Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.158

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 28 Şubat 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Kula kulluk edene...

Merhabalar

Sanırım bu liyakat konusunda kafalarımız karışık. Bakıyorum da kimse fikir beyan etmemiş. Oysa bakın AKP milletvekillerine, başkanlarına doğum günü hediyesi olarak sadakatlerini hediye ettiler. Yani onların liyakat konusunda görüşleri çok açık. Başkanlarını Cumhurbaşkanlığına, kendilerini de açıkça kulluğa layık görüyorlar. Seçim öncesi yalakalığın geldiği noktayı göstermesi açısından önemli bir fırsat, Allah aşkına kaçırmayın.

Bugün kimilerince darbe olarak nitelendirilen 28 Şubat'ın onuncu yıldönümü. Hoca Efendi'nin başbakan olup, sarışın bayanın da yardımcılığını üstlendiği bir hükümetin bizleri yönettiği, şimdiki baştacımız Tayyip Bey'in İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını yürüttüğü bir dönem. Darbe olup olmadığı konusunda tartışmalar bitmez ama bana göre gerekliliği konusu tartışılmaz. Gönül isterdi ki, konu MGK'ye gitmeden çözümlenebilseydi ama olmadı. MGK toplantısında "Türkiye'nin önündeki en büyük tehlike irticadır." denmiş ve bizzat Hoca Efendi tarafından da kararlar imzalanmıştı. Oysa hedef bizzat kendisiydi. Refah partisi milletvekillerinin yediği naneleri hatırlayanlarınız vardır mutlaka. Ya kutlanan Kudüs gecesini? Başbakanlıkta yapılan sarıklı cüppeli kapkara toplantıları hatırlıyor musunuz? Ancak her müdahalenin istenmeyen sonuçlara da çanak tutması ilkesi bu sefer de bozulmadı ve bugün bizi yöneten AKP ve Tayyip Bey'in doğumuna vesile oldu. Yani bir şekilde Tayyip Bey'in ikinci bir yaş günüdür 28 Şubat. Geçen 10 yıl içinde hedef büyütmüş ve Çankaya'ya uzanan yolda emin adımlarla yürümektedir. Yurdun dört bir tarafından eliyle seçip Meclis'e taşıdığı milletvekilleri de kendisi o makama layık görmektedir. Peki ya siz? Siz 28 Şubat 1997'de "Bu memlekette düzen mutlaka değişmelidir." diyen zihniyetin küllerinden doğan Tayyip Bey'i bu asil göreve uygun görüyor musunuz? Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








Yukarı


 


 Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


Öğret O'na…

Eski yaralar kapansa da izi kalır
Yenilerine fırsat vermemek için
-miş…
      Çok fırtınalı bir gecede, ideal büyütecek kadar genç zamanlarında bir köye varmak ve aynı gece amansız bir diş ağrısına tutulmak gibi; derin, sancılı…
      Ne etsek biçimli sorulara meyil verdiren…
Eski yaralardan geçilmiyor. Ne desen faydasız
Bir süre kaçacak, oyalanacaksın
Olmayacak
Dönmek zorunlulukların var
Tamamı tercihsel
Alayı kişisel
..
İnsaflı bir öyküyü taşıyor parmağı. Tesadüf bu, taktığı parmağı da yaralı; eski…
      İpe sapa gelebilir biraz zorlansa aslında ya
Yinede gelmiyor bu aralar ipe sapa bir tanımlama bu
Eski yara
Eski
Yeniye fırsat vermez olacak kadar sözüne sadık
Acıya itaat
      Uzaklaştıkça yakınlaştıran fikre ziyan bir içinden çıkılmazlık bu
"Bize yakışıyor mu" şıklığında bir klasik tavır
Aynıyı mı anlamaktır sevmek?
Beyaz diyorlar misal
Ben bulut anlıyorum
O, rakı
Aynıyı anlamak değil ki sevmek
Yoksa Paris denilince ne diye acıyaydım ki ben?..
Paris değil midir ki
En sevdalıların kenti…
Aynıyı anlamıyorsun diye korkma sakın
Aynıyı anlamak değil, aynıya ağlamaktır sevda
Aynıya ağlamayı öğret ona

Sarahatun Demir
sarahatun@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,719,719,719,719,719,719,719,719,719,71
7 Kahveci oy vermiş.

 


 


Tanju Akdeniz

 Misafir Odası : Tanju Akdeniz

   Arkası Yarın - I

Evin baş köşesi ona aitti. Bu yeri fazlasıyla hak ettiğini bilirdik. Güneş dünya için neyse bizim için de oydu. Her akşam ailece başına toplanırdık. O konuştuğu zaman evde çıt çıkmazdı. Herkes pür dikkatle O'nu dinlerdi. Babama havadisleri verirken ayaklarımızın ucuna basarak yürür, el işaretleriyle konuşurduk. Kardeşimle bana her akşam bıkmadan usanmadan anlattığı masalların pek çoğunu hala anımsarım. Hafta sonlarında salonda yankılanan sesi ile uyanırdık. Uzun Pazar kahvaltılarının vazgeçilmez bir ögesiydi. Bir yandan babamın kızarttığı sucukları yerken diğer yandan can kulağıyla O'nun anlattığı öyküleri dinlerdik. Çocukluk hayallerimin en temel kaynağıydı. Beni birkaç sokakla sınırlıyan küçücük mahallemizin ötesindeki dünyayı onun sayesinde tanıdım.

Kendinden hiç söz etmezdi. Benim hayatımda bu kadar büyük yer tutmasına karşın, bölük pörçük birkaç şey dışında, O'nun hakkında hemen hiç birşey bilmediğimi fark ettiğimde ben 40'lı yaşlarıma gelmiş; O da evimizin baş köşesini terk edeli 25 yılı geçmişti.

Geçmişini araştırmaya başlayınca kendimi 1819 yılının Danimarka'sında buldum. Soğuk bir kış günü, Hans Christian Oersted, Kopenhag Üniversitesinde Elektrik, Galvanizm ve Magnetizma üzerine verdiği derste öğrencilerine elektriğin elektrostatik; galvanizmin Luigi Galvani'nin tesadüfen bulduğu ve daha sonra Volta'nın deneyleri sonrası pillerden elde edilen elektiriğin metaller üzerindeki "tuhaf" etkileri ve mıknatıs taşı (manyetit) ya da pusula iğnesinde gözlenen manyetizmanın ise dünyanın manyetik alanı ile ilgili olduğunu anlatıyordu. Bazılarına göre galvanik akımlar ile elektrik yükü arasında - her ikisinin de insanı "çarpması" nedeniyle - bir türden bağlantı olmalıydı ancak elektrik ve manyetizma arasında herhangi bir bağlantının varlığına dair herhangi bir gözlem yapılmamıştı. Bu durum, pek çok bilim adamında bulunan güçlü önsezileri ve kuşkuculuğu nedeniyle Oersted'i tatmin etmekten uzaktı. Manyetizmanın da galvanik akımlar gibi elektriğin "gizli bir biçimi" olduğunu düşünüyordu.

Bu kuşkularını doğrulayabilmek üzere derse gelmeden önce pusulanın üzerine ibresiyle dik açı yapacak yönde yerleştirdiği tele galvanik bir akım vermiş ancak hiç bir değişiklik gözlememişti. Dersten sonra aynı deneyi doğru akım verdiği teli pusula ibresine koşut olacak şekilde yerleştirerek tekrarladı. İbre sapıtmış gibi oynamış ve akım taşıyan tele dik açı yapacak şekilde dönmüştü. Elektrik akımının yönünü değiştirdiğinde pusula ibresi de ters yöne dönüyordu. Aynen elektrik akımı verilen telin ısı yayması gibi çevresine manyetik bir enerji yayıyordu. Bu deney elektrik ve manyetizma arasındaki ilişkinin kuşku götürmez bir kanıtı olarak tarih sayfalarına geçti. Gerçi bilimsel yöntem eksiklikleri ve uygun iletişim araçlarını kullanmayışı nedeniyle aynı gözlem - bir miktar tartışmaya açık olmakla birlikte - yaklaşık yirmi yıl önce İtalyan hukukçu Gian Domenico Romagnosi tarafından yapılmış ve günümüz Kuzey İtalyasının "Merzifon Karası" üzümlerinden yaptıkları Marzemino şarapları ile ünlenmiş Trentino Alto-Adige yöresinde yayınlanan Gazetta di Trentino'nun 3 Ağustos 1802 tarihli baskısında duyurulmuş olmasına rağmen bu buluş Oersted'e atfedilerek 1932 yılında Manyetik Alan Şiddeti birimine (Ørsted) onun adı verildi.

Oersted'in makalesi hak ettiği ilgiyi fazlasıyla buldu. Deneyi hızla Fransız Akademisine sunan Fransız fizikçisi ve astronomu Dominique François Jean Arago ve daha sonra elektromanyetiğin yaratıcılarından biri olarak anılacak Fransız fizikçisi André-Marie Ampère, elektrik ve manyetizma arasındaki ilişkiyi bugün Ampere Kanunu olarak bildiğimiz biçimde formülleştirerek 6 Kasım 1820'de Arago'nun Joseph Louis Gay-Lussac ile birikte çıkarttıkları Kimya ve Fizik Yıllığında yayınladı.

Arago'nun elektromanyetiğin gelişimine katkılarını yadsımak olanaksız. 1820 yılının Eylül ayında, çember şeklinde kıvırdığı bakır tele akım verdiğinde demir tozlarının belli bir düzen içerisinde bir araya gelerek sıralandıklarını; akımı kestiğinde ise dağılıp yere düştüklerini gözlemişti. Her ne kadar elektromıknatıs etkisini ilk olarak Arago gözlemlemiş olsa da elektromıknatısın icadı yaklaşık beş yıl sonra İngiliz elektrikçisi William Surgeon'a nail olacaktı. Surgeon, atnalı biçiminde kıvırdığı demir nüve üzerine sardığı birkaç turluk bakır tel ve tek hücreli bir pilden sağladığı akım sayesiinde 4,5 kg ağırlığındaki bir demir parçasını kaldırdığında elektrik enerjisine bir "iş" yaptırarak teknoloji tarihini yepyeni açılımlara gebe bırakıyordu.

Arago'dan söz etmişken bugün saatlerimizi ayarladığımız, dünya üzerindeki konumumuzu hesaplamakta kullandığımız haritaların enlem ve boylamlarının referans noktasının belirlenmesinde yaptığı çalışmaları anmadan geçmemek gerekir. Eski "sıfır" boylamı olan Paris Boylamının geçtiği noktaları temsil etmek üzere düz bir çizgi üzerine yerleştirilmiş ve üzerlerinde Arago'nun adı ile kuzey-güney yönlerinin kabartıldığı 12-15 cm çaplı 135 adet bronz diski zemine çakılı vaziyette bugün de görebilmek mümkün. Fransa ve İrlanda, ilk olarak 1884 yılında Washington'da toplanan uluslararası bir konferansta önerilen ancak daha sonra 9 Mart 1911'de tüm uluslar tarafından onaylanan Greenwich'in sıfıncı boylam olarak kabul edilmesini 1911 yılına dek 73 yıl boyunca reddetmişlerdi. O'nun geçmişinin çok eskilere gittiğini biliyordum ama İngilizlerle Fransızlar arasında uzun yıllar bir polemik konusu olan sıfırıncı meridyenin nereden geçmesi gerektiği konusuna kadar uzayacağını tahmin etmemiştim.

William Surgeon'dan beş yıl sonra, bu sefer Amerika'da, Simithsonian Enstitüsünün Direktörü ve Ulusal Bilimler Akademisinin kurucularından Joseph Henry, Oersted'in pusula ibresi üzerinde gözlediği etkinin telin bir sargı oluşturacak biçimde sarılması durumunda çok daha arttığını bildiren Kimya ve Fizik Yıllığının yardımcı editörlerinden Nurnberg Politeknik Okulu temel bilimler profesörü Johann Salomo Christoph Schweigger'den aldığı ilhamla Surgeon'unkinden çok daha güçlü bir elektromıknatıs yaptı. Yale adını verdiği dev elektromıknatıs ile 750 kg'dan fazla bir ağırlığı kaldırarak American Journal of Science editörlerinden Yale Koleji doğa bilimleri profesörü Benjamin Silliman'ın övgü dolu sözleriyle ödüllendirildi: "Kendisi bugüne kadar bilinenlerden sekiz kez daha güçlü bir mıktanısı gerçekleştirme onuruna sahiptir."

Hertz'in O'nun hikayesindeki başrollerden birini oynaması ise 1831 yılında "On a Reciprocating Motion Produced by Magnetic Attraction and Repulsion" (Manyetik Çekme ve İtme ile Oluşturulan İleri-Geri Hareket) başlığını attığı makalesinde tarif ettiği ve dakikada 75 adet salınım yapan tahtrevalli benzeri bir düzenek sayesinde oldu. Bir pim ile ortasından tutturduğu elektomıknatıs üzerindeki akım ters kutuplu bağlanmış iki ayrı pil tarafından sırayla besleniyor ve böylelikle düzeneğin sürekli bir devinim yapması sağlanıyordu.

Akımın yönü sürekli ters çevrilerek sağa-sola osilasyon yapması sağlanabiliyorsa neden kendi etrafında döndürülemesindi? Bu sorunun yanıtı çok geçmeden İngiltere'den geldi. Aslen bir papaz olan William Ritchie, büyük olasılıkla Hertz'in deneylerinden habersiz, ancak talihsiz bir zamanlamayla Hertz'in deneyini yayınlamasından hemen sonra ilk elektrik motorunu yapacak ancak elektrik motorunun kaşifi olma şerefini William Sturgeon, Joseph Henry, Andre Marie Ampere, Michael Faraday, Thomas Davenport, Charles Page ve diğerleri ile paylaşacaktı.

Oersted'in pusula deneyinin sonuçlarını doğru yorumlayabiecek nitelikte bilgi birikiminin olgunlaşması için Galvani'nin 1773 yılında Leyden şişesinde biriktirdiği statik elektrikle kurbağanın bacağını oynatmasının üzerinden yarım asır geçmesi gerekti. Oysa beşte birine yakın bir sürede, sadece 11 yıl içerisinde kanunları, formülleri ve dünyanın dört bir yanında fıldır fıldır dönen motorlarıyla elektromanyetik insanlığın emrine girmişti bile. Yukarıda sözünü ettiğim -ve edemediğim- pek çok araştırmacı ve bilim adamının katkıları yadsınamaz elbette ama O'nun hikayesinin şekillenmesinde ardından gelen buluşları bir çığ misali tetiklemesi nedeniyle "baş kahraman" olmasa bile Oersted'in müstesna bir yeri var.

Arkası yarın

Tanju Akdeniz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Dublör Kahveci : Fatma Gül


Hay sizin Kyoto'nuza…

Benim Kyoto'm sizinkinden farklı kardeşim!
Yollamayın bana şu imza isteyen elektronik postayı!
Günde 50 defa gelmez ki ya aynı posta?

Tamam, anladık!
Kuraklıklar geliyor, su bitecek. Hava kirlendi ve iklimler değişiyor. Sera gazı'nı çaktırmadan ortalığa salan ABD kalkıp bir de "Yok valla, anam avradım olsun ben .surmadım bacım" diyor…

La havle! Bu Kyoto olayı bana tuhaf geliyor.Gariban insanım 3 zeytin bir kuru ekmek dirseği ile kahvaltı edip, gece tarhanasını anca kaynatırken, bütün yeraltı ve yerüstü hazinelerine tecavüz edilmiş "pambık pirenses ülkem" malum yedi tane cücenin tam ortasında sere serpile uzanmış ve tehlikeden bi-haberken, kalkıp da ne demeye 20 milyon doları sera gazı kaçıran sıradan bilmem kaçıncı ülke olarak, hem de "ülke porsiyonu hesabı" yapılmadan vereyim ki? (bu para zaten bizde yok, napalım, Çiller usulü basıveririz mi artık)

Ben Kyoto olayına takıldım; yok imzala, yok imzalama...

Benim Kyoto'm aha işte solda!

Adamlar altından tapınak yapmışlar, biz de mal mal seyrine bakıyoruz!

Gelen forwardlar beni deli etmeye başladı vallahi!

Yatmıyor mantığıma!

Öncelikle o para çok, sonralıkla bizim bu işte çok parmağımız da yok, en sonralıkla ise kömür yakmamak ve önlemler almak için neden USA ile aynı bedelde biçilen parayı ödemek mecburiyetinde olayım ben? Adam gibi ufaktan ufaktan alırım önlemimi elimden geldiğince. Kömürü kaldıralım da gecekonduda yaşayanlar soğuktan mı donsun?

Devletimin üniversitesinde yıllarca iklim bilimi okumuş hocalar "imzalama" diyorlar ise, ben imzalamam!!! Aşağıda bu bahsi geçen hocalardan birinin yazısını paylaşmayı uygun gördüm.

"Sizler iklimsel degisikliklerle kirliligi karistiriyorsunuz. Dunyada karbondioksit orani 200 ile 2000 ppm arasinda degisen bir gazdir ve bizim yasamimizin olmazsa olmazidir. Halen 380 ppm civarinda. Ve dunya sicaklik ortalamasi da 12 ile 25 derece arasinda degisir. Halen bu deger de 14.5 civarinda. Yani biz aslinda cok serin donemdeyiz.

Dunyada butun savaslar kuzeyden guneye olur. Hepiniz tarih bilirsiniz. Siz hic, tarih boyunca Afgan, Arap, iran ya da kuzey Afrika insanlarini Moskova'da, Londra'da ya da Hamburg'da savasirken gordunuz mu? Ama Londra'lilari, Moskova'lilari ya da Hamburg'lulari hep Anadolu ya da Mezopotamya' da savasirken gorursunuz. Bunun nedeni iklimlerin surekli degismesindendir. Yani dunyamiz zaman zaman isinir ve zaman zaman da sogur. iste bu sogudugu zamanlarda yani buzularin guneye dogru inmeye basladigi anlarda yagislar duser ve kuraklik baslar. Kuraklik ilk once en kuzeyde yasayanlarin, nehir debilerinin dusmesi ve sicakligin azalmasi nedeni ile uretimin dusmesi nedeni ile ac kalmalarina neden olur. Ve tabi bu ac kalan insanlar once kendi aralarinda savaslara baslarlar ve sonra yavas yavas guneye dogru bu savaslar genisleyerek devam eder ve hep Anadolu ile Mezopotamya' da sona erer. En son HAcli seferlerinin baslangici olan Viking ingiliz savasindan baslayarak iyi okuyun. Ve ayni anda da Dogu Asya'da Mogol imparatorlugunun kurulmasina kadar olan sureci iyi okuyunca ne demek istedigimi anlarsiniz. Timucin Han 1206 yilinda Mogol imparatorlugunun basina gecip Cengiz Han unvanini alinca ilk emri su olmustur "Nehirlerde ve akar durumda sularda camasir yikamak, yikanmak ve kirletmek yasaktir". Bu yillarda dunya nufusu 250 milyon civarinda idi ama su o kadar azalmis ki bu kadar insana bile yemiyor. Yani 1100 ile 1300'lu yillara kadar olna bu surec aslinda 1. dunya savasidir. Eger bu donemi iyio okursaniz buzullarin nerelere kadar indigini anlarsiniz (ingiltere'nin kuzeyi dahil buzullarla kaplanmisti) . Biz Turklerin orta Asya'dan buraya gelmesi de, Cin Settinin yapilis nedeni vs. vs. zaman zaman mini kuresel soguma donemlere girilmesidir. Buzullarin erimeye basladigi donemler de dunyada baris ve mutlulugun oldugu donemlerdir. Cunku sicaklik demek, yagis demek, yagis da uretim demektir. Ornegin halen orman alanlarimizin artmis olmasi bunun guzel bir gostergesidir. Ama siz Konya Ovasina bugdaydan 6 kat daha fazla su isteyen seker pancari dikerseniz ve jeolojik olarak yaptiginiz baraj da su tutmuyorsa, tabi ki kuraklik olur. Ve simdi Buday ithlatina 2 yildan beri devam ettigimizi biliyormuyuz? Bir baska deyisle sicakliktan korkmayin soguktan yani karbondioksit oraninin dusmesinden korkun.

Ama su an ben size bilim anlatmayacagim. Zaten jeobiyokimya bilmeyen arkadaslara bunu anlatamam. Ama AB bu konuda ne yapiyor onu anlatacagim.
1- GAP projesi gerceklestirdik 30 milyar dolara mal oldu. Tek kurus kredi vermedikleri gibi engellemek icin herseyi yaptilar. simdi de bunun idaresini istiyorlar.
Peki 2004 yilinda Mersin Termik santarali acildi. Kredisi Almanya'dan ve kucuk bir sartla geldi. Komuru Kolombiya'dan alacaksiniz dediler. Niye komur Kolombiya'dan? cunku Kolombiya'nin Almanya'ya borcu var ve satacak birseyi yok. Termik Santraller dunyanin en zehirli enerji ureten kaynaklari degil mi? etrafina olum sacmiyorlar mi? YAni AB ulkelerinin islerine geldiginde "fosil yakitlar" cici yakit oluyor. Nerde benim Sivil Toplum Orgutlerim?

2- 1986 ile 2003 arasinda Avrupa'da hic nukleer santral yapilmadi. Ancak son 2 yilda 11 tane birden basladi. Nedeni asagida ingilizcesini gonderecegim. Cunku tum dunya 2025'den sonra bir mini kuresel soguma bekliyor. Kuresel sogumada yagislar kesinlikle cok duser ve kuzeye yakin bolgelerdeki hidroelektrik santral barajlari buz tutabilir. Yani tum Avrupa haril haril bu doneme hazirlaniyor. Neden o ulkelerde hic Nukleer enerjiye tepki yok.

vs. vs. vs. O kadar cok ornek var ki!! Kuresel isinmanin insan kaynakli olduguna ister inanin, isterseniz inanmayin, ama bunu bilime birakin arkadaslar. Ama iklimsel degisikligi, kirlilik ile karistirmayin. iklimler hep bir degisim icindedir. Bazen sogur bazen de isinir. iklim bilimi, Jeolojik, Biyolojik, Kimyasal ve Fiziksel Osinografi ile Astronomi ve Meteorolojiyi iceren bir coklu disiplindir. Eger tum bunlari alip verileri beraberce yorumlayamiyorsaniz iklimciyim diyemezssiniz. yani iklimler hobi olarak yapilamayacak kadar detayli bir bilimdir.

Elbet herkesin bir dusuncesi olacaktir. Bunu da belirtecektir, ancak daha "mini buzul donemini" bilmeyen bir insanin da bu konuda konusmasi ve insanlari yonlendirmeye calismasi biraz "tuhaf" olmuyor mu? "mini ice age" (mini buzul donemi) diye internette bir tarayin kac bin tane oldugunu gorursunuz. Ben bu konuya 28 yilimi verdim. Her yil, ortalama 2-3 ayim denizlerde ornek toplamakla gecer. Ve 2003 ve 2004'lu yillarda katildigim tv programlarinda (TRT dahil) 2004 yilindan sonra dogal kurak bir doneme girecegimizi ve bu konuda alinmasi gereken tedbirleri soyledim. 2004 yilindan beri de Turkiye'de yagislar eksiktir yani kurak donemdeyiz. Ancak 2004 ve 2005'de barajlar dolu oldugu icin (ciftciler disinda) hissetmedik.

Bir bilimi ogrenmek, 2-3 kitap okumakla bu kadar kolay oluyorsa o zaman okullari kapatalim. "ilim tercume ile olmaz tetkikle olur" diyen Ata'miz, bir yil sonra da 1933'de universite reformuna gitmistir. Ama biz hala 1932'de kalmisiz."

iyi calismalar
Doc.Dr.Dogan YASAR
DEU Deniz Bilimleri

Ya bu şaka değil, ülkede hala insanlar donarak ölebiliyor, açlıktan ölebiliyor. Kendimizi kalkıp da abartmanın, 20 milyon dolarlık yatırımı şıppadanak yapmayı teyid eden ülke kapsamına sokmanın ne alemi var?

Bu giymeye çalıştığımız Avrupai donları çıkaralım, 5 beden filan büyük onlar bize. Ayranı yok içmeye..... diye dalga geçerler bizimle! Biz çıkarmasak da bir şekilde belimizden! düşecek nihayetinde.

Ülkemin yani bizim has be has kendi ülkemizin bir takım Üniversite hocaları, ekoloji uzmanları sürekli tekrarlıyor!

Bunun imzalanmaması gerekir! Durum en azından bizim için bu haldedir. İmzalamak geleceğimizi ipotek altına almak olur diyorlar, hemde koskoca prof'lar, doç'lar. Adam iklim bilimi okumuş 20 yıl, nasıl inanmam?

Lakin bunu hangi foorvıırdcı sevimli arkadaşıma iletsem inanmıyor!!
Bana 55 ayrı yerden bir şeyler kopyalayıp yolluyor. İmzala, sensiz olmaz, keyfi kalmaz, Kyoto'suz yaşanmaz!

(Açıkçası ben şu "Hrant Dink" adıyla dolaşan gaz verici imza sirkülerini de beğenmedim ve imzalamadım. Ne yani? "Niye sembol Atatürk değil ki" oldum içimden. Atatürk olmasın Hasan Tahsin olsun, oda olmadı "Mehmetçik" olsun???? Diyeceğim şu ki bu çağrıyı Hrant Dink sembolü ile yapmak 4-5 günlük gaz verecek bir durum, bu aşikar. Daha evrensel, daha iç sızlatan, daha net bir sembol olsa? Değil mi? Ha? Eeee.. şey, Düşünce kaçağı oldu galiba bu paragrafta, neyse konuya dönelim)

Ne diyorduk, hah Kyoto, ne alemi var hazırlıksız yakalanmanın? Bir iki beden küçük gelse bile, Sümerbank kumaşından 10 yıl önce dikilmiş, kibar, kenarlarından su geçilmiş belindeki yuvarlak don lastiği eskidikçe değiştirdiğimiz donlarımızı da elden avuçtan yitirmek var sonunda?
("su işi" derlerdi bir zamanlar, etek uçlarına, yakalara filan dikiş makinesinde minik süslemeler yapılırdı)
İyice düşünmeden ortalığa atlayıp "Bir milyon imzaaaa" diye yırtınmanın alemi yok!
Bana imza filan göndermeyin kardeşim ya!

Benim hayatta her zaman önceliklerim olmuştur. Sonralığa erteleyebileceğim ne varsa, en sona itelerim ve üst üste istiflerim. Kafama da takmam, baktım zamanı vakti yaklaştı, çeker önüme alır, halletmeye odaklanırım. Bu dönemde de çok ciddi bir önceliğim var.

Özgürlüğüm.

Kahroluyorum!
80 günden geriye doğru sayarken konuşmayı da bırakıp insanların kafalarına kafalarına küt küt vurasım var.
Badem gözlü kardeşim, uyan!
Eğitim desen berbat, sağlık reformları komedi…
Çıkarılan kanunlar ile dumur üstüne dumur yaşatıyorlar.
Tehdit, gözdağı, aba altından/üstünden sopa göstermek, ABD yalakalığı, yani her numara var.
Medya ayrı bir olay;
Milliyet manşet atmış; Halk Kurumların Birleşmesinden Memnun
Süpersin sevgili Medya!
Süpersin sevgili Milliyet!
Altında yazılan da şu; "Eğitim seviyesi arttıkça memnuniyetsiz olanların sayısı arttı"
Manşet okumayı seven halka bir mesaj daha yollamış oldunuz!
Altı ile üstü tutmuyor, kıçından düşen donunu bir zahmet eğilip toplayacağına 1 hafta sonra aynı konu yine gündemde…

İşte aşağıda;

VATANDAŞ BİRLEŞMEDEN MEMNUN

57 milyon kişilik adım
Sağlık haberlerinin, yayın politikamızda özel bir yeri bulunuyor.
SSK ve Bağ-Kur üyeleri ile emeklilerinin, sevk işlemine gerek kalmadan üniversite hastanelerinden yararlanmaları için hükümetin yaptığı hazırlığı duyuran Gülçin Üstün'ün haberi salı günü manşetimizdeydi.
Doğrudan tedavi için bugüne kadar sadece Emekli Sandığı üyelerine açık olan üniversite hastanelerine ilişkin yeni hazırlığın, 57 milyon kişiyi ilgilendirdiğini not edelim.
Salı günü birinci sayfamızda "Vatandaş birleşmeden memnun" başlığıyla verilen diğer haberde, araştırma şirketi A&G'nin Milliyet için 30 ilde yaptığı anketin her kesim tarafından dikkatle okunması gereken sonuçları vardı.

Halkın çoğunluğu memnun
Anket; SSK ve devlet hastanelerini birleştiren ve sigortalıların ilaçlarını bütün eczanelerden alabilmelerini sağlayan hükümetin attığı bu adımlardan halkın çoğunluğunun memnun olduğunu ortaya koyuyordu.
Hükümetin sağlık alanındaki icraatıyla takdir gördüğünü birinci sayfasından duyuran Milliyet, toplum yararına sonuç üreten politikaların hak ettiği karşılığı görmesi gerektiğine inanıyor.
Hakkaniyet ve kamu çıkarı da, toplum yararına sonuçların teşvikini gerektiriyor.

dakin@milliyet.com.tr


Yazı işte bu yukarıda kopyalamış olduğumdur. Halkımın cehaletini vurgulamak yerine, medyanın hala bu konuda malum cahil, gözü kapalı halkıma bu gibi yalan yanlış mesajlar gönderen Milliyet'i kınıyorum! Yazıyı yazanın elektronik posta adresi de aşağısında, belki benim gibi kendisine cevap yazmak isteyen olur diye size de veriyorum.

Alt yapısı olmayan, finansmanının nasıl olacağı bile belli olmayan bu yeni reformları halkın "koynuna aldığında" sevmesi mümkün olmayacak! Performansı arttırma sıkıntısında gerekli gereksiz tetkik yapan doktorların ilgisi cahil halkımı cezbetmiş olabilir, elbette. Lakin yarın hiç bir şekilde istediği hastaneye gitme lüksüne erişemeyeceğini de, bu tahlil-tetkik bolluğunun biteceğini de, başka bir hekimin fikrini alamayacağını da bilmeyen-sağolsun medya sayesinde de bilEmeyen-bu gariban insanlar gerçekleri yaşayarak görecekler.

Bu sistemin sonucunda neler olacağını tahmin etmek hiç de zor değil. Sonuçta bu yeni sistemin oturtulması için direten IMF ise, Dünya Bankası ise, bu "yenilikçi adımların" Türkiye'm için para tuzağı olduğu gayet aşikar. Ayranı yok içmeye, taksi ile gider Acil'e…

Türkiye'nin ciddi hekim sıkıntısı var, uzman doktor yok diye ortalığı velveleye verip yabancı hekim ithal eden hükümetimiz, şimdi de bu hekimlerin kamuda çalışamayacaklarını deklare ediyor. Eee? Hani uzmana ihtiyacın vardı? Hani doğuya gönderecek hekim yoktu, ondan bu hekimleri getirtiyordun? Ne oldu güzelim?

Tutulacak ucu olmayan bu reformlar silsilesi ile devlet hastaneleri birer "işletmeye" dönerken verilen hizmetin kalitesi maalesef düşecek.

Okuyan siz güzel insanlara sesleniyorum! Aşağıdaki fotoğrafa iyi bakın. Açlığın bile "Vatan Sevgisini" bastıramadığı aziz şehitlerimizden biraz feyz almaya ihtiyaç duyanlara da, hatta bulduğunuz bütün ortamlara da bu fotoğrafı yollayın!

Oy vermemezlik yapmayın!

AMERİKANIN KUKLASI HALİNE GELEN ŞU ADAMLARI BAŞIMIZDAN ATIN!



Fatma Gül


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,899,899,899,899,899,899,899,899,899,89
9 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahveci : Gül Çakır


BİR SEVDA VARMIŞ… BİR SEVDA YOKMUŞ…

Kayıp bir kentte yaşıyordu babam. Annem onu bulmaya adak adamıştı kendini. Bir bulsaydı eğer; gözünü bile kırpmadan gidecekti ölüme Hz. İbrahim misali. Sevgiden, sevdiğinden uzak olmanın ne demek olduğunu ondan iyi bilen yok ona göre. Ya ben? Ya benim sevdiklerim? Belki kayıp bir kentte yakışıklı bir aşkım yok benim, ama ben de severim! Benim de yüreğim aşk diye atar ve benim de içim tutuktur sevdaya… bunu kim anlar, sevdiğimden başka?... ya da, sevdiğim anlar mı ki? Bazen yitik bir ezgi olur aşk dudaklarımda ve ben durmadan aynı şarkıyı söylerim. "bir sevda varmış… bir sevda yokmuş…".

Hızla tükeniyor sigaralarım. Çakmağımın gazı bitmek bilmiyor oysa. Bu, tezatlıktan da öte benim için. Kafa karıştırıcı bir trajedi-m ya da… abartılarım arasında benim hayatım da boşluklarda. Güven yok. Umut, var olmaya adımlarda… İnci Aral'ın dediği gibi; "içimden kuşlar göçerken" zaman zaman, zaman olur geriye döner kırlangıçlar gittikleri yerlerden. Ben yine de sevinemem. Bilirim çünkü, yeniden gidecekler…

Gelincik çiçeklerini yemekten büyük haz alırdım küçükken. Onları yedikten sonra, gelin olduğumu hayal ederdi sınırsız zihin gücüm. Olmazdım ama. Sadece bir sanıdan ibaret olurdu, beyaz bir tül ve yüzümü örten incecik ama kocaman duvak. Damat yok ortalarda. Ya da bir ağaçtan seslenirdi bana; "gel, burada dut var!"… O zaman Havva gelirdi aklıma. Yasak meyveyi yedikten sonra cennetten kovuluşu. Yediği elma kırmızı mı yoksa yeşil miydi?

Anlamsızlıklar ülkesinde, delice anlam arayan minicik bir kız gördüm geçende. Odamda ve benim aynamda bana bakıyordu iri gözleriyle. Önce tanıyamadım. Bilemedim kim olduğunu. Sonra, baktım da; uzun yıllardır tanıdığım bir yüzdü bana bakan. Ben! Meğer, zaman geçtikçe o kadar uzaklara gitmişim ki kendimden… kendimden bile bihaber olmuşum yıllarca. Kendini tanıyamamak ne demek Allah aşkına?!

Gül Çakır
gulcakir9@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
2 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Leyla Ayyıldız

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.251 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı


 


 Tadımlık Şiirler


AKŞAM

Sisli dağların ardına saklanmış keder,
Sıcak toprak kokusu, sevinç gözyaşı döküyor,
Suya hasretliği bitti.
Karanlık çöküyor inceden inceden,
Dalların arasından çekildi güneş,
Rüzgârın meltem kokan elleri,
Ağaçlar dallarını döverken,
Bir kuru yaprak düştü,
Sonbaharın sarısıyla.
Bir çocuk ağladı ardından, ılık bir gözyaşıyla.

Neslihan Güzel

 


 Bulmaca - Sudoku




SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.



 


 Biraz Gülümseyin




KMTV Sunar...

Yukarı


 


 Kıraathane Panosu



VAN BİEN - İyi Gidiyorlar…
Küba Hakkında Bir Sergi

Küba bağımsızlığının kahramanlarından ozan José Martí'nin doğum yıldönümü, İstanbul Cervantes Enstitüsü'nde düzenlenen etkinliklerle anılıyor.

Etkinliğe Serpil Yıldız da "VAN BİEN - İyi Gidiyorlar… Küba Hakkında Bir Sergi" ile katılıyor.

Sergi, 24 Nisan tarihine dek izlenime açık olacak.

Yer: Cervantes Enstitüsü
Tarlabaşı Bulvarı, Zambak Sokak No:33, İSTANBUL
Telefon: 90 212 292 65 36 Faks: 90 212 292 65 37
E-posta: cenest@cervantes.es


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

NBA All Stars maçını seyredemeyenler için güzel bir haber. http://dahi.wordpress.com/2007/02/24/nba-all-star-2007/ web sayfasına tıklıyorsunuz ve Mehmet Okur’un dahil olduğu maçı, NTV bant yayınından seyrediyorsunuz. …Cumartesi gecesi çaylaklar maçıyla start alan, Pazar günkü yetenek yarışmasıyla devam eden NBA All Star Haftasonu, Batı Karması - Doğu Karması maçıyla sona erdi. Las Vegas’ta oynanan ve NTV’den naklen ekranlara gelen ‘yıldızların’ mücadelesinden, Mehmet Okur’un da formasını giydiği Batı Karması 153-132 galip ayrıldı. Türkiye’yi basketbol yıldızlarının buluştuğu bu büyük organizasyonda temsil eden Mehmet Okur, karşılaşmada 4 sayı kaydetti. Salondaki 3 Avrupalı’dan biri olan ve yaklaşık 15 dakika süre alan Mehmet, 2?de 2 şut isabeti, 2 ribaunt ve 1 asistlik performans sergiledi…

Dört boyutlu Pong oyunu için http://www.purple-twinkie.com/games/4dpong.asp web sayfasına tıklayabilirsiniz. İki boyutlu oyunları herkes oynar siz bir de bunu deneyin bakalım.

Konuşan köpek gördünüz mü? http://www.funnyclipcentral.com/content/talkingdog.php
Ya peki konuşan papağan http://www.youtube.com/watch?v=BSckclRKirM Konuşan papağan dediysem normal konuşan değil… Seyretmeden yorum yapmayın lütfen.

Yukarı


 


 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-06©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20070228.asp
ISSN: 1303-8923
28 Şubat 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com