Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.137

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 30 Ocak 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Önce İnsan (mı?)!..

Merhabalar

Yıllar önce ilk defa Londra'ya gittiğimde en çok nelerden etkilenmiştim biliyor musunuz? Yakınlarımda olanlar iyi bilir çünkü defalarca anlatmışımdır. Hatta belki burada bile yazmışımdır. İkinci baskıysa kusura bakmayın artık. Birincisi metro istasyonlarında tren yoluyla platform üzerindeki sarı çizgi arasında yazan "MIND THE GAP" yazısı, yazdığı yetmiyormuş gibi bir de sürekli anons edilmesi. İkincisi de, belediyenin yollarda yaptığı tamiratların etrafına aldığı koruma ve uyarı önlemleri. O zamanlar metro bizim için hayal olduğundan ağzı açık ayran budalası gibiydim tabi. Bunları neden söylüyorum? Çok basit. Beni heyecanladıran şey insana, insan hayatına verilen değer ile, insan gibi yaşam hakkına duyulan saygı idi. Memleketimi yermek için söylemiyorum, çünkü ben de aynı yolun yolcusuyum. İnsana değer vermek için önce insanın kendine değer vermesi, gerisini yetkililerden beklemesi gerekir. Ama o yetkili de benim senin gibi olunca değer yargıları yer değiştiriyor. Sabah gazeteyi açtığımda okuduğum manşet, insan olarak kendimize vermediğimiz değeri bir başkasından beklemenin anlamsız olduğunu hatırlattı. Dink suikastinin ihbar edildiği ama önemsenmediğini söylüyordu manşet. Bu çok acı bir haber arkadaşlar. Canımızı vermeye hazır olduğumuz devletimizin bize verdiği değeri göstermesi açısından önemli ve acı. Arkasından akşam haberlerinde Baskın Oran hocanın 2 senedir hiçbir işlem yapılmayan tehdit aldığına dair başvurularını da duyunca tam oldu. Hadi biz sıradan vatandaşlardan geçtik ama kayıplarına farklı anlamlar yüklenebilecek birkaç tane insanı da korumaktan aciz miyiz? Bu derece mi insanlıktan uzaklaştık? Mahalle karakollarında, istedi istemedi diye polemik yaratmak yerine, Şakir Amca'yı çaktırmadan koruyalım diyecek babacan komiserlerimiz kalmadı mı? Bunu uzatmak mümkün tabi ama ben sinirlenmeden kesme yanlısıyım. Bunun yerine, 1 haftadır süregelen bence anlamsız tartışmaların odağı olan, artık yaşamayan o insanı en iyi anlatan beş dakikalık söyleşinin linkini veriyorum size. Mutlaka seyredin sonra yorumlayın. http://www.youtube.com/watch?v=L3s7r6qM87c&eurl Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








Yukarı


 


Cüneyt Göksu

 Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu


   Güney Amerika Birliği'ne Doğru Adım Adım Yükselen Sol - I

Sol'un Latin Amerika'daki yükselişi, 2006 yılında da son hızıyla sürdü. Farklı zamanlarda seçilerek iktidara gelen liderler, uyguladıkları politikalarla, hem orta ve ortanın sağında yer alan iktidarların da yer değiştirmesine ya da daha ılımlı politikalar izleyen liderlerin cesaretlenmesine, hem de, bir araya gelirlerse, aslında nasıl bir güç olabileceklerini dünyaya göstermeyi de sürdürüyorlar. Aralık ayında Bolivya'nın Cochabamba kentinde yapılan ve iki gün süren, Güney Amerika Ülkeleri Topluluğu 2. Zirvesi'nin kapanış konuşmasını yapan Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales Güney Amerika Ülkeleri Topluluğunun, Avrupa Birliği modelini esas aldığına değinerek, "Bizler AB gibi 50 yıl alacak bir kuruluş ve entegrasyon süreci yaşamak istemiyoruz, daha az zamanda, 4-5 yıl içinde, bu birlikteliği gerçekleştireceğimizi umuyorum" dedi. Güney Amerika'nın solcu liderleri, zirve'nin kapanış metninde, bu bütünleşme sürecinin başlangıç sinyallerini de verdiler.

Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez, yaptığı bir öz eleştiride "Kabul edelim ki, şu anda bir çok karar alıyoruz; ama, henüz uygulamak için yeterince gücümüz yok" dedi. Morales, bir araya gelen ulusların öncelikli amacının sosyal, ekonomik ve kültürel birlikteliği sağlamak olduğunu söyledi. Güney Amerika ülkeleri, tek başına hareket ettikleri sürece daha ileriye gidemeyeceklerini ve fazla şansları olamayacağını, ancak bir araya gelirlerse önemli bir güç haline gelebileceklerini kavramış gözüküyorlar. Morales, bölgedeki CAN=Ant Ülkeleri Topluluğu ve MERCOSUR=Güney Amerika Ortak Pazarı'nın yani iki ticari bloğun bir araya gelmesi için önderlik yapıyor. 1969 yılında kurulan CAN'a Ant Dağları etrafındaki Bolivya, Kolombiya, Ekvador ve Peru üye, MERCOSUR ise Brezilya, Arjantin, Uruguay ve Paraguay'dan oluşuyor. Ancak bu yapılanma, Peru ve Kolombiya'nın ABD'yle serbest ticaret anlaşmaları imzalamalarını bahane ederek, aslında CAN üyesi olan Venezüella'nın, bu yapıdan ayrılıp 2006 yılı içinde MERCOSUR'a dahil olmasıyla değişti. Güney Amerika'nın en büyük ve en dengeli ekonomilerinden olan Şili'yse her iki gruba da dahil değil. Chavez iki grubun güçlerini birleştirmesi gerektiğini, ancak bu yolla daha güçlü bir birliktelik oluşabileceğinin üzerinde duruyor.

Venezüella

Hugo Chavez, 1998 yılındaki Başkanlık seçimlerinde geçerli oyların %56'sını alarak seçilmişti. 1999'da yapılan referandumla da - %72 oranında evet alarak - anayasayı değiştirdi: Başkanlık süresini 6 yıla çıkarttı; iki dönem seçilebilmenin yolunu açtı; ülkeyi Simon Bolivar'ın 1800'lerdeki hayalinin rotasına yerleştirdi. Neydi bu hayal? İspanyol sömürge kuvvetlerine karşı savaşan Simon Bolivar, 1830 yılında ölünceye kadar, Venezüella, Kolombiya, Panama, Ekvador, Bolivya ve Peru'yu da içine alan bir birliktelik kurmuştu. Ama, ölümünden sonra İspanyol'lar, kıtayı yeniden parçalayarak bugünkü sınırları çizmişlerdi. Bolivar herhangi bir bağımsızlıkçı liderden ötedeydi. Bunun nedeni, ortaya koyduğu Güney Amerika'nın birliği öngörüsüdür. Bolivar, Güney Amerika'nın bağımsız olmasının tek yolunun kıtasal bütünlük olduğunu görüyordu. Bu nedenle İspanyol işgaline karşı yürütülen tüm mücadeleleri birleştirmeyi hedeflemişti. Chavez'de aynı yolda ilerliyor. İktidarının ilk döneminde "21. yüzyıl sosyalizmi"ni ya da başka bir deyişle "demokratik sosyalizm"i gerçekleştirmeye başladı. ALBA'yı (Amerika için Bolivarcı Seçenek) hayata geçirdi. Küba ve Latin Amerika ülkeleriyle ortak projeler geliştirdi, uygulamaya koydu. Özellikle 2004 ve 2005'te dış ilişkilere önem verdi. Bu dönemde artan petrol fiyatlarıyla, ülke iki haneli büyüme oranlarını yakaladı. 20 Eylül 2006'da yaptığı, ABD Başkanı Bush'u "şeytan" olarak niteleyen Birleşmiş Milletler konuşması, ABD'li diplomatların pek hoşuna gitmese de, oldukça alkış aldı. New York'un fakir mahallelerine ucuz yakıt gönderdi. Petrol zenginliğini alt gelir gruplarıyla paylaştı. Binlerce, ücretsiz tedavi merkezi açtı, eğitim kampanyaları düzenledi, barınma ve gıda yardımlarını arttırdı. İşçilerin yönetimde yer aldığı, işçi meclislerinin yönetimde söz sahibi olduğu yeni yönetim modellerini hayata geçirdi. 3 Aralık 2006'da yapılan seçimleri de %61'lik bir oranla kazandı; 2012'ye kadar garantilediği Başkanlık döneminde "21. yüzyıl sosyalizmi" yolunda daha kararlı olacağının ve koalisyon ortaklarını tek bir çatı altında buluşturup "Venezüella Birleşik Sosyalist Partisi"nin kurulacağının sinyallerini verdi.

Brezilya

27 Ekim 2002'den beri Brezilya'nın 39. Devlet Başkanı olan, Luiz Inácio Lula da Silva ya da kısaca Lula, 29 Ekim 2006'da, %61 oyla yeniden başkan seçildi. Lula, politik kariyerinin başlangıcındaki radikal sol söylemlerden, günümüzün "modern sosyal demokrasi"sine doğru yönelmiştir. Geçmişteki, derin "devrimci" sosyal değişim söylemlerinin yerini emeklilik, vergi, üniversite ve hukuk alanlarında yapacağını söylediği "reformist" söylemler almıştır. Chavez'in aksine, Lula için Wall Street, the City ve IMF nezdinde sahip olduğu destekten dolayı, karşı darbe tehlikesi kesinlikle yok. Eskilerin dediği gibi, ''Askeri darbeler asla IMF'ye karşı olmaz''. Lula'nın dış politası oldukça yararcı. Kendini bir ideolog olarak değil uzlaşmacı olarak tanımlıyor; Hem Bush ve hem de Chavez'le arkadaş. Lula, işbaşında olduğu dönemde Brezilya tarihinde birçok ''ilk''e imza attı. Ondan önce, hiçbir iktidar partisinin bu kadar çok sayıdaki yöneticisi, bakanı, milletvekili ve eylemcisi bu denli yolsuzluk soruşturmasına uğramamıştı. Ondan önce hiçbir iktidar, bu kadar kısa sürede, faiz ve anapara ödemesi biçiminde bu denli aşırı dış borç ödememişti. Ondan önce hiçbir iktidar, bu kadar çok yoksul seçmeni bu kadar kısa süre içinde hayal kırıklığına uğratmamıştı. Ondan önce hiçbir iktidar, bu kadar hızlı ve bu kadar aşırı sağa kaymamıştı.

Bolivya

Latin rüzgarı, şimdiki Başkan, Sosyalizme Doğru Hareket(MAS)'in lideri yerli Evo Morales'le daha da güçlendi. 2006 Ocak ayında Devlet Başkanlığı'nı devralmasından beri "Evo Morales" adı bütün dünyaya yayıldı. Morales, gücünü tümüyle, kendisine %50'nin üzerinde oy veren "halk"tan alıyor. Kıtada, 500 yıldır, yerli halkın yaşam kültürüyle Batı'nın dayattığı kültür çatışmasının bir sonucu olarak, barikatlardan, sokak gösterilerinden, Amerikan karşıtı eylemlerinden ötürü girdiği hapisanelerden, küçüklüğünden beri Kızılderili köylülerin geleneksel bitkisi koko tarlalarından kopup, Kızılderili köylü hareketinin önderi olarak ortaya çıktı. Dikkatle bakanlar, ekonomi ve politikanın uzun yıllar kenara ittiği kitlelerde büyük umutlar yaratan bir hükümeti görebilirler. Morales seçildiğinde, Bolivyalılara verdiği, yerine getirilmesi gerekeken iki sözü vardı: Birincisi ülkenin doğal kaynaklarını -doğalgazdan suya kadar- özelleştiren, yabancı firmalara veren 20 yıllık serbest piyasa ekonomisi reformlarının hızla geriye çevrilmesi, ikincisiyse ülkenin anayasa ve temel yasalarını yeniden yazacak Kurucu Meclis'in kurulmasıydı. Evo Morales, 1 Mayıs 2006'da, "doğal kaynakların ulus-ötesi petrol şirketleri tarafından yağmalanmasının" sona erdiğini ilan ederek ülkenin gaz kaynaklarını kamulaştırdı. Yeni planın üç ana noktası vardı: Geçmiş hükümetlerin yabancı şirketlere verdiği şirket kontrol hisselerinin geri alınacağını açıklamak, yabancı petrol şirketleriyle yeni kontrat pazarlığını başlatmak ve yabancı petrol şirketlerin vergisini çok yükseltmek. Bolivyalılar Kurucu Meclis'e delege seçmek için gittikleri sandıkta, MAS için %55 oy oranıyla -ki, en yakın rakibinin aldığının iki katı- destek verdiler. Ama meclis toplantılara başlayınca, nasıl çalışılacağı üzerine çıkan anlaşmazlıklar, Bolivya'da derin politika ayrılıklarını yüz üstüne çıkardı. 8 Eylül'de 8 sivil örgüt Bolivya'nın dokuz eyaletinin dördünde bir günlük grev ve yol kapatma eylemi örgütledi. Kullandıkları sloganlar MAS ve Morales'in muhaliflere karşı kaba kuvvet kullanmak istediği yönündeydi. Hükümet etmek toplumsal hareket örgütlemekten daha başka becerilere gereksinme duyuyor; Morales ve ekipleri, bu yeni duruma ayak uydurmaya uğraşıyor.

Nikaragua

Daniel Ortega, 10 Ocak 2007'de, en son 1985-1990 arasında yaptığı Cumhurbaşkanlığı görevine, 16 yıl aradan ve sayısız girişimlerden sonra yeniden dönüyor. Nikaragualılar 5 Kasım'da sandık başına gidip ABD'nin desteklediği Harward Üniversitesi mezunu Eduardo Montealegre yerine, bu eski devrimci öndere oy verdi. Sandinista Ulusal Kurtuluş Cephesi'nin Daniel Ortega'sı, rakipleri iki sağcı adaydan daha fazla oy topladı. Nikaragua'daki ABD Elçisi Paul Trivelli ve geçmişte kontra saldırılarla yakın ilişkisi olan Oliver North dahil birçok ABD'li görevli, Ortega'nın seçilmesini önlemeye çalıştı: "Ortega'nın kazanması ülke için olabilecek en kötü şey", dediler; ama, Ortega seçildi. Bu sonuç, Nikaragualı seçmenleri korkutarak yönlendirmeye çalışanlara, ülke insanının "kendini yönetenleri kendilerinin seçme hakkı" olduğunu göstermiştir. Bu bakımdan Ortega'nın kazanması, ABD'nin seçimlere burnunu sokmaya çalışmasına karşı kazanılmış bir zafer sayılabilir.

Ortega'nın seçim zaferini neo-liberal politikalara karşı duyulan hoşnutsuzluğun bir göstergesi olarak algılamak ne kadar doğrudur? Bu zafer Latin Amerika'daki Venezüella, Bolivya gibi ülkelerde esen değişim isteklerine benzetilebilir. Gerçi, neo-liberalizme duyulan yaygın hoşnutsuzluk kesinlikle bir faktördü; ama, Ortega'nın kazanmasında başka faktörlerin oynadığı rolü de anlamak gerek. Ortega toplumsal-muhafazakarlığı desteklemeye başladı; hiçbir ayırım yapmadan her çeşit kürtajın yasaklanmasını onadı ve bu onama sayesinde Katolik Kilisesi'yle karşılıklı desteği sağlamlaştırdı. Yüzyıldan beri geçerli olan kürtaj yasasının en can alıcı kısmının çıkarılması kadın hakları açısından değerlendirildiğinde; Ortega'nın kazanması, geriye atılmış bir adım oluyor. Ortega'nın zaferi aynı zamanda, kısmen, eski Başkan Arnoldo Alemen'le yaptığı ikinci anlaşma -ki birincisi Ortega ve Alemen'e Senatör dokunmazlığı verilmesi içindi- sayesinde oldu. Ortega ve partisi FSLN, Alemen ve partisi Liberal Constitutionalists yani Liberal Anayasacılar'la anlaşarak, anayasa maddesinde öngörülen birinci turu atlamak için gerekli oy yüzdesini %45'ten %35'e indirdi. Karşılık olarak, yolsuzluk suçundan tutuklu olan Alemen'in cezası "belediye hudutları içinde tutuklu"ya çevrildi ve zengin çiftliğine dönmesine izin verildi.

rtega neo-liberal ekonominin temeline ciddi bir şekilde dokunmadan sosyal programlarla yoksullara yardım etmek istiyorsa, Fidel Castro ve Hugo Chavez'den yardım istemek zorunda kalacak. Yarıkürede bazı politik sorunlarla karşı karşıya olan Chavez, Ortega'nın kazanmasından çok hoşnut. Venezüella televizyonunda yayınlanan telefon görüşmesinde Ortega'yı tebrik etti ve "Eskiden hiç olmadığı gibi, şimdi Sandinista devrimi ve Venezüella devrimi geleceğin 21. Yüzyıl sosyalizmini kurmak için birleşiyor", dedi. Chavez'in sözleri gerçekten gösterişli, ama Ortega'yla ortaklığa benzer herhangi bir gelişme, ABD'nin Venezüella'yı bölgede yalnızlığa itme politikasına ters düşer. Ortega'nın karşısındaki bu çelişkileri nasıl dengeleyeceğini zaman gösterecek. Öte yandan da, bir asırdan beri, ABD'nin, sürekli iç politikasına karıştığı bu ülkenin zaferi kesinlikle önemsenmelidir.

Cüneyt Göksu
cuneyt.goksu@vizyon.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 


 


Sabiha Rana

 Beyaz Düşler : Sabiha Rana


  KADIN MİLLETİ

Oturdum kendi cahilliğimle ve düşündüm kadın bile olamamış halimle..
Kızlar, biliyor musunuz sonuç nedir ? Biz kadınlar kör kuyu gibiymişiz billaha da..
Sonuçları verdim emekleyen kalemime bakalım neler yazmışız..
Siz mi çelişkili ben miyim? Bilemedik ki hepimiz..
Gülmeyi nasıl sevmeyiz, hepimiz arkadaş canlısıyız, sempatik ve yardımseveriz..
Karşıdan bakmayla kim çözermiş ki bizi?
Zaman zaman en melankolik ve derin ruh halimizle tek başımıza nasıl da hep acı çekeriz hiç kimseye belli etmeden.
Bazen yıldızlara şarkı söyleriz, kimi zaman da rüzgarlarla dalga geçeriz ama en korkusuzu da ölümüne sever sevgimizi de içimize çekeriz.
Bu özelliğimizi de, Ay'ın gizeminden aldığımız söyleniyor astronomide.
İnsanlığın doğuşu bizi nasıl unutur, yaşamla ölümün sırlarını bizde keşfetmek varken.
Halden anlarız her zaman, sorunları dahi rahatsız etmeden çözmek yine bizim işimiz değil mi kızlar?
En gizemli yaratık kimdir diye düşünmeyin, bizden başka yok ki kadınlar..
Hiç bir canlıda bulunmaz bu kadar karışıklık, sevinç ve acı, iyilik ve kötülük, melankoli ve cadılık, melek gibi annelik şeytan gibi kadınlık..
Hangimiz bulduk ki kendimizi bir diğerimizde? Hepimiz birer kapalı bir kutuyuz dünya kadar duyguyla boğuşup duruyoruz..
Bizlere yöneltilen her düşünceyi tartışmasız kabullenir, kısa zaman sonra bu benim mi, yoksa onun fikrimiydi ki deriz..
Elimizden geldiğince her şeye itiraz etsek de taraf olmamak için kendimizi herkesten uzak tutmak isteriz.
İşte bu yönümüzle kötü bir arkadaşızdır... Boyadığım bu kadın resmi aslı değilse de gölgemizdir bizim..
Dünya her zaman dönse de dünyayı nedense kendimiz biliriz.. Acaba diyorum üreme organlarımız yüzünden mi kendimizi hükümdar seçeriz.
Genelde bebeğimizi besler, büyütür ve korumak isteriz ve her zaman en insancıl en anaç tavuk biz kesiliriz..
Bunun yanısıra da en büyük özelliğimiz, her ne kadar karışık olsak da ruhsal olarak kendimizle barışık oluruz.
Belki de bunu, kazanmak başarmak korumak ve kimsenin bunları yıkmasına izin vermemek için her şeyimizi ortaya koymak için yapıyoruz.
Bizi tehdit eden bir problem varsa, ne zaman hareketlerimiz kısıtlanırsa o vakit sorun ne olursa olsun el atar, ayak koyarız..
Bunu yaparken de hemen öne atılmaz bazı hayvanlar gibi önce bir kaç adım geri çekilir, saldırı taktikleri geliştirir, tırmalayacağımız bölgeyi gözümüze kestirir ve son hareket işi bitirmek için şimşek gibi avımızın üstüne atlarız..
Beklenmeyen her hangi bir durumda ise sakınabilmek için en anlayışlı halimizle bütün dikkatimizi o yöne verir o konuya döneriz.
Unutmadan verdiğimiz çabaların yerini sağlamlaştırmak için de o amaca yönelik olup olmadığını anlamaya çalışarak, her ne kadar kadının hırs küpü olduğu söylense de umurumuz olmaz bizim.
Gerçekten içten söz vermişsek mutlaka tutarız sözümüzü ve karşımızdaki yardıma muhtaç biriyse yardıma hazırızdır.. Çünkü kadının duygusallığı her zaman karşısındakine yakından ilgilidir.
Burası çok önemli! Paranın sokaktan bulunmadığını kabul etsek bile, kendimize bir şeyler ifade eden insanlar ve ailemiz için her şeyimizi feda etmeye daima istekli ve hazırızdır.
Diğer insanların sıkıntıları bizleri üzdüğü gibi, olaylara müdahale etmeden önce başka birinden yardım gelip gelmeyeceğini ve yardımın türünü öğrenmeyi bekleriz...
Eğer ki uzaktan bir yardım görünmezse, son dakika "Kurtarıcı"sı olarak ortaya çıkıp melekçe yardımlar sunarız.
Pasif gibi görünsek de her şeyin sonunu bekleyen bir yapıya sahibizdir biz kadın milleti..
Hele de iş dünyasında ve okul sıralarındaki hırsımız, başarımız yeter ki biz isteyelim üstesinden gelmeyi, bunlar hiç tartışmasız anlatılır bütün dillerde.
Öyle havada karada anlatılan dedikodular gibi paranın hiç bir türüne değer vermeyiz yeter ki kalbimizden sevelim evimizi, eşimizi, işimizi gücümüzü..
Nadiren dikkat çekici hareketler yaparız insanları şaşırtmak için ve bunu da başarırız..
Kimi zaman arka plan çalışsak da sessiz ve derinden yol alırız mutlaka..
Kızlar sıkı durun kadınsı yapımızdanmıdır nedir bilinmez ama arzu edersek şayet, geceyi hiç beklemeyiz bilirsiniz.. Ne kadar karar versek de bir konu hakkında bunu hiç sezdirmeyiz.. Önceden çok iyi hesaplar her hangi bir caydırıcılık sezsek bile fikrimizi sabit olduğu gibi uygularız.
Bu kadın milleti yani bizler var ya özel yaşamlarımızda olduğu kadar, mesleki yaşamlarımızda da çok kaygı duyarız.
Azcık daha soğukkanlı olmak işimize yarasa da, çünkü biliriz ya hani zeytinyağlı soğumadan yenmez..
Değişken ruh halimiz, saat tik takları gibi değişip hesaplansa da ee ne yapalım ''Allah bizi böyle yaratmış'' deriz.
Bütün kadınlar kendilerini koruyan kurallarla, kendilerinin veya başkalarının deneyimlerinden de seve seve faydalanır bu böyle biline..
Biz kadınlar duygusal bir varlık olduğumuz için duygularımızın bizi yönetmesine izin veririz.
Mesela, ilk karşılaştığımız kişiye karşı olumlu izlenim edinsek de o kişi hakkında nadir de olsa verdiğimiz kararı tekrar gözden geçiririz.
Çünkü; biz kadınların bir tek duyguları çok kolay yara alır o yüzden haklıyızdır.
Yanlış bir kelime etmişse biri bize, derinden sarsılır ve kimseye hissettirmeden yuvamıza çekiliriz.
Bizde yalan yok. Haklı eleştirileri bile zor kaldırıyoruz ama belli etmeyiz. Bizim gerçeklerle çok az ya da hiç ilgisi olmayan şeylerin senaryosunu yazan güçlü fantezilerimiz vardır..
Ve bu fantezileri billur bir kadehe koyar hüzün diye içer, sonra da yedi kat dibe vururuz...
Sık sık, kendimize güvenli bir sığınak kabul ettiğimiz geçmişimize, doğup büyüdüğümüz baba evimize gideriz düşüncelerimizde..
Aile, yuva, çoluk, çocuk, eş anlayışımız da bu gidişlerde yatar bu yüzden aileye önem verir ve çocuklarımız için ölümü bile göze alırız..
Kadın dediğimiz daha bir gösterişli konuşur daha bir dinlenir sohbet ortamlarında ilgi odağı olup hayran bakışlar altında olmaya bayılırız ve saygı görmek isteriz..
Bu bir ihtiyaçtır biz kadınlar için ve bütün davranışlarımızın da gerçek nedenidir...
Kadın aşıksa, duyguluysa oldukça arzuluysa ve tutkuluysa erkeğine, o erkek nasıl nefret edebilir ki o kadından, nasıl aldatabilir ki başka bir kadınla?
Soruyorum kusursuz muyuz? ..... :(
Kusursuz anne baba, eş çocuk, arkadaş dost ve insan mı arıyoruz? Bu düşünceden boşanmaya var mısınız?
Tabii ki hayal kırıklıkları var hepimizin hayatında ve bunlar hiç bitmeyecek. Ama biz kadınlar bunların da üstesinden gelip, bütün gücümüzle bizi üzen sebepleri unutup tez elden yaralarımızı sarıp unutmalıyız diyorum, başka çaremiz yok! Neden mi? Bunun için. nedenlerimiz çok kızlar, bu dünyaya kadın geldik kadın gideceğiz ama kadınca yaşamadan asla!!!

'' Her kadın ( Her eş, her insan, her canlı ) ideal hayat arkadaşını aramaz mı? ''

'' Melekler yüreğinizden öpsün ''

Sabiha Rana
http://www.sabiharana.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 


 



 Kahveci : Mürüvvet Kurt


PENCEREDEN DÜŞEN ÜNLEM!

Her hikâyenin bir anlatıcısı vardır. Benim anlatıcım da, her şeyi bilen bir bay! Başrolde kırgın bir genç kadın ve onun yalnızlığının ilacı zat-ı muhterem… Genç kadının yalnız dostuna düşen ise figüranlık rolü… Bu hikâyenin bir sesli düşünme ürünü olduğunu da söyleyebilirim size. Aslında parlak bir girişi de olmalıydı: (Bir gün güneş tutuldu ve bizler dünyanın kararan yüzünde kaldık. O günden bugüne bütün 'kara'lara sebep bu işte!) gibilerinden… Ama olmadı! Hayal ve gerçeğin kurgusu birbirine o kadar girdi ki…

Hayal gerçeğe karıştı, gerçek hayale… Kısacası sınırlar, sınır olmaktan vazgeçtiler. Anlatılanın sınırlarını zorlayan sözcükler değildi yalnızca; noktalar, üç noktalar, ünlemler ve diğerleri, gelip hikâyenin başköşesine oturdular.

"NOKTALAMA İŞARETLERİ NASIL BİR HİKÂYENİN KAHRAMANI OLABİLİR Kİ? HADİ ANLAT BAKALIM!" demiştim demiştim ama azarı da yemiştim yazıcıdan.

"Bağırmasana! Başlıyorum işte!" dedi ve yazıcı başladı anlatmaya: "Bir gün güzel bir kız… Yok yok, böyle başlamamalıyım. Bir yazı vardı masada. Ben gördüm, okudum, bildim. Bildim kimin yazdığını ama kimselere bildirmedim."

"Fotoğraf karelerinden daha vefasız pencere camlarından gökyüzü aldatıyor bizi. Artık uçurtmalarla süslenmiş bir çocuk düşü değil boz bir karanlık var önümüzde, yıldızsız. Hayallerimizin bir fotoğraf karesine sığmasına az kaldı. Bu çok tanıdık bir hikâyedir aslında. Önce hayallerin küçülür. Çember yavaşça daralır, farkında olmadan kalıplar cenderesine alır seni. Sonra bir bütünün, anlamsız bir bütünün bir parçası olarak bulursun kendini. Saatin tik takları bile değişmez. Yeni gelen hiçbir gün, yenilenmenin diğer adı olmaz. Ve tükenmez sandıkların tükenip gider tek tek. Tek tek kaybolurken gidenlerin ayak izleri, geriye sadece bıraktıkları anılar kalır. Gidenlerin ayak izlerinden geriye sadece anıların kalmasına izin verme."

Masanın üzerinde bulduğu kâğıtta bunlar yazılıydı. Rüzgâr mı getirmişti acaba pencereden? Evet, evet, öyle olmalıydı. Kendisi yazmadığına göre... Başka bir ihtimal yoktu! Şaşırtıcı bir gün daha başlıyordu işte onun için. Güneşe baktı. Öğleden sonranın tüm mahmurluğu üzerindeydi ve gün ağlamaklıydı... Yarısı yitip gitmiş bir kent harabesiydi geriye kalan. O eski zamandan sadece hüzünlü şarkılardı belleğindeki. Sanki binlerce yıldır kulağına çalınmayan ve bir daha belki asla çalınamayacak… Sesli düşünmeye başladı. İçinden geçenler, kâğıtlara döküldü; kâğıtlar yetmedi, duvarlara yazıldı: "Tek başına bıraktığım gün seni, tüm yitiklerimle birlikte gidecektim. Gidecektim, bu şehirden. Sözümde duracaktım: 'Artık dönmeyeceğim!' Ama acımasız şehir, yeni tanımlar üretmeye başlamıştı. Birden ellerim, kollarım bağlanmıştı. Kaçmak istemiş ama kaçamamıştım. Bir yenilgiye daha tahammülüm yoktu çünkü. Yenilgiler, öykülerin yarım kalmışlıklarını bir kat daha artırırdı hep. Bu sefer de öyle olmuştu. Geç de olsa anladığım bir şey vardı: Artık öykü yazma zamanı değil, öyküyü yaşama zamanıydı. Onun için yazamamıştım bunca süredir! Her şey, yaşandığı anda güzeldi: Ağaçlar, kuşlar, ıslak caddeler, sinemalar, sokaklar, gece yarısı nöbetleri, sokak başları ve kaldırım taşları... Kaldırım taşlarında unuttuğumuz bir duygu, yıllar sonrasına götürecekti her şeyi. Hatırlıyor musun, birkaç damla gözyaşı kalmıştı karanlık sokaklarda. Biliyorum ki; o gözyaşlarıydı seni bana getiren, beni sana yaklaştıran."

Gözyaşları yavaşça yanağından süzüldü, kâğıtlar ıslanmasın diye yüreğine akıttığı gözyaşları… Aşağı indi. Onun oturduğu apartmandaki posta kutusuna bıraktı yazdıklarını. Sonra yavaşça geri döndü. Bitmiş ya da bitmekte olan bir şeyleri yeniden canlandırmak değildi amacı. Sadece, masanın üstünde bulduğu kâğıtta yazılanlar onu çok etkilemişti. "Umarım, yazdıklarımı okur." diye düşündü. Oysa, aslında bu çok da önemli değildi. Biliyordu ki bir daha hiçbir şey, eskisi gibi olmayacaktı!

Dışarı çıktı. Kendini hiç böyle hissetmemişti. İnsanları izlemek istiyordu, yüzlerini, yüzlerindeki coğrafyaları. Bir keresinde bir dostu; " İnsanların yüzleri ülkeler gibidir." demişti, birçok benzeyen yanını anlattıktan sonra ikisinin de, devam etmişti: "Gözyaşları nehirlere benzer; bazen coşkundur, akar ve yıkar her şeyi. Bazen de kurur ve yakarışlara bile kulak tıkar. Gözyaşlarını hesaplı kullanmak lazım o yüzden. Yanlış yere, çok fazla akıttığında nehirler gibi gözyaşları da kurur." Böyle demişti dostu. Dostunu anımsadı. Onu görmek geldi içinden ve arayıp ona ihtiyacı olduğunu söyledi. Buluştular. Kalabalık bulvarları yararken dostuna sordu: "Kendini bu kalabalıklara ait hissediyor musun?" dedi ve devam etti:" Ben hissetmiyorum. Ama, eminim bu kalabalıklara dışarıdan bakan bir çok insan da benim gibi düşünüyordur." Dostu onayladı sadece. Sessizdi. Dünyanın tüm sükûnetini içine çekmişçesine dingindi sessizliği... Yürüdüler, yürüdüler ve yoruldular. Yorulmalarına sebep, belki de insanların yüzlerinde yaptıkları uzun gezintilerdi, kim bilir?!

Bir kafeteryaya oturdular. Oturdukları yerden, bulvarda hızlıca akan insan kalabalığını izleyebiliyorlardı aynı zamanda. Garsona birer çay söylediler. Bir de ortaya birlikte yiyecekleri bir kâse aşure… Konuşmaya başladılar. İnsanlardan, hayattan bahsettiler uzun uzun, en çok da eski dostlardan, yeni çıkan kitaplardan, okuduklarından, okumadıklarından, hayallerinden, umutlarından... "Bizim kuşak," dedi dostuna, "aldatılan bir kuşaktı. Aldatıldık. İçini dolduramayacağımız tanımlar üretildi. Önümüze konan bir sürü bilmediğimiz ama kullandığımız sözcük, bizi gerçek hayattan kopardı, attı. Yaşadığımız fanuslardan çıkmak için okullarımızın bitmesi gerekti. Bir de baktık önümüzde, daha önce bahsedilip duran kavramlar yerine hayatın sıradanlaştırıcı ve öğütücü çarkları vardı karşımızda. Kendimi sorguladığımda, dönüp geriye bakıyorum da doğru insanlarla, doğru yerde karşılaşsaydık keşke, diyorum belki daha iyi yaşardık bazı şeyleri…" dedi. Sonra, ona öyküyü anlattı. Aslında bir parçasıyla kendisinin 'kahramanı' olduğu öyküyü... Büyük bir ilgiyle dinledi dostu, sordu sonra: "Aşk nedir sence?" Kırgın genç kadın, yaşadığı eski bir kırıklığı anımsadı. "Bir trafik kazasına benzetiyorum aşkı; geliyor, çarpıyor, vuruyor ve karşı koyamıyorsun. Sende bıraktığı kırıklık da kazanın çarpma şiddetine bağlı galiba." dedi. Dostu gülümsedi. O, hep gülümserdi zaten, çektiği tüm sıkıntıları büyük bir sabır ve olgunlukla karşılamasını bilirdi. Hayata dair söyleyecek çok şeyi olanlardandı. Dostunu dinlemek büyük bir zevkti onun için. (BİLİYORUM, ÇOK KULLANILMIŞ MOTİFLER BUNLAR, dedi hikâye anlatıcısı. Sayıklar gibiydi: "Ama insan ilişkilerinin en acımasız yanı maskeler değil midir? Öyle olmasaydı bu hikâyede yer bulabilirler miydi kendilerine?") İnsanların taktıkları maskelerden söz ettiler sonra, bir süre sonra yüzümüze yapışıp kalan alacalı bulacalı, ne idüğü belirsiz maskelerden... İkili ilişkilerin, özellikle iki cins arasındaki ilişkilerin ne kadar çapraşık ve anlaşılması güç olduğunu konuştular. Aslında, bu zaten bildikleri bir şeydi. Ve sevginin, aşktan önemli olduğuna karar verdiler birlikte. Önemli olanın o coşkun duyguyu, duygunun deli gömleğini yani aşkı sürekli kılıp sevgiye dönüştürmek olduğuna ve de... Biraz rahatlamıştı. Galiba ne yapması gerektiğini biliyordu artık... Vedalaştılar. Dostuna teşekkür etti. Dostu, her zamanki tebessümüyle cevap verdi. Ayrılırken aklında dostunun söylediği son cümleleri vardı: "Sımsıkı sarıl, tüm sevgilere, dostluklara, hayatlara… Sıkıca, hayata; teğet geçerken, aynı zamanda birbirine değen hayatlara…"

Yola koyuldu. Eve gitmek o anda aklından geçen tek şeydi. Yolda, dolmuş penceresinden dışarıyı izlerken bir şey dikkatini çekti. Daha önce pek dikkat etmemişti. Bu yüzden fark edemediği bir şeyi keşfetti: İnsanlar, hep dışarıya bakıyorlardı ve de yüzleri akşam karanlığında, dolmuş penceresinden yansıyordu. Yansıyan yüzler değildi sanki hayattı unutulmuş, her bir yüzde... Kendi yüzünün yansımasını da izledi dolmuşta. Unutmak istediği en son şey belki de hayattı. Hatırlamak istediği ilk şey de o... Dolmuştan indi, yürümeye koyuldu. Yollar çok tanıdık gelmişti nedense. Anımsamak istediği bir şeyi anımsar gibi oldu. Gülümsedi. Bir yolculuktu, hayatını baştan sona değiştiren:

...Yollar hiç bilmediği kadar uzundu o gece. Uzadıkça konuşulanlar artıyor, her yeni tomurcuklanan cümleye bir yenisi daha ekleniyordu. Tedirgindi. Gecenin karanlığı da en az onun kadar tedirgin... Her şeyi aynı anda hatırlayıp aynı anda unutmak diye bir şeyin olduğunun ilk o gece farkına varmıştı. Küçücük film karelerine sığdırılmış tüm anılar gözünün önünden geçiyor, aynı anda da karşıdakiyle konuşmak zorunda kalıyordu: "Bu yolculuğu uzun bir sinema filmi gibi düşünün." demişti. O ise ne diyeceğini bilemeden yolun ortasında kalakaldı. Acaba bu bir oyun muydu? Oyunsa, ne demek oluyordu bütün bunlar? Karanlık bir gece yolculuğuydu... Karanlığın içinden geçen yoldaki ışıklar, sanki onlara göz kırpar gibiydi. Her yeni gelen dakika, yeni ürperişleri de beraberinde getiriyordu. Yıllarca anlaşılamamanın verdiği bir acıyla yaşadıktan sonra, kalabalıklar içinde yalnız kalmaya alışmıştı. O kadar alışmıştı ki bu dipsiz yalnızlığa, üstünden silkip atmak istemiyordu. "Şimdi, ben ne yapıyorum?!" diye düşündü o an. Bu kadar az tanıdığı bir insanla tutup uzun bir yolculuğa çıkıyordu. Zaman sanki durmuş, bir kum saatine dolup savrulmuştu dört bir yana. Ellerinde güzel anılardan oluşmuş bir buket vardı ve sımsıkı sarılmıştı onlara. Acılar, dikenleşip ayağına batarken bu yeni güzelliklerin elinden kayıp dikenleşmesine izin vermek istemiyordu. İlk mola verilen yerde "Cevabınızı bekliyorum." diyordu karşıdaki. Neyin cevabını vermesi gerekiyordu? Geri kalan zamanlarda yarım bir hayatı, bir başka hayatın üstüne ekleyip ekleyemeyeceğinin mi? "Bu kadar kolay mı acaba?" diye sormadan edemedi kendine. Cevabını veremedi. Daha doğrusu, kaçamak cevaplar verdi hep! Yeni bir tanım çıkmıştı karşısına ve bunu değerlendirmek zorunda olduğunu hissetti. "Kimileri hayatlarında büyük bir hatanın diyetini ödemek zorundadır. Ve de belki ben, onlardan biriyimdir." dedi. Kırdığı onlarca kalbin ağırlığını henüz üzerinden atamamıştı. Ama hayatının bundan sonraki bölümünde de yalnız kalmak istemedi. Belki de o yüzden cevabı "Evet!" olmuştu.

"Evet!" demekte çok tereddüt etmişti. Ama yaşadıklarından dolayı asla pişman olmamıştı. Yaşamak dediğin neydi ki zaten... Yaşadıklarından pişman olmamaktı elbette... O da onu yapıyordu. Ama şimdiye kadar tatmadığı koyulukta bir pişmanlık kapladı içini. Kapıya bakıp duruyordu. Oysa beklediği biri yoktu. Yok olan birini beklemek kadar kötü bir şey yoktu. İçinden geçen ise, kalbine giren oklardı. Ürkütücü bir ok, kayıplara dair: "Kimi zaman acı kayıplar, yeni kazanımlar için bir kapı olur bizlere. Ve bizler, yıkıp yıkıp yeniden inşa ederiz yüreklerimizi. Ders almadan, aldığımızı sanarak sadece: Yaşadıklarımızı unutmamak için aynı şeylere inanır, aynı şeyleri kazanır ve aynı şeyleri kaybederiz."

Bütün bunları düşünürken, düşünmekten vazgeçmeyi düşündü birden. Bunu başarabilir miydi? Hayır! Cevabını kendisi verdi ve bu tip sorulardan nefret ederdi aslında. Sığ sözcüklere sığınmak istemedi. Yapacağı çok şey vardı daha, hayata ve sözcüklere dair. Kandan damlalardı sözcükler... Kan damlayan sözcükler! O sözcükler yüzünden ayrılmamışlar mıydı? Sözcükler bile değil, noktalama işaretleriydi aralarına giren! Ne komik bir ayrılıştı o... Yazdığı yazıları biriktirdi, biriktirdi ve okuması gerektiğine inandığı bir gün onun önüne koydu hepsini. Yazı hayattı; kanatırdı, yaralar, deşer, bağırır, haykırır, haykırırken de sorardı aslında! Öyleydi aslında. Ama bunu fark edecek göz isterdi; anlayacak yürek, dokunacak el isterdi yazı, ısıtacak gülüş... Noktalama işaretlerini anlatmak istemişti; onlar olmadan kendini çıplak hissettiğini, onlar olmadan yazmaktan zevk alamayacağını, zevk almadan yazamayacağını, yazamadan da yaşayamayacağını anlatmak istemişti hepsi o!

Bazen üç nokta bile her şeyi anlatırdı oysa. "Bazen üç nokta her şeyi anlatır." dedi yazıcıya genç kadın ve şöyle devam etti: "Yarım kalmış ve kalacak tüm güzel şeyleri; uzaklığı, yakınlığı, karı, kışı, yağmuru, bulutu, gidişleri ve gelişleri... Her şeyi ama her şeyi! Ulaşıldığında bitecek her şeyi anlatır üç noktalar. Bu yüzden sonrası hep yarım bırakılmışlıktır! Anlayalım diye... Üç nokta sayesinde söylenmemiş her söz söylenmişin yerini alabilir, gece- gündüz demeden karışabilir mevsimler birbirine.

Oysa karşıdaki bütün bunları anlamaya çalışmamıştı bile, kaldı ki bulduğu kusur: " Şu cümlenin sonundaki ünlem gereksiz değil mi?" Yıkılmıştı. Hiçbir ünlem gereksiz değildir! Hayata dair hiçbir ünlem gereksiz değildi. "Bunu anlayamayan biriyle paylaşacak başka neyim var ki!" diye düşündü. Düşünmekle kalmadı. Paylaşmaktan vazgeçti. Kapı oradaydı. Karşı taraf, sadece şaşırdı. Şaşkınlığının sonuna koskocaman bir ünlem ve soru işareti eklemeyi de ihmal etmedi: "Ama, nedeeen?!" Nedensizdi. Olanlar, bir anda olup bitmişti. Bir anda. Tüm yok oluşlar gibi! Yitiklere karışmışlardı. Ve bunları düşünmek yerine, çoktan beridir yapmadığı bir şeyi yaptı. Odasının penceresinden, yan çatıdaki güvercinleri seyretti. Hatta seyretmekle kalmadı, onları besledi. Belki bir beyaz güvercin, ellerine benzeyen bir güvercin, bir yazı getirirdi belki onun için. O, bekleyedursun gün, batmak üzere yola koyulmuştu çoktan... Gün batışlarında, nokta girerdi hep güneşin koluna; tepelerin ardına götürürdü onu... Sonra odadaki masanın üzerinde o yazıyı gördü.

"Sonunu nasıl bitirirsek, o sonu bizim olur tüm cümlelerin." dedi kendi kendine. O yüzden gün batsa da, nokta koymak istemiyordu öyküsünün sonuna. Kapı çalındı. Kapıyı açtığında etrafta kimsecikler yoktu. Ama bir zarf vardı. Noktayı koymamakla iyi yapmıştı galiba. Açtı. Okumaya koyuldu yazılanları: "Tüm noktalama işaretleri, hayata dair bir izdir. İzler, bırakıldıkları her yerde, kâğıtlarda ya da kalplerde, ağlayıp dururlar yalnız kaldıklarında. Yalnız kalmamalıdırlar o yüzden. Anlaşılmalı, anlaşılmaya çalışılmalıdır. Belki biraz geç oldu. Ama şunu anladım ki; hiçbir ünlem, hayata dair hiçbir ünlem fazla değil! Avazımın çıktığı kadar bağırabiliyorsam, bu onun sayesinde. Ya diğerleri? Sanırım nokta olmasa da yaşayamazdım. Noktasız her şey yarım kalıyor. Ben de şu an, bir nokta olmak istiyorum. Ve geri kalan zamanlarda, tamamlanmak dileğiyle sana bir ömür vadediyorum, noktalama işaretlerinin hepsiyle birlikte!"

Sadece gülümsedi. Mektubu pencereden dışarı rüzgâra bıraktı.

Mürüvvet Kurt


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


6,676,676,676,676,676,676,67
6 Kahveci oy vermiş.

 


 


Deniz Marmasan

 Sütlü Kahveci : Deniz Marmasan


   NOKTAYA 'ES'…

Yarım kalan bir şiir dizesiydi dudaklarına ilişen koku… Elindeki sıcaklığın uzantısı ılıktan ılığa bir yaz akşamı. Vedasında çerçevelenen gözyaşları hep göz hizasında… Kızılından kızıl çalmışlar bir perşembe sonbaharında… Nefesinin kuytularında çırpınan aktan bir güvercin. Salamadığın özgürlüğünde boğulduğun hıçkırıklar… Benim sustuğum senin soluduğun, kaldırımlarda biten renklere nazır… Laciverdinin koyuluklarında kaybolan bir kutupyıldızının dudaklarından dökülen öpüşlere yazılmış şiirler. Malzemesinden mi çalmışlar aşkımın?! Unutulmuş bir konak gibi gözlerinden bana akan hareler.. Harelerinden önüme uzanan uzun çizgiler, kesik kesik.. Goncalarına serptiğin, teninin kokusunda susan süt beyazlığı. Vişneler saçtığın dokunuşlara mühürlü, geceler… Ayın soluğunda yok-olan bir tılsımdı gülüşlerin. Bir bardak suyun mu gölgesinde yakamozlar? Menevişlerin dokundurduğu renklerde kaybolmuş dakikalar.. Ellerinden akan bir yaşamdı sinema salonlarına kilitlenen.. Belirsiz boşluklar vardı cümlelerimde, darmadağınık duygularımın mirası...
Birkaç yarım şiir birkaç belirginliği yitmiş şarkı.. kaybolmuşum bilmediğim bir şehrin sokaklarında . Oysa burada her sokak denize çıkardı, denizimi yitirdim. Suladığım çiçekler rengini yitirdi…
Bu bir veda değil sevgilim..
Sev-gi-li-m...
Bu susuştaki konuşkanlık belki beni sana, sonu olmayan sokaklara bağlayan. Sepya bir örtü vurulmuş düşlerime, üzerine suluboya fırça darbeleri..
Git diyemez ki bir yanım, kendimi sende bulmuşken, uykularını izliyorum sonu gelmez gecelerde.. Huzurlu gerginliğinin eşiğinde, karanlığa çarpan soluğunda ertesi gün planları…
Bu bir veda değil…
Bir gidiş kalbimdeki kakaolu ülkelerden…
Sana uzanan bir masal…
Masalına kilitli renkler…
Renklerine mühürlü tonlar…
Tonlarında doku…
Dokunda bir es…
Teninde koku…
Noktaya bir kala bir virgül…
Sürmeli gözlerde bir yaş…
Dudaklarda bir çilek tadı…
Ve kalemdeki kurşunun kokusu…
Ve bir sevda çığlığı…
Nokta…

Deniz Marmasan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
2 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotoğraf : Gülendam Oğuz

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.251 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı


 


 Tadımlık Şiirler


Bu gece yalnızlığımın üzerinde yürüdüm…

Bu gece yalnızlığımın üzerinde yürüdüm…
İncitmedim sert basarak,
Topuklarımı vurmadım ürkmesin diye…

Bir de yağmur çiseledi…
Yürüdüm hiç durmadan.

Saate bakmak istemedim,
Ne de sağıma , soluma.
''Benim'' olana sahip çıktım,
Aldatmadım onu.

Bastıkça üzerine yalnızlığımın,
Ben yükseldim, O sarıldı.
Tuttu eteğimin ucunu,
Şefkat bekleyen çocuk gibi.

Bıraktım kendimi huzurla…

Bu gece yalnızlığımın üzerinde yürüdüm,
Ayrılamadık.
Sadık sevgilim,
Cefakar sevgilim,
Güzelim, canım, bir tanem,
Herşeyimdi yalnızlığım.

Figen Erdeveciler

 


 Biraz Gülümseyin



 


 Kıraathane Panosu





VAN BİEN - İyi Gidiyorlar…
Küba Hakkında Bir Sergi

Küba bağımsızlığının kahramanlarından ozan José Martí'nin doğum yıldönümü, 29 Ocak'da, İstanbul Cervantes Enstitüsü'nde düzenlenen etkinliklerle anılacak.

Türkiye'deki Küba Büyükelçiliği'nden Alejandro Simancas'ın vereceği bir Konferans'la başlayacak etkinliğe Serpil Yıldız da "VAN BİEN - İyi Gidiyorlar… Küba Hakkında Bir Sergi" ile katılacak.

29 Ocak Pazartesi, Saat: 20:00'de Cervantes Enstitüsü'nde gerçekleştirilecek Anma Programı; Konferans sonrasında Sergi Açılışı ve kokteylle devam edecek.

Sergi, 24 Nisan tarihine dek izlenime açık olacak.

Sergi Bilgileri
Açılış:
29 Ocak 2007, Pazartesi, Saat: 20:00
Sergi 29 Ocak- 24 Nisan tarihleri arasında izlenebilir.
Yer: Cervantes Enstitüsü
Tarlabaşı Bulvarı, Zambak Sokak No:33, İSTANBUL
Telefon: 90 212 292 65 36 Faks: 90 212 292 65 37
E-posta: cenest@cervantes.es


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Dün gece yine ölümle burun buruna geldim. Kendime bir zarar geleceğinden değil ama karim Cemile ne yapar sonra. Biz aksam yemeğimizi genelde saat 11-12 gibi yerdik, ama ev sahiplerimizin misafiri geldiğinden geç vakitlere kadar oturup yatmadılar. Neyse ki konukların gitmesiyle birlikte uykuya daldılar. Bir süre ortalığın sakinleşmesini bekleyip, yiyecek toplamaya başladım. Bugün misafirler geldiği için menü çok zengindi. Pasta ve börek kırıntılarına bayılırız. Hikâyenin devamı için http://www.buldun.com/geyikler/3212/

Eğitim sadece okullarda verilmiyor. İster öğrenci olun ister veli olun eğitim her yaşta hayatımızın içinde en önemli yerini almaya devam ediyor. http://www.egitim.com/ web sayfasında her yaşta eğitim için güzel bir kaynakça olmaya aday görünüyor. Okul öncesinde aile içine kadar eğitime farklı bir açısı görmek isterseniz buyurun.

…Küçük John okuldan eve gelir ve üzgün bir şekilde, "Matematik dersinden 1 aldım" der. Babası hemen sorar, "Neden ?" "Öğretmen 3x2 kaç eder?" diye sordu, ben de "6" dedim. Babası hemen oğlunu tasdikler ve "Fakat bu doğru" der. Ondan sonra da "öğretmen 2x3 kaç eder?" diye sordu… Fıkranın devamı ve diğerleri için http://www.hoppala.com/fikralar/kisa_.shtml

http://www.turizmgazetesi.com/ Türkiye turizmi hakkında merak ettikleriniz ve gelişmeler hakkında bilmek istedikleriniz için gazeteniz burada.

Yukarı


 


 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-06©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20070130.asp
ISSN: 1303-8923
30 Ocak 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com