Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.150

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 16 Şubat 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Verdiğimiz rahatlıktan dolayı özür dileriz!..

Merhabalar

Yeni yıldan 48 günü yedik bitirdik. Şurada Mayıs'a ne kaldı? Değişik gündemin arasında kendini unutturduğunu sanan Tayyip Bey'e verdiğimiz rahatlığa son verme zamanı da geldi geçiyor. Yeni hafta ile birlikte diliimiz döndüğünce aklımıza gelenleri söylemek boynumuzun borcu artık. Yeni hafta diyorum çünkü bugün, yarına yetişmesi gereken bir işle meşguliyetim halen bitmediği için yazmaya vaktim kalmadı, kusuruma bakmayın. Birbirinden güzel hafta sonu yazılarıyla sizleri başbaşa bırakıp işe geri dönmeliyim. Hepimize hoş hatırlanacak bir hafta sonu diliyorum, esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








Yukarı


 


Cumhur Aydın

 Önce İnsan : Cumhur Aydın


  Anadolunun bilimle buluş(tur)ması

Çerçeve Araştırma Programları; Avrupa Birliğinin, 1990'dan bu yana ABD ve Japonya ile bilimsel alandaki yarışta öne geçmek için üye ülkelerinin kaynaklarını, beyin güçlerini bir araya getirdiği bir çalışma örgütlenmesi. 2002'de altıncısına Türkiye'nin de resmen üye olduğu programda, yeni teknolojilerden, sağlığa, sosyal bilimlere kadar hemen tüm tematik başlıklarda farklı ülkelerden araştırmacıların öneri projeler ortaya koyması, bunlardan uygun görülenlerin oluşturulan ortak havuzdan desteklenmesi hedefleniyor.

6. Programa, 14 Avrupa Ülkesinin araştırmacıları arasına ülkesinin kurumlarını da ortak edebilmiş ve güvenli karayolu tasarımlarını çalışan bir araştırmacı olarak bu kalkışmanın önümüzdeki yıllarda da önemli bilimsel gelişmelere gebe olabileceğinin yakın tanığıyım.

Bu yıl başlayacak 7. Çerçeve Araştırma Programı'nın Türkiye tanıtımı ve Başlangıç Toplantıları, Tübitak'ın düzenlemesi ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi ev sahipliğinde Ankara'da gerçekleşti. Farklı konu başlıklarında özellikle yabancı konuşmacıların Türkiye'nin her köşesinden gelen bilim insanlarını 'bilgilendirdikleri' etkinlik 13 ve 14 Şubat günlerinde paralel oturumlar halinde tasarımlanmıştı.

Buraya kadar her şey pek güzel. Şimdi biraz daha yakından bakalım!

İlk gün sabah oturumu 'Açılış Konuşmasına' ayrılmıştı. Bir bilimsel etkinlik ya, konukları ağırlayan üniversitenin Rektörü 'hoşgeldiniz' diyecek. Desin tabii. Ardından bir yabancı konukta programın ana hatlarından ve amacından söz etsin. Bu da normal. Sonra da değişik başlıklarda derinlemesine bilgilenme ve tartışmalara geçilsin.

Ne gezer, burası Türkiye! Daha 301'ni kaldıramadı! Tübitak Başkan Vekili Nükhet Hanım ne güne duruyor? O da konuşacak. Bu mekanı ülke gençliğine armağan eden tüccarlarımızın yöneticisi Sayın Hisarcıklıoğlu'da konuşacak. Yetmez Baş Müzakereci Bakanımız Ali Babacan Hazretleri de konuşacak!

Bu kadar konuşmanın ertesi anadolunun dört köşesinden "araştırma, araştırma" diye inleyerek gelen bilim insanlarının karınlarının doyması gerekecek. Uzun kuyruklar ertesi birer soğuk sandviç ve meyve suyu dağıtıyor TOBB, aslında kanaatkar olan ülke araştırmacıları için hiçbir masraftan kaçınmayarak.

'Öğleden sonra oturumları 13:30'da başlayacak' şeklinde tüm yazılı ve sözlü bilgilendirmeler yapılmış. Açılış Konuşmalarına karnım tok olduğu için saatinde başlar safdilliğiyle seçtiğim salonda yerimi alıyorum. Salon deyince "Ey araştırmacı, bu fırsatı kaçırma, sonra yanarsın, sen de gel" afişleriyle donatılmış üniversitenin, bu buluşma mekanlarından söz etmeliyim. Eski ilçe sinemalarının modern projeksiyonla süslendiklerini varsayın. Yok tam da öyle değil. Küçük bucakların düğün salonlarına benzeyen alanlar. Plastik beyaz sandalyelere - Kayserili Tüccar becerikliliği ile gerçekleşmiş gibi- beyaz kılıflar geçirilmiş; insanların balık istifi yığılmasına uygun, birbirleri üstüne düz beton zemin üzerine sıralanmışlar. Harika! Ülkenin Başkentinde sayısız uygun mekanları bulunan en büyük dört üniversite, ODTÜ, Hacettepe, Ankara ve Gazi dururken sen gel bu 'düğün salonlarında' bu işi yap!

Salon hınca hınç doluyor. Oturum Başkanı kürsüye geldiğinde saat tamı tamına 13: 50. Olabilir üç beş dakika gecikmeden ne çıkar? Siz öyle sanın. Hazret ballandıra ballandıra bir de oturumu açış konuşması yapıyor, oluyor saat iki. Tam kürsüyü terkederken, yabancı konuşmacıların uçaklarının erken kalkacağını (sanki başka uçak yok, ya da bu önceden bilinmiyormuş gibi!) o nedenle ancak beş-on dakika konuşabileceklerini, sonrada oturumu bile tamamlayamadan gideceklerini açıklıyor Başkan. Öyle ya. Çerçeve Proğramı'nın başlangıcında bu uzman gavurları dinlemeye ne hacet var, Sayın Hisarcıklıoğlu ve Babacan Bakan bize niyeti özetlerler.

Oturumun yabancı konukları gerçekten şimşek gibi yalap şalap bir şeyler mırıldanıp, uçup gidiyorlar. En son söz alan Tübitak'tan daha bıyığı terlememiş servis asistanı çocuk, "Merak etmeyin, tekrar bir ay sonra gelecekler, son anda bunun sözünü aldım" diye muştuluyor. O sıra, bazıları çalan cep telefonlarıyla salon içinde istiflerini bozmadan (utanmadan demek daha uygun olur!) konuşan, üniversitelerince Ankara'yı görmeleri ve gavurların bu yeni numarasına kulak misafiri olmaları için gönderilen onlarca 'genç araştırmacı adayı' bu müjdeyi çılgınca alkışlıyor.

Güya süslü basılı programlarda 14:30-15:30 olarak ilan edilen benim göz bebeğim 'ulaştırma oturumu' için ben boşalmakta olan salonda kendime daha uygun bir plastik sandalye ararken, tuhaf bir şey oluyor. Salonda neredeyse kimse kalmıyor. Oysa saat 15:00. Bizden sonra da birer saatlik iki oturum daha var. Neden sonra konuşmacılar ve Oturum Başkanı yerini alınca Sayın Başkana bir saate yakın gecikmenin nedenini soruyorum. Kendisi sanki Kıbrıs Meselesinde görüşünü sormuşum gibi çaresiz bir yüz haliyle suratıma öylece bakıyor. Derken Tübitak Görevlisi bir bayan, aslında 15:30'da başlaması gereken çay servisinin, elemanların tezcanlılığı nedeniyle erken başladığını kendilerinin de oluşan bu havayı bozmak istemediklerini söylüyor. Öyle ya? Ne acelemiz var? Hem program, zaman, boş şeyler bunlar!

Sayın oturum başkanı, önceki başkan gibi ziyadesiyle uzun bir şekilde bir giriş yapıyor. Ankara sanayisinde oto parça tasarımı gibi bir şey aklımda kalıyor. Üstat ODTÜ Mezunu, AR-GE'ci diye lanse edilmiş ancak şu sıralar meşguliyeti bu. Olsun hem bir ulaştırma aracıyla hem de araştırma-mucitlikle ilgili. Böyle bir uluslararası toplantının ondan iyi başkanı mı olur?

Bu alanın ilk yabancı konuşmacısı söz alıyor. Bence en dişe dokunur açıklamaları bu adamcağız yapıyor. Daha doğrusu yapacak diyelim ancak süre ilerledi diye onu da kürsüden aşağıya indiriyoruz. Bu daracık birliktelikte, daha az maliyetli uçak tasarımları vb. ile ilgili- bizim için çok öncelikli aynı alt alanda- iki konuşmacıdan sonra ben daha fazla dayanamıyor ve kendimi önce salondan sonra üniversiteden dışarı atıyorum.Çünkü bu son konuşmacılar kürsüdeyken, yan düğün salonunda birinci nikah bitip, ikinciye geçileceği için gelen ve giden konuklar ve resim çektirme gibi faaliyetler nedeniyle acayip gürültüler, bağrışlar oluyor!

Ne diyeyim?

'Bizim' yeni moda bilimle buluş(tur)mamız da böyle oluyor işte!

Cumhur


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 


 


Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  YAVRU KEDİNİN GÜNLÜĞÜ-5

13 Ağustos 2006
Arada bir annemin yanına kaçıp gidiyorum. Kardeşim hala ortalarda yok. Her geçen gün annemin endişelerinde haklı olduğuna inancım artıyor. Dün sabah apartmanın kapısından geçip arka bahçeye giderken girişte Duygu'ya yakalandım. Beni kucağına alıp sevdi. Sonra da babaannesinden gizleyerek mutfağa götürdü. Kucağından atlayıp kaçmak istedim. Duygu'nun beni Eda'dan kıskandığını, bu nedenle benim karnım doyurduğunu biliyorum. Süt verdiği için ona alışırım ve bir daha hiçbir yere gitmeyeceğim umudunu taşıyor olmalı. Karnımı doyurduktan sonra açık mutfak penceresinden atlayıp arka bahçeye kaçtım. Böylece o çok söylenen kedi nankörlüğü davranışını gerçekleştirmiş oldum. Ben nankör değilim. Duygu beni mecbur etti.

Annem sandıktan yuvamızın yanında değildi. Etrafta dolanıp onu aradım. Annemi ve kardeşimi göremeden eve dönmek zorunda kaldım. Bütün gece orada kalıp beklemeyi istedim ama evdekiler de kaybolduğumu sanıp endişelensinler istemedim. Hem artık ben bu evin kedisiyim. Onlar bana çok iyi bakıyorlar. Sadece beni yıkamalarına çok gıcık oluyorum. Bazen banyoya götürüp her yerimi sabunluyorlar. Vücudumu su dolu küçük bir leğenin içine batırıyorlar. Banyodan sonra tüylerimi kurutup fırçalamalarını çok seviyorum ama sudan hoşlanmıyorum. Beni yıkarken öylesine mutlu oluyorlar ki hoşlanmasam bile kaçmaya da çalışmıyorum.

15 Ağustos 2006
Bu gün ayna denilen bir şeyle tanıştım. Televizyona benziyor ama tam olarak televizyon gibi de değil. Eda beni şaşırtmak için masanın üzerinden kocaman bir çerçeve indirdi. Yanına gittim. Camın içinde tıpatıp bana benzeyen bir kedi vardı. Ben ne yaparsam o da aynısını yapıyordu. Başımı eğdim, dilimi çakardım, kuyruğumu salladım. O da salladı. Bu evde benim gibi iki tane birden kedi istemeyeceklerini düşünüp onun üzerine saldırdım. O da bana saldırdı. Cama çarpıp yere yuvarlandım O da benimle yuvarlandı. Zaten bir tuhaflık vardı. Çünkü o kedinin kendi kokusu yoktu. Şimdi artık aynada gördüklerimin odadakilerin yansıması olduğunu biliyorum. Yine de aynanın karşısına geçip oynamak bazen hoşuma gidiyor. Üstelik Eda benim ayna karşısında kendimi incelememi ve kendimle oynamamı çok seviyor.

19 Ağustos 2006
Bu gün bahçeye çıkıp ağaçlara tırmandım. Serçe kuşlarını ve güvercinleri kovaladım. Serçeler beni görünce kaçıştılar ama güvercinler pek ciddiye almadılar. İçimde avlanmak, kuşları yakalamak için dayanılmaz bir istek duyuyorum. Annem karnı aç olduğu zaman avlanırdı. Oysa ben karnım aç olmadığı halde onları yakalamak istiyorum. Kuşlar genellikle kapının önündeki incir ağacının arkasındaki boşluğa geliyorlar. Çünkü oraya sürekli sofradan arta kalan ekmek kırıntıları ve yiyecek artıkları dökülüyor. Bahçeye çıktığımda incirin kalın gövdesinin arkasına saklanıp oradan kuşların üzerine atlıyorum. Ama onları yakalamak için yeteri kadar hızlı değilim. Benden korkup hemen uçuyorlar. Erik ağacının incecik dallarına konup oradan beni gözlüyorlar. Sanki benimle alay ediyorlar. Kendi aralarında cıvıldaşarak daldan dala uçmalarına sinirleniyorum. Oradan uzaklaşırsam yeniden yere iniyorlar. Bir gün onlara gününü göstereceğim. Nasılsa kendilerini ekmek kırıntılarına ve pilav artıklarına kaptırdıklarında beni unutacaklar.

22 Ağustos 2006
Bu sabah bahçeye çıktığımda yağmur yağıyordu. Patilerimin çamur olmasına aldırmadan yuvamıza, annemin yanına gittim. Yağmur tahta sandığın üzerinde tıpırdıyordu. Anneme sokulup yağmurun sesiyle biraz uyuduk. Kardeşimden hala bir haber yokmuş. Annem gördüğü, tanıdığı bütün kedilere onu sormuş. Hiç kimse bir şey bilmiyormuş.

Kardeşim için üzülüyorum ama benim durumum da pek parlak değil. Onu üç gün önce getirdiler. Eda artık beni eskisi kadar sevmiyor. Geceleri yatağına alsa da gündüz bahçeye çıkıp o uyuz köpek yavrusu ile oynuyor. Hoşuma gitmese uzun kar gibi beyaz tüyleriyle o da gerçekten çok sevimli. Tamam, beni aç bırakmıyorlar ama onu benden çok sevmeleri de gücüme gidiyor. Neyse ki onu eve almıyorlar. Kenan amca bahçede tahtadan bir kulübe yaptı. En azından evin içinde şimdilik benim sözüm geçiyor. Çişimi yapmak için kapı önüne çıktığımda bana havlıyor. Elbette o serseme pabuç bırakmıyorum. Dün sabah üzerime doğru koşunca ben de ona saldırdım. Burnuna pençemi geçirince dünyanın kaç bucak olduğunu hemen anladı. Ağlaya ağlaya kaçıp kulübesine saklandı. Bu sabah bana sadece uzaktan havladı. Yanıma bile yaklaşmaya cesaret edemedi. Bence en iyisi kendi aramızda anlaşıp güzel güzel geçinmek. Nasılsa bu ev ikimizin de evi. Ama o salak köpek henüz bunu anlayacak kadar akıllı değil.

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
7 Kahveci oy vermiş.

 


 


Mehtap Yıldız

 Kesme Şeker : Mehtap Yıldız


  ANILARLA BELLEĞE

Farkında mıyız bilmiyorum ama, pek çok buluş gibi görüntülerimizin fotoğraf karelerinde önümüze düşmesi ne büyük bir sihir aslında! Düşünüyorum da fotoğrafın henüz yaşama karışmadığı 1839 öncesi yıllarda ömür sürenler, şu anda sefasını sürdüğümüz pek çok olanağın yanısıra, bu sihirle de tanışamadılar, ne yazık ki… Doğuşu itibariyle anlatım dilinin en yalını, en gerçekçisi olan fotoğrafın insanlık tarihinde ne kadar önemli bir çığır açtığını yadsımaya verilecek en güzel yanıt, onun yokluğunu düşünmek olur sanırım.

Teknolojik gelişimin çıldırdığı alanların başında gelen fotoğraf sektörü, cep telefonlarından en gelişmiş markalı digitallere, ucuzundan pahalısına, az fonksiyonlusundan çok fonksiyonlusuna her gün başka bir yenilikle ortaya çıkan modellerin sunduğu; üretim şeklini kolaylaştıran, basite indirgeyen ya da gözden düşüren çözümlerle, fotoğraf sanatına iyilik mi yapmıştır, kötülük mü bu tartışmalı bir konu… Her ne olursa olsun fotoğrafın itiraz kabul etmez bir yanı vardır ki, geçmişi ve o an'ı belleklere çakmıştır.

Ben size buradan hareketle, fotoğrafın yukarda sözettiğim yalınlığının anı saptama olarak nitelediğimiz boyutunda biraz gezinelim diyeceğim. Anı ya da an fotoğraflarında…

Geçmişimizle bugün arasındaki en direk, en yalansız, en gerçek yolculuk hiçbir gizi saklayamadıklarımızdır anı fotoğrafları... Onlarla dalarız belleğin derinliklerine, istesek de istemesek de.

Çekildiği anda eskiyen, geçmiş olan suretler... Kimi zaman bir duvarda, bir büfe içinde ya da konsül üstünde, bazen de cüzdanlarımızda ya da çantalarımızda, çoğunlukla da kutsal bir kitap özeniyle, kendine has kokularıyla açılan albümlerimizde...

Ne kadar önemlidirler sahipleri için... Kiminde bir çitle çevrelenmiş yemyeşil bir bahçenin ter temiz bahar havasını soluruz onlarla, kiminde ait oldukları yılların izlerini taşıyan mekanların ve eşyaların tam ortasında, fotoğraftan bize bakanların yamacında buluruz kendimizi...

Sosyal statü dinlemez anı yolcuları... Bazen gelenekleri anlatır, artık yaşamayan bir aile büyüğü ya da ferdinin evin en görünür duvarında bir çerçeveye hapsedilmiş bakışlarında... Fotoğrafçı koltuğundaki kendinden emin, güçlülük hissettiren oturuşu, dizlerinin üzerine dikkatle yerleştirdiği elleri, ciddi yüz ifadesi ile aslı yoktur ama suretiyle gözleri hep hane halkının üzerindedir ve ben hep buradayım dercesine güven verir…

Sadece bireylerin fiziksel aktarımı değildir anı fotoğrafları, hani günümüzde sıklıkla rastladığımız hep o küçümsenen anlatımla... Kendilerine göre en güzel giysilerini giyer kadınlar. Çocuklar özenli ve temiz, erkekler bakımlı, saçlar taranmış, elbise jilet... Heyecanla geçilir objektif karşısına, ailecek gidilen bir stüdyoda . Ya da kurgulamaya zaman kalmaz, bazen ansızın yakalar onları fotoğraf, daha doğal ortamlarda, daha kendileri olarak... Her şekilde bir ortak nokta vardır; olduğumuzdan farklı görünme isteği... Daha canlı, daha güzel, daha mutlu olmaya çabalarız bilinçli bir şekilde, biliriz ki faniliği geleceğe taşıyacaktır bu kareler.

Oysa hiç farketmeden bir şeyler ele verir bizi gizli saklı. Gözlerimizdeki hüznü ya da sevinci, duruşumuzdaki canlılığı, bıkkınlığı veya yorgunluğu, yani bedenimizin gerçek dilini hiç bir kamera ya da fotoğrafçı gizleyemez. Mekana ve buna bağlı olarak yaşam tarzlarına ilişkin ipuçlarını da kuşkusuz...

Aile reisinin otoritesini, sertliğini, küçük oğlanın zorla yakalanıp getirilmiş yumurcak sevimliliğini, kız çocuğunun süs ve bebek düşkünlüğünü, kadının yorgun yüz ifadesine karşın tümünü kucaklamaya çalışan anaç kollarının sahiplenişini... Hepsini okursunuz bir fotoğrafa bakarken. Ya giysiler!... Dönemin moda anlayışına, çizgilerine dair ne çok ip ucu taşırlar üzerlerinde... Uzun ya da kısa etekler, makyaj, saç modelleri, ayakkabı biçimleri, şapkalar, kravatlar veya mayolar bizi tek tek taşır belleğe. Nerelerde, ne tür eşyalar eşlik etmiş yaşamlara, hepsi sökün eder anılardan bugüne ve kendi öykülerini yazarlar fotoğraf dilinde birer birer...

Dönemlerinin fotoğraf teknikleri hakkında da bilgi getirirler günümüze beraberlerinde. Kullanılan negatiflerde, kartlarda görürüz siyah-beyazları, sepya tonlamaları, rengi, ışığı ve diğer teknik oyunları... Fotoğrafçının kendine özgü tarzını da yakalarız anı fotoğraflarında... Hatta ilk bakıldığında kimin tarafından çekildiği anlaşılacak kadar siner üzerlerine fotoğrafçının kimliği...

Konunun bir de başka boyutu vardır ki içimize işler. Zaman geçer, eskiden güle oynaya neşeyle bakılan anılara, gün gelir öyle kolay kolay el atılmaz olur... Onlarsa yılların açığını kapatmak istercesine, albümlerin kıvrılmış, rengi kaçmış, toz kokan yaprakları arasında sabırla beklerler günün birinde aralanmayı, bir bakışla gözgöze gelmeyi, bir duyguyla yeniden karşılaşmayı...

Korkar oluruz geçen yıllarla anılardan, içimizi acıtır geçmiş ve suretleri, üzerlerinde yaşanmış sevinçlerden izler taşısalar da... Burkuluruz, hüzünleniriz, uzanamayız bir türlü onlara, kalbimiz çarpar, ellerimiz titrer, geride kalan bizle yüzleşmekten çekiniriz tuhaf bir içgüdüyle...

Belki de çoğu kez bizi ürküten, gelecekte bu fotoğraflardakilerle yer değiştireceğimiz gerçeği ile belleğin sonsuzluğuna fırlatılmaktır kimbilir !

Işığınız bol, anılarınız ölümsüz olsun.

Mehtap Yıldız


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
7 Kahveci oy vermiş.

 


 


Seda Demirel

 Pratisyen Kahveci : Seda Demirel


  BEN ASTSUBAYIM ULAN!

Dün gece yine karakollarda sabahı buldum.

Sene içinde en az 4-5 defa karakola gidince bizim komşu muamelesi yapıyorum karakoldaki memurlara da. Nöbet nasıl yoğun, topuklarım popomda sürekli, bir aşağı bir yukarı. Beyin kanaması, trafik kazası, il dışı sevkli hasta, şekeri çıkmış 1000'e, tansiyonu olmuş 230/120 mmHg. Koş allah koş, yetişmek ne mümkün! Sedyede "ciks" oğlan tetanoz olmak için giriyor benim bölüme. Kalçasından yaralanmış paşam. Bir de nazlı. Hemşire hanım sabırla pozisyon almasını bekliyor, ben başka bir hastayı muayene ederken steteskop kulağımda ama bir uğultu duyuyorum. Ana! Bizim paşa ana-avrat dümdüz giriyor hemşireye. Küfürleri pas geçiyorum ama özetle şöyle bağırıyor; "Kaç paralık adamsın lan sen! Maaşın kaç paraysa vereyim, eve gel yap şu iğneyi" Hemşirem "bana bağırma!" diye ona bağırıyor. Sonra bizim paşanın bir arkadaşı benim gözlerimin önünde kalkıp 1.55 boyundaki hemşiremin yakasına yapışıyor!!! Hastalar ve hasta yakınları "delikanlıyı" azarlıyor. 60 yaşlarındaki kalp hastası teyze "Bırak kızı!!! Ne utanmaz arlanmaz gençliksiniz siz!!!!" diye bağırıyor yattığı yerden. Fırlıyorum elbette. Kolundan tuttuğum gibi savuruyorum "delikanlı"yı...

Dönüp benim üstüme yürüyor bu sefer!

"Sen benim KİM olduğumu biliyor musun ha!"

Küfürün biri bin para!

Güvenlik yetişiyor. Delikalıyı uzaklaştırma çabaları devam ediyor, yok!

"Ben ASTSUBAYIM ULAN!!!!"

Güvenliğe hastane polisini çağırtıyorum. Şikayetçiyim alın odanıza bu genci diyorum. O sırada paşa'nın babası geliyor. Oda benim üstüme yürüyor. "Dışarıda HESABINI GÖRECEM ben senin" diye parmağını, yumruğunu yüzümde sallanıyor. Halbuki hiç bir olaya şahit olmuş değil beyefendi!

"La havle"

Polisin odasına giriyoruz. Adam süklüm püklüm özür diliyor benden.

"Delikanlı"ya dönüp "İnşallah Hava Teknik Okullar'dansındır sen" diyorum. Donuyor haliyle.

"Babam 10 yıl astsubay yetiştirdi benim, diyorum. Emekli albay. Sana bu eğitimi kim verdi bilmem ama TSK'den almış olamazsın! Ver sicilini karakola gitmeyelim, beyefendiyi de affettim" diyorum.

Kimlik almak için dışarı çıkıyor ve sırra kadem basıyor bizim ASTSUBAY!!! Yapacağım bir şey de yok aslında. Sicilini alıp kalkıp böyle bir şey için "amcalarımı" arayacak değilim yani. Korkmasını ve böyle bir hareketi yapmadan önce başına gelebilecekleri düşünmesini istiyorum.

Kaçınca mecburen karakola gidiyoruz.

Tonla iş yani...

Polat Alemdar'ların önünü kesmek için ŞAHSİ çaba sarf etmek gerektiğine inanıyorum.

Çünkü benim babam hala muayene için bir hekim arkadaşımın! odasına girerken "önünü ilikliyor" ve 78 yaşındaki babam 35 yaşındaki arkadaşıma "Efendim" ile hitab ediyor!

Seda Demirel


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,319,319,319,319,319,319,319,319,31
13 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


  YAŞAM SEVGİLERE ADANMALI ASLINDA


Hayatın mecazi anlamda da olsa bir yelkenlide geçtiğini şöyle bir düşünmeye ne dersiniz..
Hayatı temsil eden yelkenli geminin kaptanı olabilmek değilmidir hayatımızdaki esas amaç..
O halde ahım şahım, bazen de şatafatlı ve yoğun yaşamlarımızı kantarlara vurmaya hazırsanız başlayalım..

Bir nefes alımı kadar kısa sürecek yolculuğumuz başlamak üzeredir.
Gençlik üç buçuk bilgiyle donanımlı gözüpekliliğine güvenerek dümenlere hükmetme sabırsızlığı ile zaten yanıp tutuşmaktadır.

O sihirli dümenlerin hakimiyetleri nasıl olsa bir gün ele geçirilecektir... Er veya geç..
Ne olursa olsun böyle başlar yaşam hikayeleri...

Artık rengarenk ufukların dayanılmaz davetiyelerine kucaklar açılmak üzeredir..

Gel gelelim motorları kullanabilmek için maddi güçler henüz yeterli değildir.
Bunun ne önemi olabilir ki, yelkenlere müthiş heveslerle sarılır ve onları tüm güçlerimizle şişirmeye koyuluruz.
Dünyalar bizleri beklemektedir ve acelemiz vardır fetihlere.
Heveslerimiz ve hülyalarımızla sarıldığımız yelkenleri gençliğin verdiği bitmez tükenmez hırslarla kolayca fora ediveririz.

Nihayet başlamışızdır deli dolu yaşam tarzlarımız ile denizleri aşmaya..
Seyir hızlarımız ve limanlara uğrayışlarımız kesinlikle keyiflerimize endekslenmişlerdir. Fazla nasihat falan dinlemeyiz. Yeri gelince 360° rota değişikliklerinin pir- i reisleri bile oluruz.. Dünyaları kucaklamaya yeminliyizdir ya.. Gönlümüzün keyfi ne derse rotalar anında çevrilir yepyeni hedeflere.

Dönülmez yolların çiçeği burnunda gemicileri olmuşuzdur.
Uğrayacağımız limanların çekicilikleri hatta tanışacağımız dost ve sevgililerle yaşayacağımız fingirdemeler rotalarımızı da etkileyeceklerdir.

Hayatta herşeyin bir başlangıcı ve kaçınılmaz bir sonu olduğunu anlamaya vaktimiz yoktur henüz..
Aslında vardır fakat başlara sonlara takılmaya niyetimiz hiç yoktur affola...
Fıkır fıkır hallerimizden gayrı hiçbirşey ırgalamaz bizi..

Ne yazık ki yalnız ve yalnız manevi öğrenimler için konuk olduğumuz dünyevi boyut bizleri rahat bırakmamaya yeminlidir sanki.
Zaman geçtikçe kendimize rağmen oluşacak zoraki rota değişiklikleri bunun ilk belirtileri olacaktır. Eskiden büyüklerimizden her fırsatta duyduğumuz kader böyleymişleri biz de söylemekteyizdir artık..

İstisnasız hepimizin hayat defterine kazınacak iniş çıkışlar gittikçe daha çok önem kazanacaklardır.
Derin ve belki de acı izler bırakarak üstelik..

Rehavet dolu günlerin, çılgınca aşkların, fokur fokur kaynayan enerjilerin ferleri yavaş yavaş donuklaşmaya başlayacaklardır.
Ağırbaşlı gemiciler olmaktayız ya.. Varacağımız limanlardan daha çok üstünde bulunduğumuz yelkenlilere zeval gelmemesine odaklanmışızdır çaktırmadan.
Aksini iddia etsekte..
Birşeyler yazılmıştır ya alınlarımıza, biryerlerden.
Tatlı rüyalarımızdan ufukların uçurucu güzellikte ki görüntülerinden gök gürlemeleriyle uyanmamız an meselesi olacaktır.
Yelkenlimizin er veya geç kayaları yaladığını hatta toslamak üzere olduğunu dehşetle göreceğiz.

Tüm çabalarımıza karşın dümenlerin kontrolü ellerimizden çıkacaklardır.
Kırgınlaşacak ve bundan nefret duysakta isyanlarımızın ayyuklara çıkacaklarını müşahede edeceğiz..

Yaşamın neredeyse değişmez kanunu olan bu müthiş çarpışmaların getireceği manevi sarsıntılar kalıcı izler bırakacaktır..
Yinede metanetle yaralar sarılacak gerekirse yelkenler sabırla elden geçirilecekler.
Yoldaşlarımız veya başka yelkenciler talihsizlikle karaya oturduklarında onlara yardım etmeye ne hevesimiz ne de vaktimiz olacaktır.

Çünkü acımasız bir yarıştayızdır..
Esas amaçlarımız yelkenliden inerek fiyakalı yatlara kaptan şef sıfatı ile çıkmak değilmiydi..
Hedeflere o kadar yaklaşmışken empatilere takılmanın ve acıların paylaşımında boğulmanın sırası hiç değildir...

İşte hırslarımız yanı başımızdakilere bir nefeslik bile olsa sıcak duygular üflememize fazla imkân vermemektedir.

Neyse.. Gel zaman git zaman yaşamın getirmekte olduğu fırtınalar, lodoslar ismini tecrübe koyduğumuz tortuları belleklerimize işlemektedirler.
Simalarımız halen gülücükler saçsalarda bazılarımızın gönüllerinde yağmurlar çoktan çiselemeye başlamışlardır...

Ha hu derken bir bakmışız mücadelesini verdiğimiz ve elimize geçen kazançlarımız çuvallar dolusu önlerimize istiflenmişlerdir.
Şimdi ise yavaştan yavaşa tüm hırçınlıklar, hırslar, hengameler bunlar içinmiydi gibisinden derin düşüncelerin kıskaçlarındayızdır...

Urganlar burada kopacaklardır işte. Bilançolar nede çabuk gelmişlerdir...
Üstelik teknelerden bu sefer yavrucuklarımız uçmaya hazırlanmaktadırlar.
Nefes almaya şiddetle ihtiyacımız vardır.

Dümenleri otomatiğe bağlayıp şöyle bir çöker otururuz.
Etrafımızda ki baş döndürücü hareketliliklere rağmen.. Kendi kendini sorgulama nöbetlerindeyizdir artık..

İşte ne pahasına olursa olsun tam burada dur demelisiniz kendinize ... Diyebilmeliyiz mutlaka..
Yaşamları boyunca sevgi okyanusunda yüzegelenler, hepiniz, hepimiz...
Herşeye rağmen unutulmaması gereken bazı şeyleri hatırlamalıyız..

Birincisi, boşver gitsin veya kader buymuş klasiklerine kurban etmemeliyiz yaşamları..

Sevgileri yaşamlarında durmaksızın sulayanlara. Gönül kapılarını ardına kadar açanlara.
İzleri derinlerde saklı kalan binbir çeşit darbeye karşın mis gibi pozitif duyguların diğer gönüllere de karşılıksız akmalarını sağlayan canlara aslında sözüm.

Erişebilmek için yıllarca çırpınılan hedeflerin ve nihayet kürekler dolusu verilen sevgilerin güneş gören kar yığıntısı gibi erimekte oluşlarına asla ve asla kahrolmayın.
Üzülüp büzülmeden kahrolup silinmeden elbette..
Kalpleriniz makinada acımasızca burkularak suyu sıkılan çamaşır misali korkunç cenderelerden geçselerde..

Bırakalım erisin ne eriyecekse, kayıp gitmeye can atan neyimiz varsa elimizden gidiversinler..

Geriye gerçekten pırlanta gibi muhteşem bir güzellik kalacaktır. Dünyevi yaşamda esas amacımız öğrenimlerin nihaî mükâfatı olan güzellikten bahsediyorum...

Ruhun zenginliğidir, parıl parıl parıltısıdır o kazanılan güzellik..

Sakın küçümsemeyelim bu eşsiz zenginliği..

Tökezlesek bile yine ayakta kalabilmeliyiz.

Bilinki sizi sizden başka hiç kimse derinliklerinize kadar okuyamayacaktır.
Ruhunuzun kimyasal formülünü sizden başka çözebilecek kaç kişi vardır ki yaşamlarınızda.

Şimdiye kadar kendinizce ördüğünüz ağları parçalayarak yaşamlarınızı havalandırın. Havalandıralım..
Koruma ve korunma içgüdüleri ile atılan düğümlerin zaman içinde benlikleri kısıtladığını kabul ederek..

Kişisel güvenliğiniz için inşa ettiğiniz yapıların, kendinizi tanıdığınıza dair inançlarınızın temelleri sarsılmaktadırlar aslında.

Söz konusu depremler sizden kaynaklansa da veya yaşamın getirdiği kaçınılmaz sallantılarda olsa maneviyat dolu mesajı gözden kaçırmayın.
Kişilikleriniz ve dolayısı ile ruhlarınız paklanmakta ve doğru yolda olduğunuzun sinyalleri verilmektedir..
Yaşamlarınızın karanlıklarda kalmış bölgelerine ziyaretlerden korkmamalısınız. Manevi sarsıntıların esas gayesi budur.

İnanın başından beri emin olarak yaptığımız çok çok fazla bir şey yoktur yaşamlarımızda.. Aksini düşünsek ve hararetle savunsakta..
Zamanın derinliklerinden süzülerek gelen ve neredeyse paçalarımıza yapışan, belleklerimizin kalıplaşmış şemalarını farkında olmadan uygulamaya koyarız.
Büyüklerimizin ve atalarımızın yaşam hikayelerini es geçme alışkanlığımız veya körlüğümüzdür bunun başlıca nedeni.
Sülâlece farkına varılmadan dar yörüngelere oturtulan şemaların nedenlerini araştırma kültürümüz var olsaydı belki yaşamlarımıza daha başka hâkim olma şanslarına erişiverirdik..

Sevgilerin kesinlikle kendimizden kaynaklandığına inanırız. Aslına bakarsanız sevgiler bizim aracılığımızla gönüllerden gönüllere taşınmakta ve taşmaktadır. O kadar.
Tüm mesele sevgilerin tek sahipleri bizlermişiz gibi onları gönüllerimizde prangalara vurmamakta yatmaktadır..
Aksi halde afyonlaşmış ruhlarımızla sevgilerin köleleri olur bu yüzden hayatımızı dinmek bilmeyen acılarla geçiririz.

Sevgiler akmalı gönüllerde oynaşmalıdır.
O bildiğimiz çoraklaşmış kalpli insanlardır işte bunu beceremeyenler...
Hassas yapılı duygular yumağı sevginin en ufak sinsilikte bizleri terkedeceğini asla unutmamalıyız.

Değerli ve muhterem insanlar kalplerinin zenginliklerini mutlaka sevgiden almaktadırlar. Karşılıksız verilen sevgilerden.
Sevgiden nasibini alamamış insanlarla aradaki en belirgin fark bu olmaktadır.

Yaşamın bizlere bahşettiği eşsiz zenginliğin kıymetini bilelim.
Ve Yaradan' a dua etmekten geri kalmayalım...

Velinimetimiz ruhumuzu gözümüzün nuru gibi saklayalım. Koruyalım ve onu incitmeyelim...
Ve nihayet kendi kendimizi evlatlık edinelim, ihtimamla koruyalım ve sevgilerle süsleyelim..

......
Ne olursa olsun sıcacık duyguları ince ve hassas ruhlara aktarmaya devam edin...
Sevgileri bal arılarından esinlenerek sırtlamalı, taşımalı ve usanmadan aşılamalısınız...

Göreceksiniz hayat nasıl değişecek..


Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
8 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Leyla Ayyıldız

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.251 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı


 


 Tadımlık Şiirler


Yolcu

büyülü bir sudan içmiş sebebi
koca koca denizler geçerken
bohçasında dururdu
ıslak hayat bezleri

bir zamanlar kaybettiğinden
hep geceyi yalarken soğuk boşluğu
içinde bir yer cız ederdi

yürürdü durmadan
yol yakın
yol uzak

ve açık tenine düşen
tüm gölgeleri
yad edenin gözlerine kapılır
büyürdü elleri

sonra
ayna sesinde kırılırken bir resim
renkler gökkuşağı olur
donatırdı kalbini

geçmiş vurunca kapılarını
ellerini saçlarından çeken rüzgarın ardında
eğerine altınlar dizilmiş kısrağı
sürerdi ayaklarını dört nala

aslında yetişemezdi sözleri ışığın hızına
önünde boylu boyunca uzanmış ümitler denizi

"Her yeni yol, yeni bir gündür…"

Gülcan Talay

 


 Bulmaca - Sudoku




SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.

Kolay gelsin.



 


 Biraz Gülümseyin




KMTV Sunar...

Yukarı


 


 Kıraathane Panosu




VAN BİEN - İyi Gidiyorlar…
Küba Hakkında Bir Sergi

Küba bağımsızlığının kahramanlarından ozan José Martí'nin doğum yıldönümü, İstanbul Cervantes Enstitüsü'nde düzenlenen etkinliklerle anılıyor.

Etkinliğe Serpil Yıldız da "VAN BİEN - İyi Gidiyorlar… Küba Hakkında Bir Sergi" ile katılıyor.

Sergi, 24 Nisan tarihine dek izlenime açık olacak.

Yer: Cervantes Enstitüsü
Tarlabaşı Bulvarı, Zambak Sokak No:33, İSTANBUL
Telefon: 90 212 292 65 36 Faks: 90 212 292 65 37
E-posta: cenest@cervantes.es



İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Bilgisayarımda dünya haritası olsun. Ben istediğim herhangi bir yeri, yakın mesafeden inceleyebileyim diyenler için daha önce http://earth.google.com web sayfasını önermiştim ve yine öneriyorum. En büyük sebebi earth programını kendi bilgisayarınıza indirip istediğiniz anda tüm dünya üzerinde istediğiniz noktayı görebilmeniz idi. Bunu anladık tamam diyenlere devam, ben bile anlamışım yani:) Şimdi tavsiye edeceğim web sayfası ise online işlem yapılabilen bir dünya haritası var. http://wikimapia.org Bu sayfadan bilgisayarınıza herhangi bir program indirmeniz gerekmiyor. İstediğiniz bölgeyi ortalayıp sol tarafta bulunan yakınlaştırma veya uzaklaştırma tuşlarını kullanarak, harita detaylarını olabildiğince yakından görebilmeniz mümkün. Ben bu web sayfası ismini bir yerlerden hatırlıyorum galiba diyenleri duyar gibiyim, ben de aynı şeyi dedim ve http://tr.wikipedia.org/ web sayfasına ulaştım. Dünya üzerinde kullanılan ve konuşulan pek çok dilde de yayın yapan, özgür internet ansiklopedisinin Türkçe versiyonu bu kısayolda. Bu kadar coğrafya ve kültür yeter diyenlere bu haftaki eğlencelik web sayfamız ise http://www.yoxa.net/ her telden çalan ve her yaş grubuna hitap edebilen bu web sayfasını tüm internet meraklılarına tavsiye ediyorum.

Yukarı


 


 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-06©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20070216.asp
ISSN: 1303-8923
16 Şubat 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com