Tahmin edebileceğiniz gibi moralman çökmüş durumdayım. Maç seyrettik efendim. İyi başladık kötü bitirdik diye karalar bağladık. Hani alışık olduğumuz gibi berbat bir oyunla üç beş, Allah ne verdiyse yiyip elenseydik küfreder geçerdik ama şimdi durum farklı, gerçekten yazık oldu. Ben diyeyim şanssızlık, siz deyin beceriksilik. Hepsi aynı kapıya çıkıyor. Neyse bu macera da bitti, elde kaldı iki.
Beni dün iki haber meşgul etti. Zeytinburnu'nda durduk yere çöken ev ve katil çocuğun apandisit ameliyatı. İlki aymazlığın boyutlarını ortaya çıkarırken diğeri olası bir kurnazlığın sinyallerini veriyordu.
Depremi konuşmaya başladığımızda her kafadan bir ses çıkıyor. Ama doğa her söyleneni yok sayarcasına gereken mesajları en acı ve şiddetli şekilde veriyor. Ama ne alan var ne de sayan. Bakın bir koca şehrin başkanı çıkıp "Altında fırın varmış, demirler erimiş." diyor. Ahh o eriyen demirler... diyesi geliyor insanın. Ve bu adam bir mimar. Memleketteki tüm fırınlar, restoranlar birer apartmanın altında ama belli ki farkında değil. Ancak konu zaten o değil. Yaptıklarını ya da yapamadıklarını örtmek için daha dumanı tüterken bir neden arıyor. Bir vatandaşın heyecanla söylediği bir söze sarılıp televizyonlara demeç veriyor. Yıkım emri olduğu halde hâlâ içinde oturulan evlerin olduğu, ya da verilmiş raporların değiştirildiği bir kayıp semt Zeytinburnu. İşimiz her konuda olduğu gibi gene Allaha havale edilmiş durumda. Yuh olsun bize.
Katil çocuk rahatsızlanıp hastahaneye kaldırılmış. Apandisiti patlayayazmış, kesip almışlar. Birkaç gün hastahane de misafir edeceklermiş. Güvenlik önlemleri artırılmış. Aman ha ayağınızı denk alın, katil çocuk hastahanede, onunla bayrak önü az kahramanlık fotografları çektirenler dışarıda. Ne olur ne olmaz siz dikkatli olun. Biri elindeki yedek üniformasını katil çocuğa uyar mı acaba diye hastahaneye getirse. Mazallah, çocuk ta şeytana uyup üniformayı giyip denese. Giymişken canı hava almak istese. Sonra? Sonra kodunsa bul. Artık Beyaz Saray'da Bush mu şişler yoksa Şişli'de kuş mu kovalar bilemeyiz. Gazeteler yazar nasılsa, ergeç haberimiz olur. Hoş olsa ne olur olmasa ne... Adamın Cumhurbaşkanı olmasına 82 gün kaldı, kimin umurunda? Haydi hoşçakalın, dostkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Sizi geçen hafta sonu Ankara Kare Kitapevindeki söyleşinizde bir süre dinleyebildim ve ne yazık ki soru-cevap bölümüne katılamadım. Kuşkusuz Cumhuriyet Gazetesindeki yazılarınız ve özellikle Gezi Kitaplarınızdan sizinle okur aşinalığım bulunuyor.
Söyleşinizde yaşamınızda birden fazla kez büyük hayal kırıklığı yaşadığınızı belirttiniz.
Aklımda kalabildiği kadarıyla bunlar;
a) Yıllar önce Afrika'da düzenlenen ve sizin katıldığınız 'Kadın Hakları' ile ilgili bir toplantı ertesi hazırladığınız dosyanın uzun süredir çalıştığınız Gazetenin Yayın Kurulunca benimsenmemesi.
Öyle ki; bu olumsuz karara kadar onlarca kez birlikte değerlendirme yaptığınız Yayın Kurulunun tümüyle erkek üyelerden oluştuğunu bile ayırt etmemişsiniz ve özellikle Çetin Emeç tarafından aktarılan son karar sizi çok şaşırtmış!
b) Milliyet Sanat'taki ve Milliyet'teki işinize son verilmesi.
Öyle ki; bu dergiyle kendinizi öylesine bütünleştirmiş ve böyle bir olasılığı öylesine hiç aklınıza getirmemişiniz ki, bu karardan sonra üç ay kendinize gelememişsiniz.
c) Nihayet, o söyleşide belirtmediğiniz benim gazeteden izlememle bu listeye eklemek istediğim Orhan Pamuk Yazılarınız.
Öyle ki; Nobel Ödül Töreni çerçevesinde methiyeler düzdüğünüz Pamuk'un, Radikal'de çalıştığınız gazete aleyhine kullandırttığı manşetini görünce, methiyelerinizin üzerinden bir hafta geçmeden "Orhan, beni çok şaşırttın, yazar kinci olmaz" demek zorunda kalmıştınız.
Biraz zorlama ama inanın sizi dinlediğim gün bu çerçevede -herhalde biraz da sanatçı naifliğiniz ve duyarlılığınızla da (!)- gözünüze gözünüze gelmekte olan bir kısım gelişmeleri, somut bulguları yorumlamada, ne kadar sıklıkla algılama ve önceden yorumlama zorluğu çektiğinizi düşündüm.
Yani, yıllardır birlikte çalıştığınız Gazete Yayın Kurulunun aslında hangi kapsamda düşünebiliyor oluşunu onca zaman es geçmişsiniz. Ayni şekilde sizle Milliyet arasındaki bağın kopartılmakta oluşunu aklınızın ucundan bile geçirmemişsiniz. (Haniyse hiç belirti vermeden -medya ve patron değişmelerine bile bakma gereği duymadan- her şey pat diye olmuş!) .Orhan Pamuk Bey de birden bire bu kinci özelligini gösterivermiş!
Acaba diyorum, Kare'deki söyleşinizde ballandıra ballandıra, kendinizden geçe geçe anlattığınız Dink Cinayeti ertesi yürüyüşün düzenlenmesi ve katılımı gerçekten bütünüyle kendiliğinden mi olmuştur? Yükselen tehlikeli fikirlere tahammülsüzlük olduğu kadar ülkeyi kuruluş nitelikleriyle birlikte tutan tüm yapı taşlarının -sistemli senaryo ve girişimlerle-birer ikişer aşındırılma girişimleri de olabilir mi? O zaman yalnızca fikirlere baskıyı öne çıkarıp, diğer yönü es geçmek ne anlama gelecektir?
Olsun... Bunca yazıp çizmeden ve ahkamdan sonra, bu konuda da düşündüğünüzün tersi bir netleşme/gelişme olursa; eskilerinde oldugu gibi "Aa hayret hiç böyle düşünmemiştim, aklıma bile getirmemiştim" deyip geçersiniz! Belki de birkaç ay sonra en önemli halkası tamamlanacak gibi görünen karşı devrim hamlesinin -ancak yaşayarak- ayırdına varabildiğinizde, azcık kırıldığınız sevgili yazarınız Pamuk örneği babanızın bavulunu kaptığınız gibi daha güvenli yerlere gidersiniz.
Sayın Oral;
Bu şaşkınlıklarınızın ve okuyucuları şaşırtmalarınızın bundan böyle önüne geçebilmek için-naçizane- bir önerim olacak.
Yıllardır içli dışlı olup tokadını yediğiniz 'medya'nın israrla söylediklerinin, öne çıkardıklarının tersini ya da bu öne çıkardıklarıyla neleri gizlemiş olabileceğini bir düşünmeye çalışın bakalım.
Bakın bakalım;
Neleri gizliyorlar, neleri gizliyorsunuz....
Saygılarımla,
Cumhur
(*) Bu mektubun daha kısa bir versiyonu Sayın Oral'a da aktarılmıştır.
27 Ağustos 2006
Bir ev kedisinin mutfaktan yiyecek çalması çok ayıptır. Hem da bal gibi de nankörlük… Dün bütün gün kimsenin aklına bana yiyecek bir şeyler vermek gelmedi. Neden bilmem beni unuttular. Sanırım buna neden olan şey sürekli şaklabanlık yapan o beyaz köpek yavrusu. Evdeki herkes sürekli onunla ilgileniyor. Zamanı gelsin ben onun da çaresine bakarım. Bahçe kapısını bir gün açık bırakmam yeterli. Oynamak için bir kez olsun sokağa çıkarsa kesinlikle yeniden geri dönüp evin yolunu bulamaz. Kaybolup gider. Son günlerde iyice sinirlerimi bozmaya başladı. Bütün gün evdekilerin benimle de birazcık olsun ilgilenmelerini bekledim. Her zaman mutfak kapısının yanında duran çanağıma yiyecek bir şeyler koyarlardı. Dün hiç kimsenin aklına bile gelmedim. Sürekli etrafı kokladım. Yok, yok, yok… Karnım açlıktan guruldamaya başlayınca dayanamadım mutfağa daldım. Evyede bir tabağın içinde börek varmış. Göz açıp kapayıncaya kadar hepsini yalayıp yuttum. Ne yapabilirdim ki? Artık açlıktan gözlerim kararmaya başlamıştı. Karnım doyduktan sonra içime bir kurt düştü. Hırsızlık yaptığımı anlarlarsa beni evden kovarlar diye korkmaya başladım. Yeniden sokaklara dönmek, çöpten karnımı doyurmak istemiyorum. Hırsızlık yaptığım için şimdi bana nankör diyecekler. Ben nankör falan değilim. Sadece çok acıkmıştım ve bu kimsenin umurunda değildi. İnsanlar aç kalsalar yiyecek çalmazlar mı sanki? Bal gibi de çalarlar.
29 Ağustos 2006
Kardeşim uzun zamandır kayıp. Ama hala ben onun döneceğine inanıyorum. Bir gün çıkıp tahta sandıktan yuvamıza dönecek. Ben geldim diyecek. Bu artık rüyalarıma bile giriyor. Yine bir arada olacağız. Onunla bahçedeki sebzelerin arasında koşturup oynayacağız. Yine birbirimize sarılarak soğan çuvalı üstünde mırıltılarla uyuyacağız. Dört beş gündür annemi de göremiyordum. Evden gizlice kaçıp geliyorum. Onu etrafı dolaşarak arıyorum. Anneme bir şey olmaz. Biliyorum ama yine de içimdeki kaygıları bastıramıyorum. Kendimi tutamayıp ağlıyorum. Bahçeden çıkarken bu gün yine Duygu ile karşılaştık. Bu sefer beni kucağına almadı. Sadece başımı okşadı. Artık o da benim Eda'nın kedisi olduğum gerçeğini kabullenmiş gibi görünüyor. Duygu elbette son günlerde bana karşı Eda'nın ilgisinin iyice azaldığını bilemez. Şimdi her zamankinden daha çok sevilmek istediğimi de…
Önce yavru beyaz köpek yavrusu şimdi de cep telefonu. Bu cep telefonu nereden çıktı bilmiyorum. Eda artık bebekleriyle bile oynamaz oldu. Arada bir beni kucağına alıyor ama eski tadı yok. Öylesine sevip okşuyor. Eskiden sımsıcak, sevgi doluydu. Şimdi neredeyse cep telefonu ile uyuyup uyanıyor. Sürekli elinde. Pıt pıt pıt düğmelerine basıp duruyor. Bazen tıng diye bir ses duyuluyor. Koşup hemen telefonu yeniden eline alıyor. Bazen telefonda gördüklerine gülüp, seviniyor. Bazen de ağlayacak gibi oluyor. Oflaya puflaya evin içinde dolaşıp duruyor. Telefon onu sanki başka bir kıza dönüştürdü. Çekip gitsem, günlerce ortalarda görünmesem arayıp soracağını da hiç sanmıyorum.
03 Eylül 2006
Bütün gün evin içinde canımın istediği gibi gezip dolaşıyorum. Bahçeye çıkıp ağaçlara tırmanıyorum. İşin tuhaf yanı bahçedeki yavru köpeğe bende alışmaya başladım. Bazen birlikte koşup yuvarlanarak oyun bile oynuyoruz. Çok acıktığımda gidip onun çanağından bir iki parça yiyecek bile atıştırıyorum. O genellikle yemeğini bitiremiyor. İşin kötüsü bazı sokak kedileri de bunu keşfetmişler. Bahçeye girip onun yemeğinden aşırıyorlar. Yavrucak benim pençelerimin acısını bildiği için onlara saldırmak konusunda fazla hevesli davranmıyor. Ancak o bir köpek olduğunun eninde sonunda farında da olmalı. Köpekler her zaman kedilerden daha güçlüdür. Dün sabah onun tabağından yiyecek çalan kocaman, kirli tekir bir kedi gördüm. Boyuma posuma bakmadan üzerine saldırdım. Ben saldırıca o da cesaretlendi ve havlamaya başladı. Kedi arkasına bile bakmadan kaçıp gitti. Yalnız başıma olsam onu kesinlikle korkutup kaçıramazdım. Benim canıma okurdu.
Akşam olunca evdekiler iyice acayipleşiyorlar. Bütün gün ayaklarının altında dolaşırım, eteklerine sürünürüm kimse sesini çıkarmaz. Herkes televizyon karşısına geçip çaylar içilmeye başlayınca beni kovalamaya başlıyorlar. Ortalıkta dolaşıp durmamdan çok rahatsız oluyorlar. Bende saklanıp bir sehpanın altında yatıyorum. Saatlerce birbirleriyle hiç konuşmadan televizyona bakıyorlar. Ben de onlarla birlikte bakıyorum ama hiç bir şey anlamıyorum. Arada bir "Ben Dangalak Dünya'yı izlemek istiyordum: Bak, sizin yüzünüzden yeni bölümünü bu hafta da kaçırdım. Bu evde bir kerecik bile olsa benim dediğim olmayacak mı?"türünden konuşmalar, tartışmalar oluyor. Oysa televizyon hiçbir yere gitmiyor. Hep aynı yerinde duruyor. Televizyonda kaçan, patlayan, ölen, giden, gelen, hiçbir şey gerçek değil. Onlarda bunu biliyorlar. Neden kendi aralarında tartıştıklarını, Eda'nın annesinin niçin bu kadar çok üzüldüğünü bir türlü anlayamıyorum. Çünkü o sıklıkla televizyon izlerken ağlıyor.
Bir müzisyen arkadaşımdan aldığım telefon haberi beni kedere boğdu. Şarkıcı Militia Battlefield hastalığında uygulanan yanlış bir tedavi nedeniyle aramızdan ayrılmıştı. Militia, devletin küçücük yardımıyla yaşama savaşı verdiğinden bir gün apansızın öleceğini bilmiyordu! Yoklar dünyasına gitmenin de bu denli pahalı olacağını düşünemediğinden, cenaze parasını da bir kenara atamamıştı. Bütün müzisyen arkadaşlar ve Militia'nın yakın dostları elele verip, O'nu görkemli bir şekilde uğurladık.Acı olan böylesine mükemmel bir şarkıcının, bu koşullarda yokluk içinde ölmesidir. Caz müzisyenlerinin kaderinde mutlaka, muhtelif olumsuzluklara hep rastlanır.Albümler yapılır satışa çıkarılır. Satar da...Hatta kaçak olarak başka ülkelere de pazarlanır.Ama müzisyene hiçbir ödeme yapılmaz. O da hakkını arayamaz ,çünkü avukata başvuracak parası yoktur. Dolayısıyla bin türlü sorun yaşanır yıllar boyu. Devamlı olarak tekrarladığım budur işte. Bu güzel müziğin yaratıcıları hep bedel öderler.
Militia, "sahneyi ateşe veren" şarkıcı olarak anılırdı. Kendisini saygıyla anıyorum.
Ben, "Diva" sözcüğünü kolay kullanamam ! Caz dünyasında da gerçek "Diva" lar, olmasına rağmen ,bu camiadaki enderi az bulunur mütevaziliklerinden, sanatçılara yalnız "şarkıcı" diyoruz. Sohbetimizde Ella Fitzgerald'ı tanımaya çalışacağız.
Ella yoksul bir ailede yetişti. 16 yaşındayken davulcu Chick Webb tarafından 1934 yılında keşfedildi.
Chick Webb, 1926 larda kurduğu orkestrasına, alto saksafoncu Johnny Hodges, Benny Carter gibi önemli isimleri almıştı. Bu müzisyenlerin bir süre sonra orkestrayı terketmeleri nedeniyle, sanat dünyasında belirsizlik dönemi başladıysa da, Ella'nın orkestraya alınmasıyla durum değişmişti. Webb'in ölümünden sonra, Ella orkestrayı uzun yıllar devam ettirdi ve hatta idare etti.
Bu devirlerde, Mack the Knife, Mr.Paganini, How High the Moon yorumları çok meşhurdur. (Ella Fitzgerald - Mack the Knife)
1941 yılından itibaren repertuarı swing, bebop, scat, blues, samba, gospel gibi çeşitli türlerdeydi. Gershwin, Col Porter bestelerini Duke Ellington orkestrası, pianist Oscar Peterson üçlüsü, Caunt Basie orkestrası ve daha niceleri ile yorumlamıştır.
Roy Eldrige, Joe Passe eşliğindeki Speak Love yorumu, Pianist Tommy Flanagan üçlüsü eşliğindeki albümleri mutlaka dinlenmelidir.
Louis Armstrong'un sesini çok iyi taklid ediyordu. Ella ve Louis isimli albümleri bir başka güzelliktedir. (Ella Fitzgerald & Louis Armstrong - Summertime )
1940 larda meşhur olmasına rağmen, Ella'nın sesinin olgunlaşması ve şahane olarak nitelendirebilmemiz ise 1950 leri bulmuştur.
Soprano sesi derinleşerek bambaşka bir anlam kazanmıştır. Pes seslerde zorlanan ama söylediği şarkıların tonalitesini iyi seçerek bu açığını kapatan bu büyük şarkıcı, en tanınmış müzisyenler ve orkestralar eşliğinde sanatının zirvesine çıkarak "first lady of jazz " olarak anılmaya başlamıştır.
Ikinci evliliğini ünlü kontrbascı Ray Brown la yapan Ella Fitzgerald'ın albümlerinden bazıları :
" All That Jazz ", Kenny Barron,Ray Brown, Benny Carter, Bobby Durham, Harry Sweets Edison, Clark Terry, Al Grey , Mike Wofford gibi efsanevi isimler eşliğindedir.
Ella Fitzgerald Sing the Carlos Jobim Song Book, eşsiz Brezilya melodilerini kapsamaktadır. (Ella Fitzgerald - I am in love )
Ella loves Cole, Duke Ellington Orkestrası eşliğindeki albümleri sevdiklerim arasındadır.
1964 yılında Fransada Juan les Pins Caz Festivalinde, Ella şarkısını söylediği sırada, Ağustos böceklerinin devreye girmesi ile karşılıklı müthiş bir scat'in başladığı, yine aynı yıl Fransanın Normandiya bölgesinde " Elmaların Gölgesinde " isimli Caz Festivalinde aynı scat'in bülbüllerle gerçekleştiği hep konuşulur.
Defalarca Grammy ödülüne lâyık görülmüştür.
Ella Fitzgerald şeker hastalığı nedeniyle ilk önce gözlerini sonra da bacaklarını kaybetmiş ve 1996 yılında ölmüştür.
O gerçek bir DIVA dır.
Sessizlik neleri anlatabilir size en fazla hiç düşündünüz mü? Kelimeler yokken hayatın ne kadarı eksik? Yoksa hayatı zorlaştıran biraz da kelimeler mi? Sevginizi kelimeler olmadan anlatabilir misiniz mesela? Ya da her zaman yanlış kelimeleri mi seçersiniz bir şeyleri anlatmak için?
Hep kelimelerden mi yardım alırsınız bir şeyleri anlatmak isterken? Yoksa duygularınızı anlatmayı öğrenemediniz mi hala, sesiniz olmadan? Duruşunuz, bakışınız yetmiyor mu sevginizi anlatmaya? Öfkenizi illa ve kat'a sesinize mi dökersiniz bir çırpıda? Ya da tam tersine sesiniz olmadan, kelimeler olmadan yaşayan ve bu yüzden de hep "anlaşılmamaktan" şikayetçi olan iletişim engellilerden misiniz? Hangi safta olduğunuzu seçemediniz değil mi? Seçemiyor insan, bilemiyor bazen ne zaman, nasıl anlatır, en kısa yoldan akıldan geçenleri.
Bu kadar düşünceyi bir oyuna mı sığdırdın diyorsanız, derim ki "sessizlik düşüncelere davetiyedir kırmızı mumlu mührü olan" ve sessiz bir hayat nasıl olurdu acaba diyorsanız, buyurun "Sersemler Evi"ne…
Kim bilir kaç yüz yıl önce, İstanbul kıyılarında bir gemi fırtınalı bir gecede karanlık sulara gömülür. Mürettebatı da terk - i diyar eyler fani dünyadan. Geçen zaman her şeyi değiştirdiği gibi, İstanbul'u da çok değiştirmiş, denizleri karaya, karaları denize çevirmiştir. Eskiden batığın olduğu yere de olayların geçtiği bina inşa edilmiştir. Dört katlı bu binada, her işe burnunu sokmaya çalışan yalnız ve meraklı bir ev sahibi, bir türlü huzura kavuşamayan evli bir çift, sürekli müzik dinleyen genç bir delikanlı ile kendini öldürmeye karar veren orta yaşlı bir adam yaşamaktadır. Nihayetinde bu adam kendini asar. Evin temelleri altında yatan denizciler, intihar eden adamın ruhunu huzura kavuşturabilmek için, uzun uykularından uyanarak bu apartmanın dünyasına adım atarlar ne var ki onlarla birlikte apartmanın havası oldukça değişecektir.
Sessiz bir komedinin hayat bulduğu oyunda kimin hangi katta yaşadığını, birinin diğeri ile ilişkisini kavramak için ilk yarıyı pür dikkat izlemenin faydası büyük. Yerleşimi ve ilişkileri kavradıktan sonra her şey çok daha eğlenceli olmaya başlıyor zaten… oyuncuların seslerinin çıkmamasının yanında yüzleri de tanıdık değil. Maskeleri gizliyor kimliklerini, tıpkı gerçek hayatta bizi az - çok tanıyan / tanıdığını sanan insanların yüzümüzde gördükleri maskeler gibi. Güleryüzlü, neşeli, şakacı, öfkeli, kibar... Her sabah dünyaya günaydın derken yüklendiğimiz maskelerimiz gibi...
Ve oyundan sonra yüzünüzde zor olanı keşfetmiş olmanın keyfi ile, oyunun neşesinin bıraktığı bir neşe, aklınızda ise soru işaretleri kalıyor.
Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.251 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
cüce düşlerimizde ak renkli taylara binerdik
titrek deliye poz veren zır delilerden biriydik
gelmediğin günleri sayıp kurutmadan asardım
ah bir gelsen İzmiri her gün ellerimle yıkardım
kurtların bir aş bulamayıp köylerde uluduğu
uyurken uç uç böceklerinin uçmadan sustuğu
alnımızda kurban kanının akan kırmızılığı
bizim kaderimizde ümitsiz yürek yırtıklığı
gelmedin şekeri düşmüş bir çocuk gibi bıraktın
kapı üstüne nal koydum gelsen sevgimden bıkardın
sabahları bülbül olurdum taranmamış saçlarda
gemiler geçirirdim teninin terli buğusunda
yoksun balta girmemiş ormanlardayım kendim sıra
gel de sevilmek nasılmış göstereyim beni sına
günlerim dokuma tezgahında zamanı dokuyor
radyo dışında sessizlik her yerimi kundaklıyor
su kaybı diyorlar nem depreminde kavruluyorum
körfeze konan flamingolarla avunuyorum
seni sen olmayan bahçemde ukdeyle süslüyorum
yola çıkmışsın gibi ürkek gezeni gözlüyorum
gelsen şansızlığımı Karşıyaka ya fırlatırım
avurdu çökmüş kendi ıslığımı kendim yırtarım
lehçesi bozuk yalnızlıkta bir tek sana alıştım
sensizlikten halt ettim bulutlara bile sataştım
sana yakınlaşırken uzaklaşan yalnızlıktayım
yalnızım her gün ölecekmiş gibi hazırlıktayım
mayına bastı hiçbir şeyden tat almıyor şu dilim
şeker bayramını bekliyorum gözyaşlarım sicim
sana özlemim yeşil kaldı ben haddimi bilirim
öldü dediler beklide yaşamaktasın kim bilir
Serdar San
Bulmaca - Sudoku
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız. Gitmek için tıklayın. Kolay gelsin.
Bilgisayarımda dünya haritası olsun. Ben istediğim herhangi bir yeri, yakın mesafeden inceleyebileyim diyenler için daha önce http://earth.google.com web sayfasını önermiştim ve yine öneriyorum. En büyük sebebi earth programını kendi bilgisayarınıza indirip istediğiniz anda tüm dünya üzerinde istediğiniz noktayı görebilmeniz idi. Bunu anladık tamam diyenlere devam, ben bile anlamışım yani:) Şimdi tavsiye edeceğim web sayfası ise online işlem yapılabilen bir dünya haritası var. http://wikimapia.org Bu sayfadan bilgisayarınıza herhangi bir program indirmeniz gerekmiyor. İstediğiniz bölgeyi ortalayıp sol tarafta bulunan yakınlaştırma veya uzaklaştırma tuşlarını kullanarak, harita detaylarını olabildiğince yakından görebilmeniz mümkün. Ben bu web sayfası ismini bir yerlerden hatırlıyorum galiba diyenleri duyar gibiyim, ben de aynı şeyi dedim ve http://tr.wikipedia.org/ web sayfasına ulaştım. Dünya üzerinde kullanılan ve konuşulan pek çok dilde de yayın yapan, özgür internet ansiklopedisinin Türkçe versiyonu bu kısayolda. Bu kadar coğrafya ve kültür yeter diyenlere bu haftaki eğlencelik web sayfamız ise http://www.yoxa.net/ her telden çalan ve her yaş grubuna hitap edebilen bu web sayfasını tüm internet meraklılarına tavsiye ediyorum.
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.