirmişti. Az sonra Asya'dan Avrupa'ya doğru geçiyor olacaktım! İki kıta arası bağları boğaz ve üzerindeki iki köprü kuruyordu. Bu aralar gündemde üçüncü bir köprü de vardı; onun da inşa edilmesiyle belki Asya ve Avrupa arasındaki bağlar daha da güçlenirdi! Ne kadar da komik bir durum… Altı-üstü bir kilometre mesafeydi iki kıta arası; ama insanın bulunduğu yer konusunda çok büyük farklılıkları çağrıştırıyordu.
Boğaziçi Köprüsü'ne girmiştik. Hızlıca Avrupa'ya doğru ilerliyorduk! O anda aklıma bir soru geldi. O sorunun ardından olanlar yaşandı mı, yoksa benim gördüğüm bir düş müydü hâlâ düşünüyorum. Aslında bunun da önemi yok bir yerde; belli bir felsefeyi benimsedikten sonra, insanın dünya anlayışı gelişiyor, birey daha da ileriye gidiyordu.
Köprüde ilerlerken aklıma gelen soru şuydu: "Tam köprünün orta noktasından geçerken zaman dursa, bir kişi tam o noktada kalsa Avrupalı mı olacaktı yoksa Asyalı mı?" Sorum komik görünebilir; ama sahiden bizlerin nereye ait olduğunu, kim olduğumuzu belirleyen unsurlar nelerdi? Ben, bu soruların peşindeydim. O anda olan oldu! Zaman durdu, trafik durdu, insanlar dondu, deniz sustu, gelgitler durdu, yıldızlar yanıp sönmekten vazgeçip sabitlendi! Köprünün tam ortasında ben hariç, her şey donmuştu! Saatime baktım, biri üç geçiyordu. Yaşadıklarımdan emin olabilmek adına, ön koltukta oturan yolcuya seslenecektim ki hafifçe gözlerim karardı. Bu durum, çok kısa sürdü; ardından kendimi köprüden şehre bakarken buluyordum. Arkama dönüp baktığımda, bu sefer köprüde hiçbir araç yoktu. Tatlı bir rüzgâr esiyor, deniz hareketlenmiş, şehirde ve gökyüzünde ışıklar yeniden yanıp sönüyordu. Elime metreyi alıp ölçmemiştim; ama hissediyordum, köprünün tam ortasındaydım. Adımımı atıp atmamak benim elimdeydi, sağ tarafa gitsem Avrupa, sola gitsem Asya… Ne kadar ilginç bir geceydi. İçimde bir korku veya endişe yoktu. Sorularıma cevap ararken, mekânı yaşayarak düşünebilmek hoşuma bile gitmişti. Garip bir durumdu bu. İçimde bir korku olmadığından veya olan bitene akıl erdirmek adına bir tasa hissetmediğimden ötürü de yaşadıklarımın ne derecede gerçek olduğundan emin olamıyorum.
Köprünün ortasında bir bireydim; sağ veya sol neresiydi, ben kimdim? İşte, merakım bu sorular üzerine toplanıyordu.
Uzunca bir süre köprüden şehri seyrettim. Esen tatlı rüzgârın yüzümü okşayışını hissettim. Başka bir zaman olsa, köprünün kenarında insanların bu şekilde durabilmesi yasaktı. Yaşamayı seviyordum; sevdiğim için onu sorguluyor ve anlamaya çalışıyordum. Kimileri ise, belki de bir çıkmazda kaldıklarından ötürü, işte bu köprüde canına kıyıyorlardı… Onları yargılıyor değilim; sonuçta o kişilerin de bir nedeni vardı… Ya depresyondaydılar ya da çok çaresizdiler… Asya ve Avrupa'nın kıyısında, onların nereye gittikleri ise apayrı bir soru, apayrı bir üzüntüydü…
Önce Avrupa'ya bakıyorum, sonra da "karşı" yakaya… Dikkatlice bakıyorum. Ne görüyorum biliyor musunuz? Ben, pek bir fark göremiyorum. Her iki yaka üzerinde de evler kurulu, her ışık yanan yerde ayrı bir dert var. Her ikisinde de doğa, yeşillikler, dükkânlar, insanlar, kavgalar, sevinçler; kısaca insan ve doğada ne varsa… İsimler kişileri, mekânları tanıtmaya; onları ayrımsamaya yarar; birbirlerinden ayırmaya değil! Oysa, ne kadar da çok yükü var tüm bu adlandırmaların… Tarih bizlere anlatır. Zamanında şu halicin ağzı zincirlerle kapalı değil miydi; ya şu topraklar surlarla çevrili? Sıcak denizlere inmenin yolu, "yeni dünya"ya giden yük ve savaş gemileri boğazdan geçmez miydi? Kimi devletlerin arzuları doğrultusunda, atalarımızın, büyüklerimizin "boğaz"ları tıkanmadı mı? Oyunun kurallarına kaptırdığı zaman kişi elbette boğazın politik ve stratejik önemini anlayabilir; bense yaşamın güzelliklerine kapılmaya çalışırken insanı anlamaya çalışıyorum.
İnsan bencildir. Çoğumuz, yaptığımız iyilikler de bile kendimizi düşünerek adım atarız. Bunu yadırgıyor değilim; normal olan bu gibi… Her yaşam değerlidir; herkes kendini ifade etmek ister. Ben kimim, kendimi nasıl ifade ederim? Psikolojik bir test yapıyor olsak, aklınızdan geçen ilk birkaç kelime olur varlığınızı anlatan, önem verdiğiniz değerleri gösteren... Şu anda bir işe konsantre değilim, çağrışımlarım rüzgâr gibi özgürce esiyor, aklıma gelen kelimelerin doğruyu anlatmaya en yakın olması mümkün.
"Kim olduğumuz" sorusuna verilecek en güzel yanıt, sade bir şekilde "bir insanım" demek olabilir mi? Hattâ, biraz daha ileriye gidelim. Bir memeli, bir hayvan türü olduğumuzu inkâr etmeden, alçak gönüllükle "insanım" diyebilmek… Ne var ki bize öğretilenler, benimsediklerimiz daha farklı, daha ayrıma yönelik.
"Siz kimsiniz?"
Öncelikler değişse de; çoğu insan duyacak yanıtlar şu alanlarda olacaktır: din, meslek, milliyet, ırk, yönelim, cinsiyet, çeşitli özgül alanlarda fanatikçe yaklaşımlar…
Denizden bana bir dalga göz kırpıyor. Bu soruya yeni doğum yapmış bir kadının verdiği yanıtı hatırlıyorum: "Ben bir anneyim"
"Anneyim" diyebilmek, tüm bu kimlik adlandırmaları içinde doğaya en yakın olanı gibi… Çocuklarımıza öğretmemiz gereken de bu olmalı; onlara öncelikle "insan" olduklarını söylemek; çünkü insanları birleştirmesi gereken yerde, çoğu zaman ayrıma yol açmış tüm bu kelimelerin altında bizlere, çocuklarımıza aşılanmış bu değerler var. Kedi familyasının altında aslan da var, ev kedisi de… Bu, bilimsel bir sınıflamadır; ne var ki insan başlı başına bir türdür. Onun altında fazladan örneğin bir Müslüman, Hıristiyan, Yahudi vs. gibi bir bilimsel, biyolojik sınıflama yok ki! Hâlbuki öyle addediyoruz ve ayrılıyoruz. Karşımızdakini kendimizden biri gibi, insan gibi görmeyip, saldırıyoruz!
Köprünün ortası bana tüm bu düşünceleri anlatıyor. Köprünün ortası da neymiş! Şu yuvarlak dünyanın sadece yön gösteren bir ortası olabilir; doğru adres ise akıllarımızda, benliğimizde, duyarlılığımızda saklı… Adımımı nereye attığım çok da önemli değil; hangi amaçla attığım önemli… Sağa da gitsem bir, sola da gitsem… Dosdoğru yürüsem, bir gün başladığım yere varırım. Yaşam içinse, hayatın sonunda ölüme varırız. Sanki hiçbir yere ulaşmıyoruz gibi görünebilir; ama tüm bu yolculuk çok değerli!
Bir hayat verilmişse, yaşamam gerektiği için yaşayacağım. Ölüm bir bilinmez; ama hayatın içindeki bilinmezleri çözmeye çalışmadan göçmemeli bu âlemden. Elbette, tüm insanları bir tutup, bir davranmak büyük bir samimiyet ister, emek ister. Doğamı inkâr edecek değilim; ama aklımın bana verdiklerini hiç inkâr edecek değilim! Yarın, doğan yeni günlerde, insanlara kızdığım günlerde, çocuklarımı yetiştirdiğim günlerde, bir şeyleri dile getirmek üzere fırsat yakaladığım günlerde insan olduğumuzu hatırlamaya çalışacağım. Bu sözü tutamazsak, doğamıza yenildiğimizi görebilmeli ve sözümüze geri dönmek adına kendimizi zorlamalıyız.
Yavaş yavaş evimin olduğu yöne doğru adımı atmanın zamanı geliyordu. Heyecanlanmıştım. Eh, yeri geldiğinde heyecanla cümleler kuran, söylevler vermeye kalkan bireyler de oluveriyoruz. Kötülüğe yer vermediğimiz, iyiliği yücelttiğimiz zamanlarda hatırımızda ne kalırsa kârdır…
İnsanlığı anıyordum. Düşünce akışında cümleler birbirini izlerken, boğazı seyrederken, ışıkları ve geçip giden gemilere bakarken birden omzumdan bir elin beni sarstığını fark ettim.
"Bey efendi, bey efendi… Durağa geldik; uyanın!"
Ben uyumuyordum ki! Yine de sesin geldiği yere yöneldim ve o anda gözlerimi sımsıkı yummuş olduğumu fark ediyorum. Göz kapaklarım açılırken şoförün yüzünü gördüm.
"Boğaz?"
"Beyefendi, boğazı geçeli çok oldu. Durağa vardık…"
"Nasıl yani, ben, o?..."
Adam tatlı tatlı gülümsedi. "Yorgun olmalısınız, ne de olsa haftanın son günü, Bostancı'ndan buraya gelirken uyumuşsunuz."
"Öyle mi?" diyebildim sonunda, "Teşekkürler, iyi geceler"
Dolmuştan indim ve yürümeye başladım. Uyumuş muydum, yoksa bir ara dolmuştan kaybolup geri mi dönmüştüm hiç bilemeyeceğim. Neler düşündüğümü, verdiğim sözü ise çok net hatırlıyordum. Evim yolunu tutmuş, doğru yolu bulmuştum. İçim huzur ve neşe doluydu…
David Ojalvo www.davidojalvo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
Kahveci : Ayşe Günsel Döğüşcü |
ALTMIŞ YAŞIM
Uyandığımda masmavi bir gökyüzünün içinden güneş bana göz kırpıyordu. Böylesine önemli bir güne yaraşır güzellikteydi her şey. Doğa ana yapmıştı gene tüm torpilini bana.. Eee ben de, bu güzel altmış yaşım da hak etmiştik bu güzel torpili. Bu güzel havada evde daha fazla zaman geçirmek anlamsız olduğu için hemen duşumu alıp, saçlarımı tarayıp kahvaltımı hazırlamıştım. Çok nadir ihmal ettiğim kahvaltı sonunda okuduğum gazetemi bilinçli olarak okumamıştım bu sabah keyfimi kaçırmaya hiç ama hiç niyetim yoktu.
Evden çıktığımda tatlı bir esinti yüzümü okşadı.. Durağa doğru ilerlerken mahallemizin en sevimli yaşlısıyla, Melahat Hanım'la karşılaştım. "Günaydın, hayırdır nereye böyle sabah sabah?" diye sordu. "Günaydın Meloşcuğum, biraz alış veriş yapıcağım, ardından emekli öğretmenler lokalinde arkadaşlarımla yemek yiyeceğim. Sen de bana katılmak ister misin?"
Melahat Hanım derin bir iç çekerek, "Aynı yaşta olabiliriz ama unutuyosun ben yaşlı bir kadınım, ayak uyduramam senin tempona. İyisi mi ben sana hiç ayak bağı olmayayım."
Bu beklediğim bir yanıt değildi. İstemeden onu gücendirmiş olabilir miydim? Yine de baskın olmalıydım:
"Aşk olsun Meloş... Peki sen bilirsin, bu günlük affedildin, kendine iyi bak..."
Sen de Kemalciğim, sen de... Aaaa bak otobüs geliyor kaçırma!..
Evet kaçırmayayım, haydi görüşürüz...
Otobüse bindiğimde oturacak yer olmamasına rağmen yine de boş sayılabilecek bir otobüsteydim. Biletçinin uyarısına fırsat vermeden ortaya doğru ilerlemeye başlamıştım ki bir çift çimen rengi göz durdurdu beni. Öylesine hoş bir bayandı ki.. Daha neler olduğunu anlamadan etkisine kapılıvermiş olduğum yerde kalakalmıştım o bir çift masal gibi çimen rengi gözün. Tanrım evet yanılmıyordum ve yalnız da değildim bu bakışmada o da bana bakıyordu belki bir çok kişiye garip gelecek bir yaşta , bir anda bu duygular etrafımı sarıvermişti
O da beni beğenmiş olmalıydı. Çünkü onun da kısa aralıklarla bakışlarını yakalıyordum. Gencecikti, 25'inde ya var, ya yoktu. Fındık kabuğu renginde ışıl ışıl saçları yüzünün bir kısmını kapatıyordu ama kesinlikle güzelliğini gizleyemiyordu.
Sabahları çok nadir kendini bana hissettiren sırt ağrım bile sanki bir daha hiç karsılaşmamak üzere veda etmişti bana gülümseyişini gördüğüm o anda. Acaba mahalledekiler, dostlarım, akrabalarım bu durumu yadırgarlar mıydı? Ben tam bu düşüncelere dalmışken çimen gözlüm bir anda kalktı yerinden, yoksa inecek miydi? Ben de arkasından inmeli miydim, onu bir daha görebilecek miydim? Ama hayır bakışları banaydı. O çimen gözler sadece bana yönelmişti, sadece bana. O incecik dudaklarını araladı. Bu çok güzeldi. Evet ya güzeldi o, benden daha cesaretliydi:
"Amcacığım, ben iki durak sonra ineceğim oturmak ister misiniz?"
Kulaklarım uğuldamaya başladı. Bu bir kabus olmalıydı.. Kısacık sürede neler yaşamıştım.. Ayakta duramaz oldum. Çimen gözler hala bana yönelmiş durumdaydı, bir yanıt bekliyordu benden. Tüm gücümü topladım. Sesimin fısıltı gibi çıkmasına engel olamıyordum bir türlü:
"Teşekkürler, ineceğim bu durakta."
Gürültüyle açıldı orta kapı, gürültüyle kapandı tekrar. Bacaklarım, sırtım, her bir yerim sızlıyordu.
Bunu yaşamamalıydım, en azından bu gün olmamalıydı. Yolun karşı tarafına geçip bir taksiye bindim. Dinlenmeye ihtiyacım vardı. Huzur dolu sessiz evim beni ve yaşlı bedenimi bekliyordu.
Ayşe Günsel Döğüşcü
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
Arayışlar
Dikkat ediyorum da, ne kadar çok yalnız insan var etrafımda. Sadece kendi çevremden bahsetmiyorum, genel anlamda bahsediyorum.
Hafta sonu Ortaköy'de oldukça çok zaman geçirdim, yine her zamanki gibi cıvıl, cıvıl insan doluydu, özellikle Cumartesi müthiş kalabalıktı.
İnsanları izlemeyi çok seviyorum, onları izlerken tahminler yapmayı, kim kimle sevgili, kim değil, kim evli,kim kardeş, kim kavga ediyor, kim mutsuz, kim mutlu..
İnanın çok büyük keyif, esasında bunu sıkışık trafikte de yapıyorum, etrafımdaki arabaların içine bakıyorum, tabi öyle gözlerimi dikerek değil, hani dikkat çekmeden göz atmaca.
Kimler evli, kimler iş arkadaşı, kimler birbirine yakın, kimler sohbet ediyor, kimler sohbet etmiyor
O kadar güzel tahminler yapıyorsunuz ki, mesela; sürekli sohbet edip eğlenenler var, erkek kravatlı, traşlı, hoş, hatta çoğunun boynunda iş çalışma kartı var, kız da keza şık, belli iş arkadaşları ama sohbet ederken gülüyor ve birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlar, tahmininiz arkadaşta olabilir, birbirlerine ilgi duyan iki gençte, ben hemen tahminimi ikinciye kullanıyorum.
Veya, şoför koltuğunda oturanın elinde bir sigara, cam açık, etrafını seyrediyor, yanında ki kadın da etrafını seyrediyor, sohbet etmiyorlar, müzik dinliyorlar ama ikisi ayrı havada, ben burada bunlar evli tahmin hakkımı kullanıyorum.
Sonuçta Ortaköy'dede aynı şeyleri yapıyorum, etrafımda oturan kızlar, erkekler, gruplar veya yoldan geçenler, sahilde oturanlar.
Ve genelde gördüğüm, yalnızız, daha çok kızlar grubu, erkekler grubu ve karma gruplar halindeyiz, sevgili sayımız az ki burası Ortaköy, güya aşıkların aktığı bir yer.
Kime sorsanız bir şey arıyor, ne arıyoruz? Neden yalnızız?
Bence arayışların ötesinde bizler galiba yavaş yavaş yalnızlığı sevmeye başladık. Buna pozitif ve olumlu gözle bakmaya çalışıyorum. Kimse yalnızlığı sevmez tabi ama eskiden bir görüş vardır, sevgilim olsun da ne olursa olsun.
Şu anda bunun gelişen genç nesille ve ona uymaya çalışan orta yaş kuşağı ile yavaş yavaşta olsa ortadan kalktığını düşünüyorum.
Sanki o görüşün yerini, ben mutlu eden bir ilişkim olsun, sevgilim olsun diye sevgilim olmasın, arkadaşlarım ve dostlarım var, ben onlarla da birlikte olmaktan keyif alıyorum, sevgilim benim taşıyabileceğim ve beni taşıyabilen birisi olsun var gibi.
ben buna bağlıyorum, artık sevgili bir gereksinim olmaktan çıktı, olmazsa olmaz değil. Sevgili mutluluk vermesi gereken ve yaşandığında keyif alınan bir olay haline geldi.
O yüzden sanıyorum insanlar kriterlerini yükselttiler, o yüzden arkadaşlar daha çok ve birliktelikler daha fazla.
Belki de yanılıyorum:)
Sevgilerimle,
Haluk İlhan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
|
YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?
Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir |
|
TERAZİ (23 Eylül-22 Ekim)
Sakin yaşamların ağırbaşlı terazileri 2007'de burçlarınızda kaçınılmaz hareketlilikler sizleri beklemekte, hazırlıklı olmanızda yarar var elbette. Bu enerji sirkülasyonlarına ister istemez ayak uydurmak zorunda kalsanız da karşılaşacağınız yenilikler sonunda gönüllerinizi ferahlatacaklar. Şubat ayından itibaren iş değiştirmek isteyen terazilere gün doğacak belki de başka yörelere taşınmaya bile karar vereceksiniz. Müsriflikten daha ziyade sevdikleri için para harcamasını seven terazilerin bu sene oldukça dikkatli olmaları gerekecek. Geçen senelerden miras kalan birtakım para meseleleri ise bu yıl kesinlikle halledilecek. Resmen rahatlayacaksınız teraziler. Yeni yılınızda çok önemli kararları vermek zorunda kalacaksınız. Geçmişin getirdiği tecrübelerin ışığında beklenilen kararları zamanında almasını bileceksiniz. İlişkide bulunduğunuz insanlardan kesinlikle dürüstlük ve güven isteyecek eskiden olduğu gibi kişiliğinizin ve duygularınızın suistimal edilmesine bundan böyle izin vermeyeceksiniz. Kendinize saklı olan nedenlerden dolayı yarıda bıraktığınız eski bir projenize yeniden sahip çıkacaksınız. Seneniz her türlü ortaklılarda ve ikili angajmanlarda son derece dikkatli olmanızı içgüdülerinize fısıldayacaktır. İçinizden gelen sese mutlaka kulak verin teraziler. Aklınızdan estiği gibi hareket ederseniz 2007 yılını uzun süreler unutamayacağınızdan emin olabilirsiniz. Yıl içinde üzerinizdeki ağırlıkların gittikçe buharlaştıklarını sevinerek göreceksiniz. Kendinize olan inançlarınızdan asla ve asla vazgeçmeyin teraziler.
Şans Meleğiniz
Jüpiter sizin burçlarınıza da misafir teraziler. Şimdiye kadar zorlandığınız konularda isteklerinize kavuşma imkânları nihayet altın tepsilerle sunulacak. Bu demek değil ki herşey kolay olacak fakat elinizin kuvvetli olması küçünülmemesi gereken bir avantajdır. İşte bu noktada yukarıda bahsettiğim ve sizleri bekleyen kararlara sıra gelmiş olacak. Sosyal faaliyetlere önem verin ve bilhassa çevrelerinizi genişletmeye önem verin.
Sevgiler
Birtakım anlaşılmazlıkların keyiflerinizi bozacağını yıldızlar söylemekte teraziler. Sanki birşeyler açıkça söylenilmemekte, şöyle bir sezgilerinizi dinleseniz bile yeterli aslında. Olası kapışmalarda en iyisi tansiyonların düşmesini bekleyin. Kararlarınız daha sağlıklı olacaklar böylece. Kendinizle yaşamayı öğrendiğinizde aksak aşkları da çoktan gerilerde bırakmış olacaksınız.
Yeni Yıl Tavsiyem
Hayatın bir nefes alış verişi kadar kısa olduğunu öğretecek değilim elbette teraziler. Şunu yinede sorabilirim sizlere, gerçek kabul ettiğiniz yaşam tarzlarınızın mutlak gerçek olduklarını savunabilirmisiniz.. Evet diyorsanız yine bu sene yoğun mücadelelerin terazileri olacaksınız. Gerçeğinizi dışarılarda veya dış görünüşlerde değil içinizde, derinliklerinizde arayın derim. Bulduğunuzda ise tüm köhne alışkanlıklarınızı gerilerde bırakacaksınız. Başkalarının muhakemelerinde boğulmak yerine kendi kanatlarınızla uçmaya başlayacaksınız.
Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.251 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Yağmur Sonrası
aylardan nisan
sağanak bir yağmur başımda
seni düşlüyorum
düşlerimden dikiyorum
tenimdeki mavi elbisemi
seni sana şikâyet eder gibi
göğsümü dağlıyorum ara sıra
gitmelerin kadar
gelmelerine sitemler yüklüyorum
başım hiç bu kadar ağrımadı inan
gecenin kör bir vakti savunmasız
çırılçıplak sararken beni karabasan
elde değil çırpınmak
biliyor musun
adınla sıçrıyorum tüm uykusuzluklarımdan
seni her andığımda
oyuklar açılırken içimde
çarmıha geriyorlar sevdamı
ölümsüz olayım diye
ben sen iken
böyle değildi yağmurlar
apansız dökülen ıslağı
titretmezdi sokak kedilerini
ve yakınmazdı alem evsizliğine
ne zaman gelsen aklıma
bir fırtına kopuyor içimde bir yerlerde
sular altında kalıyor geçmişim
sonra öylesine dağılıyorum ki
kimseler toplayamıyor zerreciklerimi
şimdi ben
her yağmur sonrası
yapboz yapmayı öğreniyorum
ve tüm eksik parçalarımı
karakalem ile çiziyorum
Gülcan Talay
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
İhtiyacınız olan yardımcı bilgisayar programlarını ararken genellikle ücretsiz olanları, önceden ne olduğunu bildiğiniz ve gerçekten ihtiyacınızı görecek olanları tercih edersiniz. http://www.freewarefiles.com/ web sayfasında bir çok yardımcı programın, ya ücretsiz tam sürümünü ya da denem sürümlerini bulacaksınız. İçlerinde mutlaka ihtiyacınıza uygun olanları vardır.
Kaba güç kullanarak hakkını aramaya her zaman karşı çıkmışımdır. Ama öyle anlar vardır ki sinirinizden dudaklarınızı kemirip, gözlerinizi kısarak karşınızdakine nefretle bakarsınız. İşte öyle zamanlara özel bir web sayfası tavsiye edeceğim. http://www.purple-twinkie.com/games/boss.asp Kızdığınız kişinin adını üst tarafa yazıp çalışmaya başlayabilirsiniz. Sağ üst tarafta ise sonradan pişman olanlar veya yeniden başlamak isteyenler için ilk yardım seti mevcut.
McDonald’s dünyasını ve işletme mantığını anlamanın en kolay yolu vereceğim kısa yoldaki oyun ile başlar. http://www.mcvideogame.com/index-tur.html Eğer kovulmadan oyunu başarabilirseniz işletme mantığını kavramışsınız diyebiliriz.
Bilimsel bir tez gibi görünse de insan beyninin gördüğünü algılama süresi ile parmak refleksi arasındaki bağlantıyı test edebileceğiniz ilginç bir oyun. http://www.bbc.co.uk/science/humanbody/sleep/sheep/reaction_version5.swf
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|