|
|
|
15 Şubat 2007 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Parasız Aşka hayır!.. | Merhabalar
Akşam içtiğim bozayı saymazsak kupkuru, dupduru bir "sefkililer künü"nü Allahın izniyle kazasız belasız atlattım. Zorunlu kutlamayı da sağolsun cebimin servis sağlayıcısı halletti, siz sağ ben selamet. Böyle güne can kurban. Unutmadan önce dünkü yazıma bakıp konuya cümleten karşı olduğum sonucu çıkaran sevgili dostlarıma teessüf edeyim. Efendim ben mazrufa değil zarfa karşıyım. Şimdi genç arkadaşlar beni topa tutar, burada zarfla mazruf, paket ve içerik anlamında kullanılmıştır. 14 Şubat'ın temsil ettiği içerik ve konsepte karşı çıkana kamyon çarpar mazallah. Öyle olsaydı, anneler gününü de yok saymak gerekirdi ki, haşa yani. Biz zarfa ve zarfı yapıştırmak için kullanılan tükürüğe karşıyız. Cebinde parası olmayanları zor durumda bırakan hediye furyasıyla ve medyanın bu konuda attığı yumruklarla derdimiz. Yoksa para olsa, bir değil doksanbir gün sevgililer günü kutlarız zerre koymaz.
Benim dükkanın yanı bir devlet lisesi. Öğle vakti üşenmedim açtım pencereyi çocukları seyrettim. Kümeleşmelerin bile şekli değişmiş. Eskiden uygulanan karma kümelerin yerini dişi ve erkek kümeler almış. Başlamışlar hemcinsleriyle karşı cinslerini çekiştirmeye. Duymadım ama tahminim bir cici kızımız diğerine şöyle diyordu; "Aaaa, boşver o iti be Süheylasu. Günlerdir bi kucağına oturmadığın kaldı, bak sana getire getire dankek getirdi. Yuhh, adam 100 kontör verirdi hiç olmazsa ayol." Erkek kümesinde de farklı konuşmalar geçmedi eminim. Yani demem o ki, paralı aşka evet, parasıza hayır. Şaka şaka, hissedebilene sevginin her türlüsü güzel. Samanlık seyran olmaz belki ama geçinip gidersiniz. Yarın görüşürüz, hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Söylenebilecek ne varsa : David Ojalvo Neden "Nutuk"u okumalı? |
|
2006'nın sonlarına doğru Atatürk'ün "Nutuk"unu okudum. Nutuk'u hepimiz okumalı, anlamaya çalışmalıyız. Özellikle de bugün, onu okumaya çok ama çok ihtiyacımız olduğu bir dönemdeyiz.
Nutuk bana Türk Kurtuluş Savaşı'nın tarihini Atatürk'ün kaleminden okuma ve Atatürk'ü daha iyi tanıma şansını verdi. Bugün hür bir şekilde yaşayabilmenin ne demek olduğunu bir kez daha hatırlattı. Özellikle eseri tamamlayıp, son sayfada Atamız'ın "Gençliğe Hitabe"sini okurken, onun ne demek istediğini daha derin bir biçimde kavradım.
Atatürk'ün zekâsı, hitabet şekli, yazışmaları, görüşü bana açıkça ilham verdi.
Bir yanım üzülüyor... Bugün onun gibi bir lider yok... Onun yerine iktidarda kalacağı birkaç sene için ülkesinden çok, kendisini düşünen bireyler var. Bugün Türkiyelilik ve alt-üst kimlik kavramlarından sözediliyor. Oysa "Ne mutlu Türküm diyene" deyişi, söyledikçe içimi ısıtıyor, bir güven veriyor. Atatürk Cumhurbaşkanı'yken gerçekleştirdiği inkılapların ışığı bugünü, bizleri aydınlatıyor. Mayıs 2007 içinse ülkemizde lâikliğin geleceği konusunda ciddî kaygılar yaşanıyor. Eğer bu kaygılar yaşanmasa "Türkiye lâiktir, lâik kalacak!" gibi sloganların atılmasına, mitinglerin düzenlenmesine ihtiyaç duyulmazdı.
Türkiye, I. Dünya Savaşı sonucu her yönüyle çökmüş ve dış ülkelere bağlanmış bir imparatorluğun ardından binbir zorlukla kuruldu. Atatürk, imkânsız gibi görüneni başardı. Demokrasiyi ve lâikliği getirdi, Cumhuriyet'i ilân etti, yeni bir ekonomi, yeni bir eğitim düzeni, yeni bir medeni kanun, yeni bir toplumsal düzen ve daha nice yenileriyle çağdaş bir ülke için mücadele etti. Vefat ettiği genç yaşına rağmen, Cumhuriyet onun kurmuş olduğu temeller üzerinde yükseldi. Burada yazdığım birkaç paragraf, aslında birçoğumuzun bildiği cümleler, değerler... En başta biz gençler olmak üzere, onun bıraktığı mirası taşıyabilmeli ve yükseltebilmeliyiz.
Yazıma dönüp bakıyorum ve farklı gözler ile okumaya çalışıyorum. Soruyorum kendime; acaba Cumhuriyeti ileriye götürmek için bir insanın dini önemli midir, taşıdığı köken önemli midir, diye... Oysa birtakım farklılıklar sanki gözümüze sokulmaya çalışılıyor! Yoksa neden "kimlik" kavramı alt-üst şeklinde irdelensin? "Ne mutlu Türk'üm" deyişinin üzerine "Türkiyelilik" kavramı yaratılmaya çalışılsın? Yahudi olmak, Hıristiyan olmak, Ermeni olmak, bizleri ideallerimizden uzaklaştırmaz ki... Neden milliyetçilik, ırkçılık gibi kavramlar tarih kitaplarında gömülü kalamıyor? Belki bir daha Atatürk gibi bir lider çıkmayacak; ama en azından neden onun ideallerini ve sözlerini tekrar etmekte bile kimi zaman bu kadar zorlanılıyor?
Bugün gençlerin ya apolitik olduğu ya da birtakım akımlara körlemesine bağlı olduğu bir çağdayız gibi... Oysa kanaatimce olgunlaşmış düşüncelere sahip olmak için çok okumak, sorgulamak ve bilimsel bir duyarlılık gerekli... Tahmin ediyorum ki bu yüzdendir seçilme yaşının 25 ve geçtiğimiz senelerde daha yüksek olması... Tüketim çağındayız, maddi ihtiyaçlarımız birçok alanda öncelik sahibi. Bilgiye ulaşmak ve iletişim çok kolaylaştı; ama kalite düştü, amaçlar silikleşmeye başladı. Kısaca, mücadele hep sürdü ve bugün de çağımıza uygun zorluklarıyla devam ediyor. Söz konusu politika, ülke tarihimiz ve gelecek hakkında taşımakta olduğumuz endişeler olunca, "Nutuk"u okumak için belki de hiç olmadığı kadar uygun bir zaman şimdi! Üstüne üstlük okumak hiç de tahmin edildiği gibi zor değil, birçok kitapçıda yeni, güncel Türkçesiyle olan hâli, 5-6 YTL'ye satılıyor. Nutuk'dan çıkarabileceğimiz birçok mesaj var.
Düşüncelere, silahla değil yine düşünceyle; ayrımcılığa ve gericiliğe, Cumhuriyet'in özdeğerleriyle yanıt verebilmeli... Çağdaş medeniyet seviyesi, bunu ifade etmez mi? Böylelikle de sadece ülkemizi değil, insanlığı da yükseltebilmek adına somut adımlar atıyor olmaz mıyız?
David Ojalvo www.davidojalvo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
YAŞAMDAKİ YERİMDEN MEMNUN DEĞİLİM!...
Bazen, herşeyin tersine gittiğini, hayatın üstümüze üstümüze geldiğini düşünürüz. Yaşadığımız şeylerin, aslında istediğimiz şeyler olmadığını düşünürüz: İşimiz bizi yansıtmaz. Sevgilimiz, sevdiğimiz değildir. Ve benzeri pekçok problemle boğuşur dururuz. Aslında, herşey yolundadır; ancak, biz seçimimizi yanlış yapmışızdır. Kendimizi yaşamın yanlış yerine koymuşuzdur. Hayatta her insan için bir yer olduğu kesin. Büyük bir yapbozun küçük parçalarından biriyiz yalnızca. Kendi kendine oluşan bir yapboz: Her parça, kendi yerini kendisi seçiyor ve oraya yerleşiyor. Resmin tamamlanabilmesi için bize ait olan yeri doğru seçmeliyiz. Yer seçiminin doğru yapılması, resmin tamamlanabilmesi için önemli olduğu kadar, kendi içsel huzurumuzun sağlanabilmesi için de zorunlu bir eylem.
Yaşadığımız hayattan memnun olup olmadığımız tam da bu eyleme bağlı işte. Bireysel deneyimlerimizden veya başkalarının deneyimlerinden anlayabildiğimiz üzere, kendimizi doğru yere koymak pek de kolay değildir. Velhasıl, pekçok parçanın, dolayısıyla, parçalara ait yerlerin birbirine benzer olduğu bir yapbozun üzerindeyizdir. Ve, yaşadığımız üzüntülerin, olumsuzlukların temelinde de bu seçimi doğru yapamayışımız yer almaktadır.
Başkasının hayatını yaşamaya çalışmamızdandır sevdiğimizin sevgilimiz olamaması mesela. Aslında, aşık olmamız gereken kişi o değildir. Nasıl, sevgiliniz, sizin beklediğiniz kişi değilse, sevdiğinizin beklediği de siz değilsiniz. Ne kadar acı değil mi? Sevdiğinizin beklediği, aşık olması gereken kişi siz değilsiniz. Buraya kadar herşey yolunda. Probleminizin kaynağını biliyorsunuz. Çözümü de bellidir esasen. Problemin kaynağı tespit edildiğine göre, artık sineleklerle uğraşmaktan vazgeçmelisiniz. Bunun yerine, bataklığı kurutmanız gerekmektedir.
Problemin biliniyor olması bardağın dolu tarafı. Peki ya, boş tarafı? Sanırım, o da; aşık olmamanız gerektiğini bildiğiniz halde bunu kontrol edemiyor olmanızdır. Evet. Aşka hepimizin ihtiyacı var. Ama, doğru olanı bulduğunuz ölçüde giderilebilecek bir ihtiyaç.
Benim aşka giden yolda kullandığım pusula hep yanlış yönü gösteriyor. Ben de biliyorum. Benim O'na aşık olmam hiçbirşeyi değiştirmeyecek. Çünkü, ben yanlış yerde duruyorum. Kendimi yaşamın yanlış yerine yerleştirdim. Hatta, zamanı gelince avuçlarımın arasından uçup gidecek. Ama, öyle, beylik laflar etmeye gerek yok. Ben yine O'nu seveceğim. O hiç bilmeyecek. O'nu düşünerek, "en güzel aldanmaları yaşayacağım" şairin dediği gibi. Yaşadığı mahalleden geçerken, belki O'nu görebileceğimi hayal edeceğim yine. Çalışırken işimi yarım bırakacağım, aklıma O gelince. Yaşadığım şehre sığamayacağım. Bilmediğim diyarlara süreceğim arabamı saatlerce. Yerimi arayacağım yapboz tahtası üzerinde. Bulamadan geri döneceğim. Bütün bunlar beni mutsuz edecek. Dermanı olmayan bir dert gibi içimde kanayan bir yara olarak kalacak hep. Bir araya geldiğimizde dostça sohbetler edeceğiz hep. O da beni sevecek. Dostça! Ben O'nu seveceğim. O hiç bilmeyecek. Bilecek; ama, bilmeyecek.
Belki de, bu koskoca yapbozun kendisindedir hata. Hiç kimsenin yerini bulamaması bundandır belki de. Ya da, benim beceriksizliğimdendir. Kim bilir? Peki; peki sevgili okuyucu, sence problem kimdedir? Yapbozda mı yoksa bende mi?
Orhan Gökçe
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
Koruyucu Matematik Problemi
Kenarlarım yok, köşelerim yok. Hatlarım keskin de değil, yuvarlak da. Yarıçapım da yok. Giysilerim de yok. Saç tokalarım da. Ama gözlerim hala benimle.
Karanlık bir oda. Duvarları var ama ellerim yordamını yakalayamıyor. Koştukça büyüyor oda. Gözbebeklerimle beraber büyüyor. Yorulmuyorum. Yine de yılmıyorum.
Hiçbir tanımım yokken, maddesiz yani kütlesiz ve hacimsizken, düşüncesiz de olabileceğimi zannediyorum. Yanılıyorum. Düşüncesizliği düşünüyorum, yanıldığımı düşünüyorum, yorulduğumu düşünüyorum. Düşünmekten midir nedir, metabolizmamı bazala indiremiyorum. Bak işte duygularımın bilimi bunlarla sınırlı. Sonsuz ve sınırlı. Tezatlarla dolu yani.
Karanlık oda uykumu getiriyor. Gözlerim ışıkları sevmediğimi bildiğinden kapanıyor iç dünyasına. Kaçıyor o da bu odadan. Uykuya dalıyorum.
Bedenim kendini bırakıyor ruhumun kollarına. Ruh kelimesini ürkerek tanıştırıyorum kalemimle. Dünyanın yuvarlaklığından belki, belki de -ilk zamanlara inanmalı- tepsiliğinden, rüyalarımın dönüp dolaşıp bedenimi uyandıracağı düşüncesine kaptırıyorum kendimi.
Gözlerime talimat veriyorum. " Ne olursa olsun açılmayacaksın karanlık dünyaya, ruhumun aynasına nankörlük etmeyeceksin!"
Rüyalarımın rengi beni gerçekle bir kılıyor. Doğruyla paralel. Bu düzenin bozulmasını istememek en doğal hakkımken ben ısrarla saatler kuruyorum koyu renkli sabahlarıma. Çaylar koyu, kahveler koyu, ışık girmeyen odamda, hayalini kurduğum gölgem koyu.
Konuşmamak sol yanımın emri. İtaat ediyorum. Ruhuma saygımdan sesimi çıkarmıyorum, isyan etmiyorum. Biliyorum ki o bulur duvarları. Bütün zehirli kitin tabakalarının canlarını acıtır, biliyorum.
Hatta düşünüyorum da iyi ki var ebedi koruyucum. Boş konuşan, boş yaşayan, her şeyden zevk aldığını zanneden renkli(!) kişiliklere bakıp, şükrediyorum ruhumun varlığına. İyi ki varsın diyorum. İyi ki varsın da gereksiz harf kalabalığı yapmıyorum nefes dolu pencere pervazlarıma. Kalabalık iyidir bazen biliyorum ama bak, işte tam da burda üç beş nokta koymadan cümlelerime boş bırakıyorum ruhum dediğim koruyucumun matematik problemini. Bir sonraki soruya geçiyorum…
İlke Keleşoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
Korku çağında yaşıyoruz.
Dünya yorgun ve kendini yenilemek istiyor. Doğallıktan ve doğal yaşamdan söz edip duran biz insan oğlu bir türlü uyum sağlayamıyoruz naturaya. Ve her geçen gün biraz daha yok ediyoruz. İster dinen yaklaşın bu konuya ister ilmen sonuç değişmiyor.
Bir türlü içinden çıkamıyorum bu durumun. Dünya yaratıldığında sınırlar yoktu. Onları biz yaptık ve şimdi kendi yarattığımız sınırlar için savaşlar verip dini buna alet edip yaşadığı alanı yok eden tek canlı türü olmayı başarıyoruz. Lütfen herhangi biriniz bir insana hakaret etme gereksinimi duyduğunuzda hayvanları karıştırmayın. Onlar doğaları gereği ne gerekiyorsa onu yapıyor ve üstlerine düşen görevi harfi harfine yerine getiriyorlar. Dengeleri sadece biz bozarız. Çünkü dengesiziz. Evet yanlış okumadığınız yineliyorum; Dengesiziz! Depresif bir halde dolaşıyor ne kadar gereksiz iş varsa onunla uğraşıyoruz…Aptal magazin programlarında yine dengesiz yaşayan depresif ve hiçbir ayrıcalık ve değerlere sahip olmayan insanları izliyoruz. İçi kof bizi sürekli uyutan program ve dizilerle hayaller aleminde kayboluyor bize sunulan gerçek güzellikleri göz ardı edip uyuşuyor g.t göbek büyütüyoruz. Aaaa unutmadan en iyi yaptığımız işlerden biri de dedikodu yapmak.
Birbirimizi gerçekten can kulağıyla dinlemiyor, ne hissettiğine ve gerçekten ne düşündüğüne önem vermiyoruz varsa yoksa BEN. Evet ne yazık ki giderek bencilleşiyoruz. Maneviyatımızı yitiriyoruz. Sonra yalnızlık duygusu yok efendim boşluk duygusu… vs. vs. Lütfen psikoloğa gitmeyin ben size direkt faturayı kesiyorum. Efendim faturanız; Depresyon! Yani hiçbir şey yapmamanın faturası hiçliğin ve önemsizliğin faturası bu! Fark yaratmak için çoğunluk bekleme gafletine düşenler ölürken yaşamamışlığın getirisi olarak daha çok acı çekerek ölürler. Fark yaratmak önce tekil olmalı, fark yaratmaya önce kendimizden başlar isek zamanla benzer çoğunluklar bir araya gelecektir. Dolayısı ile bu fark yaşadığımız dünyaya yansıyacaktır.
Sorarım size; Daha iyiyi hak etmediğini düşüneniniz var mı aranız da?Yada sevdikleri için daha iyisini istemeyeniniz? Bence bunu yapmak o kadar da zor değil. Şöyle bir silkelenmek gerekiyor, duyarlı olmak; Siyasete, bilime, sanata, eğitime! Ve biraz da kendi önemini benimsemiş insanlar olmak gerekiyor. Kendisi için ve ardından gelen nesli için tepkili bir toplum olmak gerekiyor. Hepimiz kendimize göre iyi insanlar olduğumuzu düşünürüz. Ama bana göre yanılıyoruz. Çünkü iyi bir insan olmak, iyi olanı istemekle yetinmeyip bunun için mücadele etmektir.
Özlem Doğan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
HAYAT YAVAŞ AKIYOR
Musluğu açtım yavaşça. O da ne? Su sanki ip gibi akıyor. O an içinde olduğum ruh halim beni suyun akmasından alıp nerelere götürdü…
Bu şehri sevmemek mi? Yok,haksızlık olur. İyi ve kötü 12 sene. Az bir zaman dilimi değil. Bir çocuk 10 yaşında olsa 12 sene sonra askerliğini bitirip gelmiş olur. Ben nasıl sevmem bu şehri? Benim çocuklarım o kaldırımlarda yürüdüler, okullarını bitirdiler, Kordon'da güneşin doğuşunu, Çeşme'de güneşin batışını beklediler… Nasıl sevmem ki bu şehri?
Şimdi Büyükşehirlerimizin büyük okullarında; benim büyüdüğüm o şehrin muhtelif semtlerinin kaldırımlarını çiğniyorlar. Peki beni ne getirdi buralara? İşte o suyun yavaş akması, İzmir'de ki hayatın yavaş aktığını düşündürdü. Sanki burada bazı şeyler ağır ilerliyor. Yaz mevsiminin uzunluğundan mıdır, rahatlarına düşkün olmalarından mıdır, hayat yavaş yavaş akıyor… Dikkat edin meşhur Ege zeybeği bile ağır hareketlerle seyreder.
Hele bir randevulaşmaya kalkın; 1 hafta önceden ya unutulur ya da buluşma saatinden hemen önce hatırlatılması gerekir. Bu da biraz lakayıtlığa girmiyor mu? Nedir bu ağırdan almalar? Bu monotonluk sanki Ege'nin dokularına işlemiş. Eğer siz hızlı ve programlı iseniz sanki bu ilginç bir şeymiş gibi size şaşırıyorlar. Ya da gün içinde uzak bir semte gidip gelmek onlar için garip.
Neyse,uzun lafın kısası bu suyun yavaş aktığı gibi hayatı da gördüğüm suya benzettim yalnızca… İşte bu kadar…
Nuran Karakaya
<#><#><#><#><#><#><#>
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.251 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
VUSLAT
Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar,
Ömrün bütün ikbalini vuslatta duyanlar,
Bir hazzı tükenmez gece sanmakla zamanı,
Görmezler ufuklarda, şafak söktüğü anı...
Gördükleri ru'ya ezeli bahçedir aşka;
Her mevsimi bir yaz ve esen ruzgarı başka.
Bülbülden o eğlencede feryad işitilmez;
Gül solmayı; mehtab, azalıp gitmeyi bilmez...
Gök kubbesi her lahza, bütün gözlere mavi...
Zenginler o cennette fakirlerle müsavi;
Sevdaları hülyalı havuzlarda serinler,
Sonsuz gibi, bir fiskiye ahengini dinler.
Bir ruh, o derin bahçede bir defa yaşarsa
Boynunda O'nun kolları, koynunda O varsa,
Dalmışsa O'nun saçlarının rayihasiyle,
Sevmekteki efsunu duyar her nefesiyle.
Yıldızları, boydan boya doğmuş gibi, varlık
Bir mucize halinde o gözlerdendir artık.
Kanmaz, en uzun buseye, öptükçe susuzdur
Zira, susatan zevk, o dudaklardakı tuzdur.
İnsan ne yaratmışsa yaratmıştır o tuzdan...
Bir sır gibidir azçok ilah olduğumuzdan.
Onlar ki bu güller tutuşan bahçededirler.
Bir gün nereden hangi tesadüfle gelirler?
Aşk, onları sevkettiği günlerde, kaderden
Rüzgar gibi bir sevk alır, oldukları yerden.
Geldikleri yol, ömrün ışıktan yoludur o!
Alemde bir akşam ne semavi koşudur o!
Dört atlı o gerdune, gelirken dolu dizgin,
Sevmiş iki ruh ufku görürler daha engin,
Simaları her lahza parıldar bu zeferle;
Gök, her tarafından, donanır meş'alerle!
Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar,
Varlıkta bütün zevki o cennette duyanlar
Dunyayı unutmuş bulunurken o sularda,
-Zalim saat ihmal edilen vakti çalar da-
Bir an uyanırlarsa leziz uykulardan,
Baştanbaşa, heryer kesilir kapkara, zindan...
Bir faciadır böyle bir alemde uyanmak...
Günden güne, hicranla bunalmış gibi, yanmak...
Ey tali! Ölümden ne beterdir bu karanlık!
Ey aşk! O gönüller sana maloldular artık!
Ey vuslat! O aşıkları efsuna ramet!
Ey tatlı ve ulvi gece! Yıllarca devam et!
YAHYA KEMAL BEYATLI
|
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Kolay gelsin.
|
VAN BİEN - İyi Gidiyorlar…
Küba Hakkında Bir Sergi
Küba bağımsızlığının kahramanlarından ozan José Martí'nin doğum yıldönümü, İstanbul Cervantes Enstitüsü'nde düzenlenen etkinliklerle anılıyor.
Etkinliğe Serpil Yıldız da "VAN BİEN - İyi Gidiyorlar… Küba Hakkında Bir Sergi" ile katılıyor.
Sergi, 24 Nisan tarihine dek izlenime açık olacak.
Yer: Cervantes Enstitüsü
Tarlabaşı Bulvarı, Zambak Sokak No:33, İSTANBUL
Telefon: 90 212 292 65 36 Faks: 90 212 292 65 37
E-posta: cenest@cervantes.es
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Bilgisayarımda dünya haritası olsun. Ben istediğim herhangi bir yeri, yakın mesafeden inceleyebileyim diyenler için daha önce http://earth.google.com web sayfasını önermiştim ve yine öneriyorum. En büyük sebebi earth programını kendi bilgisayarınıza indirip istediğiniz anda tüm dünya üzerinde istediğiniz noktayı görebilmeniz idi. Bunu anladık tamam diyenlere devam, ben bile anlamışım yani:) Şimdi tavsiye edeceğim web sayfası ise online işlem yapılabilen bir dünya haritası var. http://wikimapia.org Bu sayfadan bilgisayarınıza herhangi bir program indirmeniz gerekmiyor. İstediğiniz bölgeyi ortalayıp sol tarafta bulunan yakınlaştırma veya uzaklaştırma tuşlarını kullanarak, harita detaylarını olabildiğince yakından görebilmeniz mümkün. Ben bu web sayfası ismini bir yerlerden hatırlıyorum galiba diyenleri duyar gibiyim, ben de aynı şeyi dedim ve http://tr.wikipedia.org/ web sayfasına ulaştım. Dünya üzerinde kullanılan ve konuşulan pek çok dilde de yayın yapan, özgür internet ansiklopedisinin Türkçe versiyonu bu kısayolda. Bu kadar coğrafya ve kültür yeter diyenlere bu haftaki eğlencelik web sayfamız ise http://www.yoxa.net/ her telden çalan ve her yaş grubuna hitap edebilen bu web sayfasını tüm internet meraklılarına tavsiye ediyorum.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|