|
|
|
7 Şubat 2007 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Tembel Editör uykusunu aldı!.. | Merhabalar
Dün tembellik ettiğimi itiraf edince bazı duyarlı arkadaşlarım bundan anlam çıkarmaya çalıştılar. Haklıdırlar, ben de olsam bu tembelliğin sosyoekonomik gerekçelerini gözden geçirirdim. Aslında bu, siesta havasına girmiş, bir miktar yorgun, karnı doymuş hafif göbekli bir ademin gayet doğal bir davranışıydı. Kaldı ki, edilen tembellik sadece kendi yazısını yazma konusundaydı. Normal olarak bu havaya girmiş bir adem "Adam sende birgün de KM çıkmayıversin." der dükkanı hiç açmazdı. Doğrusu da bu olurdu. Ama kazın ayağı öyle değil elbette. Biri kısa biri uzun hafif sekerek, ama sürekli yürüyor o kaz. Bu tembellik beyanını ve ardından yapılan açıklamayı, nisbeten ilgisiz eski dostlara bir sitem olarak algılamanın anlamsız bir duygusallık olacağını söylemem gerek. Kardeşini bile 2 aydır göremeyen bir adem olarak, hayatın içinde türlü gailelerle uğraşırken hepimizin önceliklerinin farklı olduğunu anladığımdan beri ben bu sitem işini bir kenara bıraktım. Ne kimseye sitem ediyorum ne de bana sitem edilmesinden hoşlanıyorum.
Yazı yazmak bir uğraştır, insan kendini zorlayarak yazabilir ancak yorum yapmak için gönüllü ve dolu olmanız şarttır. Okuduğuna yorum yapmak için söyleyecek lafı olmak gerekir. Laf da alenen isminle cisminle söylenmelidir. Ben şahsen, adını kullanmaktan çekinenlerin yorumlarını kââle almıyorum. Bu tür yorumlara eyvallah diyen yerlere de şapka çıkarıyorum ama KM'nin bu türlü bir yer olmaması için elimden geleni yapıyorum. Eğer misyon olarak değerlendirilecekse, ben internetin gerçek ikişilerce özgürce kullanılabilecek bir yer olduğunu ispat etmek için bu yayını sürdürüyorum. Bunun dışına taşmaya da hiç niyetim yok.
İçinizden geldiğinde, ilham periniz kapınızı çaldığında yazarsınız ve isterseniz bizlerle paylaşırsınız. Ben de o paylaşımı sizlerle buluşturmak için zevkle yürüttüğüm görevimi yerine getiririm. Ama KM'nin bu bölümü benim arenam. Burayı, yazmak zorunda olduğum için değil, söylemek istediklerimi kendime saklamayıp dışa vurmak istediğim için kullanıyorum. Ve tabi ki kendi kırmızı çizgilerimin içinde fikirler yürütüyorum. Ne kimseye kendimi beğendirmek ne de KM'nin popülerliğini artırmak gibi bir misyonum var. Ben doğru bildiğimi, yapabildiğimin en iyisiyle sergiliyorum. Ve bu işten dehşetli haz alıyorum. Arada sırada "duruma el koymak" zorunda kaldığım doğrudur ama bunu çoğunlukla beni rahatsız ettiği için değil, KM'nin bekâsı adına yapıyorum. Yani okuyucuları rahatsız edecek durumlardan KM'yi korumaya çalışıyorum. Tabi tüm bunları gerçekleştirirken de mümkün olduğunca tutarlı olmaya çalışıyorum. Demem o ki, siz gene de beni gereğinden çok ciddiye almayın. Ben yaptığım işi zaten gereken ciddiyetle yapıyorum. Ama yapamama ya da yapmama hakkımı hep saklı tutuyorum.
...
Ben asıl bugün bence çok önemli olan bir başka konuya değinmek istiyorum. Fazla vaktim kalmadı ama birkaç cümle edeyim, gerekirse yarında devam ederiz.
Geçtiğimiz günlerde internet sitelerinin denetimi konusunda çıkarılmak istenen bir kanunun uygulanabilir olmadığını konuşmuştuk hatırlarsınız. Bu denetimin internet özgürlüğüne ters bir davranış olacağını savunmuştum, hala da aynı görüşteyim. Bu yasanın devamı olarak bilgisayar oyunlarına da bir denetim uygulanmak isteniyor. Temel olarak şiddeti körükleyen, çocuklara kötü örnek olan oyunlara yasak getirilmek isteniyor. İşte burada yasa koyucuyla prensipte aynı düşüncedeyim. Sadece şiddeti körükleyen değil, silahın kullanıldığı her oyunun yasaklanmasından yanayım. Ama bu konuda gerçekçi olmak gerektiğini de biliyorum. Bu oyunlar yasalarla, denetimlerle engellenemez. İnternet kafelerde önlemek belki mümkün ama bunun dışında tüm görev ana babalara düşer diye düşünüyorum. 18 yaşını aşmış bir gence zaten karışma hakkını kimsede görmüyorum. Seçme hakkını şiddetten yana kullanmanın kötü olduğunu 18 yaşına kadar öğrenememiş bir gence uygulanacak her yaptırım tersine işleyecektir, biliyorum. Mümkün olsa bu tür oyunlar hiç üretilmese, ya da üretildikleri yerde denetlenebilse ama öyle büyük bir endüstri ki, ucunun kime değdiğini kestirmek bile imkansız. Yapılması gereken, ana babaları bilinçlendirme yoluna gitmek. Beni rahatsız etmesin de ne oynarsa oynasın demek yerine, yararlıyla zararlıyı birbirinden ayırmayı görev saymalıyız.
Bilgisayar oyunlarında denetim zor ama şu an gündemde olan potansiyel şiddet körükleyicisi bir dizinin başlamadan engellenmesi mümkün dostlar. "Kurtlar Vadisi: Terör" yakında başlayacak. İlk bölümlerinden sonra olup bitenleri düşünmek bile yasaklanması için yeterli. Bir de üstüne, milliyetçiliğin denetlenemez dozunu, bir katili kahraman ilan edip "Hepimiz Ogünüz" demeye kadar vardıran bir gençliğe "Kurtlar Vadisi: Terör"ü seyrettirmek, bence, uyuşturucu bağımlısına altın vuruş yapabileceği miktarı hediye etmekten farksızdır. Bu konuda RTÜK nezdinde girişimler başladı sanırım. Eğer siz de benimle aynı düşüncedeyseniz açın telefonları ve tepkinizi dile getirin. Ya da susun, yeni istatistiklerin yayınlanmasını bekleyin.
Bugün size 15 yaşında sahnede çalıp ilk paramı kazandığım şarkıyı dinletmek istiyorum. Beyaz Kelebekler'den Sen Gidince. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
Yukarı
|
Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir |
Güne Uzun Güzler…
Fazlası diline dolanmıştır artık. Ne etsen bu Araplığı hatta saçlığı görebilir misin?..
Dilindeki düğümleri somutlaştırabilir, dil tüyünü de alınmazsa günahtan sayabilir misin?..
Sahi, neden dilinde tüy bitmişti senin?..
Soracak değilim. Öylesine işte. Geceleri uyur insanlar. Hasbıhal yeniliklerle ben uykuya armağan; her defasında "hayır, bu çok değerli bir şey, bunu kabul edemem" diyen, demeye heveslenen beklide işte..
Başlarda güzeldi'li cümleler yandaşım olmuşken neye yarar çıktığım onca seyahat
Güldüklerim
Hatta sevdiklerim belki..
Bir rüzgar esse
Geçip gitsek diyorum
Sadece sen olmalısın yanımda
Mağrur, beş parasız, zulasız
Çekip alsa bir toz bulutu
Dokunmaz o zaman kimse
Dokunamaz
Burnundan ziyade (burnu dahil) hangi organı varsa sokamaz işlerimizin içine
İçimde döner bir ülkelerarasıdır bitmez, tükenmez
Böyle mi olurdu bir rüzgar esse
Yerel açılarda global olurduk o zaman seninle
Felsefeye en yaraşır örneği teşkil etmek güzel olurdu
Olurdu değil mi sahi?
Olmayacak
Oyalanmak bu!
Önce annem kandırmıştı beni bu şekilde
Sen oyna ben geleceğim birazdan demişti
Yalan söyledi
Benim annem kocaman bir yalancı
Sen oyna kızım ben döneceğim birazdan demişti
Yalan söylemiş
Oynadım
Oyalandım
Ottan yapılacak yemeklere yeni isimler verdim, dönmedi
Bebekleri değiştirip yeniden kurduk oyunları
Çardaktan balkona taşıdık yalancı evleri
Annem yalan söylemezdi
Gelirdi
Gelecekti
Yaşım altıymış o zamanlar
Şimdi tam iki katı
Dönmedi
Benim annem bir yalancı
Uzunca oyalandım
Topraklı ellerimi yüzüme sürdüm
Gözümün yaşına bulandı
Çirkinleştim
Herkes acıdı
Hepsi, ah yazık çocuğa dedi
Hayır!
Defolun!
İstemiyorum
Ben, bir yalancının kızıyım
Yalan söyledi
Sen oyna ben dönerim kızım demişti
Çamuru yıkadıkça tırnaklarım kanattı yüzümdekileri
Kanatıyorsun, dikkat et dediler
Karışmayın
Kanasın
Ne çıkar
Kim üzülür
Annem olmayacaksa
Annem bir yalancı benim
Dönerim demişti
Dalgakıransız çocukluklar istemiştim
Oyunuma bulaşmayan yalanlar
Çok şey mi
Kimse doğum günümü kutlamamalı benim.
Önce annem
Sonra sevdam
Doğum günüme iki kala gitmişti
Sakın, doğumum var
Ama bu doğumda tarih tutan bir günüm olmadı benim
Olmayacak
Hiç, hiçbir zaman..
Sarahatun Demir sarahatun@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
KIRIK CAM PARÇALARI
Anlamsız bir hayata söz sanatları yükleyemedim hiçbir zaman. Ama başkaları hep yaptı. Bense özendim, yapamadım. İnsanın içinden gelmiyorsa olmuyor.
Genç ya da yaşlı olmak pek fazla bir şey değiştirmiyor bence. Anlayamadıktan sonra nasıl geçtiğini! Zaten yol düz bile olsa yolcuların boyunları hep eğik oluyor. Daha genç yaşta yolda kalmak istemiyor insan ama umutsuzluğa düşüyor bir kere. Yolun devamını göremez oluyor. Bazen içimden hiç gelmiyor devam etmek. Anlam arayışlarına çıkıyorum. Bulamıyorum haliyle, her insan gibi. Teşbih gerekiyor buraya. Yoruluyorum. Diyorum ki : " Biraz o arasın beni!" Ama yapmayacak biliyorum. Eve kapanıp bekleyemiyor ki insan! Şu Türk filmlerindeki pempe panjurlu evler gibi olmuyor zaten eviniz. Duvarları üstünüze üstünüze geliyor. Mecbur atıyorsunuz kendinizi dışarı. Birilerinin sizi itekleye itekleye okula götürmesini bekliyorsunuz. Şimdi siz söyleyin bu bekleyişin neresine sıkıştırayım ben söz sanatlarını?
Okul en sade zamanlarınızda yakalıyor sizi. Hani sizi hayata hazırlıyor ya, her şeyi öğretiyor ya size! Kavga etmeyi bile öğreniyorsunuz. Yavaş yavaş büyüdükçe yorulduğunuzu anlama yaşına geliyorsunuz. Zaten bu yola başlamış olmak, devamını zorunlu tutuyor. Eğitim öğretim güzel şey. Sonu olmayan nadir güzellerden. Zaten göremiyorsam sonunu yükleyiveriyorum bir sonsuzluk sıfatı. Gerisini düşünmeyi kendime değil de benden sonrakilere bırakıyorum. Bir de kendime yüklemem gereken bir sıfat olduğunu fark ediyorum. Bunu yapacak gücü bulamıyorum kendimde. En iyisi diyorum, ben okumaya devam edeyim.
Bir de sevgi var. Başka bir kavram, çözemedim henüz. Soğuk sevgi diyorlar ya, işte bendeki sevgi böyle soğuk buz gibi.(bir teşbih daha örneğin) Sadece benim içimi ısıtıyor. Bazen de gözlerimi ışıldatıyor biraz. O kadar. İşte yine koymak gerekiyor birkaç söz sanatı. Kimseyi kandırmaya gerek yok! Hele insanın kendine yalan söylemesi en acısı umutsuzlukların.
Yaşıtlarım,böyle derler hep, güzel giyinip, süslenip, gezip tozmayı pek severler. Ben sevmem. Buraya en yakın büyük şehir İzmir'dir. İzmir'e giderler bazen; ben gitmem. Kimseyi kandırmaya gerek yok. Hele kendimi İzmir'i sevdiğime inandırmaya hiç gerek yok!
Daha şimdiden bıkmamalı biliyorum. Ama elimden bir şey gelmiyor. Çabuk yoruluyorum. " Baksana etrafa, doğa arada sırada güzel görünüyor. Çiçekler örneğin, hoşuna gidebilir." diyorum bazen kendi kendime. Yani bir söz sanatı eklemeye çalışıyorum. Hüsn-ü Talil buradaki. Ama yine inanasım gelmiyor, yapamıyorum.
Sokaklar bazen iyi geliyor yalnızlığıma. Hani birkaç çocuk görürsünüz, sanki çok yaşlıymışsınız gibi çocukluğunu hatırlar da efkarlanırsınız(!) Büyüdüğünüzü hisseder, biraz huzursuz olur kıpırdanırsınız olduğunuz yerde. Bu huzursuzluk beni uykumdan uyandırıyor. Seviyorum sokakları. Bir keresinde gelinle damat gördüm gezinirken sokaklarda. Arabaya biniyorlardı. Plakaya "mutluyuz" yazmışlar. Mübalağa var sanki burada! İnsan zor da olsa yakalıyor mu yani mutluluğu? Her şeye inanırım da işte buna inanmam. Hem zaten öyle olsa bile kimseye de "mutluyum" demem. Mutlu olamayanları bir de ben üzmek istemem.
Gelecek için gerçeklerden, buzulların erimesinden bahsetmek yeterli. Geleceği düşünmek zor değil bence dedikleri kadar. Belki dememişlerdir hiç. Ama ben öyle düşündüklerini biliyorum. Onların benimsediği söz sanatı Tecahül-ü Arif belli ki.
Bazen de yağmur yağar mutlu eder beni. Evet gerçekten mutlu olurum. Sebebini tam olarak bilmiyorum aslında ama su ve toprağın buluşması huzur veriyor bana. Ayakkabımı suların içinde gezdirmek, pek akıllılara göre olmasa da, hoşuma gidiyor. Zaten akıllı olmak çok önemli gelmiyor bana. Akılsızlık rahatlıksa seçerim hiç düşünmeden. Geleceği düşünmek kolay desem de şu anı yaşamak zor geliyor. Yani düşünmesi kolay da yaşaması zor. İster on yedi yaşında ol ister yetmiş yedi, hiç fark etmiyor.
Biliyorum yapmamalıyım ama sıkılıyorum. Kendimi kandırsam daha mı iyi yani? Ben süslenip püslenip gezmeyi hiç sevmem. Çiçekleri de sevmem. En çok söz sanatlarını sevmem ben. Kullanamam bir türlü. İnandıramam kendimi. Evimin panjurlarını hayali pembeye boyayamam. Eğer yoksa bunun sonu, ben de alır başımı " Taş bağırlı" dağlara giderim. Sonra arkamda kalanlar hayatımda kullandığım tek söz sanatı kinayeyi tartışırlar.
İlke Keleşoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
Kahveci : Feride Candan Uncu |
İTİRAZIM VAR
Yaklaşık 20 yıldır, eşimin hayata ve insanlara bakışını yadırgamış ve eleştirmişimdir. İnsanlara temkinli yaklaşışı, güvensizliği, her an darbe yiyeceği duygusu ve kimsenin dost olmadığı görüşü birbirimize çogu zaman ters düşmemize ve hatta bu yüzden mutsuz olmamıza bile neden olmuştur. Ben dost canlısı, herkese vermeye çalışan, tüm darbelere rağmen uslanmayıp, yine insan olmanın erdemi budur diyerek, yeni darbelere koşan, ben;eşimden çok farklı bir bakış açısına sahibtim. Hala da sahibim ya parantez içi. Ben dil-ırk -statü-zenginlik fakirlik-çirkinlik -güzellik kavramlarını tanımayan biriyim. Ben çok basitim. Yalın ve basit. Çok şık ve pahalı yaşamayı bilmenin yanında, yer sofrasında bağdaş kurup, soğan ekmeği yemeyi bilen ve üstelik zevk alanda biriyim. Benim için 'ya siyah ya beyaz yok'. Ben 'gri'yi de bilirim. Keskin çizgilerim yok. Kapılarım pat diye kapanmaz kimsenin yüzüne. Kestirip atamam öyle paçavra gibi, insanları . Dileyen herkese her zaman uzanan ellerim vardır. 'Hayır' demeyi bilmem. Oysa öyle zamanlar olmuştur, öylesine zor zamanlarım ama yinede 'hayır 'diyememişimdir. Hal böyle olunca, bana çok kolay 'hayır' diyenlerin karşısında her seferinde, depremleri yaşarım yüreğimde.
Niye mi bunları anlatıyorum. Çünkü bugün 'İTİRAZIM VAR'. Neye mi?Sayayım. . Olumsuzun kazanmasına, sevgisizliğin kahrolası yükselişine, kadir bilmezliğe , dost nedir bilmeyenlere, eski güzel erdem sayılan değerlerimizin yitirilişine ve karşıt sözcüklerin iktidarına. ve daha daha nelere. Peki neden mi?Devam edeyim anlatmaya..
Ben hep masallardaki mutlu sonları ezberlemişimdir. Hani iyilerin kazandığı, kötülüklerin, toprağın taa en diplerine gömüldüğü sonları bilirim. Yine buna inanmanın sonucundaki sukutu hayali yaşadığım için itirazım var.
20 yıldır eleştirdiğim eşimin, üniversite yıllarını dolu dolu beraber yaşadığı, 'ekuri' kelimesinin daha da bir anlamı kuvvetlendirdiği bir 'dost-arkadaşı' vardı. Kasetlerde, nikah törenimizin filim karelerinde gözüken arkadaşı, ne yazık ki. , kendi nikahında bizleri çağırmamış, eşim de asla göstermediği halde, fazlasıyla hissedebilen bir ben ile, aşırı incilmiş ve olaya sessiz kalmıştı. Gelin kızımız İstanbul sosyetesinin, çok iyi yetişmiş bir hanım kızıydı. Yani Türk filimlerindeki gibi dünyalarımızın çok farklı olduğu bir ailenin kızı. Eşim, dostu için, 'bizi yeni yaşamının içinde görmek istemedi, çünkü dünyalar farklı' dediğinde şiddetle karşı çıkmıştım. 'Asla mümkün değil, sadece nikah telaşının sonucundaki basit olağan bir unutma olayı' diye. Ve böylece 3-4 sene geçti. Eşim geçtiğimiz aylarda, aniden baypass oldu. 3 damarı değişti. O benim gibi değildir. Ben geçmişle sıkı fıkı olduğumdan, en yeni dostluklarım 15 yıllıktır. Ben orta okul arkadaşlarımı bile bulup çıkarırken, onun 'benim hiç bağlantım kalmadı arkadaşlarımla' dediğinde içim ezilirdi. Yine öyle bir konuşma sonunda, bu çok sevdiği arkadaşını bulmaya karar verdim. Araştırmalar sonucunda, medyadaki sosyete haberleri dışında bir şey bulamadım. Sadece bulabildiğim eşinin çalıştığı kurumdu. Eşime söyledim. Eşim asla onu aramayacağını, çünkü arkadaşının onun defterini çoktan kapadığını söyledi. Ben yine peri masallarıma başladım ve çok yoğun çalışmalarım ve duygulu konuşmalarım sonucunda aramasını sağladım, çünkü bu araştırmalar sırasında bu dostumuzun da aynı dönemde aynı ameliyatı olduğunu okumuştuk. Kadere bakın , 2 arkadaş aynı zamanda aynı ameliyatı olmuşlardı. En azından geçmiş olsun demeliydi. Geçmiş unutulmalıydı. . Hayatı ıskalamışlardı. Belki bir daha bu şansı elde edemezlerdi. Ve sonunda bugün arkadaşına ulaştı. Çevirdiği telefon , karşı taraf tarafından açıldığında, gözünün içine baktığım eşimin yüzü heyecandan bembeyazdı. Ama engel olamadığı bir tebessüm vardı dudaklarında. . Sözcükler dökülürken , karşı tarafın sözcükleri o ince telefon tellerinden kulağına geçerken eşimin, saniye saniye, yüzünün karardığını gördüm. Gözümü kıpırdatmadan, yüz kaslarındaki her bir titreşimi izledim. İçimde çığlıklar kopmaya başlamıştı. 'Hayır ' diyordum. Ve telefon kapandı. Eşim, yorgundu hem de çok. Yorgundu, yüreğine hiç tereddütsüz sokulan binlerce bıçağın açtığı yaraların kanayışı yormuştu , canımı. Benim dost dediğim 'adsız' kişilik, 'sana vereceğim iş telefonumu ara ve numaranı oraya bırak, ve bu (cep)telefondan da beni arama 'demişti. İşte bunu demişti. Evet , bunu demişti. Ben 'hayır' dedikçe o bunu demişti. İtirazım buna idi dünya. İtirazım bu kadar kirlenmene idi. Sadece yazık. Öldürmek günah be kardeşim. Olumsuz kazandı, itirazım buna idi dostlar ve adsızlar.
Feride Candan Uncu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
I. Kırık dökük
Yıpranmış, parçalanmış ve sonunda da yokolmuş bir aşkın eski güzel günlerinden kalma bir kaç parça eşyayı almak için oturmuştum Firüzağa meydanındaki o kahveye. Daha önceleri bir kaç kez gördüğüm ama asla oturmadığım bu güzel kahvehane aydınlık yüzlü insanlarıyla inanılmaz çekici görünüyordu gerçi randevu burada verilmişti beğenmesem bile mecburen oturacaktım. İki kahvehaneyi birbirinden ayıran ve herkesin ortaklaşa üzerinde anlaşarak sınır kabul ettiği ağacın altında dört kişilik bir masa vardı usulca yaklaşıp oturdum boynumda asılı çantayı sandalyeye bıraktım. Garson geldiğimi hemen farketmiş olacaktı ki yakınıma kadar geldi; -Çay... sonra bir çay daha. Beklemekten ve çevremde oturan bu hepsi meşgul insanların farklı hayatlarını dinlemekten sıkıldığımda çantamda bulunan ve daha üç yıl önce Moda'da otururken aldığım kitabı çantamdan çıkartıp masanın üzerine koydum; "Positivist Felsefe" yıllardır yanımda gezdirdiğim ve okumaktan artık sayfalarının herbirini ezbere biliyordum ama yine de tekrar tekrar okuyordum bu kitabı. "Semantik" işte can alıcı konu buydu, yıllardır kafamı kurcalayan ve felsefe çalışmalarımın odak noktası semantik.
- Özür dilerim oturabilir miyim?
- Tabi buyrun...
Göz ucuyla baktığım genç kadın siyah camlı gözlüklerinin arkasına sakladığı gözleri ve yazlık ince elbiseleri ile tam karşıma oturdu. Kollarındaki ve elinin üzerindeki dövmeler gerçekten dikkat çekici idi ayrıca koluna sardığı banttan da önceleri zor bir hayat yaşamış ve o hayatın açtığı onulmaz yaraları örtmek ister bir hali vardı. Sessizce yaklaşan garsona - Çay, dedi. Sesi oturma ricasında bulunduğu andakinden daha nazikti. Onun çayı geldiğinde benimki henüz bitmişti bir tane daha sipariş ettim. Çay tabağındaki tek şekeri parmaklarının ucuyla bardağa attı sonra kaşığı içerisine yerleştirdi ardından dibe çöken kısmen çözülmüş şekeri kaşık yardımıyla yukarı aşağıya hareket ettirdi; çayın kıvamı artmıştı. Ardından bana dönüp;
- Ne okuyorsunuz? diye sordu.
- Ders kitabı dedim çaydan yaralı sesimle...
- Bakabilir miyim? dedi.
Yavaşça kitabı uzattım, önce dışına baktı;
- Felsefe mi okuyorsunuz?
- Evet.
- Ben de okuyorum felsefe kitapları. Oruç Aruoba, Camus, Nietzsche falan...
Ben gülümsedim.
- Ne oldu neden güldünüz?
- Ben okumuyorum onları, ayrıca Oruç Aruoba'yı tanırım, geçen şubat ayı Assos'ta beraberdik.
- Gerçekten mi?
- Siz ne yapıyorsunuz? Yazı, müzik, resim...
- Sanat yani?
- Evet, siz ne dinliyorsunuz?
- Ben müzik dinlemem.
- Nasıl?
- Ne demek nasıl dinlemem!
Genç kadın aldığı cevap karşısında gerçekten sarsılmışa benziyordu. Ne diyeceğini şaşırmıştı öylece baktı yüzüme ardından;
- Peki, dedi, ben müziksiz yapamam. Müzik beni inanılmaz bir enerjiyle dolduruyor. Bana işlerimde ilham veriyor ve "Müziksiz bir hayat düşünemiyorum" dersem, Ne dersin?
- Bu senin hayatın olabilir, böyle görüyor olabilirsin.
Cevabım üzerine kadın sustu belki de benim ona karşı çıkacağını düşünmüştü ancak öyle olmadı çünkü o "onun hayatı" idi -ki ben bırakalım kadının hayatını kadını bile ilk defa görüyordum.
II. Gözler
İşte ne olduysa ondan sonra oldu... Kadın bir hamlede gözlüklerini çıkarttı ve ellerini alnının üzerinde kavusturarak yukarıya doğru saclarını düzeltti. Ben şoke olmuştum. Uzun zamandır var olduğunu farkettiğim zaafım yine dışarılara taşmak üzereydi. Kendimi dinginlemeliydim ama nasıl? Yüzüne her bakışta içimi parça parça eden gözlerini görmemek mücize idi. Sustum bir süre... Bana dönüp sohbet etmeye devam etti;
- Senin kafan çalışıyor gibi, bana e-mailini verirmisin? Konuşuruz.
- Tabiki. Bu arada sanatla ilgili değilim ama sinemayı severim, dedim.
Tamamını çok net hatırlamamakla birlikte bir kaç film adı verdim ona onun izlememiş benim ise izlemiş olduğum; Thin Red Line bunlardan biriydi. Ardından hayatımızla ilgili muhabbete çevrildi yön yine buralarda da çok net olarak neler konuştuğumuz hatırımda değil ama bazı anları gerçekten unutamıyorum.
- Ailen nerede?
- Yok ailem.
- Nasıl, burada mı değiller? Neredeler?
- Öbür tarafta.
- Nasıl?
- Öldüler.
- İkisi birden mi?
- Evet hem ikisi, hem birden.
- Gerçekten mi?
İşte o an aslında kızmıştım, belki de bu yüzden hatırlıyorumdur bu kadar net. Ne düşünmüştü ki, yazık, ezik bir hayat uydurup ona inanılması ve acınılmasını bekleyecek birine mi benziyordum ya da belki de bu kadar rahatça söyleyebilmiş olmam onu şaşırtmıştı. Her zamanki gibi iyicil yaklaşımla ikinci şıkkı işaretleyip, gülümsedim. O ise sustu...
Cihan Keyif
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.251 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Yüreğimin ezgisi
Bir ses duyuyorum
Yüreğimin derinliklerinden gelen,
Haykırmak istiyorum
Dilim tutuluyor
Afallıyorum birden.
Sevda denizine açılmak istiyorum
Alabildiğine,
Dizlerimin bağı çözülüyor
Doğrulamıyorum yerimden.
Daracık zındanına esir düştüğüm halde
Alıkoyamıyorum gözlerimi
Senin derya gözlerinden...
Nurettin DÖNMEZ (Seda'ya ithafen)
|
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Kolay gelsin.
|
VAN BİEN - İyi Gidiyorlar…
Küba Hakkında Bir Sergi
Küba bağımsızlığının kahramanlarından ozan José Martí'nin doğum yıldönümü, İstanbul Cervantes Enstitüsü'nde düzenlenen etkinliklerle anılıyor.
Etkinliğe Serpil Yıldız da "VAN BİEN - İyi Gidiyorlar… Küba Hakkında Bir Sergi" ile katılıyor.
Sergi, 24 Nisan tarihine dek izlenime açık olacak.
Yer: Cervantes Enstitüsü
Tarlabaşı Bulvarı, Zambak Sokak No:33, İSTANBUL
Telefon: 90 212 292 65 36 Faks: 90 212 292 65 37
E-posta: cenest@cervantes.es
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Dün gece yine ölümle burun buruna geldim. Kendime bir zarar geleceğinden değil ama karim Cemile ne yapar sonra. Biz aksam yemeğimizi genelde saat 11-12 gibi yerdik, ama ev sahiplerimizin misafiri geldiğinden geç vakitlere kadar oturup yatmadılar. Neyse ki konukların gitmesiyle birlikte uykuya daldılar. Bir süre ortalığın sakinleşmesini bekleyip, yiyecek toplamaya başladım. Bugün misafirler geldiği için menü çok zengindi. Pasta ve börek kırıntılarına bayılırız. Hikâyenin devamı için http://www.buldun.com/geyikler/3212/
Eğitim sadece okullarda verilmiyor. İster öğrenci olun ister veli olun eğitim her yaşta hayatımızın içinde en önemli yerini almaya devam ediyor. http://www.egitim.com/ web sayfasında her yaşta eğitim için güzel bir kaynakça olmaya aday görünüyor. Okul öncesinde aile içine kadar eğitime farklı bir açısı görmek isterseniz buyurun.
…Küçük John okuldan eve gelir ve üzgün bir şekilde, "Matematik dersinden 1 aldım" der. Babası hemen sorar, "Neden ?" "Öğretmen 3x2 kaç eder?" diye sordu, ben de "6" dedim. Babası hemen oğlunu tasdikler ve "Fakat bu doğru" der. Ondan sonra da "öğretmen 2x3 kaç eder?" diye sordu… Fıkranın devamı ve diğerleri için http://www.hoppala.com/fikralar/kisa_.shtml
http://www.turizmgazetesi.com/ Türkiye turizmi hakkında merak ettikleriniz ve gelişmeler hakkında bilmek istedikleriniz için gazeteniz burada.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|