|
|
|
6 Şubat 2007 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Tembel Teneke Editör!.. | Merhabalar
İtirafımdır, tembellik yapıp dükkanı geç açtım. Saat bu saat olunca da birşeyler yazmak için mecalim kalmadı. Kusura bakmayın, yarın daha uygun bir havada görüşmek umuduyla hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
Yukarı
|
Kahveci : Semra Yavuzcan |
SON KARAR
Ömer'in saçları, elli yaşında olmasına rağmen epey kırlaşmıştı. Uyguladığı gıda rejimi yüzünden hiç fazla kilosu yoktu. Kestirdiği bıyıkları, soluk yüzünü daha aydınlık yapmıştı. Odanın içinde bir gidip, bir geliyordu. İçindeki sıkıntı bitmek bilmiyordu nedense. Sıkıntının sebebini birden acı acı hissetti; karısı, İnci... Karısı, artık sinirine dokunuyordu. Dışarıdan hiç kimse bunu fark edemezdi. Berberde saç boyatmalar, süslü püslü kıyafetler, takıp takıştırmalar, ama hepsi o kadar. Ruhu yoktu. Yavan, tekdüze bir hayat. Oğulları bile, o monoton yaşantılarını aşırı renklendirememişti.
Aklı birden Rosa'nın kızıl saçlarına odaklanıverdi. Rosa, sade, güzel, zarif, ama bir o kadar da doluydu. Bir kimya mühendisiydi Rosa. O da evli ve bir çocuk annesiydi ama, o kadar hayat doluydu ki... Etrafına enerji saçıyordu sanki.
Birden, yirmi iki yıllık evliliğini düşündü Ömer. O güne kadar, hayatlarında yaşanan belki de sadece birkaç güzel gün vardı. Daha çok kavga ve gürültüler yer etmişti aklında.
Rosa'yı, Romanya'ya yaptığı bir iş gezisinde tanımıştı. Daha ilk görüşünde Ondan etkilenmişti. Yalnız her ikisinin de evli olduğu fikri, beynine balyoz gibi çakılıyordu. Kendisini hep frenlemeye çalıştı, ta ki, fabrikanın kuruluşu sırasındaki yoğun çalışmaya kadar. Gece gündüz beraberdiler. İkisi de fabrikanın misafirhanesinde kalıyorlardı. Ayni müzikten hoşlanıyorlar, ayni içkiyi içmekten, ayni yemekten zevk alıyorlar, velhasıl birbirlerini tamamlıyorlardı.
Bir müddet sonra Ömer, duygularının karşılıksız olmadığını anladı. Bu onu çok heyecanlandırmıştı. Bu arada Rosa'nın bazı sıkıntılarının olduğunu fark etti. Rosa'nın borçları vardı ve ödeyemiyorlardı. Yardım etti Ona. Böylece, Rosa hayatına girmiş oldu.
Ekip halinde Türkiye'ye geldiklerinde; Onu Ankara'daki evinde misafir etti. Durumu karısına çaktırmamaya çalışıyor, ama gözlerini de Rosa'dan ayıramıyordu. Karısını ittiğini, küçülttüğünü çok iyi biliyor fakat elinden de bir şey gelmiyordu. Adeta iki kutup arasında sıkışıp kalmıştı.
Romenlerin ahlaki değerleri çok farklı idi. Rosa hem kocasına, hem de Ömer'e yakınlık gösterebiliyordu. Bu arada ailede durumu fark edenler olmuş ve Ömer, aile büyüklerinden uzun uzun nutuklar dinlemişti. Güzel bir karısı ve iki delikanlı oğlu vardı. Böyle maceralar ona göre değildi ama kimse ruhundaki açlığın farkında olmamıştı. Yıllardır karısı ile yaşadığı zoraki ilişkiyi kimse bilmiyordu. Herkes dört dörtlük bir aile gözüyle bakıyordu onlara. Amcası şöyle demişti: Bak oğlum, bu kadınlar para için yanaşırlar insana. Sakın böyle bir ilişki için yuvanı yıkma. Evet, bunları o da biliyordu ama ruhu dur durak bilmiyordu ki. Aklında fikrinde o kızıl saçlar vardı. Onunla hayatını birleştirip, beraber yaşlanmayı hayal etmeye başlamıştı bir kere. Artık karısını, çocuklarını fazla düşünmüyordu. Romanya'daki işi bitince, Türkiye'ye Rosa ile döndü. İstanbul'daki evini beraber paylaştılar.Keşke hayat böyle devam etseydi. Artık karısını kafasından tamamen silmişti. Ne onu ne de çok sevdiği çocuklarını düşünebiliyordu. Onun için artık hayat sadece Rosa'ydı. Bu güzel rüyanın bitmemesi için dua ediyordu. Ama birlikte geçirilen güzel bir gecenin sabahında kötü bir sürprizle karşılaştı.
Rosa'nın kızıl saçları yastığın üstüne açılmış, yelpaze gibi dağılmıştı. Gözleri kapalı ama uyanıktı. Aniden telefon çaldı. Genç adam telefondaki sesi duyunca kıpkırmızı oldu. Karısı ve çocukları sokağın köşesindeki telefon kulübesinden arıyorlardı. Sürpriz yapmak istemişlerdi. Karısı epeydir yolunda gitmeyen bir şeyleri hissediyordu ama bu kadarını beklemiyordu doğrusu. Karısına bağırdı: " Niye habersiz geliyorsunuz? Köşedeki kahveye girin oturun! Ben birazdan geleceğim."
İnci durumu anlamıştı. Zavallı kadın kendini yıkılmış hissetti. Evine giremiyordu. Oysa, geri kalmamak için neler yapmıştı. Kendini yetiştirmek adına, lisan öğrenmeye çalışmış, bilgisayar kurslarına gitmiş ve ehliyet almıştı. Rosa'dan geri kalmamak için bütün şartlarını zorlamıştı. Ama hiçbiri yetmiyordu işte. Evliğinin avuçlarından su gibi akıp gittiğini düşündü...
Ömer, Rosa'ya kalkıp giyinmesini söyledi. Kadın hafif bir tebessümle yataktan kalktı. Hiç heyecanlanmış görünmüyordu. Ne zamandır kimin kazanacağı belli olmayan bir boks maçında hissediyordu kendini. İlk raundu kendi kazanmıştı, ama ya sonra?.. Beraberce köşedeki kahveye gittiler. Rosa'nın sakinliğine karşın rakibi, sapsarı bir yüzle onlara bakıyordu. Soğuk bir karşılaşma oldu. Rosa eşyalarını toplayıp yakındaki bir otele gidip yerleşti. Diğerleri hafta sonunu evde geçirdiler.
Hayret! Karısı hiç kavga çıkarmamıştı. Çocuklar da huzursuzdu. Fakat babalarına bir şey diyemiyorlardı. İnci ve çocuklar Ankara'ya döndüler. Ömer'in içinde garip bir huzursuzluk vardı. Acaba vicdan azabı mı duyuyordu? Bu tedirginliğini tekrar eve dönen Rosa bile çabuk çabuk geçiremedi. Sonraki günler çok hızlı geçti. Rosa'nın Türkiye'de kalma süresi sona erecekti. İçin için üzülüyordu, Ömer. Yaşadığı bu mutluluğun devamını ne kadar isterdi. Tekrar Romanya'ya gitmenin çarelerini arayacaktı. Evet, en doğrusu buydu.
Son birkaç günü büyük bir tutku ile yaşadılar. Ona kıymetli hediyeler aldı. Sanki aklından diğer her şey silinmişti. O ve Rosa ... Ömer için hayat buydu. Rosa uçağa binerken içinden bir şeylerin koptuğunu hissetti. Sıkı sıkı tuttuğu eller avuçlarından kayıverdi. Sevgili Rosa'sını, o güzel kızıl saçları ne zaman görecekti bir daha? Uçak havalandı. Ömer, uzun uzun uçağın arkasından el salladı.
Karmaşık düşünceler içinde, önce eve gidip sonra işine dönmeyi planladı. Apartmana girerken, posta kutusundaki sarı zarfı son anda fark etti. Zarfı eve girince açtı. Karısının açtığı boşanma davası ilamını yaşlı gözlerle okudu, elleri titriyordu...
Semra Yavuzcan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
KUŞLARLA DANS
Sabahın alacakaranlığına uyanan güz mevsiminin içinde masmavi gözleri, sevimli kasketiyle beni selamlayan esrarengiz yüz. Rüzgârların yüzümü kırbaçladığı o sabah, çınar ağaçlarının yükseldiği caddeden geçerken, bu sabah yine uyanamadı dedim."Günaydın" derdi hep. Ne çok şaşırırdım kendimce. Tanımadığım birinin bana selam vermesi ne tuhaftı. Sonra alıştım işte onu her sabah görmeye. Ellerindeki torbalarla nereye giderdi sabahın o saatinde? İsmi neydi? Neden bu saatte kalkıp gelirdi ki buralara? Adımlarımı hızlandırırken parka doğru yaklaştım. Her gün köpeklerini dolaştıran birkaç kadın olurdu mutlaka, ama park bomboştu ve biraz daha ileride parkın sonlarına doğru bana selam veren adamı gördüm. Onu o kasketinden tanıdım. Kuşlara yem veriyordu. Yemlerle birlikte etrafını nasıl döndüğünü kendi de göremiyordu. İçimi gıcıklayan bir sese dönüştü sanki o hali. O çakır mavimsi gözlerini gördüm, yerlere düşen yem tanelerinin zıplayan akisleriyle bir bütündü. Mutluluğunu etrafına bir ışık gibi saçıyordu. Dönen bir topacı seyre dalan çocuk gibiydim. Biraz daha çabalasa onlarla uçacak gibiydi. Yemlerin bitmesiyle kanatlanan kuşlar adeta ellerinin içinde idi. Kah omuzlarında kah ellerinin içindeydi kalpleri, kuşların kalbine işlemişti. Bankın üzerine bıraktığı yem torbasını boşaltırken nasılda heyecanlıydı. Yemleri yere saçıyordu. Büyüsel bir duman etrafını sardı uzamın. Bir masalın içindeydi sanki, ne olsa vız gelirdi artık, onun kuşlarla dansını görmüştüm. Ne istiyordu ki yaşamdan? Ne hesabı vardı?Ellerini sabahın ışıklı gizemini sarmalayan torbasına her atışında yerlere mutluluğunu bırakmıştı.
En son ne zaman yem vermiştim bir kuşa? Paraya kıyıp da ne zaman atmıştım onca yemi kuşlara? Kendi hayatıma ağlamak istiyorum. Kendi deli hırsıma lanet ediyorum.
Ne kadar da mutluydun, o parıltılı heyecanını gördüm senin. Senin o mavi gözlerini aldım kuşlardan, sabahın gizemli aydınlığını yemlerle kuşlara dağıttın sen, yanına koşup sarılmak istedim sana. Birbirini kesip doğrayan, bebekleri beşiklerde nefessiz koyan bu vahşi Dünyada sen kimdin acaba? Sonra senin o naifliğini düşündüm. Yakında ölebileceğini, o kuşların sensiz kalabileceğini, senin yolunu gözleyeceklerini, o ellerini arayacaklarını. Bir süre sonra bu şehri terk edeceğimi düşündüm. Kilometrelerce ileride bir sokağa girerken yine seni hatırlayıp, etrafında fır dönen güvercin kuşlarının kanatlarıyla bütünleşen benliğini düşünecektim. Beni çocukluğuma döndüren, o ahengi bana veren halini, parkın yanı başında ruhumu hançerleyen yalnızlığımı düşünecektim. O naifliğinle üzerinden akan zamanın parlak rengini, kapılarını açan o güzel ellerindeki sevgi tomurcuklarını.
Emre İdacıtürk
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
Kahveci : Muhammet Ali Öztürk |
BİR KULAÇ DAHA
Mevsim, ısrarcı yağmurların sokakları baştan aşağıya yıkadığı, ayaklarımızın sapsarı yaprakları okşayarak yürümeye ikna olduğu, çokça serseriler gibi dolaşmayı sevdiğim sonbahardı. Gün, takvimin gösterdiklerinden hangisiydi bilmiyorum ama şüphesiz onu ilk gördüğüm gündü. Kolumda sürekli bir tıkırtıyla dolaşmayı sevmediğimden saatin kaç olduğunu şimdi söyleyemeyeceğim sizlere.
Vapurdan inmeden hemen önce, ayağımı ıslak betona atmak için ihtiyarın biraz daha yanaşmasını beklerken ensemi yakan nefesin sahibini öğrenmek umuduyla geriye döndüğümde hücuma hazırlanmış kalabalığın arasında gördüm onu. Vapurun yorgun gövdesi lastiklere çarpınca benim gibi dalmış birkaç kişi gibi bende düşer gibi oldum. Birkaçı, fazlasıyla acelesi olanlar, iskelenin sürülmesini beklemeden fırladı. Kapıdan ilk geçişi yapmak için aralarında sessiz bir yarış başladı. Aynı yerde görebileceğimi sandığım için kafamı yeniden arkaya çevirip baktım, fakat göremedim. Hemen iskeleden telaşla indim. Kenarda çiseleyen yağmura ve neredeyse yağmur damlalarıyla yarış edercesine atan kalbime aldırmadan bekledim. Az sonra elinde siyah bir çanta ile kapıda belirdi. Birdenbire yere çömeldim ayakkabı bağcıklarımı çözüp yeniden bağladım. Yapacak hiçbir işim yoktu ve kendimi onun ayakkabılarından sıçrayan çamurlu suların peşinde buldum. Oysa hemen oracıkta, yanına usulca yanaşıp orda buluşmaya sözleşmiş iki âşık gibi aniden elinden tutarak, konuşmadan bir şeyler söylemeye mecbur olduğum halde inadına susarak, birkaç dakikalığına da olsa mutlu olduğumu zannetmek isterdim. Yapabilir miydim? Hani zaman geçmiş zaman olmasa. Mekânda bu kalabalık İstanbul kaldırımı olmasa hatta ben de ben değil de bir başkası olsam. Ya da bütün bunlar bir yana bana cesaretini ödünç verecek birini bulsam, ah bir bulsam, gidip bu kıza nasıl olup ta gözlerinin bu kadar yeşil olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini belki de sadece saatin kaç olduğunu sormak isterdim. Ne var ki tanımadığı insanlar karşısında şimdiye kadar hep susmuş olan dilim âdetini yine bozmamış dahası bütün vücudum fark edilmek ihtimali yüzünden kaskatı kesilmişti bile.
İşsiz güçsüz dolaşıp hayatın anlamını aradığım tenha parklarda ya da yürümekten sıkıldığım zamanlar bir çay içmek için girdiğim duman altı kahvehanelerde de çokça ilginç sayılabilecek insanlara rastlarım. Ancak hiçbirini takip etmek arzusunu duymamışımdır. Peki, ama o kızda benim gibi bir aylağı alıkoyacak ne vardı? Omzuna kadar inen siyah saçları insana karanlık bir ormanda kaybolmuş hissi veriyordu. İkide bir yeşil gözlerinin önüne gelen kâküllerini sol elini tarak gibi kullanarak, güneşli bir günde kır gezisine çıkmış kadar sakin ve de her an denize atlayacakmış gibide kızgın görünüyordu.
Siz onu görmediniz. Eğer yayından fırlamış oklar gibi ivedi, bir o kadar da sırf hedef yüzünden etrafı umursamadan geçip gitmeseydiniz, bu kızın dudaklarında uçuşan martıların haykırışlarını duyar, gri sulara ayakları değer değmez yeniden havalanışlarına da tanık olurdunuz. Islanmamak için dikildiğiniz o çatı pervazından ayrılır paslı demirlere kollarını dayayıp denizi seyreden bu kıza bir anlam verebilmek için onu daha yakından göremeye giderdiniz belki de.
Yağmur iyice hızlanınca ayrıldı ürkek bir güvercin gibi hızlı adımlar atarak ayrıldı oradan peşinde beni sürükleyerek. Biraz sonar otobüs durağında birbirine iyice sokulmuş üşüyen insanların arasındaydık. Ne kadar bekledik hatırlamıyorum eski bir otobüs uzayıp giden bir fren sesiyle önümüzde durdu önce o sonra yaşlı adam ve en arkadan da ben bindik. Kapılar kapandı ve otobüs şehrin ıslak sokaklarında gezinmeye başladı. Arkada onu rahatça görebileceğim bir yere az önce bizle beraber binen ihtiyarın yanına oturdum. Fazla kalabalık değildi. Muhtemelen hafta içinde bir iş günü olmalıydı. Yavaş yavaş o zamana kadar hiç gelmediğim şehrin ücra sokaklarına doğru yol alıyorduk. Kafamı buz gibi otobüs camına dayamış mütemadiyen camlara çarpan ve direnci kırıldıktan sonra aşağıya doğru süzülen damlaları seyre başladım. İlk damla sahiden gökyüzünden gelerek ne yazıktır ki birkaç metre ötede ona kucağını açmış coşkuyla bekleyen denize karışmak varken geldi bu otobüsün kirli camına ben seyrettiğim halde hiç çekinmeden düştü. Sonra pekâlâ yerçekimi ya da sıvıların akışkanlığı da olabilir ama ben buna pişmanlık ve utanç diyorum aceleyle aşağıya doğru akmaya başladı. Dışarıda cama vurup dağılan bu damlaların seslerini duymak için ne kadar gayret gösterdimse de başaramadım.
Bir kulaç, bir kulaç daha ve bir tane daha... Vazgeçtim derken gelen kocaman bir dalga. Sonra uçsuz bucaksız kumsalda yatan zayıf gövdem belli belirsiz bir güneş ışığı altında titriyor. Küçük bir palmiyenin gölgesinde yatıyorum. Önümde ipince ufuk uzanıyor. Nerde olduğumu hiç merak etmiyorum. Ayağa kalkmaya mecalim olmadığından yattığım yerden kafamı çevirerek etrafa bakıyorum ve orda dört bir yanını sarmaşıkların çevirdiği eski bir kulübenin önünde onu görüyorum. Üzerinde bu sefer tek parça ve bembeyaz bir elbise var. Sol eliyle eteğinin alt taraflarını ıslanmaması için tutuyor diğer eli belinde olduğu halde ayağıyla ıslak kumlara daireler çiziyor. Bağırıyorum sesim rüzgârda uçup gidiyor.
- Çemenzar'a diyorum oğul! Geldik mi?
Aniden omzumu dürten bir el sayesinde daldığım dehlizlerden geri dönüyorum. İrkiliyorum.
- Midyemi çıkarıyorsun oğlum? Allah Allah! Çemenzar'a var mı daha?
Birdenbire o otobüste ne aradığımı anımsayıveriyorum. Etrafa aceleyle bakıyorum. Lise öğrencileri, pazardan dönen birkaç kadın, evrak çantası taşıyan adamlar, şemsiyeli kadınlar, el ele tutuşmuş çiftler görüyorum. Herkes orda. Sadece o yok! Bakıyorum. Başım dönüyor. Yok! Yok işte! Bir anda ağzımdan istemsiz bir şekilde "nerde" çıkıyor. İçimden mi söyledim yoksa kimse aldırış etmedi mi? bu kez daha yüksek sesle bağırıyorum.
- Nerde?
- Kim? diyor yaşlı adam.
- Yahu amca daha az önce buradaydı görmedin mi? hani otobüse beraber binmiştik. Görmedin mi?
- Görmedim evladım. Öndeki teyzeye dönüp soruyorum:
- Siyah saçlı, yeşil gözlü bir kız. Elinde siyah bir de çanta var. senin önünde oturuyordu. Ne zaman indi?
- Görmedim delikanlı. Zahir!
- Yahu önünde oturanı da mı görmez insan!
- Allah Allah!
Bir sonraki durakta o arabadan nasıl indiğimi birdenbire hiç bilmediğim bir sokağa nasıl fırladığımı, eve ne zaman döndüğümü, sonraki günlerde neler yaptığımı hatırladıkça gözümün önüne çaresiz bir adam gelir. Gerçeklerden bu kadar kaçmasına rağmen yeteri kadar uzaklaşamadan yeniden yakalanan bu adam tanımadığı birini takip ederken bindiği otobüste yalnız onu değil, kendisini de kaybetmişti.
Mevsim yine sonbahar… Bu sefer kollarım paslı demirlerin üstünde ve hiç itirazım yok, ıslanıyorum. Yandaki binanın açık penceresinden bir kadının avaz avaz bağıran tiz sesini, aşağıda ise şemsiye satan çocukların haykırışlarını duyuyorum…
Muhammet Ali Öztürk
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
|
Sütlü Kahveci : Deniz Marmasan BİR LÂL MASALI |
|
Bir adam sustu, bir kadın sokundu. Güneşin içinde karanlık kayboldu. Yeni bir çığlık eklendi hayata, kalbinde küçücük bir gamzeyle. Yakın tonların sentezinden miras.. Yeni çığlık savunmasızdı, güçsüzdü, ulu dağlara bakamayacak kadar küçüktü. Masalındaydı ömrün ve dokunuşları bir renk cümbüşüydü. Periler, prensesler, ışıltılı oyunlar ve parlak yarın düşleriyle bezediler gözbebeklerini. Prensini arar oldu kızıl gelincikler arasında. Ve bir bulut gördü uzun , parlak saçlarının gölgesinde, bulut ağladı, gözyaşları gamzeye değdi geçti. Küçük çığlık silmek istedi gözyaşlarını ama küçücüktü elleri, yetemedi… Gamzesi küstü gelincikler ardındaki renklere. Ve gece oldu. Yıldızlardan düşlerinde bir perde vardı şimdi. Umutlarına ve masallarına eklenen bir karaltının eşiğindeydi. Yetemedi. Sihirli tozlarını saçamadı. Gördü. İlk defa gördü. Şu dönen dünyaya hep güneş düşmezmiş. Hep sabah olmazmış ve elleri büyük değilse ışıltın görünmezmiş. Küçük çığlık ilk kez gerçeğine dokunmuş ömrün ve ilk kez çığlık atmış içindeki gamzenin yansıması…
Yıllar, yollar sonra bir gül bahçesinde umudunu yeniden kazanmanın yanı başında durmuş. Küçücük elleriyle bir solgun güle nefesini bırakmış. Tüm güller aralarında fısıldamaya başlamışlar ve bir şarkıyı mırıldanmaya… "…yollarımız hiç kesişmemiş şu eylül akşamı dışında…" Güllerin dudaklarından dökülenler gamzeye değmiş ve küçücük bir gülümseme yollamış uçuk pembe dudaklarına. Dudaklardan solgun güle bir öpücük değmiş, tüm güller birbirine dolanmış ve tek bembeyaz bir gonca halinde, küçük çığlığın ayaklarının dibine düşmüş. Minik parmaklarını dokundurmuş goncaya ve pembe dudaklarını bir kez daha değdirmiş. Kıpkırmızı bir güle dönüşmüş gonca ve fısıldamış ".. senden başka kimse yok içimde…" Ve bir gülücük daha dokunmuş. Işıldayan gözlerini kapamış küçük çığlık ve içinden usuldan bir dilek tutmuş "Masalıma masal kat..". Dileğini dilerken, utangaç, nazlı nazlı kıpırdayan şeftali kokulu dudaklarında kadifemsi bir yorgunluk bulmuş. Araladığı gözleri, prensinin gözlerine dokunmuş. Ilıktan bir mevsim şeridi… Masalına masal katılmış ömrün. Ve bir bulut uzaktan göz kırpmış, gamzesi gülümsemiş. Yine yeni yeniden bir adam susmuş, bir kadın dokunmuş, güneşin içinde karanlık kaybolmuş. Yepyeni bir çığlık eklenmiş hayata…
Deniz Marmasan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.251 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
DÜŞÜK
Kurtarılması geç kalındığı için hurdaya atılması zorunlu acılarımız kaldı
Şimdi sevda demek bile güç zamanında paylaştıklarımıza
Ellerin kömüre dönmüş
Gözlerini alevlerin arasından seçemiyorum
Düşlerin de turuncuydu senin…
Kendimizin ardına düşmeden
Büyük kanamalarda düşükler yaşattık biz birbirimize
Öyle uzun akıntılar temizlendi ki ruhumdan
Sanırım biz bir sevda sahibi olamayacağız bundan böyle…
Yetiştirilmiş acılarda olmadı yurtlarda sevda barındırır mı kurumlar?..
Sarahatun Demir
Yukarı
|
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Kolay gelsin.
|
VAN BİEN - İyi Gidiyorlar…
Küba Hakkında Bir Sergi
Küba bağımsızlığının kahramanlarından ozan José Martí'nin doğum yıldönümü, İstanbul Cervantes Enstitüsü'nde düzenlenen etkinliklerle anılıyor.
Etkinliğe Serpil Yıldız da "VAN BİEN - İyi Gidiyorlar… Küba Hakkında Bir Sergi" ile katılıyor.
Sergi, 24 Nisan tarihine dek izlenime açık olacak.
Yer: Cervantes Enstitüsü
Tarlabaşı Bulvarı, Zambak Sokak No:33, İSTANBUL
Telefon: 90 212 292 65 36 Faks: 90 212 292 65 37
E-posta: cenest@cervantes.es
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Dün gece yine ölümle burun buruna geldim. Kendime bir zarar geleceğinden değil ama karim Cemile ne yapar sonra. Biz aksam yemeğimizi genelde saat 11-12 gibi yerdik, ama ev sahiplerimizin misafiri geldiğinden geç vakitlere kadar oturup yatmadılar. Neyse ki konukların gitmesiyle birlikte uykuya daldılar. Bir süre ortalığın sakinleşmesini bekleyip, yiyecek toplamaya başladım. Bugün misafirler geldiği için menü çok zengindi. Pasta ve börek kırıntılarına bayılırız. Hikâyenin devamı için http://www.buldun.com/geyikler/3212/
Eğitim sadece okullarda verilmiyor. İster öğrenci olun ister veli olun eğitim her yaşta hayatımızın içinde en önemli yerini almaya devam ediyor. http://www.egitim.com/ web sayfasında her yaşta eğitim için güzel bir kaynakça olmaya aday görünüyor. Okul öncesinde aile içine kadar eğitime farklı bir açısı görmek isterseniz buyurun.
…Küçük John okuldan eve gelir ve üzgün bir şekilde, "Matematik dersinden 1 aldım" der. Babası hemen sorar, "Neden ?" "Öğretmen 3x2 kaç eder?" diye sordu, ben de "6" dedim. Babası hemen oğlunu tasdikler ve "Fakat bu doğru" der. Ondan sonra da "öğretmen 2x3 kaç eder?" diye sordu… Fıkranın devamı ve diğerleri için http://www.hoppala.com/fikralar/kisa_.shtml
http://www.turizmgazetesi.com/ Türkiye turizmi hakkında merak ettikleriniz ve gelişmeler hakkında bilmek istedikleriniz için gazeteniz burada.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|