Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.160

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 2 Mart 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : İdam cezası geri gelsin!?..

Merhabalar

Bir gün evvel gözümden kaçmış, ama dün gazeteyi açıp manşetten haberi okuyunca kahroldum inanın. Bir baba olarak içim yandı. O ana babanın yerine kendimi koydum, kızdım, hırslandım, küfrettim, rahatlamadım. Öfkem arttıkça arttı. Üzeri karton kutu örtülü rögar çukuruna düşüp ölen küçük Dilara'dan söz ediyorum. Günlerdir kendimizce, daha iyi bir yaşamın özlemiyle, şekillendirdiğimiz değer yargılarımızı, fikirlerimizi, tepkimizi ortaya koyuyoruz. Ne için? Türkiye'de yaşadığı için mutlu olmak isteyenler bizler, sizler ve tanımadığımız milyonlar için. Herkesin mutluluk reçetesi farklı olsa da amaçlar hep bir aslında. Sadece mutluluğu nerede bulacağımız konusunda anlaşamıyoruz. Peki bu acı habere sebep olan aşağılık bir dangalakla aynı mutluluğu paylaşalım diye mi bütün bu tartışmalar? Yok olmamalı. Ben, bu ve benzeri adamlarla, bu insan sevgisinden, insana saygıdan nasibini almamış ne idüğü belirsiz yaratıklarla aynı havayı solumaktan utanıyorum. Eğer istediğim mutlu yaşam bu sürüngenlere de yarayacaksa istemiyorum. Bu tiplerin, bunları besleyenlerin, bunları koruyan ve kollayanların, o kartonu orada görüp şikayet etmeyenlerin, topunun yok olmasını istiyorum. Bunu bir vatandaş olarak, bir insan olarak, bir baba olarak istiyorum. Şu satırları yazarken bile ellerim titriyor. 2004 yılından beri aldığı ihalelerle tüm sokakları delip cebini dolduran, Tayyip Bey'in de arkadaşı olan o müteahhit bozuntusu için idam cezası istiyorum. Öyle asarak değil, açtığı deliğe düşerek cehennemin dibine gitsin istiyorum. Biz bu gibi adamlarla yaşamayı hakettiğimize göre mutlu olmayı istemeye hakkımız yok diye düşünüyorum ve kahroluyorum.

...

Cumhuriyet gazetesinin kampanyasını izliyorsunuzdur. Benim şahsi fikirlerimle örtüşen bu kampanyayı herkese rağmen çok sevdim. Cumhuriyet adını taşıyan bir gazetenin, bu isme sahip çıkmasına, bunun yanında, kendi ayakta kalma savaşına da bir atıfta bulunmasına şapka çıkarıyorum. En önemlisi, bu netameli dönemde yalakalık yapmayı marifet sayan ulusal medyanın içinden birilerinin çıkıp açıkça fikrini beyan etmesini de saygıyla karşılıyorum. 12 ulusal kanaldan yedisi reklamları yayınlamıyormuş, varsın yayınlamasın. Elden ele dolaşan epostalar haline gelir gene de ulaşacağı yerlere ulaşır o mesajlar. Yarından itibaren, haftada 1 gün ancak alıp okuyabildiğim Cumhuriyet gazetesini hergün alacağım. Hem Cumhuriyet'e hem de Cumhuriyet gazetesine sahip çıkmak için. Bana katılmak isteyenlere de sevgilerimi yolluyorum. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








Yukarı


 


Cumhur Aydın

 Önce İnsan : Cumhur Aydın


  Açık Mektup II (*)

Sayın Yakup Kepenek Hocam;

07 Şubat 2007 Akşamı Kanal B'deki Hariciye Kliniği Programında sizi ve diğer konuklar Prof. Dr. Birgül Ayman Güler ve Emekli Generali dikkatle izledim.

Hemen belirteyim ki, bendeniz İnşaat Mühendisliği alanında doktoralı, ekonomi eğitimi hiç almamış birisiyim. Kendini okumayı seven sıradan bir yurttaş olarak kabul ederim; o nedenle o gece İstanbul Üniversitesinden Meslektaşınızı -üstelik yalnızca özgün görüşlerini açıklayarak hiç haketmedigi halde- küçümsediğiniz gibi aşağıda düşeceğim kısa notlara hiç kuşkusuz burun kıvırıp geçip gidebilirsiniz!

Sizinle hiç bir biçimde akademik ekonomi içerikli bir değerlendirmeye giremem; bu haddim olmaz biliyorum. Ancak yineliyorum -sıradan bir yurttaş olarak- dün geceki programın bende bıraktığı tortuyu birkaç cümleyle paylaşmak istiyorum: (Aslında bu yıllardır okuduğum Cumhuriyet Gazetesinde bazen göz attığım köşeniz içeriğine de düşülen bir not olacak.)

Kapilatizmin etkileri, bugün geldiği nokta ve ulus devletlerin 'yeni dünya düzeni' maskesi aslında kapitalizmin bu yeni yüzüne nasıl direnebileceği gibi yaşamsal önemde konuların tartışıldığı televizyon proğramında siz;

a) Özellikle son 25 yıldır Dünyada ve Türkiye'de Sosyal Demokrasinin, süregelen rezilliğin tam bir fotoğrafının çekilmesinden hareketle sağlam / berrak düşünce alternatifleri üretememesine ve hatta sermayeye uygun payandalar yaratma yarışındaşında oluşuna koşut,

tam bir teslimiyet, 'demode' /uygulanamaz öneriler-sözler- kalabalığı içinde, dahası sokaktaki insanların, ezilenlerin, her kim muhatapsa her kesimin kafasını karıştırıcı bir tavır sergilediniz. Haniyse Sn. Kemal Dervişli CHP'nin güzel bir temsilciliğini yaptınız!

Taşaronluk, sendikasızlaştırma dört nala giderken yok sermayeye rica edilerek sendikalar güçlendirilebilirmiş. Yok ülkenin bütün bankaları, sanayi kuruluşları ya doğrudan ya da kendini büyük tekellere eklemlemiş yerli sermaye grupları eliyle yabancı dev şirketlere devredilirken, milli sermayeye bunlar anlatılmalıymış. Küreselleşme emperyalizmin bu yeni aşamasıyken ve Türkiye Ulusal Devleti toprak, egemenlik ve nitelik bütünlüğünü kaybederken sermayeyi ve rantçıları ürkütmeden hareket etmeliymişiz. Bu ya da bu anlama gelen sözler....

b) Buna karşılık Prof. Güler ve hatta Sayın General bile pırıl pırıl aydınlık bakış ve yürekli, bilimsel yorumları ve sentezleriyle hem sağlam teşhisler ve öneriler ürettiler hem de hepimizin şu an en fazla gereksinimimiz olan kafa karışıklığımızı azaltıcı yaklaşımlar, fikirler sergilediler.

c) Ne hazindir ki, büyük bir 'kural tanımazlık' içinde tüm konuşmacıların konuştuğu sürenin en az iki katını konuşmakla ve onların sürelerine bilerek / bilmeyerek tecavüz ederek, iki değerli konusmacıdan daha fazla yararlanmamıza da engel oldunuz.

Son seçimler öncesi okyanus ötesi güçlerden seçim ve ülke egemenliği, esenliği medetleri umanlar da sizler değil miydiniz?

Rejimin niteliğini-kendilerince- değiştirmeye çalışacakları ayan beyan ortada olanlara; birkaç yıl sonra "onları süpürmeyin, kullanın" sözlerinin ülke yöneticileri hakkında söylenmesi üzüntüsünün bizler tarafından yaşanmasına, bu kişilere dokunulmazlık, yasallık kılıfları giydirerek -bunu kolaylaştırarak- bugün dönüşü daha da zorlaşmış yollara taş döşeyenler de sizler değil miydiniz?

Sayın Kepenek; Sayın Hocam;

Ben size yine hala ODTÜ Öğretim Üyesi olarak kabul ederek Hocam diyeceğim;

Hocam,

Size ve "sizin gibi" (Daha fazla açıklama yapmıyorum, yukarıdaki satırlarla derdimi anlatmış olduğumu umuyorum.) akademik, siyasi çalışma yapanların bunca yıllık emeklerine, verdiğiniz eğitim ve politik uğraşa saygısızlık etmemiş olmayı umarak;

Lütfen bizi, akılları karışık milyonları ve taze öğrencilerinizi artık bu birikimlerinizden mahrum bırakmanızı rica edeceğim.

Bazı durumlarda; çekilmekte, "nafile üretir görünmekten" daha faydalı olabilir.

Saygılarımla;

Cumhur

(*) Bu mektubun daha kısa bir versiyonu Sayın Kepenek'e de aktarılmıştır.


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
7 Kahveci oy vermiş.

 


 


Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  YAVRU KEDİNİN GÜNLÜĞÜ-7

08 Eylül 2006
Bu gün size anlatmak istediğim çok güzel şeyler oldu. Babası Eda'yı sabahleyin arabasına bindirip götürdü. Öğleyin birlikte geri geldiler. Döndükten sonra onu tanıyamadım. Acayip elbiseler giymiş, yüzünü gözünü boyamıştı. Üstelik kokusu bile ona yabancıydı. Beni kucağına almasa, konuşmasa belki de bütün gün tanıyamazdım. Neyse ki sesi hiç değişmemişti. Beni kucağından annesinin ellerine uzattı. Bu kediyi arkadaşlarım gelmeden yıkayalım, tüylerini tarayalım dedi. Annesi beni banyodaki leğene soktu. Köpük köpük yıkayıp, tüylerimi taradı. Boynuma da kırmızı bir kurdele bağladılar. Konuşulanlardan anladığım kadarıyla bu gün onun doğum günüymüş. Bunu arkadaşlarıyla pasta yiyip dans ederek kutlayacakmış. Eve gelen kızların birçoğu neredeyse onun kadar süslüydü. Oğlanlar da güzel giysiler giymişti ama hiç süslenmemişlerdi. Sadece bazıları saçlarını tiken tiken taramışlardı.
Çocuklar gelince bahçedeki pamuğu ve beni çok sevdiler. Bütün gün bir çocuktan ötekine elden ele gezip durdum. Bize de bol bol pasta yedirdiler. Pamuk Köpeği de evin içine aldılar. Çocuklar Pamuk Köpekle hiç kavga etmediğimizi görüp şaşırdılar. Bizim kadar iyi geçinen başka kedi köpek görmediklerini söyleyip durdular. Niye kavga edelim ki sonuçta ikimize de yetecek kadar ilgi, sevgi ve pasta vardı. Çocuklar pastalarını yedikten, meyve sularını içtikten sonra bol bol dans ettiler. Dans ederken bile bizi kucaklarından indirmediler. Günün yıldızı biz olmuştuk. Sanki evde Pamuk ile benim doğum günüm kutlanıyordu.

14 Eylül 2006
Sabahleyin tahta sandığımıza, yuvamıza gittim. Annem sandığın önündeki toprak zeminde yatıyordu. Gidip yüzünü yaladım. Ona kardeşimi sordum. "Çok aradım ama hiçbir yerde izine rastlamadım." dedi. Fazla konuşmadık. Anneme sarılıp biraz vakit geçirdikten sonra eve döndüm. Onu görmek beni rahatlatıyor. Bütün sıkıntılarım, kaygılarım anneme sarılınca silinip gidiyor. Hava çok güzeldi. Canım içeri girmek istemedi. Bahçede Pamuk köpekle biraz kovalamaca oynadım. Oturup onunla neden kedi ve köpeklerin doğum günlerini kutlamadıklarını konuştuk. Neden doğum günlerimizi annelerimizin ve babalarımızın bilmediğine hayıflandık. Bilseler bile insanlar gibi pasta alacak değillerdi ya. En fazla çöpten biraz eti kalmış balık, ya da tavuk artığı getirebilir, belki de o gün bir fare tutmaya çalışırlardı. Oysa biz doğum günümüzü Eda gibi kutlamak ve bir sürü hediye almak istiyorduk. Bu kedi ve köpekler için imkânsız bir şeydi. Bu gün ilk defa Pamuk Köpeğin hızla serpildiğini ve büyüdüğünü de fark ettim. Artık havlaması bile tam bir köpek halini almaya başlamış.. Bazen kapıya yakın geçen çocuklara usulca yaklaşıp havlayıveriyor. Hazırlıklısız yakalanan çocukların o hallerini gerçekten görmelisiniz.

18 Eylül 2006
Artık yaz tatili bitti. Bütün çocuklar okula başladılar. Okulun başlamasına hem üzülüyorum hem de seviniyorum. Eda'nın bütün gün evde olmaması çok kötü… Okul çıkışı arkadaşlarını da eve getirmesine ise bayılıyorum. Çocuklar bizi paylaşamıyor. Hem Pamuk Köpek hem de ben bol bol şımarıyoruz. Bazen de onları eğlendirecek maskaralıklar yapıyoruz. Çocuklarla birlikte olmak, onlarla vakit geçirmek anlatılamayacak kadar güzel bir şey. Okulda bütün çocuklar bir araya toplanıyormuş. Eğer çocukların hepsi böyle sıcak ve sevgi doluysa bende okula gitmeyi istiyorum. Ama kedilerin ve köpeklerin okula gitmediğini de biliyorum. Dün akşam Evde olağan üstü bir hareketlilik vardı. Pamuk Köpek ve ben ünlü olmuşuz. Herkes bizi tanıyormuş ve çok beğeniyormuş. Eda'nın söylediğine göre biz YOTUBE'de patlamışız. Patlamak artık ne demekse… Çocuklardan biri cep telefonuyla bizim görüntülerimizi çekip internete göndermiş. Evinin bahçesinde sarmaş dolaş oynayan bir kedi ve bir köpeğin görüntüleri insanlara çok ilginç gelmiş. İnternetteki o siteyi bilmem kaç bin kişi tıklamış. Bu yüzden çok ünlüymüşüz. Konuşulanların çoğundan hiçbir şey anlamıyorum. İnternet nedir? Oraya kedi ve köpek görüntüleri nasıl gönderilir? İnsanlar niye gidip bir yerleri tıklar? Evdekiler bu kadar sevindiğine göre iyi bir şey olmalı diye düşünüyorum. Kendi adıma YOTUBE'de patlamaktan çok memnunum. Çünkü evde bize gösterilen ilgi artıyor. Yemeğimizi vermeyi eskisi gibi unutmuyorlar.

23 Eylül 2006
Bu gün evimize bazı kişiler gelip yeniden Pamuk Köpek ve benim fotoğraflarımızı çektiler. Televizyonların haber kanallarında gösterecekmişler. Bazılarının üçayaklı kocaman makineleri vardı. Bazıları ise makinelerini omuzlarında taşıyorlardı. Pamuk köpek ve ben onlara bir sürü şaklabanlık yaptık. Onlar da hem çok eğlendiler hem de bizi sevdiler. Üzerinde kedi resmi olan küçük paketler açıp bize yiyecekler verdiler. Bunun adı hazır kedi ve köpek mamasıymış. Ayıp olmasın diye verilen yiyecekleri yedim ama tatlarını hiç beğenmedim. Eda insanların bize gösterdiği ilgiden çok mutlu oldu. Beni kucağına alıp öperken ve severken bol bol resim çektiriyor. Söylediklerine bakılırsa o da bizimle birlikte ünlü olmayı çok istiyormuş. Benim için hiçbir sakıncası yok. Varsın olsun.

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,609,609,609,609,609,609,609,609,609,60
5 Kahveci oy vermiş.

 


 


Tanju Akdeniz

 Misafir Odası : Tanju Akdeniz

   Arkası Yarın - III

Uzak mesafeler arasında bilgi alışverişi ilk çağlardan beri insanoğlunun gündemindeydi. Bu alandaki ilk örnekler Red Kit çizgi romanlarından anımsadığımız Amerikan yerlilerinin ve Çinlilerin kullandığı duman işaretleriydi. Çin seddinin kuleleri üzerinde yakılan ateşler, gün ışığının bir ayna aracılığıyla yansıtılması ilkesine dayanan heliograflar, bayraklar, Claude Chappe tarafından geliştirilen ve Napolyon'un askeri başarılarında önemli bir payı bulunan semaforlar ve benzeri çözümler yüzyıllardır kullanılıyordu. Ne ki bu sistemlerin hepsinin de kısıtları vardı. Yavaştılar, iletebildikleri bilgi genliği düşüktü, güvenilirlikleri azdı. Belki de hepsinden önemlisi; görüş mesafesi ile sınırlıydılar.

Elektriğin haberleşmede kullanımı -ya da en azından kullanılma girişimleri- çok daha eskilere, Hertz'in deneyinden 135 yıl öncesine kadar uzanıyor. 1753 yılında Charles Morrison, Leyden şişesinde biriktirdiği statik elektriği, her harf için bir adet olmak üzere, 26 ayrı kablo aracılığı ile ilettiği ve üzerlerinde herbirine karşılık geren harfin yazılı olduğu kağıtları -saç tellerini kendine çeken tarak misali- kıpırdatmayı başarmıştı.

Burada sadece önde gelenlerin isimlerini saymakla yetineceğim Francisco de Salva, Bosolus, Morrison, Lomond, Volta, Reiser, Cavallo, Ronalds, Sturgeon, Sommering, Schweigger, Coxe, LaPlace, Triboaillet, Schilling, Henry, Gauss, Weber, Steinheil, Clarke, Masson, Breguet, Davy, Deval, Billon, Soudalot, Vorsselman ve daha pek çokları telgrafın gelişimine doğrudan ya da dolaylı bir biçimde katkıda bulundular.

Dünya buluşlar çağının arefesindeydi. Fotoğrafçılığı ve İngiltere Kraliyet Akademisinde sergilenen yağlıboya tabloları olduğu pek az kişi tarafından bilinen ve daha ondokuz yaşında İngiltere'deki Yale Koleji Kimya ve Doğa Felsefesi bölümünden mezun olan Samuel Finley Breese Morse'un 1830 yılında asistanı Alfred Vail ile birlikte geliştirdiği Mors Alfabesiyle, o dönemlerde ne olduğunu dahi bilmedikleri "enformasyon teknolojisi"nin temellerini atıyorlardı.

Bu noktada öykünün "baş kahramanı" ile karşılaşacağım yeri bekler gibiydim. Nitekim bu bekleyiş fazla uzun sürmedi. Hızla karıştırdığım birkaç kitap söz birliği etmişcesine beni aynı kişiye götürüyordu: Marchese Guglielmo Marconi. 1909 yılı Nobel Fizik ödülünü Karl Ferdinand Braun ile paylaşan, o yıllardan günümüze kadar gelebilmiş birkaç düzine şirketten biri olan Marconi Telsiz Telgraf Şirketi'nin (Marconi Wireless Telegraph Company) kurucusu ünlü İtalyan fizikçisi.

Hertz'in deneylerinden yola çıkan Marconi, uzun uğraşlar, uykusuz geceler, sayısız deneme ve hayal kırıklıklarının ardından, on metre boyundaki çalışma odasının bir köşesinde ürettiği elektrik akımını elektromanyetik indüksiyon yolu ile diğer uçtaki bir diğer devreye aktarmayı başarmıştı. En sonunda başarmış olmaktan dolayı gurur duymakla birlikte bunun daha bir başlangıç olduğunu görebiliyordu. Sıra bu buluşun bir işe yaramasındaydı. Bir gece tüm aile fertleri yattıktan sonra evinde kurduğu laboratuvarın iki kat altındaki kapı zilini tel kullanmaksızın çaldırmayı başardığında annesini uykusundan sıçratıp ona dünyanın ilk telsiz bağlantısına şahit olma ayrıcalığını tanımakta herhangi bir sakınca görmemişti.

Birini toprağa bağladığı ve diğerine uzunca bir tel tutturduğu bilyeler ile yaptığı vericide ürettiği kıvılcımları benzer şekilde bir anten ve bir toprak hattından oluşan alıcısı ile uzak mesafelere taşıyabiliyordu. Mors alfabesini iletmenin çok daha etkin bir yolunu bulmuştu. Kendi deyişiyle "... gerçekte akıllı sinyaller alıyor ve gönderiyordum."

Marconi kendi ülkesinde görmediği ilgiyi İngiltere'de bulmuştu. Londra'daki Merkez Postanesinin çatı katına yerleştirdiği vericisiyle yaklaşık 300 metre ötedeki bir başka binanın çatısındaki alıcıya başarıyla gönderdiği sinyaller ve ardından İngiliz kara ve deniz kuvvetleri komutanlarının önünde - ancak bu kez Salisbury Meydanında- yaptığı demonstrasyonların kendi hayatında bir dönüm noktası oluşturacağının fazlasıyla farkındaydı. Telsiz telgraf alıcısının ilk sinyalleri kaydetmeye başlaması ile yükselen alkışlar sırasında farkında olmadığı ise tüm dünyada yepyeni bir çağı, iletişim çağını başlatıyor olmasıydı.

Radyodan söz ettiğimi anlamışsınızdır. Bir döneme damgasını vuran, Dünya Savaşlarının seyrini değiştiren, yıllarca evimizin başköşesinde ağırladığımız radyodan. "Dıııt. Dıııt. Dıııt. Dııt. Dııııııııt. Saat ondokuz. Burası uzun dalga 1648 metre, 182 kilohertz üzerinden yayın yapan Ankara Radyosu. Şimdi haberleri veriyoruz..." anonsunu duyar duymaz babalarımızın halıda güreşen bizlere "susun, ajans başladı!.." diye ünlediği, yıllar boyu içinde minik insancıklar olduğunu sandığım, her akşam acaba bugün ne olacak diye merakla beklediğim "arkası yarın"ların, radyo tiyatrolarının, Atilla Mayda'nın darbuka sololarının, Ertuğrul İmer'in efektlerinin, çocuk saatlerinin, yurttan sesler korolarının, Orhan Boran ve Yuki'lerin dünyasını evimize taşıyan radyodan söz ediyorum...

Şimdilerde yaşadığım evimin bir başköşesi yok. Bir köşede müzik seti duruyor. Bir başka köşeyi masaüstü bilgisayar tutmuş durumda. Tekerlekli bir sehpa üzerinde duran büyük televizyon diğer iki köşeye hükmediyor. Balkondan bozma cumbadaki küçük televizyon kendine ait köşesinde duruyor. Kalan köşeleri de birer joker edasıyla paylaşan dizüstü bilgisayarlar, Playstation, mp3 çalar, diskman, cep telefonları vb. dolduruyor.

O mu? Yıllardır üst kattaki kütüphanenin rafında duruyor. Artık sesi çıkmıyor. Lambaları eskimiş. Piyasada bulunmuyorlar. Ondan sonra çok radyom oldu. Kimisi bozuldu, attım. Kimisini kaybettim. Kimisi tavanarasındaki bir kolinin içinde toz biriktiriyor. Onu atamıyorum. Ne çalışma masamın yanıbaşından, ne gönlümden, ne de anılarımdan. Eski bir dosta duyulan vefa herhalde.

Az ötesinde, limana bakan pencerenin önünde, annesinin kucağında zıp zıp zıplayan daha bir yaşını doldurmamış minicik bir çocuğun yaklaşan yolcu gemisine "dapti dapti yaa yaa!" diye bağırışını anımsıyordur belki de. Kurduğu ilk cümlelerden birinin "tırlaççi açi?" olduğunu da. Kimbilir?

      * "Dapti dapti yaa yaa" : "Kaptan kaptan çok yaşa!"

      * "Tırlaççi açi?" : "Radyoyu açayım mı?"

Bitti

Tanju Akdeniz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahvenin Köpüğü : Melis Mine


Polis


Tür: Dram / Macera / Polisiye
Yönetmen: Onur Ünlü
Senaryo: Onur Ünlü
Yapım: 2006, Türkiye, 104 dk
Oyuncular: Haluk Bilginer, Özgü Namal, Ragıp Savaş, Sermiyan Midyat, Settar Tanrıöven, Kaan Çakır


"Şiddete meyyalim
Vallahi dertten…"



Tarantino filmlerini sever misiniz? Bana biraz kanlı gelir hep Tarantino'nun filmleri. Hep birileri ölür. Hayatın dağınık acıları sanki hep bir araya gelip homojen bir şekilde Tarantino filmlerinde karşımıza çıkarlar.

İşte "Polis" filmi de buna benzer filmlerden biri. Musa Rami, 63. doğum gününü kutlayan mesleğinin zirvesinde, "hoca" kabul edilen bir polistir. Uzun zamandır mücadele ettiği mafya örgütünü kuyruğundan yakalayınca, işler karışır. Bir yandan ailesini koruma mücadelesini sürdürür, bir yandan kendisinden 40 yaş küçük olan üniversite öğrencisi Funda'ya karşı beslediği güçlü duyguları kontrol etmeye çalışır ve öte yandan gerçekle yüzleşmek zorunda kalır. Kanserdir ve çok az ömrü kalmıştır.

Yönetmen Onur Ünlü'nün ilk uzun metrajlı filmi olan Polis'in kadrosunda Haluk Bilginer, Özgü Namal, Settar Tanrıöven, Ragıp Savaş, Sermiyan Midyat gibi ünlü ve başarılı isimler mevcut. Dediğim gibi Tarantino'vari buldum filmi biraz ben. Ama Haluk Bilginer'in ustalığına taş çıkartacak bir oyuncu yok diyorum yine de. Nasıl da "yaşlı" bilge bir polis oluvermiş. Nasıl da "acı çekmiş", "soğukkanlı olmuş en zor zamanda"… Haluk Bilginer'in oyunculuğu önünde şapka çıkarıp saygıyla eğiliyorum. Ama filmdeki zaman kırılmalarını pek anlamadığımı da itiraf ediyorum.

Gerçekten zamanda kırılmalar mı var acaba? Her başlangıç ne yaşanırsa yaşansın aynı sonla mı bitiyor? Filmde görünen paralel evrenler miydi? Yoksa hasta bir adamın sanrıları mı? Yoksa gerçekten çizilen bir ana yol var da arada küçük patikalara kaçmayı mı başarıyor sadece insanoğlu? Sevdiklerimizi kaybetme korkusundan daha büyük bir korku var mı peki hayatta? Sevgi ölümden bile üstün mü gerçekten?

Melis Mine


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,209,209,209,209,209,209,209,209,20
5 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Tayfun Avınca

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.251 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı


 


 Tadımlık Şiirler


o'nu beklerken

Elbet birgün uyanacağım bu rüyadan.
Bakacağım ki;
İçinde yaşadığımı sandığım
Boşluktan kurtulmuşum.
Ayaklarım yere basıyor artık.
Sonra biraz daha kendime geleceğim,
Bakacağım ki;
Çevresinde hiçbir şeyin olmadığı
Uçsuz bucaksız bir zirvedeyim.
Kimsecikler kalmamış etrafımda.
Adım atsam uçurum.
Adım atsam yalnızlık.
Biçare tutsak olmuşum
Bir hayali beklerken.
Üzerinde durduğum tek kişilik tepe
Yükseldikçe yalnızlığa
Yavaş yavaş
Gözden kaybolmuş
Aşağıda bıraktıklarım.

Öyle yükselmişim ki yalnızlığa,
Beklediğim hayal bile
Ulaşamaz artık istese de.
Tutamam kızıl ateş parçası ellerini,
Korkarım;
Yıllardır sevgisizlikten buz tutmuş ellerim.
Avuçlarında erimesinden korkarım.
Bakamam gözlerinin içinden yüreğine,
Kaybolurum;
Yıllar var, kullanmamışım ben o yolu.
Kaybolmaktan korkarım aradığımı bulamadan.

Elbet birgün uyanacağım bu rüyadan.
Anlayacağım ki;
Sen benim değilsin.
Anlayacağım ki;
Sen yalnızca bir hayalden ibaretsin.
Anlayacağım ki;
Yeni bir hayal için de
Epeyce geç olmuş vakit.
Ama, sen yine de
Bir hayal bırak gözlerimin içine,
Öyle git.

Orhan GÖKÇE

 


 Bulmaca - Sudoku




SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.



 


 Biraz Gülümseyin




KMTV Sunar...

Yukarı


 


 Kıraathane Panosu



VAN BİEN - İyi Gidiyorlar…
Küba Hakkında Bir Sergi

Küba bağımsızlığının kahramanlarından ozan José Martí'nin doğum yıldönümü, İstanbul Cervantes Enstitüsü'nde düzenlenen etkinliklerle anılıyor.

Etkinliğe Serpil Yıldız da "VAN BİEN - İyi Gidiyorlar… Küba Hakkında Bir Sergi" ile katılıyor.

Sergi, 24 Nisan tarihine dek izlenime açık olacak.

Yer: Cervantes Enstitüsü
Tarlabaşı Bulvarı, Zambak Sokak No:33, İSTANBUL
Telefon: 90 212 292 65 36 Faks: 90 212 292 65 37
E-posta: cenest@cervantes.es


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

NBA All Stars maçını seyredemeyenler için güzel bir haber. http://dahi.wordpress.com/2007/02/24/nba-all-star-2007/ web sayfasına tıklıyorsunuz ve Mehmet Okur’un dahil olduğu maçı, NTV bant yayınından seyrediyorsunuz. …Cumartesi gecesi çaylaklar maçıyla start alan, Pazar günkü yetenek yarışmasıyla devam eden NBA All Star Haftasonu, Batı Karması - Doğu Karması maçıyla sona erdi. Las Vegas’ta oynanan ve NTV’den naklen ekranlara gelen ‘yıldızların’ mücadelesinden, Mehmet Okur’un da formasını giydiği Batı Karması 153-132 galip ayrıldı. Türkiye’yi basketbol yıldızlarının buluştuğu bu büyük organizasyonda temsil eden Mehmet Okur, karşılaşmada 4 sayı kaydetti. Salondaki 3 Avrupalı’dan biri olan ve yaklaşık 15 dakika süre alan Mehmet, 2?de 2 şut isabeti, 2 ribaunt ve 1 asistlik performans sergiledi…

Dört boyutlu Pong oyunu için http://www.purple-twinkie.com/games/4dpong.asp web sayfasına tıklayabilirsiniz. İki boyutlu oyunları herkes oynar siz bir de bunu deneyin bakalım.

Konuşan köpek gördünüz mü? http://www.funnyclipcentral.com/content/talkingdog.php
Ya peki konuşan papağan http://www.youtube.com/watch?v=BSckclRKirM Konuşan papağan dediysem normal konuşan değil… Seyretmeden yorum yapmayın lütfen.

Yukarı


 


 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-06©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20070302.asp
ISSN: 1303-8923
2 Mart 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com